Etiket arşivi: susurluk

Mysia Yolları 4. Gün

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Susurluk – Mustafakemalpaşa – Gölyazı

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

esrik kayıklar

güneş mi denizi baştan çıkarır

esrik olur kayıklar

hatıralar ağaçtır

hayat geçtikçe büyür

yüreğim kımıldanır

birazdan ne güzel insanım

geçmişimi geleceğimi

hepsini bir bir ararım

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ, gidon çantası arkasında batan Güneş manzarası.

Gece başlayan yağmurun sesi ile uyuduk, ama şiddetli değildi. Usul usul yağan yağmurun damlaları ninni gibi geldi bana. Çınar ağaçlarının sık olması, uzun gövdeleri ve yukarılarda dalları şemsiye gibi üzerimizi örtmesi nedeni ile çadırlara pek yağmur gelmedi. Dünkü yorgunluk, iyi bir uyku ile sabahın erken saatlerinde uyanmama neden oldu. Çadırda uyumanın rahatlığı hiç bir yerde yok. Günün ilk ışıkları ile çadırımın kapısını aralayıp dışarıya bakıyorum. Uzun çınar ağaçlarının gövdeleri, piknik masaları ve bir çadır gözüme ilişiyor.

Giyinip çadırımdan dışarı çıkıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra piknik masalarının birinde doğanın ilginç bir olayını gördüm. Kalın kalaslardan yapılmış masanın yarılmış yerinden ağaç mantarları yağmur suyunu görünce kendine yaşam alanı oluşturmuş. Artık yaşamı bitmiş ağacın işlenip kalas olarak masa yapılsa da başka canlılara yaşam sunuyor. Kalasın yarıklarında üç tane mantar çıkmış, gövdesi beyaz, şapkası kahverengi – siyah karışımı. Masanın üzeri yağmurdan dolayı ıslak.

Sabah kahvaltı hazırlıklarına başladık, semaver suyu ısınasıya kadar ben de etrafı şöyle bir dolaşıyorum. Çınar ağacının köklerine inen gövdesinin bir kolunu testere ile kesip gövdesi ile olan bağı kopartmışlar. Bunu neden yaptıklarını anlamak olanaksız. Ağaçtan ne istiyorsun, illa zarar vereceksin. Aslında bunu kesen hastalıklı insan bindiği dalı kesiyor ama bunu düşünecek kadar akıllı değil.

Bu arada bisikletim KUZ öylece park etmiş halde. Arka lastiğindeki iki lastik sargı yerinde duruyor.

Hava yağmurlu ve bulutlu olmasına rağmen güneş doğduğunu hissettiriyor parlak ışıkları ile. Çınar ağaçlarının arasından kendini gösterdi. Ben de bu anı yakalıyorum.

Çınar ağaçlarının sık gövdeleri yana yatmış durumda. Onlarca, belki yüz taneden fazla çınar ağacı bu kadar sık dikilmesi boylarının uzun olmasını sağlamış. Ağaç güneş ışığına gereksinimi var. Bunu sağlamak için devamlı yukarı büyüdüğünden boyu uzun. Diğer ağaçlar da aynı şekilde büyüyünce dalları yukarıda serpilmeye çalışıyor. Yana uzayan dalı yok hiç bir ağacın.

Kahvaltıyı yapıp hemen toparlanıyorum. Cem Tabanlı da benimle beraber toparlanıp erkenden yola çıktık. Diğerleri sonradan gelecekler. Susurluk’ta bisikletçi bulup arka lastiğimi değiştirmek zorundayım. Cem ile birlikte yağmur altında Susurluk’a vardık. Yaz – bahar yağmuru çabuk geçti ve yağmur durdu. Bisikletçiyi sora sora bulduk yerini. İnternetten baktığımıza göre bisiklet servisi görünüyor ama bisikletçiden çok motor ve araba parça satan bir dükkan. Neyse 28 inç lastik var mı diye sorduk, bir kaç tane var olduğunu söyledi. Uygun olan bir lastiği aldık. Bagajdaki yükleri indirip arka tekerleği çıkardım. Eski lastiği çıkarıp yenisini takmaya çalışırken dükkanın çırağı elinde tornavida ile dış lastiği takmaya çalışınca “Hop dur bakalım ne yapıyorsun? Tornavida ile lastiği mi parçalayacaksın? Levye yok mu?” Diye durdurduk yapacağı işi. Çırak elinde araba lastiklerinde kullanılan koca bir levye getirdi. “Bu ne? ” diye sordum. Koca levye ile lastiği takacak, olacak iş değil. Hemen tamir taklavat çantamdan kendi levyelerimi çıkarıp lastiği normal olarak takıyorum. Sonra hadi şişir bakalım deyip lastiği şişirmeye başladı kompresörle. Lastik basıncı istenilen seviyeye bir türlü çıkmıyor. Lastiğin neden şişmediğini anlıyorum. Kompresör basıncı 35 havaya göre ayarlanmış. Araba lastikleri en fazla 35 hava basılıyor. Benim lastik 60 – 65 hava basıncı istediğinden bırak öyle kalsın dile çırağı uzaklaştırıyorum. Lastiğin ücretini ödeyip tekerleği bisiklete takıp çantaları üzerine yerleştirip yakında benzinciye giderek 65 hava basarak olayı bitiriyorum. Yanda olan kahvede lastikçi çay ısmarlıyor esnaf olarak. Biz de çay teklifini geri çevirmeyip içiyoruz.

Lastik işi bitince yola çıktık. Hedefimiz Gölyazı’ya bu gün varmak. O yüzden hızlıca ana yoldan gideceğiz. Şansımıza İzmir’den çıktığımızdan beri rüzgar sürekli Lodos esti. Rüzgar hep arkadan eserek Susurluk’a kadar geldik. Bu gün ise rüzgar döndü ve hava Poyraz esmeye başladı. Yani tam karşıdan, gideceğimiz yönden esmeye başladı. Balıkesir il sınırından çıkıp Bursa il sınırına girdiğimizi karayolu tabelası bildiriyor. Yol kenarındaki tabelada Bursa il sınırı yazılmış, arkada tarlalar yemyeşil ve gökte üzerimizden geçen bulutlar.

Bu yoldan hep araçla geçtiğimden tabelaları pek göremiyordum doğru dürüst. Bisikletle her tabelayı, her ayrıntıyı görüyorum. İşte bunlardan biri ilgimi çekiyor. Kocaman tabelada yazan Kosova yazısı bana doğduğum yeri hatırlatıyor. Demek buralarda daha önce Kosova’dan göç edenlerin kurduğu bir yerleşim yeri varmış. Memleketimin ismini görmek beni sevindirdi.

Büyük bir tabelada, mavi zeminde beyaz boyalı alanda siyah yazı ile Kosova yazılmış. Altta ise beyaz boya ile Susurluk ve Balıkesir yazılarak sağ taraftaki yolu ok işareti ile gösterilmiş. Tabelanın altındaki tabelada Beyaz zemine siyah harflerle Kosova 2 ve Bostandere 7 kilometre olduğunu sağa ok işareti ile belirtilmiş. Beyaz zeminde yazan yerler köyleri belirtiyor. Mavi zeminde yazılanlar ise il ve ilçeleri belirtiyorlar. Ana yolda sağa giden bir yol, ileride görünen bir köprü üst geçitten hem köylere, hem de geriye dönmeyi sağlıyor.

Yol ana yol olunca kaymak gibi asfaltta, emniyet şeridinde rahat ve hızlı gidiyoruz köy yollarına göre. Bu yolda eğim fazla yok. Bizi zorlayan karşıdan esen Poyraz rüzgarı.

Yol tabelasında Mustafakemalpaşa’ya geldiğimizi belirtiyor. Nüfus : 100000 olarak yazılı. Tam rakam, ilk defa tam rakam yazan tabela gördüm. Mustafakemalpaşa’ya gireceğiz. Yol tabelası gidonumdaki tüylerle beraber resmini çekiyorum.

Cem ile birlikte Mustafakemalpaşa kasabasına giriyoruz. Diğer arkadaşlar geride kaldı biraz. Onları beklerken hadi buranın ünlü Mustafakemalpaşa tatlısı yiyelim deyip tatlıcıya oturduk. Taş yerinde ağırdır hesabı her yerde geçerli olmasına rağmen bu durumu göz önünde bulundurup ne kadar olursa olsun birer porsiyon yiyoruz Kemalpaşa tatlısından. Garson bizi tatlı yerken masada önümüzde tabaklar, elimizde çatal ile resmimizi çekiyor. Dörder tatlı bir porsiyon yapıyor, iki tane yemişiz, daha iki tane daha tabakta var. Tatlının üzerinde beyaz kaymak konulmuş. Masada dar ağızlı küçük beyaz porselen vazoda papatya çiçeği süslemiş olarak duruyor.

Diğer arkadaşlarla buluştuk meydanda. Tatlı yiyin ilk önce diyerek tatlıcıya gönderdik. Cem ile meydanda oturma yerinde bekledik bir süre. Arkadaşlar tatlılarını yedikten sonra yanımıza geldiler. Yakında olan çay ocağından çayları ısmarladık. Turda ortak bütçe yapıyoruz. Herkes eşit miktarda para veriyoruz kasaya. Kasa da tüm alış – verişleri bu paradan yapıyor. Kasamız da Ceyhun. Kasanın suyunu çektiğini belirtince elindeki son paralarla üç tane gevrek alıyor. (Buralarda gevreğe simit diyorlar) Elindeki para anca çaylarla beraber üç gevreğe yetince adam başı yarım gevrek bölüşerek çay ile birlikte yiyoruz. Bu bizim öğle yemeğimiz olacak. Bu durumu belgelemek için garsona cep telefonumu vererek resim çektiriyorum. Altı kişi elinde yarımşar gevrek, önümüzde plastik bir sehpada çay bardakları. Hepimizde kısa pantolon, üzerimizde formalar rengarenk, başımızda da üç turuncu renkli, bir mavi, bir de haki yeşili renkte buff var.

Mustafakemalpaşa kasabasındaki molayı bitirip yola çıkıyoruz. Rüzgar karşıdan esmeye devam ediyor. Yoldan geçen tırlar, kamyonlar ve diğer araçların gürültüleri eşliğinde yol alıyoruz. Bir ara kendimi kaptırıp yolun getirdiği ölçüde bastırdım. Diğer arkadaşlar da rüzgarıma girerek göçmen kuşlar misali tek sıra gitmeye başladık. Yaklaşık 10 kilometre civarı yüksek tempoda, rüzgara karşı ve hafif çıkışı ile Karacabey rampasını bir çırpıda çıktık. Ben de nasıl olduğunu anlamadım ama tempoyu tutturunca gidiverdik öylece. Karacabey rampasını çıkarken harcadığımız enerji bitmek üzere. Mehmetali’nin şekeri var, öyle olunca düşen şekeri nedeni ile bir benzinlikte durup elde ne varsa çıkarıp bereketli ve hala bitmeyen pişilerden yiyerek şekeri yükseltip enerji takviyesi yaptık. Yarım gevrekle pistonlar bir yere kadar gidebiliyor. Rüzgardan korunaklı bir yerde atıştırmanın üzerine birer kahve içerek molayı tamamladık. Bu kez daha düşük tempoda bisiklet sürmeye başladık ve sağımızda Uluabat gölü göründü. Araç ve tır trafiği fazla olunca dibimizden geçen tırların korkunç gürültüleri Cem Tabanlı’yı rahatsız ediyor. Bu tedirginliğini belirtiyor sık sık. Yapacak bir şey yok, böyle gideceğiz mecburen. Yola devam edip bir an önce hedefe  varmalı. Uluabat gölü görününce yaklaştık sayılır Gölyazı’ya. Ağaçların arasından yakında olan Uluabat gölünün bir parçası görünmekte.

Güneşin doğuşunu izledim, batışını da kaçırmamak gerek diyerek durdum yol kenarında. Bu an kaçmaz, küçük bir köyün kenarında, tepenin üzerinde iken bir resim alıyorum. Güneşin batışını izlemek için bisikletim KUZ’u park ettim yol kıyısında. Gidonumda ki çantam, önünde “Bakırçay Temiz Aksın” yazılı kart. Kelebek gidonuna asılı duran kaskım ve dikiz aynası. Güneş kelebek kısmının az üstünde son ışıklarını verirken izliyorum. Solda, arkada matın bir kısmı görünüyor.  Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşi batırdıktan sonra, bir süre daha pedalladık ve hava henüz kararmadan, siyah beyaz ipliğin artık ayırt edilmediği anda Gölyazı yol ayrımına geldik. Yol kıyısında üç tabela bir direğe takılmış. Üstteki tabelada Gölyazı Mahallesi, ortadakinde Gölyazı Kültür Evi, alttakinde ise Göl Yazıevi yazılıp ok işareti ile sağa gidileceğini belirtmiş. Uluabat gölünün bir kısmı görünüyor, kıyısında ışıkları yanmaya başlamış köyler, tarla yeni sürülmüş hemen önümde. Bir iki ağaç ve düz bir arazi göle kadar gidiyor. Göl henüz uzakta.

Az ilerde yol ayrımı başlıyor ana yoldan. Burada da turistlik kahverengi tabelada Gölyazı (Apollonia) 5, alttaki tabelada da Ağlayan Çınar ve resmi yön tabelası olarak konulmuş. Kartal tüyü ile beraber henüz hava kararmadan Gölyazı’ya giden yolu çekiyorum. 5 Kilometre yolumuz kalmış. Karşıdan sürekli esen Poyraz rüzgarına karşı bisiklet sürmek pek kolay değil. Bizi bitirdi adeta ama sonunda ana yolun yoğun tır trafiğinden kurtulmanın sevinci ile köy yoluna girmek enerjimizi topluyoruz. Artık yol sağa döndüğünden rüzgarı arkamıza alacağız. Kısa kalan kilometreler biter rahatlıkla.

Antalya grubu da aynı yerde resim çekiliyor. Mehmetali, Nafiz, Ceyhun ve Vedat. Bisikletleri ile poz vermişler kameraya.

Artık hava karardı ama gökyüzünde dolunay dan yeni çıkmış Ay bulutların arasından kendini gösterip yolumuzu aydınlatıyor. Az biraz yüksekte Uluabat gölünü ve yüzeyine yansıyan Ay ışığını görünce durup gecenin az aydınlığında gidonumdaki farın aydınlattığı ağaçlarla beraber muhteşem manzarayı çekiyorum. Solda Göylazı ışıkları yanmış gecenin karanlığında.

Saat 21:00 gibi Gölyazı’ya vardık. Hava iyice karardı. Bizi davet eden Festival başkanı Ercan Hafız’ı telefon ile arayıp nereye kamp kuracağımızı öğrendik. Kamp yeri Gölyazı girişinde antik kentinde kazı yapan ekibin kazıevi’nin olduğu yerde. Hemen kamp alanına girip çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından sıcak duş ile yorgunluğumuzu aldık. Bu gün zorlu bir yolculuk epey yordu bizi. Duş kendimize getirdi, misler gibiyiz. akşamın geç saatleri olsa da karnımız iyice acıktı. Hemen akşam yemeğini yapmaya koyuldu aşçı başımız Mehmetali. Kazıevi tesislerinden yararlanıyoruz. Gölyazı da oturan akrabalarım var, Hasan’ı telefon ile arayınca hemen gelerek aramıza katıldı. Arkadaşlarla tanıştırıp çay içerek hoş sohbete başladık. Hasan’a, arkadaşlara çaktırmadan, yarın bizlere ihaleden turna balığı almasını söyledim. Bize yetecek kadar alsa yeter. Gölde yetişen en lezzetli balık olan turna balığının tadı pek nefis. Daha önce geldiğimde bir çok kez yedim. Yarın kendimize dinlenme günü olarak belirledik. Hem dinleneceğiz hem de Gölyazı’yı gezeceğiz. Gecenin geç saatlerine kadar sohbet ederek zaman geçirdik. Artık yorgun bedenlerimizi dinlendirme zamanı geldi. Uyku bunu belirtiyor.  Göl kıyısında uyumanın tadını yaşayacağım.

Bu gün rüzgara karşı yol aldık, yoğun trafik ile epey yol geldik

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 88 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 3. Gün

9 Mayıs 2017 Salı

Çaldere köyü – Kepsut – Recepköy – Susurluk

(Kör arkadaşlar için Betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya’ya aittir)

 

yüzümü senin için yıkarım

gömleğimi senin için geçiririm

ama sen bilmezsin bunu niçin

gömleğimi senin için geçiririm

yüzümü senin için yıkarım niçin ben

bilmem bunu âşk aşkür

ölüm o Ölüm

ateş ateştir a iki gözüm

neden bütün bunlar böyledir ve madem ki böyledir

neden böyle olmalıdır

işte kimse bilmez bunu

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Uzayıp giden tren rayları, ağaçlar ve evler.

Çalderenin şırıltıları ile güzel bir uyku çektikten sonra doğa kendisi uyandırıyor erkenden. Erkenden uyanmanın nedeni temiz havada, bol oksijen solumanın getirdiği dinlenme insana yetiyor. Güneş henüz doğmamış ama kuşlar erkenden kalkmış güzel şarkılarını çayın söğüt dallarında söylüyor. Adeta çayın sesine ayak uyduruyor kuşlar. Çadırımın kapısını açınca çayın olduğu yerdeki ağaçları görüyorum.

Tam güneşin doğduğu sırada kahve cezvem ocağın üstünde pişmeye başladı. Güneşin doğuşunu kahve içerek kutlamak gibisi yok. Köpüklü kahve cezvesi ile tepede doğan Güneşin doğuş anını çekiyorum bir poz. Cezvenin sapı Güneşin doğduğu yere doğru duruyor. İleride Vedat’ın tripod, altında yağ şişesi ve portatif yemek masası. Masanın üzerinde su şişesi ve tencere, tava konulmuş.

Ben cezve ile Güneşin doğduğu anı çekerken yere uzanmış durumda Vedat ta benim resmimi çekiyor. Mata yatarak resim çekerken, ocakta cezve köpüklü, dört fincan. Kahve kutusu, ocak kabı turuncu plastik. Yeşil fincan kutusu ayağımın dibinde. Arkada tuvalet binası, betonunun üzerinde naylon poşetler, çaydanlık, kavurma sacı ve semaver.

Bulunduğumuz yerde parlak kırmızı renkleri ve artı biçiminde siyah parlak renkli taç yapraklarını açmış gelincik muhteşem görünüyor. Bu tip gelincik çiçekleri her yerde olmuyor, buralara özgü bir yapıya sahip. Vedat yakından tek olarak çekmiş gelincik çiçeğini.

Yamaçta bunun gibi birçok gelincik çiçeği daha var. Ben de çiçeklerin resmini çekiyorum. Gelincik çiçeklerinin arasında bir kaç tane sarı çiçek daha var. Siyah – kırmızı ve sarı çiçekler yeşil otların arasında uyumlu , doğal bir desen oluşturmuş. Seyretmeye doyum olmuyor bu güzelliği.

Çeşmenin yanında kurulu çadırlar arazide, bisikletler de çadırların yanında. Çayı kaplayan söğüt ağaçlarının yakınındayız. Güneş te doğuyor tepenin üzerinde. Resmi Vedat çekiyor. Sağ üst tarafta bor madeninin olduğu yer belli oluyor beyaz toprakları ile.

Ocağımızda ateş var ve bu ateşte sabah kahvaltısı için sucuklu yumurta ve köyde verilen peyniri de içine katarak güzelce pişiriyor Mehmet Ali. Sonra portatif masada tavanın etrafında toplanıp çalakaşık yemeye başladık. Zeytinimiz de bol, ekmek ve pişiler gani gani. Bolca da taze soğan. Semaverde odun ateşinde pişen çayın tadı da bir başka oluyor. Vedat tripod ile otomatik çekiyor kahvaltı masasının etrafında ayakta kahvaltı yapan altı kişi.

Kahvaltının ardında bulaşıkları yıkayıp toparlanıyoruz. Yükleri bisikletlere yükleyip yola çıktık. Köy yollarında fazla araç olmaması işimize geliyor. Ne güzel sakin sakin gidiyoruz. Ormanın içinden geçen yolda arkadaşlar durmuş. Ben de resmini çekiyorum.

Çaldere’nin aktığı yöne gitsek te yol nedense tırmanışla tepeye doğru gidiyor. Yani yol düz gideceğine belli bir eğimle yukarıya doğru yapılmış. Hal böyle olunca kaçınılmaz olarak yokuşu ağır tempoda çıkmaya başladık. Önümde giden arkadaşlarımın resmini çekiyorum. Sol tarafta yamaç, ilerde yolun gittiği tepeler. Sağ tarafta ise derenin vadisi.

Yokuş sürdükçe yola yeni çıkmış olarak yoruluyoruz az biraz. Bunu yol kenarında biraz dinlenerek nefesleri ayarlıyoruz. İleride biri düz, biri tepeye doğru giden iki yol var. Bakalım hangi yoldan gideceğiz.

Neyse ki tepeye giden yol toprak. Düz giden yola saptık ve yokuş ta bitti böylece. Ama Bursa’ya kadar düz gideceğiz demek değil. Yine başka yokuşlar önümüze çıkacak. Yolun sağında geniş bir çayır görüyorum. Çayırın bitiminde çaldere çayı. Bir de yolun kıyısında işlemeli güzel bir çeşme yapılmış. Çeşme tamamen taş bir bloktan işlenmiş. Çayırın solunda iki sarı bina duruyor. Biri çatılı, diğerinde çatı yok. Çeşmenin devamında ağaç fidanları dikilmiş sıralı. Fidanlara zarar gelmesin diye tahtalar ile koruma altına alınmış.

Çaldere çayı ile beraber hafif bir eğimle iniyoruz yukarıdan aşağı. Bazen çayın yatağına iyice yaklaşıyoruz. Çayın yakınından geçerken gözüme ölmüş bir ağacın gövdesi görünüyor. Her şeyin bir ömrü var, insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve doğadaki her şey bir döngünün içinde. İşte bu döngüsünü tamamlamış söğüt ağacı ömrünü tamamlayıp değişime başlamış. Kökleri toprakla bağı çözülünce kuruyup çürümeye başlamış. Ağacı çayın yatağından traktörle çekerek ekili olmayan tarlanın kenarına çekilmiş. Kalın gövdeli ağaç üç dallı. İkisi yerde, biri yukarı doğru. Belki de köylünün biri kışlık odun için çaydan çıkarıp kesecek. İşte dönüşümde olacaklar; Bir kısmı çürüyüp toprağa karışıyor. Kesilirse odun olarak sobada yanarak küle dönüşecek. Yanarken çıkardığı karbondioksit ve diğer gazlar da fotosentez yapan diğer bitkiler özümseyip karbonu depolayacaklar gövdelerinde.

Solda yolda giden bisikletçi arkadaşlar. 30 km hız ile gidileceğini gösterir trafik levhası, üstünde ünlem işareti dikkati çeken levha. Gidonumdaki tüylerin bir kısmı ve çayın söğüt ağaçlarının yanındaki tarlada ölü ağaç gövdesi.

Mayıs ayının en güzel çiçeklerinden birisi olan sarı çiçek açmış uzun iğne yapraklı çalı. Baharın ilk günlerinde değil de havalar iyice ısındıktan sonra açar. Sarı çiçekler açan bu çalıya halk dilinde “Katır Tırnağı” deniyor. Akdeniz bitki örtüsünde ait olan katır tırnağı çiçekleri koparılıp vazolara konulsa da bence yerinde daha güzel görünüyor.

Yol kıyısında uzun iğne yapraklarının uçlarında sarı çiçekler açmış. Yeşil yapraklı bitkide sarı çiçekler daha baskın görünüyor. Sağda gidonumdaki tüyler le birlikte katır tırnağı çiçekleri.

Nusret köyüne geldik. Bu köyden tren demiryolu geçiyor. Raylar ve eski köy evlerinin resmini çekiyorum.

Bu raylardan bir kaç kez geçtim, Ankara’ya, Eskişehir’e, Kütahya’ya. Her trene binişimde uzakları yakın eden bir hal alıyor bende. Tren ile yolculuk yapmanın zevki başka oluyor. Tren raylarını görünce aklıma Nazım Hikmet’in şiiri gelir hep. 12 Eylülden önce, Ortaokul ve Lise yıllarımda Edip Akbayram’dan dinlediğimiz bu türkü ağzımızdan düşmezdi.

Gidenlerin Türküsü

Camların arkasında gece ve kar
Beyaz karanlıkta parlayan raylar
Umutsuz çaresiz sallanan eller
Kavuşulmamayı anlatıyorlar

Üçüncü mevkii bekleme salonu
Çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor
Gece ve kar yine pencerelerde
Acı türküsünü mırıldanıyor

Bir türkü söylüyorlardı içerde
Bu giden kardeşimin türküsüydü
Arkadaşlar bakmayın gözlerime
Bu milyonların gerçek öyküsüydü

Nazım Hikmet Ran

Rayların hizasında raylar ve iki yanda köy evleri. Raylarla birlikte demir direkler dikilmiş. Elektrikli trenler için ama henüz teller çekilmemiş. Raylar traverslerin üzerinde hafif sola doğru dönüyor. Traversler iri çakıl taşlarından oluşan zemin üzerine döşenmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Köyün kahvesinde mola veriyoruz. Eldeki pişileri çayla birlikte yiyoruz. Ne bereketli ve çok pişi varmış, bitmek bilmiyor bir türlü. Yedikçe sanki çoğalıyor. Kahvenin üstünde köyün muhtarlık binası var.

Biz pişileri yerken yanımıza köyün delisi geliyor. Köyün delisi de yaşlı bir kadın. Bizi görünce sohbete başlıyor, yolcu olduğumuzu görünce yolcuyu gözeten melek gibi etrafımızda fır dönüyor. Çevredeki çöpleri süpürüp temizliyor. Sürekli konuşup bir şeyler anlatıyor. Kahvedeki köylüler deli kadına bizleri rahatsız etmemesi için uyarmalarına rağmen hiç te rahatsız edici bir yanı yok. Aksine sohbetimiz gayet iyi. Deli kadına bir çay ısmarlıyoruz, kahveci çayı verip içerken çaktırmadan resmini çekiyorum. Cem’i önde, kadını da Cem’in arkasında sandalyede otururken çekiyorum bir poz. Kadın sürekli hareket halinde, devamlı sağa sola başını döndürerek her yanı görmeye çalışıyor. Çayını çabucak içip söylenerek bir o yana, bir bu yana fır dönmeye başladı. Deli kadını çok sevdim, bana daha çok yolcuları kollayan bir melek gibi geldi. Görünüşü sevimli ihtiyar, yüzünün kırışıklıkları ve üzerine giydiği uzun kollu siyah çiçekli elbisesi, aynı desende baş örtüsü başına bağlamış ve üzerinde yeşil renkli örgü yeleği. Masamızın üzerinde bir boş çay bardağı ve bir dolu çay bardağı var.

Molamız bitti ve köyden ayrılıyoruz. Köyün çıkışında kerpiç bir ev terkedilmiş olarak bahçenin bitkileri sarmalamış durumda çekiyorum.

Yola çıkan arkadaşları arkalarından resimlerini çekiyorum. Solda yeni sürülmüş tarlada toprak rengi ortaya çıkmış. Tarladan sonra ağaçlar devam ediyor.

Mola verdiğimiz Nusret köyü arkamızda kaldı. Köyü uzaktan komple çekiyorum. Önümde ekin tarlası yemyeşil, tarlanın sınırında ağaçlar.

Tarlanın birisi ekilmek için sürülmüş ama paralel sürülmüş çizgileri bazı yerlerde eğri büğrü sürülerek ilginç bir desen oluşturmuş. Tarlayı tüylerimle birlikte çekiyorum. Martı tüyü iki tane, kartal tüyünün yarısı boyutlarında.

Yol kıyısında erik ağaçları görünce yeşil eriklerden biraz koparıp yolda yemek için ceplerimize koyuyoruz.

Yol kavşaklarında konulmuş birbirine yakın köylere olan mesafeleri tabelalara yazılmış. En üstte en yakın köyden başlayarak en uzak olan Bigadiç kasabasına kadar yazılı. Nusret 9 Km, Osmaniye 10 Km, Dedekaşı 11 Km, Mahmuiye 12 Km, Ovacık 14 Km, Dombaydere 16 Km, İskele 28 Km, Bigadiç 38 Km olarak belirtilmiş. Hepsi de aynı yönde, geldiğimiz yoldaki yerler.

Aynı kavşakta, karşıda ise yakında olan Kepsut 1 Km sağda. Solu gösteren tabelada ise Balıkesir 24 Km. Kepsut’un dış mahallesindeki köy evleri ve damlar görünüyor.

Kepsut yakında olmasına karşın buraya girmeyeceğiz. Karşıda pek yüksek binaları olmayan Kepsut ilçesi görünüyor

Kepsut yakınlarında Çaldere çayı Simav çayı ile birleşiyor. Simav çayının karşısına geçiyoruz köprüden ve bir kavşak daha karşımıza çıkıyor. Eyvah yine kaybolduk. Avucumun içi Vedat kavşakta durmuş, bir tabelalara, bir elindeki notlara, bir de haritasına bakıyor. Ne yöne gideceğimizi bulmaya çalışıyor. Durduğumuz yer Köprübaşı Orman Emvalleri Deposu önü. Burada ormanlardan elde edilen mallar, ürünler, Arapçası olarak emvaller adı altında toplanan yer. Deponun önünde demir parmaklıklı sürgülü kapısı açık durumda.

Nasıl karıştırmasın, iki kavşakta bir sürü tabela görünce aklı karıştı ve kaybolma endişesi içinde yolu bulmaya çalışıyor. Ne de olsa buraları avucununiçi gibi bilse de kaybolmamak elde değil. Vedat’ın dediğine göre karısının sülalesi bu yöreden imiş.

Üç tabelada yazan ; Recepköy Mah. 4 Km, Karacaören Mah. 8 Km, Armutlu Mah. 10 Km – Servet Mah. 5 Km, Tekke Mah. 6 Km, Eşeler Mah. 9 Km – Bektaşlar Mah. 11 Km, Susurluk 34 Km olarak belirtilmiş. Her ne kadar köylerin ismi Mahalle olarak adı geçse de tabelada köyleri bir türlü silemiyorlar. Örneği de aşağıdaki tabelada var Recepköy Mahallesi yazan tabelada var. Yazıldığı gibi Recepköy.

Vedat sonunda gideceğimiz yolu buldu; Recepköy tarafına doğru gideceğiz.

Bir kilometre sonra yol yine ikiye ayrılsa da artık doğru yolu bulduğumuzdan Recepköy tarafına, sağ taraftaki yola doğru gideceğiz.

Ekin tarlasında buğdaylar başak vermiş, önümde de gelincik çiçeklerinin muhteşem kırmızı rengi.

Recepköy ismini yakınındaki dereye vermiş. köprüde öyle yazılmış. Köprünün korkuluk demirleri sarı boyalı, önünde kırmızı, beyaz enine yan şeritli reflektörlü uyarı dik tabela konulmuş.

Recepköy karşımda duruyor. Resmini çekiyorum bu şirin köyü. Tek katlı, kırmızı kiremitli çatıları ve camisi ile çok şirin görünüyor. Köy yoldan içeride kaldığı için girmiyoruz. Tepelerin üzerinde rüzgar türbinleri konulmuş dönüp duruyorlar.

Recep köy yamacın başlangıcında kurulmuş. köyden sonra sert bir yokuş bizi bekliyordu. Tepelerde görünen rüzgar türbinlerine kadar çıkacağız. Ağır tempoda çıkmağa başladık. Ağır tempoda çıkarken bisikletimden vırç vırç sesini duymaya başladım. Henüz inmeden bisikleti ve lastiklere bakıyorum. Ama sesin nereden geldiğini göremedim. Bisikletten inip lastiklere bakarken arka tekerleğin lastiğinde iki balon gördüm. Tekerlek her tur dönüşünde arka alt maşa demirine balon olmuş yanak lastiği değip vırç sesini çıkardığını fark ettim. Durup bisikleti ayakları üzerine park edip yakından bakıyorum. Lastiğin sağ yanağında iki balon şişik durumda görünce eyvah dedim ne olacak şimdi. Neyse ki arkadaşlar fazla uzakta değiller, onlara haber verdim durumu.

Lastik yanaklarında iki balon görünmekte.

Artık dış lastik fazla zarar görmesin diye yürümeye başladım. Yol kıyısında uygun bir yere kadar yürüdüm. Düzlüğe gelince bagajdaki çantaları indirip arka tekerleği söküyorum. Elimde tekerlek ve yerde çantalar dağılmış durumda.

Mehmet Ali yanıma gelerek lastiği söküyoruz janttan. Dış lastiğin balon yapan yerleri kontrol ediyoruz ama öyle yarılma gibi bir durum yok. İğne deliği kadar bir delik var sanki ama görünmüyor.

İç lastiği kontrol ediyorum, küçük delikler var. Onları yama ile kapatıp lastiği takıp şişiriyoruz, yine baloncuklar çıkmaya başlayınca lastiğin havasını indiriyoruz baloncuklar sönesiye kadar.

Dün Vedat’ın lastiğini yaparken kestiğimiz iç lastik şeritleri bu kez benim lastiğimiz dışına sarıyoruz sıkıca. Bir baloncuğu Mehmet Ali, bir baloncuğu da ben lastik ile sarıyorum güzelce. Sonra lastiği normal şişirip duruma baktık. Baloncuklar oluşmadı, bu iyi, idare eder. Fren pabuçlarını açıp iptal ediyorum arka freni.

Tekerleği yerine takıp çantaları bagaja yükleyip yola çıkıyoruz. Daha ileride bekleyen arkadaşlarla buluştuğumuz yerde ağaçların altında kahve ve çay pişirip yorgunluğumu alıyorum. Lastik tamir işi epey yordu ama sonunda hallettik. Hem iç lastik hem de yedek lastikler de patlak olduğundan yama yapmıştık. Bu kadar işten sonra yorgunluk kahvesi içmek farz oldu. Kahveleri içesiye kadar çaydanlıkta da çay demleyip bir de üstüne çay içmek ilaç gibi geldi. Enerjimizi topladık diyerek yola çıkıyoruz. Tepeye yaklaştık sayılır. Rüzgar türbinleri fazla uzakta değil.

Az sonra tepeye varacağız, yol kıvrılarak yukarı, yakındaki türbinlere doğru gidiyor.

Sonunda zirvedeyiz, rüzgar türbinlerinin hizasına geldik. Tepelerin sırtında türbinler sıralanmış dönüp duruyor. Zirvede olduğumuzdan küçük kaya parçaları fışkırmış sanki topraktan.

Yolun aşağısında rüzgar türbinlerinde üretilen elektrik enerjisinin toplandığı şalt sahası. Burada toplanan elektrik trafo ile voltajı yükseltilip enterkonnekte enerji sistemine bağlanıyor. Trafodan çıkan enerji telleri direklerle taşınıyor.

Yolda giderken bir yılan gördük yerde kıvranırken. Yılan görünüşü sağlam olmasına karşın pek hareket edemiyordu. Sanırım üzerinden araba geçmiş, o yüzden sersem durumda. Yılanı alıp kenara götürüyoruz. Artık doğa gereğini yapar.

Zirveye çıkmak bizi zorlasa da ulaşmanın zevkini inerken yaşıyoruz. Uzun bir iniş bizi bekliyor. Kendimizi salıyoruz yokuş aşağıya pedal çevirmeden. Gerçi benim sadece ön frenlerim devrede. O yüzden kontrollü iniyorum fazla hız kazanmadan. Ön frenle yaklaşık 12 kilometre civarı iniş yaptık. Bisikletimdeki tüylerin ardında yokuş aşağısı görünüyor. Yolun iki tarafında ağaçlar var.

İnişte küçük bir köyden geçerken Vedat benim resmimi çekiyor. Köy evleri ve kısa minareli cami ile birlikte güzel bir an yakalamış Vedat.

Düzlüğe inince ana yola çıkmış olduk. Yoğun araç trafiği eşliğinde bir süre gittik. Susurluk girişinde benzinlikte mola verdik bir süre. Benzinlikte çalışanlara buralarda nerede kamp atılabilir diye sorunca benzinci yaklaşık 3 kilometre içeride Çaylak mesire alanını tarif etti. “Burada kalabilirsiniz, çeşme ve tuvalet var.” Günlük alışverişi yapıyoruz akşam yemeği için. Ardından hiç oyalanmadan tarif edilen yere doğru gitmeye başladık. Tabelalar da koymuşlar direklere Çaylak diye. Ağaçların arasından hafif bir çıkışla gidiyoruz.

Sonunda hedefe vardık, Çaylak piknik ve mesire alanındayız. Burada kütüklerden kesilen kalın kalaslardan piknik masaları yapılmış. Masalar ve oturma yerleri sabit. Piknik alanı çınar ağaçları ile kaplı, sık dikilmiş, her taraf gölgede kalmış durumda. Piknik masaları ve çınar ağaçlarının uzun gövdeleri birbirine çok yakın.

Çay kenarında olan Çaylak piknik alanı kamp yeri olarak uygun bir yer. Çay çınar ağaçlarının altında sakince akıyor. Çayın akan suyu bana pek temiz gelmediğinden duş almaktan vaz geçtim.

Hava kararmasına daha epey zaman var. Çadırları kurup yerleşiyoruz. Ardından zaman geçirmeden yemek işine giriştik. Salata işi Cem de, Çorbayı Nafiz yapmaya başladı. Ana yemek işi Mehmet Ali de. Geri kalan onlara yardımcı oluyor. Ben sadece kahve pişirme işi ile uğraşıyorum. Bir piknik masası etrafına toplanıp yiyecek torbaları, tencere, kaplar harıl harıl çalışıyor arkadaşlar. Çadırlar da çınar ağaçlarının gölgesinde kurulu. Yemeği çevreden topladığımız odunlarla pişiriyoruz mangal yapılan bölümde.

Yemek pişirme işi bitince soğutmadan ilk önce sıcak çorbaları içiyoruz, ardından yemeği bir çırpıda bitirdikten sonra bulaşıkları Vedat yıkıyor. Bizler de durulamada ona yardım etik. Yemeğin üstüne kahve iyi gider diyerek kahve pişiriyorum. Sonrası semaverde bolca çay. Şakalaşmalar, muhabbet, bu gün yaşadıklarımız, benim lastiğin halleri ve yarın yapacaklarımızı konuşuyoruz. Benim teklifim yarın oyalanmadan bisikletçi bulup lastiği değiştirdikten sonra ana yoldan Gölyazı’ya gitmek. Mysia festivalinden bir gün önce oraya varıp kamp attıktan sonra boş zaman geçirmek. Gölyazı’yı gezip balık yemek. Bu fikir arkadaşlara iyi geldi. Yarın ola hayrola diyerek gecenin bir zamanında çadırlara girip yattık.

Bir çok kere, hem otobüs ile, hem de kendi arabam ile Susurluk’tan geçtim. Her seferinde molayı otobüs tesislerinde kalitesiz çay ve yemek yiyerek geçirdik. Bu yiyip içtiklerimiz de kazık marka ve fiyatlarla soyulduk her zaman. Susurluk’ta böyle bir yerin olacağı hiç aklıma gelmezdi. Belki de daha bir çok yer vardır, bilmiyoruz. Bizleri alışveriş merkezleri, otobüs firmalarının mola yerlerine yönlendirmeleri sonucunda böyle güzel yerleri kaçırmışız şimdiye kadar. Bisikletin yararları burada ortaya çıkıyor. Her yeri görüp keşfedebiliyoruz. İyi ki bisiklet var, özgürlüğü doyasıya tadıyorum.

Bu gün yaklaşık 55 Kilometre civarı yol yaptık.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc