Etiket arşivi: dolunay

Kayseri Festa 2200 3. Gün

27 Temmuz 2018 Cuma

Tekir yaylası – Develi – Sultan sazlığı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Güz güneşi benzeşiyor bahar güneşiyle
Biri kışa girerken biri kıştan çıkarken
Biri yeni bir aşk öncesinse bir kederden

Ataol Behramoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, Develi Atatürk meydanında Atatürk heykeli önünde toplanan bisikletçiler resim çekilmeden önce.

DSCN4658

Sabahın ilk ışıkları ile uyanıyorum. Bu gece rahatça yattım, yani üşümedim. Çadırımdan çıktığımda gördüğüm ilk manzara; çadırların arka kısmında küçük bir dere yatağında buharlaşmış halde görmem oldu. Buharlar dere yatağını terk etmiyor, sanki sudan kopup gitmek istemiyormuş gibi dere yatağının üstünde asılı kalmış buhar kütlesi. Bir daha su ile buhar bir araya gelmesi olanaksız. Buhar havaya karışınca rüzgar sayesinde Dünyanın ne tarafına düşeceği belli değil. Belki de Tekir yaylasına yağmayacak. Buharın ismi de hazır, “Hüzünlü buhar”. Dere içinde sararmış uzun otlar.

DSCN4631

Belki de Erciyes dağı buharı çağırıyor ama buhar Erciyes’in azametinden korkuyordur. Diğer buharların arasında kaybolmak istemiyordur. Erciyes dağına Güneşin ilk ışıkları vururken küçük bir bulut zirveyi ele geçirmek üzere.

DSCN4632

Erciyes dağının güney tarafında kalan yerler tamamen çıplak, bulutsuz ve yalçın kayaların sivri uçları görünüyor. Zirveden aşağılarda kayak merkezi binası ve kayak pisti görülüyor.

DSCN4633

Umumi tuvalet yukarda bir yerlerde. Tuvalete giderken akşamdan kalan ateşle sabah serinliğinde üşüyenler toplanıp ısınıyor. Varilin etrafında 7 üşüyenler var.

DSCN4634

Fotoğraf makinesiyle sürekli Erciyes dağını çekmeye çalışıyorum. Teleferik sonundaki dev makara ve varış istasyonunu çekiyorum yakınlaştırıp.

DSCN4639

Teleferik direklerini ve tellerini yakınlaştırıp çekiyorum, solunda da kayak pisti görünüyor.

DSCN4647

Güneş Erciyes dağına ışıklarını vursa da kamp alanına henüz güneş doğmuş değil. Ama Koç dağının tepelerinden ışıltılar giderek artıyor. Bulutlar ile beraber gelmek üzere Güneş.

DSCN4640

Koç dağının zirvesindeki kayalıkları çekiyorum.

DSCN4641

Dağın zirvelerine yakın bir yerlerde birkaç kaya kütlesi birbirinin üstüne binmiş sanki bir tapınak görünümünde.

DSCN4642

Sonunda Güneş Koç dağının tepesinden ilk ışıklarını bize saçmaya başladı.

DSCN4644

Ve Güneş tüm parlaklığı ile kendini gösteriyor. Işık hüzmeleri kamp alanına, çadırlara, bizlere ve yayladaki tüm canlılara hayat vermeye başladı.

20180727_064318_HDR

Güneşin hayat verdiği canlılardan birisi yer sincabı. Çoktan doğada yiyecek arayışına başlamış bile. Gecenin soğuğunda taç yapraklarını kapatan papatyalar Güneşin doğması ile beraber ısınıp açmaya hazır.

DSCN4649

Sabah kahvaltısını yaptık,  hazırlıklarımızı yapıp yola çıktık, bakalım nereye gideceğiz. Hakan bana pilotlardan birisinin gelmediğini, benim pilotluk yapmamı istedi. Ben de olur dedim. Eşpedal dan Pınar Göçen ile birlikte tandem süreceğiz. Resimde Ben, eşpedalım Pınar, yanımızda Hakan sevin ve eşpedalı Nevin Garip yan yana tandemleri sürüyoruz.

37830470_1714580585307165_6221630234177830912_o

Bu gün Kayseri’ye değil de ters tarafa, yokuş yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Zirveden sonra Erciyes dağının güney tarafındaki Develi kasabasına doğru inişe geçtik. İnişte dikkatlice gidiyorum, çünkü tandem bisikletin huyunu suyunu bilmiyorum. KUZ bu gün dinleniyor kamp alanında. Develi kasabasını biraz yükseklerden çekiyorum bir poz. Önümde yeşillik, ağaçlı bir alan var. Kavak ağaçları çoğunlukta.

20180727_102927_HDR

Develi halkı milliyetçi yörüklerden olduğundan belediye kasabanın meydanında şimdiye kadar kurulmuş Türk devletleri için birer anıt kaya yerleştirmiş.

DSCN4653

Her kayaya bir devletin ismi yazan plaka çakılmış.

DSCN4654

Bu kayaya Hazar devleti yazılı plaka çakılmış. Her devletin kendi bayrağı da üstünde kondurulmuş.

DSCN4655

Meydanda Atatürk heykeli, 6 tane direk ve Türk bayrakları çekili durumda. Burada tüm bisikletçiler toplanıyor. Anı resmi çekileceğiz. Ben de hazır toplanmışlarken bir poz çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak çekiyorum.

DSCN4657

Resim çekilenlerin arasına karışıyorum. Bizleri çekenleri çekiyorum, bir tane kamera var, video çekiyor. Arka tarafta pencerelerin kenarı değişik renklerde boyanmış iki katlı bir bina var. Duvarları beyaz badanalı ve mavi boyalı harflerle “mutluluk durağı Develi” yazılmış.

DSCN4660

Develi belediye başkanı bizleri selamladı ve katkılarımızdan dolayı teşekkür etti. Ardından yola çıktık, biraz yüksek bir tepede bulunan parka geldik. Burada çay içip dinleniyoruz biraz. Bu parkta Kayseri yöresine özgü kümbet türbeler var. Bu parktaki kümbet mezar 8 kenarlı, çatısı da dahil kesme taş yontulup yapılmış. Kayseri de taş işçiliği çok gelişmiş durumda. Taşların düzgünlüğünden anlaşılıyor.

DSCN4661

Verilen ikramlardan bir kaç şey kapmış olan Hakan ellerini açmış, daha yok mu dercesine hareket yapıyor. Bunlar dişinin kovuğuna sığmaz ki! Yine aç kaldım hallerini oynuyor.

DSCN4663

Parkta bisiklete binen bir çocuğa bana poz ver dedim, o da bisikletin ön tekerleğini kaldırarak poz veriyor. Yani çocuk ayakları yerde, bisiklet üzerinde olmadan ön tekerleğini kaldırmış. Arkasında Develi kümbet türbesi.

DSCN4664

İki görmeyen, Nevin ve Pınar hem konuşuyorlar hem de bir şeyler atıştırıyorlar. Hem çeneleri, hem ağızları boş durmuyor.

DSCN4668

Dinlenme bitiminde tekrar yola çıktık. Bu kez hedefimiz Soysallı köyü yakınındaki mesire yeri. Develi yükseklerde olduğu için sürekli inerek kısa sürede mesire yerine geldik. Burada Erciyes dağının güney tarafında su çıkıyor kaynaktan. Bu su ve diğer su kaynakları Sultan sazlığını oluşturuyor. Gölette ördekler yüzüyor, biri siyah biri beyaz renkte.

DSCN4670

Mesire yeri olunca insanlar da buraya gelip ağaçların gölgesinde serinliyor, piknik yapıyor. Piknik yaparlarken de arkalarında çöplerini toplamadan olduğu gibi bırakmakla sakınca görmüyorlar, çöplerin bazıları yiyecek. Allahtan çöpleri yiyen canlılar var, yoksa dünya çöplükten geçilmezdi. Bu çöplerin arasında çiğdem çekirdekleri olunca serçe kuşları gelip onları alarak temizliyor bir şekilde. Bir serçe kuşu tam çiğdemi ağzına almışken çekiyorum uzaktan.

DSCN4675

Bir kayanın ortasına delik açmışlar, buradan su şarıl şarıl akıyor.

DSCN4677

Yuvarlak kocaman bir kayanın göbeğinde soba borusu kadar genişlikte bir delik açılmış. Su buradan az aşağı akıyor sürekli olarak.

DSCN4678

Su kaynağından gelen miktar deliğin yarısını doldurmuş akıyor.

DSCN4679

Sürekli akan su bir gölet oluşturmuş. Diğer kıyıda bir kaç ağaç var.

DSCN4681

Su kaynağından sonra bir kaç kademe yapılmış. Üst kademeden akan suyun kıvrılması görülmeye değer. Sürekli izlemek istiyor insan. Akan suyun kıvrılmış şeklini yakından çekiyorum.

DSCN4685

Çoraplarını çıkaran suya ayaklarını sokuyor. Su o kadar soğuk ki fazla duramadan hemen çıkıyor insanlar. Soğuk su yorgun ayaklara masaj etkisi yapıyor. Arkadaşlar da karşı kıyıda dinleniyor su birikintisine ayaklarını sokarak. Bunlardan birisi Ramazan Küçükberber. Bana çok benzediğinden birbirimize birader olarak sesleniyoruz.

DSCN4688

Nereye gideceğimizi bilmediğimden yanıma su donumu ve havlumu almadım. Yoksa bu soğuk suda bir duş almak gerekirdi ya neyse sadece ayaklarımı sokuyorum buz gibi suya. Bu da yeter şimdilik.

DSCN4689

Meliha Tekin de tam karşımda, resmini çekerken beni fark ediyor ve gözünde güneş gözlüğü ile gülerek poz veriyor.

DSCN4690

Birisi ayaklarını suya sokup üşüdükten sonra çorabını giyerken çekiyorum. Bir çorabı ayağında diğerini tam giyerken. Bu kişinin ayakları Hüseyin Garip’e ait.

DSCN4692

Eşpedal üyeleri bir arada Garip çifti, Pınar ve Hakan otururlarken çekiyorum suyun içinden. Ayaklarım buz kesti suyun içinde.

DSCN4693

Bir çok kişi içinde olsa da devamlı taze su kaynağından çıkıp havuzu tazeliyor sürekli olarak. Böylece su tertemiz görünüyor. Su yüzeyi hafif çalkantılı olsa da dibindeki çakıl taşları suyun berraklığından dolayı daha canlı görünüyor.

DSCN4694

İşte suyun kaynağı, kayaların arasında suyun çıktığı belli oluyor. Kayaya bir zincir çakılmış, ucunda da bir tas var. Bu tas ile su içiyor insanlar. Müslüman bir toplumda ayıp sayılabilecek bir durumla karşı karşıyayız. Tası koyan sadece suyun kaynağından insanlar su içsinler diye konulmuş. Ama kendini Müslüman zanneden bir toplum hırsızlıktan utanmıyorsa bu zincire bağlı tası normal karşılamak gerek.

 

DSCN4698

Küçük kayıklar, küçük çocuklar binmiş pedal çevirerek gölette geziniyorlar.

DSCN4699

Üç kişi, suyun soğukluğundan ayaklarını havaya kaldırmış olarak oturuyor karşıda.

20180727_153238_HDR

Ayaklarını sürekli değiştiren birisi sırası ile bir ayağını suda, bir ayağını dışarıda tutuyor. İki ayağını bir arada fazla tutamıyorsun, o derecede yani.

20180727_153309_HDR

Belediye görevlileri araç ile bizleri takip ediyor sürekli olarak. Onlardan ikisi çay içerken çekiyorum bir poz.

DSCN4702

Mesire yerinden ayrılıp Sultan sazlığındaki bir tesise giderek öğle yemeğini yedik. Buradan tekrar geri dönerek bizleri bekleyen belediye otobüslerinin olduğu yere geldik. Mesire yerinden sonra resim çekmedim. Bisikletleri otobüslere bindirip kendimiz de oturarak Tekir yaylasına geldik. Akşam yemeğine kadar serbest oturduk, yemekten sonra kameramı hazırladım ve saat 20:15 gibi resim çekeceğim yeri belirledim. Aslında küçük bir tripod getirmiştim ama tripodun plastik halkası kırılınca iş göremez oldu. O yüzden park etmiş olan belediye kamyonetinin kasasına fotoğraf makinesini dayayıp ilk resmimi çektim. Koç dağının tepesinin ardından Ay doğacağını ışıkları ile haber veriyor gecenin karanlığında.

DSCN4703

Karşı tarafta Erciyes dağı karanlıkta bir siluet olarak kendini gösteriyor gizli saklı. Solda Mars gezegeni küçük beyaz bir nokta gibi duruyor gecenin karanlığında.

DSCN4704

Bu gece Dolunay ve Dolunayda tam Ay tutulması olacak bir kaç saat sonra. Ay parlak ucunu gösterdi ve saat 20:44 te doğmaya başladı.

DSCN4708

Giderek daha çok göstermeye başladı ama parlaklıktan netleşmiyor görüntü.

DSCN4709

Netleşmesi için biraz daha ortaya çıkması gerek.

DSCN4710

Yarısında biraz az olarak Ay kendini gösterince netleşiyor yamaçta.

DSCN4712

Tam yarısında iyice yakınlaştırıp çekiyorum.

DSCN4714

Ay Koç dağından ayrılmak üzere, az kaldı tamamen doğmasına.

DSCN4719

Ve ay doğdu, tüm yüzünü gösteriyor gecenin karanlığında. Ay bu gece çok çekici.

DSCN4723

Ayı zom sonuna kadar getirip ile iyice yakınlaştırıp çeyrekten biraz fazla kısmını çekiyorum. Kamyonetin kasasına dayadığım makineyi titrettirmeden deklanşöre basıyorum ve Ayın alt kısmındaki kocaman krater görülecek şekilde çekiyorum. Böylece Ayın doğuşunun tüm evrelerini çektim poz poz.

DSCN4730

Şirin baba içinde odunların yandığı varilin başına oturmuş ısınıyor. Alevler varilin içinden fışkırıyor sanki.

DSCN4734

Ayı sürekli gözlemliyorum saat  21:21 gibi Ay tutulmaya başladı. Ayın sol tarafı hafif kararmaya başladığını görüyorum.

DSCN4740

Her beş dakikada bir Ayın görüntüsünü kaydediyorum kameranın hafızasına. Ay biraz daha karanlığa giriyor.

DSCN4741

Dörtte biri karardı.

DSCN4742

Ayın alt kısmında görünen büyük kratere kadar karardı. Üçte biri kadar.

DSCN4746

Biraz daha karanlık Ayın yüzeyini kaplıyor.

DSCN4750

Yarısından fazlası, üçte biri aydınlık olarak kaldı.

DSCN4755

Ayı ekran boyutunda tam görülecek kadar yakınlaştırıyorum. Biraz uzaklaşınca karanlık olarak gördüğüm yer yarı görünür oldu. Işıklı olan yer parlak ve net değil. Hafif karanlık olan yerler net görünüyor.

DSCN4757

Karanlık iyice Ayı kaplamaya başladı, çok az bir yer parıldıyor. Aydan yansıyan ışık azalınca karanlık yerler netleşmeye başladı.

DSCN4767

Son ışıklar aydan yansıyor.

DSCN4775

Ve Dünyanın gölgesi Ayın tamamını kapladı. Güneş Ay yüzeyine ulaşamıyor.

DSCN4798

Ay tamamen karanlığa gömüldü, silik olsa da tam tutulma anını yaşıyoruz. Dolunayın saçtığı ışık gece Dünyayı bir derece aydınlatıyor. Şimdi ise dünya kendi gölgesi sayesinde tamamen karanlığa gömüldü. Eski inanışlara göre Ay bir canavar tarafından esir alındığına inanılırmış. İnsanlar da yapabilecekleri şey gürültü çıkarıp canavarı kovmak ve Ayı kurtarmak. Teneke, davul çalmak, tencereye vurmak, Aya doğru tüfek atmak gibi gürültülerle canavar korkutulur ve bir süre sonra canavar korkup kaçar ve Ay eski parlaklığına kavuşur. Ay 22:40 ta tam tutulma oldu. Yaklaşık 1 saat 19 dakika sürdü tutulma. Bundan sonrasını çekmeye gerek görmedim.

DSCN4804

Ay tamamen karanlığa gömülüp ışık saçmadığı anda fotoğraf makinesi otomatik olarak görüntüyü netleştiremediğinden anca kırmızı, yuvarlak bir cisim olarak çekti.

DSCN4817

Şimdiye kadar Ay tutulmasını, hem de Dolunay zamanına denk gelmesini ilk defa çok yakından gördüm. 2200 metre rakımda Ay daha da yakın geldi bana deniz seviyesindekilere göre. Evre evre ay tutulmasını hem izledim hem de makinenin optik kamerası ile iyice yakınlaştırıp ekranda gördüm, ellerimi titrettirmeden deklanşöre yavaşça bastım. Gayet net biçimde, yüksek çözünürlükte çektim Ay tutulmasını. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Hem hava bulutsuz ve pırıl pırıldı. Teşekkürler Kayseri bisikletçileri, Develi bisikletçileri, Meliha Tekin, Aslı Azman, teşekkürler bu güzelliği bana yaşattıkları için.

Ay tutulma evrelerinin resimlerini çektim yakından ve tutulma bitti. Soğuk geceyi ateşin başında ısınarak ve çok gürültülü müzik eşliğinde kahve pişirip içiyoruz arkadaşlarla birlikte. İçinde odunların yandığı varilden alevler fışkırırken Urim Baba’nın kahvesi logolu fincan elin ucunda.

IMG-20180727-WA0004

Ateşin başında epey zaman geçirdik, odun bol, ateş sönmeden sürekli odun atıyoruz canavarın ağzına. O da doymak bilmiyor. Baktım canavar doymak bilmiyor ateşi beslemeyi bırakıp çadırıma giderek bu günü yaşadığım için Tanrıya şükür ettim. Ve tatlı düşlerle uykuya daldım.

Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Eskişehir Bisiklet Festivali 2. Gün

29 Haziran 2018 Cuma

Eskişehir Kültür Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle

Ataol Behramoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, akvaryum içinde kapalı geniş cam bölme. Bölmeye alttan giriliyor. Akvaryumda yüzen balıklar ve ben de cam bölme içinde. Beni Ferdimen çekiyor dış kısımdan.

20180629_155338_HDR

Sabah erkenden kalkıyorum, Güneşli güzel bir güne başlarken İzmir’den arkadaşlar minibüs ile gelmişler festivale. Minibüsün arkasında üç, üstünde iki bisiklet var. Arka yan camda hippilerin barış sembolü yapılmış.

DSCN3711

Çadır alanında henüz çadırlar  tam olarak dolmamış. Çoğu yer boş, benim çadırımın yanında Ferdimen ayakta duruyor. Çadır alanı şeritlerle bölünmüş parsel parsel.

DSCN3712

Çadırımın arkasında bisikletim KUZ duruyor park halinde. Arka bagajında sadece bir çantayı taktım, tamir takımları ve kahve takımları var içerisinde. Ferdimen karşımda sağ eli ile bisikletimi gösteriyor.

DSCN3713

Sabah kahvesini işgal ettiğimiz çardak altında yapıyoruz. Bu çardak artık Eşpedal derneğine ait. Ve Urim Baba’nın Kahvesi olarak tabelamı da astık. Eşpedal derneğinde aktif görev alan ve organize eden Hakan Sevin kahve içmesini seviyor. Gülü seven dikenine katlanır sözünden yola çıkarak eline kahve değirmenini veriyorum. O da seve seve kahve çekiyor. Sabah Güneşi çardağın altından Hakan Sevin’in yüzüne vuruyor.

DSCN3714

Mavi buff, mavi tişörtü ile Ferdimen bana eliyle iki kesme şeker uzatırken çekiyorum yakından bir poz.

DSCN3716

Çardakta otururken yanımıza İzmir’den sabah gelen arkadaşım Ahmet ve Duygu geldi. Onlara da kahve pişirip ikram ediyorum.

DSCN3717

Haliyle ilk kahveyi ben içiyorum. Kahve fincanımda Urim Baba’nın Kahvesi logo basılı, içi köpüklü kahve içmeye hazır. Ferdimen’in verdiği kesme şekerlerden birisi fincanın yanında. Geçmiş yıllarda İstanbul kahve kültüründe kahve sade pişerdi. Kahveci de fincanın yanına bir kesme şeker koyar müşterilerine böyle sunardı kahveyi. Bu sunuma “Yandan Çarklı” kahve  olarak adlandırıldı. Yandan çarklı denmesinin nedeni eskiden vapurların yanında çark yardımı ile hareket ediyorlarmış. Fincan vapur, yanındaki kesme şeker de çark olarak betimlenip söylenmeye başlanmış.

DSCN3718

Kahvaltıyı yaptık, sonrasında hep birlikte köy yollarından Eskişehir merkezine bisikletlerle geldik. Merkezde bulunan geniş ve uzun tuğladan yapılmış. Bacayı komple yan olarak çekiyorum gökteki bulutlara değercesine. Bacanın dibinde park etmiş bisikletler duruyor. Baca dipten başlayıp yukarıya doğru 2 metrede bir demir çember sarılmış.

DSCN3719

Burada kayıt yapılıyor, bisikletin önüne takacağımız tabelalar, forma ve bufflar veriliyor. Ben de tabelamı gidon çantasının önüne takıyorum plastik cırt ile. Tabelada el ile çizilmiş bisiklet evi resmi, Urim Babacan İzmir A +, Eskişehir VelESBİT Bisiklet evi festivali 29 / 30 Haziran – 1 Temmuz 2018 yazılmış.

DSCN3720

Eşpedal derneğinden Didem Turan, Hakan Sevin ile birlikte kayıt masasında kaydını yaptırırken.

DSCN3722

İsmail Odabaşı da bulunduğumuz yere geldi. Ferdimen ile birlikte tandem bisiklet sürecekler. Ferdimen pilot, İsmail copilotluk yapacak. İkisinin yanında Nil Koray Yılmaz var.

DSCN3723

Bir çok ünlü ve futbolcunun dökümden plakası yere konulmuş. İçlerinden sadece Beşiktaşlı olarak efsanevi futbolcu Hakkı Yeten plakasının resmini çekiyorum. Sol üst köşede BJK logosu, altında 1931 – 1948 futbol dönemi yazılmış. Yanında Hakkı Yeten 1910 – 1989. Altında iki defne dalı arasına Baba Hakkı’yı saygıyla anıyoruz kabartma olarak yazılı. Sol altta Tepebaşı belediyesi 2011 ve logosu. Defne yapraklarının altında Altın Ayaklar yazılmış.

DSCN3724

Tramvay hattı buradan geçiyor çanını çala çala. Eskişehir’de her taraf tramvay hatları ile ağ örülmüş. Her yere tramvay ile ulaşabilirsiniz.

DSCN3725

Elimde iyi resim çeken makine olunca ister istemez sanatsal çekimler yapmak zorumda kalıyorum. Tuğladan örülmüş uzun bacayı dibinden göğe yükselmiş halde çekiyorum. Tuğlalar tek tek ve gayet net biçimde görünüyor.

DSCN3729

İzmir’den sabah minibüsle gelenler içinde arkadaşım Yılmaz Murat Bilican bisikleti ile bana poz veriyor. Saçı yok ama sakalı uzamış, üzerinde mavi tişört, altında siyah şort var.

DSCN3732

Eskişehir’de eskiden uçak fabrikası vardı, şimdi ise tüm uçakları dışarıdan alıyoruz maalesef. Fabrika kapatıldı, sadece eğitim pistleri var. Gökyüzünde dolaşan küçük, çift pervaneli bir uçağı optik zom yaparak bacanın ucu ile yakından çekiyorum.

DSCN3733

Zemine velESBİD Eskişehir bisiklet dermeği pankartı seriliyor, ardına da festival katılımcıları dizildi. Ben de bir poz çekiyorum toplu olarak.

DSCN3736

Kayıt işlemi bitince bisikletlere binip yakınlardaki bisiklet temalı sanat sokağına geldik. Burada durunca sokağı kaplamış tüm bisikletçilerini çekiyorum.

DSCN3738

Evin duvarına sadece ön tekerleği, gidonu olan yarım bisiklet duvara vidalanmış. Bisikletin pedalları yok. Gidonda sepet takılmış, içinde de saksı konulmuş. Saksıda bitki büyümeye başlamış.

DSCN3739

Burası Kırık Pedal Sokak olarak adlandırılmış. Siyaha boyanmış kapı panjuruna kırmızı sprey boya ile Kırık Pedal Sokak Hatırası yazılmış. Yanlara da karman çorman beyaz yazılar yazılmış sprey boya ile.

DSCN3741

Başka bir evin duvarına küçük jantlı beyaz boyalı, gidonu kırmızıya boyanmış bir bisiklet asılmış. Duvara astronot resmini bisiklete biner gibi çizilmiş. Yanlara da halkalı gezegen ve diğer gezegenler resmedilmiş. Bisikletin altına da kocaman sarı renkli Güneş var.

DSCN3742

Binanın iç köşeli kısmına renkli kelebekler, iple bisikleti havalandırmış durumda. Bisikletin altında da tam köşede açılan fermuar çizilmiş.

DSCN3744

Evin penceresinin altında üstte küçük, altında büyük jant, sivri kulakları ve kuyruk ilave edilerek kedi resmedilmiş. Altta da duvara kadrosu dallardan, tekerlekleri yeşil yapraklardan yapılmış bisiklet boyalı.

DSCN3745

Binanın köşesine eğri büğrü bisikletler renkli olarak boyanmış.

DSCN3746

Trafo binasının duvarına tandem bisiklete binen iki çılgın ihtiyar kadın resmedilmiş. Eşpedal üyelerinden iki kadın da tandem bisikletiyle resim önünden geçerken üç kişi onları izliyor. Hakan sevin de eliyle işaret ediyor tandemdekileri. Tandemi Rabia ile Didem sürüyor.

DSCN3748

Büyükşehir belediyesinin Odunpazarı evlerinin olduğu yere geldik. Buradaki evler iki yada üç katlı, sarı badanalı. Pencere kıyıları belirgin bir şekilde kahverengi renge boyanınca evler kendini gösteriyor. Bisikletliler evlerin önündeki istinat duvarının dibinde bekliyor.

DSCN3752

Bisikletçiler mumya müzesine girdi, ben girmedim. Nedenine gelince 6 ay önce girip dolaşmıştım mumya müzesini. İçeride bazı mumyaların resmini para ile çektiklerinden kızıp tüm çektiğim resimleri silmiştim müzeden çıkmadan.

DSCN3754

Odunpazarı merkezindeki açık alan parkına geldik. Buraya ismini veren odunları öne çıkarıp pazarda satılan odunlar eşek arabası heykeli ile belirtmişler.

DSCN3755

Başka bir yerde iki at koşulu odun araba heykeli var. Atlar gerçekmiş gibi duruyor. Sanki canlıymış gibi.

DSCN3756

İki atı başlarından çekiyorum. Koşum takımları tam, iki atın arasındaki uzun direk önden ve arkadan kayışlarla bağlı. Bu at arabası iki beygir gücünde. Yani 1460 Watt ediyor.

DSCN3757

Diğer yandaki eşek arabasında bir tane eşek var. Eşek beygirlerden küçük olduğundan eşeğin Watt olarak 600 Watt olması gerek. Eşeğe haksızlık yapılmış sanki. Aynı oranda odunu eşek tek başına çekiyor.

DSCN3758

Odunpazarı meydanındaki çay bahçesine oturduk. Masalar kare ve küçük olduğu için iki masayı birleştirdik.

DSCN3759

Karşımda oturan görme engelli Sadriye Görece ve Hakan bana poz veriyorlar başlarını birbirine dayamış olarak.

DSCN3760

Odunpazarı meydanındaki evler de restore edilerek boyanmış. Soldaki beyaz, sağdaki sarı renge boyanmış. Ortak rengi kapılar ve pencereler kahverengi. Binaların altında dükkanlar var.

DSCN3762

Başka bir sokağın girişinde seyyar tezgahlar kurulmuş. Burada resim tabloları, lületaşı ve hediyelik eşya satıyorlar. Binalar diğer sokaktaki rengin aynısı.

DSCN3763

Şimdi de arkeoloji müzesine geldik. Müzenin dışında bisikletleri bıraktık, içeri girmeyi bekliyoruz.

DSCN3764

Müzenin dışında yeşil çimenlerin olduğu yere dikili taş konulmuş bir kaç tane. Taşlarda değişik şekiller ve işaretler var.

DSCN3765

Bahçenin diğer yanında lahit mezar sandukası konulmuş. Küçük boyutta hayvan heykelleri lahidin etrafına serpiştirilmiş.

DSCN3768

Sanırım bu küçük heykeller lahitte yatan ölüyü korumak için konulmuş. O zamanlarda ölümden ve kötü ruhlardan korkanlar heykellerle kendini koruyacaklarına inanırlarmış.

DSCN3769

Pembe ve kırmızı gül açmış, ardında lahit mezar.

DSCN3770

Hitit uygarlığının aletlerinden olan Güneş Kursu bronz erken tunç çağı III M. Ö. 2400- 2200 Çorum Alacahöyük civarında bulunmuş. Aslında bu eser daha eski uygarlık olan Hattilere aittir. Daire içine çapraz olarak düz çubuklar yerleştirilmiş dini sembol.

DSCN3771

Müzenin ortasında dört köşe koltuğa yorulmuş olan Ferdimen ve İsmail oturmuş dinleniyor. Gerçi İsmail görme engelli olduğundan gezip yorulacağına bizim ziyaretimizin bitmesini bekliyorlar sanki.

DSCN3808

Mermer bir kaideye yerleştirilmiş  üç yüzlü kadın baş heykeli.

DSCN3818

Küçük, tamamı ile altından yapılmış insan eli. El bilekten başlıyor, bilek kısmında zincir takılması için halka konulmuş. Heykeli ilginç kılan işaret ve orta parmak arasına baş parmak olarak nah işareti betimlenmiş. Her halde zengin tüccar karşısındaki kişi ile pazarlık yaparken boynundaki bu nah işaretini göstererek pazarlıktaki duygularını açıkça ifade etmesi için yapılmış.

DSCN3826

Eskiden insanlar içine sığabilecekleri küp içinde gömülüyorlarmış. Sadece alt kısmı kalmış kırık bir küp içinde insan iskeleti toprakla beraber duruyor.

DSCN3837

Basit yapılmış geyik heykeli, ayakları alttan birleştirilmiş. Gövde ince, boynuzları ileriye, arkaya doğru kıvrık olarak uzamış. Başı ve ağzı boru biçiminde.

DSCN3843

Beklemekten sıkılmış olan İsmail dört köşe koltuğa sırt üstü uzanmış. Ferdi bacak bacak üstüne atmış öylece oturuyor.

DSCN3891

Müze ziyareti bitti, Eskişehir sokaklarından geçip Porsuk çayının dibindeki yoldan gidiyoruz. Bir yerde bisikletçiler durmuş arkadan gelenleri bekliyorlar.

DSCN3894

Porsuk çayının yanında durmamızın nedeni anlaşıldı. Burada topluca resim çekileceğiz. Çay kıyısında diziliyorlar yan yana. Sponsor olan bir firmanın pankartını açıyorlar. Ben de topluca çekiyorum hepsini. Ön tarafta yaprak açmış yeşil bitkiler fışkırmış. Çayın yüzeyine ağaçların yansıması vurmuş bir tablo gibi.

DSCN3897

İzmir’li hippi çetesini çekiyorum, Yılmaz, Sencer, Ahmet ve Enis.

DSCN3902

Sazova parkına geldik. Burası çok geniş bir alana yayılmış yemyeşil bir park. Ağaçlar her tarafta, yerler yeşil çimenlerle kaplı. Bu kadar geniş arazide küçük bir tren ziyaretçileri dolaştırıyor yeşillikler arasında. Sazova parkında Masal şatosu, bilim parkı, hayvanat bahçesi ve sualtı akvaryum parkı var.

DSCN3904

Parkın içinde ortaçağ benzeri kuleleri olan Masal Şatosu. Kuleler beyaz, sivri çatıları mavi renge boyanmış. Buraya Masal Şatosu ismi verilmiş. Uzaktan resmini çekiyorum sadece ağaçların arasından. Çünkü Masal Şatosunu ziyaret etmeyeceğiz.

DSCN3911

Parkın içinde mermerden yapılmış çıplak kadın heykeli kaideye oturmuş, sağ omuzu üstünde testiye benzer bir şey tutmuş.

DSCN3912

Bahçede büyük kaldıraç yapılmış, uzun bir direk. Kaldırma noktası kaldırılacak yere yakın, diğer taraf uzun.

DSCN3913

Kaldırılacak yük ise Anadol marka bir araba. Araba sarı renkte, bir kaide üstünde demirlerle kaldıraca yukarıdan bağlanmış. 1000 Kiloluk arabayı bir insan gücü ile kaldıraç sistemi ile kaldırabilir. Bu park aynı zamanda bilim parkı.

DSCN3914

Parkta çeşitli uçaklar sergileniyor. Bu uçaklar ömrünü dolmuş parkta yerini almış ziyaretçiler için. Pervaneli küçük uçar solda, jet uçağı sağda daha heybetli duruyor.

DSCN3915

Ucu çatal iki direkten oluşan değişik rüzgar gülü. Çatalın iki ucunda daire, içi desenli kesilmiş. Kayış ve kasnaklarla hareket aşağıya aktarılıyor. Dibinde yuvarlak, geniş bir havuz, havuzdaki suyu, pompayı çalıştırarak yukarıya çıkarmayı amaçlıyor.

DSCN3916

Yeşil çimenlere kocaman, beyaz makas saplanmış. Arka tarafta ağaçlar görsel yeşil fon oluşturmuş. Önde değişik çalışılmış mermer yapı var.

DSCN3917

Kocaman bir küre, kürenin içine giriş merdiveni ve kapısı var. Burası uzay merkezi.

DSCN3918

Sualtı dünyasını olduğu yere geldik. Binanın dışındayım.

DSCN3919

Binaya giriş ücretli, 10 TL karşılığında bilet alıp içeri gireceğim. İçeriye girmeden dış camlar ayna görünümünde olunca kamera ile kendi yansımamı çekiyorum.

DSCN3921

İçeri girip devasa akvaryumların içinde yüzen kocaman balıkları merakla izlemeye, resimlerini çekmeye başladım. Kocaman turna balıkları yüzüyor akvaryum içinde. Kalın cam arkasında yüzen balıklar geniş bir alanda rahatça yüzüyorlar. Akvaryum bir insan boyundan fazla yüksekliği var.

DSCN3936

Büyük balıklara büyük akvaryum yapılsa da küçük balıklar için de küçük akvaryum yapılmış. Yassı, beyaz desenli sarı balıklar yüzüyor.

DSCN3940

Vatoz balıkları yelpaze şeklinde akvaryum camına yakın alt kısmından çekiyorum bir poz. Solungaçları ve ağzı görünür biçimde.

DSCN3944

Camdan bir tünelin içinden geçiyorum. vatoz balıkları tünelin üstünden diğer tarafa geçiyor. Biz de bu görsel şöleni izleyerek tünelde yürümekteyiz.

DSCN3946

Silindir biçiminde yapılmış akvaryumun içinde silindir cam konularak orta bölüme geçip akvaryumu içeriden görebiliyoruz. Sadece bir kişinin girebileceği boşluğa girerek resim çekiliyorum. Beni Ferdimen çekiyor dışarıdan. Sanki akvaryumun içindeymişim gibi, etrafımda balıklar yüzüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20180629_155338_HDR

Vatozlarla birlikte köpek balıkları da yüzüyor.

20180629_155803_HDR

Küçük akvaryumlarda kırmızı renkli deniz kestaneleri üç tane kumda duruyor.

20180629_155908_HDR

Tombul ve yassı balıklar sürü halinde geziniyor bir o yana bir bu yana.

20180629_160028_HDR

Balıklar kocaman, ilk defa bu kadar kocaman balığı akvaryumda görüyorum.

20180629_160108_HDR

Beyaz, yassı bir balık, anlı şiş biçiminde balon yapmış. Alt ve üst yüzgeci arka kısımda arkasına doğru kuyruk gibi uzamış.

20180629_160307_HDR

Akvaryum kısmından çıkıp sürüngenlerin olduğu bölüme geldik. Değişik boyutta taşlardan örülmüş duvardaki çıkıntı kayada üç tane kocaman kulaklı, minik hayvan yan yana oturmuş insanları izliyorlar.

20180629_162933_HDR

Sarmal camlı ampulde baş aşağı duran renkli kertenkele hemen yanında yanan normal ampulün ısısından faydalanıyor. Burada Güneş olmadığından soğuk kanlı olan kertenkelelere ısı kaynağı oluşturulmuş.

20180629_163006_HDR

Küçük bir semender kertenkelesi

20180629_163048_HDR

Fareden büyük, ismini bilmediğim bir hayvanı çekiyorum.

20180629_163129_HDR

Her ne kadar kendisi görünmese de derisi dallarda duruyor yılanın. Boyu epey uzun olan yılan eski derisinden çıkmış ama gizlenmiş kim bilir nerede.

20180629_163302_HDR

Kuru ağaç dalına serilmiş değişik kertenkele hareketsiz duruyor. Yanakları şişik durumda. Sırtında sivri boynuzlar kuyruğuna kadar sıralanmış. Hareketsiz durmasının sebebi ekmek elden su gölden olduğu için. Avlanmasına gerek yok, karnı acıkınca yiyecekleri hazır nasıl olsa.

20180629_163330_HDR

Gagası kalın, küt ve başından daha büyük olan kuş dalda duruyor. Tüyleri tamamen siyah, sadece yüz kısmı beyaz renkte.

20180629_163338_HDR

Geniş bir alanda kanguru yere çömelmiş bir şeyler yiyor sanki.

DSCN3949

Deve kuşunun değişik cinsi, yavru da olabilir, tamamen tüyle kaplı, boynu da dahil.

DSCN3950

Diğer tarafta iki tane siyah beyaz tüyleri olan deve kuşu var.

DSCN3951

Boynuzları burgu biçiminde olan ceylanlar yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3952

Zebra, siyah beyaz pijamasını giymiş, aynı renkteki deve kuşları ile birlikte bahçeyi paylaşmış.

DSCN3954

Tahta bir duvarın ortasında uzun pencereden bakan deve karşımda vesikalık resim çekiliyor sanki.

DSCN3955

İki lama yere oturmuş, biri beyaz, biri siyah tüylü.

DSCN3956

Salkım söğütler büyümüş kocaman. Dalları ince, aşağıya kadar sarkıyor.

DSCN3957

Oklu kirpiler duvar dibinde dinleniyor.

DSCN3958

İçi boş, kuru bir kütük üzerinde arka ayakları üzerinde dikelmiş kemirgen bir hayvan. İsmini bilmiyorum.

DSCN3959

Sadece kuyrukları siyah – beyaz halkaları olan lamurlar bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyorlar.

DSCN3961

Beyaz renkli pelikan kuşları da hayvanat bahçesinde yerini almış.

DSCN3962

Fok balığı havuzunda bir fok hızla yüzüyor. Duvarında cam bölmeye ara sıra dokunup uzaklaşıyor. Havuzun içindeki su yeşil renginde olduğundan fok balığını görmemiz zor. Sadece cam bölmeye gelince bir an için görünüyor. Ben de epey bekledim ve tam cam bölmeden geçerken resmini çekebildim. Karnı bize dönük şekilde iki yüzgeci açık olarak camın önünden yan olarak geçiyor.

DSCN3963

Uzun çeneli dişi geyikler yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3964

İki tane kivi kuşu beyaz benekleri ile yan yana.

DSCN3965

Bembeyaz zarif kuğu kuşu suda değil de çimenlere oturmuş bizleri izliyor.

DSCN3967

Kuğunun yeri havuz olmalı, havuzda yüzen kuğuyu çekiyorum.

DSCN3968

Sırtı mavi, alt kısmı sarı renkli papağanlar. Sırtını bana dönmüş iki papağan aşağıda bir şeylere bakıyorlar.

DSCN3969

Başı ve göğsü kırmızı, kanatları mavi papağan tek ayağı ile dala tutunmuş, diğer ayağını el olarak bir yaprak parçasını ağzına götürmüş yemeğe çalışıyor.

DSCN3970

Çeşitli renklere değişik papağan bir arada.

DSCN3971

Koyun büyüklüğünde, küt kafalı tapir yere oturmuş tembellik yapıyor.

DSCN3973

Sazova parkı geniş bir alana yayılmış, yemyeşil bir yer. Değişik ağaç türleri dikilip yerler çimen ekilerek güzel bir görünümde insanı dinlendiriyor. Park tertemiz ve bakımlı.

DSCN3974

Parkın içini tamamen gezip dışarıda bulunan bisikletlerin yanına geldim. Burada yorulanlar kaldırım taşına oturmuş dinleniyor. İsmail ve Ferdimen çimenlere uzanmış uyuyorlar.

DSCN3975

Bu gün ki Eskişehir turunu bitirdik, kamp alanına dönüyoruz. Hava henüz aydınlık, Güneşin batmasına epey zaman var. Bisiklet evi girişindeki kapıyı çekiyorum bahçe ile birlikte.

20180629_190342_HDR

Güneş batmadan terasta kurulu tezgah üzerinde yemek dağıtımına başlandı. Güzel aşçılarımız aşçı şapkasını başlarına takmış, beyaz önlüklerini de giyip yemek dağıtıyorlar.

20180629_191015_HDR

Nefis yemekleri yedikten sonra aşağıya inip akşam olmasını bekledik. Bahçede sahne hazırlandı, ses sistemi, hoparlörler takıldı. Hava kararmadan dans grubu şarkı eşliğinde başladı. Beyaz giymiş kadınlar ve siyah pantolonlu bir erkek dans ediyor grup olarak.

DSCN3976

Seyirciler de sandalyelere oturup izliyorlar dans gösterilerini.

DSCN3977

Dört kadın, bir erkekten oluşan dans grubu danslarını bitirip seyircileri selamlıyorlar. Erkek bir dizi yerde, kadınlar kollarını açmış durumda.

DSCN3985

Sonra hava karardı ve müzik grubu sahnede yerini alıp güzel şarkılar söyleyerek bizleri coşturmaya başladılar.

DSCN3986

Bu ara Dolunay çıkıp gök yüzüne yükselmeye başlarken ağacın siuleti ile birlikte çekiyorum. Ay parlak ışıklarını biz saçıyor.

DSCN3987

Müzik öğretmeni olan Eser Büyükcan İlhan ve 13 yaşındaki kızı Ada sahneye çıkıp bizlere şarkılar söylemeye başladı.

DSCN3990

Aşağıda şarkıların videosu, iyi seyirler.

https://youtu.be/PA02TWknYmw

Saatler ilerlemeye başlayınca çılgın danslar başladı. Bahçede dans etmeyen yok gibi.

DSCN3996

Danslar coştukça coştu, horon teperek tamamlıyorlar geceyi.

DSCN4003

Görme engelli Sadriye ve Kayseri’den Meliha yan yana bir sandalyeye oturmuş halde. Meliha ile Gökova turunda tanışmıştım, o da tesadüfen. Kendime kahve pişiriyordum bir köşede. Meliha da yanımda oturuyordu. Haliyle dört fincan kahve pişirince birini de Meliha’ya ikram ettim. Şanslı kişilerden birisi. Meliha Eskişehir bisiklet festivaline katılmış. Unutmuşum Meliha’yı. Beni görünce kendini tanıttı, kahve içtiğini hatırlatınca anımsadım. İkinci kez tanıştık böylece. Bu yaz, Ağustos ayında Kayseri de festival düzenleyecekler. Beni davet etti Kayseri’ye. Ben de seve seve gelirim dedim bu davet karşısında. Eşpedal derneğini de davet etti.

DSCN4006

Akşamın geç saatlerine kadar şarkılar dinleyip dans ettik. Güzel bir organizasyon bizleri eğlendirdi, neşelendirdi. Eskişehir’e geldiğim için şanslıyım ve mutluyum. VelESBİD bisiklet derneğine teşekkür ederim.

Fazla geç olmadan çadırıma girip yatıyorum

Bu gün yaptığımız yol  yaklaşık olarak32 Km civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 4. Gün

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Susurluk – Mustafakemalpaşa – Gölyazı

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

esrik kayıklar

güneş mi denizi baştan çıkarır

esrik olur kayıklar

hatıralar ağaçtır

hayat geçtikçe büyür

yüreğim kımıldanır

birazdan ne güzel insanım

geçmişimi geleceğimi

hepsini bir bir ararım

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ, gidon çantası arkasında batan Güneş manzarası.

Gece başlayan yağmurun sesi ile uyuduk, ama şiddetli değildi. Usul usul yağan yağmurun damlaları ninni gibi geldi bana. Çınar ağaçlarının sık olması, uzun gövdeleri ve yukarılarda dalları şemsiye gibi üzerimizi örtmesi nedeni ile çadırlara pek yağmur gelmedi. Dünkü yorgunluk, iyi bir uyku ile sabahın erken saatlerinde uyanmama neden oldu. Çadırda uyumanın rahatlığı hiç bir yerde yok. Günün ilk ışıkları ile çadırımın kapısını aralayıp dışarıya bakıyorum. Uzun çınar ağaçlarının gövdeleri, piknik masaları ve bir çadır gözüme ilişiyor.

Giyinip çadırımdan dışarı çıkıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra piknik masalarının birinde doğanın ilginç bir olayını gördüm. Kalın kalaslardan yapılmış masanın yarılmış yerinden ağaç mantarları yağmur suyunu görünce kendine yaşam alanı oluşturmuş. Artık yaşamı bitmiş ağacın işlenip kalas olarak masa yapılsa da başka canlılara yaşam sunuyor. Kalasın yarıklarında üç tane mantar çıkmış, gövdesi beyaz, şapkası kahverengi – siyah karışımı. Masanın üzeri yağmurdan dolayı ıslak.

Sabah kahvaltı hazırlıklarına başladık, semaver suyu ısınasıya kadar ben de etrafı şöyle bir dolaşıyorum. Çınar ağacının köklerine inen gövdesinin bir kolunu testere ile kesip gövdesi ile olan bağı kopartmışlar. Bunu neden yaptıklarını anlamak olanaksız. Ağaçtan ne istiyorsun, illa zarar vereceksin. Aslında bunu kesen hastalıklı insan bindiği dalı kesiyor ama bunu düşünecek kadar akıllı değil.

Bu arada bisikletim KUZ öylece park etmiş halde. Arka lastiğindeki iki lastik sargı yerinde duruyor.

Hava yağmurlu ve bulutlu olmasına rağmen güneş doğduğunu hissettiriyor parlak ışıkları ile. Çınar ağaçlarının arasından kendini gösterdi. Ben de bu anı yakalıyorum.

Çınar ağaçlarının sık gövdeleri yana yatmış durumda. Onlarca, belki yüz taneden fazla çınar ağacı bu kadar sık dikilmesi boylarının uzun olmasını sağlamış. Ağaç güneş ışığına gereksinimi var. Bunu sağlamak için devamlı yukarı büyüdüğünden boyu uzun. Diğer ağaçlar da aynı şekilde büyüyünce dalları yukarıda serpilmeye çalışıyor. Yana uzayan dalı yok hiç bir ağacın.

Kahvaltıyı yapıp hemen toparlanıyorum. Cem Tabanlı da benimle beraber toparlanıp erkenden yola çıktık. Diğerleri sonradan gelecekler. Susurluk’ta bisikletçi bulup arka lastiğimi değiştirmek zorundayım. Cem ile birlikte yağmur altında Susurluk’a vardık. Yaz – bahar yağmuru çabuk geçti ve yağmur durdu. Bisikletçiyi sora sora bulduk yerini. İnternetten baktığımıza göre bisiklet servisi görünüyor ama bisikletçiden çok motor ve araba parça satan bir dükkan. Neyse 28 inç lastik var mı diye sorduk, bir kaç tane var olduğunu söyledi. Uygun olan bir lastiği aldık. Bagajdaki yükleri indirip arka tekerleği çıkardım. Eski lastiği çıkarıp yenisini takmaya çalışırken dükkanın çırağı elinde tornavida ile dış lastiği takmaya çalışınca “Hop dur bakalım ne yapıyorsun? Tornavida ile lastiği mi parçalayacaksın? Levye yok mu?” Diye durdurduk yapacağı işi. Çırak elinde araba lastiklerinde kullanılan koca bir levye getirdi. “Bu ne? ” diye sordum. Koca levye ile lastiği takacak, olacak iş değil. Hemen tamir taklavat çantamdan kendi levyelerimi çıkarıp lastiği normal olarak takıyorum. Sonra hadi şişir bakalım deyip lastiği şişirmeye başladı kompresörle. Lastik basıncı istenilen seviyeye bir türlü çıkmıyor. Lastiğin neden şişmediğini anlıyorum. Kompresör basıncı 35 havaya göre ayarlanmış. Araba lastikleri en fazla 35 hava basılıyor. Benim lastik 60 – 65 hava basıncı istediğinden bırak öyle kalsın dile çırağı uzaklaştırıyorum. Lastiğin ücretini ödeyip tekerleği bisiklete takıp çantaları üzerine yerleştirip yakında benzinciye giderek 65 hava basarak olayı bitiriyorum. Yanda olan kahvede lastikçi çay ısmarlıyor esnaf olarak. Biz de çay teklifini geri çevirmeyip içiyoruz.

Lastik işi bitince yola çıktık. Hedefimiz Gölyazı’ya bu gün varmak. O yüzden hızlıca ana yoldan gideceğiz. Şansımıza İzmir’den çıktığımızdan beri rüzgar sürekli Lodos esti. Rüzgar hep arkadan eserek Susurluk’a kadar geldik. Bu gün ise rüzgar döndü ve hava Poyraz esmeye başladı. Yani tam karşıdan, gideceğimiz yönden esmeye başladı. Balıkesir il sınırından çıkıp Bursa il sınırına girdiğimizi karayolu tabelası bildiriyor. Yol kenarındaki tabelada Bursa il sınırı yazılmış, arkada tarlalar yemyeşil ve gökte üzerimizden geçen bulutlar.

Bu yoldan hep araçla geçtiğimden tabelaları pek göremiyordum doğru dürüst. Bisikletle her tabelayı, her ayrıntıyı görüyorum. İşte bunlardan biri ilgimi çekiyor. Kocaman tabelada yazan Kosova yazısı bana doğduğum yeri hatırlatıyor. Demek buralarda daha önce Kosova’dan göç edenlerin kurduğu bir yerleşim yeri varmış. Memleketimin ismini görmek beni sevindirdi.

Büyük bir tabelada, mavi zeminde beyaz boyalı alanda siyah yazı ile Kosova yazılmış. Altta ise beyaz boya ile Susurluk ve Balıkesir yazılarak sağ taraftaki yolu ok işareti ile gösterilmiş. Tabelanın altındaki tabelada Beyaz zemine siyah harflerle Kosova 2 ve Bostandere 7 kilometre olduğunu sağa ok işareti ile belirtilmiş. Beyaz zeminde yazan yerler köyleri belirtiyor. Mavi zeminde yazılanlar ise il ve ilçeleri belirtiyorlar. Ana yolda sağa giden bir yol, ileride görünen bir köprü üst geçitten hem köylere, hem de geriye dönmeyi sağlıyor.

Yol ana yol olunca kaymak gibi asfaltta, emniyet şeridinde rahat ve hızlı gidiyoruz köy yollarına göre. Bu yolda eğim fazla yok. Bizi zorlayan karşıdan esen Poyraz rüzgarı.

Yol tabelasında Mustafakemalpaşa’ya geldiğimizi belirtiyor. Nüfus : 100000 olarak yazılı. Tam rakam, ilk defa tam rakam yazan tabela gördüm. Mustafakemalpaşa’ya gireceğiz. Yol tabelası gidonumdaki tüylerle beraber resmini çekiyorum.

Cem ile birlikte Mustafakemalpaşa kasabasına giriyoruz. Diğer arkadaşlar geride kaldı biraz. Onları beklerken hadi buranın ünlü Mustafakemalpaşa tatlısı yiyelim deyip tatlıcıya oturduk. Taş yerinde ağırdır hesabı her yerde geçerli olmasına rağmen bu durumu göz önünde bulundurup ne kadar olursa olsun birer porsiyon yiyoruz Kemalpaşa tatlısından. Garson bizi tatlı yerken masada önümüzde tabaklar, elimizde çatal ile resmimizi çekiyor. Dörder tatlı bir porsiyon yapıyor, iki tane yemişiz, daha iki tane daha tabakta var. Tatlının üzerinde beyaz kaymak konulmuş. Masada dar ağızlı küçük beyaz porselen vazoda papatya çiçeği süslemiş olarak duruyor.

Diğer arkadaşlarla buluştuk meydanda. Tatlı yiyin ilk önce diyerek tatlıcıya gönderdik. Cem ile meydanda oturma yerinde bekledik bir süre. Arkadaşlar tatlılarını yedikten sonra yanımıza geldiler. Yakında olan çay ocağından çayları ısmarladık. Turda ortak bütçe yapıyoruz. Herkes eşit miktarda para veriyoruz kasaya. Kasa da tüm alış – verişleri bu paradan yapıyor. Kasamız da Ceyhun. Kasanın suyunu çektiğini belirtince elindeki son paralarla üç tane gevrek alıyor. (Buralarda gevreğe simit diyorlar) Elindeki para anca çaylarla beraber üç gevreğe yetince adam başı yarım gevrek bölüşerek çay ile birlikte yiyoruz. Bu bizim öğle yemeğimiz olacak. Bu durumu belgelemek için garsona cep telefonumu vererek resim çektiriyorum. Altı kişi elinde yarımşar gevrek, önümüzde plastik bir sehpada çay bardakları. Hepimizde kısa pantolon, üzerimizde formalar rengarenk, başımızda da üç turuncu renkli, bir mavi, bir de haki yeşili renkte buff var.

Mustafakemalpaşa kasabasındaki molayı bitirip yola çıkıyoruz. Rüzgar karşıdan esmeye devam ediyor. Yoldan geçen tırlar, kamyonlar ve diğer araçların gürültüleri eşliğinde yol alıyoruz. Bir ara kendimi kaptırıp yolun getirdiği ölçüde bastırdım. Diğer arkadaşlar da rüzgarıma girerek göçmen kuşlar misali tek sıra gitmeye başladık. Yaklaşık 10 kilometre civarı yüksek tempoda, rüzgara karşı ve hafif çıkışı ile Karacabey rampasını bir çırpıda çıktık. Ben de nasıl olduğunu anlamadım ama tempoyu tutturunca gidiverdik öylece. Karacabey rampasını çıkarken harcadığımız enerji bitmek üzere. Mehmetali’nin şekeri var, öyle olunca düşen şekeri nedeni ile bir benzinlikte durup elde ne varsa çıkarıp bereketli ve hala bitmeyen pişilerden yiyerek şekeri yükseltip enerji takviyesi yaptık. Yarım gevrekle pistonlar bir yere kadar gidebiliyor. Rüzgardan korunaklı bir yerde atıştırmanın üzerine birer kahve içerek molayı tamamladık. Bu kez daha düşük tempoda bisiklet sürmeye başladık ve sağımızda Uluabat gölü göründü. Araç ve tır trafiği fazla olunca dibimizden geçen tırların korkunç gürültüleri Cem Tabanlı’yı rahatsız ediyor. Bu tedirginliğini belirtiyor sık sık. Yapacak bir şey yok, böyle gideceğiz mecburen. Yola devam edip bir an önce hedefe  varmalı. Uluabat gölü görününce yaklaştık sayılır Gölyazı’ya. Ağaçların arasından yakında olan Uluabat gölünün bir parçası görünmekte.

Güneşin doğuşunu izledim, batışını da kaçırmamak gerek diyerek durdum yol kenarında. Bu an kaçmaz, küçük bir köyün kenarında, tepenin üzerinde iken bir resim alıyorum. Güneşin batışını izlemek için bisikletim KUZ’u park ettim yol kıyısında. Gidonumda ki çantam, önünde “Bakırçay Temiz Aksın” yazılı kart. Kelebek gidonuna asılı duran kaskım ve dikiz aynası. Güneş kelebek kısmının az üstünde son ışıklarını verirken izliyorum. Solda, arkada matın bir kısmı görünüyor.  Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşi batırdıktan sonra, bir süre daha pedalladık ve hava henüz kararmadan, siyah beyaz ipliğin artık ayırt edilmediği anda Gölyazı yol ayrımına geldik. Yol kıyısında üç tabela bir direğe takılmış. Üstteki tabelada Gölyazı Mahallesi, ortadakinde Gölyazı Kültür Evi, alttakinde ise Göl Yazıevi yazılıp ok işareti ile sağa gidileceğini belirtmiş. Uluabat gölünün bir kısmı görünüyor, kıyısında ışıkları yanmaya başlamış köyler, tarla yeni sürülmüş hemen önümde. Bir iki ağaç ve düz bir arazi göle kadar gidiyor. Göl henüz uzakta.

Az ilerde yol ayrımı başlıyor ana yoldan. Burada da turistlik kahverengi tabelada Gölyazı (Apollonia) 5, alttaki tabelada da Ağlayan Çınar ve resmi yön tabelası olarak konulmuş. Kartal tüyü ile beraber henüz hava kararmadan Gölyazı’ya giden yolu çekiyorum. 5 Kilometre yolumuz kalmış. Karşıdan sürekli esen Poyraz rüzgarına karşı bisiklet sürmek pek kolay değil. Bizi bitirdi adeta ama sonunda ana yolun yoğun tır trafiğinden kurtulmanın sevinci ile köy yoluna girmek enerjimizi topluyoruz. Artık yol sağa döndüğünden rüzgarı arkamıza alacağız. Kısa kalan kilometreler biter rahatlıkla.

Antalya grubu da aynı yerde resim çekiliyor. Mehmetali, Nafiz, Ceyhun ve Vedat. Bisikletleri ile poz vermişler kameraya.

Artık hava karardı ama gökyüzünde dolunay dan yeni çıkmış Ay bulutların arasından kendini gösterip yolumuzu aydınlatıyor. Az biraz yüksekte Uluabat gölünü ve yüzeyine yansıyan Ay ışığını görünce durup gecenin az aydınlığında gidonumdaki farın aydınlattığı ağaçlarla beraber muhteşem manzarayı çekiyorum. Solda Göylazı ışıkları yanmış gecenin karanlığında.

Saat 21:00 gibi Gölyazı’ya vardık. Hava iyice karardı. Bizi davet eden Festival başkanı Ercan Hafız’ı telefon ile arayıp nereye kamp kuracağımızı öğrendik. Kamp yeri Gölyazı girişinde antik kentinde kazı yapan ekibin kazıevi’nin olduğu yerde. Hemen kamp alanına girip çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından sıcak duş ile yorgunluğumuzu aldık. Bu gün zorlu bir yolculuk epey yordu bizi. Duş kendimize getirdi, misler gibiyiz. akşamın geç saatleri olsa da karnımız iyice acıktı. Hemen akşam yemeğini yapmaya koyuldu aşçı başımız Mehmetali. Kazıevi tesislerinden yararlanıyoruz. Gölyazı da oturan akrabalarım var, Hasan’ı telefon ile arayınca hemen gelerek aramıza katıldı. Arkadaşlarla tanıştırıp çay içerek hoş sohbete başladık. Hasan’a, arkadaşlara çaktırmadan, yarın bizlere ihaleden turna balığı almasını söyledim. Bize yetecek kadar alsa yeter. Gölde yetişen en lezzetli balık olan turna balığının tadı pek nefis. Daha önce geldiğimde bir çok kez yedim. Yarın kendimize dinlenme günü olarak belirledik. Hem dinleneceğiz hem de Gölyazı’yı gezeceğiz. Gecenin geç saatlerine kadar sohbet ederek zaman geçirdik. Artık yorgun bedenlerimizi dinlendirme zamanı geldi. Uyku bunu belirtiyor.  Göl kıyısında uyumanın tadını yaşayacağım.

Bu gün rüzgara karşı yol aldık, yoğun trafik ile epey yol geldik

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 88 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 1. Gün

7 Mayıs 2017 Pazar

Çobanlar köyü – Gökçukur köyü – Hamidiye köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

Yattım uyudum

kitlendi kapılar

bulvarlarda kalmadı kimseler

tramvaylar durdu kesildi ceryanlar

savaş yok dert yok

rasim’in ağrıları yok

ya ayaklarım hani

hani nerde ellerim

kim idi o einstein

o sultan Süleyman kim idi

yattım uyudum uyudu herkes

her şey uyudu

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, ön dört çocuk ve ben, duvar üstünde resim çekiliyoruz. Çocuklar ısmarladığım dondurmaları yiyorlar.

Sabahın köründe ineklerin möööö sesiyle uyanıyorum. Boynundaki çan, bazen hızlı, bazen de yavaş vuruşlarla ötüyor. Dışarıdan gelen sesleri çıkaranları görmek için çadırımın kapısını aralayınca çoban inekleri sol tarafa, dağa doğru götürürken görüyorum. Çoban bazen ineklere dokunup daha çabuk yürümesini sağlıyor. Demek bazen hızlı çalan çan sesi bu yüzdenmiş. Çadırları kurduğumuz yer ineklerin otlatmak için götürüldükleri yol. Önümde yeşil bir çadır var, o da yolun tam ortasına kurulu. İyi ki inekler yememiş çadırı yeşil diye.

Çadırımın içinden görünen siyah beyaz bir inek ve arkasında onu otlatmaya götüren çoban. Mavi kot pantolon giymiş, üzerinde de kirli beyaz ceket, kapşonu da kafasına geçirmiş üşümesin diye. Buraların rakımı yüksek, havalar serin olur sabahın erken saatleri.

Suyun kaynağına yolculuk turu bitmişti dün, bu gün dönüş yoluna geçecekler ve Bursa yönüne gidecekler ikiye ayrılacağız. Ben, Cem Tabanlı ve Antalyalı Ceyhun, Mehmetali, Nafiz, Vedat Bursa’da ki Mysia bisiklet festivaline katılacağımızdan toplam 6 kişi Bursa’ya doğru pedal çevireceğiz. Diğer arkadaşların bir kısmı Gölmarmara üzerinden, kimisi Soma yönünden, Kimisi Akhisar, Manisa, Menemen üzerinden İzmir’e gidecek. Aslında programda dönüş için birlikte hareket edilecekti ama aldığımız karara göre herkes istediği biçimde serbestçe kendi yolundan dönüşe geçecek diye. Bizim zaten belliydi Bursa’ya gideceğimiz.

Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra çadırını, eşyalarını toparlayıp bisikletine yükledi. Bizler ayrılacağımızdan diğer yöne gidecek arkadaşlarla vedalaşıyoruz. Herkes birbirine dikkatli gidin, yolunuz açık olsun dileklerini bildirdiler. Bursa yönüne gidecek olan 6 kişi en son kamp yerinden ayrılmadan önce borudan devamlı akan sudan şişelerimizi tıka basa su ile dolduruyoruz yola çıkmadan önce.

Çeşmenin ayna olarak yapılan duvarı briketten yapılmış. Bir briketin boş iki gözlü kısmı dışa bakacak şekilde çeşmenin sağ üst tarafına konmuş . Bu iki göze bardak, sabun yada başka bir eşya koymak için öyle örülmüş. Yapan ustanın bunu düşünmesi güzel. Borudan akan çeşmenin altında uzun bir yalak ve içi su dolu. İnekler, koyunlar geçerken buradan suyunu içip öyle yoluna devam ediyor. Tıpkı bizler gibi.

Artık yolcu yolunda gerek diyerek yeni maceralara atılmak için bisikletlere binerek yola çıktık. Köyün içinden geçerek Koca çayın olduğu köprüye gelince durduk. Son kalan toprakları da çaya dökmek gerek. Dün suyun kaynağına kadar gidememişti ve toprak hala çantamda duruyor. Bu çayın ismi buralarda Koca  çay. Buradan Kırkağaç’a kadar Koca çay ismi ile aktıktan sonra Bakır beldesinde adı değişerek Bakırçay oluyor. Ferdimen hala bizimle ve beni toprak dökerken resim çekiyor. Yanımda da Cem Tabanlı. Köprünün korkuluk demirlerinin üst kısmı yok, sadece bir kaç boru kalmış, tehlikeli bir yer.

Elimde toprak aşağıda çay ve ağaçların yapraklarından az miktarda görünen su. Avucumda ki toprağı çaya döküp temiz olarak denize kavuşmasını diliyorum son olarak. Belki dileklerimiz gerçek olur, insanlar doğaya yaptıkları kötülüklerin farkına varır da çevreyi kirletmeyi bırakır.

Ferdimen ile vedalaşıp ayrılıyoruz ana yola çıkmadan önce. Bir süre ana yoldan aşağıya doğru gidiyoruz. Yaklaşık 1 Kilometre ana yoldan gidip sağa doğru ilk yola saptık. Ben kendime gidiş rotası yapmamıştım. Antalyalılar kendilerine göre bir rota çıkarmışlar. Biz de onlara uyarız dedik. Rota konusunda uzman olan ve daha önce günlerce harita üzerinde çalışıp rota çıkaran Vedat Karakaya bizleri Bursa’ya kadar götürecek. Rehberimiz Vedat, o nereye götürürse peşinden gideceğiz. Köy yoluna sapar sapmaz macera başlıyor. Yol kıyısında çeşmenin başında durup kısa bir mola verdik. Çeşmenin başında kocaman bir söğüt ağacı, küçük çalılar ve yeşil çimenlerle kaplı etraf.

Çeşmeden sonra biraz dik yokuşlar başladı, herkes düşük viteste kendi temposu ile yolda gitmeye başladı. Köy yolları sessiz, sakin, araç yok, doğada, ağaçların arasından bol oksijeni içimize çekerek çıkıyoruz yokuşu ağır ağır.

Avucumun içi Vedat Dedim ya rota konusunda bilgili olan ve rotaları çıkaran Vedat Karakaya rotayı yapmış diye. İşte Vedat’a Antalya’da yaptığı turlarda “Avucumun içi Vedat” ismini takmışlar. Bu ismi takmalarının nedeni ise her yeri avuç içi gibi bilmesi. Neresi olursa olsun “Ben buraları avucumun içi gibi bilirim” diye övünmesi. Arkadaşlar yokuşu çıkarken önden gidiyorlardı. Ben arkalarından tıngır mıngır gelirken bir baktım ilk kavşakta durmuşlar bir şeylere bakıyorlardı. Dedim ki kendi kendime “Acaba beni mi bekliyorlar!” diye. Ama yanlarına yaklaşınca gerçeği öğreniyorum. Meğerse yola çıktığımız ilk kavşakta yolu kaybetmiş Vedat. Acaba sola mı, yoksa düz yukarı mı devam edeceğiz çıkaramamış. Daha yolun başında ilk kavşakta kaybolmamızın anlaşılması sonucu hepimiz kahkahaya boğulduk. Antalyalı arkadaşlar bunu bildiklerinden Vedat’a bakıp bakıp kahkahalarla gülme krizine girmişlerdi bile. Ben ve Cem de kahkaha tufanına katıldık. Daha ilk kavşakta yolunu bulamayıp kaybolan Vedat bundan sonra yolu bulup nasıl götürecek acaba. Bu anı yaşadığım en güzel anlardan birisi olarak kalacak. Diğer arkadaşlar için de durum aynı. Unutulmaz bir anı olmuştu bizler için ve yola böyle güzel bir anı ile başlamamız turu çok güzel geçireceğimiz duygusu kapladı içimi. Çok uyumlu, neşeli, esprili ve bol gülmeli tur nerede bulacağız. Bu arada Vedat yolumuz üzerindeki köyleri tek tek listelemiş. Her birimize 5 köy vererek bunları unutmamamızı, köyleri takip etmemizi istedi. Elbette bu isteğini yerine getireceğiz deyip paylaşılan köyleri 5 dakika sonra unuttuk gitti. Hatırlamıyorum bile hangi köyler olduğunu.

Yol çatısında küçük çatılı durak binası, önünde bisikletlerinden inmiş, yolunu kaybetmiş bir topluluk. Yolun bir tarafı sola gidiyor. Diğeri düz yukarı doğru gitmekte.

Sonunda doğru yolu bulup yeşilliklerin arasından gitmeye başladık. Solumuz çam ormanı, sağımız tarla, bağ, bahçe ve uzun uzun kavaklar.

Köy yollarında çeşme olmazsa olmaz. Köylüler bilirler ki insanların en önemli ihtiyacı sudur. Su olmazsa hayat olmaz. O yüzden yol kıyılarında bir yerden bir yerlere giderken belirli yerlere çeşme yaparlar. Hem yük hayvanları için, hem otlayan keçi, koyun, ineklerin içmesi için. Hem kendisi susayınca kana kana içmesi için. Bunun yanında yaban hayvanları da insanların geçmediği saatlerde gelip su içerler. Kuşlar, böcekler de faydalanır sudan. Bir kurbağa gelip buraya yerleşir yalağın içine. Çok görmüşümdür bir iki kurbağanın çeşmenin başına gelince suyun içine atladıklarını. Haliyle bizim gibi yolcuların çeşmenin başında durup su içerken hayır duasını esirgemez çeşmeyi yaptıranlar için. Seviyorum böyle çeşmeleri ve mutlaka durup su içerim. Ayrıca şişelerimin sularını da tazelerim. Çeşmenin başında dinlenip enerjimi toplarken hayır duası ederim yaptırandan ve yapan ustalara.

Yeşillikler arasında 1 X 2 metrelik beton bir aynası olan çeşmenin önünde yine betondan yalağı. Yalağın içi su dolu, çeşmeden sürekli su akıyor.

Yokuş çıkmaya devam ediyoruz, önümüzde bir köy görünüyor. Köyün evleri ve iki tane caminin minaresi köyün kalabalık olduğunu gösteriyor. Minarelerden biri tek şerefeli, diğeri iki şerefeli. Daha yukarılarda rüzgar gücü ile dönem rüzgar türbinleri görünüyor. Demek ki tepeye az kalmış.

Köyün girişine geldik, Avucumun içi Vedat yine yolu şaşırdı. Elindeki notlara, haritaya bakıp doğru yolu bulmaya çalışıyor. Bu köy Halkaavlu köyü. Vedat rotaya bakınca bu köye girmeden düz gideceğimizi söyledi. Köyün girişinde dolmuş durağı yapılmış kırmızı renk ile boyalı. Durağın yanında da çeşme var, yolcular dolmuş beklerken susadıklarında içsinler diye. Durağın içinde Mehmetali ve Vedat oturmuş. Nafiz su dolduruyor çeşmeden. Cem bisikletinin bagaj çantasından bir şeyler alırken eğilmiş durumda. Ceyhun ise bisikletine bakıyor, ben bu kadar yükü nasıl taşıyorum diye. Çünkü en çok eşyası olarak görünen Ceyhun’un bisikleti.

Yol kıyısındaki otlar epey uzamış, daha çok sarı çiçekleri olan bitkiler arasında mavi çiçek açmış başka bir bitki yeşillik içinde sarı çiçekler arasında mükemmel bir tablo oluşturmuş.

Rüzgar türbinlerine iyice yaklaştık. Devasa boyutu ve dönen kanatlarının çıkardığı ses duyuluyor buradan.

Rüzgar türbinleri tepede olunca yol da oraya doğru gidiyor, rotamız öyle. Dört bisikletçi rampa çıkarken bir poz çekiyorum.

Yine bir çeşme görünce durup resmini çekiyorum. Borudan akan suyu yalağın içine dökülürken uzunlamasına tamamen bir anlık donduruyorum resimde. Berraklığı gözle görülür biçimde. Akarken bunu fark ediyorum. Bunu izlerken bile susuzluğum gidiyor. Arkada çam ormanı.

Dağlar ve tepeler, rüzgar türbinleri bu tepelerin üzerinde kurulmuş. Türbinlerle aynı hizaya geldik sayılır ama biraz daha çıkacağız. Düz arazi olmayınca köylüler daha çok hayvancılıkla uğraşıyor. Hayvanlar da otlarken su ihtiyacını çeşmelerde ki yalaklardan gideriyor. O yüzden her yerde yalağı olan çeşme görmek olası.

Gökçukur köyüne geldik ama bitkin bir durumda. Yol devamlı tırmanışla ve bisikletlerimizin yükü çok olunca yorulmamak elde değil. Çokça efor sarf ediyoruz. Köyün girişine gelince hem dinlenmek için hem de gördüğüm önü açık, duvarları kalın ve düzgün taşlarla örülü küçük bir fırının resmini çekmek için durdum. Üç tarafı kalın duvarla örülmüş fırının üstüne çatı yapılmış ve kiremitle kaplı. Duvarlar ve fırın beyaz kireç badanalı. Fırında yanan odunlar biraz is yapmış kenarlarını. Yapının önü tamamen açık durumda. Arkada yüksek taş bir bina. Yukarıya merdiven ile çıkılıyor. Üç penceresi ve giriş kapısı var.

Köyün içine geldiğimizde köyde bir hareketlilik olduğunu gördük. Köylüler bizi görünce “Hoş geldiniz, yemeğe buyurun” diye davet ettiler. Buraya çıkarken harcadığımız enerji azalınca yemek davetiyesi acıktığımızı hissettirdi. Köyün ilkokulu ve çok amaçlı kapalı salon görünüyor. Okulun avlusu düzgün bir zemin, kilitli beton taş döşeli. Avlu iki kademeli. Okul binasının dibinde kum yığını ve blok tuğlalar okulda tadilat yapıldığını gösteriyor. Mehmetali yere çömelmiş bisikletinin yanında durup ön tekerleğinin lastiğini şişiriyor pompa ile. Bir kaç köylü ayakta öylece duruyor. Hayır için lokmacı çağrılmış köye, lokmacının arabası kenara park etmiş.

Okul binasının giriş kapısının önünde bir kız çocuğu plastik sandalyeye oturmuş. Diğer kız çocuğu ayakta babası ile bir şeyler konuşuyor. Okulun duvarına tabelada Manisa Kırkağaç Gökçukur ilkokulu yazılmış. Tabela mavi turkuaz renginde. Okul duvarları sarı renkte.

Bizi kapalı, yüksek, geniş bir salona alıyor köylüler. Burada masalar, sandalyeler konulmuş, köylüler yemek yiyorlar hep birlikte. Bizi masanın birine oturtuyor davet eden köylü. Dışarıda gördüğümüz lokma arabası lokma değil de pişi denen hamur işi pişiriyorlar. Geniş ve derin leğenlerde pişirilen pişiler sıralanmış durumda. Üç tene leğen içinde pişi dolu.

Yemek davetini veren köylü yeni emekli olmuş. Emekli olunca hayır için tüm köye yemek veriyor. Kısmet bize de düştü. Emekli olan köylü bizlere hoş geldiniz diyor. Biz de emekliliğinin hayırlı olmasını, sağlıkla, ailesi ile birlikte emeklilik yaşantısının mutlu olması dileklerimizi iletiyoruz kendisine.  Vedat hayır yapan köylünün resmini çekiyor. Köylü ayakta duruyor, üzerinde kareli gömlek, kollarını kıvırmış iki kat yukarı doğru. Üzerine de yelek gri renkte. Kafasında takkesi, ak düşmüş sarkık bıyıkları ile mutlu bir şekilde poz vermiş. Yemeği dağıtan iki kadın yere çömelmiş, önlerinde leğenlerde yemekler ve salata. Bir leğende sahanlar konulmuş. Sahanlarda yemekler konulmuş tepsilerde duruyor. Gelen misafirlere tepsi ile ikram edilecekler.

Masaya oturduk, gelen nefis yemekleri, pişileri ve en çok bol hoşafı ile donatılan sofradakileri silip süpürdük. Farkında değildik köye geldiğimizde bu kadar acıktığımızın. En hoşumuza giden de hoşaf oldu. Hani derler ya “Eşek hoşaftan ne anlar” diye. Hiç birimiz eşek olmadığımıza göre hoşafın nefis tadı ile bir çok pişiyi midemize doldurduk.

Masada Cem, Nafiz ve Vedat otururken, masanın üzerinde yemek tepsisi. İçi yemek dolu tabaklar ve pişiler.

Yemeğin üzerine yemeği hazırlayan köylü kadınlara ve emekli olan köylüye teşekkürler ettik. Yola çıkmadan önce pişi, zeytin ve çökelek verdiler bolca. Böyle gönlü bol köylüler var oldukça misafirperverlik bitmez. Sonra köylülerle dışarıda oturup sohbet ediyoruz, gideceğimiz yolu bize tarif ettiler. Avucumun içi Vedat not tutuyor köylüleri dinleyerek. Yola çıkmadan önce avluda birlikte bir resim çekiliyoruz köylülerle birlikte. Resmi Vedat’ın tripodunda zaman ayarlı çekiyor.

Köylülerle vedalaşıp yola çıktık. O kadar çok yemişiz ki dolu mide ile yola çıkmak zor olsa da az kalan son yokuşa doğru gitmeye başladık. Yol toprak, tepelere doğru ilk başta düz olarak gidiyor.

Biraz yükselince yemek yediğimiz Gökçukur köyünün resmini çekiyorum.

Henüz tepeye çıkmadan önce yorgunluktan dinlenirken hadi boş geçmeyelim, bir poz çekilelim deyince Vedat tripodda zaman ayarlı resmimizi çekiyor. Arkada kayalık dağların dorukları, toprak yolda atlı bisikletçi. Ceyhun elinde kaskı selam veriyor kameraya. Bisikletlerimiz de yanımızda. Resim çekildiğimiz yer çeşmenin başı.

Tepeye çıktık sayılır, rüzgar türbinlerinin hizasına geldik. Cem Tabanlı’nın resmini bisikletinin üzerinde çektiğimde arkada, aynı hizadaki tepelerdeki rüzgar türbinleri de sıralı olarak dağılmış.

Bizlere göre yükü fazla görünen Ceyhun Altın bana doğru gelirken resmini çekiyorum. Önde ve arkada bagaj çantaları dolu.

Rüzgar türbinlerine yakın olmamıza karşın bir türlü zirveye çıkamadık henüz. Git git bitmiyor. O yüzden önde giden arkadaşlar yol kıyısında durmuşlar yere oturarak dinleniyorlar.

Yediğimiz yemeğin ağırlığı ile dolu mide ile bisiklet sürmek zor. Bir de yüklü olarak zirvelere çıkmak o kadar kolay değil diyerek verilen molada Cem yere yatmış sırt üstü, bir ayağını diğer ayağının üzerine atıp dinlenirken resmini çektim. Ben resim çekerken Ceyhun da geliyor yanımıza.

Biraz dinlenip enerji topladıktan sonra son gayretle zirveye çıktık. Rakım 719 metre, ve zirvede rüzgar şiddetli esiyor. Rüzgar Lodos, arkamızdan esiyor. Biz Kuzey Doğuya doğru gittiğimizden rüzgar devamlı arkamızdan esiyor. Şanslıyız yani, İzmir tarafına dönen arkadaşlar sürekli esen Lodos rüzgarına karşı bisikleti sürmekteler. İlk defa rüzgar türbininin dibindeyim. Bana göre devasa boyutu, 120 metrelik kulesinde 60 metrelik kanatları ile döndürdükleri jeneratör kocaman. Jeneratör 3 Mega Watt gücünde. Bu kadar güçlü bir jeneratörü anca bu kadar büyük kanatlar döndürebilir. Türbin kanatlarının dönmesi ile oluşan uğultu insanı ürkütücü derecede. Bu ürkütücü ses yaban hayatı da etkilediği kesin. Yakın oluşumdan dolayı bisikletim KUZ  ile rüzgar türbini birlikte çekmeye çalışsam da sığmıyor.

Sadece pervaneyi çekmeye çalışıyorum ama dibinde olunca kadraja sığmıyor. Pervanenin bir kanadı 60 metre, iki kanat açıklığı 120 metre olunca böyle çekebiliyorum. Üstteki kanadın bir kısmı görünmüyor. Türbin üç kanatlı, uçları kırmızı iki şerit boyalı. Uzun boru gövdenin üzerinde kocaman bir jeneratör. Kanatlar ortadaki jeneratörün miline bağlı. Pervaneler döndükçe jeneratörün milini çevirerek elektrik üretmeye başlıyor. Dağın zirvesinde de rüzgar hiç eksik olmuyor.

Çeşmenin yalağına Cem ile beraber yan yana yalağın kenarına oturup poz veriyoruz kameraya. Önümüzde Cem’in bisikleti var. Çeşmenin arkasında tek katlı, üzeri kiremit örtülü bir ev.

Çıktığımız yokuşlar dik ve karnımızın tıka basa dolu olması bizi biraz gevşetti. O yüzden küçük bir ağacın gölgesinde sığıntı olarak dinlenmeye başladık yayılarak.

Ağacın gölgesinde dinlenirken birer kahve yapıyorum ve içiyoruz. Kahve yaparken yerde ölü bir kelebek dikkatimi çekiyor. Kelebek iki parçaya ayrılmış. Ön iki kanat ve arka iki kanat şeklinde. Kelebeğin kısa ömründe eşini bularak çiftleşip yumurtalarını doğaya bıraktıktan sonra enerjisi bitince yaşamı bitiyor ama gelecek nesil garanti altında. Kelebeğin iri kanatları dört tane. Kahverengi desenli çizgileri ve dört kanadının ortalarında birer tane göz gibi leke var. Gözün ortası iri siyah bir nokta, etrafı sarı ve dış çemberi siyah bir halka ile kaplı.

Yol toprak olsa da zirveden iniş çabuk oluyor. Zaten çeşmenin başındaki mola öğle uykusunu bastırdı kahve ile birlikte. Trafiğin olmadığı köy yollarında rahatça bisiklet sürüyoruz. Kocaiskan köyünde durduk. Köyün bakkalından serinlemek için dondurma ve soda ile bir şeyler atıştırmaya başladık. Altı bisikletçi köyde hemen fark ediliyor. Daha çok köyün çocukları bizi görünce yanımıza gelip meraklı gözlerle süzerek en cesaretli olanların soruları ile sohbete başladık. Çocuklara elden geldiği kadar cevap veriyoruz. Daha çok eğitici şekilde yaptığımız bisiklet turu ve bisiklet donanımları ile ilgili. Çocuklarla sohbet ederken aklıma neredeyse bir yıldır yollarda bulduğum paralar geldi. Tire’de keçeciden aldığım para çantası bozuk para ile dolu. Havalar da ısındı, yaza girmek üzereyiz, bakkalda da dondurma var. Çocukların hepsini toplayıp bakkaldaki dondurma dolabından herkes dilediği dondurmadan bir tane alsın diyerek hepsine ısmarladım. Kesemden paraları çıkarıp bakkal amcaya bozuk demir paralarla hesabı ödedim. Bakkal da sevindi, çocuklar da. Ama çocuklar mutlu olarak dondurmasını yalarken daha çok sevindiğine eminim. Beni sormayın… Sonra ellerinde dondurmaları ile 14 çocuk ile birlikte resim çekildik. Bir taraftan dondurmasını yalayıp bir taraftan da teşekkür ediyor çocuklar. Onları mutlu görmek bana yetiyor.

Az yüksek bir duvarın üzerine 14 çocuk ve ben birlikte poz veriyoruz kameraya. Çocukların üzerinde renkli tişörtler, altlarında uzun kot pantolonlar giymiş. Hiç birisinde kısa pantolon yok. Sadece bende kısa pantolon var. Duvarın solunda beton merdiven ve demir bir korkuluk takılmış. Akada ev ve bahçe duvarı, ağaçlar. Bir de büyük demir kapı mavi boyalı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Köyden mutlu bir şekilde ayrılırken karşımıza iki yol çıkıyor. Avucumun içi Vedat’a soruyoruz ne tarafa gideceğiz diye. O da ciddi bir şekilde sağ tarafa diye karşılık veriyor. Ardından da basıyoruz kahkahayı. Yol iki tarafa gidiyor, soldaki yolda bir traktör römorku ile park etmiş. Sağa giden yol asfalt.

Artık inişteyiz ve bisikletleri yokuş aşağı salıyoruz. Pedal çevirmeden, yükün verdiği ağırlık bize ivme kazandırıyor.

İnişimiz küçük bir vadiden oluyor ve manzarası da harika. Ormanı oluşturan çam ağaçları, dere yatağında uzun kavaklar, yol kıyısında yeni yaprak açmaya başlamış incir ağaçları. Karşıda tepeler ve kayalıklı bir dağ manzarayı oluşturuyor.

Avucumun içi Vedat çizdiği rotaya göre ana yolda bir süre bisiklet süreceğiz. Ana yolda Manisa ilini bitirip Balıkesir iline giriş yapıyoruz resmi olarak. Tabela öyle söylüyor, yoksa benim için sınır diye bir şey yok. Bu sınırı insanlar çizmiş ona uyuyorlar. Ben Dünyalı olduğum için sınır tanımam. Balıkesir il sınırını gösteren tabela, ana yol, sağda ağaçlar ve önümde giden bir bisikletçi. Yol kıyısında bariyerin başlangıcında kırmızı – beyaz boyalı uyarı levhası. Sürücüler Balıkesir’e girerken bariyerlere çarpmasın diye konulmuş.

Ana yolda gitmek biraz sıkıcı, pek manzara, çeşme ya da duracak bir yer yok dinlenmek için. O kadar inişten sonra yokuş çıkmaya başladık. Herkes kendi temposunda giderken Cem Tabanlı ileride beni beklerken görüyorum. Yanına yaklaşınca “Urim, biraz aşağıda yol kıyısında yerde yatan kartalı gördün mü?” diye sordu. Ben de “Görmedim, nerede?” deyince uzun bir ağacın olduğu yeri işaret ederek kuşun orada olduğunu söyledi. Yaklaşık 500 metre tekrar gerisin geri yokuş aşağıya doğru gittim hiç üşenmeden. Dikkatli bakarak yol kıyısında bir kenarda ölmüş kartalı buldum. Büyük olasılıkla alçaktan uçarken ya da serçelerin peşinden avlanırken araçların hizasından tam geçtiği sırada cama çarpıp öldüğü kesin. Kartalın yanına yaklaşıp resmini çekiyorum. Artık özgürce uçamayacak olan kartalın kanatlarını koparıp alıyorum. Neden derseniz kartal tüyünü bisikletimin gidonuna koyup tekrar özgürce uçtuğu gibi rüzgarı hissettireceğim. Doğal olarak ölmeyen kartal ölüsü doğal olmayan plastik su borusu ve plastik su şişesinin yanında öylece yatıyor kanatları emin ellerde.

Yaklaşık 6 Kilometre civarı ana yolda gittikten sonra sağa, köy yollarına saptık. Ana yolun yakınındaki ilk köyde molamızı verdik köyün kahvesinde. Köyün adı Akçakısrak köyü. Küçük köyün kahvesinde çay içip bir şeyler atıştırdık. Yanımızda Gökçukur köyünde verilen pişilerden epeyce var. Pişiler ara öğün olarak iyi gitti. Oturduğumuz kahvenin karşısında tarihi bir caminin bakım inşaatı var. Cami taş bina olarak yapılmış. Tahta iskele kurulup duvarların bakımı yapılıyor.

Bir süre dinlenip tekrar yolumuza devam ediyoruz. Nerede kamp atacağız belli değil. Ya da avucumun içi Vedat söyledi de ben unuttum. Yol yapım çalışmalarının olduğu kısımdan toprak yolda bir süre gidiyoruz yolu yapan iş makinelerinin arasından. Etrafta çam ormanı, toprak yol ve sağ tarafta toprak yığını. Bu toprak yığınını iş makineleri yola dağıtacaklar.

Orman içinden geçen yolda karşıma Kanada Erguvan ağacı tüm dalları pembe çiçeklerle kaplanmış olarak çıktı. Baharın müjdecisi olarak açan Erguvan ağacı yeşil orman içinde ayrı bir görsellik katmış. O kadar çok çiçek açmış ki neredeyse dallar görünmüyor. Ağaç baharı karşılamak için coşmuş ta coşmuş.

Güneş ufka yaklaştı, kamp atmak gerek diyerek uygun bir yer bakıyoruz kendimize. Yolun tam bir U dönüşü yapan bir yerde suyu akan bir çeşmenin olduğu yerde durduk. Etrafı araştırınca burada kamp atmaya karar verdik. Tam bize göre bir yer. Yoldan geçen araç pek yok, gayet sessiz. Etrafta ev mev de yok. Yol U dan daha fazla dönüyor, küçük bir dere yatağı yanında. Bir kıyısından gelip diğer kıyısından geri giden yol. Dere yatağında çınar ağaçları, çalılar kaplamış. Güneş sol tarafta bir tepenin yamacında son ışıklarını vururken. Güneşin batışını izliyorum bir süre.

Çeşmenin arkalarında, düzlük ve yoldan görünmeyen bir yerde kamp alanını kurmaya başladık. Güneş tepelerin arkasında kayboldu. Henüz hava kararmadan akşam ateş yakmak için etraftan toplayabildiğimiz kadar kuru dalları topladık ilk önce. Toplanan dalları kıyıda bir yere yığın yaptık. Çam ormanının içinde küçük bir alandayız.

Herkes toplayabildiği kadar odun parçasını getirip yığına katıyor. Bisikletim KUZ park etmiş durumda sağda, üç kişi de odunları yığına atıyor.

Etrafta kuru dal bulmak hiçte zor değil. Çam ağaçlarından kuruyup düşen dallar yerde öylece doğaya karışmayı bekliyor zamanla. Yeni açan bitkiler de kuru dalı gizlemeye başlamış bile. Ama bize gerekli olan kuru dalı almak zorundayım.

Kuru dalı alırken adeta yerden fışkırmış bitkiler kendine özgü çiçekler açmış. Beş taç yapraklı mor çiçekleri yakından resmini çekiyorum.

Çeşmenin yalağına dökülen su taş duvarın arasından öylece çıkıyor ve betondan yapılmış tulumba ağzı şeklinde bir yerden dökülüyor. Yalak betondan küçük bir havuz olarak yapılmış, su burada birikip dışarıya akıyor. Tulumba ağzının bir kısmını kırmızı sprey boya ile boyamışlar nedense!

Yuvarlak bir yerden gelen su tulumba şeklindeki yere gelip dar bir ağızdan dökülüyor.  Çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdikten sonra ilk işimiz duş almak oluyor. Sırayla çeşmeden dökülen su ile plastik şişeden kestiğimiz kapla dökünerek duşumuzu alıyoruz. Nafiz suyun soğuk oluşundan dolayı biraz bağırıyor. Ben de “Bağırma öyle ormanın içinde, ağzını açıp Sessiz Çığlık at. Daha etkili olur ve seni kimse duymaz” dedim. Sıra bana gelince neden çığlık attığını anlamadım. Su o kadar soğuk değildi ki. Ceyhun Altın da Nafiz’in çığlıklarından etkilenerek semaverde su ısıtıp sıcak duş alıyor. Canı tatlı anlaşılan. Bu arada terli eşyalarımızı da yıkadık bir güzel.

Yakından resmini çekiyorum akan suyu ve tulumba şeklini. Delikten gelen su yuvarlak çanak biçimindeki yere dökülüyor ilk önce, sonra dar bir kanaldan aşağıya berrak bir şekilde akıyor. Yuvarlak kısmın kenarları kırmızı renge boyanmış bölük pörçük. İçi yosun tutmuş, aktığı yer de öyle.

Duşumuzu hava kararmadan alıp temiz elbiseleri giydik. Ateş yanmaya başladı kuru dallarla. Antalyalı arkadaşların keyfine düşkün olmaları nedeni ile yanında taşıdıkları ekstra eşyalar; oturacak katlanır bez sandalye, katlanır alüminyum  masa, kocaman bir tava, kavurma için geniş bir sac, yassı semaver. Bunları normal bir bisiklet turcusu taşımaz ama Antalyalı olmak başka. Ortak aldığımız yiyecekleri iş bölümü yaparak akşam yemeğini pişirmeye başladık. Aşçımız Mehmetali Akyüz kendine üç taş ile ayrı bir ocak yapıyor. Üstüne geniş tavayı koyduktan sonra üç dört yanan odun parçasını ateşten alarak tavanın altına sürüyor. Isınan tavanın içine yağ dökerek yemek pişirmeye başladı.

Önde yanan ateş yığını, arkada Mehmetali sandalyeye oturmuş. Önündeki küçük ocakta tavası, elinde yağ şişesi ile tavaya bakıyor. Sağda da yemek masası olarak kullanacağımız katlanır masa, üzeri malzeme dolu.

Masada salata işini iyi beceren Cem üstlendiği için yapmaya başladı. Bir zamanlar yemek işinle uğraştığı için güzel yemekler ve salata çeşitleri yapar. İşin aslı yaptığı işi severek yapması. Vejetaryen olması bunu değiştirmiyor. Yemek yapmasını sevdiğinden yemesini de seviyor. Mehmetali kendi ocağında tavada yemek yaparken masada da Cem salata ile uğraşı içinde. Cem et yemediği için ona göre yemeği yapıyoruz.

Yemeği pişirip bir çırpıda yedik. Bunu yaparken neşe içinde, muhabbetle, gülerek yapıyoruz. 6 Kişi olmamıza rağmen hepimiz uyumlu biçimde hareket edip neşemizi bozmadan zaman geçiriyoruz. Yemekten sonra ilk önce kahveleri ben yapıyorum her zamanki gibi. Ardından semaverde çay demleyip ay ışığı altında, ormanın içinde içiyoruz. Bizden iyisi yok bu dünyada. Daha ne olsun ki.

Çam ormanı içinde kendini gösteren dolunay ormanı bir derece aydınlatıyor. Ay’ın resmini çekiyorum ama parlak ışıkları etrafa saçılmış olarak siyah gökyüzünde görünüyor. Ay ışığında koyu gölgeli ağaç dalları az görünüyor.

Ateş, serinleyen gecede içimizi ısıtıyor. Ateş sarı yalımları ile etrafı aydınlatırken etrafında oturarak sohbet ediyoruz. Nafiz Sağdur önünde semaver var, görevi semaverde çay demlemek, o yüzden önünde semaverin ateşini devamlı tazeliyor. Diğerlerinin görevi bitti. Ateşin etrafında toplanmışız.

Gecenin geç saatlerine kadar ateşin başında oturup muhabbet ediyoruz. Geç saatler dediğim de 10, 11 civarına kadar. Sonrası herkes çadırlarına çekilip yatıyor. Bu gün güzel yerlerden, güzel köylerden geçip istediğim kartal tüylerini de doğa bana sunması yaşamıma yaşam kattı. Suyun Kaynağına Yolculuk turundan sonraki yeni turumuzun ilk günü gayet güzel geçti. 6 Kişi uyumlu biçimde neşe ve kahkaha içinde, dağları, tepeleri aştık ve çok güzel bir yerde, ormanın içinde kamp attık. Bunları düşünerek uykuya dalıyorum.

Bu gün yaklaşık 33 Kilometre civarı yol yaptık. Normal yoldan değil de dağlardan, köy yollarından gitmek biraz zorlaması nedeni ile kısa bir yol yapmış olduk.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 9. Gün Dönüş

8 Eylül 2014 Pazartesi

Keşan – Bolayır – Gelibolu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Önce bir insan durur

sonra bir sokak

derken bir semt

ve bir şehir

bir bakmışsınız

paldır küldür yıkılır

bütün bulutlar”

(a.ilhan)

 

Öne çıkmış olan görsel, hava kararmaya yüz tutmuş, Marmara denizinin üstünde dolunay aydınlatıyor denizi. Bolayır sırtlarındayız.

 

Dün bisiklet ve çamur beni epey yormuştu. Güzel ve derin bir uyku uyudum sabaha kadar. Saatim sabah 07:00 de çalmasına rağmen biraz tembellik yapıyorum bu sabah. 8 de kalkıp çadırımdan dışarı çıkıyorum. Parkta ki kuşlar güzel bir günün habercisi olarak cıvıldaşıp duruyor. Bir süre kuşların cıvıltılarını dinliyorum. Festival bitmişti ve yeni bir macera başlayacaktı bu gün. Eve dönüş başlıyor ve nereden nasıl gidecektim belli değil. Artık “Kervan yolda düzülür” diyecektim. Yanımda Antalya dan gelen İlkay ve Kosova dan gelen Yaşar yol arkadaşlarım olacaktı. Belki Şafak ile Gelibolu da karşılaşıp beraber de gidebilirdik. Bakalım yol bize ne gösterecek.

GülAyşe fırından bir sürü gevrek, simit, poğaça ne varsa almış gelmiş. Toplam 5 kişiyiz, fırını komple getirmenin anlamı yok. Aç kalmayalım diye biraz abartmış gibi. Neyse kahvaltı masasını hazırlayıp aç kurtlar gibi çatal, kaşık elimizde bekliyoruz çayın demlenmesini Rahman Karataş ile. Benim elimde tahta kaşık ve çatal var. Rahman’ın elinde demir çatal – kaşık bir arada.

10444342_10152673757573559_4803321019224593815_n

Rahman’da bulunan benzin ocağını kullandık çayı demlerken. Benzin lpg ocağa göre daha çabuk kaynatıyor çay suyunu. Piknik masasında 5 kişiyiz, Rahman, ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe.

10641138_10152673757058559_4683509847050411965_n

Güzel bir havada, güzel bir ortamda, güzel insanlarla mutluluğu yakalıyoruz şairin dediği gibi. Acele etmeden, yavaşça, sohbet ederek, sindire sindire kahvaltıyı yaptık. Masada; ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe var.

080920148250

Elinde güzel makine olunca sanatçılık ortaya çıkıyor. İlginç, değişik, şimdiye kadar çekilmemiş, illa ben çekeceğim, anı çekmek için şekilden şekle giren Rahman. Bazen bankın üzerine çıkarak resimler çekmeye başladı. Gerçi çektiği resimleri henüz göremedim ama ne yapalım çeksin bakalım, Allah çektirmesin. Alttan Rahman’ı fotoğraf makinesi ile resim çekerken ben de onu çekiyorum.

080920148251

Muhteşem kahvaltının ardından toparlanmaya başladık, ipte kuruyan eşyaları çantalara katlanıp kondu. Ön arka çantalar yerine takıldı, içine diğer eşyalar konulduktan sonra mat dürüldü, uyku tulumu torbasına sığacak kadar küçültülüp sığdırıldı. Ardından çadır söküldükten sonra bir güzel katlanıp torbasına yerleştirildi. Uyku tulumu, mat ve çadır arka bagajın üstüne konulup kancalı lastik ile sıkıca bağlandıktan sonra yola çıkmaya hazırım. Diğer arkadaşlar da hazırlandıktan sonra parkın dışında muhteşem dörtlü pozu verdik GülAyşe’ye. Park önünde, ben, Rahman, Yaşar ve İlkay. Parkın kapısında Mehmet Gemici cennet parkı yazılmış

Yollar bizim… diyerek kollarımızı kaldırıyoruz.

1501396_805147452870923_1329128817325903180_o

GülAyşe rehberliğinde Hakan Eşme’nin iş yerine gelerek hem festivalin bitişini kutlamak için hem de vedalaşmak için uğradık. İşyeri daracık bir merdivenden yukarı çıkıp ofisine girdik. Elbette ziyaretlerin vazgeçilmezi misafirlere çay ikram edildi.

10672289_10152673758803559_4212442376738348405_n

Çaylar içildikten sonra hep beraber DOÇEK derneğinin lokaline geldik. Kirası ucuz olsun diye ara sokakta bir yerlerde tutulmuş. Hakan bize birer tişört hediye ediyor derneğin. Hep beraber coşkuyu vererek resim çekildik bir DOÇEK anısı olarak. Hakan, Yaşar, GülAyşe, Rahman, ben ve İlkay.

080920148254

Dün aldığım bez ayakkabının arka kısmı, dikiş yerinden sökülmeye başladı bile. Dernek lokaline gelirken gördüğüm ayakkabı tamircisine gelerek ayakkabımın sökülen yerini diktirerek rahatladım. Eee ucuz etin yahnisi yavan olur derler ya işte öyle. Bakalım eve kadar götürecek mi bez ayakkabılar. Ayakkabı tamircisini tezgahının başında ayakkabımı tamir ederken.

080920148252

Ayakkabı tamircisinden lokale geri döndüm. Arkadaşlar içeride beni bekliyorlardı. Bisikletim KUZ park halinde lokal önünde.

080920148253

Ben geldikten sonra yola çıkmağa hazırız deyip GülAyşe’ye bir poz daha veriyoruz birlikte. Rahman İstanbul’a gidecek. Yolumuz burada ayrılıyor. İlkay, Yaşar ve ben İzmir’e kadar beraber gideceğiz. Hakan, ben, İlkay ve Yaşar eller omuzda. Rahman eli ile zafer işareti yapmış.

10608247_805147522870916_3463891203384830683_o

Arkadaşlarla vedalaşma seremonisinin ardından üçümüz ara sokaklardan yola çıktık. İlk önce ana yola çıkmamız gerek. Arkamızdan GülAyşe bizi çekmiş giderken.

10580943_805147709537564_2568536192985181828_o

Ana yola kısa sürede çıkıp normal tempoda yeşil tarlaları seyrederek yolculuğumuz başladı.

080920148255

Neredeyse öğlen oldu Keşan dan ayrılmamız. Kaymak gibi asfaltta tempoyu biraz artırmak gerek deyip asılıyoruz pedallara. Elçek ile kendimi ve arkadaki Yaşar ve İlkay’ı çekiyorum.

080920148257

Festivalin şamatası, telaşı, yeni arkadaşları, eski dostları hepsi geride kaldı. Yolun, yolculuğun sessizliği başladı. Yolda olmak başka bir şey. Sanki yeni yaşama doğru gidiyorum. Önümde yol boş, araç yok.

080920148258

Güneş enerjisi ile dolan feneri lastiklerle direksiyona bağlayıp şarj olacak yolda giderken. Gece fener olarak kullanıyorum. Nasıl olsa güneş bedava. Haliyle şarj da bedava oluyor. Yanında da ön aydınlatma feneri takılı.

080920148259

Arada bir durup nefes almak gerek. Hazır durmuşken Yaşar’ın bir resmini çekeyim dedim, o da pozunu bisikleti ile verdi. Koru dağlarını tırmanmaya başladık. Bulutlar toplanmaya başladı, belki yolda yakalar belli mi olur.

080920148260

Koru dağı zirvesine çıktıktan sonra tam inişe geçerken hava değişti. Birden yağmur başladı, hemen çöp torbalarını ile çantalarımı koruma altına aldım. Yağmurluğu da üzerime giyip inişe devam ettik. Gerçi yağmur fazla sürmedi, öyle bir yağıp geçti üzerimizden. Çay içmek için dinlenme tesislerine karşıdan karşıya geçerken.

080920148261

Yokuş aşağı olunca iniş te çabuk oluyor Koru dağlarından. Gelibolu’ya az kaldı. Gelibolu da ki Selim ile telefonla görüşüyorum bu arada. Gelibolu’ya az kaldı dedim. Şafak ile de telefonlaşıyorum bu arada. O da bizi beklememiş yola çıkmış Gelibolu dan Bizden 50 Kilometre önde. Bana yarımadanın köylerini dolaşarak Eceabat tan Çanakkale’ye geçecek. Belki yakalarız seni dedim. Tabelada; Gelibolu 26, Eceabat 68, Çanakkale 78 Kilometre yazılmış.

080920148262

Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları dolayısı ile trafiğe kapatılmış durumda. Duble yapılmış yolu son kat asfalt atılmış, yer çizgileri çizilmiş. Ufak tefek işleri henüz bitmediğinden trafiğe açılmamış yola geçerek bir süre böyle gidiyoruz istediğim şeritte. Bir daha zor gideriz sol şeritte bisikletle. Yaşar’ı çekiyorum bisikletin üzerinde, hem de sol şeritte.

080920148263

İlkay’ı da çekiyorum bisikletinin üzerinde.

080920148264

Yaşar İlkay ve beni çekiyor yan yana bisiklet sürerken.

080920148265

Bolayır’a vardık, karnımız da acıktı. Bolayır da 2 Kilometre kadar yukarıda. Mecbur çıkacağız yemek işi için. Hem Namık Kemal hem de Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ederiz. Gerçi ben daha önce ziyaret etmiştim. Yaşar daha önce hiç gelmemiş buralara. İlkay da ilk defa geliyor Bolayır tarafına. Onların görmesi gerek.

080920148267

İlk önce bir lokantada yemeği yiyoruz, ardından mezarların olduğu yere geliyoruz. Katran ağaçları parkı süslüyor yeşil olarak.

080920148268

İlk önce Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ediyoruz.

080920148269

Ardından Vatan Şairi Namık Kemal’in mezarını ziyaret ediyoruz.

080920148270

Bolayır yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş şirin, küçük bir kasaba. Etrafa hakim bir tepe olması dolayısı ile manzaranın seyrine doyum olmuyor. Bir süre de olsa Saroz körfezinin güzelliğini seyre daldık. Buralara da yağmur yağıp geçmiş, hava şu an açık.

080920148271

Buradan Çanakkale boğaz girişi görünüyor.

080920148272

Ziyareti bitirip yola çıkacağız, kahvede bizi gören biri bize bu yolu devam edin Gelibolu’ya çıkarsınız. Eski İstanbul yolu olduğunu, sadece yol biraz bakımsızlıktan bozuk olduğunu söylüyor. Hem araç ta geçmiyor bu yoldan. Biz de eski yoldan gitmeye karar vererek yola çıktık. Yol tam Gelibolu yarımadasının başladığı yer olan Bolayır dan itibaren sırt üzerinde gidiyor. İki yan da manzaralı ve bize göre tam istediğimiz bir yol.

080920148274

Trakya’nın en önemli ürünü Ay çiçeği, tarlada olgunlaşmış toplanmayı bekliyorlar. Başı öne eğik, öylece mahzun durumda.

080920148276

Bazı tarladaki ürünler toplanmış.

080920148277

Saroz körfezinin ucunda, Ege denizinde güneş batmak üzere. İşte burada öyle bir an yakaladık ki her zaman denk gelmez. Güneş batıda ufukta alçalmakta. Doğuda ise Ay yeni doğmuş. Güneş batarken çekiyorum sağ tarafımdan.

080920148278

Biz de Gelibolu yarım adasının sırtında her iki yönü de rahatça görüyoruz. Doğuda Marmara denizi üzerinde Ay yeni doğmuş, henüz yükselmekte. İşin ilginç yanı bu gün dolunay. Tepsi gibi büyük olan ay muhteşem görünüyor gümüş renkli ışıltılarıyla. Bu anı dakikalarca seyrediyorum  ve kendimi çok şanslı hissettim birden bire. Güneş batı ufkunda, Dolunay doğu ufkunda. Batıda Ege denizi, Doğuda Marmara denizi. İki ayrı deniz, iki ayrı gök cismi, biri bize hayat veren yıldız, birisi de o yıldızın gezegeninin uydusu. İkisi de 180 derecede bana göre ve ben de yüksek bir tepeden bu olaya şahit oluyorum. Acaba bu durum ne kadar zamanda bir oluyor? Gerçekten kendimi şanslı hissediyorum. Normal yoldan, ana yoldan gitseydim bu durumu yaşayamazdım. Tesadüfler beni doğada erişilmeyecek anlara şahit olmama neden oluyor.

080920148279

Bu anı dakikalarca seyredip durduk, güneş bir süre sonra battı. Gecenin kraliçesi Dolunayın ışıkları gün kararırken daha da artıyor. Dolunayın yükselişini seyrediyoruz bir süre daha. Bisikletler park halinde ayçiçeği tarlası yanında.

080920148280

Digital zoom ile yakınlaştırıyorum Ayı. Ay parlak ışıkları ve dolunay olması nedeni ile gökyüzü biraz mavi gözüküyor.

080920148283

Ay iyice yükseldi, hava da karardı. Marmara denizine vuran ayın şavkı gümüş – altın bir yansıması gözler önüne seriliyor. Ayın büyüleyici ışığı dünyayı kapladı. Hayali bir dünya çıkıyor ortaya, tüm çirkinliklerin üzeri örtülerek ay ışığının büyüsü ile her şey güzelleşiyor gözümüze.

080920148286

Artık inişe başladık, Tüm Gelibolu ve Çanakkale boğaz girişi için kurulmuş olan baz istasyonunun önünden geçerken ağaçlı yolun arasından ayın muhteşem görüntüsü karşıma çıkıyor birden bire. Ben de bu anı çekiyorum.

080920148288

İnişe başladıktan sonra ışıkları yakıyoruz bisiklet üzerindeki. Yol ayın ışığında gündüzmüş gibi görünüyor. Bir ara Yaşar geride kaldı ve durdu, ne oldu diyerek bekledik bir süre. Yanımıza gelince anladık ki tekerlekleri çamurla dolmuş. Gündüz yağan yağmur yerdeki toprakları yumuşatmış. Yaşar’ın lastikleri dağ lastiği olduğu için çamurları toplamaya başlamış yerden. Yoldaki asfaltın büyük bir bölümü yok olmuş. Toprak olan yerler daha çok. Biraz daha aşağıda sağımızda boru döşenmiş ve taze toprak ıslanıp yola yayılmış durumda. Bu kez bizi de çamur tutmaya başladı. Öyle bir hal aldı ki dünkü olayı tekrar yaşamaya başladık. Yeni yapılan toprak harfiyatının artıkları yağmurun etkisi ile sakız gibi olmuş. Yapışkan çamur bizi bırakmıyor yine. 10 Metre gidip çamurları temizlemekten yorulmaya başladık. Böyle çamurla mücadele ederken Selim beni arıyor telefonla. Neredesiniz diyor, ben de Bolayır’dan, eski İstanbul yolundan geldiğimizi, inişe geçtiğimiz sırada çamura battığımızı anlatıyorum. Hemen gelip bizi kurtarmasını söyledim. Selim de merek edip karşılamak için ta Bolayır’a kadar gelmiş, bizi bulamayınca Gelibolu’ya geri gelip telefonla aradı. Biz Selim gelesiye kadar çamurla mücadele ederek inmeye çalıştık. Asfalt yola 500 metre kala Selim arabası ile geldi. Bisikletteki tüm çantaları arabaya verdikten sonra Boş bisikletle çamurları yara yara çıkıp asfalta ulaştık.

Daha önce kaldığım yere giderek arabadan eşyaları alarak çadırları kurduk. Kafeteryada yarım ekmek kokoreç mideme nasıl indi anlamadım bir bira ile. İki gün çamurla uğraşmak yıpratmıştı, yolda böyle olur diyerek moralimizi bozmaya gerek yok. Selime teşekkür ettik bizi çamurdan kurtardığı için. Ayrıca yediğimizin hesabını da bize ödetmedi. Sağ ol var ol Selim, borcumuzu nasıl ödeyeceğim bilemiyorum. Saat 12’ye doğru Selim evine gitti. Ben de deniz şortumu giyerek şöyle bir deniz duşu alayım diyerek denize girip üzerimdeki teri attım. Bu duş iyi geldi doğrusu. Kurulanıp eşofmanlarımı giyerek çadıra güzel bir uyku çekmek için arkadaşlara iyi geceler dedim. Çadıra girip yatıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak 70 Kilometre civarında yol yaptık.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc