Etiket arşivi: tiyatro

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 3. Gün

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Eynal – Küplüce – Kuşu – Pazarlar – Simav – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

sokakları koşmak diye bildim bileli

şiir  yaşar şiir söyler şiille oynaşırım

ne garibim ali tanır bu ozan kardeşini

ne de benim onu görmüşlüğüm var

garibim taştan taşa çalar emeklisini

saçıp gider yollara dizelerimi

“kör olasın demiyorum kör olma

kör olma da gör beni”

mutluluk bu değilse

ya nedir başka

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, festivali düzenleyen Öğretmen Şeref Akdemir Efe heykelinin önünde kollarını kaldırmış zeybek oynar gibi poz vermiş durumda. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış. Belinde fişeklik. Salgına dikkat çekmek için ağzına maske takılmış.

DSCN3083

Vücudun hamlığından dünkü turda epey yorulmuşum. Bu gece derin bir uyku ile iyice dinlenmiş olarak kalktım fişek gibi. Kendimi çok iyi hissediyorum. Her sabah olduğu gibi kahvemi içiyorum kalkar kalkmaz. Kahvemi içerken yerde bir kavun dilimi gördüm. Kavun dilimi üzerine karıncalar hücum etmiş. Neredeyse beyaz kavun dilimi siyaha dönüşmüş. Gözle görülmese de her karınca kendine bir parça koparıp yuvaya götürüyor. Bu günkü nasipleri ayaklarına gelmiş karıncaların. Kavun dilimi yuvanın dibinde. Öyle yiyecek bulmak için uzaklara gitmeyecekler.

Kahvemi içtikten sonra taslak olarak yazmaya başladığım romanı deftere yazmaya başladım. Nedense ilham perileri olmadık yerde geliyor. Hazır ilham perileri gelmişken bir kaç satır yazayım kimse yokken. Yazı yazarken birisi olduğu zaman ilham perileri ortadan kayboluyor. Kahvaltı zamanına kadar biraz yazıyorum.

DSCN3079

Kahvaltıyı yapıp yola çıkmaya hazırız. Herkesin toplanmasını beklerken bir video çekeyim dedim. Kamp alanının dışındaki yola çıkıp beklemeye başladım. Benim gibi video çekmek için bekleyen rotasız Ramazan da video çekecek. Çektiğim videonun linki aşağıda.

https://youtu.be/cIATm2RJohs

Videoyu çektikten sonra grubun peşinden yola çıktım. Şeref hoca beni önceden uyarmıştı, Simav girişinde Efe heykeli önünden geçeceğiz, heykelin resmini çekebilirsin. Efe heykelinin olduğu yere geldim. Şeref hoca heykelin önünde durmuş bisikletçilere yol gösteriyor. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış, diğer eli aşağıda. Sol ayağını önündeki taşın üzerine  koymuş halde poz vermiş. Belinde fişeklik, çifte kama kuşağa takılı. Başında poşu, üzerinde uzun kollu mintan ve yeleği. Kısa donunu giymiş, ayağında körüklü çizmeleri. Günümüzdeki salgına dikkat çekmek için ağzına beyaz renkli bir maske yakılmış uyarı amacıyla. Arkada elektrik direkleri ve telleri. Heykel yüksekçe mermer kaidenin üzerine konmuş.

DSCN3082

Şeref hocaya Zeybek oynarken heykelle birlikte seni çekeyim deyince o da kollarını kaldırıp oynamaya başladı. Arkasında Efe heykeli ile birlikte resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3083

Aynı yerde bu kez ben poz veriyorum bisikletim KUZ ile. Arkamda Efe heykeli.

241261675_4196869787098116_8815846078079101974_n

Hala gelmekte olan bisikletçilerin peşine takıldım. Bu günkü rotamız dağlara doğru, tırmanış olacak. Ana yolda gidiyoruz bir süre. Önümde sağ şeritte giden bisikletçiler.

DSCN3084

Kısa bir süre ana yoldan giderek sağa, dağlara doğru saptık. Sapar sapmaz da yokuşlar hemen başladı.

DSCN3085

Bu yol Selendi yolu olduğunu ilk kavşakta gördüğüm tabeladan anladım. Kavşakta görevliler gideceğimiz yolu gösteriyor bizlere. Sağa doğru Selendi tabelası var, sola, düz giden yol için Küplüce yazılmış. Yol da yokuş hani.

DSCN3087

Kimi yerde asfalt iyice yumuşamış sıcaktan. Henüz erimemiş ama hamur gibi yumuşak olan ziftli yerdeki bisiklet tekerlek izlerini yakından çekiyorum. Lastik izleri gayet belirgin olmuş. Her biri ayrı iz bırakmış yumuşak zift üzerine.

DSCN3088

Yaklaşık 350 metre yükseldikten sonra Küplüce köyüne geldik. Hemen hemen herkes benden önce buraya geldiğinden köyün meydanında toplanıp resim çektirirlerken buldum. Hazır hepsi bir araya gelmişken ben de kameram ile bir poz çekiyorum. Kimisi yere oturmuş, kimisi çömelmiş, kimisi de ayakta.

DSCN3089

Hazır mola verilmişken ben de çevreyi şöyle bir dolanayım dedim. Eski köy evleri biraz harap görünse de bütünlüğü henüz bozulmamış. Temel taşları ile su basmanı epey yüksek yapılmış. Burası bodrum katı olarak kullanılıyor. Su basmanın üzerine kerpiçten yapılmış, üzerinde kiremitli çatı var. Sadece sol duvarda küçük bir pencere var. Daha küçük bir pencere de solda altta. Taş duvarın bittiği yerde. Sağ tarafta taş duvar devam etmiş, sanki bir oda var, üzeri yarım çatı yapılmış. Bina çamur ile sıvanmış ama epeydir bakım görmemiş, sıvalar bozulmaya başlamış. Solda ayrı bir kerpiç bina daha var.

DSCN3090

Sanırım kullanılmayan eski bir cami. çatısının bir bölümü çökmüş. Cami binası pişmiş tuğladan, iki katlı yapılmış. Kısa ve kalın minaresinin tepesindeki külah tenekeden yapıldığı için paslanıp akmış, pas izleri görünüyor. Ezan okunan şerefede demir parmaklık ile çevrelenmiş korkuluk olarak.

DSCN3091

İki bina yan yana, çoğu kerpiç, bir kısmı taş ile örülmüş. Yamaç olduğu için ön taraflarda iki katlı olarak görünüyor. Girişlerinde büyük tahta kapı var. İki bina da kullanılmıyor. Çünkü pencerelerindeki bazı camlar kırık durumda. Binaların sağındaki bina sağlam duruyor. Beyaz badana ile boyanmış, yanda da çanak anten var

DSCN3092

Küplüce köyünün ismi nerden geldiğini bilemem ama köyün meydanındaki kahvede kocaman bir küp konmuş. Küp altına borudan bir kaide üstüne yan olarak yerleştirilmiş. Küpün ağzı teneke kapak ile kapatılmış, üzerine de “Küplüce Köyü” yazılmış.

DSCN3093

Köyün meydanındaki kahvelere bütün bisikletçiler  dağılmış durumda. Epey sert bir yokuş terletti bizleri. Çay, soda, kahve içerek hem serinliyoruz, hem de dinleniyoruz. Köyün meydanına yeni bir cami yapılmış. Epey büyük.

DSCN3094

Festivale renk katan Yüksel Yıldırım motoru ile bize kavşaklarda yol gösteriyor, geride kalanları toparlayıp doğru yola sokuyor. Bir ileri, bir geri sürekli gidip geliyor. Motoru çapır tipi, geniş ve oturaklı. Üzerine komando elbisesine benzer kamuflaj kıyafet giymiş, hem pantolonu, hem de tişörtü. Başında siyah bandana bağlamış, gözünde güneş gözlüğü. Boynunda asker künyesi asılı olduğu halde motoruna oturmuş durumda.

240879211_4182990055152756_4223408963837484369_n

Geniş bir alana naylon serilip meyve kurutuyorlar. Kuruttukları meyve elma, kesip parçalar halinde güneş altına serilip kurumaya bırakılmış. Bu kuru meyveleri kış aylarında hayvanlara yem olarak verildiğini öğrendim.

DSCN3095

Küplüce köyü en yüksek çıktığımız rakım. Az daha tırmandıktan sonra inişe geçtik ve sanki düz bir ovada gidiyormuşuz gibi. Yol yüksek kavak ağaçları arasından gidiyor. Yolun iki yanına da kavak ağacı dikilmiş. Durduğum yerde erik ağacı var. Bir kaç erik koparıp yiyorum yeşil yeşil. Erikler buralarda daha yeşil halde, olgunlaşmamış. Bazı yerlerde mürdüm eriği de var. Mürdüm eriklerinden de bir kaç tane koparıp yolda yerim diye formanın arkasındaki ceplere koyuyorum.

DSCN3096

Buralar bahçelik, bahçelerde damlar var. Damın birinde kuru soğanlar birbirine bağlanıp büyük demetler halinde çivilere asılmış. Böyle asmalarının nedeni hem kuruması için hem de yerden rutubet almaması için. Yoksa yerde alt kısımlarından çürümeye başlar. 1 Metreden uzun 3 soğan demeti.

DSCN3097

Bahçelerde mısır, lahana, ve sebzeler ekilmiş. Kargalar başta olmak üzere diğer kuşları korkutmak için bahçenin ortasına korkuluk konmuş. Korkuluk bir dik sopa, üst tarafta yatay başka bir sopa çakılıp üzerine siyah bir ceket giydirilmiş. Tepeye de siperli bir şapka. Uzaktan insana benzemiş biraz. Korkuluğun sağına Türk bayrağı takılmış. Tarlanın arkasında kavak ağaçları uzun ve duvar gibi.

DSCN3098

Kavak ağaçları dibinden giden yolda gidiyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor.

DSCN3099

Gideceğimiz yer Kuşu göleti. Tabela bize gideceğimiz yönün sol tarafa olduğunu gösteriyor.

DSCN3100

Benim ile birlikte yol alan Emine, yanında Doktor Aydın ve bir kişi daha yanlarında, üçünü gelirken bisiklet üzerinde çekiyorum.

DSCN3101

Bahçenin birinde kocaman bir bal kabağı görünce durup yakından resmini çektim. Kabaktan daha büyük ve geniş olan yaprakların arasında, gölgede kalan kabak Güneşten korunuyor.

DSCN3102

Delik deşik olmuş kerpiç bir duvar karşıma çıktı. Bu delikleri yapan bir arı türü var. Toprak olan yerde delip kendine yuva yapıyor. Aynı arılardan benim evimdeki bahçedeki toprakta yuva yaptıklarını izliyorum her baharda. Arıların arka ayakları kırmızı renkte, dikkat çekici. Killi topraktan yapılan kerpiçler arılara yuva olmuş durumda. Kerpiç duvar bir yerde son buluyor. Duvarın üstünde tahtalar enine konmuş, üstüne bir sıra kerpiç konularak çatı altı oluşturulmuş. Çatı tahta kaplı. Sol tarafta sundurma tarafına düzgün ve uzun ağaç dallarından korkuluk ile tamamen örtülmüş.

DSCN3104

Kuşu göletine geldik. Göze ilk çarpan “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” cümlesi. Yasak kelimesini bir türlü anlamıyorum! Neden her yerde yasak var. Nedense yöneticiler yasaklar sayesinde yaşıyormuş gibi geliyor bana. Tehlikeli ve sakıncalı yazsalar daha anlamlı olur bence. Yada “Girmediğiniz için teşekkür ederiz” yazsalar. Yasak insanı cezbedebilir, yasaklara uymama gibi psikolojik etken her zaman var. Tabelanın arkasında yeşile çalan gölet görünüyor. Karşı kıyıda tepe var.

DSCN3105

Ağaçtan yapılmış kağnı arabası, büyük ve çemberli tekerlekleri, küçük kasası ve uzun direği öne çıkmış.  Direğin ön tarafına öküzleri bağlamak için ağaç konulmuş düz olarak. Direğin atlında destek olsun diye daha küçük bir tekerlek konulmuş. Arabanın üstünde sepetler var.

DSCN3106

Tek at ile çekilen kara saban. Önde atı bağlama kancası, biraz arkasında dikine konulmuş bir demirin altına küçük bir tekerlek konulmuş. Pulluk tekerlekten biraz aşağıda ve sabanı tutacak kol  yukarıya kadar çıkmış.

DSCN3107

Kollu bir makine, üs tarafta mısır taneleri konulan bir hazne, altında iki tane silindir. Bu silindire bağlı çevirme kolu. Makinenin altında uzun ayaklar demir dökümden yapılmış. Bu makine ile mısır taneleri kırıp ufaltıyorlarmış yem olarak.

DSCN3109

İki kalın demir çubuk arasında yivli vida ile yapılmış pres makinesi.

DSCN3110

Belediyenin burada tesisi var. Ağaçtan çardak biçiminde, gölete doğru balkon olarak geniş bir yer yapılmış. Üzeri çatı ile örtülerek Güneşten ve yağmurdan korunmuş. Burada restoran var ve aileler gelip göl manzaralı yemek yiyorlar.

DSCN3111

Gölet olur da kazlar olmaz mı, olur elbette. Dört tane kaz kıyıda, Güneş altında tüylerini yağlıyorlar.

DSCN3112

Optik zoom ile iyice yakınlaştırıyorum iki kazı. Başları siyah, birisinin gövdesi beyaz, diğeri siyah renkte tüyleri var. Siyah tüylü kaz başını geri çevirip gagası ile sırtındaki tüyleri yağlıyor.

DSCN3113

Buraya gelir gelmez hemen elime köfte – ekmek veriyorlar. Bir de ayran yanında. Karnım da iyice acıkmış olmalı ki bir çırpıda yiyorum köfte – ekmeği. Sonrasında gölgesi olan çardağın birine oturuyoruz. Şeref Akdemir’i de çağırıyorum kahve içmeye. Piknik masasında oturup kahveyi pişiriyorum. Yanımda şanslı üç kişi daha benimle kahve içiyor. Emine, Doktor Aydın ve Şeref hoca. Birlikte kahve içiyoruz.

DSCN3116

Şeref hocaya belediye başkanına da kahve içirelim deyince belediye başkanını çağırıp yanımıza geliyor. Kuşu belediye başkanı Feridun Aktay piknik masasında yardımcıları ile birlikte oturup kahvelerini içiyorlar. Belediye başkanı ile muhabbet ediyoruz. Başkan bize “Buraları turizm açısından nasıl değerlendirebiliriz?” diye sorunca ben “Gölet yanına çadır kamp alanı kurulmalı, gençlere yönelik kamplar, spor faaliyetleri, kano yarışları, tiyatro ve kültür etkinlikleri yapılabilir. Ayrıca Türk toplumuna yerleşmiş olan MANGAL kültüründen kurtulup daha değişik etkinliklere yönlenmek gerekir” diye cevap verdim. “Ayrıca bisiklet kampı da olabilir, Dünyayı ve Türkiye’yi  dolaşan bir çok bisiklet gezgini var. Burası işaretlenirse bisiklet gezginleri buradan geçerken konaklayabilir” Başkan da bizleri dinledi ve kafasına notları aldığını biliyorum. Şimdilik salgın dönemindeyiz, pek bir işe  yapılamayacak ama salgın bittikten sonra pekala hayata geçirilebilir. Masada 8 kişi oturuyoruz.

DSCN3119

Göletin bir kademe üstünde düz bir alan yapılmış. Sahneye benzer bir alanda kilitli taş döşenmiş. Düz alan yeşil çimenler ile kaplı. Sağ tarafta sular çıkıyor yer altından. Buraya basarsan vıcık vıcık çamura saplanırsın. Belediye başkanı ile birlikte bir araya gelip yan yana dizilerek resim çekiliyoruz. Ben de az yukarı çıkıp hepsini kareye sığdırıyorum.

DSCN3123

Göletteki yemek ve dinlenme zamanı bitti, yola çıktık. Kuşu büyük bir yer olduğu için belde olmuş ve belediyelik kurulmuş. Tabelayı çekiyorum Kuşu beldesine girerken. Önümde bisikletçiler gidiyor.

DSCN3124

Yüksek rakım olunca kış ayları soğuk geçiyor. Böyle soğuk ve yüksek yerlerdeki böğürtlenler de ona göre büyük oluyor. Böğürtlenleri görünce durup topluyorum bir avuç kadar. İri böğürtlenler hem lezzetli hem de enerji veriyor bana. Kimi böğürtlen kararıp olgunlaşmış, kimisi de kırmızı renkte. Yeni çiçek açan da var. Böğürtlenleri yakından çekiyorum.

DSCN3125

Sadece yol kenarında yiyecekler yok. Başka güzellikler de var. Onlardan birisi de pembe açmış gül. Bir yandan Güneş vurmuş gülü yakından çekiyorum. Kokusunu içime çekiyorum bir güzel. Bu güzellikleri görmek gerek, koklamak gerek. Her ne kadar bülbül güle yakışsa da ben de gülün kokusundan faydalanıyorum

DSCN3126

Kuşu beldesinin girişinde dev bir kartal heykeli var. Boyun ve baş kısmı beyaz tüylü, diğer yerleri siyah olan kartal kanatlarını iki yana açmış durumda. Kuşu adını kartal kuşundan aldığı anlaşılıyor.

DSCN3127

Kocaman kartal heykeli yedi kat üzerine, yüksekçe bir yere konmuş. Her katın üstündeki kat küçülüyor. Bisikletçiler resim çekiliyor kartal ile birlikte. Ben de onlar gittikten sonra KUZ’u tek başına kartal ile birlikte çekiyorum. KUZ’un gidonunda kartal tüyü var. Kartal heykeli yokuştaki geniş caddenin ortasında. Beldeye sert bir yokuştan çıkacağız. Kimi bisikletçi yürüyerek çıkıyor yokuşu.

DSCN3129

Tek katlı kerpiç bir evin yanında, çekyat konulmuş iki tane. Sağdaki çek yatta dört yaşlı oturuyor. İkisi kadın, ikisi erkek. Seksen yaş üstü olduğunu tahmin ediyorum yaşlıların. Oturdukları yer gölgelik. Evin çatısı dikdörtgen kiremit, diğer yarısı yuvarlak kiremit ile kaplanmış. Yaşlılara selam veriyorum, Yaşlılar da bizi çağırıp soğuk ayran ikram ediyorlar. Teşekkür edip soğuk ayranları içiyoruz. Ayran için teşekkür ediyorum yaşlılara. Bu yaşta bizlere bir şeyler ikram etmeleri çok hoşuma gitti. Misafirperverlik, misafire bir şeyler ikram etme geleneği hala sürüyor.

DSCN3131

İlginç yapıda bir çeşme görüyorum. Durup su içtim, şişelerimdeki suları tazeledim. Bisikletim KUZ çeşmenin önünde bana poz veriyor. Çeşmeyi ilginç yapan ayna kısmı. Ayna 1 metre yüksekliğinde, 4 metre eninde duvar olarak yapılmış. Ön kısmı renkli fayanslarla kaplanmış. Yalak tarafı iki sıra beyaz fayans. Üstünde kahverengi fayans ile çerçeve şeklinde. Çerçevenin ortasında beyaz fayans. Üstte bir sıra yeşil beyaz desenli fayans ile tamamlanmış. Duvarın üstünde kuğu boyunlu iki şekil birbirine ters şekilde konulmuş. Ortada altı geniş bir sürahi şekli. Kuğu boyunlu yerin üstlerinde birer kahverengi hilal. Sürahinin üstünde iki tane yıldız, ortasında bir küre. Borudan sürekli su akıyor yalağın içine.

DSCN3132

Köyün birinden geçerken yere çarşaf gibi bez serilmiş, üstüne de mısır koçanları. Güneşte kurusun diye bırakılmış.

DSCN3134

İnce kıyılmış saman yığını, üstü branda ile örtülerek yağmurdan korunmuş. Rüzgar brandayı kaldırmasın diye bir tane ağaç gövdesi ağırlık olsun diye dayalı olarak konulmuş. Samanları almak için yan tarafı örtülü değil, alttan da samanlar dışarıya taşmış durumda.

DSCN3135

Kimi samanlık balya halinde üst üste konulmuş bir ev boyutunda. Alın kısmına bir direk, yanlardan desteklenmiş ağaç direklerle. Üzerine de brandalar ile tamamen kapatılmış. Artık tüm kış boyu hayvanlara buradaki samanlarla besleyecekler.

DSCN3136

Bir yerde Ayçiçeği başları kurutuluyor güneşte. Ayçiçekleri bayağı büyük, neredeyse tepsi kadar. Arkada çam tomrukları duruyor.

DSCN3137

Vadinin tepesinde, başlangıcındayız. Buradan sonra genişliyor ve oluşan çayın çevresinde kavak ağaçları yeşillikler içinde boy göstermiş. Herhalde buradan aşağı ineceğiz.

DSCN3138

Ama yol vadiden inmiyor, aksine daha çıkacağımız tepeler var hala.

DSCN3139

Aşağılardaki çayın üstünde küçük bir köprü görünüyor. Uzun kavaklar da çayın dibinde.

DSCN3140

Yol kıyısındaki meşe ağaçları kökleri ile toprağa o kadar sıkı tutunmuş ki gövdenin altındaki toprak aşınmış, yaklaşık 1 metre kadar boşluk var. Kökler yamaçtaki toprağın içine dalıp sıkıca tutunmuş. Bu kökler ağacı besliyor.

DSCN3141

İnce tekerli yol bisikletinin lastiği patlamış. Bisiklet ters çevrilmiş durumda yerde. İki kişi lastiği yamamaya çalışırken soruyorum “Yardım lazım mı?” diye.  Onlar da  “Teşekkür, hallediyoruz” cevabını veriyorlar. “Kolay gelsin o zaman” diye yoluma devam ediyorum.

DSCN3142

Çam ormanının bittiği yerde bir çam ağacı kurumuş halde öylece duruyor. Diğer yeşil ağaçlardan ayrı yerde duruyor  gibi.

DSCN3143

Henüz inişe geçmediğimizden yorulanlarla karşılaşıyorum. Yolun kıyısına iki kadın, bir erkek oturmuşlar gölgeye dinleniyorlar. Selam verip resimlerini çekiyorum dinlenirlerken.

DSCN3144

Pazarlar ilçesine geldik tabelaya göre. Pazarlar Kütahya’nın en küçük ilçesi yüz ölçümüne göre.

DSCN3145

Pazarlar ilçesinde mola veriyoruz. Burada çayları belediye başkanı ısmarlıyor. Pazarlar belediyesinin genç başkanı olan Bilal Demirci ve genç eşi ile aramıza gelerek hoş geldiniz diyor. Karşılıklı sohbet ediyoruz çay içerken. Ayrıca teşekkür ediyoruz çaylar için. Masada Belediye başkanı, eşi, iki çocuğu, biri kucağında bebek ve bisikletçiler.

241394649_4196935943758167_3000686560017897817_n

İlçenin meydanında tüm bisikletçiler toplanıp belediye başkanı ile birlikte resim çekiliyoruz. Bayağı kalabalığız.

241371978_4196936560424772_616188916423658581_n

Pazarlardaki mola bitiminde yola çıktık, Güzel bir inişin ardından ana yola inip Simav’a doğru gidiyoruz. Yol kıyısında, yamaç olan yerde Güneş panelleri konulmuş elektrik üretiyorlar.

DSCN3146

Simav’a daha yolumuz epey var, ana yolda trafik kalabalık. Ana yola çıktıktan sonra yokuş başlayınca pilim bitmeye başladı. Çok yoruldum ve şekerim düştü. Karnım iyice acıkınca yol üzerindeki ilk köyde durup bakkaldan helva, ekmek ve yoğurt alıp yiyerek şekerimi dengeye getirdim. Yoksa gidecek halim kalmamıştı. Kendime geldikten sonra yola devam ettim.

Simav’a gelmeden kestirme yola girdik. Kamp alanına doğru gidiyoruz. Yolun kıyısında iki korkuluk görüyorum. Bunlar kuşları pek korkutacağa benzemiyor. Biri kadın, biri erkek olarak giydirilmiş korkuluklar briket üzerine karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlar. Erkek siyah elbise giymiş, kadın ise uzun bir etek, yeşile çalar, üstüne kırmızı renkte uzun kollu elbise. Başında da beyaz baş örtüsü. İki korkuluğun da yüzleri belli değil. Arazide iki tavuk dolaşıyor korkuluklara aldırmadan.

DSCN3147

Aynı bahçede iki korkuluk daha var. Yine biri kadın, biri erkek olan korkuluklar yan yana, ayakta duruyorlar. İkisi de kollarını açmış, kadının sağ kolu erkeğin belinde, aynı şekilde erkeğin de sol kolu kadının belinde. Uzun kollu mintan giymişler. Kadında siyah, erkekte beyaz mintan var. Kadın beyaz etek ayaklarına kadar, erkek açık gri pantolon giymiş. Kadın baş örtülü, erkekte şapka var. Erkek renkli desenli atkı takmış boynuna. Erkek korkuluğun arkasındaki sopada oyuncak bebek kafası takılmış nedense!. Tavuklar korkulukların önünde korkusuzca dolaşıyorlar.

DSCN3148

Bir başka korkuluk, kadın ve erkek yan yana, Kadının kolları aşağıya sarkmış, erkek kollarını yana açmış durumda. Kadın uzun kollu tişört, uzun etek giymiş. Başında kırmızı ve çiçek desenli başörtüsü takmış. Erkek uzun kollu mintan, pantolon ve şapkası var. Sol elinde değnek var. Bu korkulukların hepsi aynı bahçede. Yapanlar büyük bir olasılıkla sanatçı kişiler olduğunu zannediyorum. İlk defa böyle korkuluklar görüyorum.

DSCN3149

Kamp alanına geldik bir süre sonra. Hemen havlumu ve su donumu alıp doğru hamama. Bir güzel yıkanıyorum ve sıcak havuzda yumuşuyorum adeta. Terli eşyalarımı da sudan geçiriyorum. İçeriden çıkıp giyinme yerine gidince genç arkadaşlardan birisi bana soruyor;

“Urim baba saçların peruk mu? Bir bakıyorum kısa saçlı, bir bakıyorum uzun saçlısın”

Genç arkadaşın ne demek istediğini anladım. Bana çok benzeyen, aynı boyda, aynı keçi sakallı olan biladerim dediğim Ramazan Küçükberber ile karıştırıyor. Sadece onun saçları kısa.

“Yoo değil, saçlarım uzun, bak istersen diye saçlarımı çekiyorum ona göstererek. Sen biladerim ile karıştırıyorsun” diye cevap verdim.

Hamamdan sonra akşam yemeğini yedik. Hava karardıktan sonra İzmir’den arkadaşım Şahin Bulut yanıma geldi. Yanında getirdiği yan flütü çıkardı. Ben az biraz üfleyebiliyorum ama tam öğrenmiş değilim. Neyse ki Şahin üflemeyi öğrenmiş. İyi bir müzik kulağı olmalı ki bir çok parçayı kendi kendine kulaktan duyup çalmayı öğrenmiş. Şahin çaldı flütü bizler de şarkı söyledik. Bu arada kahve pişirip ikram ediyorum yanımıza gelenlere. Şahin yan flüt çalarken resmini çekiyorum flaş ışığı ile.

DSCN3150

Tripoda kamerayı koyup 10 saniye zaman ayarlı çekiyorum kendimizi Şahin flüt çalarken bizler dinliyoruz gecenin karanlığında.

DSCN3153

Geç saatlere kadar flüt dinletisi ile şarkıları seslendirdik. Bu akşam pek kalabalık yok, çoğu erkenden çadırına çekilip uyudu bile. Bu günkü yol hem yokuş hem de uzun bir parkurdu. Ama çok güzel yerler gördüm, yorgunluğa değdi doğrusu. Fazla geç olmadan herkes çadırına çekilip yattı. Ben de çadırıma girip derin bir uykuya daldım.

Yaptığımız yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali Sonrası 12 – 13. Gün

12 – 13  Ekim 2015

11 – 12. Gün

Festivaller sonrası Osmaniye – İskenderun

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı

Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre

Ölüme ve aşka durmadan kement atan

Serüvenlerle geçsin yaşamak

Buz tutmuş bir dünya ortasında

Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

Önünde dağlar, uçurumlar

Sarsılan gök, yarılan toprak

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ solda, tüyü gidonda. Karşıda su kemeri, yol su kemerinin sonundan, bir göz sağda kalacak şekilde geçmiş.

Evde, yumuşak yatakta uyumanı verdiği rahatlık, yaşadığım şehirdeki gün doğumundan 31 dakika daha erken doğması beni sabahın seherinde uyandırıyor. Elbette sıcak duşun faydası da var. Erken uyanınca kahve takımlarını çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Doktor da erkenden uyanmış. Kahveyi içtikten sonra kahvaltıyı hazırlamaya başladık. İnsan uyumlu olunca kahvaltı hazırlamak ta o derece zevkli oluyor. Haliyle sohbet  te birbirimize hikayelerimiz, yaşantımızı, yaptıklarımızı anlatmakla geçti. Doktor nükleer karşıtı yaptığı yürüyüşü anlattı. Fikirlerini yazıya döküp birine mektuplar diye anlatıyor. Bu yazıları matbaada kitapçık biçiminde harfleri biraz küçük olsa da bastırmış. Gerçi ben okuyabiliyorum ama gözlüksüz okunması zor. Bana elindeki basılı bir kaç kitapçık veriyor okumam için. Sohbet zamanın hızlı geçmesini sağladı.

Bu gün Pazartesi ve çalışanlar da Pazartesi sendromu yaşıyor. Doktor da çalışıyor ve işe gitmesi gerek. Evde işe giderken pek uğurlamayan olmayınca ben kapıdan uğurlayıp hayırlı işler diledim. Ben evde bulaşıkları toplayıp bir süre kitap okuyarak zamanın akmasını sağladım. Saat 10 civarı evden çıkarak Doktorun tarif ettiği iş yerine doğru yürümeye başladım. Osmaniye küçük bir şehir, il olmuş sonradan ama fazla göç alan bir yer değil. Antalya’nın Manavgat ve Alanya ilçeleri Osmaniye den daha kalabalık nüfusa sahip. Osmaniye de en meşhur olan şey yer fıstığı üretimi. Doktorun çalıştığı yeri çabucak buldum. Bürosunda Öğlene kadar oturup çay içere oyalandım. Öğle yemeğini çarşıda beraber yedik. Yemekten sonra Doktor işine ben de Osmaniye caddelerinde dolaşmaya başladım.

Fazla kalabalık olmayan caddelerde eski bisikletler dikkatimi çekti. Çift kadrolu bisan bisikletler çoğunlukta. Orijinal sehpasında kaldırıma park etmişler üç bisiklet.

Ankara garında yaşanan insanlık dışı terör olayında 97 insan hayatını kaybetti. O yüzden ülkemizde 3 günlük yas ilan edildi. Osmaniye kent meydanındaki dev bayrak yarıya indirilmiş. Bir kez daha terörü lanetliyorum, yapanları ve yaptıranları.

Ana cadde, caddenin sağında solunda dükkanlar, bankalar. Dükkanın önünde üç tane bisiklet, Osmaniye spor bayrağı ve meydanda dev Türk bayrağı yarıya indirilmiş.

Osmaniye’ye kadar gelmişken yer fıstığı almamak olmaz. Taş yerinde ağırdır diyerek yarımşar kilo paket yaptırıp aldım. Yarım kilosu İskenderun da halama. Diğer yarım kilosu de eve götüreyim. Öğle yemeğini Doktor ile beraber yedikten sonra ben eve gidip biraz daha dinlenmek ve kitap okumak için döndüm. Tembellik olunca şekerleme yapmadan olmaz deyip biraz uyudum. Akşam mesai bitince doktor geldi, kapıyı ben açınca sevindi. Evde pek kapıyı açan olmayınca hep anahtarla açmak zor. Beraber akşam yemeği için hazırlıklar yapıp görev dağılımı ile nefis bir sofra çıktı ortaya.

Yemeğin üstüne de kırmızı Ürgüp şarabı sohbete derinlik kattı. Doktor ile çok ortak yanımız, dertlerimiz ve hayallerimiz varmış. Bunlardan birisi Doktorda çok kitap var, kütüphane kitap dolu ve sığmadığından yerlerde de istiflenmiş durumda. Doktor bu kadar kitabın hepsini okumuş ve kütüphanenin rafında öylece duruyor. Bu kitaplardan başkaları da yararlansın diye bir yer açıp kitapları bedava dağıtacak. Aynı zamanda başkalarının da kitaplığında atıl olan kitapları toplayıp ihtiyacı olana vermek. Bunlar beleş olacak, öyle para pul istemez. Benim de bu turda iyice olgunlaşan kahve olayı. Kafamda beliren düşünce bir mekan yada dükkan değil. Dükkan olmayacak çünkü kirası, vergisi algısı bir ton para ve uğraş. Zaten parayla pulla işim olmadığında kahve beleş olacak her zaman yaptığım gibi. Doktor ile ortak düşüncemiz bir yerde o kitaplarını verecek ben de kahve pişirip sunacağım. Dur bakalım ne olacak. Şarap ta nefis yani, biraz daha içsek dünyayı kurtaracağız sanki. Ama işin gerçeği kimse şarap içerek dünyayı kurtaramamış şimdiye kadar. Şarap sadece güzel fikirler verip düşüncelerimin olgunlaşmasını sağladı. Yeni bir dost ile sohbet etmesi gibi yok. Doktor bana kitaplığından bir kitap veriyor. Kitaptaki kahramanı bana benzetmiş. Kitabın ismi “Zen Kaçıkları” Yazarı Jak Kerouac. Kitabı okuduktan sonra karaman benden çok dengesiz arkadaşım İrfan Özden olduğuna karar verdim. Çünkü kitabın kahramanı  her ne kadar beni anımsatsa da dağcı ve ben henüz dağcılık yapmadım. Sadece gezgin bir bisikletçiyim, o kadar. Bana Mersin nükleer santralına karşı yaptığı yürüyüşü anlatıyor. Çok engelle karşılaşmış, yürüyüşün sadece Osmaniye den geçen etabını yapmamış. Çünkü yöneticilerin saldırılarına ve işinin geleceğine karşı saldırı yaparlar endişesi ile pas geçmiş. Yürüyüşünün büyük bir bölümünü hafta sonları tatillerinde kısım kısım yaparak tamamlamış.

Doktorun evi bahçe ortasında iki katlı. Bahçede zeytin ağacı, meyve ağaçları ve koca bir çam ağacı. Kendi doğal gübresini solucanlar ile yapıyor ama solucanlar şu an yaşamıyorlar. Yok olmasının sebebi belli değil. Çatıda terasta da toprak taşıyıp ayrı bir bahçe yapmış. Uğraşı çok anlaşılan.

Evin balkonunda cam yuvarlak masa, tahta kahverengi sandalyeler. Masada mantarlı kırmızı Ürgüp şarabı, iki kadeh, tabağın birinde kırmızı ve beyaz üzüm salkımı. Diğer tabakta iki şeftali, iki yeşil ekşi elma.

Şarap iyi uyuttu beni, deliksiz uyuyunca sabahın erken saatlerinde birden bire zımba gibi uyanıyorum. Daha gün ağarırken uyanınca kahve yapmak için takımları balkona çıkardım. Sürahide suyu da getirip iki bardak ile masada yerini alıyor.

Cam masada yarım dolu sürahi, iki bardak içi su dolu durumda. Kahve ocağım LPG’li, bakır cezve, iki fincan ve çakmak. Kahve yapmaya hazır bekliyorlar.

Kahveyi pişirip fincanlara köpüklü olarak döküyorum, içmeye hazır. Doktor da benim gibi erkenden uyanmış kahveyi bekliyor. Kahveler hazır olunca sesleniyorum. Kahve sabah aç karnına içilmeli.

Masada iki su bardağı dolu, iki fincanda köpüklü kahve. Ve bakır cezve.

Kahvaltıyı birlikte yapıp Doktoru işine uğurlarken vedalaşıyorum. Ben hazırlığımı yapıp yola çıkacağımdan bir süre daha evdeyim. Sevgili Doktor Umur Gürsoy ile vedalaşıyorum işe yolcu ettiğimde. İşe uğurlanmayı unutmuş olmalı ki duygulandı. Kendisine iki gün misafir ettiği için teşekkürlerimi belirtmeden edemedim. Yeni bir dost, yeni bir kapı hazine torbama girmiş oldu. Sevgili Doktoru uğurladıktan sonra zaman geçirmeden eşyalarımı bisikletime yükleyip hazırlığımı bitirdim. Kapıyı anahtar ile kilitleyip Doktorun gösterdiği yere anahtarı bıraktım. Ardından yola çıktım. Osmaniye küçük bir il olduğu için çabucak şehirden çıkıyorum.

Tabelada Osmaniye den çıkış yazısı ve kalabalık bir araç trafiğindeyim.

Tabelalar gideceğim yönü bana bildiriyor. Ama tabelaları boş verip cep telefonumdaki navigasyonu açıp rotamı belirledim. Navigasyondaki kadın şaşırmış olmalı ki beni üç defa geri çevirdi. Bir gittim yanlış dedi döndürdü, bir süre gittim tekrar döndürdü. Bir daha döndürünce navigasyonu kapatıp güneşe göre doğru yolu buldum.

Karşıma, sağ tarafımda bir tepe ovanın ortasına sanki toprak yığmışlar gibi. Tepenin yüksekliği 75 metre civarı ve üstüne bir kale yapılmış. Yol tek şeride düştü, düşük banket toprak ve  emniyet şeridi yok. Tren rayları yol ile beraber gidiyor. Osmanlı zamanında Almanlara yaptırılmış demir yolu günümüzde de kullanılmakta.

Ovanın ortasındaki tepe ve kalesini daha yakından görüyorum. Kaleye çıkıp yakından görmek için ileri bir tarihe bırakıyorum. Buralara bir daha gelip görmek için bir neden olması gerek.

Toprakkale

Kale ilkçağlarda Çukurova’yı Suriye’ye bağlayan  Amanos / Demirkapı geçidini kontrol altında tutmak amacıyla inşa edilmiştir. Ceyhan Osmaniye Dörtyol ayrımına ve güneyindeki geçide hakim 75 metre yüksekliğindeki bir kayalığın ve buna eklenen yığma bir tepenin üzerindedir.

Girişin batı yönündeki kayalığın üzerinde bulunması önceleri bu kayalık alanda sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Doğu ve kuzey yönlerinin toprak dolgu olması ise, bu kısımların daha sonraki dönemlerde inşa edilmiş olduğunu ve kalenin bu yığma tepeden almış olabileceğini akla getirmektedir.

Kalenin ilk konumlandığı batı yakasındaki kayalıkta daha önceki dönemlere ait yerleşme izleri bulunmuyor ise, kaleyi MÖ 2000’li yıllara Hitit dönemine ait olarak görebiliriz. Bu durumda inşa gerekçesi güneyden gelecek Asur akınları olmalıdır.

Kalenin etrafında savunma hendeği bulunmamaktadır. Güney ve güneydoğu yönünde ikinci bir surla tahkim edilmiştir. Surlar ve 14 adet burç, bazalt taşından örülmüştür. Batı yakasındaki düzlükteki yerleşme (Kınık kasabası) ile kale arasında inşa edilmiş merdivenli bir geçidin kalıntıları bulunmaktadır.  Kale içerisinde cephanelik, ambar, sarnıç, tuvalet, hamam ve şapel kalıntıları mevcuttur.

Kaynak: http://www.hayat-hikayeleri.com/haber_oku.asp?haber=461

Yamaçları ağaç kaplı kale tepesi.

Alabildiğine uzanan tarlalar ve tepelerin üzerine toplu konut inşaatları ufukta siluet olarak görünüyor.

Erzin yol kavşağına geldim. Erzin ilçesi sol tarafta kalıyor ve bu kavşakta tren istasyonu var. Aynı zamanda antik İssos kentine giden yol tabelası da ilgimi çekti. Antik kent tabelası nedeni ile durup haritadan yerini görünce bir ziyaret edeyim dedim.

Erzin tren istasyonunu gösterir TCDD mavi boyalı tabelası, istasyon binası ve rayları ikiye ayıran makas. İstasyonda iki hat yapılmış. Aynı zamanda elektrikli tren için elektrik direkleri ve telleri çekilmiş durumda. Demek ki elektrikli tren çalışıyor bu hatta.

Antik kentte giden yol toprak. Karşıma çıkan ilk yapı su kemerleri gözüme çarpıyor.

Bazı yerlerde yıkık olsa da  az bir kısmı ayakta duruyor. Su kemerleri 1–2 km. uzunluğunda, yüksekliği ise yer yer 7–8 m olan ve hâlâ ayakta kalmayı başaran su kemerleri bulunmaktadır. Bu su kanalları Akdeniz’e Cenevizli gemicilere Nur Dağlarının eteklerinden su iletme kapsamında yapılmıştır. Su kanalları başlangıç yeri ve bitiş yeri ev yapımı nedeni ile alınıp yok edilmiştir.

Su kemerlerinin devamı. Ayaklarının kimisi tahrip edilse de kesme blok taşlarla düzgün örülmüş.

Tarlalarda ürünler toplanıp sürülmüş bile. Yeni ekimlere hazır durumda. Tarlaların bazı yerlerinde beyaz taşlar gözüme ilişmekte.

Tarla sınırlarını belirleyen yerlerde beyaz mermer sütunlar var. Büyük bir olasılıkla sütunlar olduğu yerlerden taşınarak tarla temizlenip ekilmeye başlanmış.

Zeytin ağaçları dibinde sütun ayakları olduğu belli olan blok yuvarlak mermer parçaları öylece duruyor.

Uzaktan belli olmayan antik kenti sonunda buluyorum ve ilk kalıntıları görüyorum. Bisikletimi sehpasına kaldırıp park ederek gezintime başladım.

İssos antik kenti geniş bir alana yayılmış ve az bir kısmı toprak yüzeyinde. Sol tarafımda ki yapılara doğru gidiyorum.

İki tarla arasında sınırı sütun parçaları ile belirlemiş tarla sahipleri. Köylüler geçim derdinde olduğu için önemli olan toprağı ekip biçmek. O yüzden kalıntılar onlar için önemli değil. Önemli olan karın doyurmak. Sistem zaten köylülerin sadece ırgat gibi çalışıp zar zor geçimini sağlamak. Yoksa okul, tarih, sanat, tiyatro yada burada Pers orduları ile Makedon orduları arasında M.Ö. 333 yılında yapılan İssos savaşı umurlarında değil. Kanla sulanmış savaş alanında bereketli ürünler almaya çabalamakta.

Dikkatimi çeken sütun parçalarından bazıları kırmızı mermerden olması.

Tarla sınırındaki taşların bazıları siyah tüf, süngerimsi taşlar da daha da ilginç!

Toprak üstünde kalan yapılardan birisinin içindeyim. 1.5 metre genişliğinde, 2.5 metre yüksekliğinde taştan örülü koridor. Koridorun taş duvarının dibinde plastik bir meyve kasası. Kasanın üstünde de bir parça karton. Belli ki birileri oturmak için kullanmış. Sırtını da duvara yaslamış anlaşılan. Belki de kazı ekibinden birisi oturmuştur güneşin sıcağından korunmak için. Akdeniz’in nemli ve bunaltıcı sıcağı küçük bir taş koridorda taşların serinliği doğal bir klima etkisi ile serinlenebilir.

Toprağın üzerinde kalan yapının dibinde kazı çalışmaları yapılmakta ve yeni yapılar bulunmuş.

Şimdiye kadar yapılan kazıdan anlaşılan büyük bir uygarlık yaşanmış. Kalıntılar bunu gösteriyor. Ama burası yani İssos yada İssus hakkında pek bir bilgi yok. Sadece M.Ö. 333 yılında yapılan büyük savaş bilgilerine ulaşabildim. Pers kralı III. Darius ve Makedon kralı Büyük İskender orduları arasında yapılan savaş ve Makedon kralı Büyük İskender’in savaşı kazanıp imparatorluğunu Hindistan’a kadar genişletmesi hakkında bilgi var.

Yapılan kazıda odalardan oluşmuş bir alan ve bir metre yüksekliğinde taş duvarlar örülerek kare odalardan bir yapı.

Toprak üstünde kalan tonozlu yapılar epey yıpranmış. Toprakla örtül kalan yapı ise dokusunu bozmamış.

Kazısı tamamlanmış odaların resmini daha yakından çekiyorum.

Yapıların arasında sütunlar da dik olarak, sadece 1.5 metre kısmı ayakta kalmış.

Toprak yüzeyinde bir kısmı kazılmış bir kısmı hala toprak içinde sütun kirişi olduğu belli olan ince taş olma işçiliği örneği karşımda duruyor.

Sütun ayağı dibi işlenmiş desenler ve daha ilginç olanı ön kısmı olduğu anlaşılan 60 santim civarı sütun dibi ile birlikte işlenmiş bir parça. Yatay duran parça kıyıları yuvarlak çember biçiminde ortasına doğru incelerek işlenmiş. İlk defa böyle bir sütun taş işlemesi görüyorum. Sütunun altında temel taşı ise ayrı işlenip yontulmuş.

Daha kalın ve yuvarlak bir sütün ve yanındaki duvarlar sonradan yapıldığı anlaşılıyor. Bu yapılar toprak 1.5 – 2 metre civarı kazılarak ortaya çıkmış. Kazı çalışmaları hala devam ediyor. Bir çok yer toprakla örtülü durumda.

Henüz bir kısmı kazılmış çeyrek yuvarlağı görünen, diğer kısmı toprak altında. Anladığım kadarı ile kent meclisinin toplandığı yer. Yarım yuvarlak oturma yerlerinden anlaşılıyor. Yukarıda girişi olan bir geçit görünüyor.

Kazısı bittiğinde muhteşem bir kent ortaya çıkacağı kesin. 1.5 metre kazılmış toprak ve ortaya çıkan yarım yuvarlak oturma yerleri.

Yapının giriş kapısı üstü kemerli bir koridor. Uzun dikdörtgen taş bloklarla örülmüş iç duvar yapısı.

Sol taraftaki yapıları gezip resimlerini çektikten sonra diğer tarafa giderken bisikletim KUZ üzerindeki tripoddan otomatik 10 saniye ayarlayıp kendimi çekiyorum tarlanın ortasında. Aramda antik kentin toprak üstünde ayakta kalan yapıların kalıntıları. Etrafta ve antik kentte benden başka kimse yok. Tarlaların ortasında tek başınayım. Tişörtümde de İzmir yazısı nereden geldiğimi belli ediyor.

Şimdi de sağ taraftaki kalıntılara geldim. Burada da kazı çalışmaları yapılmakta. Henüz bazı yerler kazılmaya başlanmış ve kazılacak alan çok. Kazılar da öyle paldır küldür kazılmıyor. Dikkatli, yavaş ve bir o kadar önemle kazılmakta. Toprağın içindeki buluntulara zarar vermeden.

Burada ise bir amfi tiyatro var ve beyaz mermerleri düzgün. Üstlerde de kırık taş kütleleri gelişi güzel yayılmış.

Bir zamanlar gelişmiş bir uygarlığın yaşadığı bu kentte sanatçıların eserlerini sergiledikleri amfi tiyatronun merdivenlerine oturarak o zamanlarda oynanan oyunları düşündüm. Acaba nasıl seyrediliyordu ve kimler seyrediyordu oyunları. Şimdiki tiyatro salonlarının boş koltuklar gibi değildi sanırım. Halkın tek eğlencesi tiyatro seyretmekti ve koltukları boş olmadığını düşünüyorum. Bilgi çağında insanların oyalanabileceği bir çok araç var ve tiyatrolara kimse önem vermiyor ve salonlar boş.

Tiyatro merdivenlerinde elçek kendimi çekiyorum.

Beyaz mermer taş parçaları arasında siyah taş parçaları da burada gözüme ilişiyor.

Aynı siyah sütunlar da yerin 1.5 metre altında çukur biçiminde kazılmış yerde bir parçası görünüyor. Yanında da beyaz sütun altlığı.

Buraları belli bir döneme kadar yaşam sürmüş. Kazı zemininden epey yukarılarda 10 metrede duvar kalıntıları. Duvar kireçli harç yapılarak taşlarla örülmüş ama Roma dönemindeki gibi düzgün değil.

Duvar yüksekte olunca bir kısmı kazılmış amfi tiyatronun beyaz mermerleri olan yerin resmini çekiyorum.

Daha ileride ilk olarak gezdiğim yapılar var. Arada tarlalar ve tarlalar sürülmüş ekime hazır durumda. Daha ilerisinde yüksekçe yapılmış Ceyhan – İskenderun otobanı. Otoban antik kentin yanından geçiyor.

Resimleri çektikten sonra tekrar aşağı indim. Siyah, sünger gibi delikleri olan taşın üstünde kazıda çıkan kiremit ve benzeri buluntular serilmiş. Anlaşılan bunların değeri yok. O yüzden kimse alıp götürmemiş.

Gezilecek yer kalmayınca yoluma devam etmek için bisikletimin yanına gelerek tarlaların içinden geçip yola çıktım. Toprak yol su kemerleri arasından geçiyor ve bisikletim KUZ kemerler ile güzel bir görüntüye ortak oldu. Mersinde bulduğum kartal tüyü de ayrı bir desen olmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Küçük bir çayın üzerinden geçiyorum, çayda su var ve akıp gidiyor Akdeniz’e doğru. Dere kenarında sazlıklar kendine özgü tül çiçeklerini açmış. Bu çiçekleri koparıp evlerin salonunda vazoya konup dekor oluşturmakta.

Tren istasyonuna geliyorum, burası ve etraf kömür karası tozu ile kaplı. Etrafı incelerken bana biri seslendi. Yanıma gelerek “Hele gel bir çayımı iç” deyip durdurdu. Kömür taşımacılığı yapan bu yerde şantiye binasına benzer bir yerde tahta bankta oturup tanışıyoruz. İsmi Hanifi Tuygar. Bana kendi demledikleri çaydan bardak bardak ikram ediyor. Tam da çay içme zamanı ve Hanifi Hızır gibi karşıma çıktı. Beni antik kente giderken görmüş ve nasıl olsa geri dönecek diyerek beklemeye başlamış. Oradan geçerken de seslendi. Kendisi de bisikletçi ve bisikletle biniyor. Bir bisikletçi başka bir bisikletçiyi kolaylıkla görüyor. Samimi ve misafirperverliği ile sohbet ederek çaylarımızı içiyoruz. Bana Dörtyol da İlk kurşun müzesini görmemi söyledi. Ayrıca içmem için bir kaç paket sahlep, sıcak çikolata veriyor. Çaylar içildi, sohbet bitmiyor bitmez de. Artık yolcu yolunda gerek diyerek izin istiyorum Hanifi den. Beraber elçek ile resim çekiliyorum. Arkamızda dev kamyonlar. Kendisine teşekkür ederek vedalaşıp yola çıkıyorum.

Hazır gelmişken Erzin’e şöyle bir çıkıp görmeli. Kısa sürede Erzin’e gelerek sembolü olan üç portakal heykelini döner kavşağın ortasında çekiyorum. Portakallar birbirine değmiş durumda ve yuvarlak, geniş bir kulenin üstünde geniş bir tepsinin içinde. Burasının Erzin olduğunu belirtir bir de tabela yazısı var.

Kısa bir ziyaretin ardından ana yola çıkıp Dörtyol’a geldim. Dörtyol bayağı büyük bir ilçe, nüfusundan belli 116.000.

Deliçay’ın üzerinden, köprüden geçiyorum. Dedikleri gibi aktığı zaman deli gibi akıp gidiyormuş önüne ne katarsa.

Yatağından belli Deliçay’ın nasıl aktığı.

Yol kıyısında yön tabelaları var. Bir tanesi büyük, mavi boyalı. Düz olarak İskenderun – Antakya yönünü gösteriyor. Sol tarafa ise çerçeve içinde yeşil boyalı yerde ise İskenderun – Antakya – Adana otobanını yönlendirmiş. Bu tabela yurt içini gösterir bildiğimiz tabela. Bu tabelanın önünde ise sarı boyalı zeminde siyah yazılmış Antakya – Halep tabelası var. İlk defa böyle bir tabela gördüm. Savaş olmasa gitmeli Suriye’nin şehirlerinden Halep tarafına, ne güzel olurdu.

Dörtyol kasabasının merkezine çıkıyorum. Burada da meydanda kocaman portakal heykeli var. Buradaki portakal heykeli Erzin deki gibi yapılmamış. Portakallar daha ayrı duruyor. Burada da üç portakal var. Dörtyol belediyesi yaptırmış, tabelasından belli. Portakallar meydanın ortasına uç kısmı 1 metrekare den başlayan, 5 metrelik bir duvar. Uçtan ortaya doğru çeyrek bir yay biçiminde yükseliyor. Böyle duvar 4 taneden oluşup ortada birleşiyorlar. Portakallar da demir bir boruya üstten tutturulmuş dalı ve yaprağınla beraber.

Hedefim İlkkurşun müzesi, sora sora yerini buldum. Artık tabela bana yönümü gösteriyor.

İyi bir düzenleme ile park haline getirilmiş çimenli bir tümsek üzerine Fransızlara karşı atılan ilk kurşun heykeli. Park çeşitli ağaçlarla süslenmiş, Akdeniz’in bunaltıcı sıcağında insanların gelip gezebileceği yeşil bir alan olmuş. Heykeller üç kişiyi temsil ediyor. Biri tüfeği doğrultmuş düşmana ilk kurşunu atarken, diğeri tüfeği sağ eline almış yürürken, üçüncüsü ile elinde bir bomba pimini çekmiş işgal kuvvetlerine atmaya hazır. Adana ve yöresinde ilk direniş hareketleri böylece başlamış halk kahramanları ile.

Başka bir meydan ve ortasında su fıskiyesi ve üç portakal heykeli. Etrafında da 17 tane direk, direklerde de tarihte Türklerin şimdiye kadar kurdukları devletleri temsil eden bayraklar dalgalanmakta. Etrafta geniş caddeler boş, pek araç yok. Görünüm olarak benim için çok iyi.

Müzeyi sonunda buluyorum. Girişte Dörtyol ilçesini havadan gösterir resmini çekiyorum ilk önce.

Sonrasında yan yana duran iki resimden ilkinin resmini çekiyorum. Resimde iki buçuk katlı bir bina, yarım yuvarlak kiremitli, bakımsız sarı boyalı bir bina. Yol tarafında cumba çıkıntısı, bahçeye bakan tarafta ise daha çok balkon tipi açık bir biçimde yapılmış. Bahçe duvarı yüksek taş bir duvar ile kapatılmış durumda. Bahçede de küçük taş bir bina görünüyor. Resmin altında da “Dünden” yazıyor.

Diğer resimde ise şimdiki hali, yani restore edilerek müzeye dönüşmüş. Aslına uygun, alt katı tamamen taş dekorlu kaplama. Bahçe duvarı ile aynı. Üst tarafı da sıvalı sarı renge boyanmış. Resmin altında da “Bugüne” yazısı yazılmış.

Şimdiki halini de gördüğüm kadarı ile sokaktan çekiyorum. Hem sokak tarafında cumbaya asılmış Türk bayrağı, hem de müze giriş kapısı tarafı bahçeye bakan yanda bir Türk bayrağı asılmış. Bahçe duvarlarının üstü kırmızı renkte yarım yuvarlak kiremitle yağmurdan duvar üstleri korunmuş. Bayrağın yanında da bahçeye bakan bir cumba var.

Müzeye girip bahçenin bir köşesine bisikletimi bırakıyorum.

Bahçe epey geniş, çimen kaplı, yürüme yerleri demiryollarından sökülen ağaç travers döşeli.

Müzeye giriş yapıyorum. Giriş ücretsiz. Karşıma ilk olarak işgalci Fransız kuvvetlerine karşı ilk kurşunu atan ve dağlara çekilip ulusal direnişi örgütleyip savaşan dört kahramanın heykelleri. Soldan sağa Mehmet Kara, Kara Mustafa, Selim Çavuş ve Kara Hasan Paşa. Her heykelin altında da pirinç levhaya basılmış isimleri ve yaptıkları yazıyor.

Mehmet Kara 1894 – 1968

Kara Mustafa (Mustafa Girgeç) 1901 – 1978

Selim Çavuş (Selim Ergeri) 1884 – 1973

Kara Hasan Paşa 1891 – 1936

Başka bir köşede Milli Mücadele savaşıp düşman işgalinden kurtaran üç kişinin heykeli. Çifte tabancalı müftü Ali Rıza Yılmaz, Hacı Emin Hoca, Mustafa Deliağa.

Milli Mücadele kahramanlarından sonra diğer yerlere bakmaya başladım. Müze olunca İlkkurşun dışında çeşitli eşyaların sergilendiği bir yer olmuş. Elle çevrilen eski bir dikiş makinası. Kısa bacaklı tahta bir masanın üzerinde sergilenmiş.

Kurtuluş savaşında kullanılmış mavzerler cam bölmede sergileniyor.

Başka bir camlı bölmede yine mavzerler.

Mavzerler.

Uzun bir kama, el bombası, su matarası, alüminyum bardak, Türk bayrak işlenmiş bir tepsi. Bunların yanında neden konduğunu anlayamadığım biri küçük metal diğeri büyük taş İngiliz top gülleleri.

Devamında küçük bir Türk bayrağı ve alakası olmayan ekin biçmeye yarayan ellikler. Sapları keçi boynuzundan yapılmış.

Basma gömlek, boyuna çizgili, kısa kollu. 1900 yıllarına ait.

Küçük bir odada ise Türkmen yürüklerin dokuduğu kilim yerde serili. Saman duvar yastıkları ve minder. İki tane iki duvarda. Kilim ve minderler aynı renk tonları ve desenleri. Ortada semaver, duvarda saz ve rahle üzerinde açık Kuranı Kerim. Şark odasın benzetilmiş.

Başka bir cam bölmede bir kılıç, kamalar ve tabancalar sergilenmiş.

Tabancaların yanında mavzer mermileri beşli ve kütüklükte beşli olarak sıralanmış ceplere.

Pencere boşluklarına konulmuş elle taşınan fener.

Bakır bir sürahi, kapağı işlemeli.

Bu da değişik yapılmış bir sürahi.

Kurtuluş savaşında kullanılmış manyetolu telefon. Sağ tarafında kolu var ve kolu çevirip elektrik üreterek çağrı gönderip haberleşmeyi sağlıyorlarmış eskiden.

Eski, manyetolu telefon.

Tahta bir masa üzerinde eski bir daktilo ve büyükçe bir işlemeli heybe.

Adana, Dörtyol, İskenderun bölgesini gösterir Osmanlı haritası. Yazılar Osmanlıca. Türkçe yazıda 1320 (1904) yılına ait Adana vilayeti Cebel sancağı haritası.

Kurtuluş savaşında gazilere verilmiş İstiklal madalyaları. Madalyalarda kime ait olduğu yazıyor pirinç levhalarda.

Bir de camlı çerçevelenmiş İstiklal madalyası vesikası madalya ile beraber duvara asılmış. Madalya sahibinin vesikalık resmi de var. 24 Şubat 1969 yılında madalya verilip, vesika daktilo ile yazılmış.

Pencerenin birine koyacak bir şey bulamamışlar. Bir kare bükülmüş demin ne işe yaradığını anlayamadım ve yanında da bir orak.

Başka bir pencerede manyetolu eski bir telefon konuşmuş.

Evde pencere çok ve konacak eşya az olunca hapishaneden zincirli bir pranga sergilenmiş.

Eskiden evlerde dinlediğimiz ilk transistörlü radyo. Aynısından bende var. Rahmetli kayınpederden kaldı vitrinimde duruyor.

Evin içinde yukarı kata çıkan tahta merdiven. Kimi basamak eski orijinal tahta kimisi de çürüyüp dağılan basamak yenilenerek onarılmış. Eski ve yeni basamakların rengi değişik. Tahtalar cilalanmış pırıl pırıl.

Merdivenlerden üçüncü, yani buçuk kata çıkıyorum. Gözüme ilk ilişen duvarda asılı gaz lambası. Lamba gazdan arındırılıp elektrikli ampul takılmış. Gövdeden çıkan iki kıvrık lama ile lambanın şişesinin üst dar kısmında ortası delik ters bir kapak tutturulmuş. Belli ki lambadan çıkan ışığı aşağıya yansıtmak için konulmuş. Altta da Gizli Toplantı Odası yazılmış. Geceleri gaz lambası ışığında gizli toplantılar yapılmış kurtuluş mücadelesinde.

Odada dikdörtgen masa, masa örtüsü ile örtülmüş. Masanın üzerinde Türkiye haritası. Üç kişi toplantı yapıyor. Heykellerden birisi de Mustafa Kemal Atatürk. Mustafa Kemal’in burada toplantıya katıldığını sanmıyorum ama heykellerle canlandırılmış gizli toplantı anını. Belki de katılmıştır.

Eski Dörtyol iki katlı binaları. Bitişik binaların kimisi balkonlu, kimisi cumbalı. Balkon ve cumbalar alttan destekli. Resmin altında Dörtyol Konağı yazıyor.

Başka bir odada köy hayatı ve köy odalarında bulunan eşyalar. Duvarda asılı elekler, yerde küçük bir kilim. Yer minderi Türkmen dokuma işlemeli kırmızı renkli. Karşıda duvar dibinde ocak, ocakta bakraç. Altında odunlar konulmuş ama yanmıyor. Dört tane uzun sırık sıralanmış yerde. Yanında iki bakraç. Kapının girişinde ağaçtan yapılmış alt tarafı geniş, üstte doğru daralan 1.20 santim boyunda, tahtalar üç tane çember ile birbirine tutturularak oluşturmuş ayran yapımında kullanılan döğme yayık ayran fıçısı.

Köylü kadın heykeli döğme yayık ayran döğerken. Yer sofrası, üstünde küçük bir bakraç, bir sürahi ve üç bakır kap. Hepsi de kalaylanmış bir güzel. Dört yer minderi ve bir yastık dekoru tamamlamış. Ocağın üstünde ki çıkıntıda iki tane kahve değirmeni. Böyle bir yerde yaşamak ne de güzel olurdu. Taze mayalanmış yoğurdu yayık ayran döğerek mis gibi tereyağı toplamak. Yayık ayranı kabına soğuk su dökersen tereyağı daha çabuk çıkar üst kısma. Arada tereyağlarını toplamak gerek sarımtırak renginde. Bir taraftan akşam yemeği bakracın içinde odun ateşinde kaynamakta. Odanın içerisi az duman kokusu sarmış ama rahatsız edici değil. Akşam olunca sofra başında bakır sahanlarda mis gibi kokan yemek insana acıktığını hissettirir. Yemeğin üstüne de kahve değirmeninde taze çekilen kahve bakır cezvede köz üzerinde ağır ağır pişecek. Odaya yayılan kahve kokusu muhabbeti artırması içten bile değil.

Bu gün tarlada işlenen işler, toplanan sebzeler pazarda satılması. Yaylada taze otla beslenen ineklerin akşam sağılarak sütü ocakta bakraçta kaynatılıp ılıdıktan sonra yoğurt mayalanarak uyutulması. Ertesi güne yayıkta düğülerek tereyağı çıkarılacak. Tereyağının müşterisi hazır, hem iyi para bırakıyor. Ama artan mazot fiyatları çiftçinin belini bükmekte. Buna bir türlü çare bulamıyor, bulunamıyor. Bilinen en güzel muhabbet kokusu odanın içinde içilen fincanda saklı. Tadı ayrı bir lezzet.

Eskiden mutfaklarda dolap yoktu 40 – 45 yıl önceleri. Duvara asılı dört tahtadan yapılmış çerçeve. Ön kısımlarında ikişer çıta çakılarak, tabaklar, çanakların yatık durmasını sağlıyor. Bakır kaplar ve tabaklar sıralanmış. Metal bardaklar da alt dar rafta. En alt raf diğer raflara oranla daha dar. Burada bardaklar, fincanlar sıralanır. Raflar güzel görünsün diye uçları iğne dantel işlemeli örtülerle süslenmiş.

Pencere boşluğunda bir gaz lambası. Lambanın şişesi yok. İki tane de ispirtolu fener. Yanında da kömürlü demir ütü. O zamanlarda köylerde elektrik olmadığı için ütünün içine köz konularak ütü yapılırmış. İspirto fenerleri de haznesine ispirto konularak haznenin yanında bulunan küçük pompa ile pompalanıp basınçla iğne deliğinden geçirilerek yanan alev cam tüpün içinde parıldayarak etrafı aydınlatıyor. Bunlar eskiden çok değerliydi ve alınması zordu. Alınınca da bu işi yapacak yetişkin kişiler anca yakabiliyormuş fenerleri. Hele camını bulmak hiç te kolay değil. Camı kırılırsa pek işe yaramaz.

Sonunda müze gezim bitti. İçeride sanki çok uzun zaman geçirmişim gibi. Geçmişe zaman yolculuğu yaptım. Bunu dışarı çıkınca hissettim. Müzenin geniş bahçesinden müze binasını komple çekiyorum resmini.

Müzenin bahçesinde yeşil çimenler üzerinde bronz heykeller dikilmiş. Heykeller Kurtuluş savaşındaki kahramanları betimlemiş. Adana yöresine has şalvar pantolon, gömlek giydirilmiş. Üzerinde çapraz asılmış mermi fişekliği.  Ayağında körüklü çizme. Başında takke, alın kısmına bağlanmış poşu. Anlamadığım topuklardan biraz yukarıdan betona gömülü ayaklar. Ayaklar beton içinde kalmış.

Yol; yolda bir antik kent. Bir de müze gezisi öğleni buldu. Hatta öğleni bile geçti. Acıkmışım farkında değilim. Zaman yolculuğu uzun sürdü. Müze bahçesinde büfeden öğle için bir şeyler yaptırıp karnımı doyuruyorum. Yemekten sonra menüde gördüğüm ismi değişik makiato ısmarladım. Kosova da hep içerim. Gelen ise beni şaşırttı! Uzun bir cam bardak, yanında sapı var, özel yapılmış porselen tabla. İki kaşık, biri uzun paslanmaz metal kaşık. Diğeri de çikolatadan yapılmış kaşık. Kaşık rengi de kahverengi, çikolata renginde. Bardağın içinde aşağıdan yukarıya doğru görebildiğim kadarı ile en dipte kırmızı çilek renginde bir katman. Onun üstünde büyük bir olasılıkla kahvenin kendisi kalın bir katman. Onun üstü ise daha kalın köpük tabakası ve en üstte köpüğe gezdirilmiş çikolata. Neyse artık olan oldu, tadını çıkarmalı şimdiye kadar içmediğim bu içeceğin.

Müzeden ayrılıp yola çıktım. Sol tarafımda Nur dağlarının batı kısmı, dağ girintili çıkıntılı yapısı ilginç oluşumlar oluşturmuş. Yamaçtaki taş ocağı ise çirkin bir görünüme bürümüş manzarayı.

Şimdiye kadar sadece adını duyduğum ama ilk olarak gelip gördüğüm İskenderun demir çelik fabrikasına geldim. İlk göze çarpan fabrika bacaları uzun yapısı ile dikkati çekiyor. Kimisi dumanı salıyor ortalığa, kimisi de dumansız. Fabrika bölgesinde hava değişti birden bire. Hafif genzi yakan duman her nefes alışta kendini hissettiriyor. Temiz bir hava yok ortamda ve fabrika gürültüsü sessizliği bozuyor.

İskenderun Demir Çelik fabrikası ;

Türkiye`nin güneyinde İskenderun körfezinde bulunmaktadır. Tesisler İskenderun ilçesinin 17 km. kuzeyinde Yakacık yöresinde sosyal tesisleri ile birlikte toplam 16.757.238 m2 alan üzerine kurulmuştur. İsdemir Türkiye`nin kuruluş tarihi itibari ile üçüncü, uzun mamul üretimi açısından ise en büyük entegre tesisidir. Kuruluş çalışmalarına 1966 yılında başlanan İsdemir 25 Mart 1967 Tarihinde Sovyetler Birliği ile yapılan Teknik ve Ekonomik İşbirliği anlaşması kapsamında Tiajpromexprot firmasına projeler yaptırılmış, aynı firma ile 10 Ekim 1969 tarihinde fabrika kuruluş anlaşması gerçekleştirilmiştir. 1, 1 milyon ton/yıl blum kapasitesinde kurulması planlanan tesisin temeli 3 Ekim 1970 tarihinde atılmıştır. İnşaat ve montaj faaliyetlerinin tamamlanmasını müteakiben üretim üniteleri 1975 yılından itibaren kademeli olarak işletmeye alınmıştır. 1, 1 milyon ton/yıl kapasiteli tesislerin yapım faaliyetleri sürdürülürken 2, 2 milyon ton/yıl kapasiteye tevsi çalışmalarına başlanmış ve 24 Aralık 1972 tarihinde Sovyetler Birliği ile ikinci dilim kredi anlaşması imzalanmıştır. Tevsiat sonunda tamamlanan tesisler 1984 yılından itibaren kademeli olarak devreye alınarak kapasite 2, 2 milyon ton/yıl çelik bluma çıkarılmıştır.

https://www.turkcebilgi.com/iskenderun_demir_ve_%C3%A7elik_a.%C5%9F.

İskenderun Demir Çelik fabrikası içinde bir çok fabrika var. Her baca bir fabrika demek. Büyük bir kompleks olunca ana giriş kapısı iki tane. Kapılardan birisinin önünden geçiyorum. Kapının ismi İsmail Akçakmak Kapısı.

Fabrikanın cüruflarından da çimento üretiliyor. Bunlardan birisi Adana çimento fabrikası. Dağın yamacına kurulmuş ve bacasından çıkan dumanlar çevreye yayılıyor.

Az bir yolum kaldı, fabrika sahası henüz bitmedi. Yolun sağında, ileride kocaman uzun bir baca. Bacanın dumanı tütüyor, demek ki çalışma var.

Halamın oğlu İskenderun demir çelik fabrikasında çalışıyor. Fabrikanın lojmanlarında oturuyor. Lojman kapısına gelince yengem beni arabası ile kapıda karşılıyor. Kimlik bilgilerimi verip içeri giriş yaparak arabayı takip etmeye başladım. Lojman alanı bir kasaba gibi, ama yolları geniş, binalar birbirinden uzak ve fabrika kurulduğunda dikilen ağaçlar kocaman olmuş. Fabrikanın çıkardığı gürültü ve zehirli gazlar burada yok. Bir süre gidiyoruz yeşillikler arasında. Lojmana gelip eve bisikletimi yerleştiriyorum. Ev tek katlı, ağaçların arasında yeşil çimenlerle kocaman bir parkın içindeyim sanki. Halam ve torunları ile buluşuyorum yılların hasretiyle.

Bu gün yaptığım yol 61 Kilometre civarında.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 17. 18. Gün

4 – 5 Haziran 2015 Perşembe Cuma

17. Gün

Antalya – Manavgat – Side

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

evet evet

doğrusu bilmiyorum

dalıp dalıp gidiyorum böyle

dalıp gidiyorum ve dalgınlığımda bir kent

bir duvar, bir de sen, duruşunda güz özellikleri

dostlar, bütün dostlar içerde.
Edip Cansever

 

Öne çıkmış olan görsel, Side antik kentindeki tapınağın dört sütun ve kirişine bir elimi dayamış gibi duruyorum.

IMG_0516

Geç yatmamıza rağmen erkenden kalkıp hazırlanıyoruz. Artık yola çıkma zamanı, yolcu yolunda gerek. Nefis bir kahvaltının ardından hazırlıklarımızı bitirip ev sahiplerinin yeni pişen böğürtlen reçelinden birer kavanoz alamamazlık edemezdik. Her zaman Anadolu geleneklerinden olan evde pişen bir şeyi yolluk olarak vermeleri adettendir ve geri çevrilmez. Dün Devrim’in aldığı fincan takımını yanımda yer olmadığından ve fincanlar kırılmasın diye kabul edemedim. Daha sonra İzmir’e gelecek olan birisi ile yollarsın demiştim. Ev halkı ile her şey için teşekkürlerimizi sunup vedalaşıyoruz. Şehrin kalabalık trafiğinde hızlıca Manavgat yoluna  çıktık. Manavgat yolu da pek tenha değildi doğrusu. Yaz tatiline az bir süre kalması ve havaların ısınması ile Akdeniz kıyıları dolmuş durumda. Kavşakta karşıya geçmek için beklerken Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0340

Yolun üç şeritli olması emniyet şeridinin olmaması anlamına geliyor. Henüz ülkemize bisikleti yerleştiremediğimizden sadece arabalar için yol yapmaları, diğer taşıtlar yok sayılarak korkunç trafiği canavara dönüştürmekteler. Bakmayın yolun boş göründüğüne okullar bir kapansın üç şeritli yol bile tıkanır yeri geldiğinde. Yolun kıyısından gidiyorum, Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0344

Epey yol gitmemize rağmen anca Antalya şehrinden çıkıyoruz. Antalya epey büyükmüş bunu anladım. Daha da büyüyeceği kesin. Çıkış tabelasını Ferdimen çekiyor.

IMG_0362

Düden çayında eski tarihi taş köprü sapasağlam ayakta. Sadece Araçlar geçmesin diye kapatılmış.

20150604_101736

Düden çayı ve taş köprü. Geçtiğimiz gün şelalelerinde idik. Şimdi ise denize kavuşmasına az bir süre kalmasına ramak kalmış akıp gidiyor sevgilisine. Solda yeni köprü, sağda eski taş köprü. Çay usulca akmakta.

20150604_101826

Antalya hava alanına sürekli, neredeyse dakikada bir uçak inmekte. Sezon başlamak üzere. Havadaki uçağı çekiyorum.

20150604_104147

Yol eski yol ve yolda tarihi kervansaray. Eskiden şimdiki gibi hızlı arabalar olmadığı için at mesafesi kadar yerlerde gecelemek için kervansaray yada han yapılmış. Taş bloklardan yapılmış binada bir giriş kapısı var, pencere yok.

20150604_105522

Akdeniz’in bunaltıcı sıcakları henüz başlamasa yine de hava sıcak. Soğuk birer soda ile biraz serinlemek gerek. Masa üzerinde iki tane yeşil cam soda şişesi.

IMG_0365

Yolumuz üzerinde Perge antik kentine uğramadan olmaz deyip ana yola yakın olduğu için sapıyoruz. Antik kent tel örgü ile çevrelenmiş. Yüksek taş bina görülüyor.

20150604_110009

Roma imparatorluğunun son dönemlerdeki ihtişamı yapılarda kullanılan taşlardan belli oluyor.

20150604_110100

Amfi tiyatroda çalışmalar var. İçeri girip bir kaç resim çekmek istiyoruz ama aldığımız olumsuz yanıt aşağıdaki resimdeki arabanın sahibi olabileceğini düşündüm birden bire. Tarihi eserlerin içine kadar arabasını Güneşten korumak için gölge ve serin yere park eden biri sadece resim çekmek isteyeni anlamasını bekleyemeyiz. Yeri gelince tarihi eserler zarar görmesin diye flaş patlatmazlar ama bu aracın sahibi kapalı tarihi dükkanı egzoz dumanına boğmaktan verdiği zararı düşünün. Bunları hazineden geçinen zavallılar olduğunu düşünüyorum. Kemerli bir dükkan içinde park etmiş araba.

20150604_110519

Dışarıdan görebildiğimiz kadarı ile resimler çekmeye devam ediyoruz. Yüksek kemerli kapı, yanları sütun gibi yapılmış.

20150604_110215

Burası da devasa stadyum, o zamanlarda henüz futbol topu icat edilmediğinden Gladyatör döğüşleri, araba yarışları ve kölelerin yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya getirip parçalatmaları. Akan kanın kendisinden olmadığı sürece bundan vahşi bir zevk almaları insanların hala neden birbiriyle savaştıklarının sonucu olsa gerek. İnsanlar gerçekten çok vahşi. Yemek için değil zevk için insan kanı dökmeyi spor olarak görmekteler. Seyirci yerleri yer yer yıkık, kimi yer sağlam görünüyor. Ortadaki düz alanı ot bürümüş.

20150604_110548

Oturma yerlerinin büyük çoğunluğu yıkılıp dağılmış.

20150604_110616

Perge

Antalya şehir merkezinin 17 km. doğusundaki, Aksu sınırları içinde yer alan Perge, sadece bölgenin değil, tüm Anadolu’nun en düzenli Roma dönemi kentlerinden biridir. Mimarisi yanında mermer heykeltıraşlığıyla da ünlüdür. 1946 yılından beri İstanbul Üniversitesince yürütülen kazılar sonucu şehir merkezinin önemli anıtsal yapıları gün ışığına çıkarılmış, ele geçen heykel buluntuları sayesinde Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma Dönemi heykel müzelerinden birisi olma özelliğini kazanmıştır.
Perge’nin kuruluş hikayesini tarihçiler Troia savaşlarının sonrası gibi gösterirler (i.Ö.1275). 1986 yılında bulunan bir Hitit tabletinde Perge’nin adının geçmesi buranın Troia savaşından önce kurulduğunu göstermektedir. Filolojik bilgiler de kentin İ.Ö. 3. binden beri iskan edildiğini gösterirken, bulunan bazı keramik, taş alet ve gömüler iskan tarihini şimdiye kadar bilinenden çok önceye, Erken Tunç Çağma kadar indirmektedir. Şehirde ilk yerleşim kuzeyde tepe düzlüğünde gerçekleşmiştir. Zamanla şehir tepenin güneyindeki düzlükte gelişip genişlemiştir. Bergama’da başlayıp Side’de sona eren antik yolun üzerinde yer alan Perge, coğrafi önemi ve gelişimini özellikle Aksu (Kestros) nehrine borçludur. Bugün ulaşıma uygun olmayan nehir, eski çağda toprağı verimli kılmasından başka, şehirde ulaşımı sağlaması bakımından da çok önemli bir rol oynamıştır. Havari Paulos ve arkadaşlarının Kıbrıs’taki Paphos limanından yelken açıp Perge’ye ulaştıkları bilinmektedir. Bunun da ancak Kestros aracılığıyla olabileceğinden şüphe yoktur. Şehrin nehirle olan bu bütünleşmesi sikkeler, kabartmalar ve akropolisin güney eteğinde bulunan anıtsal nymphaeumdaki nehir tanrısı (kestros) heykelinden de anlaşılmaktadır.
Şehrin tarihe geçmiş şahsiyetleri arasında, astronomi, geometri ve matematikte ünlü “Pergeli Apollonius” ön sırayı alır. Diğer ünlü Pergeli İ.S. 2.y.y.da yaşamış filozof Varus’tur. Perge’de birçok tanrı ve tanrıçanın tapım görmesine rağmen bunların içinde Artemis’in özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Kökü çok eski devirlere dayanan ve önceleri yerli dilde VVanessa-Preiia (Perge Kraliçesi) olarak geçen Artemis şehrin baş tanrıçasıydı. Şehirde Artemis Pergaia olarak anılan tanrıçanın kültü komşu şehir ve hatta deniz aşırı ülkelere yayılıp tapım görmüştür. Birçok antik yazarın sözünü ettiği büyüklük, güzellik ve inşa bakımından harika olan Artemis tapınağı, şehrin dışında yüksekçe bir tepe üzerinde bulunmaktaydı ki, yeri bugüne değin hala bulunamamıştır. Yapılan kazı ve araştırmalar Perge’nin genel olarak üç parlak dönemden geçtiğini göstermektedir. Birinci dönem İ.Ö. 3. ve 2. y.y. lardaki Helenistik devre ait bulunmakta, bu devir kısmen ayakta kalan muhteşem sur ve kulelerle temsil edilmektedir. İkinci dönem, Roma İmparatorluk devrine (İ.S. 2.-3.y.y.) rastlamakta, bunu da bugün birçoğu ayakta duran anıtsal yapılar (tiyatro, stadyum, hamamlar, anıtsal çeşmeler ve agora) açığa vurmaktadır. Son refah dönemi ise Hıristiyanlık dönemi yani İ.S. 5. ve 6.y.y. lara rastlamaktadır ki, bu dönem şehir kilise teşkilatı içinde bir metropolitlik merkezi olmuş ve birçok kilise inşa edilmiştir.
İ.Ö. 333’de Büyük İskender’in bölgeyi zaptı sırasında Pergelilerin hiç direnme göstermeden İskender kuvvetlerini konuk etmeleri şehri koruyan surların olmamasına bağlanır.
Bugün şehrin en anıtsal yapıları olan ve şehri sembolü haline gelmiş iki yuvarlak planlı kule ve sur duvarları İskender’in zaptından sonra yapılmışlardır. Günümüzde gezilebilen kalıntılar çoğunlukla Roma dönemine aittir. Perge şehir planının ana hatlarını biri kuzey- güney, diğeri doğu-batı doğrultusunda iki ana cadde oluşturur. Şehrin belkemiği olan sütunlu cadde Helenistik kapıdan başlayıp akropolisin eteğindeki anıtsal nymphaeumda (çeşme) son bulur. Yaklaşık 300 metre uzunluğundaki caddenin ortasında iki metre genişliğinde bölmeli bir su kanalı, her iki yanında ise mozaikli portikolar ve dükkanlar yer alır. Kuzeydeki nymphaeumdan beslenen kanal sıcak yaz günlerinde caddenin ve dükkanların hayat kaynağı olmalıydı. Caddelerin kesiştiği şehir merkezinde ise Apollonius Demetrius takı bulunur. Günümüz yerleşiminde şehre giden yol üzerinde ilk karşılaşılan yapı, Yunan-Roma tipinde inşa edilmiş anıtsal tiyatro binasıdır. Yaklaşık 12 bin kişi kapasitesindeki İ.S. 2.y.y.a tarihlenen yapı sahne binasının zengin mermer dekorasyonu ile ünlüdür. Prof. Dr. Jale İNAN ve ekibi tarafından 1985-1993 yılları arasında kazılmış olan tiyatronun heykel buluntuları Antalya Müzesinin “Perge Tiyatrosu Salonunda” sergilenmektedir. Tiyatronun kuzeyinde Anadolu’nun en iyi koruna gelmiş stadyumlarından biri yer alır. Agora, değişik planlı mekanlarıyla şehrin diğer bir sosya merkezi hamamlar ve palaestra görülebilecek diğer yapılardır. Gerek mimari, gerekse heykel buluntularının mükemmelliği Perge’nin heykeltıraşlık konusunda kendine özgü çizgilere sahip ekol kent olduğunu vurgular.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/perge-orenyeri

Yıkıntılı tarihi yapıyı çekiyorum.

20150604_110931

Antik kenti çabuk bitiriyoruz, yolcu yolunda gerek. Akdeniz’e paralel uzanan Toros dağları tüm bereketini küçük çaylar ile fazla geniş olmayan tarım arazilerine bıraktıktan sonra denize kavuşmaktalar. Bu çayın adı köprü başına yazılmış. Adı; Tehnelli.

20150604_113142

Başka bir çayın köprüsünde ise Aksu çayı olduğunu belirtmiş.

20150604_114111

Zeytin ağacı tarih boyunca insanlara en faydalı ürünü sunmakta. Zeytin ağacı el üstünde tutulmalı bence. Büyükçe bir kol ve eli yukarı doğru açılmış, üzerinde zeytin ağacı olan heykel.

20150604_123851

Serik kasabasına geldik bile, ana yol düz olunca çabuk yol alıyoruz. Karnımız da acıktı, pistonlara güç gerek değil mi? Tabelada; Serik, Nüfus: 118000. Epey kalabalık bir kasaba.

20150604_130547

Serik te karnımızı doyurduk bir güzel. Görebildiğimiz kadarı ile belediyenin yaptırdığı güzellik çalışmalarından suyun aktığı kademeli bir park. Geri kalanlar sadece binalarla dolmuş durumda. Türk bayrağı direğe çekilmiş, altında Atatürk heykeli kaide üzerinde. Heykelin altında suların aktığı kademeli şelale. Kenarlarda düzenli ağaç dikilmiş.

20150604_132628

Fazla oyalanmadan yola çıktık. Yakında olan tarihi antik kent olan Aspendos’a saptık. Hep duymuşumdur Aspendos antik kentini. Tiyatrosunda konserler verilmekte ünlü sanatçılar tarafından. Merak içindeyim çünkü henüz görmediğim yer en güzel yerdir benim için. Zaten Nazım öyle dememiş miydi şiirinde;

En güzel deniz :
                        henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk :
                         henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
                                 henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
                         henüz söylememiş olduğum sözdür.

Aspendos kenti bir tepenin üzerinde kurulmuş.

20150604_153232

Aspendos antik kentin dış mahallelerinden giriş yapıyoruz. Yol kıyısına dikilmiş servi ağaçları ardında antik kentin kalıntıları. Bisikletim KUZ ve kıytırık park halinde.

20150604_154448

Aspendos tiyatrosunun ön kısmı geniş bir arazi ve otopark. Geniş olmasının nedeni buraya çok arabanın gelmesi. O kadar arabayı nereye park edeceksin. Turistleri gezdirmek için bir deve ve eşek müşterilerini bekliyor. Tabi ki bedava değil, çaktırmadan resim çektim. Bakarsın resim çekmekten bile para isteyebilirler. Belli mi olur, turistleri her zaman yolunacak kaz olarak gördükleri sürece dikkat etmek gerek. Hafta içi olması ve yanlış politikalar sonucu turistlerin ülkemize gelmemesi sonucu ne araba var ne de gezecek turist. Park yeri bomboş, deve ile eşek işsiz öylece durmaktalar. Eşek ayakta, deve çökmüş ve bir araba park etmiş.

20150604_154754

Yakın zamanda yeni onarım geçirmiş olan Tiyatronun girişi, sahne arkası devasa boyutu ile burada önemli tiyatro eserlerinin oynandığını gösteriyor. Müze kartımın süresi Nisan ayında bittiği için yeni müze kart çıkarıyorum gişeden. Kartı yılda ya bir yada iki kez kullanıyorum. Ama kullanmasam da hep alırım müzelere katkım olsun diye. Tiyatro binası yeni onarıldığı beyaz harçlardan belli. Bina beş katlı görünüyor, Önde giriş kapısı ve bir çok pencere var her katta. Ziyaretçiler binanın sağındaki kapıdan içeri giriyor.

20150604_155311_HDR

Yeni kartım ile içeriye giriş yapıyorum. Kemerli taş tünelin sonu aydınlık olduğu için biraz parlak görünümünde. Geçit tünel gibi uzun bir dehliz.

20150604_155428_HDR

Tünelin ucundan Tiyatronun sahnesine adım atarak gezintime başladım.

20150604_155450

Gayet sağlam ve düzgünce onarılmış taş bloklar epey yüksek, üzeri camlı panelle kapatılmış.

20150604_155535

Tiyatronun seyirci kısmı kimi yerler yeni mermer ile onarıldığı için açık renk görünümünde. Uzaktan bakınca lekeli görünüyor. Üstte kemerli sundurma tiyatronun etrafına yapılmış. Dikdörtgen kapı içinden çekiyorum dışarısını.

20150604_155551

Tiyatro yamaca yarım daire şeklinde yapılmış. Sağ tarafta bitim yeri büyük bina ile sonlanmış. Epey kalın bir sütun görünüyor.

20150604_155602

Aynı sütun sol tarafta da var.

20150604_155607

Ben zemindeyim , Ferdimen yukarılarda oturmuş resim çekerken ben de onu çekiyorum.

20150604_155638

Burası seyircilerin oturma yeri. Rahat oturulsun diye ayak kısmı içeriye doğru oyulmuş. Düz olsa saatlerce rahat oturamazsın, ayaklar hareket etmeli. Ta o zamanlarda düşünmüşler yaptıran ve yapanlar.

20150604_155712

Tiyatronun üst kısımlarına çıkarak her açıdan yapılan eserleri hem hayranlıkla bakıyorum hem de resmini çekerek digital hafızaya kaydediyorum. Sol tarafımdaki oturma yerleri ve taş binayı çekiyorum.

20150604_155811

En üstteki yüksek kemerli sundurmayı yandan çekiyorum, Sundurmanın ayakları yay biçiminde ardı sıra estetik şekil oluşturmuş.

20150604_155914

Aspendos Tiyatrosunun öyküsü

Aspendos kralının bir zamanlar herkesin evlenmek istediği çok güzel bir kızı vardır. Kral kızını kime vereceğini bilemediği için halka, “Kim halkımız, kentimiz için en yararlı şeyi yaparsa kızımı ona vereceğim” diye duyurur. Bunun üzerine iki ikiz kardeş iki büyük yapı yaparlar. Biri kente çok uzaklardan, karmaşık yolları birçok zorluğu geçerek, su getiren su kemerleri; öteki ortasında yere metal para atıldığında üst sıralardan bile sesinin duyulduğu dünyanın akustik olarak en iyi tiyatrosudur. Kral su kemerlerini gördükten sonra kızını su kemerlerini yapana vermek ister. Bunun üzerine tiyatronun mimarı Zenon krala bir oyun oynar. Kral tiyatronun üst sıralarında gezerken bir fısıltı duyar: “Kral kızını bana vermeli.” Akustiğe hayran kalan kral kızını büyük bir kılıçla ikiye ayırır ve kardeşlere verir.

Tiyatronun en üstünden sahneyi binası ile çekiyorum.

20150604_155924

Kemerli sundurmanın içi, kemerler ve ayakları sırayla yay biçiminde ardışık olarak sağa doğru sıralanmış düzgün olarak.

20150604_155933

Tek bir kemerin içinden tiyatro binası.

20150604_155938

Aşağıdan yukarıya doğru çıkan Ferdimeni çekiyorum merdivenlerde.

20150604_155957

Onarımda kullanılan mermer o kadar açık renkte ki eskisi ile uyuşmazlık içinde. Sanki mutfak mermerinden yapılmış gibi. Onarımı yaptıran sanattan yoksun, yapan zaten sanatkar değil. Makine ile kesilip araya sıkıştırılmış. Bunu yakından bakınca iyice anlıyorum. Hani derler ya zevksiz kokonaların giyimleri gibi alacalı bulacalı. Onarımı yaptıran Müze’nin açıklamalarına göre orijinal mermerler ve taşların analizleri yapılarak aynısını kullandıklarını belirtmişler. Zamanla renkleri uyuşacakmış, bakalım, görelim zaman ne gösterecek.

20150604_160030

Tiyatronun en üst kemerli koridorda da onarım yapılmış. Buradaki mermer değil, krem renginde doğal taş. İyi ki mutfak mermerinden yapılmamış. En üstte oturmuş olarak Ferdimen beni kemerli yapı ile çekiyor.

20150604_160042

Her ne kadar renk uyumu olmasa da yıkık ve tahrip olanları orijinal biçimde onarılıp güzel bir hale gelmiş tiyatro. Zaten şimdiye kadar çoğu kısmı korunmuş durumda günümüze kadar gelebilmiş. Oturma yerlerinin sol tarafının bittiği yer. Burada geniş ve yüksek kemerli koridor girişi alt kısma açılıyor.

20150604_160410

Yapılan taş işçiliği hem zenginliği hem gücü hem de usta sanatkarlığın ince işçiliğini bizlere anlatıyor. Şimdilerde yetişen ustalar sadece kalıp çakıp beton dökerek kendilerini çağa uydurup körelmişler. Sanat, ince işçilik yok. Bir de işin gerçeği isteyen de yok. Kapitalizmin yıkıcı gücü burada başarıya ulaşmış oluyor. Resimde, heykeltıraşlıkta, müzikte, bilimde ne kadar az eser ortaya çıkarsa o kadar geri kalmışız demektir. Geri kalmakla yontma taş devri öncesine kadar gerileşmişiz. Her ne kadar bilgi çağında olsak ta toplum olarak ilkel kabile düzeninde yaşıyoruz. Biraz da şimdiki siyasetçilerin din politikaları ülkemizi bu durumlara getirdi. Böyle toplumları yönetmek daha kolaydır. Sanat yok, bilim yok, yenilik yok, müzik yok. Bunlar olmayınca düşünce de yok ve olamaz. Toplumun yerine siyasetçiler düşünür sadece…. İki tane oyulmuş resim, soldaki çiçek deseni, sağda kadın yüzü resmedilmiş. Kenarları da oyularak süslenmiş.

20150604_160449

Ayakta kalmış ve onarılmış tiyatro tüm görkemi ile beni büyüledi adeta. Hep görmek istemişimdir adını duydukça. Şimdi ise doyasıya her tarafını içime sindire sindire gördüm, oturup seyrettim, geçmişi yaşadım tüm yaşananlarla. Tiyatro antik kentte sadece büyükçe bir yapı. Kentin diğer yağılarını görmeye gidiyoruz. Burada tiyatrodaki gibi herhangi bir onarım yapılmadığı için ayakta pek yapı kalmamış. Arkada Toros sıra dağları görünüyor.

20150604_160810

Tiyatronun büyüleyici etkisinde kurtulup dışarı çıkarak kentin diğer kalıntılarını şöyle bir kolaçan ediyoruz kısa zamanda. Duvarları yüksek kalmış bir bina görünüyor.

20150604_160842_HDR

Binanın yanına gelince ne kadar yüksek olduğunu görüyorum. Herhalde kralın sarayı olmalı.

20150604_161219

Sadece yüksek duvar olarak kalmış yapıyı yandan çekiyorum.

20150604_161236

Diğer binaların duvarları yıpranmış ve yıkık.

20150604_161251

Burada dört duvarı neredeyse sağlam kalmış binanın Biri ortada yüksek ve geniş kemerli kapı. Yanlarında daha küçük kemerli kapı. Binanın çatısı yok.

20150604_161438

Burada yaşam olduğu zamanlarda epey görkemli bir kent olduğu kemerli taş yapılardan belli. Ferdimen bir sokakta, yıkıntı taşlar üstünde yürüyor. Sağdaki binanın duvarında sıralı kemerli kapılar görünüyor. Soldaki yapının duvarı düz.

20150604_161500

Kale surları gibi yıkılmış bir yapı.

20150604_161529

Aspendos veya Belkıs Antalya ili Serik ilçesinde bulunan Belkıs köyünde yer alan antik tiyatrosuyla meşhur bir antik kenttir.

Antalya – Alanya karayolunun 44. km. sinden kuzeye  dönen yolun 2. km. sinde yer alan Aspendos, sadece  Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunan Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür. Şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon) yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur. İ.Ö. 5. YY  da basılmış  sikkelerinde adı Estvediys olarak geçer. Anadolu kökenli  bu ad, şehrin çok eskilerden beri yerleşim gördüğünün  kanıtıdır. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini  yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli  topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla  tiyatro ve su yolları ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır.
İsa dan Önceki YY da Pers egemenliğini yansıtan sayfalar ilginçtir. Tarihçiler şehrin yakınlarında akan nehrin kenarında İ.Ö. 467 yılında Yunanlılarla Persler arasında geçen, Eurymedon savaşı adıyla anılan savaşta Yunan tarafının kazandığından bahseder. Aspendos, Büyük İskender’e hileli yollarla direnme göstermeye çalışsa da sonuçta teslim olup, şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu kabul etmişlerdir.

İskender’in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişi alabilmekteydi, imparator Marcus Aurelius devrinde (İ S 161-180) Theodoros’un oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki yanında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü, yaklaşık 1 km. uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Şehrin suyu tepede yer yer görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırken, İ S 2. ve 3.YY da tüm yapılarla beraber su yolu sistemi geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmıştır. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır.
Böylesine ufak bir ölçekte bir kentin Akdeniz dünyasının en geçerli parasını basması ve anıtsal yapılarla donanması ekonomisindeki rahatlıkla açıklanabilir. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü bugün kurutulup pamuk tarımında kullanılan, yakınlarındaki Kapria gölünden elde edilen tuzdur. Diğer ihraç ürünleriyle beraber ulaşıma elverişli nehir aracılığıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderilen tuz, şehrin en önemli gelir kaynağıydı. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleriydi. Tarihçiler Aspendos’ta yetiştirilen atların tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır hediyelik eşyası olduğu kaydedilmektedir.
Aspendos Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlanır. Ulu Önder Atatürk 1930 yılında burayı ziyaret etmiş, “onarılıp yeniden kullanılması” için direktifler vermiştir.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/aspendos-orenyeri

İki katlı ve kemerli bir yapının ön duvarı ayakta kalmış, diğer duvarları yok.

20150604_161642

Antik kent epey geni bir alana yayılmış, ayrılmadan önce kale surları olduğu belli olan duvarları çekiyorum.

20150604_161650

Antik kent gezisini bitirip akan çay ile birlikte aşağı, ana yola kendimizi salıyoruz. İçimizde tarih yükü ile birlikte. Tabelada yazdığına göre çayın adı; Köprüpazar çayı.

20150604_164727

Köprü çayı köprüsünde beni dengesiz irfan arıyor. Şu anda Manavgat ta Mustafa Sayan’ın yanında. Kendisi turda olduğundan Salda gölünde karşılaşmıştık. Bizden ayrıldıktan sonra dostumuz Mustafa Sayan’ın bulunduğu Manavgat ta turunu bitirdiğini bana söyledi. Şimdi ise otobüste olduğunu İzmir’e doğru gittiğini söylüyor. Bana nerede olduğumuzu sordu ayrıca. Ben de Aspendos tan yeni ayrılıp ana yola çıktığımızı söyledim. Dengesiz İrfan’a iyi yolculuklar dileklerimi iletip telefonu kapattım. Köprüden akan çayı çekiyorum.

20150604_164730

Ana yola çıkıp bir süre ilerledikten sonra yanımdan geçen arabadan birisi tüm gücüyle bağırarak yanımdan geçti. Tam ne oluyor demeden sesi tanıdım. Bizim sorumsuz, dengesiz İrfan’dı bağıran. Az ilerde durdular, yanlarına gelince hasretle sarıldık İrfan ve Mustafa ile. Dengesiz irfan benimle oyun oynamış nerede olduğumuzu öğrenmek için. Bu akşam Perşembe akşamı bisikletçileri etkinliği var. Manavgat ta Perşembe akşamı bisikletçiler grubunu kurup başlatan Mustafa Sayan. Etkinliğe geç kalmamak için bizi araba ile almaya gelmişler. Bagajlarda ki çantaları indirip bisikletleri bisiklet taşıyıcısına yüklemeye başladık zaman geçirmeden. Ferdimen bizi bisikletleri arabaya yüklerken çekiyor.

IMG_0403

Yükleme işi bittikten sonra yola çıktık. Bizim dengesiz İrfan da bizim resimlerimizi çektiydi. Resimleri facebook’a yüklemeye başladı bile. Önde oturan İrfan’ı telefonunla uğraşırken çekiyorum.

20150604_171451_HDR

Araba olunca kilometreler hızla bitiyor. Kısa sürede Mustafa Sayan’ın evine gelip bisikletleri ve eşyaları indirip bahçeye bıraktık. Evin hanımı Ayşegül bizlere nefis ev yemekleri hazırlamış. Hemen yemeğe oturup afiyetle yedik. Bu gün sanki zaman hızla akıp gidiyor. Perşembe akşamı bisikletçileri turu için zaman hızla gelmekte. Bisikletler bagajsız olunca bir hafifledi ki sormayın gitsin. Bisikletlerle sokağa çıkıp hep birlikte bir resim çekildik. Mustafa’nın tatlı annesi de bizimle kareye giriyor. Resimde 7 kişi varız.

20150604_190334

Mustafa Ayşegül ile tandem bisikletle bizlere rehberlik ederek Manavgat çayı kıyısından trafiğe kapalı bisiklet yolundan şehrin merkezine kadar götürdü. Beş bisikletçi resim çekiliyoruz. Solda Ferdimen, İrfan, ben Mustafa ve Ayşegül.

20150604_192026_HDR

Her Perşembe Manavgat ilçesinin Cumhuriyet meydanında toplanan Perşembe akşamı bisikletçileri ile buluştuk. Biraz erken geldik galiba. Oradakilerle tanıştık, yeni gelenlerle birlikte kalabalık oluşmaya başladı. Henüz hava aydınlık, en uzun günlerdeyiz. Havuzdaki fıskiye gürül gürül yükseklere çıkıp köpürerek çağlamakta. Pembe ışık pek belli olmuyor. Sadece suyun dibinde biraz görünüyor. Karanlık basınca kendini suyun içinde belli edeceği kesin. Solda duvarın üstünde Türk bayrakları direklerde. Önünde Atatürk heykeli.

20150604_192759

PAB Manavgat etkinliğine yeni formam PAB Kayseri ile atılmam anlamlı oldu bu akşam. PAB ta İzmir de kuruldu, oradan geliyorum. Yaşasın Perşembe Akşamı Bisikletçileri kardeşliği. Ferdimene poz veriyorum, arkamda Mustafa ve İrfan kendi halinde.

20150604_193238

Her şehirde olduğu gibi Manavgat tada saat 20:00 de tura başlanıyor. Katılımcılar ile birlikte bir resim çekiliyoruz heykelin önünde.

20150604_200723

Önceden belirli olan şehir içi bisiklet turunu insanların hala alışamamış bisikletçilere garip bakışları devam ediyor burada da. Ne yaparsın yavaş yavaş görerek alışacaklar ve bir gün bize katılacaklar. Bu kaçınılmaz, çağ bunu gerektiriyor. Bir gün herkes bisiklete binecek. Döne dolaşa Manavgat çayının kıyısında hem kitapevi hem de kafe olarak hizmet veren bir yere oturduk. Telefonlar akıllı olunca ilk önce çekilen resimler sosyal medyada paylaşılıyor. Tabi bu arada duvarda neler paylaşılmış diye şöyle bir göz de atılmadan edilmiyor. Çaylar gelesiye kadar muhabbet olmuyor. Bunu gören Ferdimen de bizi sanal dünyaya dalmış olarak resmimizi çekiyor fotoğraf makinasıyla. Çaylar gelince tatlı sohbet başlıyor. Ben ve İrfan cep telefonuna bakarken.

IMG_0421

Manavgat çayından bir parça aldığı su ile yapay bir gölet oluşturulmuş Titreyen göl. Çevre düzenlemesi gayet güzel yapılarak insanların yürüyerek gezebileceği güzel bir gezinti yerine dönüşmüş. Aslında gölet durgun değil, çaydan gelen su ile sürekli su akıntısı oluştuğundan resimde gördüğünüz gibi su titriyor. Böyle olunca titreyen göl adını almış. Kıyıdaki okaliptüs ağaçları göle yansımış olarak çekiyorum.

20150604_203137

Perşembe Akşamı Bisikletçileri turu Titreyen gölde bitiyor. Burada bir kaç resim çekiyorum bisikletçileri.

20150604_203153

Değişik açılardan değişik varyasyonlar ile resim çekmeye çalışan Ferdimen’i çekiyorum göletin kenarında. Ferdimen kıyıda çömelmiş halde.

20150604_203200

Uzun süredir yollarda olan Ferdi namı diğer Ferdimen memleketini özlemiş sanki. Gözleri uzaklara dalmış titreyen gölün titreyen sularında. Ferdimen bankta oturmuş.

20150604_203327_Pano

Dengesizi de çekmeden olmaz, o da uzun süredir yollarda, evini özlemiş. Salda gölünde karşılaşmıştık. şimdi ise Titreye göl sanki herkese memleket hasreti, ev özlemi duygusunu veriyor.

20150604_203504

Titreyen gölde titreşen suyun yarattığı frekanslar beyin dalgalarını etkileyerek uzaklara dalmaya neden oluyor. Titreyen sulardan gelen frekans nöronları farklı titreterek yarattığı zayıf elektrik akımları ile düşüncelerin boyutunu binlerce kilometre uzaklara kadar gitmemizi sağlıyor. Bu etkileşim insanın yüzünde belirtisini görmemek imkansız gibi. Bir anlık dalma bile düşüncenin boyutunun ne kadar geniş ve büyük olduğunun açıkça göstergesi. Göl titremeseydi tüm bunların olması düşünülemez bile. Düşünen Ferdimen ve ağaçların görüntüsü suya yansımış titreyen göl.

20150604_203520

Ben ise yeni yerler görmenin heyecanı içinde daha da uzun yol alabilirim. Çünkü daha önce görmediğim çok yer var ve gördükçe hazineme eklemekten mutluyum. Bakalım ne zaman evi özleyeceğim. İrfan ile elçek resim çekiyorum göl manzaralı.

20150604_203603_HDR

Titreyen gölden Mustafa’nın evine doğru çam ormanı içinde karanlıkta gittik. Artık yaza girdik sayılır, hava sıcaklığı gayet uygun bisiklet sürmek için. Evde sıcak bir duşun ardından bize ayrılan odada dinlenmek üzere çekildik.

Bu gün Antalya dan Manavgat’a kadar yaptığımız yol 73 Kilometre, Manavgat içinde Perşembe Akşamı turu ise 28 Kilometre

Toplam yaptığım yol 102 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

18. Gün

3 Haziran 2015 Çarşamba

İyi bir uykunun ardından sabah erkenden uyanıyorum. Kahvaltının ardından evini özleyen sorumsuz İrfan’ı otobüs garajına götürüyoruz. Yükümüz yok, Mustafa İrfan’ın çantalarını araba ile getiriyor. İrfan’ı bisikletin üzerinde çekiyorum.

20150605_092916

İzmir’e otobüs biletini aldıktan sonra otobüsün perona gelmesini beklemeye başladık. Hemen hemen her yerde yaşayan serçe kuşları da burada telaşlı ve ürkek tavırları ile yiyecek bulma telaşında.

20150605_100009

İrfan’ın bisikletinin ön tekerini ve bagaj çantalarını söküp hazır hale getirdik

IMG_0424

Otobüs başka yerden geldiği için hala beklemedeyiz. Ferdimen bizi bankta otururken çekiyor.

IMG_0425

Nasıl olsa bileti aldık, otobüs gelir gelmez  bagaj kapağını açan muavin daha bir şey söylemeden bisikleti boş bulduğumuz yere yerleştiriyoruz çabucak. Bisiklet için her zaman sorun çıkardıklarını biliyorum ve yine sorun çıkaracaklar gibi.

IMG_0428

Otobüs şöferi bisikleti almak istemiyor ve indirmemizi söyledi. Haliyle tartışma da başladı. Yazıhanedeki bilet satan vatandaş pek karışmak istemiyor. İrfan 15 Lira vereyim diyor ama şöfer naz yapıyor olmaz diye. Sonunda 20 Lira ile anlaşıyoruz şerefsiz şöfer ile. İnsan 5 – 10 Lira için bu kadar alçalacağını tahmin edemezdim ama şimdi karşımda duruyor. Biletli olmasına rağmen ekstra para istemek hem de fiş fatura kesmeden yolcu almak zorbalık. Bunu yapan da metro turizm de çalışan kiralık şerefsiz şöfer. Böyle ifadeleri pek kullanmak istemem ama bazıları hak ediyor bazen. Bu yüzden adı kötüye çıkmış firma ile hiç bir zaman bir yerlere gitmek istemem.

IMG_0430

Neyse şöfer parayı aldıktan sonra otobüs hareket etti. Böylece İrfan’ı yolcu ettik. Sıra geldi benim bagaj çantamın fermuarına. Fermuar anahtarı arızalı. Kapattığım halde ortadan kilitlenmeyen zincir açılıyor. Mustafa bizi bir brandacı dükkanına götürüyor. Adamdan fermuar anahtarı istiyoruz bir tane. Çekmecelerini karıştırıp bir tane zar zor bularak verdi. Fermuar onarmada usta olduğumdan hemen değiştiriyorum anahtarı bir çırpıda.

IMG_0433

Yeni anahtarın rengi beyaz, olsun iş görsün de bana yeter. Artık içim rahat, çantamı kapatıp içindekilerin dökülmeden yol alabileceğim. Fermuarı yakından çekiyor Ferdimen.

IMG_0434

Brandacı ustaya borcumuzu soruyorum, o da bir şey istemez deyip teşekkürlerimi kabul ediyor. Sağ olsun işimi gördü ya ne kadar teşekkür etsem azdır. Brandacı dükkanın önünde Ferdimen Mustafa ile beni çekiyor.

IMG_0435

Fermuar işini çözdükten sonra Mustafa’ya çakmak gaz tüpü nerede bulabiliriz diye sorunca bizi bildiği tüpçüye götürdü. Burada benim kullandığım ocak tüpü vardı. Hem de 500 gramlık, fiyatı da 12 Lira olunca Mustafa kendine 2 tane, Ferdi ve bana birer tane, toplam 4 tane tüp aldı. Aldığı bu hediyeler için kendisine teşekkürlerimizi sunduk Ferdi ile. 2 tane de çakmak gazı aldık boşalan tüpüme basmak için.

Tüpleri aldıktan sonra Manavgat’a yakın olan Antik kent ile iç içe geçmiş Side’ye geldik. Burada hediyelik eşya, kuru yemiş, lokum gibi şeyler satan Mustafa ve kardeşi Ali’nin dükkanına geldik. Bisikletleri dükkanın içine bir köşeye yerleştiriyoruz.

IMG_0458

Dükkanın içi çeşitli turistlik süs eşyaları ile dolu raflarda.

IMG_0465

Mustafa dan izin isteyip buradaki denizin sıcaklığına bir bakalım diye deniz kenarına geldik. Hava açık ve mavi denize rengini vermiş. Kumsalın bej rengi ile örtüşüyor. Haliyle tüm kumsallar parsellendiğinden böyle bir görüntü oluşmuş durumda. Şemsiye şezlong sıralı dizilmiş, kiralanmayı bekliyor.

IMG_0470

Aşağıya inip bir kıyıda yerleştik. Üzerimdekileri çıkarıp deniz şortumu giymeye başladım.

IMG_0472

Şortu giyer giymez hemen dalış pozisyonuna girip kendimi Akdeniz sularına bırakıyorum usulca. Ferdimen den beni balıklama atlarken çekiyor.

20150605_150551

Bir süre deniz üstünde uçtuktan sonra cup denize dalıp kayboluyorum gözden. Arkamda sıçrayan sular kalıyor.

20150605_150552

İzmir de alışmışız ufukta kara parçası görmeye ama burada öyle bir şey yok. Uçsuz bucaksız Akdeniz, alabildiğine engin. Buradan Mısır kıyılarını görmemiz imkansız. Eğer o kadar uzağı görebilseydik. Dünya yuvarlaktır. Ben bunu biliyorum ama hala dünyanın tepsi gibi düz olduğunu sananlar var. İşte bunlardan birisi hemen de yanımıza gelerek burada oturamazsınız, şezlonglara geçin diye ilk önce garson geldi. Sonra kendini buraların sahibi sanan zat geldi. Biz de her tarafta oturma hakkımız var desek te dünyayı tepsi gibi düz sanan birine laf anlatmanın imkansız olduğunu bildiğimizden keyfimiz kaçmış olarak oradan ayrıldık. İşte böyle insanlar sayesinde turistler ülkemize gelmekten çekiniyorlar ve tatillerini kendilerini rahatsız edilmeyen kıyılarda paralarını harcıyorlar. Buraya gelenler ister yerli ister yabancı olsun sanki para babası sağmal inek zannediyorlar. Sonra da niye turist gelmiyor diye ağlaşıyorlar ya ben de beter olun diyorum böyle bir zihniyete.

Side içinde antik kenti gezelim diye giderken belediye zabıta bürosuna rastlayınca zabıta amirine şikayetlerimizi bildirdik. Onlar da gerekeni yaparız dediler sadece. Ardımızdan ne oldu bilmiyorum ama dünya onların gözünde hala tepsi gibi düz ve hiç yuvarlak olmayacak. Zabıtaların bir şey yapmayacağına inanıyorum. İşletmeciyle iş birlik içindeler, rüşvet almadıkları söylenemez. Onlar uyum içinde gelen geçeni soymaktalar. Dip dalgası kıyıya vururken denizi çekiyorum.

20150605_151758

Hep resimlerde gördüğüm antik Side kentini yakından kendi gözlerimle görmeye, incelemeye başladım. İlk olarak dış kısımlarını görerek giriş kapısına doğru gidiyorum. Antik tiyatronun dış kısmını çekiyorum. Harabe ve yıkılmış kemerli dükkanları otlar bürümüş.

20150605_153255

Side

“Side” adı Anadolu dilinde “Nar” anlamına gelmektedir. Bu özellik ve belgede bulunan bazı yazıtlardan elde edilen bilgiler Side tarihinin Hititlere kadar uzandığını göstermektedir. Fakat Anadolu’nun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Side’nin MÖ 7. yüzyıldan önce kurulduğu da söylenmektedir. Anadolu tarihleri içerisinde Side, diğer Pamphylia kentleriyle aynı aşamaları geçirmiştir. Yunanlar MÖ 7. yüzyıl göçler sırasında Side’ye gelmişlerdir. Eldeki yazıtlara göre MÖ 3. yüzyıla değin de kente özgü bir dil konuşmuşlardır. Hala tam olarak çözülemeyen bu dil Hint-Avrupa dillerindendir. Side MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Lidyalıların, MÖ 547-546’da da Perslerin egemenliğine girmiştir. Pers yönetiminde gelişen kent, MÖ 334′ de İskender’e teslim olunmuştur. İskender’in ölümünden sonra Antigonus’un (323-304). Ptolemaioslar’ın (301-215). MÖ 215’ten sonrada Suriye Krallığı’nın denetimi altına girmiştir. MÖ 2. yüzyılda Ptolemaioslar’ın güçlü savaş ve ticaret filoları sayesinde en parlak dönemini yaşayan kent, bu sürede imar edilip bir bilim ve kültür merkezi haline getirilmiştir. MÖ 188’de Apameia Barışı ile Bergama kırallığı’na bırakılan Side, Doğu Pamphylia bölgesiyle birlikte bağımsızlığını korumuş, büyük ticaret donanmasıyla refaha ve zenginliğe kavuşmuştur. MÖ 78’den sonra Roma egemenliğinde bulunan kent, 2. ve 3. yüzyıllarda bölgenin ticaret merkezi oldu. Özellikle köle ticaretinin sağladığı zengin ve parlak bir dönem yaşandı. 2. yüzyıl boyunca bir bilim ve kültür merkeziydi. Suriye krallarından VII. Antiokhos, tahta geçmeden önce burada eğitim gördü. Kral olduğu zaman (MÖ 138) Sidetes adını aldı. Bu devre kadar başta Athena ve Apollon olmak üzere Afrodit, Ares, Asklepios, Hegeia, Kharitler, Demeter, Dionisos, Hermes gibi birçok tanrıya inanıp tapan Sideliler 4. yüzyılda hiristiyanlaşmaya başlamışlardır. Side, 5. yüzyılda Pamfilya Metropolisi (Piskoposluk Merkezi) olunca, 5. ve 6. yüzyılda en parlak devrini yaşamıştır. Bu gelişim 7. 9. yüzyıllar arasında Arap akınları ile son bulmuştur. Kazılar sırasında büyük bir yangın ve çok sayıda deprem izlerine rastlanmıştır. Arap istilası, doğal afetler kentin terk edilmesine yol açmıştır. 12. yüzyılda Arap coğrafyacısı El İdrisi burayı ölü bir kent olarak göstermekte ve Yanmış Antalya olarak tanımlamaktadır. İdrisi’ye göre 1150’ye doğru kent halkı Side’den göç etmiş, 12. yüzyılda Side tümüyle boşaltılmıştır. 13. yüzyılda Selçukluların 14. yüzyılda ise Hamitoğulları Beyliği ve Tekelioğulları’nın egemenliği altına giren Side’de bu devirlerde yerleşim olmamıştır. 15. yüzyılda kesin olarak Türk topraklarına katılmıştır. Ancak ne Osmanlılar ne de Selçuklular Side’de oturmadıklarından, yarımada üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserlere rastlanmaz.

1895-97 yılında Yunan isyanı sebebiyle kaçan Giritli Müslüman, yarımadanın uç kısmına bir köy kurularak Girit Adası’ndan gelen göçmenler buraya yerleştirilmişlerdir. Bugünkü mahallenin çekirdeğini oluşturan küçük köy zamanla tüm yarımadayı kaplamıştır. Antik yapılarıyla kendine özgü mimarisiyle, köy evlerinin bir arada bulunması sonradan “Selimiye” adını alan Side’nin turizme açılmasında büyük rol oynamıştır. Side tarihin derin izlerini taşıyan bir kenttir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Side

Side antik tiyatroya doğru giriş yapıyoruz. Önümüzde kemerli kapı var.

20150605_153327_HDR

Nasıl olsa müze kartımız var, hemen giriş yapıyoruz taze müze kartımızla. Yılda bir iki defa kullandığımız kart işe yarasın bari. İki katlı ve kemerli duvarlar tiyatronun etrafını sarmış.

20150605_153456

İçeriye girince kemerli dehlizlere rastlıyoruz ilk önce. Demirlerle güçlendirilmiş çökmesin diye.

20150605_153656

Sonrasında tiyatronun acık alanına açılan yerdeyiz.

20150605_153800_HDR

20.000 seyirci alabilecek büyüklükte olan Side Tiyatrosu’nun mimarlık tarihi açısından önemi; diğer Roma tiyatroları gibi dağ yamacına değil, kemerli mekanlar üzerine kurulmuş olması. Cavea, oskestra ve scene olmak üzere üç bölümden oluşan tiyatro, Pamphylia tiyatroları içinde en büyük ve anıtsal olanı. Seyirci bölümü bir diazoma ile iki kata ayrılmış. Orkestra yarım daireyi aşan bir kavis şeklinde. Geç İmparatorluk devrinde gladyatör yarışları ve hayvan mücadelelerinin yapıldığı arena olarak kullanılan tiyatro, Bizans Devrinde açık hava kilisesi olarak kullanılmış.

İki katlı seyirci bölümünü çekiyorum.

20150605_153807

Yukarıdan sahne bölümünü çekiyorum.

20150605_153810

Yamaca yapılmamış bu antik tiyatro bana hayranlıklar uyandırmıştır. Eşi benzeri olmayan düz bir yerde olması hayallerimde yaptıracağım bir tiyatro örneği. Gençliğimdeki hayalim eğer piyangodan büyük ikramiye çıkarsa böyle bir tiyatro yaptıracaktım. Tiyatro kendi kendini idare edecek bir şekilde bir vakıf kuracaktım. Seyirci bölümünün altında dükkanlardan oluşacaktı sıra sıra. Dükkanların kira gelirleri ile tiyatronun masrafları giderilecekti. Ayrıca çeşitli tiyatro grupları tiyatro gösterilerinde sahne alacaklardı. Bir de amatör tiyatro okulu olacak ve tiyatrocular yetişecekti okulda. Hala hayallerimin bir köşesinde duruyor. Şans oyunlarına o kadar para yatırdım ama zaten köşe başlarını tutmuş olan soyguncular hiç bir zaman büyük ikramiyeyi kendilerinden başka kimseye çıkarmadılar. Bunu öğrendikten sonra bir daha şans oyunlarına para kaptırmadım. Hayallerim suya düşmüş olabilir.

Hayal kurmak güzel her zaman… Üst tarafta, sağ tarafımdaki oturma yerlerini çekiyorum.

20150605_153824

Buraların yani Akdeniz’in sıcağı güneş yükseldikçe kendini belli ediyor. Gölde yerlerdeki serinliğe ihtiyaç duyulmaya başladı. Gölgelik yerde, banka oturmuş Ferdimeni çekiyorum. Seyirci oturma yerlerinin altında kemerli dehlizler görülüyor. Kemerler demirlerle desteklenmiş.

20150605_153903

Oturma yerleri yine altı oyularak yapılmış insanların rahat etmesi için.

20150605_153934

Kazılar hala devam ediyor antik kentte. Büyük blok halinde, belli ki sütun kirişlerinden bir parça yerinde değil. Dik olarak öylece bir kıyıda duruyor. Önümdeki mermer blok yan olarak konulmuş. yuvarlak çelenk olarak oyulmuş, sağda bir bez parçası sarılmış olarak süslenmiş.

20150605_154106

Tiyatro süslemeleri her taşta kendini gösteriyor.

20150605_154122

Tiyatronun oturma yerleri neredeyse bozulmamış durumda.

20150605_154252

Tiyatronun her tarafını gezemiyoruz. Bazı yerlerde hala kazı çalışmaları devam ediyor ve ziyaretçilere kapalı. Tiyatro gezimiz bitince dışarıya çıkıyoruz. Antik kent dışarıdaki yapılarıyla belli ediyor.

20150605_160014

Dükkanların arasından Side sokaklarını geziyoruz bir süre.

20150605_160243_HDR

Side’nin limanına doğru gidiyoruz. Limanda gezinti teknesi bağlı.

20150605_160414

Kıyıda yelkenli gezinti tekneleri müşteri bekliyor. Yelkenler süs olarak konulmuş. Ortada turist yok öyle dolaşan. Kendini baltalayan işletmeler, turizmciler böyle sinek avlamakla zaman geçiriyorlar.

20150605_160600

Neredeyse tüm sahil parsellenmiş durumda. Kimileri böyle taşlı ve kum olmayan yerlerden denize girmek durumunda kalıyor.

20150605_160729

Apollon mu yoksa Athena tapınağı mi kestiremediğim antik sütunların olduğu alana geldik. Sadece 5 tane sütun 4 tane de süslemeli kiriş ayakta. Diğer bölümler eksik ve ortada yok. Başka yerlerde yapı taşı olarak kullanılmış büyük olasılıkla. Şimdi neden bu kadar az bölüm ayakta ona bakalım. Eğer tam yapı onarılıp orijinal halinde olsa insanların ilgisini bu kadar çekemezdiniz. Yıkık dökük fakirliği, yıkımı temsil ettiğinden bazı insanların içinde kalmış ERDEM ortaya çıkıyor ve geçmişte yaşanmış depremleri, yıkımı içinde hissediyor. Ama çoğu insan bunun farkında değil. Yıkık görmek ilgisini çekiyor bilinç altından. Aynı bazı ülkelerde yardım toplamak için kendilerini daha fakir gösterip yapılarını onarmazlar ya onun gibi. Ya da dilenciler yırtık pırtık elbiseler giyerek sakat taklidi yaparak vicdanları ve onun derinliklerindeki ERDEM’i  kullanması gibi. Kısacası turist çekmek için bu yapıları onarmıyorlar, sadece bir kaç sütun ayakta durması yeter.

20150605_161301

Ferdimen ile tripotu ile kamerası ile çeşitli resim çekme çalışmaları yapmaya başladık. Ben solda, Ferdimen sağda, dört sütun ortamızda.

IMG_0515

Tarihi dokuya zarar vermeden tarihe dokunarak çeşitli prodüksiyonlar tasarlayıp resimler çektik. Ben sütunların sağında, bir elimi kirişe dayamış olarak poz veriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0516

Aşağıdaki resimler telle çevrilmiş kazı alanı. İçeriye girmeden bir kaç resim çekiyorum. Blok taşla örülmüş duvar, biri büyük, ikisi küçük üç kemerli kapısı olan bina.

20150605_162031

Yapının yandan çekilmiş resmi. Ön ve arka duvarları sağlam, yan duvarı yok. Karşıdaki duvarda kemerli kapı ile iç kısma geçiliyor.

20150605_162059

Binanın taş duvarları çelik demirlerle güçlendirilmiş.

20150605_162300

Bazı yerlerde açık ve kemerli örülmüş tarihi yapıların içinde kendimizi buluyoruz. Otomatik çekiliyoruz Ferdimen ile.

IMG_0541

Sütunlar kapalı yerde koruma altında. Gerçi önemli eserler çoktan çalınmış. Kalanlar ise müzede sergileniyor. İçe oyuk, düz yivli sütun yerde.

20150605_162318

Zamanında taş işçiliği epey ilerlemiş durumda. Yapılar kemerlerle kubbe biçiminde yapılarak ustalıklarını ortaya koymuşlar.

20150605_162416

Dikdörtgen kapılarda görmek olası, iç kısım loş, kapının dışında Güneş ışınları parlak görünüyor.

20150605_162429

Artık işe yaramaz, miadını doldurmuş eski bir motosiklet. Her ne kadar eski görünse de kalan boyaların rengi zamanında pek te cafcaflı bir motosiklet olduğunu anlıyorum. Motosikletin üzerine, kafası, belden aşağısı ve kolları olmayan manken koymuşlar. Bir de tişört giydirilmiş.

20150605_162622

Bazı kalıntılar düzgün taşlardan oluşmuş, araları ve üstü sonradan biçimsiz taşlarla devam etmeye çalışılmış duvar.

20150605_162724

Side antik kentinin orijinal kent yapısını gösterir kroki. Zamanında bayağı zengin ve ihtişamlı bir kent olduğunu krokideki planlama ile anlıyoruz.

20150605_162740

Turizmden kazanacağım diye sit alanı olmasına rağmen işletmeler kendilerine ormanda yer açar gibi tarihin içine girmekten çekinmiyorlar. Girip görmek istediğimiz halde bazı yerlere giremedik. Yetkililer de buna ses çıkarmıyorlar. Böylece geçinip gidiyorlar kardeş kardeş. Tarihi bir yapının içinde masalar konulmuş, burası restoran gibi bir yer. Duvarlar düzgün olmayan taşlarla örülmüş.

20150605_162920_HDR

Sokaklar pek kalabalık değil, benim için bulunmaz bir ortam. Resim çekmek için karede insan olmasına gerek yok. Tarihin dokusunu bozuyorlar görüntülerde. Sağda cumbalı balkonu olan eski taş bina. Solda yeni beton bina. Ne kadar da benzemez bir durum.

20150605_163408_HDR

İşte böyle bir manzara geliyor karşına ama arkada görünen evin güneş panelleri tarihi görünümü bozuyor. Yüksek duvarlı binanın yan duvarları sağlam, öndeki duvar yok ve bu aralıktan arkadaki bina manzarayı bozuyor.

20150605_163659

Kapalı mekanlara girince biraz tarihin içinde buluyorum kendimi. Kemerlerle yapılmış bina içindeyiz.

20150605_163828

Binanın devamı, büyük ve yüksek kemerli nişin kemeri pişmiş tuğladan yapılmış.

20150605_163859

Bahçesinde kendine ait bir düşünürün taş koltuğuna oturuyorum. Bina kalıntı duvarları yüksek. Ferdimen beni çekiyor oturmuş halde.

IMG_0544

Tarihi yapılar içinde böyle oturunca ister istemez düşüncelere dalıyor tarih öncesine. Acaba nasıl durumda yaşıyorlardı, hep savaşlar, hep yıkımlar, hastalıklar insanların rahat ve huzur içinde yaşaması zorlaşıyor bir dönem. Üstüne bir de depremler olunca kentin düz yerde olması savunmanı zor olduğu yerde fazla durulacak gibi değil. En son saldırıda yakılan kenti terk etmek zorunda kalmışlar. Sonrasında da uzun bir süre kimseler oturmamış bu yerde. En son kim oturdu acaba? En son oturanın rahatça oturduğunu sanmıyorum. Ben bunları düşünürken Ferdimen yandan beni mermer koltukta oturmuş halde çekiyor. Uzun saçlarım omuzlarımdan aşağı salınmış.

IMG_0545

Sonrasında Ferdimen de oturdu ama neler düşündüğünü bilmiyorum. Bir kolunu koltuğun kenarına dayanmış, bana doğru hafif dönük durumda. Bacak bacak üstüne atmış.

20150605_164318

Kemer kemer üstüne yapılmış. Tuğlaları pişmiş olduğundan Hristiyanlık dönemlerde yapıldığı belli. Kemerli geçidin arkasında ben kollarımı açmış haldeyim.

20150605_164413

Pişmiş tuğlalı kemer neredeyse zeminle bir, burası kazılmayı bekliyor. Kim bilir altında ve içinde daha neler var.

20150605_164454

Binalar yıkık dökük olsa da bazı duvarlar ayakta kalmış. Binalar arasında kemerli geçitlerle geçilebiliyor.

20150605_164510

İki uzun saçlı adam, iki değişik hareketle selamları çakıyoruz bir tarih öncesi heykeltıraştan çıkmamış canlı heykel gibi. İkimiz de birer sütun üstündeyiz. Benim sağ elim kalbimin üzerinde, sol elimi Ferdimen’e doğru uzatmışım. Ferdimen de sol eli arkasında, sağ elini dirseğinden yukarı doğru kaldırmış. Sol bacağını hafifçe bana doğru kırmış.

IMG_0543

Bu kısımda geniş bir alanda tarihi kalıntılar yıkık dökük kimisi sağlam, kimisi yerlerde. Öyle korunan bir yer de değil, herkes istediği gibi girip çıkmakla serbest. Kısacası açık alan müzesi, giriş beleş. Müze kart burada geçmiyor. Ferdi ile her köşeye, her yapıya dikkatli inceleyip ilginç resimler çekmekle meşgulüz. Tarihi yapılar labirent gibi sanki kaybolduk. Kaybolmak ta bazen iyidir, dış dünya ile ilgimiz kalmayınca sanki geçmişte yaşıyormuş gibi kendimi hissediyorum. Güneşe ve dünyamıza bir şey olmadığı sürece gerisi ne olursa olsun umurumda değil. Süslü oyulmuş sütun başı.

20150605_164536

Ferdi bina duvarları arkasına saklanmış. Duvardaki kapının arkasındaki duvardaki kapının arkasında Ferdimen.

20150605_164637

Dikdörtgen kapı, kalın duvarın altında poz vermiş Ferdimen.

20150605_164706

Güneşin altında Ferdimen, ben binanın içinden, kapının ardından resmini çekiyorum.

20150605_164828

Kemerli bir dükkan, içinde demir parmaklıkla kapatılmış pencere. İçerisi loş karanlık, pencere aydınlık.

20150605_165203

İkimizden başka kimse yok buraları gezen, haliyle ikimiz birlikte resim çekilmek için epey uğraş içindeyiz. bir kaç denemeden sonra alttaki resmi anca çekebiliyoruz. Sanatçı dostum Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen kahramanım bu işten anlıyor. Duvardaki taş kapının arkasında

İkimiz yan yana, 10 saniye zaman ayarlı resmi, yaklaşık 10 metre ötedeki kameraya poz verdik. İkimiz de dar bir aralığa sığmış haldeyiz.

IMG_0548

L biçimindeki duvarın altındaki kapıda Ferdimen beni çekiyor. Karşıdaki duvarda büyükçe bir delik açılmış.

IMG_0549

Kamera içeride, biz dışarıda Güneşin altında poz vermiş halde çekiliyoruz kapının ardında.

IMG_0551

Ferdimen beni taş kapının ardında, Güneş üzerime vurmuş olarak çekiyor.

IMG_0553

Bazı yerlerde kapı dış mahalleye, yani yeni yapılan evlere çıkıyor. Kapı demir parmaklıkla kapatılmış.

20150605_165219

Binalar arasında kemerli geçitlerden birbirine bağlanmış.

20150605_165230

İki duvar yıkıntısı arası sanki dar bir kanyondaymış hissi uyandırıyor.

20150605_165235

Karanlık oda kapısında Ferdimen.

20150605_165251_HDR

Aynı kapı önünde Ferdimen beni çekiyor.

20150605_165325_HDR

Eski bir Roma hamamının su ısıtmak için ateş yakılan yerine geldik. O zamanlarda temizliğe önem veren Romalılar en güzel hamamları yaparak halkın yıkanıp paklanmasını sağlıyormuş. İnsanlar yıkandıkça çeşitli hastalıklar da olmayınca, bulaşıcı mikropların yayılma olasılığı ortadan kalkıyor. Ocak pişmiş tuğladan, kanal biçiminde yapılmış. Duvarda ocak biçimi verilmiş kemerli ve pişmiş tuğlalı geçit görünüyor.

20150605_165343

Zeminde, diğer tarafa geçilen çok alçak bir geçit yapılmış. Geçit kemerli biçimde taş bloklarla örülmüş.

20150605_165356

İçeride kaybolduk bir süre, güneşin durumuna göre bir kaç denemeden sonra yönü bulup çıkış yapabildik. Giriş ve çıkış yeri bir lokantanın masaları arasından yapabildik. Neyse günümüz dünyasına tekrar dönüyoruz. Bir kaç saatliğine tarihin içinde yaşadık sanki. İlk girdiğimiz yerdeki cumbalı binanın önündeyiz.

20150605_170030

Mustafa’nın dükkanına gelip öğle yemeği yiyoruz. Bu arada buradan sonraki rota üzerinde Ferdimen ile fikir alış verişinde bulunduk. Hedefimiz hazır buralara kadar gelmişken Mersin’e kadar gitmek. Mersin yolu da 400 Kilometreyi aşkın. Sahilden giden yolun Gazipaşa dan sonrası dar ve tehlikeli. Araç trafiği de çok olduğunu söylüyorlar. Bu tura çıkarken kafamdaki rota Antalya, Alanya, Akseki den Karaman tarafına Torosları aşmak. Oradan Mersin’e Adana üzerinden gitmekti. Şimdilik uzun süredir yollarda olduğumdan Adana kısmını çıkardım. Mersin de tur biteceği belliydi. Sahil yolu tehlikeli ve römorkum olduğundan o yolu kullanmayacağız. Diğer bir yol da Akseki yolu ama neredeyse 100 Kilometre tırmanış var. Ferdi haritadan Dim çayından giden bir yol Wikiloc ta çizip kaydetti. Sonrasından da çizdiği rotayı telefonuna indirdi. Ferdi bunları yaparken hoşuma gittiğinden benim telefonuma da Wikiloc uygulamasını indirdim. Ama ücret yatırmadığımdan cep telefonuma rotayı indiremiyorum. Sonra hallederiz bu işi. Biraz zorlu ama köy yollarından gideceğimiz için güzel bir rotaya benziyor. Rota işi halloldu böylece. İçim rahat.

Mustafa’nın dükkanının ön kısmı, vitrinde lokumlar, şekerlemeler dizilmiş raflara. Camekanlı girişte iki kapı var.

20150605_170142

Güneş batmadan Manavgat’a doğru bisikletleri sürmeye başladık. Henüz daha Side’nin içindeyiz ve daha görmediğimiz kalıntılı bölge var. Ayrıca müzeyi de gezemedik. Artık bir defa daha buralara gelip görmediğimiz yerleri gezeceğiz anlaşılan. Ondan fazla sütunu ayakta olan tapınak kalıntılarını çekiyorum.

20150605_192352

Başka yerde yarın yuvarlak sütunlu bir yapının bir bölümü ve dört sütunlu başka bir yapıyı çekiyorum.

20150605_192355

Side den çıkış yapıyoruz. Side girişi kemerli, yüksek bir geçitten giriliyor. Burada asfalt yol yapılmış, arabalar girip çıkıyor. Solda tiyatro yapısı.

20150605_192408

Surların dışında da kalıntıları görebiliyorum. Artık bir dahaki gelişimde iyice gezerim.

20150605_192542

Kalıntıların yanından geçerken yüksek duvarın dibindeki sütunları çekiyorum.

20150605_192650

Antik şehrin günümüzde olduğu gibi mezarlıkları yani Nekropol şehrin dışında. Yıkıp kırma işlemleri mezarlıklar da nasibini almış. Sağlam bir mezar bulmak zor. Toprak altında bulunanlar da müzelerde koruma altında.

20150605_192747_HDR

Yollar geniş ve ferah, okullar henüz tatile girmediğinden trafikte pek araba yok. Turistler de olmayınca oteller de sinek avlamakta. Yol ikiye ayrılıyor, Ortada büyük bir direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Yolun kıyılarında ağaçlar dikilmiş.

20150605_192924_HDR

Mustafa önde giderek bize rehberlik yapıyor.

IMG_0571

Manavgat çayından geçip Sorgun’a doğru gidiyoruz. Durgun görünen çay epey geniş ve kıyıda bağlı gezinti tekneleri.

20150605_194723

Manavgat tabelasını çekiyorum.

20150605_201048

Side Manavgat arası az olduğundan çabucak eve geliyoruz. Mustafa devamlı olarak dükkana bisikletinle gidiyor. Böylece benzin harcamayıp çevreyi kirletmeden işine gidip gelmekte. Evin hanımı Ayşegül de bizlere nefis ev yemekleri yapmış. Ellerine sağlık, yemeği balkonda neşe içinde sohbet ederek arada kadehleri tokuşturup bisikletle gelen sağlığa içiyoruz. Bu arada Mustafa’ya çakmak gazı tüpünden ocağımızın tüpüne nasıl gaz basılır öğretiyorum. Kendisi Çin den aldığı bir aparat ile mutfak tüpünden doldurmaya kalkmış. Dolumu ayarlayamadığından fazla basınca gaz tüpünün altı bombe yapmış. İyi ki mutfağı patlatmamış. Artık nasıl gaz basacağını öğrenmiş oldu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde izin isteyip odamıza çekiliyorum Ferdimen ile. Bu gün gördüğüm güzellikleri anımsayıp düşlerime atmak için uykuya daldım.

Bu gün yaptığım yol Manavgat şehir içi – Side git gel 27 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc