Kelp rakip böyle diyormuş Güzel sevmek pek günah Ben severim sevdiğimi Günah benim kime ne
Nesimî’ye sordular ki Yârin ile hoş musun Hoş olayım olmayayım O yâr benim kime ne
Kul Nesimi
Öne çıkmış olan görsel, İki tarafında zakkum bitkileri olan mavi boyalı bisiklet yolunda bisikletim KUZ, bagajında siyah, turuncu çantalar, üstünde turuncu sosis çantası kancalı lastik ile bağlı.
Yeni bir yazı dizisi başlıyor;
7 Yaşımdan beri gezmeye başladım desem yeridir ve hala gezmeye doyamadım. Canlıların genlerinde yazılmış bir kod olmalı. Göç, yada gezme kodu. Canlılar sürekli bir yerden bir yere hareket ederler veya göç ederler, gezinirler. Yaşam da bunu gerektirir. Yiyecek bulma, barınma, mevsimsel döngüler, savaşlar, depremler, salgın hastalıkları. Dünyada ki tüm canlıların hareket olmaları sürekli, genlerine yazılmış bu kod insanlarda da yazılmıştır.
7 yaşımda küçük bir çocuktum. Kendi başıma yaptığım ilk yolculuk Yugoslavya da Kosova Özerk bölgesinde Prizren den Pirana köyüne olmuştu. Yaklaşık 10 Kilometre civarı. Her yaz babamın köyü olan Pirana köyüne mutlaka giderdik ailece. O zamanlarda araba felan gibi bir şey yok, köyden bir at arabası gelip bizi eşyalarımızla birlikte alırdı. Orada tarlalar, bahçeler, otlatılacak koyun sürüleri, mandalar var. Hele o kaymaklı manda sütü hala damağımda. Orada sınırsız arazi, sınırsız oyun alanı ve yapılacak bir çok iş vardı. Köyde olmayı seviyordum bir çocuk olarak. Nedenini bilmediğim bir şekilde o yaz köye gitmemiştik. Günlerce ha bu gün ha yarın köye gitmek için sabırsızlanıyordum. Evdekiler, önemle annem hazırlık yapmaya niyeti bile yoktu. Günler geçtikçe sabırsızlanıyordum ve o gün hala gelmemişti. Anneme soruyordum ne zaman gideceğiz diye, o da gitmeyeceğimizi söyledikten sonra kendi kendime karar verdim. Siz gitmezseniz ben tek başıma giderim. Yolu da biliyordum nasıl olsa. Öğlen olmadan yola çıkıp yürümeye başladım. Kasabanın ana caddesinden devam edip köy yoluna çıkarak yürüdüm tek başıma. Küçük bir çocuk, korkmadan büyük bir cesaretle giderken hiç kötülük, yada bir köpeğin saldırısına uğrar mıyım diye düşünmeden yolun çoğunu almıştım bile. Köye yakın bir at arabasına binip köye ulaştığımı hatırlıyorum ama ilk yolculuğumu tek başıma yaptığımdan dolayı kendimi kutlamıştım. Karar verdim mi yola çıkarım ve hedefime giderim ne olursa olsun.
Gelelim turumuza, bildiğiniz gibi insanların doğaya verdiği zararı, insan eli ile yapılan erozyon nehirlerdeki kirliliği dikkat çekmek için Suyun Kaynağına Yolculuk Turu yapıyorum. Bu yıl Gediz nehri temiz aksın etkinliği olacak. Facebook grup sayfasında etkinliği açtım. Bir kaç kişi katılacağını belirtti. Kesin olarak kimler gelecek bilmiyorum bile. Daha önce bir günlük keşif turu yapmıştım. İlk gün kamp yeri, Gediz nehrinin denize döküldüğü yeri, Menemen Emiralem köyüne kadar ki kısmının keşfini yapmıştım. Ondan sonrası Allaha kerim. Ben de bir gün önce Az bilinen antik kentler bisiklet turunu bitirip eve gelmiştim. Yaptığım programa göre Ramazan ayı başlamadan turu bitirip eve gelmek. Bir gecelik dinlenmeden sonra ertesi gün yola çıkmak için hazırlığımı yaptım. Buluşma yeri Maltepe köyü yakınlarındaki çam koruluğunda kamp yeri. O yüzden evden biraz geç çıkacağım. Çantalarım hazırdı, bir tek kap kacak ve yanıma konserve türü bir kaç eşyayı ön bagaj çantasına yerleştirdim. Yiyecek olarak zeytin, bal da çantamda yerini aldı. Yedek batarya ve güneş panelini de unutmadım. Ayrıca pankart çantaya yerleşti. Yola çıkmaya hazırım. Bisikletim KUZ evimin bahçesinde park halinde.
Evden çıktım ve fazla uzakta olmayan Üçkuyular vapur iskelesine gelip karşıya arabalı vapurla Bostanlı iskelesine geçtim. Buradan yaklaşık 16.6 Kilometrelik bisiklet yolundan gideceğim ilk önce. Tek başıma yola çıktım. Bisikletim KUZ mavi boyalı bisiklet yolunda park edip resmini çekiyorum. Bisiklet yolunun kıyılarında zakkum bitkileri var. Yo düz olarak devam ediyor, ucu görünmüyor bile. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçtim.
Bisiklet yolundan köy yollarına girdim. Seyrek köyünde 250 gramlık paket çay ve ekmek aldım, hem akşam için hem de sabah kahvaltılık için. Daha 4 gün önce bu yoldan geçmiştim ABAK turunda asfalta işaretleri de görünce resmini çekiyorum. Sola dönüş ok işareti sprey boya ile işaretlenmiş.
Daha ilerlerde “ABAK HER YERDE yazısı da sprey boya ile şablonla boyanmış
Akşama daha çok var ve ağır ağır gidiyorum. Panaztepe antik kentin olduğu yere geldim. Tepeyi çekiyorum yeşillik içinde.
Daha önce çektiğim Eurovelo bisiklet rotasının tabelasını da çekiyorum Panaztepe de. Seyrek 8 km, Maltepe 3 km ve Panaztepe yönlerini gösterir tabela üç yönü de gösteriyor.
Daha önceden belirlediğim çam koruluğuna geldim. Sıralı dikilmiş fıstık çamı ağaçlarının altına gelip bisikletimi park ediyorum bir piknik masasının yanında.
Çadırı kurup, matı uyku tulumunu ve gerekli eşyaları yerleştirdim. Çadır yatmaya hazır. Suyun kaynağına yolculuk pankartımı da ağaçların gövdesine bağladım. Akşam oldu, hava karardı, ne gelen var, ne giden var ne de arayan soran. Flaş ışığında bisikletimin gidonu, tüyleri ve pankartı çekiyorum.
Akşam yemeğimi yedim, kahvemi içtim, çayımı da demledim. Çayı sıcak sıcak içerken bir misafir geldi. Sibirya kurt köpeği, köpeği biraz sevdim okşadım. O da bundan memnun kaldı ki yanıma oturdu ve bana bakarken flaş ışığında çekiyorum bir poz. Kulakları dik, yüzü, önü ve ön ayakları beyaz, diğer tarafları siyah tüylerle kaplı. Konserve kutusunda biraz barbunya ve ekmeği banıp ikram ettim yemedi, dışarıdan yemeğe alışkın değil sanki.
Sıcak çayımı içim bir süre, gecenin karanlığında oturdum köpekle birlikte. tek başıma. Dört günlük bir turdan döndükten sonra yol yorgunluğu devam ediyor. Fazla geç olmadan çadırıma girip yattım. Bisikletim KUZ’u kilitlemedim bile. Akşamdan kimse gelmemişti, pek geleceklerini de sanmıyorum, yarın belki gelen olur umuduyla uykuya dalıyorum.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 38 Kilometre civarı
( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )
Dikili – Çandarlı
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli farkına bile varmadan? Nasıl etmeli de ağlayabilmeli ayıpsız, aşikare, yağmur misali?
Nazım Hikmet RAN
Öne çıkan görsel, Akşam Güneşi sağda batarken bir tandem ve bir bisikletçi yolda bisiklet sürüyor.
Deniz kıyısında hava kirlenmez, engin deniz buharlaşırken havayı da temizleyerek gök yüzüne çıkar. Böylece soluduğumuz havadaki moleküller buharda yıkanmış olarak ciğerlerimize dolar. Bu havada biraz da iyot vardır, işte bu iyot sağlık demektir. İnsan hücrelerindeki DNA tuzdan meydana geldiğinden havaya karışmış iyot hücrelerimize kadar girerek onları onarır. Gece boyu soluduğumuz hava sabaha karşı etkisini gösterir ve yenilenmiş hücrelerin çalışmasıyla dinlenmiş, dingin olarak uyandırır. Ağustos sıcağı Güneşin doğması ile kendini belli etmeye başladı. Güneşin ilk ışıkları ile çadırımın kapısını açıp denizi ve enginliğini izliyorum bir süre. Önümde deniz, karşıda dağlar, çadırın içinden görünen manzara.
Herkes uyandı ve toplanmaya başladık. Sabah belediyeden gelen kahvaltıyı geri çevirdik. Kahvaltıyı kendimiz yapacağız. Dün akşamki belediyenin tutumu hiç hoş değildi. Herkes hazır olduktan sonra sahildeki kayrak taşı döşeli yoldan merkeze doğru gitmeye başladık. Sağda taş örülü istinat duvarı, duvarın dibinde zakkum bitkileri, kayrak taşı döşeli geniş bir gezinti yolu. Solda deniz ve önümde giden tandem bisikletler.
Merkezde bir bahçeli kahveye oturup hep birlikte kahvaltıyı yaptık. Kahvaltı sonrası toplantıya başlıyoruz. Belediyenin dün akşamki davranışını beğenmediğimizi Eşpedal derneği olarak belirtmek için dilekçe yazmak için fikir birliği oluşturarak sunacağımız metni hazırladık. Metin hazırlandıktan sonra baskı için yazıcı bulmaya gitti gönüllüler. Biz de bahçede masaları birleştirip, çay, kahve, soda içerek durum değerlendirmesi yapıyoruz. Masanın etrafında 17 kişi var.
Dikili’ni meşhur un kurabiyecisi hala satış yapmakta. Üç tekerlekli, üstünde tahta tezgah, tezgahın üzerinde büyükçe bir camekan. Camekanın içinde yarım yuvarlak, küçük un kurabiyeleri. Camekanda yazan yazı ilginç; Hala 100 kuruş. Satıcı eskilerden, 40 yada 50 yıldır bu işi yapıyor. Artık kuruşların değeri kalmasa da adam kuruş kullanıyor. Başında şapkası, üzerinde turuncu tişörtü ile tekerlekli tezgahında satış yapıyor. Biz de un kurabiyesi alıyoruz külahı 100 kuruşa. Kurabiyeleri külaha koyup veriyor. İçinde üç tane un kurabiyesi var.
Bahçede otururken aklıma Hakan Sevin ile yolda nasıl haberleşeceğiz diye. Hakan dan cep telefon numarasını aldım. Telefon numarasını kaydettikten sonra arıyorum. Hakan’ın cep telefonu çaldı, açtı ve “Alo” dedi. Benim cep telefonu onda kayıtlı olmadığı için arayan numarayı tanımadı. Sonrasında ise aramızdaki konuşmalar şöyle gelişti;
“Alo”
“Alo” diye cevap verdim. O tekrar
“Alo kimsiniz?” Ben
“Sen kimsin?” diye cevap verdim. Kaşlarını biraz çatarak daha sert bir sesle;
“Alo, kimsin kardeşim?”
“Ben benim asıl sen kimsin?” Aramızda 8 -10 metre mesafe var, ayakta telefon ile konuşuyor ama dikkati telefonda olduğu için benimle konuştuğunun farkında değil. Neyse fazla uzatmadan yanına iyice yaklaşarak telefondan;
“Sen kimsin?” deyince benimle konuştuğunu anladı. Ardından bastım kahkahayı. O da bu durumda gülmeye başladı ve sarılıp öptüm. Gülerek “Bu benim telefonum, kaydet, yolda gerekirse haberleşiriz” dedim. Yüzü değişti ve şaşkınlıkla gülmeye başladı oyuna geldiği için.
Dilekçemiz kağıda basıldıktan sonra hep birlikte belediyenin olduğu yere geldik. Binada halkla ilişkiler müdiresine dilekçemizi verdik ve duyduğumuz rahatsızlığımızı ilettik. O da bizlere çay ısmarlayarak bizi dinledi. Sonuç ne olur bilemeyiz ama yapılanlar karşısında susmamak gerek, sesimizi duyurmalıyız yapanlara karşı.
Binanın karşısında oturmak için çardaklar yapılmış. Üzeri kapalı ve gölgelik yapıyor oturma yerlerine. Dışarıya çıkıp çardağa gelince sigara içenler için içine sigara izmariti atılan kavuniçi bir dik boru konulmuş. Borunun altında geniş bir hazne var. Boruya dikine “Sigaranı Söndürmeden Atınız” yazısı yazılmış. Yazı ok işareti ile yukarıdaki deliği işaret ediyor. Haznenin üstünde de “Sigaranızı söndürmeden atabilirsiniz” yazısı yazılmış. Diğer yanda “Dış mekan küllükleri” yazısı. Burada oturup sigara içenler bu delikten izmaritlerini atsınlar diye konulan bu borunun içinde izmarit var mı diye bilemiyorum ama dışında, yerde epey izmarit olduğunu görüyorum. Bir tane de boş sigara paketi yerde öylece izmaritlerle duruyor. Sigara içmeyenler de çiğdem yiyip kabuklarını çekinmeden yere atmışlar.
Kötü alışkanlıkları kırmak çok zor. İnsanlar alışmışlar elindeki her şeyi yere atmaya. Boru dikkatlerini çekmiyor demek ki. Yazık!
Belediyede şikayet dilekçemizi verdikten sonra aynı kahveye gelip öğle zamanı acıkan karınlarımızı doyurduk. Öğleden sonra yola çıkıyoruz. Hedefimiz Çandarlı. Dikili çarşısından bisikletlerimizle geçiş yaptık. Caddeni kıyılarında dükkanlar sıralı. Dükkanların üzerinde yapı yok, tek katlı, sadece dükkan var.
Dikili’nin çıkışında, henüz yokuşa sarmadan durduk. Burada bakkaldan su takviyesi yapıyoruz. Çandarlı’ya kadar yetecek miktarda su alıyoruz ve çantalara yerleştiriyoruz.. Bakkalın önünde duran bisikletliler.
İlk yokuşları çıkıp biraz gittikten sonra ilk köyde mola veriyoruz. Kahveye oturduk, çay, soda içerek su kaybımızı gideriyoruz bir nebze. Köyün bisikletli çocukları kalabalık bisiklet grubunu görünce yanımıza gelip bisikletleriyle hava atmaya başladılar. İçlerinden birisi bisiklet cambazı olmuş. Ön tekerleğini kaldırarak uzun bir mesafe gidiyor. Ben de ön tekerleği havada giden bisikletçi çocuğun resmini çekiyorum. Arkada sarı badanalı kahve, dışarıda masa ve tahta sandalyeler.
Mola bitince yola çıkıyoruz. Birisi hareket eden, diğeri henüz harekete geçmemiş iki tandem bisikletçinin resmini çekiyorum. Bunlar en son kalanlar. Yola çıkmalarını bekliyorum. Kahve solda.
Güneş ufka yaklaştı, çam ağacının dallarından ışık hüzmeleri geliyor. Bir tandem ve arkasında Cem Tabanlı bisiklet sürüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Geride kalanlarla öndekilere yetişiyoruz ve grup halinde gitmeye başladık. Grup halinde giderken arkamızdan Hakan resmimizi çekiyor. Akşam üzeri Güneş batınca sıcaktan üzerimdeki tişörtü çıkarttım. Üzerim çıplak, bisikletim KUZ, sürüyorum.
Çandarlı tarafına indik. Karşımdaki tepede yanmış ağaçları görünce içim cız etti. Geçtiğimiz aylarda Suyun Kaynağına Yolculuk turunda burada kamp yapmıştık tam tepedeki bayrağın olduğu yerde. Yazık olmuş ağaçlara, yeşil örtü gitmiş yerine kapkara bir görüntü oluşmuş. Sorumsuz insanlar çevreyi kirlettiği yetmiyormuş gibi ağaçları, ormanı yakmak umurlarında değil. Nasıl olsa yerine çıkar düşüncesi ile hareket eden bu yobaz insanlar hala çevreye zarar vermeye devam ediyor.
Hava kararmadan kamp kuracağımız yere geldik. Kamp yeri işletmecisi ile burada yeme, içme karşılığında ücret ödemeden kalacağız. Kamp alanının etrafına Servi ağaçları dikilmiş. Ağaçlar daha küçük, yeni dikildiği belli. İşletmenin yeni oluşu hiç müşteri olmaması bizim için iyi. Kamp alanı bize ait ve iki gece kalacağız. Kamp alanı deniz kıyısında. Kenarlara çadırları kurmaya başladık.
Çadırımı kurduktan sonra su donumu giyip şöyle denize girip hem serinleyeyim hem de terden arınayım dedim. Kamp alanının deniz olan yerinde hasır şemsiyeler ve plastik şemsiyeler var. Denize girip yunduktan sonra duşumu alıp giyiniyorum.
Kamp alanında büfe ve tuvalet var. Bu bizler için çok iyi, rahat iki gün geçireceğiz demek ki. Zemin sert çakıl taşları ile kaplı.
Çadırları görmeyenler de kurmasını öğreniyor. Onlar için bir tecrübe oluyor çadır kurmak, çadır toplamak. Görme engelli Didem Turan ve Pınar Göçen, ortanca Şevket Yiğit ile çadırlarını birlikte kuruyorlar.
Akşam için işletmedeki büfeden köfte ekmek ve bira ile karnımızı doyuruyoruz. Sonrası hep birlikte oturup sohbet etmeye başladık. Yaptığımız turu, yolu, oluşan arızaları, edinilen tecrübeleri paylaşıyoruz. Görmeyenler için harika bir tur oluyor. İlk defa ömürlerinde kamplı tur yapmanın heyecanı içlerinde. Açıkça ifade ediyorlar. Evde durmanın, birisinin yardımı olmadan dış dünyaya çıkamadan yaşamanı zorluğunu hepsi biliyor ve yaşıyorlar. Aralarında çok az kimse tek başına dışarı çıkma cesaretini gösterebiliyor. Yaşam çetin olunca dışarısı tehlikelerle dolu. Ama bu tehlike içinde yaşamak zorundalar. Bu tur sayesinde bisikletin verdiği özgürlüğü tadıyorlar. Çadırda yaşamanın basitliği, az eşya, görmeseler de rüzgarı, kokuları sesleri çok iyi algılayıp yaşama sevincini artırıyorlar. Bizlerden bir şeyler öğreniyorlar, bizlerde onlardan çok şey öğreniyoruz. Birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı, dostluğu öğreniyoruz. Hem de yaşayarak.
Kahve değirmeni elden ele dolaşıyor, herkes biraz çevirip diğerine vererek kahve çekiliyor değirmende taze olarak. Ardından taze kahve kokusu henüz uçmadan pişirilerek tadına doyum olmuyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ediyoruz. Sonunda uyku ağır basıyor ve çadırlarımıza girip yatıyoruz.
Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 23 Kilometre gibi kısacık bir yol.
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz
Nazım Hikmet RAN
Öne çıkan görsel, Çağlayanın en üstünden aşağısı. Köpürerek dökülen sular, aşağıdaki havuza dökülüyor. Kıyılarda ağaçlar ve tahta köprüde yürüyen insanlar.
Sabahın seherinde uyanmanın tadını daha çok gezenler bilir. Gün ağarınca uykunu almış olarak gözlerini açarsın. Senden önce uyanmış olan kuşlar günlük yiyecek telaşına başlamadan önce cıvıl cıvıl öterler. Kuş sesleri ile uyanmak ne güzel. Bu anları yaşamak daha da güzel. Ömrüne ömür katarsın. Yada güzel bir güne doğa ile beraber yaşamanın sevinci içinde olur.
Her sabah olduğu gibi kahvemi pişirip güne başlıyorum. Çadır kurmayınca fazla dağınıklık olmuyor. O yüzden çarçabuk eşyaları toplayıp çantama yerleştirdim. Hamak ise dörde katladıktan sonra yumak gibi yapıp çantaya öyle koyuyorum. Sabah kahvaltısını hep birlikte yapıyoruz. Diğer arkadaşların toplanmasına yardım ederek yola çıkmak için hazırlıkları yaptık. Herkes hazır olunca yola çıktık. Bir süre yazlık apartmanların arasından gidiyoruz. O kadar çok evi bir araya getirmek için artık çok katlı apartmanlar çoğalmaya başladı. Herkes yazlık sahibi olmak istiyor ama nereye sığacak insanlar. Yeni apartmanlar yapıldıkça enerji ihtiyacı için trafo binaları da yapılıyor. Aslında bu yazlıklar ölü yatırım dedikleri şey. Yaz aylarında sadece bir kaç hafta, belki de birkaç gün gelip kalıyor, sonrada ev boş olarak yıl boyu duruyor.
Yolda bisiklet süren Eşpedal grubu emniyet şeridinde tek sıra, düzeni bozmadan gidiyor. Yolun sağında trafo binası, binaya gelen, giden yüksek gerilim ve alçak gerilim telleri direklerin üzerinde. Sol taraf çam ormanı, henüz arsız emlakçılar, inşaatçılar yok etmemiş durumda. İleride şehre dönmüş yazlık apartman daireleri. Cadde geniş, solda kapalı otobüs durağı.
Yol kıyısında duruyoruz, durmamızın nedeni çeşme olmayan yerde marketten su ihtiyacını karşılamak. Plastik pet şişelerde su alıyoruz yedek olarak.
Tarlanın birinde kahverengi bir at duruyordu. Ben de resmini çekiyorum. Güneş ışınları kahverengini daha da parlak görülmesini sağlamış. Tarlanın bitiminde çam ormanı tepeye kadar gidiyor.
Çanakkale – İzmir karayoluna çıktık. Sağdan emniyet şeridinden gidiyoruz güvenli bir biçimde. Hava iyice sıcaklamaya başladı. Yolun sağındaki çizginin hemen yanında karayolu ekiplerince 30 santimlik çentikler açılmış. Hangi sivri zekalının aklına geldiyse hiç iyi yapmamış bizler için. Üzerinde gitmenin olanağı yok, bisikleti ve süren kişiyi çok sarsıyor üzerinde gidilirse. Bu çentikler emniyet şeridini daraltmakla kalmamış sola gidip gelmek bile eziyet.
Karayolunda giden bisikletçileri arkadan çekiyorum. Geçtiğimiz yer tuzla havuzlarının olduğu yer. Sol tarafta tuzla havuzları, sağda da deniz. Yol tam ortasından dar bir yerden geçiyor. Elektrik direkleri ve yol kıyısında bariyerler.
Grubun en arkasında tek başına bisikletim KUZ ile birlikte yol alırken Hakan benim resmimi çekiyor. Bagajımda turuncu çantalar güneşin altında yaldır yaldır parlamakta.
Ben en arkada süpürücü olarak geldiğimden öndekiler benden ileride. Lastik patlağı ile uğraştığımdan epey geride kaldım gruptan. Kavşakta beni bekleyenler sola girmemi işaret ettiler. Yolun hemen girişinde Atilla, Mürşit, Baattin beni bekliyorlardı. Bunlar yokuşu çıkmayalım, grubu burada ağacın altında gölgede bekleyelim dediler. Bu sıcakta çıkmanın anlamı yok diye karar vermişler. Ben de onlara uydum ve çantamda hazır olan hamağı çıkarıp iki ağaca bağlayıp içine uzandım. Ohh dünya varmış uzanıp yatmak, hele bir de gölgelikte hamakta yatmanın keyfini çıkarıyorum bir süre. Yattığım yerden ayak uçlarımı, hamağın bağlı olduğu ip ağaca takılı. İpin ucunda karabina var. O yüzden düğüm atmadan ağacın gövdesine ipi dolayıp karabinayı takıyorum. Takması, sökmesi saniyeler alıyor. Solda bisikletim KUZ, turuncu çantalarımla birlikte.
Baattin ve Mürşit matı yere serip uzanmışlar kafa kafaya verip. İkisi de sırt üstü yatmış, bacak bacak üstüne atmış durumda. İkisi birbirine ters yönde.
Hamakta bir süre dinleniyorum uzanıp. Beni de Mürşit çekiyor hamakta uzanmış olarak cep telefonumla. Hamak mavi renkte, arkadaşım huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz kendisi diktirip bana hediye etmişti. Sağ olsun bana çok faydası oldu bu hamağın. Yorulduğun zaman iki ağaca kısa bir sürede bağlayıp uzanarak dinleniyorsun. Hamağın yapımı çok basit. Astarlık kumaş alıp uçlarından sağlam dikişle uçkurluk yaptırıyorsun bir terziye. Sonra yeteri uzunlukta ip geçirip ucuna da küçük bir karabina bağladıktan sonra hamak kullanılmaya hazır. Hem de çok ucuza çıkıyor.
Fıstık çam ağaçları altıda, yol kenarı, ağaçları gölgeliğinde bisikletlerimiz ve hamakta uzanıp sallanan ben.
Bir süre dinlendikten sonra hadi kahve yap ta içelim dedi arkadaşlar. Hemen kalkıp hamağı toplayıp çantama yerleştirdim. Kahve takımları çıkarıp bir güzel kahve içiyoruz. Çam ağaçlarından düşen kozalaklardan çam fıstıklarını çıkarıp taşla kırarak içindeki çam fıstığını yiyorum bir kaç tane. Tadı fıstık gibi derler ya işte öyle bir tadı vardı. Bir süre sonra telefonla arkadaşlardan birini arıyorum ne zaman döneceksiniz diye. Aldığım cevap akşama kadar buradayız olunca o zaman burada beklemenin anlamı yok diyerek yola çıktık. Yaklaşık olarak 5 kilometrelik bir tırmanıştan sonra Aşıklar Şelalesine dönen yola geldik. Yol kıyısındaki bahçe duvarından dışarıya taşmış üzümlerden de birer salkım koparıp tadına baktık. Tam da üzümlerin pişme zamanı.
Yol ayrımındayız, sola doğru toprak yola girdik. Tabela konulmuş yol kıyısına. Tabelada şelalenin resmi var. Aşıklar Şelalesi 1 Km yazılıp ok işareti ile yönünü belirtmişler.
Girdiğimiz toprak yolun etrafı ve ilerisi tek tük ağaçlardan açık bir arazi olduğunu görüyorum. Şelale neresi acaba diye düşünmeden edemedim.
Neyse 1 Kilometre toprak yolda gidip şelalenin girişine geldik. Burası özel işletmeye devredilmiş. Girişi ücretli ama bizden para almadılar. Ya da öndekiler verdi bilemiyorum. Buraya gelenlerin hepsi arabası ile geliyor o yüzden arabalar park etmiş girişte. Biz bisikletlerle içeri girip arkadaşların bisikletlerini park ettiği yere park ediyoruz. Akan bir şelale ve havuzu olduğunu öğrenince hemen su donumu giyip peştemalimi alarak doğru şelaleye tahta merdivenlerle indim. Sıcağın bunaltıcı etkisinden kurtulmak için hemen şelalenin altında oluşmuş doğal havuza giriyorum. Benden önce suya girmiş arkadaşlara ellerimle su atarken Hakan uzaktan resmimizi çekmiş.
Serinlemek güzeldir, insanın vücudunu dinlendiriyor. Şelalenin dibine akan suyun altına giriyorum. Yükseklerden dökülen suyun altında olmak gibisi yok. Hızla dökülen su her tarafımı masaj yapmaya başladı. Bir süre kendime doğal su masajı yapıyorum. Köpürerek akan sular üzerimden geçip gidiyor. Burada durmak epey zor, tutunacak yer yok.
Kayalıktan havuza atlamadan önce Hakan’a beni çekmesini söylüyorum. Ben kayanın üzerinde duruyorum, yanımda da birisi kayanın üzerine yatmış.
İleriye doğru balıklama atlıyorum ama kameraya doğru olunca az görüntü oluşmuş resimde. Hakan beni havada yakalamış.
Biraz suda eğlendikten sonra işletmede pide yaptırıp öğle yemeğini bir bira ile pekiştiriyorum. Yukarılarda başka şelale olduğunu söylediklerinde hadi oraya gidelim bakalım deyip yol başına geldim. Yanımda büyük Şevket ve ortanca Şevket var. Burada ağaçtan tabelalara gidilecek yerlerin isimleri yazılmış. Sağa ok işareti ile Şelale tabelası en üstte. Altta üç tabela da sol yönüne ok işareti ile Mağara, Zindan ve Ece Şelalesi yazılmış.
Dere boyu, patikadan yürümeye başladık, Patika yeşilliklerin içinden yukarıya doğru devam ediyor. Zakkum bitkileri arasından delik deşik olmuş asırlık zeytin ağacının gövdesi dikkatimi çekiyor.
Patika öyle bir yerden geçiyor ki her tarafımı ağaçlar kaplıyor. Bitki yaprakları tünelinden geçiyorum. Güneş seyrek görünüyor, bazı yerlerde tamamen gölge altında. Bitkilerin çoğunluğu zakkum, söğüt ve çınar ağaçları.
Zakkum ağacı uzun ömürlü bir bitki değil, o yüzden fazla uzayıp gövdeleri kalınlaşmaz. Akdeniz bitki örtüsü grubuna giren zakkum maki olarak adlandıran çalı tipindedir. 800 metre yüksekliğe kadar yaşam alanı bulur kendisine. 800 metreden yukarılarda göremezsiniz. Kökten yeni filizlerle ortama yayılır. Zakkum ağaçları dere yatağına iyice yayılmış. Yaz aylarında az ve sakin akan dere kış aylarında yağan yağmur suları dereyi coşturup taşkın biçimde akarken zakkum ağacının gövdelerini de tıraşlıyor. Taşkında sıyrılıp giden yaprakları, dalları normal zamanlarda yeniden filiz vererek dereye inat yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Çoğu çıplak zakkum gövdelerinde dalların yanından yeni filiz vermiş.
Patika bizi kaya kütlesine getirdi. Burada 2 metre yüksekliğinde geniş bir mağara. Su bu mağaradan çıkıyor. Mağaranın girişinde çınar ağacı var. Burası “Ağlayan mağara, Zindan” adı verilmiş.
Etraf çınar ağaçları ile kaplı, asırlık çınar ağaçlarının gövdeleri sarmaşık bitkisi kaplamış durumda. İki çınar ağacının birisini sarmaşık sarmış diğerinde sarmaşık yok.
Mağaranın ağzına geliyorum. Tavanı kaya kütlesinden oluşmuş. Üstten akan suların tortusu kaya yüzeylerinde kaplamış çoğu yeri. Bazı yerlerde çalı gövdeleri kayanın çıkıntılarına yapışıp yukarı doğru yükseliyor. Mağara 15 metre genişliğinde, 10 metre civarı derinliğinde görünüyor. Tavan kaya, zemin kum kaplı. Su derinlikten gelip dışarıya akıyor.
Mağaranı ağzına gelip elimle tavandaki kayaları tutarken poz veriyorum. Büyük Şevket beni cep telefonumla çekiyor. Üzerinde kısa pantolon var sadece, uzun saçlarım ile mağara adamına döndüm.
Mağaranın tavanında tutunacak çıkıntı bakıyorum.
Sağlam kaya çıkıntısına tutunup ayaklarımı da tavandaki kaya çıkıntılarına bastım. Tam mağara adamı yada yarasa gibiyim tavana asılı durumda.
Bu kez benim yerime büyük Şevket geçip aynı pozu veriyor. Üzerinde bisikletçi forma ve taytı var, ayağında sandaletleri ile tavanda asılı durumda bir poz çekiyorum.
Mağaradaki su nerden geliyor belli değil. Mağaranın üstünde dere akmıyor, etraftaki bitkilerden pek görünmüyor. Dere yatağı kuru, patikadan devam ediyoruz zakkum çalıları arasından.
Bazı yerler çınar ağaçları baskın gelince altında başka bitki yetişmemiş. Patika tamamen gölgede, çınar ağaçlarının yaprakları üstte güneşi tamamen kapatmış. Şevket patikada yürürken üstünde çınar yapraklarına güneş ışıkları vurmuş, aydınlık içinde.
Hani derler ya suyun kaynağı nerede, işte suyun kaynağı asırlık bir çınar ağacının dibinde. Küçük bir kaynaktan su kaynıyor. Tam da pınar dedikleri yer. Su pınarı kurumuş çınar yaprakları ile kaplı. Çınar ağacını dibinden yeni bir dal fışkırmış, büyümekte.
Derenin meydana getirdiği küçük bir kanyonda ilerliyoruz patikada. Üst taraflarda kayalıklar sivri bir şekilde yükselmiş. Dere sakince akıyor.
Sonunda Ece şelalesine geldik. 5 – 6 Metre yükseklikten akan şelale dar kayaların arasından köpürerek aşağı dökülüyor. Döküldükten sonra sert zemin kayalıkları arasından küçük havuzları doldurup kademe kademe akıyor. Burası geniş bir alan ve açıklıkta güneş aydınlatmış ortalığı.
Geldiğimiz yerin resmini çekiyorum. Bulunduğum yer sert kaya kütlesi hiç bir bitkinin barınmasına izin vermemiş. 20 Metre ileride kaya kütlesi bitince toprak ve çınar ağaçları kendine yer bulmuş. Kayalarda küçük havuzlarda sular birikerek akıyor aşağıya doğru sakince.
Şelalenin dibine geliyorum, tamamen şelaleyi dikine kareye sığdırdım. Dar bir yerden su köpürerek aşağıdaki havuza akıyor. Havuz derin ve geniş, içinde yüzenler var. Şelalenin üstündeki kayalıklarda birisi oturmuş güneşleniyor. Bir kişi de şelalenin dibinde, suyun içinde durmuş.
Ortanca Şevket Yiğit şelalenin tepesine çıkıp çivileme atladı, ben de videosunu çektim. Videosu aşağıda.
Geri dönüşe geçtik. Derenin yer altına, kayaların arasına girdiği yeri görüyorum. Dere bir süre kayaların altından gidip mağaradan çıkıyor. Ağaç dalları arasından karanlık deliğin ağzı.
Derenin aktığı yönde inişte patikadan, gölgelik yerlerden gidiyoruz. Ağustos sıcağı olsa da gölgenin serinliği bizi bunaltmıyor. Gölgelik yapan cılız çalılar ama boyları uzun.
Devasa bir kaya kütlesi şimdiye kadar akan derenin aşındırmasına dayanmış. Sert kaya yapısı sadece suyun aktığı bir kanal boyutunda yarık olarak var. Dere bu yarıkta toplanıp kayanın ucuna kadar sakince akıyor. Burası şelalenin üst kısmı. Kayanın ucundan aşağı dökülüyor.
Kayanın ucuna gelen dere birden bire boşlukta buluyor kendisini. Yaklaşık 10 metre civarı bir yükseklikten köpürerek aşağıdaki doğal havuza düşüyor. Kayanın ucuna dikkatlice gelip aşağısını çekiyorum bir poz. Aşağıda geniş bir havuz, tahta yürüme yolu karşıdan karşıya bağlanmış. Kenarlarda ağaçların dalları. Bir kaç kişi tahta köprüde karınca gibi görünüyor bulunduğum yerden. Dikine kesitli kaya kütlesi akan su kaya çıkıntılarına çarptıkça dağılıp köpürmesine neden oluyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Yukarıdan aşağı inip havuzun kenarından çağlayanı olduğu gibi çekiyorum. Etrafta insan yok, kayalardan köpürerek akan su havuza kavuşuyor. Kenarlarda ağaçlar çıkıp kendine yaşam alanı oluşturmuşlar. Suyun aktığı yerler ise yosunlar kayalara tutunup yaşamlarını sürdürüyor.
Nebiler şelalesi yada Aşıklar şelalesinin hikayesi de şöyle;
Bir rivayete göre, peri padişahının kızı Sümeyra, civar köylerden Yörük Ali’ye gönlünü kaptırır. Yörük Ali de Sümeyra’ya. Ne var ki peri padişahı kızını bir ölümlüye vermek istemez ve bu aşka izin vermez. İki aşık çaresiz kalır. Nebiler vadisindeki koca çınarın altında her gün gizlice buluşur, hasret giderirler. Sonra da birbirilerine sarılır saatlerce ağlaşırlar. Bunu öğrenen peri padişahı bu aşka son vermek için askerleri ile birlikte aşıkların peşine düşer. Amacı Yörük Ali’yi öldürmektir. Tam onları yakalamak üzereyken koca çınar yarılır ve aşıkları içine alır. Bu mucize karşısında peri padişahı insafa gelir. Ancak aşıklar aşklarının sonsuza kadar sürmesi için tanrıya dua ederler. Tanrı da onları kayalıklardan akan bir şelaleye çevirir. Aşkları sonsuza kadar sürer. Kızını sonsuza kadar kaybeden peri padişahı şelalenin yukarısındaki mağaraya çekilir, gözyaşları döker. Ağlama seslerini duyan çevre sakinleri mağaraya “Ağlayan Mağara” adını verir.
Havuz denen yere inmek için tahtadan basamaklar yapılmış. Basamaklar çınar ağaçlarının altında kalmış çoğu yer. Basamaklar epey dik, dikkatli inmek gerek. O yüzden korkuluk yapılmış kıyısına tutunmak için.
Ağaçlar o kadar sık ki güneşi görmek neredeyse olanaksız. Ağaçların dallarının üzerini gördüğüm yerden güneş kendini gösterebiliyor. Ağaçların altı ise koyu karanlık.
Artık hareket etmenin zamanı, yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Etrafta biraz yükseklerde kayalık küçük tepeler var. Sanki kayalar kabarmış arazide.
Hazırlıklarımızı bitirdik, yola çıkmak için harekete geçmek gerek. Nereye gideceğiz, Dünyada gidilecek o kadar çok yer var ki, saymak olanaksız. Ama bizler için kolaylık yapılmış. Dar tahta oklar yapılıp Dünyanın çeşitli kentlerine olan uzaklıklar ok yönü ile belirtilmiş.
Bunlar sırası ile yukarıdan aşağı;
LONDON 3223 KM
KAHİRE 3850 KM
VENEDİK 1894 KM
CAPE TOWN 14.556 KM
TOKYO 9297 KM
MOSKOW 2495 KM
Bunların hepsi tahta bir direğe çakılmış, üstten alta doğru biri sağa biri sola gösterecek yönde konulmuş. Şimdi insan karar veremiyor ne tarafa gideceğini. Biz Kahire, Cape Town, Tokyo yönüne doğru gideceğiz. Oraları biraz uzak, yola çıkmışken biraz bisiklet sürelim değil mi?
Herkes hazır olunca yola çıkıp kendimizi bayırdan aşağıya bırakıyoruz. Aşağısı bahçeler, ağaçlar, tarlalar deniz kıyısındaki evlere kadar gidiyor. Evlerin bitiminde deniz güneş ışıklarının parıltısını yansıtıyor.
Kısa sürede ovaya, deniz seviyesine indik. Akşam üzeri tam ana yoldan Dikili tarafına geçtik bir de ne görelim bizim baytar Serkan arabası ile karşımıza çıktı. Ayvalık ta görev yapıyor, evi Dikilide, arabası ile gidip geliyor her gün. Yolda olunca insanlar, hele bisikletçi olunca mutlaka denk geliyor. Baytar Serkan’ın resmini çekiyorum minik arabası ile.
Dikili ilçesine giriş yapıyoruz. Sağda ilçenin mezarlığı, durup bir Fatiha okuyorum ölmüşlerin ruhuna. Mezarlık kalın gövdeli çam ağaçları ile kaplı ve sık dikilmesi sonucu boyları iyice uzamış durumda. Yolun sağında tabelada Dikili Nüfus : 41300 yazısı var. Az ilerdeki tabelada yolun çift yola dönüşeceğini, soldaki yola girilmez işareti konulmuş.
Dikili caddelerinde Eşpedal Eşpedal diye bağırarak geldiğimizi belirttik. Akşam üzeri kalabalığı bizlere meraklı gözlerle baktığını görüyorum. İlk defa bu kadar çok tandem bisikletini bir arada görünce alkışlamadan edemiyorlar. Şehri boydan boya geçip diğer çıkışındaki belediye tesislerine geldik. Burada akşam yemeğini yiyoruz hep birlikte. Dikili belediyesinin ikramı, yemek için görevlilere ve garsonlara teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yemek yenilen yerden güneşin batışını izliyorum, henüz ufka yaklaşmadan hemen kıyıya inip resim çekmek için konumumu aldım.
Tam kıyıda, denize çıkıntı yapılan yerde heykeltıraş tarafından yapılan kocaman mermer bir blok var. Mermer blok 2 X 4 metre civarında. İçi canavar taşı ile oyulup şekillendirilmiş. Dibinden veya yakınından bir şeye benzetemiyorsun ama gün batımında Güneş ufka yaklaşınca durum değişiyor. Mermerden biraz geride, 20 metre civarı bir yerden bakınca Güneşin batarken kızıla boyadığı gök yüzü mermer bloktaki şekil kendini belli etmeye başlıyor.
Her akşam birbirine söz verip Güneşin batımında kıyıda buluşan sevgili iki gencin silueti ortaya çıkıyor. İşte sanat bu, sanatçı bunu düşünüp her akşam buluşan sevgilileri ölümsüzleştirmiş.
Denize doğru çıkıntı yapan taş duvar ucunda mermer blok. Mermerin içi oyulmuş, uzun boylu bir adam ve daha kısa kadın. Kadın ile adam sarılmış, arkası dönük Güneşin batışını izliyorlar. Adamın başı hafifçe kadına doğru eğilmiş durumda. İki sevgilinin ortasında Güneş karşıdaki Midilli adasının tepelerinin üzerinde.
Kameramın dijital zomunu kullanıp daha yakından çekiyorum bir poz. Mermer bloğun dibinde güneşten kaçan birisi nerede olduğunu bilmeden katlanır sandalyesinde oturmuş. Batan güneşten kaçar gibi mermer blokun gölgesine sığınmış. Yanında katlanır masa ve bir sandalye daha var. Birbirine sarılan iki sevgiliden habersiz otura dursun ben güneşin batışını sakince izliyorum.
Güneş Midilli adasının tepesinde kaybolmaya başlarken bir resim daha çekiyorum. Güneşin yarısı batmış durumda.
Güneşin batışını izledikten sonra arkadaşların yanına geldim. Onlar da kalmak üzereydiler. Hazır olunca hep birlikte çadırları kuracağımız yere geldik. Burası Dikili belediyesinin Engelsiz plaj olarak yaptığı yerdeyiz. Kocaman bir tabelada; Dikili belediyesi amblemi ortada en üstte. Sağda engelli tekerlekli sandalyeye binmiş figürü. Solda Güneş içinde aynı figür, Güneş, deniz ve engelli figürü. Bunlar tabelanın beyaz tarafında. Kırmızı tarafta, yani altta Engelsiz plaj Bu plaj Dikili belediyesi tarafından engelli vatandaşlarımızın denize kolay ulaşımı amacıyla düzenlenmiştir. Altında ise İngilizce olarak; Accessible beach This beach has organized by Dikili municipality so that disablet people can Access to the sea easily.
Çadır kuracağımız yer beton taş döşeli alan. Burası kumlu ve ıslaklık var. Çadır kurmak için kendimize yer bulmaya çalışıyoruz. Bisikletlerden henüz yükleri indirmedik. Kimisi ayakta, kimisi kaldırıma oturmuş.
Kumsalda çadır kurmanın olanağı yok, her tarafımız kum içinde kalır. Gece karanlığında kumsal ve filesi takılı voleybol sahası.
Plastik şezlonglarda uyku tulumu içinde uyuyabiliriz. Kumların üzerinde üç tane şezlong.
Çadır kurabileceğimiz uygun bir yer yok. Park lambalarının kuvvetli ışığı, gelip geçenleri kalabalığı ve yakınlarda çalan müziğin gürültüsü nedeni ile burada kalınamayacağına karar verdik. Toplanıp neler yapacağımıza karar vermeye çalışırken ben yemek yediğimiz yerin altında çimenlik deniz kıyısında kalalım önerisini getirdim. Hem fazla gürültü, patırtı yok orada. Daha önce ABAK turunda hep orada kaldık. Ayakta grup olarak karar alıyoruz; burada kesinlikle kalmayacağız. Hakan belediye görevlisini arayıp burada kalamayacağımızı, bize başka bir yer göstermelerini söylüyor. Onlar da burasını tarif ediyor. Engelliler aramızda olması nedeni ile engelli plajı sizin için uygun deyince Hakan burada kalmayacağımızı sert bir dille belirtti telefondaki kişiye. Gerçekten de kalınabilecek bir yer değil.
Aldığımız karar doğrultusunda benim önerdiğim yere gelip çadırları kurduk yeşil çimenlerin üzerine. Herkes çadırlarına yerleşti. Belediyenin yaptığı bu davranıştan ötürü burada bir gece kalıp yarın Çandarlı’ya doğru gideceğiz. Plan Dikilide 2 gece konaklamaktı. Buraya gelip çadırı kurup yerleşesiye kadar gece epey ilerledi. Bir süre sohbet ederek zaman geçirip fazla geç olmadan çadırlara girip yattık.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 51 Kilometre civarı.
Öne çıkmış olan görsel, Bafa gölü kıyısındaki adada tarihi bina.
Sabah kalktığımızda güneşin ilk ışıklarını karşımızdaki adanın yıkıntılarına vururken buluyoruz. Harika bir güne güzel manzarada başlamak herhalde bizim şansımıza denk geliyor. Eşyalarımızı toparlayıp kahvaltıyı yolumuz üzerindeki kahvemizde yapacağız. Gölyaka köyünden kahvaltılık alışverişi yapıp kahveye geldik. Burada bir güzel kahvaltımızı yaparak karnımızı doyuruyoruz. Demir atımın ardında at olunca resim çekeyim dedim. Bisikletim KUZ, arkasında çınar ağaçlarının gölgesinde at bağlı.
Yola çıktığımızda karşımıza bir merkep çıkıyor. Geçtiğimiz ayda Antik kentler keşif turunu Olcay Ormankıran ve Enes Şensoy (www.canavarkesifte.com ) ile İzmir’in en yüksek dağı olan Nif dağına çıkarken zirveye yakın bir yerde merkep nalı bulmuştum. Bu nalı alıp bisikletimin alt suluğun altına takmıştım. Yokuş çıkarken pedala hızlı basınca nal demire vurmaya başlayıp ses çıkarıyor. Çevremdekiler de bu ses nerden geliyor diye sorunca ben de bisikletimin 25. vitesi, merkep vitesi taktırdım, yokuşlarda otomatik merkep vitesine geçerek yokuşta bana yardım ediyor diyorum. Resimde alt demire kırmızı kablo ile bağlı olarak görünüyor. Arkada eşek semer takılı olarak otluyor.
Daha önce tarihi kalıntıları yol kenarında görmemiştik gelirken. Şimdi gözüme ilişince resmini çekiyorum. Büyük bir ihtimalle burası han olabilir. Uzun taş bina, üzeri taş kemerle kapatılmış. Yol yapan işçilerin su tankeri ve masası gölgede duruyor.
Han binasının devamında su sarnıcı var ayrı bölüm olarak. Üzeri kubbeli, sadece giriş kapısı var, yapının üzeri ot bürümüş durumda.
Daha önce dinlendiğimiz göl manzaralı terasta oturup gölle vedalaşıyoruz. Terasta bir süre dinlenip yola devam ederek Ak Yeniköy kavşağında çay molası verip bir şeyler atıştırıp enerji depoluyoruz. Söke’ye ana yoldan gitmeyip Akköy’den Milet antik kentin yolundan gideceğiz. Hafif bir rampadan sonra Akköy’e varıp durmadan yola devam ederek tarihi Milet antik kentine varıyoruz. Yol tabelasında tarihi yerleri gösterir kahverengi zeminde; Sola Didim, Didyma 15, Altınkum 21. Sağa giden yolda; Miletos 5, Doğanbey 22, Priene 27 yazıyor.
Miletos antik kentin olduğu yere geldik. Antik kent yoldan biraz içeride. Girişine kahverengi tabelada; Müze (Museum), Milet (Miletus) yazıyor. Gel gelelim antik kentleri belirtir kahverengi tabelaları yazan bir yer, o da karayolları. Akköy deki tabelada Miletos yazıyor, buradaki tabelada Miletus yazıyor. Acaba hangisi doğru! Akıl alır gibi değil bu tabelayı yazıp koyanlar.
Her yerde olduğu gibi Milet antik kentin dışında kaya mezarları görüyoruz. Mezar taşlarındaki işaretlerden mezarda yatanın kadın mı erkek mi olduğunu anlıyoruz. Erkeklerin yuvarlak, kadınların altı köşe kabartmaları taşa işleniyor. Tabi ki şu an içinde hiç bir şey kalmamış, boş. Mezar kapağı da ortalarda görünmüyor. solda pembe çiçekler açmış zakkum var.
Yer yer antik kentin kalıntılarından kalan taş bloklar ve sütun parçaları görmek mümkün.
Tıpkı Efes gibi, Milet de kuruluşunda bir liman kenti olmakla beraber, Büyük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla
liman dolduğu için bugün denizden içeride bulunur. Kent çok iyi düzenlenmiş ızgara planıyla tanınır. Kentte bulunan yapılar arasında en ilgi çekenler, 15.000 kişilik kapasiteli, onarımı sürmekte olan Roma Çağı yapısı Tiyatro, M.S 1. yüzyılda inşa edilen Roma Hamamları, dini merkez olan Delphinion, Kuzey Agora, M.S 2. Yüzyıla ait İonik Stoa, Capito hamamları, Gymnasium, M.S 2. yüzyılda inşa edilen Bouleterion, 164-196 m. Boyutlarındaki Güney Agora yapısı ve M.S. 2. yüzyılda yapılan Faustina Hamamı’dır. Miletos antik kentinin en görkemli yapısı amfi tiyatro olduğunu söyleyebilirim. Bir çok amfi tiyatroda olduğu gibi bu tiyatro yamaçta değil. Zaten yamaç ta tok etrafta. Tiyatroyu kareye sığdırmak için uzaktan çekiyorum tamamıyla.
Tiyatro o kadar büyük ki yakınında parça parça çekmek durumunda kaldım. Tiyatronun sol tarafı, bitimindeki düz duvarda kemerli tünel görünüyor. Tiyatronun oturma yerleri tahrip edilmiş zamanla. Ön kısımdaki düzlükte mermer blok parçaları serilmiş.
Sağ taraf ta aynı durumda, tünel tiyatronun içinde yarım daire oluşturmuş.
Miletos antik şehir görkemli bir kent, amfi tiyatrosu muazzam yapıda. Bir kaç resim çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yol Büyük Menderes nehrinin oluşturduğu düz bir ova. Bafa gölünün önünü alüvyonla doldurup kapattığı yerden geçiyoruz. İp gibi yolda uzun bir süre pedal çevirdik. Etrafta pamuk tarlaları var, arada bataklık ve sazlık yerler de var.
Düz yolda giderken kendimi ve arkada gelen arkadaşları elçek resim çekiyorum. Başımda mavi buff, gözümde sarı güneş gözlüğü.
Büyük Menderes nehrindeki köprü başında resim çekiyorum. Nehir bulanık akıyor.
Büyük menderes nehrinin köprüsünden geçerek karşımızda gördüğümüz dilek yarımadasının dağlarına ulaşmaya çabalıyoruz. Bana uzun bir zaman geçmiş gibi geliyor, yol düz ve ip gibi olunca devamlı aynı tempoda gitmek psikolojik etki meydana getiriyor. Dağın dibine bir türlü varamıyoruz ama hemen hemen hiç araç geçmediğinden rahat bir şekilde gidiyoruz, bir baktık dağın dibine gelmişiz. Tabelada yazan; Sola doğru Doğanbey, düz olarak Priene, Söke. Yolda giden arkadaşlarla beraber tabelayı çekiyorum.
Tuzburgazı köyüne girip yiyecek bir şeyler bakıyoruz. Karışık birer tost ısmarlayıp kahvede gazozla yedim. Ardından bir karpuz alıp kesiyorum, karpuzun hepsini yiyemiyoruz, kalanı kahveciye bırakıp yola devam ettik. Priene antik kentine vardık. Yamaçta antik kentin kalıntılarını çekiyorum göründüğü kadarı ile.
Priene antik kentine girişi gösteren tabela solu işaret ediyor.
Priene antik kentinin yanından geçerken bir kaç sur kalıntısının resmini çekiyorum sadece, kenti gezmiyoruz. Dağların dibinden gidiyoruz, rüzgara karşı biraz zorluyor ama yapacak bir şey yok. Yolun tenha oluşu işimize geldiğinden rüzgar da olsa katlanıyor insan bu bisiklet sevdasına. Resimde görünen rüzgar türbinleri boşuna kurulmamış ovaya. Önümde İrfan ve Yıldız gidiyor, sağda, düz arazide rüzgar türbinleri.
Dilek yarımadasının başlangıç yeri olan Söke – Kuşadası yolu fazla yüksek bir rakım değil. Rüzgar burayı kolayca aşıp geçiyor. O yüzden ovaya rüzgar türbinleri kurulmuş.
Köylerden geçerek Söke’ye vardık. Burada biraz dinleneceğiz, uygun bir yer ararken şehrin parkına gelince çimenlerin üzerinde birer kahve iyi gidiyor. Bu dinlenme iyi geldi zira rüzgar yordu açıkçası. Söke tabelası, nüfus: 69.400
Söke’den çıkarken ilginç bir yazıyı görünce resmini çekiyorum, yazıyı yazan vatandaş bizi görünce yolun karşısından yanımıza gelerek elindeki nar sularını satmaya çalışıyor. Haliyle bu mevsimde nar yok, nar olmadığından nar konsantresinden yapılma çeşme suyunu almıyoruz, bir de pahalı geliyor bize. Yoldan geçenleri kaz zannediyor yol kenarındaki satıcılar. Kartona; Karşıdayım sizi gördüm geliyorum yazılmış.
Bir de taze yazmaz mı? Buz gibi nar suyu %100 doğal taze sıkılmış. Şark kurnazlığı!
Yola devam ediyoruz, hemen de yokuş başladı. Yokuş zorlamaya başladı beni, menderes ovasında açık alan da rüzgar yormuştu, bir de bu yokuş pilimi bitirdi. Yokuşun bir yerinde pistonlar durdu resmen, pedala basacak gücüm kalmadı. Hemen durup bisikleti sehpaya alıp yere oturdum, biraz su içtim fakat şekerim iyice düşmüş olacak ki üzerimde bir halsizlik olmaya başladı. Bacaklarım titriyor resmen. 15 gündür böyle olmamıştım. İrfan ile Yıldız önde olduklarından onları gözden de kaybettim. Neyse çantaları kurcalamaya başladım, yiyecek herhangi bir şey yok derken Akyaka dan Örene giderken ağaçlardan topladığım bir kaç tane keçi boynuzu aklıma geldi. Arayıp bir tane bulunca yemeğe başlıyorum ardından biraz daha su içiyorum. Böylece beş dakika yol kenarında oturup dinlendim. Yediğim keçi boynuzu şekerimi normale getirdikten sonra kalkıp bisiklete binerek yola devam ediyorum. İrfan gelmediğimi görünce telefonla arıyor, ben de yoldayım geliyorum diyerek onlara yetişiyorum. Beni yol kenarında bekliyorlardı. Durumu anlatıp yola devam ediyoruz. İlerde bir marketten cokonat gibi şeyler alıp onları yiyerek iyice kendime geldim. Yokuşu bitirip düzlüğe gelince daha önce gördüğümüz ceviz reçeli satan kişiden ertesi sabah kahvaltı için küçük bir kavanoz ceviz reçeli alıyoruz. Ceviz reçelini cevizler daha taze iken kabuklarıyla reçel yapıyorlar ilginç geldiğinden alıyoruz.
Artık iniş başlıyor, kendimizi yokuş aşağıya bıraktık. Pedal çevirmediğimizden bir süre dinlenmiş oluyoruz. Soğucak kavşağına gelince trafik çilesi başlıyor bundan sonra, ne de olsa Kuşadası, kalabalık, yol kıyısından gitmemize rağmen bazı araçların tacizine uğruyoruz. Adamlar tepemizden geçmeye çalışıyorlar, haliyle sinirler geriliyor biraz. Daha fazla dayanamayıp önümüzdeki ilk kavşaktan sola dönerek ara sokaklardan şehir merkezine ulaşmaya çabalıyoruz.
Kıyıdan, denizi görerek gidiyoruz. Karşımda Kuşadası ismini verdiği ada. Kale surları ile çevrelenmiş adanın diğer bir ismi de güvercin adası. Halk dilinde Kuşadası diye anıla anıla resmi olarak Kuşadası olmuş. Adanın karaya yakın olması nedeni ile taş doldurularak yol yapılarak kara ile bağlantısı sağlanmış..
Kuşadası’nda marinanın karşısında kamping alanında kalmayı düşünüyoruz. Yıldız daha önce burada kalmış çadır için 10 lira ödüyorsun, duş tuvalet var. İçeriye girip çadırlarımızı kurduktan sonra İrfan makarna ve yiyecek bir şeyler almaya gidiyor. Biz de bu arada sıcak duşumuzu aldık. Yıldızın tanıdığı Londra da yaşayan tatilini bu kamping te çadırda yaz boyunca kalan Hayati abinin çadırının yanındayız ama kendisi henüz yok çarşıya inmiş. Makarnamızı pişirirken Hayati abi de geliyor, tanışıyoruz. Cana yakın bir insan, bizleri hoş karşılıyor, kampta görevli olarak her işi yapan Hasan da bir şişe şarapla yanımıza geliyor. İrfan da bir şişe şarap almış oldu iki şişe şarap, ortam güzel olunca eh insanlar da güzel şarapla muhabbet ile dostluğumuzu yoğuruyoruz bir güzel. Böyle ortamlar her zaman olmuyor. Hasan kampingteki görevini bırakacağını söylüyor bize, biraz üzülüyoruz ama daha güzel bir işte çalışmasını temenni ederek şerefine kadehleri kaldırıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 104 Kilometre civarı.