Etiket arşivi: anadolu

10. Gökova Bisiklet Turu 2. Gün

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Marmaris – Çubucak – Aktur

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kıraç mı kıraç toprakların üstüne
Güneşler açar yağmur kesilince
Çırılçıplak kayada yetişir incir ağacı
Dağların kuytusunda bir uslu çiçek
Dağıtır mevsimi kendi kendine
Gitme beraberlik içinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Elimde kahve fincanı. Yüksekten Datça yarımadasının başlangıcı. Sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta Akdeniz görünüyor.

Otellerde uyumaya devam ediyoruz, iki gecedir otelde kalıyorum. Çadırı kurmadığım için çabucak toplanıp aşağıya inerek bisikletin bagajına eşyalarımı yükledim. Bu gün tüm eşyalarım ve çantam yanımda. Kamyona vermeyeceğim, kendi yükümü kendim taşımaya niyetliyim. Sabahın erken saatleri olduğu için kahvaltıya başlanmamış o yüzden kahvemi pişirip içiyorum. Kahvaltı dağıtılmaya başlayınca sıraya girerek kahvaltımı yapıyorum. Katılımcılar fazla kalabalık olunca kahvaltı için epey kuyrukta zaman geçiyor beklerken. Kahvaltı faslı bitip herkes hazırlanınca yola çıkıyoruz. Marmaris belediyesinin yaptığı bisiklet yolundan bir süre gittik. Bisiklet yolu yol kıyısında bariyerle ayrılmış, dar bir yol. Anca tek bisikletli gidebiliyor. Neyse buna da şükür diyoruz. Daha sonra uzun kumsalı olan sahile çıkıp çam ağaçları gölgesinde, trafikten uzak, deniz ve yeşil ortamda bisiklet sürmeye başladık. Sahil neredeyse 5 Kilometre uzunluğunda. Bu sahili beğendim, yürüme yolu, bisiklet yolu ve fazla işgal edilmemiş kumsal.

Yürüme yolu deniz kıyısında, yer parke taş döşeli. Çam ağaçları kesilmemiş olduğu yerdeki haliyle gelişigüzel duruyor. Bir bisikletçi kadın bisikletini sürüyor bu yolda.

Jeolojik olarak sıkışmış olan Anadolu, kıvrımlı yükseltiler oluşturarak doğal güzellikler meydana getirmiş. Bu kıvrımlar deniz ile birlikte muhteşem bir görünüme kavuşmuş. Yalçın dağların dik yamaçları, koylar, bitki örtüsünün çoğunluğunu oluşturan çam ormanları deniz ile birleşmiş. Tabiat güzelliği bu olsa gerek.

Sahildeki bisiklet yolunda bizim haricimizde bir çok bisikletli gidip geliyor. Yerde bisiklet yolu gidiş geliş olmak üzere sarı şeritle belirtilmiş. Kumsal ve şezlonglar şemsiyelerle birlikte otellerin olmalı.

İki kara parçası ortasında küçük bir ada görünüyor karşımda. Soldaki keçi adası. Küçük adanın adı sanı yok.

Kıyı şeridi bitmek üzere, ana yola çıkmadan önce mola verilmiş. Burada su takviyesi yapılıyor. Ana yola çıkar çıkmaz yokuşlar başladığı için yanıma yeterli sayıda su şişesi alıp çantama yerleştiriyorum.

Ana yola çıktık ve yokuş başladı. Bisikletçiler vites düşürerek yokuşu çıkmaya başladılar. Yolun sağında üçgen uyarı levhasında “Dikkat Ceylan çıkabilir” anlamı taşıyan ceylan resmi var kırmızı çerçeve içinde.

Yokuş çıkmaya alışık olmayanlar sık sık mola verip dinleniyor. Ben de durup bisikletim KUZ ile resimlerini çekiyorum. Bisikletim de tüm çantalarım yüklü durumda.

Arkadan gelenler var daha, yokuşu çıkmaya çabalıyorlar.

Çam ormanı içinde meşe ağaçlarını da görmek olası, işte onlardan birisi. Açık yeşil canlı rengi ile ormana ayrı bir renk tonu oluşturmuş meşe ağacı. Önümde iki bisikletli gidiyor.

Tepeye ulaştık, tam önümde dönemeçte bir Türk bayrağı iple gerilmiş. Aşağıdan gelen rüzgar bayrağı dalgalandırıyor. Dönemecin sağ tarafı dik bir yamaç.

Zirveden aşağıya iniş keyifli ve çabuk oldu. Çay ve dinlenme molasını bir tesiste vermişler, ben de oraya girdim. Sıraya girip çay almaya çalışırken daha önce 1.5 Liraya verdikleri 1 bardak çayı kalabalığı görünce 2 Liraya çıkarınca sinirler tepeme çıktı birden bire. Böyle fırsatçı zihniyete verdim veriştirdim. Bir de turistler niye gelmiyor, tesisler boş kalıyor diye dert yanarlar. Beter olmalarını söyleye söyleye öfke ile oradan ayrıldım. Ben çayı içmem, onlar da benim paramı kazanmasınlar. Nedense bu taraflar insanları yolunacak kaz zannediyorlar ama benden zırnık  bile alamazlar. Ben enayi değilim ama başkaları enayi olup bu paraları veriyorlar maalesef. Eğer içiyorlarsa 1 bardak çayı 2 liraya kazıklanmayı hak ediyorlar bence. Bir süre bisiklet sürüp yol kıyısında şirin bir tostçuda durdum. İlk önce “Çay kaç Lira diye sordum?” Kadın “1 Lira” deyince hemen oturup duble bir çay ısmarladım. Arkasından bir duble çay daha. Afiyetle içtim normal fiyata satılan çayı.

Mavi boyalı tahta çit ile bahçe duvarı çevrilmiş tostçu çiçeklerle bezemiş her yanını. Burada mola vermiş benim gibi bir kaç bisikletçi var.

Çay molası iyi geldi ve biraz sakinledim. Yola çıkıyorum ve etraftaki çam ağaçlarını seyrederek yol alıyorum. Çam ağaçlarının uzun gövdeleri birbirine çok yakın, sık dikilmiş.

Denizin dibinden geçerken durup manzarayı seyrediyorum. Bisikletimi sehpası üzerine park edip Datça yarımadasını oluşturan kara parçasının dağ ve tepelerini seyrediyorum. Deniz de masmavi Akdeniz.

Çubucak tabiat parkına geldik, burada öğlen yemeği yiyeceğiz. Burası çam ağaçları ile kaplı kamp yeri ve deniz kıyısı. İsteyen denize girdi isteyen çam ağaçlarının gölgesinde dinlendi.

Ben tercihimi denize girmede kullandım. Su donumu giyip havlumu alarak tahta iskeleye geldim. Denize dalmadan önce Engin Elmalı arkadaşıma beni atlarken çekmesini söyledim. O da seri çekimle on kusur resim çekmiş ardı sıra. Onlardan üç tanesini paylaşıyorum.

İskelede birisi oturmuş denize bakarken ben de ayaklarım iskeleden ayrılmış havalanıyorum yukarıya doğru.

Sonrasında biraz bükülmüş olarak ileriye uçmaktayım. Denizde iki kişi bana bakıyor ne yapıyorum diye.

Havada fazla kalamadım. Yerçekimi  nedeni ile ilk önce ellerim denize değiyor. Sonrasını bilirsiniz, ıslandım.

Bir süre yüzdüm, sonra denizden çıkarak havlu ile kurulanıp giyinerek öğle yemeği için sıraya girdim. Öğle yemeğini yedik, çam ağaçlarının altında banklarda oturup dinlenirken kahvemi yapıp içtim, yanımda şanslı olan 3 kişi de bundan yararlandı. Bankta otururken çam ağacından bir kozalak pat diye kucağıma düştü. Hayırdır inşallah tam da öğle zamanı, o kadar kişinin arasında bula bula beni mi seçti. Madem beni seçti o zaman bisikletimin süsü olsun diye kamerayı koyduğum tripod demirine lastik ile tutturdum. O günden beridir hep orda durur çam kozalağı, bisikletim KUZ ile dolaşıp durur yollar boyu.

Bisikletim kadrosunda kamera tripod demirinde çam kozalağı.

Hareket verilince yola çıktık, çıkar çıkmaz da hafiften bir rampa başladı. Çam ormanları ve ilginç yapıda kahverengi kayalıklar gözüme çarpıyor.

Yol ilerledikçe kayalar şekilden şekle giriyor.

Yükseldiğimizi denize yukarıdan bakarak anlıyorum, Ege denizi tarafında, Gökova körfezinin girintili çıkıntılı koylarını görüyorum.

Balıkaşıran geçidine doğru çıkıyoruz, bazı yerlerin eğimi sert. Yol yukarıya doğru kıvrıntılı çıkmakta. Ben de 1. vitese takıp ağır ağır çıkacağım. Yüküm de yanımda olmak üzere.

Yollarımızda görmeye alıştığımız manzaralar burada da karşıma çıkıyor. Suyunu içen birisi plastik şişesini ezip iyice küçültmüş, asfalta atmış. Plastik şişe sanki küçülünce görünmeyecekmiş gibi ama görünüyor yine de.

Aynı şekilde yol kenarında çalıların arasına da plastik şişe atılmış. İnsanlar ne zaman doğayı, çevreyi koruyacaklar bilemiyorum.

Hala çıkıyoruz, zirveye ne kadar kaldığını bilmeden. Ama inişi çok güzel, kısa ve çabuk olacak onu biliyorum. Önümde bir kaç kişi pedallıyor.

Ve sonunda zirvedeyim, yolun kıyısında bisikletim KUZ bariyerlere dayalı. Bagajında çantalarım ile beraber. Aşağıda ise sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta ise Akdeniz. İki denizi ayıran Datça yarımadasının en yüksek yerindeyim.

Ege ve Akdeniz kıyıları Balıkaşıran’da birbirine öyle yaklaşırmış ki, bir denizden sıçrayan balıklar karayı aşıp, öbür denize atlarmış. Balıkların bir denizden diğerine uçtuğunu söyleyenler de yok değilmiş. Datçalı balıkçıların deyişiyle; bir kıyıdan tutulan balıklar, kısa bir yürüyüşle diğer taraftaki kıyıdan denize bırakıldığında yaşamaya devam edermiş. Yöre halkı tarafından Kayıkaşıran olarak da anılan bölgede, nedense bir kıyının balığı diğerinden daha çok, daha bereketli olurmuş. Balıkçılar da yarımadayı bin bir zahmetle denizden dolaşmak yerine, kıstağın bu en dar yerinde sandallarını sırtlayarak diğer kıyıya taşırlar ve avın sonunda balıkla dolan sandallarını tekrar sırtlayarak geldikleri kıyıya geri dönerlermiş.

Tarihçilerin babası Herodot‘a göre; Pers ordularının istilasını önlemek isteyen Knidoslular, Balıkaşıran’ı kazarak, yarımadayı adaya dönüştürmeye karar verirler. Ancak hiçbir iş göründüğü kadar kolay değildir şüphesiz. Knidoslular kayaları parçalamak için uğraştıkça, savrulan keskin taşlar ellerini parçalar, yüzlerini, gözlerini yaralar. Kazıda çalıştırılan kölelerin boğuştuğu salgın hastalıklara bölgedeki şiddetli depremlerin yarattığı hasarlar da eklenince, Knidoslular derin bir hayal kırıklığına uğrar. Delphoi Tapınağı‘nın kahinlerine danışmaktan başka bir çözüm kalmaz. “Tanrılar eğer isteseydi, burayı zaten ada olarak yaratırdı” diyen kahinlerin sözünü dinleyen Knidos halkı, tanrıların gazabına uğramak yerine, kenti hiç savaşmadan Pers ordusuna teslim eder.

Savaş Tanrısı Ares‘e yüz vermeyen, yaşama ve barışa sevdalı Knidoslular, iki denizin buluştuğu yerde, Güneş Tanrısı Apollon ve “güzel yolculukları” muştulayan Aphrodite Euploia‘ya adadıkları görkemli tapınaklar inşa eder. İnsanlık tarihinin ilk ansiklopedisini yazan Plinius, Heykeltıraş Praxiteles‘in M.Ö.350’li yıllarda iki ayrı Aphrodite heykeli yaptığından söz eder. Praxiteles, biri örtülü diğeri çıplak olan her iki heykeli de satışa sunar. Öncelik hakkına sahip olan Kos halkı, iffetli kompozisyonu tercih edince, alışılmamış çıplaklığıyla ün salacak olan ikinci Aphrodite’i de Knidoslular satın alır. Bir saç bandı ve kolundaki bilezik dışında tamamen çıplak olduğu söylenen, muhteşem Knidos Aphrodite‘i, kentin her tarafından olduğu gibi, hem Akdeniz’den hem de Ege’den görülen, dairesel planlı bir tapınağa yerleştirilir. Paros mermerinin saf beyazlığıyla göz kamaştıran Aphrodite’in çıplak bedeninin güzelliği kulaktan kulağa yayılır ve Knidos, uzun deniz yolculuklarını göze alarak gelen tüccar ve gemicilerin akınına uğrar. Bithynia Kralı Nikomedes, heykeli satın almak ve karşılığında kentin tüm borçlarını silmek üzere, cömert bir teklifte bulunsa da, Knidosluları ikna edemez. Antik Çağ yontu sanatının zirvesini simgelediği düşünülen heykel, bazı kaynaklara göre, Bizans döneminde İstanbul’a götürülür ve burada kaybolur.

Üzerim çıplak, sadece şort pantolonum üzerimde iki kolumu da yana açarak poz verdim. Sağ kolum Ege denizi, sol kolum da Akdeniz’i gösteriyor. Ege’nin meltemi saçımı okşuyor adete.

Uranos‘un ak köpükten olma kızıyım ben: ‘Aphrodite.’

Güzelliği, aşkı ve arzuyu fısıldarım binlerce yıldır ölümlü kulaklara.

Praxiteles bembeyaz mermerden yontarken bedenimi,

ısıtıverdim buz gibi taşı eşsiz kıvrımlarımla.

Knidoslular yarımadanın en güzel terasına yerleştirdiler sessiz suretimi.

Akdeniz‘in ılık rüzgarı, Ege‘nin serin meltemine karıştı bacaklarımın arasında.

Mermerden olmasaydı eğer,

göğsümün ta içine çekmek isterdim

badem kokulu bu nefis esintiyi

ve eğer kaybolmasaydım,

anlatırdım taştan sessizliğimle.

http://www.kitaptansanattan.com/kose-yazilari/balikasiran-ozlem-kalkan-erenus-yazdi/

Elimde kahve fincanı, içinde kahve ve Balıkaşıran tepesinden iki denize doğru elimle tutup resmini çekiyorum. (Burada kahve içilmez mi?) Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Balıkaşıran geçidinden tam ayrılacağım sırada, cep telefonum çalmaya başladı. Arayan İzmir’den arkadaşım Şafak Omaç. Herhalde nerede olduğumu merak etmiştir diye telefonu açıyorum. Karşımda Şafak olduğunu düşünerek “Alo” diyorum. Telefondaki ses kadın sesi ve tanımadığım bir ses, titrek bir ses ile kendini tanıttıktan sonra Şafak Omaç’ın acil serviste yattığını, düşüp kafasını çarptıktan sonra acile getirdiklerini ve benim gelmemi istediğini söyleyince ilk önce şok oldum. İlk şoku atlattıktan sonra ne oldu, nasıl oldu, durumu nasıl diye sordum. Yoğun bakımda olduğunu ve gelmemi isteyince uzaklarda olduğumu söyleyerek şimdilik yardımcı olamayacağımı ama araştırıp dönerim diyerek konuşmamı bitirdim. Durup düşündüm ne yapabilirim diye. Hemen İzmir’e dönmenin olanağı yok ama arkadaşları arayıp bir haber almalarını sağlayabilirim. İlk önce Şerif Kılavuz’u aradım, durumu anlatıp hastaneye gidip bilgi almasını söyledim. Doktor arkadaşım Serhat aklıma geldi, onu aradım ama ulaşamadım ilk önce. Keyfim iyice kaçtı. Arkadaşımın durumu hakkında endişeliyim. Şimdilik beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bakalım haber gelsin ona göre davranırım. Aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışıyorum ama kafamda bin bir düşünce. Hayırlı haber alma umuduyla yola çıkmaya hazırlanıyorum. Aklıma öğle yemeğinden sonra kucağıma düşen çam kozalağı geldi. Demek ki aynı anlarda Şafak ta düşmüş. Bu bir haberdi sanki. Bundan 3 yıl önce Şafak ta aramızda olmak üzere bir grup olarak Gökova Bisiklet Turunda beraber bu yollarda pedal basmıştık birlikte.

Üç yıl önce Şafak ile beraber Gökova turunda çekildiğimiz resim. Karnımızdan yukarısı görünen, benim üzerim çıplak, kafamda kırmızı bandana. Bandanaya taktığım kaz tüyü beyaz. Şafak ta ise beyaz bir atlet ve başında siyah bir buff. İkimizin de saçları uzun. Şafak benden biraz uzun boylu, kolunu omuzuma atmış. Güneş gözlüklerini de takmışız artistler gibi.

Hayırlı haber gelmesi dileği ile yola çıkmaya hazırlanıyorum. Bisikletim KUZ Balıkaşıran Geçidi tabelası yanında duruyor. Tabelada buranın yüksekliğini 350 metre olarak belirtmiş.

Yolda Şerif Kılavuz beni arıyor cep telefonunla. Şafak acil serviste yoğun bakımda yattığını, komada, durumunun kritik olduğunu söyledi. Bu arada Doktor Serhat’a ulaştım. Evi hastaneye yakın, Şafak’ın durumunu anlattım gidip hastaneye kontrol etmesini söyledim. O da hemen gideceğini bildirdi. Hiç olmazsa bir doktor olarak bana sağlıklı bilgi verebilir.

Akşam olmadan kamp yapacağımız koya geldik. Solda yüksek bir tepe yarımadanın ucunda. Kara ile dar bir toprak parçası ile bağlantısı var. Deniz masmavi sakin görünüyor. Daha ileride Datça tepeleri. Resmi çektiğim yer çam ağaçları arası.

Aktur tatil sitesinde çadırları kurup yerleşiyorum. Henüz kamyon gelmediği için diğerleri çadır kuramadı. Kafama göre en güzel yerde, priz panosuna yakın ve tuvalet yanımda. Denize girip duşumu aldıktan sonra terli olan eşyalarımı yıkayıp çamaşır ipine asıyorum kuruması için. Çadırımı elektrik panosuna yakın yere kurdum. 10 metrelik uzatma kabloyu da çadırın içine kadar çektim telefon şarjı için. Kamyon geldikten sonra herkes çadırını kurdu.

Bisikletim KUZ, çadırım ve arkamda bir çok çadır kurulmuş durumda rengarenk. Elektrik panosu yanında da çeşme ve yeşil bir hortum kangal şeklinde. Çamaşır ipinde çamaşırlar asılmış kurumada.

Akşam yemeğinden sonra kurulan sahneye masalar sıralandı. Misafir olarak oturduk. Muhlis Dilmaç megafonu alarak sunuculuk yapmaya başladı. Ben de kahve takımlarımı kurarak kahve yapmaya başladım isteyene. Yanımda yazar – çizer Aydan Çelik oturuyor. Kahve pişirdim cezvede. Haliyle ilk önce kendime diğer üç fincanı da yanımdakilere verdim.

Fincanlar içildikten sonra yıkanıp önüme gelince tekrar pişirmeye başladım. Köpüren kahveyi cezveden fincanlara boşaltırken resmimi Bekir Kocamaz çekiyor. Fincanlardan birini ona veriyorum resmi çektiği için.

Söyleşide sunuculuğunu Muhlis Dilmaç’ın yaptığı panel başladı. Misafir olarak katılan bisiklet emektarları sahneye çıkıyor. Aydan Çelik, Bekir Kocamaz ve Gürcan Yılmaz anılarını anlatıyor. Konu bisiklet, Gökova Bisiklet Turu, anılar, anılar. Aslında benim de misafir olarak çıkıp bir şeyler anlatacaktım ama moralim o kadar bozuk ki çıkmak istemedim sahneye. Muhlis Dilmaç çağırdı ama çıkamayacağımı bildirdim. O da durumu bildiğinden ısrar etmedi.

Sahnede Gürcan Yılmaz Elinde megafon Türkiye de ilk olarak Muğla Bisiklet Derneğinin bisiklet turlarına başladığını. Bu yıl 10. bisiklet turu olarak gerçekleştirdiğimizi. İlk olarak başlayan Gökova Bisiklet Turu Türkiye’ye yayılarak bir çok şehirde turlar, festivaller yapıldığını. Muğla’nın bu konuda öncülük ettiğini anlatıyor bizlere. Yanında da Muhlis Dilmaç kelebek papyon takmış frak giymiş olarak duruyor. Gerçi frak değil tişörte baskı yapılmış. Mavi yeleği de ceketin içinde unutmamışlar.

Söyleşi boyunca sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Söyleşi bitince dinleyicilerin iyice azaldığını gördüm. Birer ikişer ortalıktan kaybolmuşlar. Ben de kahve takımlarımı toplayıp çadıra çekildim. Bu arada sosyal medyada Şafak Omaç hakkında sağlık durumu için yazdığım yazı için bir çok arkadaşım beni aradı. Ben de durumu bildirdim bilebildiğim kadarı ile. Bazı arkadaşlar da hastaneye gidip kontrol etmişler. Beni arayıp durum hakkında bilgi veriyorlar. Doktor Serhat ta arayıp Şafak Omaç’ın yanında olduğunu, şimdilik ameliyata gerek olmadığını, ilaç ile tedaviye başladığını bildirdi. Bu gecenin kritik olduğunu, her an her şey olabileceğini söyledi. Sabaha kadar bekleyeceklerini söyledi. Bilinci kapalı olduğunu, kalmak isteyince takılı olan serum ve diğer aletleri sökmek isteyince yatağa bağlamışlar mecburen. Kuvvetli olduğundan zapt etmeleri güç, bu yüzden böyle bir uygulamaya gitmiş. Sonra hareket yapmaması gerek, hassas bir durumda olduğunu söyledi. Durum çok kritik, yarın bir şey olursa Bodrum dan otobüse binip İzmir’e gitmeli. Bildiğim tüm duaları edip sevgili arkadaşımın sağlığına kavuşmasını, bu geceyi atlatmasını diledim Tanrıdan. Uyumanın olanağı yok, sürekli düşünüp dua ediyorum. Bu sabaha kadar devam etti. Fiziği güçlü olan arkadaşımın bunu atlatacağına inancımı yitirmedim hiç bir zaman.

Bu gün yaptığımız yol toplam 51 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Büyük Taarruz 4. Gün

8 Eylül 2015 Salı

4. Gün Turgutlu – Kemalpaşa – Belkahve

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanı Şiiri

Öne çıkan görsel, Atatürk heykeli, iki yanda ikişer direkte Türk bayrakları. Kaidenin dibinde Büyük Taarruz bisikletçileri toplu halde poz vermiş.

Turgutlu kasabasının en büyük sorunu motorlar. Öyle ki bütün gece serseri mayınlar gibi motor homurtuları ile dolaşıp durdular. Serserilerin uykusu da yok ve sadece gürültü yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar. Babalarından öyle görmüşler, açıkçası kültürleri böyle. Kamp yerimiz yeşil alan, dere kenarı olunca motor gürültüleri yüzünden pek rahat uyudum diyemem. Sabah güneş doğmadan uyanıyorum, çadırımın içinden sabahın seher manzarası böyle. Karşımda bir ağaç, daha arkada binalar.

Uyanır uyanmaz elimi yüzümü yıkadıktan sonra hızlıca çadırı toparlayıp eşyaları kıytırığa yükleyiverdim.  Harekete hazırım, sabah kahvaltısını yine aş evinde bir güzel yapıyoruz. Aş evi belediye sebze meyve hali içinde. O yüzden bisikletle gidip gelmek en iyisi. Kuz ve kıytırık yola çıkmaya hazır, çimenlerin üzerinde park etmiş. Çubuğun üzerinde Türk bayrağı, ağaçların ardındaki yüksek direkte daha büyük Türk bayrağı dalgalanıyor.

Kahvaltının ardından herkes hazır olunca yola çıkıyoruz. Ana yola çıkmadan direk dağların eteklerine doğru gidip köy yollarından gideceğiz. Zaten eski yol oralardan geçiyor. Büyük Taarruz da askerlerimiz de bu yoldan gitmişler.

Yol köy yolu olsa da trafiği epey hareketli, yol dar olunca dikkatli gitmek gerek.

Yaz sonları, Eylül ayına yeni girdik. Yaz boyu yağmur yağmayınca tarlalar sararmış otlar ile kaplanmış durumda. Bozkır görünümünde ortalık.

Bu yoldan ilk defa geçiyorum, şimdiye kadar hep Ankara ana yoldan gidip geldim araba ya da otobüs ile. Bisiklet olunca yol değişiyor. Etraf yeşillikler altında gözüm gönlüm açılıyor resmen. Oysa ki ana yolda fabrikalar ile kaplanmış bunun getirdiği kamyon, tır trafiği alabildiğine armış ve gürültülü. İyi ki bu yoldan geliyoruz. Köprü korkuluğunda bisikletim KUZ ve kıytırık duruyor.

Yolun iki tarafı da bahçeler ve ağaçlardan yeşil bir örtü ile kaplanmış durumda. Resim çekmek ve nefis incirlerin tadına bakmaktan grubun arkasında kaldım. Olsun gidilen yer belli, nasıl olsa yetişirim onlara. O yüzden acele etmiyorum. Doğanın keyfini çıkara çıkara yol alıyorum.

Bizimkiler Bağyurdu köyünde mola vermişler. Ben de bisikleti park edip bir çay içecek zamanı buluyorum. Kahvede oturmuş arkadaşları çekiyorum. Sağda köylüler, motorlarını, traktörlerini park etmişler. Onlar da çay içmeye gelmişler.

Çaylar içildikten sonra tekrar yola çıkıyoruz, yol benim için çok güzel. Yolun keyfinden ne zaman Kemalpaşa kasabasına geldik anlayamadım. Kasabanın yukarılarında bulunan Kültür evine doğru yöneldik.

Kültür evinin önüne bisikletleri park edip içeri giriyoruz hep beraber.

Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e girerken konakladığı bir kasaba olmasına borçlu olan Kemalpaşa, 25.000 nüfuslu, tarihi özellikleri güçlü bir yerleşme… Tarihi öneminin odakları, sırasıyla, MÖ 1450 tarihli Hitit-Batı Anadolu kavimleri arasındaki savaş ve bu savaşın anısına dikilen (Hitit prensini simgeleyen) Karabel isimli büyük bir kaya anıt; MS 13.Yüzyıl’da Latin İşgalinde İstanbul’dan göçen Bizans Hanedanı’nın kurduğu Nymphaion, kenti ve kente ait Laskarisler sarayı; Osmanlı dönemi yapıları ile Nif Dağı ve mitolojik Nif çayının oluşturduğu doğal güzelliklerden oluşmaktadır.

16 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgaline uğrayan “Nif” şehri daha sonra 8 Eylül 1922 sabahı Savandağ Mevkiinde yapılan küçük bir çarpışmayı müteakip Türk askerleri tarafından saat 15:00’te kurtarılmış ve Hükümet Konağına Bayrağımız çekilmiştir. Büyük kurtarıcımız Atatürk 8 Eylül 1922 günü İlçemize gelmiş ve o zaman düşman karargahı olan ve halen Askerlik Şubesi olarak kullanılan binada geceyi geçirmiştir.

Müzenin kapısından içeri girerken

Mustafa Kemal’in karargah olarak kullandığı binada yattığı yatak ve eşyalar günümüze kadar iyi korunarak sergilenmekte. Yatak ve özel eşyaları. İki tane Atatürk portresi yatakta.

Atatürk resimleri, dikine duvar halısı ve bir kaidenin üstünde gaz lambası.

Askerler geceyi beklediler, 
Bozkır gecesini. 
Sıcak toprak üstünden 
Bir buğu yükseliyordu 
Yıldızlara baktı Hasan Çavuş 
Dedi: “emme de parlak bu gece” 
Bir sigara yaktı 
Mangasından tekmil getirdi Memiş Onbaşı: 
Aydınlı İsmail’in bacağında sızı varmış, 
Tireli Hüseyin sabaha kadar uykusuz kalmış. 
Bodur Ali ah diyor bir memlekete gitsem, 
Yine hafiften bir türkü tutturmuş, 
Giresunlu Rüstem. 
Tüfeği elinden düşmez Bergamalı Ahmed’in, 
Avrat, tüfek, at, 
Namus sözüdür, diyor 

Arif Hikmet PAR

Solda küçük bir dolap, sağda, çekmeceli ayna, üzerinde kırmızı kaplı defter duruyor. Aynanın yanında tahta sandalye.

Süslü boy aynası, önünde defterler.

Zamanımız epey var, müzenin önünde toplanıp resim çekiliyoruz. Ardından gölgelik yerde oturup dondurma ile serinlemeye çalışıyoruz. Resimde 26 kişi var.

Öğle yemeği için Büyük Taarruz turuna sponsor olan lions kulübünden birisinin fabrikasında öğlen yemeği yiyoruz. Yemekten sonra ana yola çıkınca trafik polis arabaları eşliğinde yola çıktık. Polisler yolu tamamen kapattılar ve Bel kahveye kadar da bir tane araba bile salmadılar. Aslında gereksiz yere kapattılar. Yol iki şerit gidiş, emniyet şeridi de geniş. Tek şeridi kapatsalardı bize yeter de artardı bile. Topu topu 25 kişiyiz zaten, eskortluk eden arabamız ile karayolunda fazla yer de kaplamıyoruz. Sadece bir tır alanı kadar yerde gidebiliriz. O gün de neredeyse fırtına şiddetinde lodos rüzgarı tam karşıdan esmekte. Rüzgara karşı pedal çevirmek te zorlaşınca 10 Km/h ile gidiyorum. Sadece ben arkadayım o da emniyet şeridinde gitmeme rağmen polis arabaları arkamda bir tane bile araba bırakmadılar. Böyle yavaş yavaş Belkahveye kadar rüzgara karşı pedalladım zar zor. Belkahve park alanına girince serbest kalan arabaların homurtuları korkunçtu. Belki 1 saatten fazladır tın tın yol aldılar ve neden bu kadar yavaş geldiklerini bilmeden sinir olmuşlardır. Haybeye araç birikimi olduğu için boşa giden akaryakıt ve işine yetişemeyen sinirli sürücüler için üzgünüm. Polislere o kadar yolu açın ben giderim desem de önüm bomboş olan yolda ilerlemek canımı sıktı biraz. Elimden bir şey gelmedi ne yazık ki.

Bisikletim KUZ ve kıytırık Belkahvede, Atatürk heykelinin ardında. Heykelin iki yanında ikişer bayrak direğinde Türk bayrakları dalgalanıyor. Benim bayrağım da kıytırıktaki çubukta Atatürk’e selam veriyor.

Ben ve trafik rahatlayınca bisikletimi park ediyorum alana. Etrafı şöyle bir kolaçan ediyorum. Bisikletim KUZ ve kıytırık park alanının kıyısında park etmiş durumda.

Müze binasının yanından, Atatürk heykeli.

Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşında Büyük Taarruzun son günü İzmir girişinde ki tepede son molasını veresiye kadar kahvesini hep sade içmiştir. Önemli işler ve çetin geçen savaşta uyanık kalmak, düzgün karar vermek, temiz ve duru düşüncenin olması için sade kahve ile gerçekleştirmiştir. Artık iyice dağılmış Yunan ordusu ardına bakmadan yıldırım gibi gelen Türk ordusundan biran önce kurtulmak için kendini denize atması an meselesi. Bunu bilen Mustafa Kemal İzmir’e girmeden önce son gecesini burada (sonradan adı Belkahve olacak) kahvesini bol şekerli içerek rahat bir şekilde uyumuştur çadırında. Artık savaşın sonuna gelinmiştir ertesi gün düşman denize dökülecektir.

Çadırı İzmir’e bakacak şekilde kurduktan sonra kahve takımımı çıkarıp bol şekerli kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Yanımda şanslı 3 kişi daha var. Onlarla paylaşıyorum ve Büyük Taarruz bisiklet turunun sonuna gelmenin rahatlığı ile kahvelerimizi keyifle içiyoruz İzmir’ karşı.

Alanda bulunan bir kaç yeşil alana çimenlerin üzerine çadırları kurduk.

Mustafa Kemal’in dev heykelinin dibinde merdivenlerde toplanıp resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İzmir den bisikletçi arkadaşlar da bu akşam Bel kahveye geleceğimizi bildiklerinden bizleri ziyarete geliyorlar. Bu tarafa geçiş biraz sorunlu olduğundan dikkatlice geçmeye çalışırlarken resimlerini çekiyorum. Aşağıda 5 bisikletçi orta şeritte bekliyorlar karşıya geçmek için.

Akşam yemeğinden sonra henüz güneş batmadan turda olan arkadaşımız Ertuğrul Arda evine gidip seyyar buzlukta bizlere sürpriz yaparak kutlamamıza neşe içinde votka limonata ile kadehleri kaldırdık şerefimize. Muhabbetimiz artsın hep birlikte herkesin kendi bardağı kendine yetiyor. Ben, Ergun, Nafiz ve Şafak yan yana. Hasan Berat Kur bizi çekiyor.

Hava karardıktan sonra İzmir’in muhteşem ışıklarını bir süre seyrettim. Bu şehri olduğu gibi seviyorum, kalabalık sakinliği, gürültülü sessizliği, kargaşalı duruluğu, Lodosu ayrı, Meltemi ayrı. Poyrazın soğuğu ile Karayelin serinliği hep içimi ısıtmıştır. Havası kalleş olsa da insanları kalleş değildir. Oldum olası sevmişimdir güzel İzmir’i, körfezi, mavisiyle.

İzmir’in dağlarında çiçekler açar.
Altın güneş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
Yaşa Mustafa Kemal paşa,yaşa;
Adın yazılacak mücevher taşa.

Gece karanlığında, Belkahve’den ışıklar içinde güzel İzmir.

Şimdiye kadar yüzlerce kez geçmişimdir Belkahve’den ama ilk defa kalıyorum burada. Hem de çadırda. Evim 20 Kilometre ötede olsa da bisikletin dünyamı değiştirdiğini, burada çadır kurup kalmamdan belli. İyi ki de bisikleti tanımışım, dünyasına girmişim. Bir çok ilk olayı yaşıyorum ve yaşamaya da devam edeceğim sağlığım elverdiğince. Bu gece çadırımda daha da mutlu bir şekilde uyuyacağım kesin.

İzmir düşlerimde olacak

Bu gün yaptığımız yol 45 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 17. 18. Gün

4 – 5 Haziran 2015 Perşembe Cuma

17. Gün

Antalya – Manavgat – Side

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

evet evet

doğrusu bilmiyorum

dalıp dalıp gidiyorum böyle

dalıp gidiyorum ve dalgınlığımda bir kent

bir duvar, bir de sen, duruşunda güz özellikleri

dostlar, bütün dostlar içerde.
Edip Cansever

 

Öne çıkmış olan görsel, Side antik kentindeki tapınağın dört sütun ve kirişine bir elimi dayamış gibi duruyorum.

IMG_0516

Geç yatmamıza rağmen erkenden kalkıp hazırlanıyoruz. Artık yola çıkma zamanı, yolcu yolunda gerek. Nefis bir kahvaltının ardından hazırlıklarımızı bitirip ev sahiplerinin yeni pişen böğürtlen reçelinden birer kavanoz alamamazlık edemezdik. Her zaman Anadolu geleneklerinden olan evde pişen bir şeyi yolluk olarak vermeleri adettendir ve geri çevrilmez. Dün Devrim’in aldığı fincan takımını yanımda yer olmadığından ve fincanlar kırılmasın diye kabul edemedim. Daha sonra İzmir’e gelecek olan birisi ile yollarsın demiştim. Ev halkı ile her şey için teşekkürlerimizi sunup vedalaşıyoruz. Şehrin kalabalık trafiğinde hızlıca Manavgat yoluna  çıktık. Manavgat yolu da pek tenha değildi doğrusu. Yaz tatiline az bir süre kalması ve havaların ısınması ile Akdeniz kıyıları dolmuş durumda. Kavşakta karşıya geçmek için beklerken Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0340

Yolun üç şeritli olması emniyet şeridinin olmaması anlamına geliyor. Henüz ülkemize bisikleti yerleştiremediğimizden sadece arabalar için yol yapmaları, diğer taşıtlar yok sayılarak korkunç trafiği canavara dönüştürmekteler. Bakmayın yolun boş göründüğüne okullar bir kapansın üç şeritli yol bile tıkanır yeri geldiğinde. Yolun kıyısından gidiyorum, Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0344

Epey yol gitmemize rağmen anca Antalya şehrinden çıkıyoruz. Antalya epey büyükmüş bunu anladım. Daha da büyüyeceği kesin. Çıkış tabelasını Ferdimen çekiyor.

IMG_0362

Düden çayında eski tarihi taş köprü sapasağlam ayakta. Sadece Araçlar geçmesin diye kapatılmış.

20150604_101736

Düden çayı ve taş köprü. Geçtiğimiz gün şelalelerinde idik. Şimdi ise denize kavuşmasına az bir süre kalmasına ramak kalmış akıp gidiyor sevgilisine. Solda yeni köprü, sağda eski taş köprü. Çay usulca akmakta.

20150604_101826

Antalya hava alanına sürekli, neredeyse dakikada bir uçak inmekte. Sezon başlamak üzere. Havadaki uçağı çekiyorum.

20150604_104147

Yol eski yol ve yolda tarihi kervansaray. Eskiden şimdiki gibi hızlı arabalar olmadığı için at mesafesi kadar yerlerde gecelemek için kervansaray yada han yapılmış. Taş bloklardan yapılmış binada bir giriş kapısı var, pencere yok.

20150604_105522

Akdeniz’in bunaltıcı sıcakları henüz başlamasa yine de hava sıcak. Soğuk birer soda ile biraz serinlemek gerek. Masa üzerinde iki tane yeşil cam soda şişesi.

IMG_0365

Yolumuz üzerinde Perge antik kentine uğramadan olmaz deyip ana yola yakın olduğu için sapıyoruz. Antik kent tel örgü ile çevrelenmiş. Yüksek taş bina görülüyor.

20150604_110009

Roma imparatorluğunun son dönemlerdeki ihtişamı yapılarda kullanılan taşlardan belli oluyor.

20150604_110100

Amfi tiyatroda çalışmalar var. İçeri girip bir kaç resim çekmek istiyoruz ama aldığımız olumsuz yanıt aşağıdaki resimdeki arabanın sahibi olabileceğini düşündüm birden bire. Tarihi eserlerin içine kadar arabasını Güneşten korumak için gölge ve serin yere park eden biri sadece resim çekmek isteyeni anlamasını bekleyemeyiz. Yeri gelince tarihi eserler zarar görmesin diye flaş patlatmazlar ama bu aracın sahibi kapalı tarihi dükkanı egzoz dumanına boğmaktan verdiği zararı düşünün. Bunları hazineden geçinen zavallılar olduğunu düşünüyorum. Kemerli bir dükkan içinde park etmiş araba.

20150604_110519

Dışarıdan görebildiğimiz kadarı ile resimler çekmeye devam ediyoruz. Yüksek kemerli kapı, yanları sütun gibi yapılmış.

20150604_110215

Burası da devasa stadyum, o zamanlarda henüz futbol topu icat edilmediğinden Gladyatör döğüşleri, araba yarışları ve kölelerin yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya getirip parçalatmaları. Akan kanın kendisinden olmadığı sürece bundan vahşi bir zevk almaları insanların hala neden birbiriyle savaştıklarının sonucu olsa gerek. İnsanlar gerçekten çok vahşi. Yemek için değil zevk için insan kanı dökmeyi spor olarak görmekteler. Seyirci yerleri yer yer yıkık, kimi yer sağlam görünüyor. Ortadaki düz alanı ot bürümüş.

20150604_110548

Oturma yerlerinin büyük çoğunluğu yıkılıp dağılmış.

20150604_110616

Perge

Antalya şehir merkezinin 17 km. doğusundaki, Aksu sınırları içinde yer alan Perge, sadece bölgenin değil, tüm Anadolu’nun en düzenli Roma dönemi kentlerinden biridir. Mimarisi yanında mermer heykeltıraşlığıyla da ünlüdür. 1946 yılından beri İstanbul Üniversitesince yürütülen kazılar sonucu şehir merkezinin önemli anıtsal yapıları gün ışığına çıkarılmış, ele geçen heykel buluntuları sayesinde Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma Dönemi heykel müzelerinden birisi olma özelliğini kazanmıştır.
Perge’nin kuruluş hikayesini tarihçiler Troia savaşlarının sonrası gibi gösterirler (i.Ö.1275). 1986 yılında bulunan bir Hitit tabletinde Perge’nin adının geçmesi buranın Troia savaşından önce kurulduğunu göstermektedir. Filolojik bilgiler de kentin İ.Ö. 3. binden beri iskan edildiğini gösterirken, bulunan bazı keramik, taş alet ve gömüler iskan tarihini şimdiye kadar bilinenden çok önceye, Erken Tunç Çağma kadar indirmektedir. Şehirde ilk yerleşim kuzeyde tepe düzlüğünde gerçekleşmiştir. Zamanla şehir tepenin güneyindeki düzlükte gelişip genişlemiştir. Bergama’da başlayıp Side’de sona eren antik yolun üzerinde yer alan Perge, coğrafi önemi ve gelişimini özellikle Aksu (Kestros) nehrine borçludur. Bugün ulaşıma uygun olmayan nehir, eski çağda toprağı verimli kılmasından başka, şehirde ulaşımı sağlaması bakımından da çok önemli bir rol oynamıştır. Havari Paulos ve arkadaşlarının Kıbrıs’taki Paphos limanından yelken açıp Perge’ye ulaştıkları bilinmektedir. Bunun da ancak Kestros aracılığıyla olabileceğinden şüphe yoktur. Şehrin nehirle olan bu bütünleşmesi sikkeler, kabartmalar ve akropolisin güney eteğinde bulunan anıtsal nymphaeumdaki nehir tanrısı (kestros) heykelinden de anlaşılmaktadır.
Şehrin tarihe geçmiş şahsiyetleri arasında, astronomi, geometri ve matematikte ünlü “Pergeli Apollonius” ön sırayı alır. Diğer ünlü Pergeli İ.S. 2.y.y.da yaşamış filozof Varus’tur. Perge’de birçok tanrı ve tanrıçanın tapım görmesine rağmen bunların içinde Artemis’in özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Kökü çok eski devirlere dayanan ve önceleri yerli dilde VVanessa-Preiia (Perge Kraliçesi) olarak geçen Artemis şehrin baş tanrıçasıydı. Şehirde Artemis Pergaia olarak anılan tanrıçanın kültü komşu şehir ve hatta deniz aşırı ülkelere yayılıp tapım görmüştür. Birçok antik yazarın sözünü ettiği büyüklük, güzellik ve inşa bakımından harika olan Artemis tapınağı, şehrin dışında yüksekçe bir tepe üzerinde bulunmaktaydı ki, yeri bugüne değin hala bulunamamıştır. Yapılan kazı ve araştırmalar Perge’nin genel olarak üç parlak dönemden geçtiğini göstermektedir. Birinci dönem İ.Ö. 3. ve 2. y.y. lardaki Helenistik devre ait bulunmakta, bu devir kısmen ayakta kalan muhteşem sur ve kulelerle temsil edilmektedir. İkinci dönem, Roma İmparatorluk devrine (İ.S. 2.-3.y.y.) rastlamakta, bunu da bugün birçoğu ayakta duran anıtsal yapılar (tiyatro, stadyum, hamamlar, anıtsal çeşmeler ve agora) açığa vurmaktadır. Son refah dönemi ise Hıristiyanlık dönemi yani İ.S. 5. ve 6.y.y. lara rastlamaktadır ki, bu dönem şehir kilise teşkilatı içinde bir metropolitlik merkezi olmuş ve birçok kilise inşa edilmiştir.
İ.Ö. 333’de Büyük İskender’in bölgeyi zaptı sırasında Pergelilerin hiç direnme göstermeden İskender kuvvetlerini konuk etmeleri şehri koruyan surların olmamasına bağlanır.
Bugün şehrin en anıtsal yapıları olan ve şehri sembolü haline gelmiş iki yuvarlak planlı kule ve sur duvarları İskender’in zaptından sonra yapılmışlardır. Günümüzde gezilebilen kalıntılar çoğunlukla Roma dönemine aittir. Perge şehir planının ana hatlarını biri kuzey- güney, diğeri doğu-batı doğrultusunda iki ana cadde oluşturur. Şehrin belkemiği olan sütunlu cadde Helenistik kapıdan başlayıp akropolisin eteğindeki anıtsal nymphaeumda (çeşme) son bulur. Yaklaşık 300 metre uzunluğundaki caddenin ortasında iki metre genişliğinde bölmeli bir su kanalı, her iki yanında ise mozaikli portikolar ve dükkanlar yer alır. Kuzeydeki nymphaeumdan beslenen kanal sıcak yaz günlerinde caddenin ve dükkanların hayat kaynağı olmalıydı. Caddelerin kesiştiği şehir merkezinde ise Apollonius Demetrius takı bulunur. Günümüz yerleşiminde şehre giden yol üzerinde ilk karşılaşılan yapı, Yunan-Roma tipinde inşa edilmiş anıtsal tiyatro binasıdır. Yaklaşık 12 bin kişi kapasitesindeki İ.S. 2.y.y.a tarihlenen yapı sahne binasının zengin mermer dekorasyonu ile ünlüdür. Prof. Dr. Jale İNAN ve ekibi tarafından 1985-1993 yılları arasında kazılmış olan tiyatronun heykel buluntuları Antalya Müzesinin “Perge Tiyatrosu Salonunda” sergilenmektedir. Tiyatronun kuzeyinde Anadolu’nun en iyi koruna gelmiş stadyumlarından biri yer alır. Agora, değişik planlı mekanlarıyla şehrin diğer bir sosya merkezi hamamlar ve palaestra görülebilecek diğer yapılardır. Gerek mimari, gerekse heykel buluntularının mükemmelliği Perge’nin heykeltıraşlık konusunda kendine özgü çizgilere sahip ekol kent olduğunu vurgular.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/perge-orenyeri

Yıkıntılı tarihi yapıyı çekiyorum.

20150604_110931

Antik kenti çabuk bitiriyoruz, yolcu yolunda gerek. Akdeniz’e paralel uzanan Toros dağları tüm bereketini küçük çaylar ile fazla geniş olmayan tarım arazilerine bıraktıktan sonra denize kavuşmaktalar. Bu çayın adı köprü başına yazılmış. Adı; Tehnelli.

20150604_113142

Başka bir çayın köprüsünde ise Aksu çayı olduğunu belirtmiş.

20150604_114111

Zeytin ağacı tarih boyunca insanlara en faydalı ürünü sunmakta. Zeytin ağacı el üstünde tutulmalı bence. Büyükçe bir kol ve eli yukarı doğru açılmış, üzerinde zeytin ağacı olan heykel.

20150604_123851

Serik kasabasına geldik bile, ana yol düz olunca çabuk yol alıyoruz. Karnımız da acıktı, pistonlara güç gerek değil mi? Tabelada; Serik, Nüfus: 118000. Epey kalabalık bir kasaba.

20150604_130547

Serik te karnımızı doyurduk bir güzel. Görebildiğimiz kadarı ile belediyenin yaptırdığı güzellik çalışmalarından suyun aktığı kademeli bir park. Geri kalanlar sadece binalarla dolmuş durumda. Türk bayrağı direğe çekilmiş, altında Atatürk heykeli kaide üzerinde. Heykelin altında suların aktığı kademeli şelale. Kenarlarda düzenli ağaç dikilmiş.

20150604_132628

Fazla oyalanmadan yola çıktık. Yakında olan tarihi antik kent olan Aspendos’a saptık. Hep duymuşumdur Aspendos antik kentini. Tiyatrosunda konserler verilmekte ünlü sanatçılar tarafından. Merak içindeyim çünkü henüz görmediğim yer en güzel yerdir benim için. Zaten Nazım öyle dememiş miydi şiirinde;

En güzel deniz :
                        henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk :
                         henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
                                 henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
                         henüz söylememiş olduğum sözdür.

Aspendos kenti bir tepenin üzerinde kurulmuş.

20150604_153232

Aspendos antik kentin dış mahallelerinden giriş yapıyoruz. Yol kıyısına dikilmiş servi ağaçları ardında antik kentin kalıntıları. Bisikletim KUZ ve kıytırık park halinde.

20150604_154448

Aspendos tiyatrosunun ön kısmı geniş bir arazi ve otopark. Geniş olmasının nedeni buraya çok arabanın gelmesi. O kadar arabayı nereye park edeceksin. Turistleri gezdirmek için bir deve ve eşek müşterilerini bekliyor. Tabi ki bedava değil, çaktırmadan resim çektim. Bakarsın resim çekmekten bile para isteyebilirler. Belli mi olur, turistleri her zaman yolunacak kaz olarak gördükleri sürece dikkat etmek gerek. Hafta içi olması ve yanlış politikalar sonucu turistlerin ülkemize gelmemesi sonucu ne araba var ne de gezecek turist. Park yeri bomboş, deve ile eşek işsiz öylece durmaktalar. Eşek ayakta, deve çökmüş ve bir araba park etmiş.

20150604_154754

Yakın zamanda yeni onarım geçirmiş olan Tiyatronun girişi, sahne arkası devasa boyutu ile burada önemli tiyatro eserlerinin oynandığını gösteriyor. Müze kartımın süresi Nisan ayında bittiği için yeni müze kart çıkarıyorum gişeden. Kartı yılda ya bir yada iki kez kullanıyorum. Ama kullanmasam da hep alırım müzelere katkım olsun diye. Tiyatro binası yeni onarıldığı beyaz harçlardan belli. Bina beş katlı görünüyor, Önde giriş kapısı ve bir çok pencere var her katta. Ziyaretçiler binanın sağındaki kapıdan içeri giriyor.

20150604_155311_HDR

Yeni kartım ile içeriye giriş yapıyorum. Kemerli taş tünelin sonu aydınlık olduğu için biraz parlak görünümünde. Geçit tünel gibi uzun bir dehliz.

20150604_155428_HDR

Tünelin ucundan Tiyatronun sahnesine adım atarak gezintime başladım.

20150604_155450

Gayet sağlam ve düzgünce onarılmış taş bloklar epey yüksek, üzeri camlı panelle kapatılmış.

20150604_155535

Tiyatronun seyirci kısmı kimi yerler yeni mermer ile onarıldığı için açık renk görünümünde. Uzaktan bakınca lekeli görünüyor. Üstte kemerli sundurma tiyatronun etrafına yapılmış. Dikdörtgen kapı içinden çekiyorum dışarısını.

20150604_155551

Tiyatro yamaca yarım daire şeklinde yapılmış. Sağ tarafta bitim yeri büyük bina ile sonlanmış. Epey kalın bir sütun görünüyor.

20150604_155602

Aynı sütun sol tarafta da var.

20150604_155607

Ben zemindeyim , Ferdimen yukarılarda oturmuş resim çekerken ben de onu çekiyorum.

20150604_155638

Burası seyircilerin oturma yeri. Rahat oturulsun diye ayak kısmı içeriye doğru oyulmuş. Düz olsa saatlerce rahat oturamazsın, ayaklar hareket etmeli. Ta o zamanlarda düşünmüşler yaptıran ve yapanlar.

20150604_155712

Tiyatronun üst kısımlarına çıkarak her açıdan yapılan eserleri hem hayranlıkla bakıyorum hem de resmini çekerek digital hafızaya kaydediyorum. Sol tarafımdaki oturma yerleri ve taş binayı çekiyorum.

20150604_155811

En üstteki yüksek kemerli sundurmayı yandan çekiyorum, Sundurmanın ayakları yay biçiminde ardı sıra estetik şekil oluşturmuş.

20150604_155914

Aspendos Tiyatrosunun öyküsü

Aspendos kralının bir zamanlar herkesin evlenmek istediği çok güzel bir kızı vardır. Kral kızını kime vereceğini bilemediği için halka, “Kim halkımız, kentimiz için en yararlı şeyi yaparsa kızımı ona vereceğim” diye duyurur. Bunun üzerine iki ikiz kardeş iki büyük yapı yaparlar. Biri kente çok uzaklardan, karmaşık yolları birçok zorluğu geçerek, su getiren su kemerleri; öteki ortasında yere metal para atıldığında üst sıralardan bile sesinin duyulduğu dünyanın akustik olarak en iyi tiyatrosudur. Kral su kemerlerini gördükten sonra kızını su kemerlerini yapana vermek ister. Bunun üzerine tiyatronun mimarı Zenon krala bir oyun oynar. Kral tiyatronun üst sıralarında gezerken bir fısıltı duyar: “Kral kızını bana vermeli.” Akustiğe hayran kalan kral kızını büyük bir kılıçla ikiye ayırır ve kardeşlere verir.

Tiyatronun en üstünden sahneyi binası ile çekiyorum.

20150604_155924

Kemerli sundurmanın içi, kemerler ve ayakları sırayla yay biçiminde ardışık olarak sağa doğru sıralanmış düzgün olarak.

20150604_155933

Tek bir kemerin içinden tiyatro binası.

20150604_155938

Aşağıdan yukarıya doğru çıkan Ferdimeni çekiyorum merdivenlerde.

20150604_155957

Onarımda kullanılan mermer o kadar açık renkte ki eskisi ile uyuşmazlık içinde. Sanki mutfak mermerinden yapılmış gibi. Onarımı yaptıran sanattan yoksun, yapan zaten sanatkar değil. Makine ile kesilip araya sıkıştırılmış. Bunu yakından bakınca iyice anlıyorum. Hani derler ya zevksiz kokonaların giyimleri gibi alacalı bulacalı. Onarımı yaptıran Müze’nin açıklamalarına göre orijinal mermerler ve taşların analizleri yapılarak aynısını kullandıklarını belirtmişler. Zamanla renkleri uyuşacakmış, bakalım, görelim zaman ne gösterecek.

20150604_160030

Tiyatronun en üst kemerli koridorda da onarım yapılmış. Buradaki mermer değil, krem renginde doğal taş. İyi ki mutfak mermerinden yapılmamış. En üstte oturmuş olarak Ferdimen beni kemerli yapı ile çekiyor.

20150604_160042

Her ne kadar renk uyumu olmasa da yıkık ve tahrip olanları orijinal biçimde onarılıp güzel bir hale gelmiş tiyatro. Zaten şimdiye kadar çoğu kısmı korunmuş durumda günümüze kadar gelebilmiş. Oturma yerlerinin sol tarafının bittiği yer. Burada geniş ve yüksek kemerli koridor girişi alt kısma açılıyor.

20150604_160410

Yapılan taş işçiliği hem zenginliği hem gücü hem de usta sanatkarlığın ince işçiliğini bizlere anlatıyor. Şimdilerde yetişen ustalar sadece kalıp çakıp beton dökerek kendilerini çağa uydurup körelmişler. Sanat, ince işçilik yok. Bir de işin gerçeği isteyen de yok. Kapitalizmin yıkıcı gücü burada başarıya ulaşmış oluyor. Resimde, heykeltıraşlıkta, müzikte, bilimde ne kadar az eser ortaya çıkarsa o kadar geri kalmışız demektir. Geri kalmakla yontma taş devri öncesine kadar gerileşmişiz. Her ne kadar bilgi çağında olsak ta toplum olarak ilkel kabile düzeninde yaşıyoruz. Biraz da şimdiki siyasetçilerin din politikaları ülkemizi bu durumlara getirdi. Böyle toplumları yönetmek daha kolaydır. Sanat yok, bilim yok, yenilik yok, müzik yok. Bunlar olmayınca düşünce de yok ve olamaz. Toplumun yerine siyasetçiler düşünür sadece…. İki tane oyulmuş resim, soldaki çiçek deseni, sağda kadın yüzü resmedilmiş. Kenarları da oyularak süslenmiş.

20150604_160449

Ayakta kalmış ve onarılmış tiyatro tüm görkemi ile beni büyüledi adeta. Hep görmek istemişimdir adını duydukça. Şimdi ise doyasıya her tarafını içime sindire sindire gördüm, oturup seyrettim, geçmişi yaşadım tüm yaşananlarla. Tiyatro antik kentte sadece büyükçe bir yapı. Kentin diğer yağılarını görmeye gidiyoruz. Burada tiyatrodaki gibi herhangi bir onarım yapılmadığı için ayakta pek yapı kalmamış. Arkada Toros sıra dağları görünüyor.

20150604_160810

Tiyatronun büyüleyici etkisinde kurtulup dışarı çıkarak kentin diğer kalıntılarını şöyle bir kolaçan ediyoruz kısa zamanda. Duvarları yüksek kalmış bir bina görünüyor.

20150604_160842_HDR

Binanın yanına gelince ne kadar yüksek olduğunu görüyorum. Herhalde kralın sarayı olmalı.

20150604_161219

Sadece yüksek duvar olarak kalmış yapıyı yandan çekiyorum.

20150604_161236

Diğer binaların duvarları yıpranmış ve yıkık.

20150604_161251

Burada dört duvarı neredeyse sağlam kalmış binanın Biri ortada yüksek ve geniş kemerli kapı. Yanlarında daha küçük kemerli kapı. Binanın çatısı yok.

20150604_161438

Burada yaşam olduğu zamanlarda epey görkemli bir kent olduğu kemerli taş yapılardan belli. Ferdimen bir sokakta, yıkıntı taşlar üstünde yürüyor. Sağdaki binanın duvarında sıralı kemerli kapılar görünüyor. Soldaki yapının duvarı düz.

20150604_161500

Kale surları gibi yıkılmış bir yapı.

20150604_161529

Aspendos veya Belkıs Antalya ili Serik ilçesinde bulunan Belkıs köyünde yer alan antik tiyatrosuyla meşhur bir antik kenttir.

Antalya – Alanya karayolunun 44. km. sinden kuzeye  dönen yolun 2. km. sinde yer alan Aspendos, sadece  Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunan Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür. Şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon) yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur. İ.Ö. 5. YY  da basılmış  sikkelerinde adı Estvediys olarak geçer. Anadolu kökenli  bu ad, şehrin çok eskilerden beri yerleşim gördüğünün  kanıtıdır. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini  yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli  topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla  tiyatro ve su yolları ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır.
İsa dan Önceki YY da Pers egemenliğini yansıtan sayfalar ilginçtir. Tarihçiler şehrin yakınlarında akan nehrin kenarında İ.Ö. 467 yılında Yunanlılarla Persler arasında geçen, Eurymedon savaşı adıyla anılan savaşta Yunan tarafının kazandığından bahseder. Aspendos, Büyük İskender’e hileli yollarla direnme göstermeye çalışsa da sonuçta teslim olup, şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu kabul etmişlerdir.

İskender’in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişi alabilmekteydi, imparator Marcus Aurelius devrinde (İ S 161-180) Theodoros’un oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki yanında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü, yaklaşık 1 km. uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Şehrin suyu tepede yer yer görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırken, İ S 2. ve 3.YY da tüm yapılarla beraber su yolu sistemi geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmıştır. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır.
Böylesine ufak bir ölçekte bir kentin Akdeniz dünyasının en geçerli parasını basması ve anıtsal yapılarla donanması ekonomisindeki rahatlıkla açıklanabilir. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü bugün kurutulup pamuk tarımında kullanılan, yakınlarındaki Kapria gölünden elde edilen tuzdur. Diğer ihraç ürünleriyle beraber ulaşıma elverişli nehir aracılığıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderilen tuz, şehrin en önemli gelir kaynağıydı. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleriydi. Tarihçiler Aspendos’ta yetiştirilen atların tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır hediyelik eşyası olduğu kaydedilmektedir.
Aspendos Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlanır. Ulu Önder Atatürk 1930 yılında burayı ziyaret etmiş, “onarılıp yeniden kullanılması” için direktifler vermiştir.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/aspendos-orenyeri

İki katlı ve kemerli bir yapının ön duvarı ayakta kalmış, diğer duvarları yok.

20150604_161642

Antik kent epey geni bir alana yayılmış, ayrılmadan önce kale surları olduğu belli olan duvarları çekiyorum.

20150604_161650

Antik kent gezisini bitirip akan çay ile birlikte aşağı, ana yola kendimizi salıyoruz. İçimizde tarih yükü ile birlikte. Tabelada yazdığına göre çayın adı; Köprüpazar çayı.

20150604_164727

Köprü çayı köprüsünde beni dengesiz irfan arıyor. Şu anda Manavgat ta Mustafa Sayan’ın yanında. Kendisi turda olduğundan Salda gölünde karşılaşmıştık. Bizden ayrıldıktan sonra dostumuz Mustafa Sayan’ın bulunduğu Manavgat ta turunu bitirdiğini bana söyledi. Şimdi ise otobüste olduğunu İzmir’e doğru gittiğini söylüyor. Bana nerede olduğumuzu sordu ayrıca. Ben de Aspendos tan yeni ayrılıp ana yola çıktığımızı söyledim. Dengesiz İrfan’a iyi yolculuklar dileklerimi iletip telefonu kapattım. Köprüden akan çayı çekiyorum.

20150604_164730

Ana yola çıkıp bir süre ilerledikten sonra yanımdan geçen arabadan birisi tüm gücüyle bağırarak yanımdan geçti. Tam ne oluyor demeden sesi tanıdım. Bizim sorumsuz, dengesiz İrfan’dı bağıran. Az ilerde durdular, yanlarına gelince hasretle sarıldık İrfan ve Mustafa ile. Dengesiz irfan benimle oyun oynamış nerede olduğumuzu öğrenmek için. Bu akşam Perşembe akşamı bisikletçileri etkinliği var. Manavgat ta Perşembe akşamı bisikletçiler grubunu kurup başlatan Mustafa Sayan. Etkinliğe geç kalmamak için bizi araba ile almaya gelmişler. Bagajlarda ki çantaları indirip bisikletleri bisiklet taşıyıcısına yüklemeye başladık zaman geçirmeden. Ferdimen bizi bisikletleri arabaya yüklerken çekiyor.

IMG_0403

Yükleme işi bittikten sonra yola çıktık. Bizim dengesiz İrfan da bizim resimlerimizi çektiydi. Resimleri facebook’a yüklemeye başladı bile. Önde oturan İrfan’ı telefonunla uğraşırken çekiyorum.

20150604_171451_HDR

Araba olunca kilometreler hızla bitiyor. Kısa sürede Mustafa Sayan’ın evine gelip bisikletleri ve eşyaları indirip bahçeye bıraktık. Evin hanımı Ayşegül bizlere nefis ev yemekleri hazırlamış. Hemen yemeğe oturup afiyetle yedik. Bu gün sanki zaman hızla akıp gidiyor. Perşembe akşamı bisikletçileri turu için zaman hızla gelmekte. Bisikletler bagajsız olunca bir hafifledi ki sormayın gitsin. Bisikletlerle sokağa çıkıp hep birlikte bir resim çekildik. Mustafa’nın tatlı annesi de bizimle kareye giriyor. Resimde 7 kişi varız.

20150604_190334

Mustafa Ayşegül ile tandem bisikletle bizlere rehberlik ederek Manavgat çayı kıyısından trafiğe kapalı bisiklet yolundan şehrin merkezine kadar götürdü. Beş bisikletçi resim çekiliyoruz. Solda Ferdimen, İrfan, ben Mustafa ve Ayşegül.

20150604_192026_HDR

Her Perşembe Manavgat ilçesinin Cumhuriyet meydanında toplanan Perşembe akşamı bisikletçileri ile buluştuk. Biraz erken geldik galiba. Oradakilerle tanıştık, yeni gelenlerle birlikte kalabalık oluşmaya başladı. Henüz hava aydınlık, en uzun günlerdeyiz. Havuzdaki fıskiye gürül gürül yükseklere çıkıp köpürerek çağlamakta. Pembe ışık pek belli olmuyor. Sadece suyun dibinde biraz görünüyor. Karanlık basınca kendini suyun içinde belli edeceği kesin. Solda duvarın üstünde Türk bayrakları direklerde. Önünde Atatürk heykeli.

20150604_192759

PAB Manavgat etkinliğine yeni formam PAB Kayseri ile atılmam anlamlı oldu bu akşam. PAB ta İzmir de kuruldu, oradan geliyorum. Yaşasın Perşembe Akşamı Bisikletçileri kardeşliği. Ferdimene poz veriyorum, arkamda Mustafa ve İrfan kendi halinde.

20150604_193238

Her şehirde olduğu gibi Manavgat tada saat 20:00 de tura başlanıyor. Katılımcılar ile birlikte bir resim çekiliyoruz heykelin önünde.

20150604_200723

Önceden belirli olan şehir içi bisiklet turunu insanların hala alışamamış bisikletçilere garip bakışları devam ediyor burada da. Ne yaparsın yavaş yavaş görerek alışacaklar ve bir gün bize katılacaklar. Bu kaçınılmaz, çağ bunu gerektiriyor. Bir gün herkes bisiklete binecek. Döne dolaşa Manavgat çayının kıyısında hem kitapevi hem de kafe olarak hizmet veren bir yere oturduk. Telefonlar akıllı olunca ilk önce çekilen resimler sosyal medyada paylaşılıyor. Tabi bu arada duvarda neler paylaşılmış diye şöyle bir göz de atılmadan edilmiyor. Çaylar gelesiye kadar muhabbet olmuyor. Bunu gören Ferdimen de bizi sanal dünyaya dalmış olarak resmimizi çekiyor fotoğraf makinasıyla. Çaylar gelince tatlı sohbet başlıyor. Ben ve İrfan cep telefonuna bakarken.

IMG_0421

Manavgat çayından bir parça aldığı su ile yapay bir gölet oluşturulmuş Titreyen göl. Çevre düzenlemesi gayet güzel yapılarak insanların yürüyerek gezebileceği güzel bir gezinti yerine dönüşmüş. Aslında gölet durgun değil, çaydan gelen su ile sürekli su akıntısı oluştuğundan resimde gördüğünüz gibi su titriyor. Böyle olunca titreyen göl adını almış. Kıyıdaki okaliptüs ağaçları göle yansımış olarak çekiyorum.

20150604_203137

Perşembe Akşamı Bisikletçileri turu Titreyen gölde bitiyor. Burada bir kaç resim çekiyorum bisikletçileri.

20150604_203153

Değişik açılardan değişik varyasyonlar ile resim çekmeye çalışan Ferdimen’i çekiyorum göletin kenarında. Ferdimen kıyıda çömelmiş halde.

20150604_203200

Uzun süredir yollarda olan Ferdi namı diğer Ferdimen memleketini özlemiş sanki. Gözleri uzaklara dalmış titreyen gölün titreyen sularında. Ferdimen bankta oturmuş.

20150604_203327_Pano

Dengesizi de çekmeden olmaz, o da uzun süredir yollarda, evini özlemiş. Salda gölünde karşılaşmıştık. şimdi ise Titreye göl sanki herkese memleket hasreti, ev özlemi duygusunu veriyor.

20150604_203504

Titreyen gölde titreşen suyun yarattığı frekanslar beyin dalgalarını etkileyerek uzaklara dalmaya neden oluyor. Titreyen sulardan gelen frekans nöronları farklı titreterek yarattığı zayıf elektrik akımları ile düşüncelerin boyutunu binlerce kilometre uzaklara kadar gitmemizi sağlıyor. Bu etkileşim insanın yüzünde belirtisini görmemek imkansız gibi. Bir anlık dalma bile düşüncenin boyutunun ne kadar geniş ve büyük olduğunun açıkça göstergesi. Göl titremeseydi tüm bunların olması düşünülemez bile. Düşünen Ferdimen ve ağaçların görüntüsü suya yansımış titreyen göl.

20150604_203520

Ben ise yeni yerler görmenin heyecanı içinde daha da uzun yol alabilirim. Çünkü daha önce görmediğim çok yer var ve gördükçe hazineme eklemekten mutluyum. Bakalım ne zaman evi özleyeceğim. İrfan ile elçek resim çekiyorum göl manzaralı.

20150604_203603_HDR

Titreyen gölden Mustafa’nın evine doğru çam ormanı içinde karanlıkta gittik. Artık yaza girdik sayılır, hava sıcaklığı gayet uygun bisiklet sürmek için. Evde sıcak bir duşun ardından bize ayrılan odada dinlenmek üzere çekildik.

Bu gün Antalya dan Manavgat’a kadar yaptığımız yol 73 Kilometre, Manavgat içinde Perşembe Akşamı turu ise 28 Kilometre

Toplam yaptığım yol 102 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

18. Gün

3 Haziran 2015 Çarşamba

İyi bir uykunun ardından sabah erkenden uyanıyorum. Kahvaltının ardından evini özleyen sorumsuz İrfan’ı otobüs garajına götürüyoruz. Yükümüz yok, Mustafa İrfan’ın çantalarını araba ile getiriyor. İrfan’ı bisikletin üzerinde çekiyorum.

20150605_092916

İzmir’e otobüs biletini aldıktan sonra otobüsün perona gelmesini beklemeye başladık. Hemen hemen her yerde yaşayan serçe kuşları da burada telaşlı ve ürkek tavırları ile yiyecek bulma telaşında.

20150605_100009

İrfan’ın bisikletinin ön tekerini ve bagaj çantalarını söküp hazır hale getirdik

IMG_0424

Otobüs başka yerden geldiği için hala beklemedeyiz. Ferdimen bizi bankta otururken çekiyor.

IMG_0425

Nasıl olsa bileti aldık, otobüs gelir gelmez  bagaj kapağını açan muavin daha bir şey söylemeden bisikleti boş bulduğumuz yere yerleştiriyoruz çabucak. Bisiklet için her zaman sorun çıkardıklarını biliyorum ve yine sorun çıkaracaklar gibi.

IMG_0428

Otobüs şöferi bisikleti almak istemiyor ve indirmemizi söyledi. Haliyle tartışma da başladı. Yazıhanedeki bilet satan vatandaş pek karışmak istemiyor. İrfan 15 Lira vereyim diyor ama şöfer naz yapıyor olmaz diye. Sonunda 20 Lira ile anlaşıyoruz şerefsiz şöfer ile. İnsan 5 – 10 Lira için bu kadar alçalacağını tahmin edemezdim ama şimdi karşımda duruyor. Biletli olmasına rağmen ekstra para istemek hem de fiş fatura kesmeden yolcu almak zorbalık. Bunu yapan da metro turizm de çalışan kiralık şerefsiz şöfer. Böyle ifadeleri pek kullanmak istemem ama bazıları hak ediyor bazen. Bu yüzden adı kötüye çıkmış firma ile hiç bir zaman bir yerlere gitmek istemem.

IMG_0430

Neyse şöfer parayı aldıktan sonra otobüs hareket etti. Böylece İrfan’ı yolcu ettik. Sıra geldi benim bagaj çantamın fermuarına. Fermuar anahtarı arızalı. Kapattığım halde ortadan kilitlenmeyen zincir açılıyor. Mustafa bizi bir brandacı dükkanına götürüyor. Adamdan fermuar anahtarı istiyoruz bir tane. Çekmecelerini karıştırıp bir tane zar zor bularak verdi. Fermuar onarmada usta olduğumdan hemen değiştiriyorum anahtarı bir çırpıda.

IMG_0433

Yeni anahtarın rengi beyaz, olsun iş görsün de bana yeter. Artık içim rahat, çantamı kapatıp içindekilerin dökülmeden yol alabileceğim. Fermuarı yakından çekiyor Ferdimen.

IMG_0434

Brandacı ustaya borcumuzu soruyorum, o da bir şey istemez deyip teşekkürlerimi kabul ediyor. Sağ olsun işimi gördü ya ne kadar teşekkür etsem azdır. Brandacı dükkanın önünde Ferdimen Mustafa ile beni çekiyor.

IMG_0435

Fermuar işini çözdükten sonra Mustafa’ya çakmak gaz tüpü nerede bulabiliriz diye sorunca bizi bildiği tüpçüye götürdü. Burada benim kullandığım ocak tüpü vardı. Hem de 500 gramlık, fiyatı da 12 Lira olunca Mustafa kendine 2 tane, Ferdi ve bana birer tane, toplam 4 tane tüp aldı. Aldığı bu hediyeler için kendisine teşekkürlerimizi sunduk Ferdi ile. 2 tane de çakmak gazı aldık boşalan tüpüme basmak için.

Tüpleri aldıktan sonra Manavgat’a yakın olan Antik kent ile iç içe geçmiş Side’ye geldik. Burada hediyelik eşya, kuru yemiş, lokum gibi şeyler satan Mustafa ve kardeşi Ali’nin dükkanına geldik. Bisikletleri dükkanın içine bir köşeye yerleştiriyoruz.

IMG_0458

Dükkanın içi çeşitli turistlik süs eşyaları ile dolu raflarda.

IMG_0465

Mustafa dan izin isteyip buradaki denizin sıcaklığına bir bakalım diye deniz kenarına geldik. Hava açık ve mavi denize rengini vermiş. Kumsalın bej rengi ile örtüşüyor. Haliyle tüm kumsallar parsellendiğinden böyle bir görüntü oluşmuş durumda. Şemsiye şezlong sıralı dizilmiş, kiralanmayı bekliyor.

IMG_0470

Aşağıya inip bir kıyıda yerleştik. Üzerimdekileri çıkarıp deniz şortumu giymeye başladım.

IMG_0472

Şortu giyer giymez hemen dalış pozisyonuna girip kendimi Akdeniz sularına bırakıyorum usulca. Ferdimen den beni balıklama atlarken çekiyor.

20150605_150551

Bir süre deniz üstünde uçtuktan sonra cup denize dalıp kayboluyorum gözden. Arkamda sıçrayan sular kalıyor.

20150605_150552

İzmir de alışmışız ufukta kara parçası görmeye ama burada öyle bir şey yok. Uçsuz bucaksız Akdeniz, alabildiğine engin. Buradan Mısır kıyılarını görmemiz imkansız. Eğer o kadar uzağı görebilseydik. Dünya yuvarlaktır. Ben bunu biliyorum ama hala dünyanın tepsi gibi düz olduğunu sananlar var. İşte bunlardan birisi hemen de yanımıza gelerek burada oturamazsınız, şezlonglara geçin diye ilk önce garson geldi. Sonra kendini buraların sahibi sanan zat geldi. Biz de her tarafta oturma hakkımız var desek te dünyayı tepsi gibi düz sanan birine laf anlatmanın imkansız olduğunu bildiğimizden keyfimiz kaçmış olarak oradan ayrıldık. İşte böyle insanlar sayesinde turistler ülkemize gelmekten çekiniyorlar ve tatillerini kendilerini rahatsız edilmeyen kıyılarda paralarını harcıyorlar. Buraya gelenler ister yerli ister yabancı olsun sanki para babası sağmal inek zannediyorlar. Sonra da niye turist gelmiyor diye ağlaşıyorlar ya ben de beter olun diyorum böyle bir zihniyete.

Side içinde antik kenti gezelim diye giderken belediye zabıta bürosuna rastlayınca zabıta amirine şikayetlerimizi bildirdik. Onlar da gerekeni yaparız dediler sadece. Ardımızdan ne oldu bilmiyorum ama dünya onların gözünde hala tepsi gibi düz ve hiç yuvarlak olmayacak. Zabıtaların bir şey yapmayacağına inanıyorum. İşletmeciyle iş birlik içindeler, rüşvet almadıkları söylenemez. Onlar uyum içinde gelen geçeni soymaktalar. Dip dalgası kıyıya vururken denizi çekiyorum.

20150605_151758

Hep resimlerde gördüğüm antik Side kentini yakından kendi gözlerimle görmeye, incelemeye başladım. İlk olarak dış kısımlarını görerek giriş kapısına doğru gidiyorum. Antik tiyatronun dış kısmını çekiyorum. Harabe ve yıkılmış kemerli dükkanları otlar bürümüş.

20150605_153255

Side

“Side” adı Anadolu dilinde “Nar” anlamına gelmektedir. Bu özellik ve belgede bulunan bazı yazıtlardan elde edilen bilgiler Side tarihinin Hititlere kadar uzandığını göstermektedir. Fakat Anadolu’nun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Side’nin MÖ 7. yüzyıldan önce kurulduğu da söylenmektedir. Anadolu tarihleri içerisinde Side, diğer Pamphylia kentleriyle aynı aşamaları geçirmiştir. Yunanlar MÖ 7. yüzyıl göçler sırasında Side’ye gelmişlerdir. Eldeki yazıtlara göre MÖ 3. yüzyıla değin de kente özgü bir dil konuşmuşlardır. Hala tam olarak çözülemeyen bu dil Hint-Avrupa dillerindendir. Side MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Lidyalıların, MÖ 547-546’da da Perslerin egemenliğine girmiştir. Pers yönetiminde gelişen kent, MÖ 334′ de İskender’e teslim olunmuştur. İskender’in ölümünden sonra Antigonus’un (323-304). Ptolemaioslar’ın (301-215). MÖ 215’ten sonrada Suriye Krallığı’nın denetimi altına girmiştir. MÖ 2. yüzyılda Ptolemaioslar’ın güçlü savaş ve ticaret filoları sayesinde en parlak dönemini yaşayan kent, bu sürede imar edilip bir bilim ve kültür merkezi haline getirilmiştir. MÖ 188’de Apameia Barışı ile Bergama kırallığı’na bırakılan Side, Doğu Pamphylia bölgesiyle birlikte bağımsızlığını korumuş, büyük ticaret donanmasıyla refaha ve zenginliğe kavuşmuştur. MÖ 78’den sonra Roma egemenliğinde bulunan kent, 2. ve 3. yüzyıllarda bölgenin ticaret merkezi oldu. Özellikle köle ticaretinin sağladığı zengin ve parlak bir dönem yaşandı. 2. yüzyıl boyunca bir bilim ve kültür merkeziydi. Suriye krallarından VII. Antiokhos, tahta geçmeden önce burada eğitim gördü. Kral olduğu zaman (MÖ 138) Sidetes adını aldı. Bu devre kadar başta Athena ve Apollon olmak üzere Afrodit, Ares, Asklepios, Hegeia, Kharitler, Demeter, Dionisos, Hermes gibi birçok tanrıya inanıp tapan Sideliler 4. yüzyılda hiristiyanlaşmaya başlamışlardır. Side, 5. yüzyılda Pamfilya Metropolisi (Piskoposluk Merkezi) olunca, 5. ve 6. yüzyılda en parlak devrini yaşamıştır. Bu gelişim 7. 9. yüzyıllar arasında Arap akınları ile son bulmuştur. Kazılar sırasında büyük bir yangın ve çok sayıda deprem izlerine rastlanmıştır. Arap istilası, doğal afetler kentin terk edilmesine yol açmıştır. 12. yüzyılda Arap coğrafyacısı El İdrisi burayı ölü bir kent olarak göstermekte ve Yanmış Antalya olarak tanımlamaktadır. İdrisi’ye göre 1150’ye doğru kent halkı Side’den göç etmiş, 12. yüzyılda Side tümüyle boşaltılmıştır. 13. yüzyılda Selçukluların 14. yüzyılda ise Hamitoğulları Beyliği ve Tekelioğulları’nın egemenliği altına giren Side’de bu devirlerde yerleşim olmamıştır. 15. yüzyılda kesin olarak Türk topraklarına katılmıştır. Ancak ne Osmanlılar ne de Selçuklular Side’de oturmadıklarından, yarımada üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserlere rastlanmaz.

1895-97 yılında Yunan isyanı sebebiyle kaçan Giritli Müslüman, yarımadanın uç kısmına bir köy kurularak Girit Adası’ndan gelen göçmenler buraya yerleştirilmişlerdir. Bugünkü mahallenin çekirdeğini oluşturan küçük köy zamanla tüm yarımadayı kaplamıştır. Antik yapılarıyla kendine özgü mimarisiyle, köy evlerinin bir arada bulunması sonradan “Selimiye” adını alan Side’nin turizme açılmasında büyük rol oynamıştır. Side tarihin derin izlerini taşıyan bir kenttir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Side

Side antik tiyatroya doğru giriş yapıyoruz. Önümüzde kemerli kapı var.

20150605_153327_HDR

Nasıl olsa müze kartımız var, hemen giriş yapıyoruz taze müze kartımızla. Yılda bir iki defa kullandığımız kart işe yarasın bari. İki katlı ve kemerli duvarlar tiyatronun etrafını sarmış.

20150605_153456

İçeriye girince kemerli dehlizlere rastlıyoruz ilk önce. Demirlerle güçlendirilmiş çökmesin diye.

20150605_153656

Sonrasında tiyatronun acık alanına açılan yerdeyiz.

20150605_153800_HDR

20.000 seyirci alabilecek büyüklükte olan Side Tiyatrosu’nun mimarlık tarihi açısından önemi; diğer Roma tiyatroları gibi dağ yamacına değil, kemerli mekanlar üzerine kurulmuş olması. Cavea, oskestra ve scene olmak üzere üç bölümden oluşan tiyatro, Pamphylia tiyatroları içinde en büyük ve anıtsal olanı. Seyirci bölümü bir diazoma ile iki kata ayrılmış. Orkestra yarım daireyi aşan bir kavis şeklinde. Geç İmparatorluk devrinde gladyatör yarışları ve hayvan mücadelelerinin yapıldığı arena olarak kullanılan tiyatro, Bizans Devrinde açık hava kilisesi olarak kullanılmış.

İki katlı seyirci bölümünü çekiyorum.

20150605_153807

Yukarıdan sahne bölümünü çekiyorum.

20150605_153810

Yamaca yapılmamış bu antik tiyatro bana hayranlıklar uyandırmıştır. Eşi benzeri olmayan düz bir yerde olması hayallerimde yaptıracağım bir tiyatro örneği. Gençliğimdeki hayalim eğer piyangodan büyük ikramiye çıkarsa böyle bir tiyatro yaptıracaktım. Tiyatro kendi kendini idare edecek bir şekilde bir vakıf kuracaktım. Seyirci bölümünün altında dükkanlardan oluşacaktı sıra sıra. Dükkanların kira gelirleri ile tiyatronun masrafları giderilecekti. Ayrıca çeşitli tiyatro grupları tiyatro gösterilerinde sahne alacaklardı. Bir de amatör tiyatro okulu olacak ve tiyatrocular yetişecekti okulda. Hala hayallerimin bir köşesinde duruyor. Şans oyunlarına o kadar para yatırdım ama zaten köşe başlarını tutmuş olan soyguncular hiç bir zaman büyük ikramiyeyi kendilerinden başka kimseye çıkarmadılar. Bunu öğrendikten sonra bir daha şans oyunlarına para kaptırmadım. Hayallerim suya düşmüş olabilir.

Hayal kurmak güzel her zaman… Üst tarafta, sağ tarafımdaki oturma yerlerini çekiyorum.

20150605_153824

Buraların yani Akdeniz’in sıcağı güneş yükseldikçe kendini belli ediyor. Gölde yerlerdeki serinliğe ihtiyaç duyulmaya başladı. Gölgelik yerde, banka oturmuş Ferdimeni çekiyorum. Seyirci oturma yerlerinin altında kemerli dehlizler görülüyor. Kemerler demirlerle desteklenmiş.

20150605_153903

Oturma yerleri yine altı oyularak yapılmış insanların rahat etmesi için.

20150605_153934

Kazılar hala devam ediyor antik kentte. Büyük blok halinde, belli ki sütun kirişlerinden bir parça yerinde değil. Dik olarak öylece bir kıyıda duruyor. Önümdeki mermer blok yan olarak konulmuş. yuvarlak çelenk olarak oyulmuş, sağda bir bez parçası sarılmış olarak süslenmiş.

20150605_154106

Tiyatro süslemeleri her taşta kendini gösteriyor.

20150605_154122

Tiyatronun oturma yerleri neredeyse bozulmamış durumda.

20150605_154252

Tiyatronun her tarafını gezemiyoruz. Bazı yerlerde hala kazı çalışmaları devam ediyor ve ziyaretçilere kapalı. Tiyatro gezimiz bitince dışarıya çıkıyoruz. Antik kent dışarıdaki yapılarıyla belli ediyor.

20150605_160014

Dükkanların arasından Side sokaklarını geziyoruz bir süre.

20150605_160243_HDR

Side’nin limanına doğru gidiyoruz. Limanda gezinti teknesi bağlı.

20150605_160414

Kıyıda yelkenli gezinti tekneleri müşteri bekliyor. Yelkenler süs olarak konulmuş. Ortada turist yok öyle dolaşan. Kendini baltalayan işletmeler, turizmciler böyle sinek avlamakla zaman geçiriyorlar.

20150605_160600

Neredeyse tüm sahil parsellenmiş durumda. Kimileri böyle taşlı ve kum olmayan yerlerden denize girmek durumunda kalıyor.

20150605_160729

Apollon mu yoksa Athena tapınağı mi kestiremediğim antik sütunların olduğu alana geldik. Sadece 5 tane sütun 4 tane de süslemeli kiriş ayakta. Diğer bölümler eksik ve ortada yok. Başka yerlerde yapı taşı olarak kullanılmış büyük olasılıkla. Şimdi neden bu kadar az bölüm ayakta ona bakalım. Eğer tam yapı onarılıp orijinal halinde olsa insanların ilgisini bu kadar çekemezdiniz. Yıkık dökük fakirliği, yıkımı temsil ettiğinden bazı insanların içinde kalmış ERDEM ortaya çıkıyor ve geçmişte yaşanmış depremleri, yıkımı içinde hissediyor. Ama çoğu insan bunun farkında değil. Yıkık görmek ilgisini çekiyor bilinç altından. Aynı bazı ülkelerde yardım toplamak için kendilerini daha fakir gösterip yapılarını onarmazlar ya onun gibi. Ya da dilenciler yırtık pırtık elbiseler giyerek sakat taklidi yaparak vicdanları ve onun derinliklerindeki ERDEM’i  kullanması gibi. Kısacası turist çekmek için bu yapıları onarmıyorlar, sadece bir kaç sütun ayakta durması yeter.

20150605_161301

Ferdimen ile tripotu ile kamerası ile çeşitli resim çekme çalışmaları yapmaya başladık. Ben solda, Ferdimen sağda, dört sütun ortamızda.

IMG_0515

Tarihi dokuya zarar vermeden tarihe dokunarak çeşitli prodüksiyonlar tasarlayıp resimler çektik. Ben sütunların sağında, bir elimi kirişe dayamış olarak poz veriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0516

Aşağıdaki resimler telle çevrilmiş kazı alanı. İçeriye girmeden bir kaç resim çekiyorum. Blok taşla örülmüş duvar, biri büyük, ikisi küçük üç kemerli kapısı olan bina.

20150605_162031

Yapının yandan çekilmiş resmi. Ön ve arka duvarları sağlam, yan duvarı yok. Karşıdaki duvarda kemerli kapı ile iç kısma geçiliyor.

20150605_162059

Binanın taş duvarları çelik demirlerle güçlendirilmiş.

20150605_162300

Bazı yerlerde açık ve kemerli örülmüş tarihi yapıların içinde kendimizi buluyoruz. Otomatik çekiliyoruz Ferdimen ile.

IMG_0541

Sütunlar kapalı yerde koruma altında. Gerçi önemli eserler çoktan çalınmış. Kalanlar ise müzede sergileniyor. İçe oyuk, düz yivli sütun yerde.

20150605_162318

Zamanında taş işçiliği epey ilerlemiş durumda. Yapılar kemerlerle kubbe biçiminde yapılarak ustalıklarını ortaya koymuşlar.

20150605_162416

Dikdörtgen kapılarda görmek olası, iç kısım loş, kapının dışında Güneş ışınları parlak görünüyor.

20150605_162429

Artık işe yaramaz, miadını doldurmuş eski bir motosiklet. Her ne kadar eski görünse de kalan boyaların rengi zamanında pek te cafcaflı bir motosiklet olduğunu anlıyorum. Motosikletin üzerine, kafası, belden aşağısı ve kolları olmayan manken koymuşlar. Bir de tişört giydirilmiş.

20150605_162622

Bazı kalıntılar düzgün taşlardan oluşmuş, araları ve üstü sonradan biçimsiz taşlarla devam etmeye çalışılmış duvar.

20150605_162724

Side antik kentinin orijinal kent yapısını gösterir kroki. Zamanında bayağı zengin ve ihtişamlı bir kent olduğunu krokideki planlama ile anlıyoruz.

20150605_162740

Turizmden kazanacağım diye sit alanı olmasına rağmen işletmeler kendilerine ormanda yer açar gibi tarihin içine girmekten çekinmiyorlar. Girip görmek istediğimiz halde bazı yerlere giremedik. Yetkililer de buna ses çıkarmıyorlar. Böylece geçinip gidiyorlar kardeş kardeş. Tarihi bir yapının içinde masalar konulmuş, burası restoran gibi bir yer. Duvarlar düzgün olmayan taşlarla örülmüş.

20150605_162920_HDR

Sokaklar pek kalabalık değil, benim için bulunmaz bir ortam. Resim çekmek için karede insan olmasına gerek yok. Tarihin dokusunu bozuyorlar görüntülerde. Sağda cumbalı balkonu olan eski taş bina. Solda yeni beton bina. Ne kadar da benzemez bir durum.

20150605_163408_HDR

İşte böyle bir manzara geliyor karşına ama arkada görünen evin güneş panelleri tarihi görünümü bozuyor. Yüksek duvarlı binanın yan duvarları sağlam, öndeki duvar yok ve bu aralıktan arkadaki bina manzarayı bozuyor.

20150605_163659

Kapalı mekanlara girince biraz tarihin içinde buluyorum kendimi. Kemerlerle yapılmış bina içindeyiz.

20150605_163828

Binanın devamı, büyük ve yüksek kemerli nişin kemeri pişmiş tuğladan yapılmış.

20150605_163859

Bahçesinde kendine ait bir düşünürün taş koltuğuna oturuyorum. Bina kalıntı duvarları yüksek. Ferdimen beni çekiyor oturmuş halde.

IMG_0544

Tarihi yapılar içinde böyle oturunca ister istemez düşüncelere dalıyor tarih öncesine. Acaba nasıl durumda yaşıyorlardı, hep savaşlar, hep yıkımlar, hastalıklar insanların rahat ve huzur içinde yaşaması zorlaşıyor bir dönem. Üstüne bir de depremler olunca kentin düz yerde olması savunmanı zor olduğu yerde fazla durulacak gibi değil. En son saldırıda yakılan kenti terk etmek zorunda kalmışlar. Sonrasında da uzun bir süre kimseler oturmamış bu yerde. En son kim oturdu acaba? En son oturanın rahatça oturduğunu sanmıyorum. Ben bunları düşünürken Ferdimen yandan beni mermer koltukta oturmuş halde çekiyor. Uzun saçlarım omuzlarımdan aşağı salınmış.

IMG_0545

Sonrasında Ferdimen de oturdu ama neler düşündüğünü bilmiyorum. Bir kolunu koltuğun kenarına dayanmış, bana doğru hafif dönük durumda. Bacak bacak üstüne atmış.

20150605_164318

Kemer kemer üstüne yapılmış. Tuğlaları pişmiş olduğundan Hristiyanlık dönemlerde yapıldığı belli. Kemerli geçidin arkasında ben kollarımı açmış haldeyim.

20150605_164413

Pişmiş tuğlalı kemer neredeyse zeminle bir, burası kazılmayı bekliyor. Kim bilir altında ve içinde daha neler var.

20150605_164454

Binalar yıkık dökük olsa da bazı duvarlar ayakta kalmış. Binalar arasında kemerli geçitlerle geçilebiliyor.

20150605_164510

İki uzun saçlı adam, iki değişik hareketle selamları çakıyoruz bir tarih öncesi heykeltıraştan çıkmamış canlı heykel gibi. İkimiz de birer sütun üstündeyiz. Benim sağ elim kalbimin üzerinde, sol elimi Ferdimen’e doğru uzatmışım. Ferdimen de sol eli arkasında, sağ elini dirseğinden yukarı doğru kaldırmış. Sol bacağını hafifçe bana doğru kırmış.

IMG_0543

Bu kısımda geniş bir alanda tarihi kalıntılar yıkık dökük kimisi sağlam, kimisi yerlerde. Öyle korunan bir yer de değil, herkes istediği gibi girip çıkmakla serbest. Kısacası açık alan müzesi, giriş beleş. Müze kart burada geçmiyor. Ferdi ile her köşeye, her yapıya dikkatli inceleyip ilginç resimler çekmekle meşgulüz. Tarihi yapılar labirent gibi sanki kaybolduk. Kaybolmak ta bazen iyidir, dış dünya ile ilgimiz kalmayınca sanki geçmişte yaşıyormuş gibi kendimi hissediyorum. Güneşe ve dünyamıza bir şey olmadığı sürece gerisi ne olursa olsun umurumda değil. Süslü oyulmuş sütun başı.

20150605_164536

Ferdi bina duvarları arkasına saklanmış. Duvardaki kapının arkasındaki duvardaki kapının arkasında Ferdimen.

20150605_164637

Dikdörtgen kapı, kalın duvarın altında poz vermiş Ferdimen.

20150605_164706

Güneşin altında Ferdimen, ben binanın içinden, kapının ardından resmini çekiyorum.

20150605_164828

Kemerli bir dükkan, içinde demir parmaklıkla kapatılmış pencere. İçerisi loş karanlık, pencere aydınlık.

20150605_165203

İkimizden başka kimse yok buraları gezen, haliyle ikimiz birlikte resim çekilmek için epey uğraş içindeyiz. bir kaç denemeden sonra alttaki resmi anca çekebiliyoruz. Sanatçı dostum Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen kahramanım bu işten anlıyor. Duvardaki taş kapının arkasında

İkimiz yan yana, 10 saniye zaman ayarlı resmi, yaklaşık 10 metre ötedeki kameraya poz verdik. İkimiz de dar bir aralığa sığmış haldeyiz.

IMG_0548

L biçimindeki duvarın altındaki kapıda Ferdimen beni çekiyor. Karşıdaki duvarda büyükçe bir delik açılmış.

IMG_0549

Kamera içeride, biz dışarıda Güneşin altında poz vermiş halde çekiliyoruz kapının ardında.

IMG_0551

Ferdimen beni taş kapının ardında, Güneş üzerime vurmuş olarak çekiyor.

IMG_0553

Bazı yerlerde kapı dış mahalleye, yani yeni yapılan evlere çıkıyor. Kapı demir parmaklıkla kapatılmış.

20150605_165219

Binalar arasında kemerli geçitlerden birbirine bağlanmış.

20150605_165230

İki duvar yıkıntısı arası sanki dar bir kanyondaymış hissi uyandırıyor.

20150605_165235

Karanlık oda kapısında Ferdimen.

20150605_165251_HDR

Aynı kapı önünde Ferdimen beni çekiyor.

20150605_165325_HDR

Eski bir Roma hamamının su ısıtmak için ateş yakılan yerine geldik. O zamanlarda temizliğe önem veren Romalılar en güzel hamamları yaparak halkın yıkanıp paklanmasını sağlıyormuş. İnsanlar yıkandıkça çeşitli hastalıklar da olmayınca, bulaşıcı mikropların yayılma olasılığı ortadan kalkıyor. Ocak pişmiş tuğladan, kanal biçiminde yapılmış. Duvarda ocak biçimi verilmiş kemerli ve pişmiş tuğlalı geçit görünüyor.

20150605_165343

Zeminde, diğer tarafa geçilen çok alçak bir geçit yapılmış. Geçit kemerli biçimde taş bloklarla örülmüş.

20150605_165356

İçeride kaybolduk bir süre, güneşin durumuna göre bir kaç denemeden sonra yönü bulup çıkış yapabildik. Giriş ve çıkış yeri bir lokantanın masaları arasından yapabildik. Neyse günümüz dünyasına tekrar dönüyoruz. Bir kaç saatliğine tarihin içinde yaşadık sanki. İlk girdiğimiz yerdeki cumbalı binanın önündeyiz.

20150605_170030

Mustafa’nın dükkanına gelip öğle yemeği yiyoruz. Bu arada buradan sonraki rota üzerinde Ferdimen ile fikir alış verişinde bulunduk. Hedefimiz hazır buralara kadar gelmişken Mersin’e kadar gitmek. Mersin yolu da 400 Kilometreyi aşkın. Sahilden giden yolun Gazipaşa dan sonrası dar ve tehlikeli. Araç trafiği de çok olduğunu söylüyorlar. Bu tura çıkarken kafamdaki rota Antalya, Alanya, Akseki den Karaman tarafına Torosları aşmak. Oradan Mersin’e Adana üzerinden gitmekti. Şimdilik uzun süredir yollarda olduğumdan Adana kısmını çıkardım. Mersin de tur biteceği belliydi. Sahil yolu tehlikeli ve römorkum olduğundan o yolu kullanmayacağız. Diğer bir yol da Akseki yolu ama neredeyse 100 Kilometre tırmanış var. Ferdi haritadan Dim çayından giden bir yol Wikiloc ta çizip kaydetti. Sonrasından da çizdiği rotayı telefonuna indirdi. Ferdi bunları yaparken hoşuma gittiğinden benim telefonuma da Wikiloc uygulamasını indirdim. Ama ücret yatırmadığımdan cep telefonuma rotayı indiremiyorum. Sonra hallederiz bu işi. Biraz zorlu ama köy yollarından gideceğimiz için güzel bir rotaya benziyor. Rota işi halloldu böylece. İçim rahat.

Mustafa’nın dükkanının ön kısmı, vitrinde lokumlar, şekerlemeler dizilmiş raflara. Camekanlı girişte iki kapı var.

20150605_170142

Güneş batmadan Manavgat’a doğru bisikletleri sürmeye başladık. Henüz daha Side’nin içindeyiz ve daha görmediğimiz kalıntılı bölge var. Ayrıca müzeyi de gezemedik. Artık bir defa daha buralara gelip görmediğimiz yerleri gezeceğiz anlaşılan. Ondan fazla sütunu ayakta olan tapınak kalıntılarını çekiyorum.

20150605_192352

Başka yerde yarın yuvarlak sütunlu bir yapının bir bölümü ve dört sütunlu başka bir yapıyı çekiyorum.

20150605_192355

Side den çıkış yapıyoruz. Side girişi kemerli, yüksek bir geçitten giriliyor. Burada asfalt yol yapılmış, arabalar girip çıkıyor. Solda tiyatro yapısı.

20150605_192408

Surların dışında da kalıntıları görebiliyorum. Artık bir dahaki gelişimde iyice gezerim.

20150605_192542

Kalıntıların yanından geçerken yüksek duvarın dibindeki sütunları çekiyorum.

20150605_192650

Antik şehrin günümüzde olduğu gibi mezarlıkları yani Nekropol şehrin dışında. Yıkıp kırma işlemleri mezarlıklar da nasibini almış. Sağlam bir mezar bulmak zor. Toprak altında bulunanlar da müzelerde koruma altında.

20150605_192747_HDR

Yollar geniş ve ferah, okullar henüz tatile girmediğinden trafikte pek araba yok. Turistler de olmayınca oteller de sinek avlamakta. Yol ikiye ayrılıyor, Ortada büyük bir direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Yolun kıyılarında ağaçlar dikilmiş.

20150605_192924_HDR

Mustafa önde giderek bize rehberlik yapıyor.

IMG_0571

Manavgat çayından geçip Sorgun’a doğru gidiyoruz. Durgun görünen çay epey geniş ve kıyıda bağlı gezinti tekneleri.

20150605_194723

Manavgat tabelasını çekiyorum.

20150605_201048

Side Manavgat arası az olduğundan çabucak eve geliyoruz. Mustafa devamlı olarak dükkana bisikletinle gidiyor. Böylece benzin harcamayıp çevreyi kirletmeden işine gidip gelmekte. Evin hanımı Ayşegül de bizlere nefis ev yemekleri yapmış. Ellerine sağlık, yemeği balkonda neşe içinde sohbet ederek arada kadehleri tokuşturup bisikletle gelen sağlığa içiyoruz. Bu arada Mustafa’ya çakmak gazı tüpünden ocağımızın tüpüne nasıl gaz basılır öğretiyorum. Kendisi Çin den aldığı bir aparat ile mutfak tüpünden doldurmaya kalkmış. Dolumu ayarlayamadığından fazla basınca gaz tüpünün altı bombe yapmış. İyi ki mutfağı patlatmamış. Artık nasıl gaz basacağını öğrenmiş oldu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde izin isteyip odamıza çekiliyorum Ferdimen ile. Bu gün gördüğüm güzellikleri anımsayıp düşlerime atmak için uykuya daldım.

Bu gün yaptığım yol Manavgat şehir içi – Side git gel 27 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc