Etiket arşivi: martı

Adım Adım Kano

Gemisini Yürüten Kaptan

Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Ama silinmiş, ner’deyse bir şey kalmamış
Çok eskiden çok, ta gençlik yıllarımdan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Bir giysiydi sanki yaseminler
Ağustostaydı, ağustosta bir akşam
Gözlerini hatırlıyorum biraz, sanırım maviydiler
Ah evet maviydiler, mavi gök yakuttan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Ama silinmiş, ner’deyse bir şey kalmamış
Çok eskiden çok, ta gençlik yıllarımdan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim

Ömer Zülfü Livaneli / Kostas Konstandinos Kavafis

 

Öne çıkmış olan görsel, gözleri kapalı genç bir kız, saçları uzun, geriye doğru dalgalanmış, kulağında inci küpesi ve boynunda şal var. Şal da geriye doğru dalgalı. Başının üstünde cam damlası, yanında Jale yazıyor.

IMG_20220818_094350

Az ilerdeki sınıfıma doğru koridorda yürürken teneffüs neredeyse bitmek üzere. Ama acele etmeden yürüyorum. Tavandaki kirişlere bakıyorum. Tavan beyaz, kirişler gri renklerle boyalı, koridorun duvarları ise çok açık maviydi. Gözüme kirişteki zile takıldı. Metal çanın yanında ince demir sapın ucundaki küçük top hazır bekliyordu çana vurmaya. Çok az kaldığını hissediyordum. Teneffüse çıkalı 9 dakikayı geçmişti. Birazdan hademe zilin elektrik düğmesine basacak. Gözüm zile takılınca daha gerideki tavan kirişinde sanki bir şeyin hızlıca hareket ettiğini hissettim. Ama hareket eden şeyin ne olduğunu göremedim. Belki de bana öyle geldi. Açık olan sınıfın kapısından içeriye girdim. Sınıf arkadaşlarımın çoğu sırasına yerleşmiş, yeni derse hazırlanıyorlar. Kimisi de karşılıklı konuşuyordu. Sınıfta kız ve erkek öğrenciler olmasına rağmen kızlar yan yana, erkekler yan yana oturuyordu. Kız ile erkek öğrencinin aynı sırada oturması olanaksızdı. Örf ve adetlerimize uymuyordu da. Halbuki Türkiye’ye göç etmeden önce Kosova’da okuduğum sınıfta kız ve erkek öğrenciler bir sırada oturabiliyorduk.

Ben diğer öğrencilerden bir yaş daha büyüktüm. O yüzden arka sıralarda oturuyordum doğal olarak. Benim gibi sınıfta kalmış bir kaç arkadaşım daha vardı. Hatta benden de büyük olan üç öğrenci var. Biz sınıfın abileri olarak en arka sıraları işgal etmiş durumdayız. Haliyle en yaramazları da. Gürültünün çoğu arka sıralardan çıkıyordu.

Benim sıram en arkadan bir öndeki, pencereden bir sıra içeride. Sınıfa girip sıraların arasından geçerken, ikinci sırada oturan saçları örgülü kıza gözüm ilişti. Beyaz gömleği üzerine bordo yelek giymişti. Örgülü saçları omuzunun arkasında, arkadaşıyla konuşurken başını çevirdikçe bir gömleğin beyaz kısmında, bir bordo yeleğin olduğu yere hareket ediyordu. Kızın ismi Jale, sınıfın çalışkan öğrencilerindendi. Sakin, fazla hareketli olmayan Jale oturduğu ikinci sıranın gerisine geldiğini hatırlamıyorum. Sınıfa girip çıktığında ikinci sıraya gelip yerine oturur. Teneffüs zili çaldığında kalkıp sınıftan dışarı çıkardı. Bazen de tahtaya kalkar dersi tebeşirle yazardı. El yazısı da çok güzeldi. Harfler sanki telgraf tellerine konmuş kuşlar gibiydi. Jale’nin sınıftaki hareket alanı bu kadardı ve arka sıralar daha geniş bir alanı kapladığı halde bu dar alanı kullanıyordu.

Sırama gelip oturdum, sıranın üstü boştu. Teneffüse çıkmadan önce sıranın üzerindeki kitap, defter ve kalemleri çantama koymuştum. Şimdiki ders Türkçe dersiydi. Türkçe kitabımı çıkarıp koyarken gözüm ön sıralarda oturan Jale’yi gördü. O da geriye dönüp bana bakıyordu. Ve göz göze geldik. Mavi iki çift göz, birden içim yandı, yüreğime ateş düştü bir anda. Damarlarımdaki kan alev alev tüm vücudumu kaplamıştı. Küçük kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. İki mavi gözden gelen görünmez ışın gözlerimden içeri doğruca kalbime bir ok gibi saplanmıştı. Şimdiye kadar hiç böyle olmamıştım. Bir anlık göz göze gelmek insanı ne hale getiriyor.

Koridordaki zil çanına küçük topuz saniyede 50 kez vurmaya başlayınca kendime geldim. Bir an kapının üstünde bebek yüzlü küçük bir melek gördüm. Beyaz kanatları sürekli çırpıyor, öylece kapının üstünde duruyordu. Elinde yay vardı, ok dolu sadağı da baldırında bağlıydı. Bebek yüzü ile bana bakıp gülümsedi. Arkasında da annesi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın duruyordu. O da gülümsüyordu. Bunlar Aşk tanrıçası Afrodit ve insanları birbirine aşık eden oğlu Eros olmalıydı. Okunu Jale’nin mavi gözlerinden geçirip kalbime saplamıştı bir anda. İkisi bir anda gözüme görünüp gülümsedikten sonra kayboldu.

Size bu anımı anlatmak istedim. Tıpkı şarkıdaki gibi. Bu benim bir kız ile göz göze gelip aşık olduğum bir andı. Ve ilk aşkımı yaşamıştım.

Daha önce kano yapımını iki proje ile anlatmıştım. Bu projede kanoyu mukavvadan yapmıştım. Şimdi geldi gerçeğini yapmaya. Yapacağım kano denizde yüzecek ve beni hayallerime kavuşturacak. Aslında geçen yıl yapmayı tasarlamıştım ama evdeki bazı tadilatlar ve işler nedeniyle bir yıl kadar gecikti. Bu arada kanoyu nasıl yapacağımı kafamda iyice tasarladım. Kano yapmak için gerekli malzemeler;

1  Marin kontrplak

2 Elyaf

3 Epoksi yapıştırıcı

4 Kestirme fırça

5 Biraz da ustalık

6 Deneme – yanılma

Epoksi yapıştırıcısı ile daha önce çalışmamıştım, nasıl yapılır, elyaf üzerine nasıl sürülür, bunları bilmiyorum. Öğreneceğim artık. Kanoyu yapmak için en önemlisi de yer. Nerede yapacaktım kanoyu? Neyse ki eski ustam, marangozluğu ve mobilya yapımını öğrete ustam Özcan Gürses bana dükkanın bahçesinde yapabilirsin deyince hazırlıklara başladım. Mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin Büyük yat ve tekneleri imal ediyor. Atölyesi Göcek’te. Bir atölyesi daha var; Dalaman’da. Bu yıl bahar biraz gecikti sanki. Havalar bir türlü ısınmıyor. Havaları ısıtıp baharı getirmek için bir tur yapmalıyım. Salgın yüzünden doğru dürüst tur da yapmamıştım.

Ayrıca Kasım ayının son gününde kulaklarımdaki salyangozda kristaller yerinden oynayınca dünya bir döndü ve hala düzelmedi. Yani vertigo olmuştum. Bir süre evde yattım kafam düzelesiye kadar.  Yaklaşık üç ay kadar sürdü. Kısa kısa bisiklete binmeye başladım. Canım da sıkılıyor evde oturmaktan. Bahar turu yapmaya karar verdim bisikletle. Bahar turumun asıl amacı Göcek’te atölyesi olan arkadaşım Mehmet’ten kanoyu nasıl ve neyle yapacağımı öğrenmek. Haliyle yolda uğrayacağım bir çok dostumu da görecektim. Bir taşla üç kuş vuracaktım. Dostlarımla hasret, bisiklet turu ve kano yapımın için teknik bilgi. Tura tek başıma çıktım, ağır ağır yol aldım. Bir çok dostumu görüp doğada, yolda yalnız kalmanın tadını yaşadım. Sonunda hedefime ulaşım arkadaşım Mehmet’ten gerekli bilgi ve desteği aldım Bana Elyaf ve epoksi desteği sağlayacak.

Ben sadece marin kontraplak aldım. Haliyle ne kadar gideceğini bilmediğimden 2 plaka 4 mm kalınlığında kontraplak. 1 Plaka da 6 mm kalınlığında kontraplak. Kontrplakları marangoz atölyesine bıraktım. Marangoz atölyesinin arka bahçesinde zemini düzelttim. 4 Tane  sıpayı dizeledim. Üstüne de eski elbise dolabından çıkan suntaları birleştirip kanoyu yapacağım tezgahı hazırladım. Tezgah 120 X 550 cm ölçülerinde. Tezgah üzerinde rahatça kanoyu yapabilirim.

Aşağıdaki resimde sıpalar üzerinde suntalar birleşmiş halde tezgah. Solda duvara dayalı kontrplaklar.

IMG_20220527_154345

İlk önce iki plakayı yan yana tezgahın üzerine koyup birleştirdim. Boyu 5 metre oldu. Plakalar biraz dışarı taşsa da önemli değil.

IMG_20220527_154553

Kafama takılan şeylerden birisi 5 metre boyunda olacak küpeşte çıtaları. Aklıma küpeşte çıtalarını kontrplaktan yapmak geldi. Hesaplarıma göre bir tabaka daha kontraplak almam gerektiği ortaya çıktı. Bir kontraplak daha aldım ama daha önce aldığım yerden değil, başka yerden aldım. Aldığım kontraplak ölçüleri 6 mm, 170 X 220 cm ölçülerinde. Bu kontrplağın yüzey ölçüsü daha fazla ve küpeşte çıtalarına yetecek ölçüde. Hatta artıyor bile. Tabakadan 4 cm eninde 12 parça kesiyorum. Bu kestiğim parçalardan üç tanesini  sıvı çivi sürerek yapıştıracağım birbirine. Aşağıda çıtalara sıvı çivi sürerken görüyorsunuz. Tezgahın üstünü ve yapacağım kanoyu örtecek kadar naylon alıyorum. Boyutları 200 X 600 cm ölçülerinde. Sıvı çiviyi sürdükten sonra üst üstte koyup sıkıştıracağım işkenceleri de hazırladım. Çıtanın boyu 520 santim olacak, o yüzden bulabildiğim küçük işkencelerden 20 tane kadar topladım.

IMG_20220602_113558

Sıvı çiviyi sürdüm, 3 çıtayı üst üste koyup işkencelerle sırayla sıkıyorum. Haliyle çıtaların boyu 5 metreyi geçtiği için işkenceler yetmiyor. Ben de hava tabancalı tel zımba kullanıyorum arada.

IMG_20220602_115532

Sırayla, acele etmeden dört tane 18 mm kalınlığında çıta elde ettim. Sıvı çivi 3 saatte kuruyor. O yüzden beklemem gerek. Çıtalar bitince üzerini naylon ile örtüyorum.

IMG_20220608_194933

Plakaların yanlarını ortadan ön kısmına kadar olan yeri çiziyorum. Ön taraf 80 santim, arka taraf 80 santim. Kenarlardan uzun dik üçgen şeklinde hem önden hem arkadan dört parça kesiyorum maket bıçağı ile. Dekupaj aleti ile kesmiyorum. Nedeni kontrplağı parçalıyor keserken. Sonra ön kısmı içeri 25 cm işaretleyip pergel ile çeyrek yuvarlak olarak çiziyorum. Bunun için gerekli olan aletler plaka üzerinde. Pergel, gönye, çıta cetvel, şerit metre, küçük çekiç, tel çivi, kerpeten, kurşun kalem ve takozlu zımpara.

IMG_20220608_193948

Çeyrek yuvarlakları maket bıçağı ile yavaş yavaş kesiyorum düzgünce. Kontrplak 4 mm olunca kolay kesiliyor maket bıçağı ile. Kestikten sonra hafifçe kenarları zımparalayıp düzeltiyorum.

IMG_20220609_182503

Arka kısmada tam ortadan 10 cm kadar işaretleyip iç kısma doğru düz biçimde 10 cm kesiyorum. Burası kanonun kıç kısmına koyacağım dümen yeri olacak. Buna ayna diyorlar.

IMG_20220608_192329

İki plakayı henüz birbirine yapıştırmadım daha. Kabuğu oluşturmak için ortadan ön kısma kadar yanlarda beşer, orta ile birlikte 11 tane yarık yapacağım. Bu yarıkların kenarı 15 mm, uzunluğu 30 cm. Dar ve uzun bir üçgen olacak şekilde çiziyorum. Maket bıçağı ile tek tek kesiyorum üçgenleri.

IMG_20220609_184013

Yarık işleri bitince plakaları sıvı çivi ile yapıştırıyorum ortadan. Böylece 5 metre uzunluğunda iki plaka oluştu. Kontrplak kalınlığı 4 mm olunca bana zayıf geldi. Gerçi plakalar yapıştı birbirine ama daha sağlam olacak şekilde yapmam gerek. Düşündüm, taşındım. aklıma orta yere 50 X 50 kare bir plaka yapıştırmak geldi. Plakayı 6 mm kontrplaktan kesiyorum. Orta yere salma yeri için 40 X 3.6 cm yarık kesiyorum. Plakayı sıvı çivi ile yapıştıracağım.

IMG_20220613_132519

Epoksi yapıştırıcısı ve elyafı arkadaşım Mehmet Ertekin getirdi sağ olsun. Epoksi yapıştırıcısı iki karışımdan yapılıyor. Epoksi beyaz renkte ve iki ölçek maşrapaya atıyorum. Sertleştirici ise bal renginde, daha koyu ve bir ölçek katıyorum. Maşrapanın içinde tahta çubuk ile iyice karıştırıp sürülecek hale geliyor. Resimde biri büyük, diğeri yarısı kadar küçük plastik bidonda görünüyor.

IMG_20220929_084048

Yarıkları yapıştırmadan önce alt kısma epoksi sürüyorum fırça ile. İlk defa epoksi kullanıyorum, tecrübem yok. Ne kadar yapacağımı, ne kadar sürüleceğini bilmiyorum. Epoksi yapıştırıcı komponent bir yapıştırıcı olarak adlandırılıyor. İki karışımlı bir sıvı. Ölçekleri beyaz renkli olan A iki ölçek, sertleştirici diye adlandırılan bal renginde olan B bir ölçek karıştırılıyor. Yapılan karışımı 3 saatte kullanmam gerek. Yoksa donma hızlı biçimde başlıyor ve bir daha kullanamıyorsun. Benim ölçeklerim kahve fincanı. İki fincan A, 1 fincan B olarak hazırladığım yapıştırıcı çok fazla oldu. Artanı da kullanacağım yer olmayınca haliyle dondu. Neyse ki donan kısım maşrapadan kolayca ayrıldı da maşrapayı kurtardım. Plakanın alt kısmına epoksiyi fırça ile uygularken.

IMG_20220617_160544

Sürdüğüm epoksiyi hem alt kısma hem de iç kısma sürüyorum. Sertleşen yerlerin dönmemesi için. Sıra geldi yarıkları birleştirmeye Yarıkları birleştirmek için kalın çıtalardan 7 tane maşa biçiminde hazırladı. Çıtaların arka kısmına kolon ile birleştiriyorum. Ön kısmı açık. Öne doğru olan yere de bir parça çıta çakıyorum ki işkence ile sıkmak için yer gerek. Maşalar altta olacak şekilde üstten tel zımba ile sabitledim. Zımbaları çakarken dirolit parçası ile zımbalıyorum ki zımba telini kırmadan çıkarmam gerek.

IMG_20220620_125149

Yarıklar daha rahat birleştirmek için öne ve arkaya 1 metre yüksekliğinde destek sehpası koyuyorum. Yarıkları tek tek birleştirip yapıştırmaya başladım sıvı çivi ile.

IMG_20220620_133914

Yarıkları alttan işkence ile yaklaştırıp sıvı çivi sürüyorum. Sıvı çiviyi sürdükten sonra yarığı tamamen birleştirip kurumaya bırakıyorum. Sıvı çivi 3 saatte donuyor.

IMG_20220620_135729

Bir kaç kez yarıklar gerilime dayanamayınca bıraktı. Yılmadan tekrar birleştirip yapıştırdım. Sabır gerekiyor bu işi yapmak için. Benim de acelem yok. Çünkü nasıl yapılacağını, neler olacağını bilmediğimden deneme yanılma yöntemiyle yavaş yavaş yapıyorum ve sonunda iki yanda da yarıklar yapıştı. Birleştirdiğimde dirolit parça üzerinde tel zımba çakarak yarıkları sağlamca birleştirdim. İki yanda 11 yarık var. Kano kabuğu oluştu ama yarıklar fazla gelince ortadan ve yanlarından birer yarığı boşa çıkardım. Çünkü yarıklar fazla geldi ve taban neredeyse yuvarlak oldu. İki yanda üçer yarık boşa çıkınca istediğim düzlüğe geldi kanonun altı.

IMG_20220622_171940

Şimdi sıra hazırladığım çıtaları yapıştırmaya. İlk önce iç kısmına çıtaları sıvı çivi sürüp işkencelerle sıkıyorum kenarlara. Bu çıta küpeşteleri oluşturacak. Haliyle işkenceler yetmedi, imdada zımba yetişti. Havalı tel zımba makinesi ile dirolit üstünden zımbalıyorum. Böylece çıta kenarlara tutunuyor.

IMG_20220627_180240

Diğer yana da çıtayı aynı yöntemle yapıştırdım. Sıvı çivi 3 saat sonra kuruyunca hazırladığım 14 tane gergi kayışını aralıklarla takıp germeye başladım. Biraz gerince epoksi sürüyorum tabana. Taban sertleşip kıvrılmasın diye. Daha önce  epoksiyi hazırlarken fincan ile ölçülmeyince fazla gelmişti ve kalan donmuştu. Fire vermemek için ölçüleri küçük ilaç kapaklarını kullandım. Yetmezse bir daha hazırlarım ve nereye, ne kadar gideceğini öğreneceğim.

IMG_20220628_130319

Henüz tecrübe oluşmadı, gergi kayışlarını sıktıkça kabuk oluşuyor. Acele edip fazla sıkınca çatırtılar gelmeye başladı ve çat diye kırıldı içteki plakanın kıyısından. Hemen kanoyu tersine çevirdim, Görünen o ki bir şeyleri yanlış yapmışım ve tam kıvrım yerinden konrtaplak kırıldı iki yanda da.

IMG_20220701_102719

Aynı şekilde arka kısımda da çatlaklar oluştu gördüğünüz gibi.

IMG_20220701_102835

Oluşan bu kırık ve çatlakları önlemek ve onarmak gerek. Arka kısımda tabanda açtığım yarık az geldiği için kıvrım yerinden 80 cm kadar daha uzatıyorum. Kırılan yerleri tahtalarla destekli yarık yerleri birleştirip yapıştırdım sıvı çivi ile. İç kısma destek, üstten de sıkıştırma işe yaradı.

IMG_20220701_104812

İç kısma, yapıştırdığım 50 X 50 plaka fazla geniş geldiği için kenarlardan 12.5 cm kesip çıkardım. Plaka boyutu 25 X 50 cm boyutlarına geldi.  Orta kısımda yarılan yerleri birleştirmek içi gergi kayışları yardımı ile, kayışların arasına küçük tahta parçaları koyarak iyice yanaştırıp yapıştırıyorum.

IMG_20220705_135750

Kanoyu çevirip iç kısmında gergi kayışlarını germeden önce sıcak su ile kıvrım yerlerini ıslatıyorum. Bir süre sonra kayışları germeye başlıyorum. Bu iş günlerce sürdü ve istediğim biçimde kabuk kıvrılmaya başladı sorunsuzca. Ön kısımda da hafif çatlaklar oluşunca 50 cm düz, 80 cm de kıvrım yerlerinden kesiyorum. Böylece burun kısmından iç kısma doğru 130 cm kadar kıvrılmayacak. Artık kano kabuğu formuna geldi. Ön kısımdan çekiyorum kanonun içini. Gergi kayışları iyice gerildi.

IMG_20220708_121504

Bir gün geldiğimde bahçeye bir çırağın işe başlamak için beklediğini gördüm. Henüz yeni uçma alıştırmaları yapan martı yavrusu kanonun nasıl yapıldığını merak etmiş olmalı. İleride denizde göreceği kanoyu yakından inceliyor. Martı yavrusu mavi örtünün üzerinde pembe yastık üzerindeki küçük gri yastık üzerinde duruyor. Tüylerinin rengi henüz kırçıllı, yeni palazlanmış.

IMG_20220712_120320

Martı yavrusu kanoyu denetlerken görülüyor.

IMG_20220712_120332

Kabuk oluşunca tahta çıtaları küpeşteye çakıp sabitledim. Gergi kayışlarının işi bitmiş oldu böylece. Burun kısmının iç tarafını testere ile kesip birleştiriyorum. Sıvı çivi sürüp işkence ile sabitledim ve kurumaya bıraktım.

IMG_20220713_095504

Ön kısım kurudu ve istediğim şekli aldı.

IMG_20220713_172232

Kıç kısma da ölçüye göre 3 tane 6 mm plakayı yapıştırdıktan sonra kestim. Burası dümeni takacağım ayna kısmı olacak. Alttan, üstten, yandan işkencelerle sıkıştırıp sıvı çivinin kurumasını bekleyeceğim.

IMG_20220713_172246

Ön ve arka kısımda işim bitince sıra geldi ortada yarılan yere takviye yapmaya. Alt kısmı tabana göre az yuvarlak kesip 4 mm kontraplak parçasını sıvı çivi sürerek yerleştiriyorum. Hazırladığım kalıp ile işkence yardımıyla sıktım.

IMG_20220714_134447

Diğer tarafı da aynı şekilde ek parça ile yapıştırıyorum aynı kalıpla.

IMG_20220714_194733

Böylece dört bir yanda, dört diğer yanda parçalar yapıştı. Ortada salma yeri ve iki plakayı birleştiren 25 X 50 plaka.

IMG_20220714_203731

Ön kısımdaki burun hava tankı olacak biçimde kapalı bir yer olacak. Yapıştıracağım yere göre plakayı kesip hazırladım. İki tane 6 mm plaka yapıştırılıp 12 mm plaka oluştu.

IMG_20220715_104452

Arka kısma da 12 mm plaka kesip hazırlandı.

IMG_20220715_104505

Arka kısma koyacağım plaka yerine yerleştirilip sıvı çivi sürülüp işkence ile sabitlendi.

IMG_20220715_182613

Aynı şekilde ön tarafa da plaka yerleştirilip sabitlendi.

IMG_20220715_182647

Kano ters çevrilip burun kısmının kesik yerleri iyice yanaştırılıp yapıştırıldı. Bunun için işkence ve gergi kayışları kullanıldı.

IMG_20220719_120624

Şimdilik iç kısım her şeyi ile hazır durumda. Arkadan iç kısmının resmini çekiyorum.

IMG_20220719_174016

Salma yeri kutusunu hazırladım. Kutu ölçüleri 40 cm eninde 40 cm boyunda, iç kısmı da 3.6 mm genişliğinde olacak şekilde yaptım.

IMG_20220721_150513

Arka kısmın güverte parçasını kesiyorum İki plakayı yapıştırıp 12 mm kalınlığına getiriyorum.

IMG_20220721_150539

Ön güverteye de 12 mm kalınlığında, sivri uçlu üçgen plaka kesip hazırladım.

IMG_20220721_150629

Salma plakası üç tane 6 mm yapıştırılıp 18 mm ölçülerine getirdim. Plakaları sıvı çivi ve işkencelerle yapıştırdım sağlamca.

IMG_20220721_152147

Hazırladığım salma kutusunu yerine alıştırıyorum.

IMG_20220721_152410

Salma kutusunun içini elyaf döşeyip epoksi sürerek kurumaya bıraktım. Epoksiyi sürmek için 5 santimlik küçük rulo, sapına da mdf çıta çakıyorum ki içine rahat girsin.

IMG_20220722_111719

Küpeştenin dış kısmına hazırladığım çıtayı sıvı çivi ile yapıştırıyorum. İşkencelerle de sıkarak daha iyi yapışmasına olanak veriyorum.

IMG_20220722_154308

3 Saat sonra kurudu, ön kısmını düzgünce testere ile kesiyorum. Diğer kısma yapıştıracağım yeri hazırlamak için.

IMG_20220722_163018

Diğer çıtayı da uygun açıda kesip ön kısma alıştırdıktan sonra yapıştırma işlemine başladım.

IMG_20220722_171935

Kanonun ön tarafı istenen forma girdi. Önden arkaya doğru resmini çekiyorum kanonun.

IMG_20220727_110323

Salma kutusunu dik olarak yerine epoksi ile yapıştırdım.

IMG_20220727_110344

Kano yanlarını sağlam tutmak için çıta yerine salma kutusuna iki tarafa da yapışık plaka alıştırıp yapıştırıyorum.

IMG_20220727_145845

Salma kutusunu tutan plakaların dibini parça elyaflarla epoksi sürerek sağlamlaştırıyorum. Bu parçalar hem gövdeyi ortadan tutacak hem de salma kutusunu tutacak. Yani işi sağlama aldım.

IMG_20220728_114603

Sıra geldi kanoyu elyaf ile sağlamlaştırmaya. Kanoyu ters biçimde tutacak destekleri hazırladım suntadan. Destekler dışbükey biçiminde. İç kısma değecek yerleri de süngerle kapladım ki gövdeye zarar vermesin. Bu destek parçaları iki tane.

IMG_20220728_130607

Kanoyu ters çevirip içine destekleri yerleştirdim. Desteklerin resmini çekiyorum içeriden.

IMG_20220728_142551

Dış kısmı elyaf kaplamadan önce çatlak, çutlak, delik yerleri kapatmak gerek. Bunun için mikro fiber toz kullanacağım. Mikro fiber o kadar ince ki elinle havaya kaldırınca rüzgar hemen ortama yayıyor. Bunun için toz maskesi kullanmak gerek. Naylon torba içinde bembeyaz renkli mikro fiber görünüyor.

IMG_20220728_142417

İlaç kapaklarında iki ölçek epoksi, bir ölçek sertleştiricisi maşrapa içinde karıp yeterli miktarda mikro fiber katarak macun hazırladım.

IMG_20220728_142453

İlk önce burun kısmındaki yeri mikro fiber macun sürerek başlıyorum.

IMG_20220728_142603

Ardından yarık birleşim yerlerine de mikro fiber macun uyguluyorum. Aslında elimde ince toz halinde talaş var ama mikro fiber epoksi ile karışınca müthiş bir yapıştırma özelliği sağlıyor. Bu konuda uzman olan mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin önerdi. Adam koca yatlar yapıyor, bir bildiği vardır mutlaka. Bu çatlak ve delikler önemli, onun için mikro fiber kullandım. Kanonun dış kısmına tamamen mikro fiber macun sürüp bitiriyorum.

IMG_20220728_192713

Titreşimli zımpara makinesi ile dış kısmını zımparalıyorum. Kaymak gibi oldu. Çıraklık yapmaya başladığımda tabelacı ustam derdi ki; “Zımpara önemli, elini sürdün mü hiç pürüz kalmayacak, kaymak gibi olacak.” Ben ustamın sözünü tutarım her zaman.

IMG_20220729_111312

Elyaf kaplamadan önce kanonun borda kısmına yakacağım kadın başını uygun ölçüde kağıda basıp kanoya karbon kağıdı ile kopyalıyorum.

IMG_20220729_160102

Sert tükenmez kalemle resim üzerinden geçip bordaya kopyaladım. Kano ters olduğu için resim ters duruyor. Kadının saçları uzun, geriye doğru dalgalı şekilde, yüzler burna doğru bakıyor. Boynunda da bir şal geriye doğru dalgalı.

IMG_20220729_180748

Bordanın diğer yanına da aynı resmi kopyaladım. Böylece iki tarafta da bir kızın saçları rüzgarda dalgalanacak şekilde denizlerde yol alacak.

IMG_20220729_180803

Kopyalama işi bitince yakma aleti ile sabırla yakmaya başladım.

IMG_20220802_140634

Arka kısma da adımı veriyorum; “kaptan urimbaba’CAN” Nazar değmesin diye de yanına nazar boncuğu yapıştırdım ki gözü kalanlar, kıskananlar ve mavi gözlülerden korunmak için. Nazara inanırım.

IMG_20220804_104832

Madem özgürce denizlerde dolaşacağız o halde BARIŞ ta olmalı. Barışın ve kardeşliğin simgesi olan şekli yakıyorum arka kısmın diğer tarafına. Kano ters olunca barış simgesi de ters duruyor. Barış simgesi şöyle; Daire içinde tam ortada bir çizgi, Bu D harfini temsil ediyor. Göbekten yanlara ve aşağı sarkan birer çizgi de N harfini temsil ediyor.1950’lerde, bugün bilindiği şekliyle “Barış İşareti”, Gerald Holtom tarafından Birleşik Krallık’taki barış hareketinin ön saflarında yer alan Britanya Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın (CND) logosu olarak tasarlanmış olup ABD ve diğer yerlerdeki savaş karşıtı ve karşı kültür aktivistleri tarafından da benimsendi.  Barış Sembolü, “nükleer silahsızlanma” anlamına gelen “N” ve “D” harfleri için semafor sinyallerinin üst üste yerleştirilmesidir ve aynı zamanda Goya’nın 3 Mayıs 1808 (1814) eserine atıfta bulunmaktadır. Barış işaretini hippiler benimseyip sahip çıkmıştır.

IMG_20221107_100252

Aşağıda Barış sembolünün yakılmış hali ters olarak kanonun arkasında.

IMG_20220805_074639

Bir daha geri dönüşü olmayan şeyleri bitirdikten sonra sıra elyaf kaplamaya geldi. Sağ olsun, mahalle arkadaşım bana elyaf ve epoksi getirdi. Elyaf biraz kalın ve ağır ama gövde sağlam olacak. Elyaf yaklaşık 13 metre kare kadar. Dış kısma elyaf bezini seriyorum. Fazlalıkları kesmek için de makas hazır.

IMG_20220805_075555

Sarkan fazlalıkları kesiyorum düzgünce.

IMG_20220805_080939

Epoksiyi kurumadan az miktarda, iki fincan epoksi, bir fincan sertleştiricisi maşrapa içinde karıp kestirme fırça ile sürmeye başladım. Az miktarda yapmamın nedeni ne kadar gidecek bilmiyorum. İlk defa elyaf ile epoksi kullanıyorum. Tecrübem yok ve öğreniyorum yaparken. İlk hazırladığım karışım yarıya yakın kapladı. Devamında tekrar aynı ölçüde hazırlıyorum. Epoksi bidonları, maşrapa, kestirme fırçası, iki ölçü fincanı ve eldiven. Yaktığım kadın figürü ve kanonun ismi Jale görünüyor.

IMG_20220805_085116

Denizcilerde bir adet vardır tarih boyunca. Hiç bir zaman erkek ismi verilmez tekne ve gemilere. Her zaman kadın ismi verilir ki denizlerde kötü şeyler başına gelmesin. Ben de en uygunu ilk aşkım olan Jale ismini vermek oldu. Zaten Jale’nin anlamı da güzel; “Çiğ damlası” Onun için bir çiğ damlası da yakmıştım öncesinden.

IMG_20220805_113613

Dış kısmı tamamen epoksi sürülerek tamamlandı.

IMG_20220805_113715

İnceden bir zımpara çekiyorum makine ile. Makinenin toz toplama yeri var, o yüzden etrafa toz dağılmıyor.

IMG_20220805_151730

Zımparadan sonra bir kat daha epoksi uyguluyorum. Bu kez daha az epoksi gidiyor. Nedeni ise ilk sürdüğümde elyaf çok emmişti epoksiyi. Epoksinin kokusu ve zehirli dumanı olduğundan maske takmak gerek. Ben de takıyorum toz maskesi.

IMG_20220805_160953

Dış kısmında işim bitti. Sıra geldi iç kısma elyaf uygulamaya. Bu kez de ay şeklinde, içbükey biçiminde dayanak hazırlayıp kanoya değecek yerleri sünger ile kaplıyorum. İki tane dayanak hazırladım suntadan.

IMG_20220806_185529

Kanoyu düze çevirip dayanaklara oturtuyorum. Böylece kano sağlam yerde ve hareket etmeden duracak. İlk önce küpeştelerdeki fazlalıklar tıraşlanacak. Canavara kalın zımpara takıp tıraşlıyorum fazlalıkları.

IMG_20220807_085517

Şimdi sıra geldi iç kısma elyaf döşemeye. Arka kısma elyaf döşeyip fazlalıklarını kesiyorum.

IMG_20220807_092453

Epoksi karıp fırça ile sürüyorum elyaf üzerine. Ön kısma da elyaf ve epoksi uyguladım.

IMG_20220807_094743

Arka kısma hazırladığım 12 mm kalınlığında küpeştenin tahtasını yapıştırdım.

IMG_20220812_103746

Ön taraftaki güverteye de plaka yapıştırdım. Arkaya doğru biraz daha çıkıntı bıraktım. Buraya yelken direği için delik açılacak.

IMG_20220813_192932

Küpeştelerdeki yarıkları epoksi ve ince talaş ile macun hazırlayıp dolduruyorum.

IMG_20220815_134557

Küpeştede ince elyaf kullandım, nedeni kalın elyaf dönmüyor ve istenen şekilde durmuyor.

IMG_20220818_093327

Salma yerindeki boşluğu da elyaf ile kaplayıp epoksi uyguluyorum.

IMG_20220818_093344

Henüz yelken direğini almadım, ama elimde 50 mm plastik boru var. Boruya göre ön küpeştede 51 mm panç ile delik açıyorum. Tabana da kontraplak plakalardan yuva yapıp epoksi ile yapıştırıyorum. Boruyu yerine takıp olup olmadığını kontrol ediyorum. Tam da istediğim gibi yelken direği oldu.

IMG_20220818_094321

Daha önce belirtmiştim Jale’nin kelime anlamı olarak “Çiğ damlası” diye. Tam da çiğ damlasına benzer cam parçasını J harfinin dışına, dalgalanan saçların üstüne yapıştırıyorum. Bordada saçları rüzgarda geriye doğru dalgalanan inci küpeli, şallı kadın, kanonun ismi Jale, yanında çiğ damlası. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220818_094350

Salmayı da bitirip üstüne yuvarlak çubuklar yapıştırdım. Epoksi süreceğim iki kat.

IMG_20220818_130003

Şimdi de dümeni yapmaya başlayacağım. Daha önce örneğini yaptığım dümenin bire bir ölçeğinde iki kat olarak yapıştırdığım kontrplakları kesiyorum. Dümen palası, palayı tutacak kutunun parçaları, kalın çıtaları, toplam 8 parça.

IMG_20220815_100546

Dümen kutusunu epoksi ile yapıştırıp üzerine iki kat epoksi sürdüm.

IMG_20220818_130009

Dümen palasına da epoksi sürüyorum iki kat.

IMG_20220818_130015

Epoksiyi sürünce 3 saat kurumasını beklerken boş durmuyorum. Krom hurdacısından aldığım paslanmaz krom plakalardan 3 X 4 cm plakalar kesip deliklerini matkap tezgahında deliyorum dört köşesine. Bu delikler vida delikleri.

IMG_20220821_144438

Uygun kalınlıkta boruya krom çubuk sarıyorum yay gibi. Boru mengeneye bağlı, krom çubuk ucunu boruya kaynakla tutturuyorum. Böylece krom çubuğu kolayca sarıyorum.

IMG_20220821_201722

Sarmal olarak kıvırdığım krom çubuğu boruda enlemesine canavar taşı ile kesince halkalar oluştu. 11 tane 25 mm çapında, 2 tane de 30 mm çapında halka hazır.

IMG_20220821_203517

Halkaları düzeltip krom elektrod ile kaynatıyorum.  Boruda kıvırdığım halkalardan U olarak keserek dikdörtgen plakalara halka içinde kalacak şekilde kaynatıyorum krom elektrod ile. Dümenin sağa sola hareket etmesi için krom menteşe kaidesini de kaynatıp hazır hale getirdim. 8 tane küçük halka, 1 tane büyük halka ve menteşe kaidesi hazır, soğumayı bekliyor. Canavar zımpara ile elden geçecek.

IMG_20220823_102710

Dümen kaidesini de kıçtaki aynaya vidalıyorum. Vidalar da krom vida. Palayı da kutuya tutturup deniyorum. Dümen istediğim gibi oldu.

IMG_20220829_185232

Hazırladığım halkaları küpeşteye koydum, fazlalıkları kesip uygun hale getirdim. 8 tane halkayı eşit olarak küpeşte üzerinde koydum.

IMG_20220829_185240

Baş kısımda ise büyük halkalardan birisini ayarlıyorum

IMG_20220829_185254

Küpeşteye halkaları sabitlemeden önce elyaf ve epoksi ile kaplıyorum. Bu elyaf gövde kullandığım kalın elyaf değil. İnce ve sık dokunmuş hafif elyaf. Gemi yapımında çalışan komşum Gani getirdi elyafı. Elyaf üzerine epoksi uygularken.

WhatsApp Image 2022-08-16 at 18.26.24

Bilin bakalım mengenede, matkap ile ne yapıyorum? Tabi ki makara yapıyorum. İnce, yuvarlak eğeyi mengeneye sıkıştırdım. Yuvarlak panç ile kestiğim 18 mm kalınlığındaki parçayı cıvataya sıkıştırarak matkaba taktım.  daha önceki tecrübelerime dayanarak matkabın dönüş yönünü ters çevirdim. Yani sola dönüyor. Nedeni ise dönen parça eğeye değince mandrenin gevşememesi için. Sağa dönerse gevşiyor.

IMG_20220830_121650

Böylece 4 tane makara yaptım. Bu makaralar yelken direğini döndürecek olan ipler geçecek. Bana 2 tane gerekli, diğerleri yedek olarak kalacak.

IMG_20220830_124004

Hazırladığım halkaları yerine koyarken altta sıvı çivi sürüp krom vida ile sabitliyorum. Yanlarda dörder, öne ve arkaya birer halka taktım. Makaraların ortasına krom boru koyuyorum. Dışına da maşa biçiminde makaraya takıp metrik 6 cıvata  ile yelken direğinin iki yanına takıyorum güverteye. Yelken direği yerine kullandığım boruyu takıp ipi makaralardan ve boruya bir kez dolandırdım. İpi çekince yelken direğini döndürecek oturduğum yerden.

IMG_20220907_094340

Yelken direğini döndüreceğim ip ta arkaya kadar uzattım fazlasıyla.

IMG_20220907_094408

Kano gövdesi bitti ama yapacak daha çok iş var. Bunlardan birisi de kürek. Kano küreği satan yerlerdeki fiyatlar uçmuş. Zaten benim gibi emeklilere hitap etmiyor. O yüzden kendi küreğimi kendim yapacağım. Bunun için biraz düşündüm, taşındım ve aklıma kürek palasının eğriliğinde bir kalıp hazırlamak oldu. Elimde plastik bir kürek vardı. Ona göre eğriliği mdf parçalara çizip şerit testerede kesiyorum 8 parça.

IMG_20220830_144954

8 Parça mdf’yi birbirine yanlamasına vidalıyorum. Kalıp balık sırtı gibi bir şey oldu, sadece yüzgeci yok. Kalıp 14.4 cm eninde oldu, boyu da 30 cm.

IMG_20220830_151425

4 mm plakadan artan parçalardan 16 X 40 cm boyutlarında kesiyorum 2 parça. Sonra kalıba koyup epoksi sürüp diğer parçayı da üstüne koyarak işkencelerle sıktım.

IMG_20220907_104936

Böyle 4 tane kürek palası hazırladım, saplarını kalınlaştırmak için ilave parça koyuyorum. Epoksi ile yapıştırıp işkence ile sıkıyorum.

IMG_20220910_095459

Kürek palaları kuruyunca işkenceleri söktüm Artık kürek sapları işlenmeye hazır.

IMG_20220910_101046

Kürek boruları için sanayiye gidip 28 mm çapında sert alüminyum boru aldım bir boy. Boru 6 metre, dörde böldürüyorum. 1.5 metrelik boru yetiyor kürek için.  Canavara taktığım zımpara ile acele etmeden, yavaş yavaş borunun iç çapına göre yuvarlak olarak zımparalamaya başladım. Kürek palası sıkı biçimde boru içine göre alıştırıldı.

IMG_20220911_130652

İki tane kürek hazır olarak tamamladım. Borunun iki ucunda da kürek palası var. Palaları kürek çekerken suya daldıracağım şekilde açısına göre saplarını ikişer tane krom vida ile sabitledim.

IMG_20220912_171854

Kürek palaları bitince yakma aleti ile her küreğe “kaptan Urim Baba” ve birine “Sancak” birine “İskele” yazılarını yakıyorum. Böylece sağ sol yerine iskele sancak diyerek şaşırma olmayacak. Gemilerde sağ tarafa Sancak, sol tarafa da İskele deniyor. Dört küreği de yakıyorum.

IMG_20220921_092900

Küreklerin yazısı bitince epoksi uyguluyorum iki kat. Kürekler dikine balkon altına dayalı.

IMG_20220925_144534

Dümen yekesi için arkadaşım Nihat gürgen tahtalar getirdi. Uygun kalınlıkta parke tahtalarını 4 cm eninde kesip yekeyi hazırladım. Oturduğum yerden istediğim zaman dümeni indirip kaldırabileceğim.

IMG_20220907_125521

Sanayiye bu kez arabam ile gittim. Bir boy 50 mm’lik sert alüminyum boru alıp daha önceden kestiğim alüminyum parçaları kaynattırdım istediğim yere. Bunlar bayrak ve yelken iplerini bağlamak için  Alüminyum boru 6 metre, boruyu 3 metre olarak kestirdim. Birini kullanıp diğerini yedek bırakacağım.

IMG_20220914_171949

Aşağıdaki resimde gördüğünüz küçük çantada ne var? Bilin bakalım?

IMG_20220914_172006

Bilemediniz değil mi? Elbette kim bilebilirdi ki! Neyse bilmeceleri bir yana bırakalım. Sevgili arkadaşım Şerif kılavuz, namı diğer huysuz ihtiyarı görmeye gitmiştim. Kano için yelken bezi aradığımı söyleyince yukarıdaki küçük çantayı verdi. İçinde hamak için yaptığı kumaş vardı. Kumaşın rengi mavi. Mahallemizdeki döşemeci arkadaşım Hasan’ın dükkanında yelken bezi olacak şekilde kesip kenarlarına ip koyarak dikiyor.

IMG_20220915_110344

Yelken direğine göre kesip biçtiğimiz mavi bezi yelken direğine bağladım. Döşemeci Hasan da bahçesinde beni çekiyor hazırladığımız yelken ile. Bakalım istenen sonucu elde edebilecek miyiz.

IMG_20220915_114112

Yelken direği ve bezi hazır olunca bir deneyeyim diye kanonun başına gelip sandalyeden kanoya binerken marangoz Özcan da beni çekiyor.

IMG_20220915_122701

Kanonun arkasına oturup ipleri elime alıyorum. Bir iskele tarafına, bir sancak tarafına ipi çekerek yelken direğinin nasıl döndüğünü gözlemliyorum. Yelken direğinin üstüne ve altına plastik tapa ile kapattım. Alt tarafı deliğine göre tıraşlayıp alıştırdım. Plastik tabanda rahat dönmeyi sağlıyor. En arkadan yelkeni istediğim şekilde açıp kapatmış oldum böylece.

IMG_20220915_122727

Küpeştenin altına da 75 mm çapında spiral hortum döşüyorum. Hortumu tutturmak için krom saç kesip kelepçe şeklinde küpeşteye vidaladım. Ağızlarına da tapa takacağım ki içine su girmesin. Bu hortumları koymamın nedeni küçük çırpıntıları altta soğurması. Böylece kano içine biraz da olsa su girmesini kesecek. Ayrıca kanonun yanlarında iki hava tankı da olunca kano tamamen batmaz olacak.

IMG_20220915_183502

Şimdi sıra geldi oturacağımız yerlere. İçine tabanın şekline göre alıştırdığım 12 mm kalınlığında konrtaplak parçasını üstü düz olacak şekilde yapıştırıyorum.

IMG_20220919_175545

Üzerine de 6 mm plakayı epoksi ile yapıştırdım.

IMG_20220919_175607

Yelken direğinin yerinden çıkmaması için kelepçe hazırladım. Ortası yuvarlak, kenarları çıkıntılı. Bu çıkıntılara cıvata takıp alttan sıkıştıracağım yelken direğini. Böylece denizdeyken yelken direği uçup gitmeyecek.

IMG_20220925_133646

İzmir Karabağlar sanayisinde hazır satılan üretim yerinden iki konrtaplak sandalye alıyorum. Sandalyenin arkasına da “Gemisini yürüten kaptan urimbaba’CAN” olarak yaktım. Altına da logomu yakıyorum.

IMG_20220921_124713

Kano neredeyse bitmek üzere. Peki kanoyu denize kadar nasıl götüreceğim. Elbette yürüyerek. Kanoya tekerlekli taşıma arabası yapacağım. İlk önce elimde olan 24 inç bisiklet tekerleğini hazırlamakla başladım. Bisikletler tavan arasında duruyordu. Ön tekerlekleri söküp ilk önce patlağı var mı diye lastiği sökerek kontrol ediyorum. İki lastikte de birer delik vardı. Delikleri yamadım. İki bisiklet tekerleği duvarda, birinin iç lastiği dışında yamanmayı bekliyor.

IMG_20220922_095516

Elimdeki 20 X 30 profilden şase hazırladım. Kanonun gövdesi oturacak biçimde yanlarına destek profili kaynattım. Tekerleğe göre de alt kısma kalın lama kaynatıp deldim. Tekerlekleri de taktım, şahane oldu.

IMG_20220925_101717

Kanoyu taşıma arabası hazır, sadece boyama işi ve 15 cm eninde, 100 cm boyunda, 1.2 mm kalınlıkta galvanizli saç alıp yay biçiminde takacağım.

IMG_20220925_133608

Kanoyu taşıyacağım araba hazır. Kano gövdesini tutacak olan galvanizli saç üzerine mat parçalarını bağlıyorum.

IMG_20221113_103813

Kanoyu denize indirmeden önce ustam olan arkadaşım Mehmet Ertekin bana en az 7 kat poliüretan vernik atmalısın dedi. Nedeni ise epoksi Güneşin UV ışınlarına dayanamayıp çözülmesi. Ben de gidip alıyorum bir galon poliüretan vernik. Bu vernik Güneşin UV ışınlarına dayanıklı olması. Bu vernik komponent bir ürün, yani iki karışımlı. Biri büyük, biri üçte biri kadar küçük teneke kutuda satılıyor. Ölçüleri de vernik 3 ölçü, sertleştiricisi 1 ölçek. Aşağıda, üst üstte, biri büyük, biri küçük 2 teneke poliüretan vernik kutu görünüyor.

IMG_20220929_084018

Elime ruloyu alıp hazırladığım verniği uygulamaya başladım. Bu verniği uygulamadan önce ince zımpara ile zımparalamak gerek. Yoksa tutmaz. İlk zımparayı epoksi üzerine sürmeden önce 300 numaralı zımpara kullandım. Sonraki her kat aralığında 600 numaranı zımpara ile iyice zımparalıyorum. Verniğin donma süresi 3 saat. Sonraki uygulaması da 8 saat sonra olması gerekiyor. Dışına 7, içine 7 toplam 14 kat olacak. Zaman aralığı 8 saat olunca sabah erkenden bir kat, akşam da bir kat sürünce 7 günde anca bitiyor. Başlarken de 1 gün kaybedince toplam 8 günde vernik işi anca bitti. Verniği 5 cm’lik küçük rulo ile uyguluyorum. Rulonun kurumaması için su içinde bırakıyorum. Böylece her kat için bir rulo harcamadım. Suya koyunca 3 yada 4 kat atabiliyorum rulo ile. İki galon poliüretan vernik gitti. Bir galon yaklaşık 3 litre kadar.

IMG_20220929_175433

Böylece kanonun yapım aşaması bitti. İlk defa gerçek bir kano yaptım. Bakalım dengede durup yüzecek mi, merak içindeyim. Kanoyu yaparken ne ölçü, ne plan ne de destek vardı. Yapmaya başlamadan önce yıllarca araştırma yaptım, gerekli bilgileri topladım. Arkadaşlarımla fikir alış verişlerinde bulundum. Mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin bana çok yardımı ve desteği oldu. Tecrübesizliğimden bazı hatalar yaptım haliyle. Yaptığım hata üzerinde düşünüp yeni fikirler oluştu. Bazı arkadaşlarım her ne kadar dalga geçse de ben bildiğimden şaşmadım ve 4 ay gibi bir zamanda kanoyu bitirdim. Elbette daha kısa bir zamanda yapılabilir şimdiki tecrübelerime göre. 1 Kasım 2022 tarihine göre yaklaşık 8.000 ile 9.000 Lira kadar masrafım oldu. Aldığım malzemeler ithal olunca dolar yada euro kur hesabına göre hesaplandığı için 500 euro kadar tutuyor. Siz de ona göre kur hesabına göre ne kadar harcayacağınızı bilirsiniz bir kano yapmak için. Her şey dolarla olunca fiyatlar sürekli artıyor. Bazı ucuzladığı da oldu ama devede kulak sayılır.

Aşağıda yaptığım kanonun şekil olarak çizimi ve ölçülerinin resmi. Verdiğim ölçüler üç aşağı beş yukarı yaptığım ölçülerdir.

IMG_20221112_082059

Hayallerimden birisi daha gerçekleşti, şimdi sıra denizde denemelere. Maceralar bizi bekliyor. Elimden geldiği kadar kano yapımını adım adım anlatmaya çalıştım. Nasıl yapıldığını da resimlerle gösterdim. Eğer siz de bir kano yapmaya başlarsanız elimden gelen teknik yardımı yapmaya hazırım.

Bir sonraki yazımda kanonun denizle buluşma ve deneme yazısında görüşmek üzere.

 

8. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 4. Gün

23 Nisan 2029 Salı

Urla İskele – Urla – Kuşçular Bademler – İnciraltı kent ormanı – Konak

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Hepimiz bir yerlerdeydik
Başka bir yere geldik
Değişen dünyanın sürecinde
Karanlık bir sudan geldik

Ruhi Su

 

Öne çıkmış olan görsel, 23 Nisan Çocuk bayramı kutlamaları. Bir masada kız ve erkek öğrenci oturmuş. Arkasında kızlar, erkekler alkışlıyor okul bahçesinde.

DSCN7376

Sabah erkenden kalktık, çadırları, eşyaları toplayıp kıytırığa yükledim. Buradaki kum denizinde pankartımızı bağlayacak ağaç pek yok. Bir tane okaliptus ağacının gövdesine bağlayıp diğer taraftan Sezer ipi çekip pankartı germiş oluyor. Hatıra çektirmek isteyenler resim çekiliyorlar. Olan baytar Sezer’e oluyor, kolları koptu germekten. Pankartta “Az bilinen antik kentler turu Hatırası, #abakheryerde #abakseninlegüzel” yazıyor. Bisiklete binmiş kadın ve erkek resmi, sadece başları delik. Burada başları çıkarıp resim çekiliyoruz.  Bisikletler taş tekerlekli ve kadrosu kemikten. Ortada sütunlu tapınak var

DSCN7317

Kahvaltıdan önce kahvemi pişiriyorum, yanımda bacanağım var. Birlikte resim çekildik. Bacanağım çömelmiş, ben sandalyemde oturmuşum.

DSCN7319

Kahvaltıyı birlikte yaptık. Ketring Ayşe son kez kahvaltıyı sundu ve takımları toplayıp Aliağa’ya döndüler. Biz de yola çıktık, bu gün 23 Nisan Çocuk bayramı. Bademler köy ilkokulunda kutlayacağız. O yüzden erkenden, fazla oyalanmadan okulda olmamız gerek. Urla’ya ana yoldan  değil de bahçeler arasından, trafiğin olmadığı yerden gideceğiz. En arkadan geldiğim için benden başka Enes ve Cem var. Bahçeler içinden geçen yeşil yolda bisiklete biniyorlar.

DSCN7325

İzmir – Çeşme yoluna çıkmaya çok az kaldı. Arkadaşlar benzinlikte bizi bekliyorlar. Aradan onları görüyorum. Cem ve Enes önümde gidiyorlar.

DSCN7327

Bizi bekleyenlerle buluştuktan sonra fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Urla’nın içinden hızlıca geçip arka yola geçerek Bademler köyüne gideceğiz. Sarı çiçeklerin ardından yola çıkmış bisikletçiler giderken.

DSCN7328

Urla’nın arka mahallesinde üstü kapalı, önü açık çeşme var. Yaz kış üç borudan sürekli akar. Tamamen beyaz kireç vurulmuş çeşmeye.

DSCN7331

Üç borudan akan sular yalağa dökülüyor. Üç çeşmeyi sığacak şekilde çekiyorum.

DSCN7332

Tek çeşmeyi daha yakından çekiyorum. Dibi yosun tutmuş çeşmenin.

DSCN7333

Grubun arkasından ben de yola çıktım. Yol iniyor ve tekrar küçük bir yokuşu aşmak gerek. Epey arkalarda olduğumdan tüm bisikletçileri yokuşu çıkarken yakınlaştırıp çekiyorum. Beton direkler ve sarkan elektrik telleri de görüntüye girdi.

DSCN7334

Tepeye çıkınca manzara da güzelleşti. Urla, Karantina adası, İskele, Çeşmealtı ve adalar manzarayı oluşturuyor deniz ile birlikte.

DSCN7339

Düzlükte resim çektikten sonra Hakan fotoğraf makinesini alıp orada küçük bir sürüyü otlatan çobanı yakından çekiyor bir kaç poz. Kazak giymiş, üzerinde deri ceket, saçı sakalı kırlaşıp uzamış, soluna doğru derin bakışları atıyor.

DSCN7342

Yüzü ve anlı kırışmış, şimdiye kadar neler yaşadığının derin izlerini oluşturmuş. Her kırışıklığın bir hikayesi olmalı ama çoban sessizliğini bozmadan her şeyi anlatıyor sanki. Ne şapkası var, ne güneş gözlüğü. Yüzü Güneşten yanmış gözlerini kısarak resim çeken Hakan’a bakıyor. Açık alınlı, kısa kır saçı sakalına karışmış, sigaradan sararmış bıyıkları ile dertlerini anlatamıyor bile.

DSCN7358

Fazla yüksek olmayan tepeleri aşıp Bademler köyünün içindeki okulun bahçesine geldik. Okul bahçesinde Öğrenciler ve Öğretmenler toplanmış bizleri dört gözle bekliyorlardı. En son ben geldikten sonra hemen törenlere başladı çocuklar. Geleneksel hale gelen Az bilinen antik kentler bisiklet turunun bir özelliği olan 23 Nisan çocuk bayramını çocuklarla birlikte, çocuklar gibi kutlamak. Her zaman olduğu gibi en küçüklerden başlıyor gösteriler. Ana okulundaki öğrenciler oyunlarını bizlere göstermeye başladı.

DSCN7360

Diğer öğrenciler kıyılarda toplaşmışlar gösteri yapanları izliyorlar yere oturmuş.

DSCN7361

Üç erkek öğrenci merdivenin basamağına oturmuş elinde Türk bayrağı ve Türk bayraklı tişört gitmiş halde izliyorlar.

DSCN7362

Sonra 1. sınıf öğrencileri çıktı sahneye. Kırmızı etek, beyaz uzun kollu tişört, önünde Atatürk resmi basılı oynuyorlar.

DSCN7364

Gösteriyi sunan biri kız, biri erkek öğrenci mikrofondan gösteri yapanları sunuyorlar.

DSCN7366

Karşı köşede ABAK bisikletçileri toplaşmışlar gösterileri izliyorlar. Çoğu oturmuş, bir kaç kişi ayakta. Solda kaide üstünde Atatürk büstü var.

DSCN7367

ABAK bisikletçilerini komple kareye sığdırıyorum.

DSCN7369

Erkek öğrenci şiir okuyor bizlere mikrofonla.

DSCN7370

Henüz 23 Nisan çocuk bayramını bilmeyen Güneş ilk defa bayrama katılıyor. Annesi Şeyma de yanında. Turkuaz mavi elbiseler giymişler ana -Oğul.

DSCN7371

Başka bir çocuk ta annesi Merve ile birlikte 23 Nisan çocuk bayramını kutluyor.

DSCN7373

Bu yıl çocuklu ailelerin tura katılmalarını sağladık daha çok, Bebekler olduğu kadar daha büyük çocuklar da var. Feyzan ve kızı yere oturmuş gösterileri izliyorlar.

DSCN7374

Öğrenciler Gelin ve Damat oyununu nikah masasına oturmuş olarak oynuyorlar.

DSCN7375

Gelin ve Damadın arkasında çocuklar da onlara alkış tutarak eşlik ediyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN7376

Şimdiye kadar tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerinin bayrakları çocukların elinde bizlere tanıtıyorlar.

DSCN7382

Küçük öğrenciler toplanmış olarak 23 Nisan şiirini okuyorlar.

DSCN7388

Masal gibi küçük bir kız çocuğunun bayramı değil 23 Nisan ama ilk defa katılıyor annesi Senem ile. Masal elinde oyuncağı ile oynuyor.

DSCN7389

Sıra geldi ortaokul öğrencilerine. Ellerinde püsküllü toplarla oyun oynuyorlar.

DSCN7396

Sevimli Güneş’i başkasına verip yan yana oturuyor Şeyma ve Olcay. İkisini bir arada görmek zor.

DSCN7399

Ortaokula giden kız öğrenciler grup dansı yapıyorlar seyircilere.

DSCN7404

En son olarak ABAK bisikletçileri ile öğrenciler dans ediyorlar birlikte.

DSCN7406

Törenler, gösteriler, şiirler bitti, sıra geldi öğrencilerin hediyelerini vermeye. Hazırladığımız hediye torbalarını çocuklara ABAK bisikletçileri tek tek veriyorlar sırayla. Bir erkek öğrenci hediye torbasını almış.

DSCN7410

Ben de bir öğrenciye hediye torbasını verirken İlknur Sözündeduran çekiyor.

58383323_2131390343616681_3066955392098500608_n-1024x683

Sıranın sonuna kaçak olarak giren yaramaz çocuklar da var. Boyunu küçültmek için çömelerek giden Hakan sıranın sonunda. Boyunu küçültmeye gerek görmeyen bacanağım Selahattin de sırada hediye almaya çalışıyorlar. Elbette onlara vermiyoruz.

DSCN7509

Uzun süredir görmediğim, turda da işlerinden dolayı pek konuşamadığım Esra Alkan ile sohbet etme fırsatı doğuyor. Birlikte resim çekiliyoruz bisikletlerimize binmiş olarak.

DSCN7516

Bisikletim KUZ ve kıytırık yola çıkmaya hazır. Ben erkenden yola çıkacağım, o yüzden arkadaşlardan önce yola çıktım. Çünkü İnciraltı kent ormanından geçen ABAK katılımcılara kendi yerimde kahve pişirip ikram edeceğim. Erkenden gidip hazırlıklarımı yapmalıyım. Bisiklete binmiş yola çıktığım an.

58599148_2131380356951013_2658123820333793280_n-1024x683

Hakan ile birlikte yola çıktık, hızlıca İnciraltı kent ormanına vardık. Burada fotoğraf makinesini Hakan’a veriyorum. O da resim çekiyor kafasına göre. Ama güzel çekimleri var, bu işi biliyor. Zaten fotoğraf makinesini o vermişti. İnciraltı kent ormanı kıyıları kumluk ve sığ. Burada kum midyesi yetişiyor ve bu kum midyesini çıkarıp satanlar var. Balıkadam elbisesi giymiş midye çıkarıcıları, elinde kürek ve elekle akvades (kum midyesi) çıkarıyorlar. Deniz dibindeki kumları kürekle eleğin içine atarak eliyorlar kumları. Elekte akvadesler kalıyor. Bunları torbaya koyarak akşama kadar topluyorlar. Sonra alıcıya gidip tartarak satıyorlar ve iyi para kazanıyorlar. Bu akvadesleri İtalya’ya ihraç ediyorlar.

DSCN7521

İnciraltı kent ormanına girdik, burada eskiden balık çiftliği dalyan vardı, şimdilerde dalyanın büyük bir bölümü toprakla doldurulup ağaçlar dikilerek kent ormanı oluşturuldu. İzmir’de en büyük yeşil alan burası. Dalyan lagüne dönüştü. Deniz ile bağlantısı var iki kanaldan. Sular yükselince deniz içeri akıyor, alçalınca dışarı akıyor sürekli. Kanalların biri küçük, birisi büyük. İkisinde de köprü var. Büyük kanalın üzerine yapılan köprünün ismi Barış Manço köprüsü. Hakan Sevin beni bisikletin üzerinde köprüden aşağı inerken çekiyor. Köprünün iki yanında mavi boyalı korkuluk demirleri var.

DSCN7522

Lagün tarafı çok sığ, burada su kuşları gelip besleniyor. en önemli kuşlardan flamingo kuşları sürekli buraya gelip yemleniyor. Kanalın ağzında kamış olta ile balık avlayan birisi ayakta. Lagün üzerinde bazı yerler yosun ile kaplı. Karşıda Narlıdere dağları.

DSCN7563

Lagünün daimi sahipleri flamingo kuşları için cennet sayılır. Burada rüzgarın durumuna göre yer değiştiriyorlar. Uzun ayakları sayesinde sığ olan lagün içinde gezinerek yemlerini yiyorlar bütün gün. Uçmadıkları zaman tüylerinden dolayı beyaz görünüyor. Kanatlarını açıp uçmaya başlayınca tüm güzelliği ortaya çıkıyor. Kanat altı ve uç kısımları turuncu ve siyah tüyleri ortaya çıkıyor. Bu görsel anı yakalamak için uzunca beklemek gerek. Uçmaya başlayınca beklemeye değdiğini göreceksiniz. Bir flamingo kuşu uçuyor deniz üstünde. Geniş kanatlarını açmış deniz üstünde turuncu ve siyah renklerini gösteriyor. Diğer flamingo kuşları geziniyorlar uzun bacakları ile.

DSCN1859

Martılar denizlerin hakimi, her yerdeler ve hem denizi hem de karayı kontrol ediyorlar sürekli olarak. Bir martı çok yüksek olan aydınlatma direğindeki lambaya konmuş etrafı gözetliyor. Burada bir gerçeği söylemek istiyorum “Martılar telgraf tellerine konmaz!” Nedeni ise perde ayaklı olmaları. İnce telleri kavrayacak pençeleri olmadığı için telgraf tellerine tutunamazlar. Düz olan zeminlere konarlar.

DSCN7569

Sonunda kahve yaptığım yer olan Çakalburnu’na geldim. İnciraltı kent ormanında, denizin kıyısında, tam da burun ucunda kahvemi yapıyorum. 2015 Yılının Ekim ayından beri İzmir de olduğum zamanlarda her Cumartesi günü kahve etkinliği yapıyorum. Burada kahvenin duvarı yok, çatısı da yok. Açık alan, bir ılgın ağacının dibinde Urim Baba’nın kahvesi. Hani soruyorsunuz ya dükkan nerede? Dükkanı kime bıraktın? İşte dükkan burası, kimseye de bırakmıyorum. Ben neredeysem dükkan orada. İzmir de en uygun yerde arkadaşlarıma, dostlara, tanıdıklara, tanıdık olmayanlara, yoldan geçenlere muhabbet eşliğinde kahve pişirip ikram ediyorum. Hem kahve beleş, sadece fal bakılmıyor. Arkadaşım Emre Kanat tarafından dron kamera ile havadan çekilmiş kent ormanı, ağaçları, çimenleri ve yolları görünüyor. Evim da karşıki yamaçta, yani buraya 4 Kilometre yakınlıkta.

50946102_2292843507432462_6092584660414496768_o

Kendi yapımım olan kuş yuvasını ılgın ağacına bağladım. Belki bir kuş yuva yapabilir. Bu kuş yuvalarından çokça yaptım ve ormandaki ağaçlara astık arkadaşlarla birlikte. Çoğuna kuşlar yuva yaptığını gözlemledik ve her baharda yavrular yetiştiğini gördük.

IMG_20190727_152614

Arkeologların İnciraltı kent ormanında, Çakalburnu civarında yaptıkları kazılarda elde ettikleri tek bulgu bir tablet oldu. Yapılan incelemede bu tablet pişmiş topraktan yapıldığı, yapıldığı zaman ise M.Ö. 8.000 yıl dönemine ait bir çalışma olduğunu tahmin ediyorlar. Bunun kanıtı tabletteki sol üst köşesindeki işaretten anlaşıldığını söylüyorlar. İşaretin ortasındaki 8 küçük üçgen belirtiyor yapıldığı tarihi. Demek ki bir bilinmeyen dönemle karşı karşıyayız. Turumuzun adından anlaşılacağı gibi Az Bilinen Antik Kentler turuna uygun bir yerdeyiz. Buraya o yüzden Urim Baba’nın kahvesi adı verilmiş. Tablette Urim Baba’nın kahvesi logosu basılmış. Bisiklet tekerleği, siyah bir tüy, ucu beyaz ve kahve cezvesi.

IMG-20190621-WA0003

Ben Urim Baba’nın kahvesine gelip tezgahı açtıktan sonra ilk olarak Eczacı Demet geldi.

DSCN7570

İlk gelenlere kahve pişirip ikram ediyorum. Kahve içerken resim çekiliyoruz, kahve tezgahı olarak üzer düz olan mermer blok taşını kullanıyorum. Bisikletim KUZ ve kıytırık solda. Toplam 7 kişiyiz.

DSCN7571

Sonrasından tüm katılımcılar geldi, hepsine kahve pişirip ikram ettim. Kimseden para almadım, zaten kahve beleş. Kahve içerken her zaman olduğu gibi bol bol muhabbet edildi. Kahve değirmeni sürekli çalıştı, taze kahve çekildi. Kahve kokusu ormana yayıldı. Buradan İzmir de oturanlar evlerine dağıldı. Son kalanlarla birlikte Konak meydanındaki Saat Kulesinde turu bitiriyoruz.

Böylece bir turun ve tur yazısının sonuna geldik. Bu turdaki bir kaç yeri daha önceki yazılarımda yazıp paylaşmıştım. İlk defa Foça dan Mordoğan’a vapur ile geçerek bir yenilik yaptık. Elimden geldiği kadar resim çekip sizlerle paylaştım. Her resimde görme engelli arkadaşlar için betimleme yaparak onların da dünyasına gezdiğim yerleri bir derece göstermeye çalıştım. Yeni turlarda görüşme dileği ile

Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 49 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 3. Gün

9 Mayıs 2017 Salı

Çaldere köyü – Kepsut – Recepköy – Susurluk

(Kör arkadaşlar için Betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya’ya aittir)

 

yüzümü senin için yıkarım

gömleğimi senin için geçiririm

ama sen bilmezsin bunu niçin

gömleğimi senin için geçiririm

yüzümü senin için yıkarım niçin ben

bilmem bunu âşk aşkür

ölüm o Ölüm

ateş ateştir a iki gözüm

neden bütün bunlar böyledir ve madem ki böyledir

neden böyle olmalıdır

işte kimse bilmez bunu

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Uzayıp giden tren rayları, ağaçlar ve evler.

Çalderenin şırıltıları ile güzel bir uyku çektikten sonra doğa kendisi uyandırıyor erkenden. Erkenden uyanmanın nedeni temiz havada, bol oksijen solumanın getirdiği dinlenme insana yetiyor. Güneş henüz doğmamış ama kuşlar erkenden kalkmış güzel şarkılarını çayın söğüt dallarında söylüyor. Adeta çayın sesine ayak uyduruyor kuşlar. Çadırımın kapısını açınca çayın olduğu yerdeki ağaçları görüyorum.

Tam güneşin doğduğu sırada kahve cezvem ocağın üstünde pişmeye başladı. Güneşin doğuşunu kahve içerek kutlamak gibisi yok. Köpüklü kahve cezvesi ile tepede doğan Güneşin doğuş anını çekiyorum bir poz. Cezvenin sapı Güneşin doğduğu yere doğru duruyor. İleride Vedat’ın tripod, altında yağ şişesi ve portatif yemek masası. Masanın üzerinde su şişesi ve tencere, tava konulmuş.

Ben cezve ile Güneşin doğduğu anı çekerken yere uzanmış durumda Vedat ta benim resmimi çekiyor. Mata yatarak resim çekerken, ocakta cezve köpüklü, dört fincan. Kahve kutusu, ocak kabı turuncu plastik. Yeşil fincan kutusu ayağımın dibinde. Arkada tuvalet binası, betonunun üzerinde naylon poşetler, çaydanlık, kavurma sacı ve semaver.

Bulunduğumuz yerde parlak kırmızı renkleri ve artı biçiminde siyah parlak renkli taç yapraklarını açmış gelincik muhteşem görünüyor. Bu tip gelincik çiçekleri her yerde olmuyor, buralara özgü bir yapıya sahip. Vedat yakından tek olarak çekmiş gelincik çiçeğini.

Yamaçta bunun gibi birçok gelincik çiçeği daha var. Ben de çiçeklerin resmini çekiyorum. Gelincik çiçeklerinin arasında bir kaç tane sarı çiçek daha var. Siyah – kırmızı ve sarı çiçekler yeşil otların arasında uyumlu , doğal bir desen oluşturmuş. Seyretmeye doyum olmuyor bu güzelliği.

Çeşmenin yanında kurulu çadırlar arazide, bisikletler de çadırların yanında. Çayı kaplayan söğüt ağaçlarının yakınındayız. Güneş te doğuyor tepenin üzerinde. Resmi Vedat çekiyor. Sağ üst tarafta bor madeninin olduğu yer belli oluyor beyaz toprakları ile.

Ocağımızda ateş var ve bu ateşte sabah kahvaltısı için sucuklu yumurta ve köyde verilen peyniri de içine katarak güzelce pişiriyor Mehmet Ali. Sonra portatif masada tavanın etrafında toplanıp çalakaşık yemeye başladık. Zeytinimiz de bol, ekmek ve pişiler gani gani. Bolca da taze soğan. Semaverde odun ateşinde pişen çayın tadı da bir başka oluyor. Vedat tripod ile otomatik çekiyor kahvaltı masasının etrafında ayakta kahvaltı yapan altı kişi.

Kahvaltının ardında bulaşıkları yıkayıp toparlanıyoruz. Yükleri bisikletlere yükleyip yola çıktık. Köy yollarında fazla araç olmaması işimize geliyor. Ne güzel sakin sakin gidiyoruz. Ormanın içinden geçen yolda arkadaşlar durmuş. Ben de resmini çekiyorum.

Çaldere’nin aktığı yöne gitsek te yol nedense tırmanışla tepeye doğru gidiyor. Yani yol düz gideceğine belli bir eğimle yukarıya doğru yapılmış. Hal böyle olunca kaçınılmaz olarak yokuşu ağır tempoda çıkmaya başladık. Önümde giden arkadaşlarımın resmini çekiyorum. Sol tarafta yamaç, ilerde yolun gittiği tepeler. Sağ tarafta ise derenin vadisi.

Yokuş sürdükçe yola yeni çıkmış olarak yoruluyoruz az biraz. Bunu yol kenarında biraz dinlenerek nefesleri ayarlıyoruz. İleride biri düz, biri tepeye doğru giden iki yol var. Bakalım hangi yoldan gideceğiz.

Neyse ki tepeye giden yol toprak. Düz giden yola saptık ve yokuş ta bitti böylece. Ama Bursa’ya kadar düz gideceğiz demek değil. Yine başka yokuşlar önümüze çıkacak. Yolun sağında geniş bir çayır görüyorum. Çayırın bitiminde çaldere çayı. Bir de yolun kıyısında işlemeli güzel bir çeşme yapılmış. Çeşme tamamen taş bir bloktan işlenmiş. Çayırın solunda iki sarı bina duruyor. Biri çatılı, diğerinde çatı yok. Çeşmenin devamında ağaç fidanları dikilmiş sıralı. Fidanlara zarar gelmesin diye tahtalar ile koruma altına alınmış.

Çaldere çayı ile beraber hafif bir eğimle iniyoruz yukarıdan aşağı. Bazen çayın yatağına iyice yaklaşıyoruz. Çayın yakınından geçerken gözüme ölmüş bir ağacın gövdesi görünüyor. Her şeyin bir ömrü var, insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve doğadaki her şey bir döngünün içinde. İşte bu döngüsünü tamamlamış söğüt ağacı ömrünü tamamlayıp değişime başlamış. Kökleri toprakla bağı çözülünce kuruyup çürümeye başlamış. Ağacı çayın yatağından traktörle çekerek ekili olmayan tarlanın kenarına çekilmiş. Kalın gövdeli ağaç üç dallı. İkisi yerde, biri yukarı doğru. Belki de köylünün biri kışlık odun için çaydan çıkarıp kesecek. İşte dönüşümde olacaklar; Bir kısmı çürüyüp toprağa karışıyor. Kesilirse odun olarak sobada yanarak küle dönüşecek. Yanarken çıkardığı karbondioksit ve diğer gazlar da fotosentez yapan diğer bitkiler özümseyip karbonu depolayacaklar gövdelerinde.

Solda yolda giden bisikletçi arkadaşlar. 30 km hız ile gidileceğini gösterir trafik levhası, üstünde ünlem işareti dikkati çeken levha. Gidonumdaki tüylerin bir kısmı ve çayın söğüt ağaçlarının yanındaki tarlada ölü ağaç gövdesi.

Mayıs ayının en güzel çiçeklerinden birisi olan sarı çiçek açmış uzun iğne yapraklı çalı. Baharın ilk günlerinde değil de havalar iyice ısındıktan sonra açar. Sarı çiçekler açan bu çalıya halk dilinde “Katır Tırnağı” deniyor. Akdeniz bitki örtüsünde ait olan katır tırnağı çiçekleri koparılıp vazolara konulsa da bence yerinde daha güzel görünüyor.

Yol kıyısında uzun iğne yapraklarının uçlarında sarı çiçekler açmış. Yeşil yapraklı bitkide sarı çiçekler daha baskın görünüyor. Sağda gidonumdaki tüyler le birlikte katır tırnağı çiçekleri.

Nusret köyüne geldik. Bu köyden tren demiryolu geçiyor. Raylar ve eski köy evlerinin resmini çekiyorum.

Bu raylardan bir kaç kez geçtim, Ankara’ya, Eskişehir’e, Kütahya’ya. Her trene binişimde uzakları yakın eden bir hal alıyor bende. Tren ile yolculuk yapmanın zevki başka oluyor. Tren raylarını görünce aklıma Nazım Hikmet’in şiiri gelir hep. 12 Eylülden önce, Ortaokul ve Lise yıllarımda Edip Akbayram’dan dinlediğimiz bu türkü ağzımızdan düşmezdi.

Gidenlerin Türküsü

Camların arkasında gece ve kar
Beyaz karanlıkta parlayan raylar
Umutsuz çaresiz sallanan eller
Kavuşulmamayı anlatıyorlar

Üçüncü mevkii bekleme salonu
Çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor
Gece ve kar yine pencerelerde
Acı türküsünü mırıldanıyor

Bir türkü söylüyorlardı içerde
Bu giden kardeşimin türküsüydü
Arkadaşlar bakmayın gözlerime
Bu milyonların gerçek öyküsüydü

Nazım Hikmet Ran

Rayların hizasında raylar ve iki yanda köy evleri. Raylarla birlikte demir direkler dikilmiş. Elektrikli trenler için ama henüz teller çekilmemiş. Raylar traverslerin üzerinde hafif sola doğru dönüyor. Traversler iri çakıl taşlarından oluşan zemin üzerine döşenmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Köyün kahvesinde mola veriyoruz. Eldeki pişileri çayla birlikte yiyoruz. Ne bereketli ve çok pişi varmış, bitmek bilmiyor bir türlü. Yedikçe sanki çoğalıyor. Kahvenin üstünde köyün muhtarlık binası var.

Biz pişileri yerken yanımıza köyün delisi geliyor. Köyün delisi de yaşlı bir kadın. Bizi görünce sohbete başlıyor, yolcu olduğumuzu görünce yolcuyu gözeten melek gibi etrafımızda fır dönüyor. Çevredeki çöpleri süpürüp temizliyor. Sürekli konuşup bir şeyler anlatıyor. Kahvedeki köylüler deli kadına bizleri rahatsız etmemesi için uyarmalarına rağmen hiç te rahatsız edici bir yanı yok. Aksine sohbetimiz gayet iyi. Deli kadına bir çay ısmarlıyoruz, kahveci çayı verip içerken çaktırmadan resmini çekiyorum. Cem’i önde, kadını da Cem’in arkasında sandalyede otururken çekiyorum bir poz. Kadın sürekli hareket halinde, devamlı sağa sola başını döndürerek her yanı görmeye çalışıyor. Çayını çabucak içip söylenerek bir o yana, bir bu yana fır dönmeye başladı. Deli kadını çok sevdim, bana daha çok yolcuları kollayan bir melek gibi geldi. Görünüşü sevimli ihtiyar, yüzünün kırışıklıkları ve üzerine giydiği uzun kollu siyah çiçekli elbisesi, aynı desende baş örtüsü başına bağlamış ve üzerinde yeşil renkli örgü yeleği. Masamızın üzerinde bir boş çay bardağı ve bir dolu çay bardağı var.

Molamız bitti ve köyden ayrılıyoruz. Köyün çıkışında kerpiç bir ev terkedilmiş olarak bahçenin bitkileri sarmalamış durumda çekiyorum.

Yola çıkan arkadaşları arkalarından resimlerini çekiyorum. Solda yeni sürülmüş tarlada toprak rengi ortaya çıkmış. Tarladan sonra ağaçlar devam ediyor.

Mola verdiğimiz Nusret köyü arkamızda kaldı. Köyü uzaktan komple çekiyorum. Önümde ekin tarlası yemyeşil, tarlanın sınırında ağaçlar.

Tarlanın birisi ekilmek için sürülmüş ama paralel sürülmüş çizgileri bazı yerlerde eğri büğrü sürülerek ilginç bir desen oluşturmuş. Tarlayı tüylerimle birlikte çekiyorum. Martı tüyü iki tane, kartal tüyünün yarısı boyutlarında.

Yol kıyısında erik ağaçları görünce yeşil eriklerden biraz koparıp yolda yemek için ceplerimize koyuyoruz.

Yol kavşaklarında konulmuş birbirine yakın köylere olan mesafeleri tabelalara yazılmış. En üstte en yakın köyden başlayarak en uzak olan Bigadiç kasabasına kadar yazılı. Nusret 9 Km, Osmaniye 10 Km, Dedekaşı 11 Km, Mahmuiye 12 Km, Ovacık 14 Km, Dombaydere 16 Km, İskele 28 Km, Bigadiç 38 Km olarak belirtilmiş. Hepsi de aynı yönde, geldiğimiz yoldaki yerler.

Aynı kavşakta, karşıda ise yakında olan Kepsut 1 Km sağda. Solu gösteren tabelada ise Balıkesir 24 Km. Kepsut’un dış mahallesindeki köy evleri ve damlar görünüyor.

Kepsut yakında olmasına karşın buraya girmeyeceğiz. Karşıda pek yüksek binaları olmayan Kepsut ilçesi görünüyor

Kepsut yakınlarında Çaldere çayı Simav çayı ile birleşiyor. Simav çayının karşısına geçiyoruz köprüden ve bir kavşak daha karşımıza çıkıyor. Eyvah yine kaybolduk. Avucumun içi Vedat kavşakta durmuş, bir tabelalara, bir elindeki notlara, bir de haritasına bakıyor. Ne yöne gideceğimizi bulmaya çalışıyor. Durduğumuz yer Köprübaşı Orman Emvalleri Deposu önü. Burada ormanlardan elde edilen mallar, ürünler, Arapçası olarak emvaller adı altında toplanan yer. Deponun önünde demir parmaklıklı sürgülü kapısı açık durumda.

Nasıl karıştırmasın, iki kavşakta bir sürü tabela görünce aklı karıştı ve kaybolma endişesi içinde yolu bulmaya çalışıyor. Ne de olsa buraları avucununiçi gibi bilse de kaybolmamak elde değil. Vedat’ın dediğine göre karısının sülalesi bu yöreden imiş.

Üç tabelada yazan ; Recepköy Mah. 4 Km, Karacaören Mah. 8 Km, Armutlu Mah. 10 Km – Servet Mah. 5 Km, Tekke Mah. 6 Km, Eşeler Mah. 9 Km – Bektaşlar Mah. 11 Km, Susurluk 34 Km olarak belirtilmiş. Her ne kadar köylerin ismi Mahalle olarak adı geçse de tabelada köyleri bir türlü silemiyorlar. Örneği de aşağıdaki tabelada var Recepköy Mahallesi yazan tabelada var. Yazıldığı gibi Recepköy.

Vedat sonunda gideceğimiz yolu buldu; Recepköy tarafına doğru gideceğiz.

Bir kilometre sonra yol yine ikiye ayrılsa da artık doğru yolu bulduğumuzdan Recepköy tarafına, sağ taraftaki yola doğru gideceğiz.

Ekin tarlasında buğdaylar başak vermiş, önümde de gelincik çiçeklerinin muhteşem kırmızı rengi.

Recepköy ismini yakınındaki dereye vermiş. köprüde öyle yazılmış. Köprünün korkuluk demirleri sarı boyalı, önünde kırmızı, beyaz enine yan şeritli reflektörlü uyarı dik tabela konulmuş.

Recepköy karşımda duruyor. Resmini çekiyorum bu şirin köyü. Tek katlı, kırmızı kiremitli çatıları ve camisi ile çok şirin görünüyor. Köy yoldan içeride kaldığı için girmiyoruz. Tepelerin üzerinde rüzgar türbinleri konulmuş dönüp duruyorlar.

Recep köy yamacın başlangıcında kurulmuş. köyden sonra sert bir yokuş bizi bekliyordu. Tepelerde görünen rüzgar türbinlerine kadar çıkacağız. Ağır tempoda çıkmağa başladık. Ağır tempoda çıkarken bisikletimden vırç vırç sesini duymaya başladım. Henüz inmeden bisikleti ve lastiklere bakıyorum. Ama sesin nereden geldiğini göremedim. Bisikletten inip lastiklere bakarken arka tekerleğin lastiğinde iki balon gördüm. Tekerlek her tur dönüşünde arka alt maşa demirine balon olmuş yanak lastiği değip vırç sesini çıkardığını fark ettim. Durup bisikleti ayakları üzerine park edip yakından bakıyorum. Lastiğin sağ yanağında iki balon şişik durumda görünce eyvah dedim ne olacak şimdi. Neyse ki arkadaşlar fazla uzakta değiller, onlara haber verdim durumu.

Lastik yanaklarında iki balon görünmekte.

Artık dış lastik fazla zarar görmesin diye yürümeye başladım. Yol kıyısında uygun bir yere kadar yürüdüm. Düzlüğe gelince bagajdaki çantaları indirip arka tekerleği söküyorum. Elimde tekerlek ve yerde çantalar dağılmış durumda.

Mehmet Ali yanıma gelerek lastiği söküyoruz janttan. Dış lastiğin balon yapan yerleri kontrol ediyoruz ama öyle yarılma gibi bir durum yok. İğne deliği kadar bir delik var sanki ama görünmüyor.

İç lastiği kontrol ediyorum, küçük delikler var. Onları yama ile kapatıp lastiği takıp şişiriyoruz, yine baloncuklar çıkmaya başlayınca lastiğin havasını indiriyoruz baloncuklar sönesiye kadar.

Dün Vedat’ın lastiğini yaparken kestiğimiz iç lastik şeritleri bu kez benim lastiğimiz dışına sarıyoruz sıkıca. Bir baloncuğu Mehmet Ali, bir baloncuğu da ben lastik ile sarıyorum güzelce. Sonra lastiği normal şişirip duruma baktık. Baloncuklar oluşmadı, bu iyi, idare eder. Fren pabuçlarını açıp iptal ediyorum arka freni.

Tekerleği yerine takıp çantaları bagaja yükleyip yola çıkıyoruz. Daha ileride bekleyen arkadaşlarla buluştuğumuz yerde ağaçların altında kahve ve çay pişirip yorgunluğumu alıyorum. Lastik tamir işi epey yordu ama sonunda hallettik. Hem iç lastik hem de yedek lastikler de patlak olduğundan yama yapmıştık. Bu kadar işten sonra yorgunluk kahvesi içmek farz oldu. Kahveleri içesiye kadar çaydanlıkta da çay demleyip bir de üstüne çay içmek ilaç gibi geldi. Enerjimizi topladık diyerek yola çıkıyoruz. Tepeye yaklaştık sayılır. Rüzgar türbinleri fazla uzakta değil.

Az sonra tepeye varacağız, yol kıvrılarak yukarı, yakındaki türbinlere doğru gidiyor.

Sonunda zirvedeyiz, rüzgar türbinlerinin hizasına geldik. Tepelerin sırtında türbinler sıralanmış dönüp duruyor. Zirvede olduğumuzdan küçük kaya parçaları fışkırmış sanki topraktan.

Yolun aşağısında rüzgar türbinlerinde üretilen elektrik enerjisinin toplandığı şalt sahası. Burada toplanan elektrik trafo ile voltajı yükseltilip enterkonnekte enerji sistemine bağlanıyor. Trafodan çıkan enerji telleri direklerle taşınıyor.

Yolda giderken bir yılan gördük yerde kıvranırken. Yılan görünüşü sağlam olmasına karşın pek hareket edemiyordu. Sanırım üzerinden araba geçmiş, o yüzden sersem durumda. Yılanı alıp kenara götürüyoruz. Artık doğa gereğini yapar.

Zirveye çıkmak bizi zorlasa da ulaşmanın zevkini inerken yaşıyoruz. Uzun bir iniş bizi bekliyor. Kendimizi salıyoruz yokuş aşağıya pedal çevirmeden. Gerçi benim sadece ön frenlerim devrede. O yüzden kontrollü iniyorum fazla hız kazanmadan. Ön frenle yaklaşık 12 kilometre civarı iniş yaptık. Bisikletimdeki tüylerin ardında yokuş aşağısı görünüyor. Yolun iki tarafında ağaçlar var.

İnişte küçük bir köyden geçerken Vedat benim resmimi çekiyor. Köy evleri ve kısa minareli cami ile birlikte güzel bir an yakalamış Vedat.

Düzlüğe inince ana yola çıkmış olduk. Yoğun araç trafiği eşliğinde bir süre gittik. Susurluk girişinde benzinlikte mola verdik bir süre. Benzinlikte çalışanlara buralarda nerede kamp atılabilir diye sorunca benzinci yaklaşık 3 kilometre içeride Çaylak mesire alanını tarif etti. “Burada kalabilirsiniz, çeşme ve tuvalet var.” Günlük alışverişi yapıyoruz akşam yemeği için. Ardından hiç oyalanmadan tarif edilen yere doğru gitmeye başladık. Tabelalar da koymuşlar direklere Çaylak diye. Ağaçların arasından hafif bir çıkışla gidiyoruz.

Sonunda hedefe vardık, Çaylak piknik ve mesire alanındayız. Burada kütüklerden kesilen kalın kalaslardan piknik masaları yapılmış. Masalar ve oturma yerleri sabit. Piknik alanı çınar ağaçları ile kaplı, sık dikilmiş, her taraf gölgede kalmış durumda. Piknik masaları ve çınar ağaçlarının uzun gövdeleri birbirine çok yakın.

Çay kenarında olan Çaylak piknik alanı kamp yeri olarak uygun bir yer. Çay çınar ağaçlarının altında sakince akıyor. Çayın akan suyu bana pek temiz gelmediğinden duş almaktan vaz geçtim.

Hava kararmasına daha epey zaman var. Çadırları kurup yerleşiyoruz. Ardından zaman geçirmeden yemek işine giriştik. Salata işi Cem de, Çorbayı Nafiz yapmaya başladı. Ana yemek işi Mehmet Ali de. Geri kalan onlara yardımcı oluyor. Ben sadece kahve pişirme işi ile uğraşıyorum. Bir piknik masası etrafına toplanıp yiyecek torbaları, tencere, kaplar harıl harıl çalışıyor arkadaşlar. Çadırlar da çınar ağaçlarının gölgesinde kurulu. Yemeği çevreden topladığımız odunlarla pişiriyoruz mangal yapılan bölümde.

Yemek pişirme işi bitince soğutmadan ilk önce sıcak çorbaları içiyoruz, ardından yemeği bir çırpıda bitirdikten sonra bulaşıkları Vedat yıkıyor. Bizler de durulamada ona yardım etik. Yemeğin üstüne kahve iyi gider diyerek kahve pişiriyorum. Sonrası semaverde bolca çay. Şakalaşmalar, muhabbet, bu gün yaşadıklarımız, benim lastiğin halleri ve yarın yapacaklarımızı konuşuyoruz. Benim teklifim yarın oyalanmadan bisikletçi bulup lastiği değiştirdikten sonra ana yoldan Gölyazı’ya gitmek. Mysia festivalinden bir gün önce oraya varıp kamp attıktan sonra boş zaman geçirmek. Gölyazı’yı gezip balık yemek. Bu fikir arkadaşlara iyi geldi. Yarın ola hayrola diyerek gecenin bir zamanında çadırlara girip yattık.

Bir çok kere, hem otobüs ile, hem de kendi arabam ile Susurluk’tan geçtim. Her seferinde molayı otobüs tesislerinde kalitesiz çay ve yemek yiyerek geçirdik. Bu yiyip içtiklerimiz de kazık marka ve fiyatlarla soyulduk her zaman. Susurluk’ta böyle bir yerin olacağı hiç aklıma gelmezdi. Belki de daha bir çok yer vardır, bilmiyoruz. Bizleri alışveriş merkezleri, otobüs firmalarının mola yerlerine yönlendirmeleri sonucunda böyle güzel yerleri kaçırmışız şimdiye kadar. Bisikletin yararları burada ortaya çıkıyor. Her yeri görüp keşfedebiliyoruz. İyi ki bisiklet var, özgürlüğü doyasıya tadıyorum.

Bu gün yaklaşık 55 Kilometre civarı yol yaptık.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 2. Gün

23 Nisan 2017 Pazar

Yuntdağı Köseler – İsmailler köyü – Bergama

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, On çocuk bisikletleriyle sıralanmış bahçede, sağda köy kadınları oturmuş izliyorlar. Arkada okul binası, bayrak direği ve cami minaresi.

Gece hava sıcaklığı sıfırın altına düşmese de yine de sıfıra yakın derecelerde olduğundan gece biraz üşüdük. Havanın soğuk olması beni pek etkilemedi. Güzel bir uykunun ardından henüz güneş doğmadan uyanıyorum. Çadırımın fermuarını açınca güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm ilk olarak. Çadırın kapısı her zaman güneşin doğacağı yere doğru kurmaya çalışırım. Önümde kazıevi binasının köşesi, okulun bahçe duvarı, daha ileride bir ağaç. Ağacın arkasında güneşin doğmadan önceki kızıllığı bulut parçasını ve ağacı kızıla boyamış. Bir kişide elinde telefona bakıp sosyal medyaya bakmaya çalışıyor balkonda. Buralarda telefonlar pek çekmiyor.

Herkes uyanıp hazırlandıktan sonra kahvaltı zamanı geldi çattı. Yine kazıevi’nin avlusunda görev dağılımı yaparak kahvaltı dağıtılıp yendi. Kahvaltı bitiminde masalar silindi, çöpler toplandı ve tertemiz olarak bırakıldı. Sundurmanın altında kahvaltı dağıtanlar ve kahvaltılık alanlar. Masalarda da kahvaltısını yiyenler görünüyor.

Bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. 23 Nisan Çocuk bayramını burada kutlayacağız her yıl olduğu gibi. Çadırlar toplandı, eşyalar bisikletlere yüklenerek etraf temizlendi. Elektrik kabloları, boya kutuları ne varsa ortalıktan kaldırılıp okul bahçesini tertemiz hale getirdi. Güneş iyice yükseldi ve hava ısındı. Mavi ve turuncu renge boyanmış ilkokul binası, ABAK katılımcıları ve köylüler yavaş yavaş okulun bahçesinde toplanmaya başladılar. Okulun bahçe duvarından, geniş bir alanı görecek şekilde çekiyorum.

Güneş ışıklarının vurduğu ABAK hatıra pankartı pırıl pırıl parlıyor. Etrafını da sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil renkli balonlarla süsledik.

Ve 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik bayram kutlamaları başladı. Okul öğretmeni ve çocuklar hazırladıkları programa göre çıkıp şiirler okuyarak bayramı havasına büründü ilkokul bahçesi.

Köylü kadınları bizler için ikramlar hazırlamışlar sağ olsun. Okul binasının önünde ikramlarını dağıtıyorlar. İzleyiciler için sandalyeler dizelenmiş. Kimileri sandalyede oturmuş. Bir kaç sandalye henüz boş.

Köyün ihtiyar delikanlıları da balkonda yerini almış sandalyede oturuyorlar. Önlerinde balkonun betonuna oturmuş olanlar var, kimisi ayakta. Başlarında takkesi olan ve birisi poşu bağlamış başına. Renkleri siyah beyaz desenli.

Biraz matematik yapalım; Yuntdağı Köseler köyü ilk okulunda okuyan 12 öğrenci var.  8 Kız Öğrenci, 4 Erkek Öğrenci. Bu yıl 4 öğrenci okulu bitirecek. Kaldı 8 öğrenci. Köydeki çocuklardan 1 kişi ilkokul 1. sınıfa başlayacak. Toplam 9 öğrenci olacak. 10 Öğrenci olmayınca milli eğitim okulu kapatıp öğrencileri başka okula taşımalı sisteme geçecekler. Yani işin özü bu yıl son defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız bu köyde. Ama içimiz buruk bir şekilde. Köseler köy ilkokulu bizim okulumuz olmuştu adeta. Çocuklar bizi sevmişti, biz de çocukları. Köylüler de öyle. Okulun ihtiyaçları ve çocuklar için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Çok üzücü bir durum.

Aslında başka bir üzücü durum daha var. O da henüz ilkokul çağında olan 6 öğrencinin hepsi de türbanlı olması. Öğretmen de her ne kadar kravat taksa da çocuklara dersten başka şeyleri de öğrettiği kesin. Duyumlarımız öyle. Aydın diye nitelendirdiğimiz Öğretmenler iyi maaş, büyükşehir, rahatlık, (sözde) huzur ortamda okulda görev almak istemesi öğretimin bu duruma gelmesine neden. 2012 Yılından beri her yıl gidip geldiğimiz bu okulda gözlemlediğim kadarıyla daha henüz okuma yazmayı sökememiş çocukları türbanla kapatıp erkek öğrencilerden ayırarak büyük bir felakete gideceğimiz kesin. Geleceğimiz tehlikede. Aydınlarımızın tembel tutumu, hiç çaba harcamaması sonucu köyler maalesef din tüccarlarının elinde kalmış. Aydınlar aydın olmayınca çağdaş eğitim nasıl olacak, geleceğimiz nasıl şekillenecek. Bilimden, teknolojiden uzak bir eğitim din yobazlarının elinde kendilerine kul olacak bir toplum yetiştiriyorlar. Cahil köylü de bilinçten yoksun olarak Tanrıdan sadece korkmayı öğrenmiş ve öğretilmiş. Din yobazları kendilerinden başkasını dinlememek için insanların yüreklerine sürekli korkuyu pompalamışlar. Aslında Tanrıdan korkmak yerine Tanrıyı sevmeyi deneseler din yobazları yok olup gider, geleceğimizi karartan bu insanlardan kurtulurduk. Sadece Tanrıyı sevmek yeter. Tanrıyı sevmek insanları sevmeyi gerektirir. Kavgalar, savaşlar biter, dostluk ve kardeşlik başlar. Kardeşini seven birisi niye kavga etsin ki? İnsanlar barış ve huzur içinde yaşayıp gider. İşte aydın olmayan Öğretmenlerimiz bunları anlatamıyorlar çocuklara, insanlara, geleceğe. Daha 2 yıl önceki Az bilinen Antik Kentler Turunda bizlere gösteri sunan kız öğrencilerin hepsi de başı açıktı. Güzel elbiseler ve renkli etekler giymişlerdi. Şimdi mat renkli uzun kollu elbise ve başlarında türban var.

(Aşağıdaki 23 Nisan kutlamaları, şiirler, deyişler, oyunlar tamamen okul Öğretmeninin hazırladığı basılı programa göre bire bir yazılmıştır)

Kız Öğrenciler şiir okumak için hazırlık yapıyorlar. Sunucu eline mikrofonu alıp ilk olarak İstiklal Marşını okuyup saygı duruşunu yaptırıyor.

Ardından;

“Dalgalan dalgalan şanlı bayrağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün

 Ufuklar gül açsın gülsün toprağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün”

Şiirinle başlayıp açılış konuşmasını yapıyor.

Sunucu;

“Çocukla! Bayram yapın, sevinin ve haykırın,

 Engel denen her şeyi gücünüzle kırın!

 Çocuklar bilin ki siz koca  bir cihansınız.

 Vatanın her yerinde fışkıran volkansınız.

_ “Şimdi Okulun 1/A sınıfı öğrencilerinden Saliha ALTANAY’ı “23 Nisan” adlı şiirini okuması için davet ediyorum.”

Minik kız öğrenci mikrofonu eline alarak heyecanla şiirini okuyor.

23 NİSAN

Ne mutlu bu gün,

Çünkü 23 Nisan.

Hiç bitmesin bu düğün

Çünkü 23 Nisan.

Her yerler süsleniyor,

Dünya hevesleniyor,

Çocuklar eğleniyor,

Çünkü 23 Nisan.

Ay yıldızlı bayrak elde,

Şarkı söylenir dilde,

Mutluluk var her ilde,

Çünkü 23 Nisan

Şair : İsmail Sağır

Şiiri okuyan öğrenci elinde mikrofonu tutuyor, üzerinde Türk bayrağı olan masanın ardında Öğretmen. Diğer çocuklar sağda sıralarını bekliyor.

Sunucu;

“Bu gün bir başka aydınlık yeryüzü,

 Bir başka ağaçların, evleri yüzü,

 Bu gün çocuklar güzel.

 Bu gün sokaklar güzel…”

_ “Şimdi okulumuzun 1/A sınıfı öğrencilerinden Betül ASLI’yı “ÇOCUKLAR” adlı şiiri okumak için sahneye davet ediyorum.”

ÇOCUKLAR

23 Nisan diye sevinir,

Oynar, koşar çocuklar.

Doyasıya eğlenir,

Zıplar, coşar çocuklar.

Bu gün size bayramdır,

Atamdan armağandır,

Eğlenecek zamandır,

Mutlu yaşar çocuklar.

Şair : İsmail Sağır

Şiirin sonunda minik öğrenciyi seyirciler coşkuyla alkışlıyor.

Sunucu;

“Bayrağın altında yürüyen yiğit

 Bastığın toprağı tanıyor musun?

 Altında yatıyor binlerce şehit

 Onların sesini duyuyormusun?”

Dedikten sonra

_ “Şimdi Öğrencilerden Canan OĞUZ ve Zeynep ALTANAY “Anne ve Kızı” adlı oyunu oynamak için sahneye davet ediyorum.”

Anne sandalyede oturuyor, kızı da ayakta oyunu oynuyorlar başarılı bir şekilde.

Sunucu;

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

 Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.

 Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.”

_ “Şimdi okulun 2/A sınıfı öğrencilerinden Betül ŞEN’i “HOŞ GELDİN 23 NİSAN” adlı şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.

Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bu gün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.

Caddelere taklar kuruluyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram…

Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari bitivermese bu yolculuk…

Seni kucaklamaya geliyor bu gün

Köyler, şehirler dolusu çocuk

Şükrü Enis Regü

Betül ŞEN başarıyla okuyor şiirini. Öğrenciler sırasını bekliyor, arkada okul binası, bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Seyirciler de şiiri dinliyorlar can kulağı ile.

Sunucu;

“Dalgalandığın yerden ne korku, ne keder!

 Gölgende bana da bana da yer ver.

 Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar?

 Yurda ay yıldızın ışığı yeter.”

Dedikten sonra

_ “Okulumuzun 2/A sınıf öğrencisi Barış ŞENOL’u “ÖZLÜ SÖZLER” söylemesi için sahneye davet ediyorum, buyurun dinleyin.”

* Milletin istikbali gelecek nesillere bağlıdır.

* Bu günün küçüğü yarının büyüğüdür.

* Evlatlarınızı kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz.

* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

* Her çocuk bir dünyadır.

* Çocuk demek yarın demektir.

* Çocuğunu iyi yetiştir, dünyanı güzelleştir.

Barış biraz heyecanlanıyor, ara sıra teklemesi hiç önemli değil. Ne de olsa büyükleri karşısında elinde mikrofonla konuşmak o kadar kolay değil.

Sunucu;

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Topla, tüfekle, mızrakla,

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

_ “Okulumuzun 4/A sınıf öğrencisi Erdem AKBAY’ı “MEMLEKET İSTERİM” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şiiri okuyan Erdem büyük alkış alıyor dinleyicilerden. Sunucu, Öğretmen ve bekleyen öğrenciler.

Sunucu;

“Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,

 Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,

 Yazımız var, pehlivanlar güreşir,

 Bu toprağa kimse girememiştir.”

_ “Şimde okulun 2/A sınıfı öğrencisi Fatma AKCAN’ı “ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Çocuklar Kardeş Oldu mu

Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldu mu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldu mu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Dah bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldu mu.
Kucaklaşır batıyla doğu,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Ne açlık kalır, ne korku,
Korudaki fidanlar gibi,
Sevip sevip birbirini
Çocuklar kardeş oldu mu.

Tahsin SARAÇ

Fatma güzel sesiyle şiirini okuyor.

Sunucu;

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

 Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

 Yüce dağlarına çöken dumanla

 Göklere yazılı destan gibisin.

Girişini yaptıktan sonra”

_ “Şimdi okulumuzun 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere bilmeceler soracak. Cevaplamaya hazır mıyız?”

BİLMECELER

Atatürk’ten armağan bize,

Coşku verdi gönlümüze.

Çocuk bayramı o gün,

Söyleyin bakalı hangi gün?

( Cevap ; 23 Nisan )

Çocuk bayramı olan Dünyanın tek ülkesi neresidir?

( Cevap ; Türkiye )

Her ülkeden çocuk gelmiş,

Evlere konuk edilmiş, 23,

Nisan’ı çocuklara kim armağan etmiş?

(Cevap ; Atatürk)

Sunucu;

“Arkadaşlar sevinelim,

 Hep gülelim eğlenelim,

 Sıkılmasın canımız,

 Çünkü bu gün bayramımız…”

_”Şimdi ise okulun 4/A sınıfı öğrencilerinden İlknur BAŞOL sizlere fıkra anlatacak. Hep birlikte dinliyoruz.”

FIKRA

23 Nisan’da ablasının eve misafir getirdiği siyah tenli yabancı çocuğu gören Zehra:

_ Anne, bu çocuk niçin kapkara? Diye sorar. Anne:

_ Çok çikolata yemiş kızım, der. Zehra :

_ Ama ben de çok çikolata yiyorum, kara olmuyorum. Anne durumu kurtarmak için:

_ Kızım, o çocuk kara inek sütünden yapılmış çikolatalardan yemiş, oysa bizim inekler sarıdır.

Kendisi de sarışın olan Zehra, şimdilik bu cevapla tatmin olmuş. Bakalım anlayınca ne olacak. İlknur elinde mikrofon fıkrayı anlatırken çocuklar ve dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar fıkrayı.

Sunucu;

“Korur Serhatları her Türk canıyla,

 Sulanmış bu toprak şehit kanıyla.

 Edirne’den Kars’a dört bir yanıyla,

 Anadolu, Türk’ün Vatanıdır hey!”

_ “Şimdi okulun 4/A sınıfı öğrencisi Erdem AKBAY ve 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere “ISPANAKLI YUMURTA” tarifi verecekler.”

İki öğrenci okul sırasının önüne geldiler. İkisinin başında beyaz aşçı şapkası takılı. Sıranın üzerinde bir piknik tüpü, bir tava, yumurta, kuru soğan ve bir demet ıspanak var. Komik bir şekilde aşçı ve yapacağı ıspanaklı yumurta tarifini görsel olarak anlatmaya başlıyorlar.

Aşçı yamağa şunu yap diyor, yamak tersini yaparak aşçıyı kızdırıyor. Sonrası da yamak önde kaçarken aşçı da ardından koşarak yakalamaya çalışıyor sıranın etrafında müzik eşliğinde. Bu komik duruma hepimiz neşe içinde gülüyoruz. Çocuklar çok iyi hazırlanmışlar ve saf, temiz duygularla bizlere bir şeyler sunmaya çalışmaları bizleri duygulandırıyor. Bu çocuklar harika.

Sıranın üzerinde piknik tüpü, tüpün üzerinde tava. İçinde kuru soğan, ıspanak ve sırada yumurtalar. Sıranın etrafında dönen aşçı ve yamağı. Uzun, boru şeklinde aşçı şapkaları kartondan yapılmış.

Sunucu;

_ “Sıra geldi yarışmalara. İlk olarak “BALON PATLATMA” yarışını izleyelim.”

Okulun öğrencileri alana çıkıyorlar. Her öğrencinin bir ayağında iple balon bağlanmış. Öğrenciler arkadaşlarının balonlarını ayakları ile basıp patlatmaya çalışıyor. Bu arada kendi balonunu da korumak zorunda.

En son bir kız ve bir erkek çocuk kalıyor, ikisi de zorlu rakip. Birbirlerinin balonunu patlatmak için çok çaba sarf ediyorlar.

Sonunda fırsatını bulan erkek öğrenci kız öğrencinin balonunu patlatıyor ve yarışmanın galibi belli oluyor. Alkışlarla yarışmanın galibini kutluyoruz.

Tura ailecek katılan Aykut Erken, eşi ve minik oğlu kucağında ile yarışmaları heyecanla izliyorlar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımız “YUMURTA TAŞIMA” yarışması yapacaklar. Hep birlikte izleyelim.”

Öğrenciler bu kez ağızlarına tahta kaşık sıkıştırarak üzerine konan yumurtaları taşımaya başladılar. Yumurtaları bitiş yerine kadar kim yere düşürmeden götürürse yarışmanın galibi olacak.

Çok eğlenceli ve komik bir yarışma. Yumurta çabuk kırılan bir yiyecek, bir de pişmemiş olması işi daha da zorlaştırıyor. Bir kız çocuğu yumurtasını kaşıktan düşürmüş, yumurta yere değmeden resim çekiyorum. Kız öğrenci de üzülerek yumurtaya bakıyor.

Yarışmayı iki kız öğrenci kazanıyor. Olcay ORMANKIRAN da öğrencilere ödül olarak madalya takıyor boyunlarına. Çocuklar buna çok sevindi, artık bir madalyaları oldu. belki de ilk defa madalya kazandılar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımızın “SANDALYE KAPMA” yarışmasını izleyelim.”

Yarışmaya katılan öğrenci sayısından bir eksik sandalye ortada duruyor. Çocuklar da müzik eşliğinde etrafında dönmeye başlıyorlar.

Balkon duvarında oturan çocuklar yarışmaları heyecanla izliyorlar. Geçmiş yıllarda kendileri bu okulda okurken böyle yarışmalara katılmışlardı. Şimdi ise geçmiş anılarınla beraber kendilerinden küçük çocukları izliyorlar. Artık abileri olarak ortaokulda okumanın keyfi de var.

Sandalye kapma yarışmasında müzik durunca herkes sandalyeye oturuyor. Oturamayan yarışma dışı kalıyor ve her seferinde bir sandalyede alınarak tekrar müzik eşliğinde sandalyelerin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Bazen kendine yer bulamayan sandalyenin kıyısına oturmaya çalışsa da kaybettiğini kabul etmek zorunda. Sandalyede tam oturmuş erkek öğrenci, diğer öğrenci de sandalyenin kıyısında.

Elene elene iki kız öğrenci kalıyor, biri mavi türbanlı, diğeri yeşil türbanlı.

Balkondan seyreden mezun olmuş, ortaokula giden çocuklara Az bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı tutmaları için ellerine veriyoruz. Pankartın iki tarafında solda erkek, sağda kadın, taş tekerlekli bisiklete binmiş, ortada sütunlu antik kent binası ve Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı. Yazı mavi zeminde yeşil renkte yazılmış.

Sandalye kapma yarışmasını yeşil türbanlı öğrenci kazanıyor

Araya bizim turda olmayan yürüyüşçülerden birisinin kızı “İSTİKLAL MARŞI” nın 10 kıtasını ezbere okuyor.

Sunucu;

_ “Geldik en son yarışmaya. Şimdi tüm arkadaşlarımızı bisikletleriyle “DÜŞMEDEN BİSİKLETE BİNME” yarışmasını için buraya davet ediyorum. İzliyoruz.”

Okulun tüm öğrencileri bisikletleri ile yan yana alanda diziliyorlar. Başla deyince bisikletleri ile düşmeden en yavaş sürecekler. Kim düşmeden en son olarak bitiş çizgisine varırsa yarışmayı o kazanacak. Köyün kadınları da sağ tarafta sandalyelere oturmuş çocuklarını izlemeye başladılar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Düşmeden en son olarak Erdem AKBAY kalıyor ve yarışmanın galibi Erdem.

Yarışmanın galibi olarak Erdal AKBAY’ya madalyasını Şeyma ORMANKIRAN takıyor.

Sunucu;

“Değerli misafirlerimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programımız burada sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ediyor bir kez daha iyi bayramlar diliyoruz. Daha nice güzel bayramlarda buluşmak ümidiyle;

Hoşçakalın…”

Diyerek bayram kutlamasını bitiriyor.

23 Nisan kutlamaları bitiminde köyün ilkokulunda okuyan çocuklara aldığımız hediyeleri bez çantalar içinde veriyoruz tek tek. Hediyeleri tura katılan kadınlar veriyor. Hediyesini alan erkek öğrenci torbayı omuzuna asıyor. Diğer öğrenciler de sırasını bekliyor hediyelerini almak için.

Doktorumuz Burcu da hediyesini verip kız öğrencinin yanaklarından öpüyor.

Kırmızı montunu giymiş, başında şapkası, elinde hediye torbasını havaya kaldırmış vereceği öğrenciyi bekliyor öylece. Arkasında da ABAK gönüllülerinden Zeynep Nuray Oymak elinde çanta sırasını bekliyor. Şeyma elinde mikrofon kız öğrencilere bakıp durur.

Zeynep Nuray Oymak ta hediyesini kız öğrenciye verip yanaklarından öpüyor.

Eskişehir den katılan Serpil Koç omuzlarından sarkmış kıvırcık saçları ile erkek öğrenciye hediyesini veriyor. Etrafındakiler de izleyerek alkış tutuyor.

Kadınlarımız tek tek vermeye devam ediyor hediye torbalarını.

Hediye verildikten sonra kız öğrenciyi öpenin yüzü görülmüyor.

ABAK gönüllüsü arkeolog öğrencisi Selen Kanat hediyesini veriyor kız  öğrenciye.

Abak katılımcısı hediyeyi erkek çocuğa verilirken.

Eskişehir’den Çiğdem Suzan hediyesini kız öğrenciye verirken.

Eskişehir den Emine de veriyor torbayı ve yanaklarından öpüyor kız öğrencinin.

Hediyeler verildikten sonra mikrofonu Olcay alıyor eline. Yuntdağı Köseler köyüne, köylülere bizleri ağırladıkları için, ilkokulun öğretmenine, kazı ekibine teşekkürlerini sunuyor.

Kazı ekibinin başkanı Doç. Dr. Yusuf Sezgin hocayı sahneye davet ederek ABAK buflarından birini hediye veriyor.

İlkokul öğretmenine de öğrencilerle beraber hazırladıkları tören için teşekkür edip bir tane buff hediye veriyor Olcay.

En son olarak ta köyün muhtarına sunuyor buflardan birini ve köylülere teşekkürlerini sunması için muhtara teşekkürlerini bildiriyor.

Köyün öğretmeni, Olcay Ormankıran, Doç. Dr. Yusuf Sezgin ve köy muhtarı birlikte resim çekiyorum son olarak.

2012 Yılında sevgili Gürkan Genç Dünya turuna başlarken beraber keşfettiğimiz Yuntdağı Köseler köyü, ilkokulu ve sevimli öğrencilerini çok sevmiştik. O zaman ilkokulda öğretmen yoktu ama biz köyden ayrıldıktan hemen sonra öğretmen atanarak öğrenciler öğretmenine kavuşmuştu. Keşif sonrası ABAK rotasını buraya çevirmiştik. 2013 yılında ikincisini gerçekleştirdiğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turu için 23 Nisan çocuk bayramını köyün öğrencilerinle beraber ilk defa kutlamıştık. Hatice Öğretmen göreve başladıktan sonra öğrenciler başörtüsü takmıyordu. Aslında takması da uygun değildi ilkokul öğrencileri için. Ama Hatice Öğretmen kolay yolu seçti, rahat şehir olanaklarına esir düşüp Manisa’da göreve başladı ve öğrenciler tarikatların, din yobazlarının elinde kötü bir eğitim, daha çok din hurafelerine inanarak büyüyorlar. Böyle yetişen kız çocukları türbanla kapalı olarak çocuk gelin bile oluyor sonunda. İşte en çok canımı sıkan da bu durum. Kız öğrencilerini okulda türbanlı olarak ilk gördüğümde şok olmuştum. Yazık, geleceğimiz aydınlanmıyor. O da kendini aydın sananların hiç bir şey yapmaması. Zaten okulda yeteri derecede öğrenci kalmadığından okul kapanacak, son defa köyde 23 Nisan’ı kutladık. Seneye öğrenciler taşımalı sistemle başka köydeki okula gidecekler. İçimde küçük bir umut kaldı. Belki de gidecekleri okulun öğretmeni idealist, çağdaş bir öğretmen çıkar da öğrenciler bir şeyler öğrenebilir. Küçük bir umut olsa da umudu yitirmemek gerek.

Bu duygularla köyden ayrılıyorum. Herkes çoktan hazırdı, o yüzden törenler biter bitmez hızlıca yola koyulduk. En arkada kalanları toparladıktan sonra ben de yola çıkıyorum. İlk olarak yokuş aşağıya iniyoruz dere yatağına kadar. Sonrası yine yokuşlar çıkacak önümüze.

Biraz yüksekteyim, yolun inişi aşağı doğru gidiyor. Aşağısı görünmüyor ama karşı yamaçta görünen yol ve yolda tırmanan bisikletler de görünüyor bulunduğum yerden. Önümde iki kişi var.

Kendimi yokuş aşağı salmadan dönüp arkada kalan Köseler köyünü son defa bakıp resmini çekiyorum. Ağaçların arasında tek tük köy evleri, cami ve gölet in bir kısmı görünüyor. Sağda daha ileride Aigai antik kentinin olduğu tepe tamamen görüntüde. Ortada solda bir tane ağaç telefon direği ve kalın telefon teli.

Dere yatağına inip köprüden geçtikten sonra biraz sert yokuş başladı. Gidonumda üç martı tüyü ve yokuş çıkan bisikletliler.

Manisa tarafına giden yol ve Bergama tarafına giden yol çatağına geldik. Yere beyaz sprey boya ile sola kıvrık ok işareti ve SOLA ABAK yazısı bizleri uyarıyor sola dönün diye.

Yolumuz üzerinde olan ilk köy Seklik köyü. Burada durmadan geçip gidiyoruz. Köyün eşeklerinden birisi sağda otlarken horoz da tavukların başında yemlendiriyor yerleri eşeleyerek. Resim çekmek için durunca horoz hemen dikleniyor bana bakarak. Tavuklara yaklaştırmayacak öyle anlaşılıyor. Zaten tavuklara kışt demeyeceğimden sadece tezek kokan köyün hayvanlarının resmini çekeceğim. Köyde olduğumuzu belirtmek için. Yol yukarı doğru gitmekte, bir kaç bisikleti yokuşta bisiklet sürüyor.

Yunt dağlarının sırt tarafına çok yakın olarak giden yoldayız. Tepeler sol tarafımızda biraz yukarılarda kalıyor. Tepelerde bir çok rüzgar değirmeni görünmekte. Rüzgarın esintisiyle durmadan dönen pervaneler sürekli olarak elektrik üretmekte. Rüzgarın kinetik enerjisi bedava olarak kullanılıyor. Sadece üretim maliyeti ile bir kaç yılda kendini amorti eder rüzgar türbinleri. Uzun zamandır teknolojiyi takip etmediğimden son okuduğum bilgiler ışığında rüzgar türbinlerinin kanatları 24 metre olarak biliyordum. Aradan geçen zamanda teknoloji durmamış gelişmiş olduğunu bu türbinlerde mühendislik yapan Cihat bana kanat boyunun sadece bir tanesinin 60 metre olduğunu söyleyince şaşırdım. Mühendis Cihat bisikletiyle turda beraber sürüyoruz. Elektrik jeneratörü de 650 KW olarak bildiğim bilgi 3.000 KW olarak elektrik üretiyor. İş daha da büyüyecek anlaşılan.

İsmailler köyü girişine vardık, arkada kalan yok. Bahçe duvarı taşları üst üste koyarak harç kullanmadan örülmüş. Bahçe duvarın üstünde kalmış. Duvar ile beraber düzgün dikdörtgen taş ile kocaman bir çeşme yapılmış. İki tane çeşme, bir tane de boru var ama çeşmelerin kafaları sökülüp alınmış ve bir damla bile su akmıyor. Bahçede ağaçlar var, zeminde yeşil çimenler. Duvar ve çeşme beyaz kireç badana ile boyanmış.

Köyün meydanında da büyük bir çeşme yapılmış düzgün taşlardan. Buradaki çeşme sağlam ve akıyor. Yer yer boyaları dökülmüş taş çeşme nedense beyaz kireç ile boyanmış. Taş bej renginde güzel görünüyor. Doğal rengini bozmuşlar çeşmenin. Çeşmenin ön tarafında da genç bir çınar ağacı var. Genç dediğime bakmayın , en az 100 yıllık var gövdesine bakarak. Çeşmenin önünde bisikletler park edilmiş, bir kişi çeşmenin duvarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturarak oturuyor, kim bilir neler hayal ediyordur?

Öğlen için kumanyaları burada, bize yemek sağlayan ketring Ayşe’nin kendi köyü İsmailler köyü olunca kumanyanın yanında bol ayran da dağıtıyorlar. Kahveden alınan bir masa ve tahta sandalyeler üzerinde kumanya kolisi, plastik kovalarda ayran ve kuyrukta bekleyen bisikletçiler.

İsmailler köyünde verilen kumanyalar ve ayran ile karnımızı doyurduk. Köyün kahvesinde çay, soda, kahve içerek biraz dinlendik. Belirli saatte yola çıkarak son kalan yokuşu çıkmaya başladık. İri gövdeyi çitlembik ağacının gölgesinden yolda gelen bisikletçileri Ferdimen çekiyor. Sağda kendi bisikleti de park etmiş olarak. Çitlembik ağacının yaprakları taze ve canlı görünüyor. Çünkü bahar ayındayız ve yapraklar yeni açıldı her baharda olduğu gibi.

Artık yokuş bitti, her zaman dediğimiz gibi son yokuştu  ve zirvedeyiz. Burada arazi kayalık, taşlık. Tarım yapılmaya uygun değil. Doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları gelişi güzel araziye yayılmış durumda. Denizden 488 metre yüksekteyiz rakım olarak.

Çukur bir yeri bir tarafını kapatarak minik bir gölete dönüştürmüşler. İlkbahar da yağan yağmurlar göleti ağzına kadar doldurmuş. Gölet bisikletim KUZ ile birlikte güzel bir manzara oluşturuyor. Arkada görünen Yunt dağları ve rüzgar türbinleri manzaranın fonunu oluşturmuş.

Ferdimenin çektiği başka bir resim daha. Yeşil çimenlerin ortasında minik, bir o kadar şirin bir gölet daha var. Arka tarafta henüz açmamış bir ağaç ve yeni yaprak açmış başka bir ağaç baharı müjdeliyor yeşil otlak ile.

Karşıma ilginç bir çam ağacı çıkıyor. Çam ağacı sanki büyümek istemeyen çocuklar gibi yaramazlık yaparak yukarı doğru büyümesi gerekirken yere paralel olarak büyümüş. Gövde 2 metre civarında sağa doğru 90 derecelik bir açıyla gövde öylece dönmüş. Hani derler ya “Ağaç yaşken eğilir” atasözü burada kendini göstermiş bize örnek olarak. Yaramaz ağaç yukarıya doğru değil de yana doğru büyümüş.

Biraz gittikten sonra karşıma genç çam ağaçlarının yaz ayında başına gelen felaketi görünce içim cızz etti. Ağaçların bir kısmı yanmış ve yangın sonunda ateş gören yerler kurumuş. Neyse ki az bir alan yangından etkilenmiş ve hemen söndürüldüğü anlaşılıyor fazla yayılmadan. Yanık izleri üzüyor beni. Yeşil olarak görmem gereken çam ağaçları, çalılar, makiler kahverengi ve siyah renklerin kasveti beynimdeki nöronları etkiliyor.

Henüz tepelerde bisiklet sürmekteyim, iniş başlamadı daha. Karşıma kocaman çitlembik ağacı çıktı. Yeni açmış taze yaprakların rengi beynimdeki nöronları sakinleştiriyor. Az önce gördüğüm yangın manzarasını siliyor bu görüntü. Yol hafif bir çıkışla tepeye kısa bir mesafe olduğunu gösteriyor. Sağdaki tabela sa sola dönemeç olduğunu işaret etmiş.

Tüm grup önümde, ben de arkalarından salıyorum kendimi yokuş aşağı. Sağda ağaçlar, solda da tek katlı, kiremitli bir ev.

Yıllardır yollarda giderken ara sıra karşıma çıkan “Ceylan çıkabilir” uyarı levhası yine karşıma çıktı. Bakalım ne zaman bir ceylan göreceğim, kısmet. Üçgen bir tabelada kırmızı şerit içinde ön ayakları kıvrık, yukarı doğru zıplayan siyah boyalı ceylan resmi beyaz zemin üzerine kondurulmuş.

Önümde güzel bir inişin olacağını yol gösteriyor. Etraf çalılar ve ağaçlarla kaplı yeşillikler içindeyim. İnişin başladığı yerden Bergama’nın bir kısmı ve Bakırçay havzası görünmekte.

Düzlüğe, Bakırçay havzasına, ovaya indik. Bakırçay nehrinin olduğu yerde, köprüye gelmeden aşağıya akan kısmın resmini çekiyorum. Bir hafta sonra Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Durup şöyle akan nehre baktım, temiz akmadığı belli. Nehrin kıyılarında çalılar ve söğüt ağaçları var. Uzaklarda bir kaç kavak ağaçları göğe yükselmiş. Sağ alt köşede üç martı tüyünün uçları görünüyor.

Yolu uzatmadan, kestirme olan dar bir köprüden karşıya geçeceğiz. Köprüden arabalar geçemiyor. Önümde iki bisikletçi köprüden geçerken sadece bir bisikletçinin geçeceği kadar geniş olduğunu rahatça görebiliyorum. Köprünün korkulukları demirden yapılı. Bir araba nehir kıyısında durmuş, sahibi bedava nehir suyu ile arabasını yıkıyor. Nehrin karşı tarafına iki ayrı elektrik hattı direklerle geçiş yapılmış.

Köprüden karşıya geçip yola çıkınca yol kıyısındaki beton kaldırım bloklarda kırmızı sprey boya ile sola ok işareti ve ABAK yazısı bize gideceğimiz yönü gösteriyor. Kaldırım tarafına cılız görünümlü ağaçlar dikilmiş. Soldaki tepe Bergama antik kentinin olduğu yer olan Akropol olduğu gibi görünüyor.

Bergama kentinin kıyısından Akropol’un olduğu yere geldik. Teleferik ile yukarı çıkacağız. Ücretini herkes kendisi ödeyerek binecek. Her gondola 8 kişi binerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Benim olduğum gondolda karşımda, İlknur Sözündeduran, Ferdimen, Cem Balkanlı ve Gürel Gürselp var.

Bizim tarafta ise Cem Tabanlı, ben Doktorumuz Burcu Koçay ve Hüseyin Engindeniz var.

Akropol’un kuzey tarafında Kestel baraj göleti görünmekte.

Teleferik ile yukarı çıkınca Akropol’e giriş gişelerinde beklenmedik bir durumdan haberimiz oldu. Bizler Az Bilinen Antik Kentler Turu olarak Turizm bakanlığında ören ve müzelere giriş için gerekli izinleri almıştık resmi olarak. Girişte ücret ödemeden misafir kartı ile geçiş yapacağız. Ama görevliler bizden önce gelen bir bisikletçi grubunu bizim turdan olduğunu zannedip adımızı da kullanarak giriş yapmışlar. Görevlilere biz daha yeni geldik, bizden önce girenlerin turumuza dahil olmadığını belirttik. Sonra sayımız belli 120 Kişiyiz, izinleri de ona göre aldık. O grup ile alakamız yok diyerek içeri girdik. Daha sonra adımızı kullanarak içeri giren gruptakilerle yaptığımız görüşmelerde her ne kadar durumu inkar etseler de olan olmuş. Bisiklet adına üzücü bir durum.

Her neyse içeri girip hızlıca dolaşmaya başladım antik kenti, Yamaçta yıkıntı kalıntıları, taş bloklar yerlerde. Burası sarayların olduğu bölüm.

Akropol antik kentinin camekan içine yapılmış maket kentinin resmini çekiyorum. Kentin yapısına uygun olarak binaların yerlerinde teraslar ve tiyatro maket olarak yapılmış. Yapılmış yapılmasına ama kötü bir şekilde. Antik döneme ait hiç bir benzeme yok. Sanki Laz bir müteahhit betondan sütunlar üzerine kiremitten çatılar yaparak binaları gelişi güzel kondurmuş. Maketi yapan usta ve sanatçı olmayınca böyle çirkin bir kent ortaya çıkmış.

Kazı ekibinden birisi bizlere antik kent hakkında bilgiler anlatıyor. Her mekanda durup etrafında toplanarak pür dikkat dinliyoruz genç kocamızı. İnce sesi ile üzerimizden geçen bulutların altında daha önce yaşanmış olan kentin bilinmeyenlerini anlatıyor. Akada taş duvarlar, kimisi düzgün, kimisi de yığma taşlardan yapılmış.

Athena tapınağının olduğu teras geniş bir alanı kapsıyor. Taban düz taş plakalar döşeli, Kıyılarda sütun kalıntıları kalmış sadece.

Kestel barajının göletini arka taraftan görüntüledim. Tepeleri doruk kısımları yarımada ve ada olarak kalmış su yüzeyinde.

Genç hocanın etrafında dinleyiciler yüzünü dönmüş anlatılanları dinliyor. Ferdimen yere oturmuş fotoğraf makinesi ile resim çekmeye çalışırken Mert ise resim çekilen yöne doğru ayakta bakıyor.

Antik kenti dolaşmaya devam ediyoruz. Bir kısım sütunlar, üzerine kirişler konulmuş olarak ayakta duruyor. Böylece görsel olarak antik kentin bir kısmı ayakta kalarak daha güzel görülmesini sağlamış. Yapılar tam olarak restore edilip yapılsa açık havada böyle albenisi olmaz. Yürüme yollarında kalın kalaslar yere döşenmiş. Üzerinde insanlar yürüyüp bir yerden bir yere gidiyorlar.

Dört sütun üzerine L biçiminde kirişler konulmuş yapının köşesinin bir parçası ayakta. Kirişin üzerinde çatı aynasının başladığı yer var sadece. Arada bir sütun yok, devamında iki sütun var ama sütunların boyu biri kısa diğeri tam olarak duruyor. Üzerinde bir şey yok. Burası Trajanium tapınağı, Almanlar tapınaktaki değerli eserleri, heykelleri Almanya’ya kaçırarak Berlin Bergama müzesinde sergilemektedir.

Trajanium Tapınağının dış sütunlu duvarları ve avlu kısmı, Düz bir duvar üzerine sütunlar ve kirişlerin bir kısmı sütunların üzerinde. Solda tapınağın 4 sütunu.

Athena tapınağının alanında yürüyoruz. Burada kocaman bir çitlembik ağacı meydanı kaplamış durumda.

Tapınağın sütunlarını daha yakından çekiyorum.

Sütun başlıkları ince işçilik örnekleri ile bezenmiş. Büyük bir ustalık ve sabır işi ile muhteşem sütunlar. Yuvarlak taş bloklar beş parmak genişliğinde niş olarak oyulmuş yukarıdan aşağıya doğru bir kanal gibi. Sütunlar 1.5 metre taş bloklar üst üste konularak yapılmış. Sütun boyları 9.80 metre uzunluğunda. Alttaki kirişlerde ise yumurta biçiminde içe oyulmuş niş süslemeler ile bezenmiş. Harika bir işçilik. Resmi aşağıdan yukarı doğru sütun tamamen görülecek şekilde çektim.

Çatıya konulan köşe taşları süslemeleri ise bambaşka işçilik örneği. 5 Metrelik çatı aynasının köşe kısmı, girintili çıkıntılı ince işçilikle her taş blokta iki sütunlu küçük bir tapınak örneklemesi yapılmış.

Trajanium Tapınağını komple çekiyorum. Taş duvardaki süslemeli kiriş yıkıntılardan toplanıp bir araya getirilmiş. 4 Sütun üzerinde ki kiriş aynı orijinal biçimindeki gibi konularak antik kent görünümüne bürünmüş. Depremler sonucu tamamen yıkılıp yerde bulunan mermer blok parçalar birleştirilip sütunlar üzerine konulmuş arkeologlar tarafından. Tek yada bir kaç sütün kirişi ile beraber ayakta durması tekrar edecek bir depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öyle kolay yıkılacak bir yapı değil.

Dünya’nın en dik tiyatrosu Bergama’da Akropol de bulunuyor. Tiyatronun tamamını yandan kareye sığdırıyorum. Tiyatronun ardındaki tepeden Bergama kasabasının evleri ve Bakırçay havzası görünmekte.

Yüksek bir tepenin üzerinde olmak manzaranın güzel olmasını kaçınılmaz kılıyor. Düzlükte kurulu olan Bergama’nın evleri, kenar mahallesi ve Kozak yaylasına çıkan yolun kıvrımları görünüyor. Bakırçay havzası Bergama tarafında geniş bir düzlük oluşturmuş. Denize doğru olan kısım küçük tepelerden iyice daralmış.

Trajanium Tapınağının alt kısmı 7 metrelik taş galerilerle teras kısmı genişletilip tapınağı sağlama almış. Galeriler kemer biçiminde yapılarak üstü kapatılıp korunaklı bir alan meydana getirilmiş. Duvarlar ve kemerler yüksek.

Aynı kemerli örtü iç kısma doğru yapılarak kocaman bir yer, yüksek tavanlı olarak yapılmış. En dipte bir kapı var. Kapıdan sonra devam ediyor ama nereye kadar belli değil. Hem odanın girişi hem de arkadaki kapının girişi demir parmaklıklarla kapatılmış girilmesin diye.

Galerinin sonunda bir geçit çıkıyor karşıma, merdivenlerden aşağıya gidiyor.

Geçidin içindeyim, sağa doğru çıkışı var, gün ışığı geliyor sağdan geçidin içine. Kimi yer kayalar oyularak, kimi yer de taş bloklarla örülmüş geçidin duvarları. Aynı zamanda merdiven basamakları da sağa aşağıya doğru eğimli iniş var.

Geçit tiyatroya doğru çıkıyor. İlk başta kapıda görünen epey aşağılarda Kozak yaylasına giden vadinin manzarası.

Tiyatronun üst kısmından sola doğru giderek Zeus sunağının olduğu yere gidiyorum. Daha önceden gidip görmediğim ve daha yakından bakmalıyım Zeus sunağının boş olan yeri. Tabelada yazılı olan Zeus sunağı yazısı ok ile gidilecek yeri gösteriyor.

Zeus sunağı sadece zeminde beş basamak olarak biraz yükselti olarak kalmış. Basamakların toplamı 20’dir. Sunağı olduğu gibi kaçıran Alman basamakları kaçırmaya gerek görmemiş. Hırsızların 150 yıl önce kaçırdığı Zeus sunağı II. Dünya savaşında Ruslar sunağı sökerek Rusya’ya taşımış. Savaştan sonra geri vermişler ama en değerli parçalar hala Rusya’da. Almanya hukuk davaları açmış kendine ait olmayan tarihi eserler için ama hırsız hırsızla baş edememiş. Sunağın olduğu yerde bir çitlembik, iki de çam fıstığı ağacı var. Ağaçlar da epey büyük. İnsanlar o yöne doğru gidiyor birer ikişer.

Hırsız mühendis karl human ölünce Zeus sunağının olduğu yere gömülmüş. Ruhuna dua yerine sömürgeci zihniyete sahip hırsız olan birine bedduadan başka ne okunabilir ki! Vatanını seven büyük şair Nazım Hikmet RAN kendi memleketinden uzakta vatan haini diye yatarken, soyguncu birisinin mezarı vatanımızda soyduğu yerde yatması ne garip bir durum. Özellikle mezarın olduğu yere gelip gerekli bedduayı evrene gönderdim. Nasıl olsa bir yerlerde olan ruhuna gitmiştir.

Mezar taş bir blok ve başında servi ağacı.

Akropol ziyaretimiz bitiyor ve teleferiğe binmeye başladık. Keşan grubu gondola binmiş, henüz kapısı otomatik kapanmadan resimlerini çekiyorum.

Aşağı indikten sonra bisikletlerle Kızılavlu (Bazilika) ören yerine geldik. Ayakta kalan devasa kalın duvarın 19 metrelik kısmının yandan çekilmiş resmi. Ağacın dalları görüntüyü biraz etkilese de duvarın kırmızı tuğlaları görünmekte. Ben daha önce gezdiğimden içeri girmeyip dinleniyorum bir köşede. Resimleri içeri girip çeken Ferdimene aittir.

Rehber hoca bazilika hakkında bilgi veriyor devasa duvarın dibinde. Etrafında dinleyiciler onu dinliyorlar.

Duvar o kadar yüksek ki yakından kareye almak olanaksız. Ancak bir kısmını çekebiliyor Ferdimen. Çünkü burada tapınılmış Mısır tanrılarından Serapis ve İsis heykelleri var. İlk önce sağdaki heykel.

Sonra diğer heykelin olduğu tarafı çekiyor Ferdimen. Heykeller yeni yapılmış mermerden.

Duvarın ön kısmında ayrı bir yapı daha var. O da duvarları yüksek bir bina.

Yüksek tavanlı binanın içine giriyorum. İç kısmında kemerli duvarlar o kadar yüksek ki kareye sığdırmak olanaksız. Kemerin altında ayakları tamamen kırılmış bir aslan heykeli konulmuş.

Geniş kubbesi de pişmiş tuğlalardan yuvarlak biçimde her sıra daralarak kubbe biçiminde örülerek en uçta sadece ışık alsın diye boşluk bırakılmış. Tepedeki boşluktan gün ışığı içerideki loş ortam dolayısıyla parlak görünüyor.

Tavandan gelen ışık içerisini insan gözünün görebileceği kadar içerisini aydınlatıyor. İçeride kalabalık bisikletçi grup rehber hocanın anlattıklarını dinliyor.

Tabanda ayrıca derin bir bodrum katı daha var. İçeriye konulan lambanın aydınlatması yeterli miktarda duvarların görünmesini sağlamış.

Kızıl avludan tepenin üzerinde bulunan Akropol antik kentinin görünümü. Eteklerde kale olarak kullanıldığında yapılan surlar da rahatlıkla görülüyor.

Kızılavlu (Bazilika) ziyaretimiz bitince hep birlikte şehrin içinden bisikletlerimizle geçerek şehir dışındaki belediyenin sosyal tesislerindeki Kleopatra güzellik ılıcalarının olduğu yere geldik. Zaman yetmediğinden Asklepieion antik sağlık merkezini gezemedik. Yeşil alanda çadırlar kurulmaya başlandı. Orta alan boş, kıyılarda çadırlar kurulu ve gezinen insanlar. Hava kararmaya başladığından sokak lambaları yanıp parlamaya başladı.

Akşam yemeği yendikten sonra sıcak sohbetler başladı serinleyen gecede. Sohbete kahve pişirerek katılıyorum. Pişirdikçe ikram ediyorum içenlere. İçilen kahvelerden boşalan fincanlar yıkanıp tekrar pişirerek ikram devam ediyor. Ta ki herkes içene kadar.

Masanın etrafında toplanmış insanlar sohbet ediyor. Ön masada siperliği olan ocağımın üstünde cezvede kahve pişiyor. Aydınlatma lambası solda parlak ışığı ile bizleri aydınlatıyor gecenin koyu karanlığında. Hava soğudu iyice, ateşi yakamadık yasak olduğu için. O yüzden herkes kalın bir şeyler giymiş üzerlerine.

Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeden günün yorgunluğunu atmak için herkes çadırlarına çekilip yattı.

Daha detaylı yazı dizisi 2 yıl önce yazmıştım, ilgilenenler okuyabilir. http://www.urimbaba.net/?cat=520

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 18. Gün

19 Eylül 2013 Perşembe

Bergama – Aliağa – Menemen – Bostanlı- Balçova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Telli Turna

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni simdi ki bana 

Sakin çıkma patika yollara 
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana        
Biz büyüdük ve kirlendi dünya

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna

Telli telli telli su telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka             
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara

Murathan Mungan

Öne çıkmış olan görsel, bisikletimin gidonuna takılı aynada, arkadan gelen kamyon yansıyor.

190920133977

Harika bir uykunun ardından uyanıyorum. Çamlarda yaşayan binlerce serçenin cıvıltıları ve kumruların gugukları ortalığı kaplamış. Parkın içinde bu kadar kuşun barınması ve hep bir ağızdan kendi şarkılarını söylemesi insanı rahatsız edecek kadar bir gürültü seviyesine ulaşıyor. Nisan ayında burada iki gece kalmıştım o yüzden kuşların bu sabah telaşlarını bildiğimden alışığım. Gece hepsi uyuyor, sadece bir tane guguk kuşu var ve bütün gece 10 saniyede bir hiç durmadan guguk – guguk diyerek sabaha kadar onun sesi hakim. Buranın güvenlik görevlisi guguk kuşundan rahatsız olduğunu söylemişti, göremiyorum çamların arasında yoksa yakalasam  vuracağım diye dert yanmıştı. Saat 05:00 sırlarında kuşların hepsi birden uyanıyor henüz gün ağarmadan. Başlıyorlar cıvıl cıvıl konuşmaya, ilk önce her kuş diğer kuşa günaydın, hayırlı sabahlar diyor tek tek. Haliyle binlerce kuş birbirine günaydın demesi uzun sürüyor. Ardından sıra geliyor sen ne tarafta yem bulacaksın, ben bu gün şu tarafa gideceğim muhabbeti başlıyor. Herkes gideceği yönü belirledikten sonra gruplar halinde çeşitli yönlere doğru uçup gidiyorlar. Saat 07:30 gibi tüm kuşlar gitmiş oluyor, çam koruluğunda ses kalmıyor böylece. Birden bire ortalık sessizliğe bürünüyor, sanki Dünya varmış gibi.

Sabah güneş kendini gösteriyor tüm ışıltılarıyla çamların arasından. Güneşin parlaklığı bu günün açık ve güzel olacağına işaret.

190920133932

Bu gün daha da sevinçliyim, ev özlemi iyice arttı doğrusu. 18 gündür yollardayım, ilk defa bu kadar uzun süre bisiklet üzerindeyim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltı için hazırlıklara başlıyorum. Can henüz kalkmış her zaman olduğu gibi eşyalarını yağmur geçirmez ama kullanışsız, cebi olmayan çantalarına eşyalarını tek tek yerleştirmeye çalışıyor. Haliyle uzun sürüyor toplanması. Kahvaltı etmeden yola çıkacak, Aliağa’da izban metroya yetişmesi gerek 11:30’a kadar. Yoksa 60 km daha pedallaması gerek. Benim acelem yok, akşam 20:00 de izban metroya bineceğim. Can hazırlandıktan sonra vedalaşıp yola çıkıyor. Ben yalnız kalıyorum son günümde. Olsun artık ne yapalım bu gün de böyle olacak. Sabahın seherinde çadırım ve ağaçlar alaca karanlıkta.

190920133933

“Yemek yeme üstüne bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”

diyen  Cemal Süreya haklı bence. İnsan kahvaltısını elinden geldiği karar çeşidi bol ve zengin bir kahvaltı hazırlamalı kendisine. Çantamda kalan son kahvaltılıkları çıkarıp soframı hazırlıyorum. Bir güzel de çayımı demliyorum tavşan kanı gibi. Ekmeği de Danişment köyünden almıştık, hala duruyor. Elçek ile kendimi ve kahvaltı soframı diğer çardaklarla birlikte çekiyorum.

190920133935

Son kalan acı biber salçası, bal, zeytin ne varsa masamı süslüyor. Bir güzel kahvaltımı yapıyorum parkın sessizliğinde. Henüz sabahın erken saatleri, sadece bir iki kişi sabah yürüyüşü yapıyor parkın içinde. Günaydın diyerek birbirimizin gününü kutluyoruz karşılıklı. Masada; cezve, şeker şişesi, çaydanlık, etrafı koruyucu ile çevrili, sarı su matarası, ekmek, çay bardağı, salça kutusu, içinde sarı saplı bıçak, zeytin kutusu, Trakya’da satıcının verdiği zeytinler hala bitmedi. Çok bereketliymiş. Bal kutusu, salça sürülmüş ekmek dilimi, bir parçası ısırılmış, zeytin çekirdekleri. Bunların hepsi beyaz havlu peçetenin üzerinde. Peçete çok geniş.

190920133936

Kahvaltı yaparken bir misafirim geliyor yanıma miyavlayıp yalanıyor. Kediye ekmekten başka verecek yiyeceğim yok doğrusu. Bir kaç lokma veriyorum kuru ekmek sadece. Sanırım aç hayvan ekmeği yemeğe başlıyor. Ekmeği yerken de az ilerde kumruları da kesiyor bir taraftan. Ama kumrulara doğru hamle yapmaya niyeti yok gibi. Sadece arada bir kumrulara doğru bakıyor. Sanki avcılık yeteneğini yitirmiş gibi öylece kuru ekmeği yemeye çalışıyor.

Aklıma Aşık Mahzuni Şerif türküsü geliyor

Bilmem ağlasam mı

Mevlam gül diyerek iki göz vermiş

Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı

Dura dura bir sel oldum erenler

Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

 

Yoksulun sırtından doyan doyana

Bunu gören yürek nasıl dayana

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana

Bilmem söylesem mi söylemesem mi

 

Mahsuni Şerifim dindir acını

Bazı acılardan al ilacını

Pir sultanlar gibi dar ağacını

Bilmem boylasam mı boylamasam mı

Aşık Mahzuni Şerif

“Yiğit muhtaç olmuş kuru ekmeğe…” Kedi ekmek yerken çekiyorum bir poz.

190920133937

10 metre ileride iki tane kumru kedinin bir şey yapamayacağını sanki biliyormuş gibi rahatça dünden kalmış kırıntıları yiyorlar çimenlerin üzerinde.

190920133938

Eh kahve altını yaptık sıra geldi kahve içmeye. Cezveme tek kişilik kahve hazırlıyorum, etrafta kimse yok. Şanslı 3 kişi olsaydı onlar da içebilirdi kahvemden. Cezve ocağın üzerinde, yanında fincan, çay kaşığı ve çakmak.

190920133939

Kahve pişiyor bol köpüklü fincanın içinde. Cezve ve ispirto ocağı.

190920133940

Elçek ile kahve keyfimi çekiyorum. Saçlar değil de sakallar birbirine karışmış durumda ama gayet memnunum bu durumdan. Cildim biraz dinlenmiş oluyor 18 gün boyunca.

190920133941

Kahvaltının ardından toplanıp bisikletime yüklüyorum eşyalarımı. Yola çıkıyorum yavaş yavaş. Gece girdiğimizde Bergama tabelasını çekememiştim. Karşıya geçip resmini çekiyorum. Tabelada; Bergama, Nüfus: 81400 yazıyor.

190920133942

Ve Bergama dan ayrılmış oluyorum böylece. Bergama çıkış tabelasına çapraz kırmızı şerit çekilmiş.

190920133944

İzmir 103 km diyor ama ben Aliağa ya kadar gideceğim aheste aheste. 50 km civarı. Tabelada D240, İzmir 103, Çanakkale 238 yazılmış. Bisikletim KUZ solda park halinde.

190920133943

Keşan’a giderken karşıda görünen tepelerin ardından gitmiştik. O yol daha kestirme, Bergama dağın dibinde kurulduğundan ana yol Bergama’ya yakın yere kadar girip tekrar sola dönüyor. Haliyle yol uzamış oluyor böylece.

190920133945

Ana yol, Çanakkale – İzmir kara yolu. Asfalt düzgün olduğu için bisiklet akıp gidiyor. Karşıda sivri bir tepe var.

190920133946

Mısır tarlası, hayvanlara yem olsun diye yetiştiriliyor. Henüz biçilmemiş, öyle bir sarı rengi var ki insan bakmaya doyamıyor doğrusu.

190920133947

Kimi tarla da yemyeşil, kimi sürülmüş, kimi sapsarı. Bakır çayın suladığı bu bereketli ova binlerce yıldır burada insanlar yiyecek besinini yetiştiriyor.

190920133948

Mısır tarlaları düzenli sıra halinde ekilmiş, henüz sararmaya başlamış.

190920133949

Bakırçay  köprüsünden geçiyorum, su var ama burnuma pis kokular geliyor. Köprü korkuluğu, Bakırçay tabelası ve akan nehir.

190920133950

Pis kokuların sebebi sanayi artıkları ve lağım arıtılmadan direk Bakırçay’a bırakıyorlar sularını. Belki de kanalizasyon da bırakılıyordur çaya. Cezalar caydırıcı değil, yetkililer denetlemiyorlar, fabrika sahipleri paralı, istediği şeyi yapıyorlar göz göre göre. Bakalım nereye kadar kirletecekler dünyayı. Elbet kendine zararı olacak ama onlar bunun farkında değiller. Sadece daha çok kazanayım telaşındalar. Geleceğe temiz bir dünya bırakma niyetinde değiller. Gördüğümüz tarlalar buralardan sulanıyor ve bu kirli sular besinlere bir şekilde geçmiş oluyor. İnsanlar da doğal besleniyorum zannediyorlar.

” Biz büyüdük ve kirlendi dünya”

190920133951

Yol iyi güzel de tarlasını sürüp işi bittikten sonra çamurlu tarladan ana yola çıkarak yolu lastiklerinden bıraktığı çamurlarla berbat etmeleri yok mu. Bu da ayrı bir sorun, traktörleri ana yola çıkarmadan yan yollarda hareket etmelerini sağlamak gerek. Dün yağmur yağmış ve tarlasından çıkan bir traktör bu hale getirmiş kara yolunu. Tabi ki bisikletle emniyet şeridinde biz gidiyoruz.

190920133952

Nihayet denizi görüyorum zeytin ağaçların arasından, Yenişakran’a gelmek üzereyim.

190920133953

Yol hızla altımdan kayıp gidiyor sanki. İnsan farkında olmuyor ama saat henüz erken ve ben Yenişakran’ı geçtim bile. Aliağa’ya az bir yolum kaldı. Kendimi elçek ile çekiyorum, başımda sarı kask, sarı gözlük var.

190920133955

Burası hacı Ömerli köyü, Esas köy yukarılarda ama köy terkedilip ana yolun dibine taşınmış. Burada liseden arkadaşımın ailesinin evi vardı. 1980 öncesi gelip burada zıpkınla balık avlar denize girip yüzerdik. Denizin içinde tarihi sütunlar görmüştüm o zamanlar. Bir zamanlar burada medeniyetler kurulmuş. Ama deniz altında kalmış antik yıkıntılar. Ne kazı yapan, ne de araştıran. Deniz kıyısını çekiyorum.

190920133958

Karayolları bir tabela koymuş yolun kıyısına ” Karayolumuzu temiz tutalım” diye de yazı yazmışlar. Fakat öyle pek temiz tutan yok, sadece yazıda kalıyor. İnsanlar her şeyi arabadan dışarı atmaya devam ediyor düşüncesizce.

190920133959

Şimdiye kadar gördüğüm en güzel köprülerden bir tanesi. Daha önce geçtiğim köprülerin hepsi dardı ve mesafe olmadığı için emniyet şeridi yoktu. Bisikletle köprü geçişlerinde dikkatli geçmezsen tehlikeli oluyordu. Bu köprüde görüldüğü üzere emniyet şeridi genişliğinde köprü geniş yapılmış. Duble yol yapımları yeni yapılıyor ve yeni köprüleri inşa ediyorlar. Herhalde köprüyü yapan müteahit diğer köprüleri dar yaparak malzemeden çalıyorlar büyük ihtimalle. Karayolları denetçileri de buna göz yummuş şimdiye kadar. Bu köprüde çalınmadan tam yapılmış.

190920133960

Henüz saat 11:00 erken vardım Aliağa’ya. Yol güzel olunca çabuk geldim doğrusu. Biraz daha erken davransaydım izban metro saatine yetişebilirdim sanırım. Akşam 20:00 de almaya başlıyorlar metroya bisikletleri. Bakalım ne olacak. Tabelada; Aliağa, Nüfus: 53600 yazıyor.

190920133961

Aliağa girişinde sahil yolu bisiklet yoluna giriyorum. Girmemle birlikte lastiğim de patlıyor. Lastiği söküp yama yaparak tamir ediyorum. Ön tekerlekte dinamo var ve kabloları sökmem gerektiğinden sökmeden yama yapıyorum lastiğe. Lastiği şişirip devam ediyorum, bir süre gittikten sonra tekrar lastik iniyor. Artık yamayla uğraşmıyorum, ileride balıkçı barınağı var, orada tekrar bakarım diyerek yola devam ediyorum lastiği şişire şişire. Katlanır tabure, KUZ ve iç lastiği dışarda ön tekerlek.

190920133962

Balıkçı barınağına varıyorum, karnım da acıkmıştı. hemen balık ekmek söyleyip karnımı ilk önce doyuruyorum bir güzel. Aç ayı oynamaz hesabı, lastik iyice indi çünkü. Karnım doyduktan sonra ön tekerleği söküp lastiği yedek lastik ile ilk önce değiştiriyorum. Daha sonra yedekleri iyice patlaklarını tespit edip yama yaparak yedeğe alıyorum. İşim bitince balıkçıya veda edip yola koyuldum. Ana yola çıkmadan  şehir merkezine kadar giderek oradan ana yola çıkacağım. Brandadan çadırda balık pişiriyor. Adı da; İskele Çakıcı balıkçılık. Köşeleri ve üstü beyaz, diğer tarafları kırmızı renkte.. Penceresine enine, mavi – beyaz şeritli çarşaf ile kapatılmış.

190920133963

Bir süre sonra Aliağa metronun olduğu yerden çıkıyorum, metro saatini beklemeye gerek yok. Aklıma Eski Foça – Menemen arası yolun nasıl olduğunu sizlere göstermek. Bu yolda bisiklete binmek istemezsiniz. Aliağa belediyesi her gün tarih değiştirerek iyi yolculuklar dileklerini belirtiyor. Bu gün 19 . 09 . 2013 tarihi yazılmış. Küçük bir yamaca tarih ve Aliağa belediyesi iyi yolculuklar diler yazısı yazılmış. Yeşil zemin üzerine beyaz harflerle.

190920133964

Aliağa ağır sanayi bölgesi, burada Türkiye’nin en büyük rafinerisi, petrokimya tesisleri, ark fırınlı demir – çelik fabrikaları, haddehaneler, hurda sahaları ve bunlara ait onlarca büyük iskele bulunuyor. 18 Yıl bu bölgede Demir çelik fabrikasında çalıştım vardiyalı olarak. O yüzden bilirim buraları. Elektrik üretimi özelleşip üretimi kendileri yapınca fabrikalar kendilerine rüzgar türbini kurmuş, kimisi de kuruyor.

190920133965

Burada doğal gaz çevrim santrali bulunmaktadır. Ağır sanayi fabrikalarına yetmeyecek kapasitede ama biraz olsun temiz doğal gaz yakarak elektrik enerjisi üretiliyor. Toplam kurulu gücü 270 MW olan santralin yıllık üretim kapasitesi 2,15 milyar KWh. Dört bacalı elektrik santrali ve elektrik iletim hatları direklerle taşınıyor şebekeye.

190920133966

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133967

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133968

İşte size bahsettiğim tehlikeli yol bölümü; Yeni Foça kavşağından başlıyor Buruncuk köyü, Gediz nehri köprüsüne kadar emniyet şeridi yok. Aliağa bölgesi ağır sanayi fabrikaları barındırması kamyon, tır, tanker araçlarının bol olması demek. Haliyle trafik te yoğun oluyor bu bölgede. Ayrıca bir çok büyük iskele olması da dışalım – dışsatım yapılıyor bir taraftan. Onların araçları da eklenince yolda tır, kamyon çok oluyor. Önümde iki tır kamyon ve dar emniyet şeridi. Tabelada burada 90 Km hız sınırını belirtmiş.

190920133969

Hele yolun bazı bölümleri o kadar dar ki hiç emniyet şeridi yok denecek kadar. Ben de sürekli olarak dikiz aynamdan arkamı kontrol ediyorum. Yolun asfalt olmayan kısmında toprak berbat ve bisikletle gidilebilecek durumda değil. Beni gören kimi sürücüler yolun hafif solundan bana zarar vermemeye çalışarak geçiyorlar. Tır olsun kamyon olsun çoğu bana dikkat ederek geçiyorlar. Sadece petrol tankerleri dibimden, bana aldırmadan geçiyor tehlikeli bir biçimde. Bu tehlikeli durumu bir kaç kez yaşadım yol boyunca. Alternatif yol da yok tehlikesiz gidilebilecek. Mecbur bu yoldan geçmek gerek.

190920133970

İşte beni geçen kamyon ne kadar açıktan geçiyor beni düşünerek. Kamyon ile düz beyaz çizgi arası mesafe ne kadar. Tabelada düz olarak; Menemen, İzmir, sağa Foça yazılmış.

190920133972

Buruncuk köyüne geliyorum, burası küçük şirin bir yol kasabası. Kamyonlar burada her zaman mola verirler. Yemek yiyip çay içerler kahveden, her zaman tazedir. Bir de yukarıdaki dağ köylerinde ekşi maya ekmek getirip bakkalda satarlar. Buradan ekşi maya ekmeği alacağım. Ekmek te 20 ekmek ağırlığında, kocaman bir ekmek. Fabrikada çalışırken bir iş arkadaşım anlatırdı,  “Sabahları sadece 1 dilim ekmek yiyorum artık perhiz yapıyorum” bizde “hadi ya nasıl oluyor” diye sorunca o da “Buruncuk’tan aldığım kocaman ekmeğin ortasındaki dilimi yiyorum “diyerek bizleri güldürürdü. O dilim 2 ekmek civarındaydı. 18 yıl buradan her gün geçtim izin günleri hariç. Ama burada bir antik  kentin olduğunu bilmeden. Gördüğünüz tepenin üzerinde Larissa antik kenti kalıntıları bulunmakta. Bu yıl Nisan ayında düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turunda öğrenmiştim. Rotamız buradan geçmişti.

190920133973

Buruncuk köyünün kavşağında sol şeritte daha çok emniyet şeridi var gördüğünüz gibi. Burada sol tarafa geçip bakkaldan ekşi maya ekmeği alıyorum bir tane. Öğleden sonra kalmıyor ekmek, bilenler durup alıyor bu ekmeği. Ayrıca kahveler de sol tarafta, bir çay içmek gerek hem de duble. Ardından soğuk bir soda iyi geliyor. Orta şeritte durumu çekiyorum, arabalar vızır vızır geçiyor sürekli olarak.

190920133974

İşte Gediz nehri ve köprüsü, köprü üzeri emniyet şeridi ne kadar dar değil mi?

190920133975

İşte kamyonun biri dibimden geçmek üzere, hiç te beni dikkate almadan geliyor. Allahtan durup çekmiştim bu resmi yoksa dibimden geçecekti. İşte size bu anlattıklarım ve resimlerde gördüğünüz kadarı ile bu yol çok tehlikeli bir bisikletli için. Bu yüzden bu tehlikeli yoldan geçmemek için metroya binip Aliağa’ya kadar gidip oradan yola çıkıyoruz. Aynı yol tehlikesi de İzmir’in diğer çıkışı olan Aydın yolu üzerinde Karabağlar – Gaziemir trafiği berbat. Orada küçük sanayi ve atölyeler, mobilyacılar var. Oradaki trafik yoğunluğuna dolmuş şöferleri ve taksi şöferleri de karışınca tehlike bir kat da artıyor. Çünkü Taksi ve dolmuş şöferlerinin ne yapacakları belli değil. Onların gözleri müşterilerde, diğer araçlar ve bisikletliler onlar için önemli değil. Aniden direksiyonu üzerimize kırıyorlar, bizleri zor durumda bırakıyorlar. Gidonuma takılı dikiz aynamdan yansıyan kamyonu çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

190920133977

Gediz nehrinin suladığı bereketli menemen ovası, pamuk, üzüm, mısır, buğday tarlaları. Bir aralar çeltik tarlaları vardı ama şimdi ekim yapılmıyor. Tarlalar yemyeşil.

190920133978

Menemen’in pişmiş toprak ürünleri meşhurdur. Yol kıyısında satıyorlar testi, çanak, çömlek gibi şeyleri.

190920133979

Menemen’e giriş yapıyorum. Bayağı büyük bir kasaba, buradakilerin çoğu Aliağa sanayi bölgesinde çalışıyorlar. Aynı zamanda İzmir – Çanakkale yolu buradan geçiyor. Bir de burası tarım bölgesi, çiftçilik te yapılıyor. Tabelada; Menemen, Nüfus: 119000 yazıyor.

190920133980

Menemen’in en meşhur nesnesi Menemen testisi. Yolun ortasında kocaman bir testi yapmışlar. Ayrıca bir deyim de vardır bununla ilgili ;

” Menemen testisi gibi dizilmek”

Bu deyim her yerde rahatlıkla kullanılabilir. Menemenin diğer ünlüsü de develeri bol olması. Menemen de her yıl deve güreşleri düzenlenir. Menemen’de devrim şehidimiz Kubilay’ın yobazlar tarafından vahşice katledilmesi ile her yıl 23 Aralıkta şehitlikte anılır.

190920133981

Menemen’den sonra hızla Bostanlı vapur iskelesine geliyorum. Arada resim çekilecek önemli bir şey olmadığından, yoğun trafik içinde bir an önce Bostanlı’ya ulaşmak için hızlı bir şekilde Bostanlı’ya ulaşarak arabalı vapura biniyorum. Vapura binince rahat bir nefes alıyorum. Aliağa dan buraya kadar olan yol beni fazlası ile yordu doğrusu. Geminin arkasındayım, Direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Arkada Bostanlı ve Yamanlar dağı.

190920133982

Hepsi ayrı güzel olan martılar nazlanmadan bana poz verip rüzgarda süzülerek yanımdan uçarak geçiyorlar birer birer. Bu deniz kuşlarını ayrı seviyorum, bana özgürlüğü hatırlatıyorlar. İnanın onlar gibi uçmak isterdim uçsuz bucaksız denizlerde, rüzgara karşı süzülmek isterdim, kanatlarımı çırpmadan. Bir balık gördüm mü bir anda denizden balığı yakalamak isterdim maviliklerde. Her vapurun müdavimleri martılar yine vapurun etrafında uçuyorlar. Bir martı üzerimde uçuyor.

190920133983

Diğer bir martıyı kanatları açılmış durumda süzülürken çektim. Sağ kanadının ucunda yükseklerde uçan uçağın beyaz dumanı kanadın ucuna denk gelmiş.

190920133996

Bagajımda 4 dilim ekmek kalmıştı yiyemediğim. Ekmekleri lokma lokma martılara atmaya başladım. Bütün martılar bir lokma ekmek kapmak için etrafımda dönmeye başladılar. Ben her lokmayı attıkça çığlık atarak havada kapmaya çalışıyorlar her biri. Vapura binince hep yanıma ekmek alıp martılara atarım bu güzel anları resim çekerek yakalamaya çalışırım değişik pozlarda. Martı havadaki ekmek lokmasını kapmak için yan dönerek kanatları açık biçimde poz veriyor. Arkasındaki martı normal pozisyonunda. Diğer martılar az aşağıda vapur hızında uçuyorlar.

318488_256834434366723_1166214873_n

Karşımda Narlıdere ve dağları, çatal kaya Balçova ve Teleferik. İzmir’in en güzel yeri.

190920134001

Solda çatal kaya dağı, İzmir körfezi ve akşam güneşi batıda alçalmaya başladı. Güneş parlak ışıklarını saçıyor. Deniz seviyesinde olan ağaçlık İnciraltı kent ormanı.

190920134002

Memleket isterim

 Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

 Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

 Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

 Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

 Memleket isterim

 Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

 Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Üçkuyular arabalı vapur iskelesine yaklaşıyoruz. Tam karşımda taşlı tepe, üzerinde şehitlik anıtı ve eteğinde güzel evim, özledim doğrusu.

190920134003

Arabalı vapur iskeleye yanaşmadan aşağı bisikletimin yanına iniyorum. Ben ve bisikletim KUZ sakince vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoruz. Yarım saat vapurda dinlenme iyi geldi ikimize doğrusu.

190920134004

Vapurdan inerek sahilden doğru Üçkuyular’daki çarşıya gelerek yılların bisikletçi ustası Mevlüt ustamın dükkanına yanaşıyorum. Beni görünce “Hoş geldin bilader” diyerek kucaklaşıyoruz. Hemen komşum olan Mehmet’te seslenerek çayları söylüyor. Mehmet te çayları getirince “Hoş geldin komşu” diyerek onunla da kucaklaşıyorum. Başlıyor Mevlüt usta sorular sormaya, “Anlat bakalım nasıl geçti turun?”  Ben de kısaca yaşadıklarımı, turu, edindiğim dostlukları anlatıyorum. Bu arada ikinci çaylar geliyor. Komşum Mehmet bu da benden diyerek çayları tazeliyor. İkinci çayları içerken bu turda edindiğim dostlukları anlatınca Mevlüt usta başladı bir hikaye anlatmaya ;

“ Zamanın birinde bir padişah yaşarmış memleketin birinde.

Padişahın bir oğlu varmış, sarayda bir dediğini iki etmezlermiş.

Padişah bakmış oğlunun yapacağı hiçbir şey yok şunu ülkenin dört

bir tarafına göndereyim de ders alsın biraz, yol yordam öğrensin,

tecrübe kazansın ve en önemlisi dost edinsin diye düşünmüş.

Oğlunu yanına çağırtmış. Oğlu yanına gelince

–          Buyur babacığım beni emretmişsiniz

demiş. Babası da ;

–          Oğlum bu ülke yarın bir gün sana kalacak, ülkeyi sen yöneteceksin.

Ülkenin dört bir tarafını dolaş, her il’de kendine bir ev al, gittiğinde oralarda

her zaman bir kapın olsun

diyerek oğlunu yolcu etmiş  ülkenin dört bir tarafına. Padişahın oğlu da

yola çıkıp ilk il’e gelince yanındaki adamlarına emrederek  o il’in en güzel evini

almalarını söylemiş. Adamları da en güzel evi almışlar, bir güzel dayayıp döşemişler.

Birkaç gün evde oturup eğlendikten sonra  evin anahtarla kilitleyip anahtarı cebine

Koymuş, diğer il’e doğru yola çıkmışlar. Diğer il’de de aynı şekilde en güzel evi satın

almışlar. Nasıl olsa para bol, padişahın oğlu ne de olsa. Böyle geze geze ülkenin bütün

il’lerinde Bir er ev almışlar. Her evin anahtarı cebinde 40 tane ev almış olarak saraya

dönmüşler.

Saraya döndükten sonra babasının huzuruna çıkarak;

–          Babacığım söylediğiniz gibi ülkenin dört bir tarafını dolaştım. Kendime en güzel

Evleri satın aldım, dayadım döşedim. Tam 40 tane evim oldu, artık ülkenin dört bir

tarafında Kapım var artık, işte 40 evin anahtarları.

Diyerek 40 anahtarı babasına uzatmış. Padişah ta 40 anahtarı görünce şaşırmış.

Oğluna;

–          A benim akılsız oğlum, sana ülkenin dört bir tarafında bir evin her il’de bir kapın

olsun dediğimde sen gidip satın mı aldın 40 tane ev. Ben sana her ili dolaş, insanlarla

tanış onlarla sohbet et, dost ol. Her gittiğinde bir kapın olsun dediğim buydu ey akılsız

oğlum.  dostun olursa her yerde kapın olur diyerek oğluna  iyi bir ders vermiş.”

diyerek herkese ders olacak hikayeyi bitiriyor. Anlattığı hikayede geçen konuyu ben bu 18 günlük turumda bizzat yaşadım. Keşan dağ bisiklet festivalinde bir çok dost edinim, her biri ayrı ayrı illerden gelmişlerdi. Edindiğim dostluklar sayesinde her yerde bana yardımcı oldular sağ olsunlar. Hepsinin ayrı bir dostluğu oldu benim için. Bir çok yerde hikayede geçen kapım oldu bu turda. Dostlarımın da bir kapısı var artık İzmir de. Mevlüt usta gün görmüş, yaşamış ve iyi bir bisikletçi ustası. 45 yıldır bisiklet tamirciliği yapmış kendi dükkanında. Çıraklar ustalar yetiştirmiş, artık yeter diyerek bisiklet tamirciliğini bıraktıktan sonra dükkanında sadece arkadaşlarıyla sohbet etmek için açıyor. Her gün çay içerek, arada ufak tefek bisiklet tamiri oyalanmak için yapıyoruz birlikte. Bisikletim KUZ üzerinde, yanımda Mevlüt usta, bir poz çekiliyoruz.

190920134005

Çayların ardından çarşının berberi Nihat’ın berber koltuğuna oturarak sakal tıraşı oluyorum. Berber Nihat ta sinekkaydı tıraş yaparak 18 gündür kesmediğim sakallarımı kesiyor. Yüzüm rahatlıyor, aslında şöyle ustura ile olmak vardı sakal tıraşını ama şimdiki berberlerde ustura yok maalesef. Usturaya benzer bir alet var ona bildiğimiz jilet takarak tıraş yapıyorlar. Esas ustura ile sakallar kesilirken çıkardığı sesleri kulağının dibinde duyardım bir zamanlar ve tıraştan sonra yüzümde masaj yapılmış hissederdim. Elçek ile kendimi ve Berber Nihat’ı çekiyorum berber koltuğunda. Yüzüm tıraş sabunu sürülmüş halde.

190920134006

Tıraşımı olduktan sonra güzel evime gelerek turu burada noktalıyorum. Erguvanım sonbahar da açıyor, bahçemde yediveren limon ağacım her mevsim çiçek açıyor. Melisa ise akşam üzeri güzel kokular saçmaya başladı. Ihlamur ağacım ise henüz çiçek açmadı daha 3 yılı var çiçek açmasına. Aşağıda sardunya çiçeklerim her daim çiçek açmakla meşgul. İki katlı evim kırmızı renk boyalı, Üst balkonlu olan evde oturuyorum. Evimin bahçesine kendi yaptığım doğal taş döşeli kemer kapı. Kemerin üzerinde Kara kartal. Kemerin solunda posta kutusu ve zil düğmesi. Bisikletim KUZ önde park etmiş durumda.

120420146649

Bu turda yaptığım toplan yol 18 günde 1309 Kilometre civarı olmuş

Bir turun sonuna geldik, yazılarımı okuyup takip eden dostlarım hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim yazdıklarımı okuduğunuz için. Gezdim, gördüm ve yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Paylaşmak her zaman güzeldir, paylaştıkça değeri arttığına inanarak yazıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 91 + 8 toplam 101 Kilometre civarı. 8 Kilometre vapurla geçtiğim yer.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc