Etiket arşivi: kavak

Suyun Kaynağına Yolculuk Gediz Nehri 7. Gün

30 Nisan 2019 Salı

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

Akbulak köyü – Emirfakı – Gediz – Murat dağı

 

Dervişlik dedikleri hırka ile tac degil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Durmuş marifet söyler, erene Yunus Emrem
Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil

Yunus Emre

 

Öne çıkmış olan görsel, Suyun Kaynağına Yolculuk afişim çınar ağacına bağlı, ben de çömelmiş olarak toprağı akan çaya kavuşması için döküyorum.

IMG_20190430_172827

Sabah erkenden uyanıyorum, Güneş çadırımın içine ilk ışıklarını vururken içeriden Güneşi çekiyorum. Çadırımı kurarken sabah uyandığımda ilk olarak Güneşin doğuşunu izlemeliyim. O yüzden çadırımın kapısı her zaman doğu tarafına gelecek şekilde kurarım. Güzel bir güne Güneş ile beraber başlamak gibisi var mı?

IMG_20190430_072752

Kalkar kalmaz çadırımdan dışarı çıkıp tulumbadan su çekmek oldu. Elimi yüzümü tulumbanın serin suları ile yıkıyorum. Turuncu renge boyanmış tulumba, çadırım ve bisikletim KUZ park etmiş yeşillik arazide.

DSCN7840

Sabah kalktıktan sonra ilk işim kahve içmek. Bunu her sabah yaparım, aç karnına bir bardak su içerim, ardından kahve ve üstüne bir bardak daha su içerek güne başlarım. Nerede olursam olayım her sabah yaptığım rutin işlerden birisi. KUZ solda, çadırım, çadırımın önünde katlanır sandalyem ve kahve takımları. Bisikletin yanında da çitlembik ağacı

DSCN7841

Kahvemi içtikten sonra Gediz nehrini görmeye gidiyorum. Nehir söğüt ağaçları arasından çamurlu akıyor

DSCN7843

Her zaman suyun olduğu yerde kamp atmaya çalışıyorum. Su oldu mu korkma, bu çeşme de olur, tulumba da, fark etmez. Kahvaltı yapmaya hazırlanırken dün geldiğim köprüden bir köpek sürünün önünde havlaya havlaya bana doğru geliyor. Dur bakalım, hayırlısı diyelim. Köpek yanıma kadar geldi, sürekli havlıyordu. Herhalde tulumbanın yanı kendi bölgesi. Yabancı biri gelip yerini işgal etmiş, havlaması ondan olabilir. Arkasından küçük koyun sürüsü de geldi. Çoban ile selamlaştık, koyunlar arazide otlamaya başladı. Ben de kahvaltımı yaparken ekmek dilimi attım köpeğe. O da çekine çekine ekmek dilimini bir çırpıda yedi bitirdi. Demek ki köpek aç, bir dilim ekmek nedir ki. Dişinin kovuğuna sığmadı. Bir dilim daha verdim, onu da yuttu. Bir dilim, bir daha verdim. Toplam beş dilim ekmeği yedi bitirdi. Sonrasında yakınıma gelip yattı karnı birazcık doymuş halde. Koyunlar otlaya otlaya bizden uzaklaştı. Köpek yerinden kalmıyor bile.  Çoban köpeği çağırıyor ama köpek oralı bile değil. Yanımda yatmaya devam ediyor. Herhalde ekmeği verince yeni sahibi ben oldum. Çobanı takmıyor bile. Bu bana siyasetçileri hatırlattı. Önceleri iktidardaki lidere demediğini bırakmıyor sonra da çok bağıran çağırana bir görev veriliyor ve yeni sahibinin emrinde onu tüm gücü ile korumaya başlıyor. Ne de olsa politikacı ( İki yüzlü ). Beton üzerinde turuncu renkli tulumbayı yakından çekiyorum. Arkada Gediz nehrini kaplayan ağaçlar.

DSCN7844

Kahvaltımı bitirip eşyaları ve çadırımı topluyorum. Bagajda yerlerini alıyorlar. Yola çıkarken cep telefonumu gidondaki taşıyıcıya bağladım. Haritayı da açtım ve yola çıktım. Haritada çizdiğim  rota yeşil renkte çizgi olarak çizili. Uydu beni takip ediyor rotada ve kahverengi çizgi çizmeye başlıyor. Navigasyondan mıdır, uydulardan mı kaynaklanıyor bilemediğim çizgiler oluşmaya başladı. Yolda düz gittiğim halde yoldan sapıp başka yerlere gidip geliyor kahverengi çizgi. Mavi nokta da benim bulunduğum yeri gösteriyor. Navigasyon bazen sapıtıyor, sapıtmış rotayı kamera ile çekiyorum cep telefonumun ekranını.

DSCN7845

Ana yola çıkmak üzereyim. Bu yol Uşak – Gediz yolu, devamında Kütahya’ya kadar devam ediyor. Ana yola çıkmadan bir kez daha bulanık akan Gediz nehrini çekiyorum.

DSCN7847

Ana yola çıktım, yol kaymak gibi ve emniyet şeridi geniş. Çıktığım yerde Emirfakı köyü var, köye uğramadan yoluma devam ediyorum. Ana yol olmasına rağmen pek araç ta gözükmüyor. Yolun kenarında tarlalar düz ovada yayılmış ekili olarak. Bazı tarla sınırlarında uzun kavak ağaçları dikilmiş.

DSCN7848

Gediz ilçesine geldim, giriş tabelasında; Gediz Nüfus: 23150 yazıyor. Kasaba dışındayım, merkeze daha epey yol var.

DSCN7850

Gediz görününce Murat dağı da tüm azameti ile karlı zirvesini de gösteriyor. Önümde uzun kavak ağaçları duvar gibi ve yeşil tarlalar.

DSCN7851

Buralarda ağaçlar henüz çiçeğe durmuş. Bahar yeni gelmiş buralara.

DSCN7852

Gediz kasabasının içine geldim, burada halamın kızı oturuyor. Damatları olan Ali’nin hırdavat dükkanına vardım. Ali öğle yemeğini ısmarlıyor. Ben de yemekten sonra kahve pişirip ikram ediyorum. Ali’nin iki oğlu var, Bahadır ve İhsan. Onlara Murat dağına gideceğimi söylüyorum. İlk başta onlar da kamp kurarız deseler de sonradan vaz geçtiler. Dükkandan ayrılıp yola devam ettim. Önümde tırmanacağım koca bir dağ var; Murat dağı. Gediz nehri adını Gediz ilçesinden geçerken alıyor. Ondan önceki ana kol olan Murat suyu adıyla akıyor çay olarak. Köprüdeki tabelada Murat Suyu 1 yazıyor

DSCN7853

Murat suyu coşkun ve bulanık akıyor söğüt ağaçlarının arasından, yukarılarda bir yerlerde yağmur yağmış olmalı.

DSCN7854

Şimdilik yol çok hafif eğimli, neredeyse düz sayılır. Solda ağaçlar, sağda çamlı yamaç var.

DSCN7856

Yolun bir yerinde harfiyat çalışmaları olduğunu görüyorum. Buraya bent yapılacağa benziyor.

DSCN7857

Murat suyunda 2. köprünün tabelasını çekiyorum.

DSCN7858

Harfiyat yapılan yerden sonra ağaçların çoğu kesilmiş, çorak bir bayır görünümü almış. Tek tük ağaçlar var yamaçta.

DSCN7859

Murat suyu çayının dibinde, yol kıyısında akan bir çeşme görünce resmini çekiyorum.

DSCN7860

Gölgem önümde uzamaya başladı.

DSCN7863

Murat suyunun kenarında çınar ağaçları ve açıklık bir alan var. Burası piknik alanı olarak kullanılıyor. Çınar ağaçları çıplak, henüz yapraklarını açmamış.

DSCN7864

Piknik alanının olduğu yerde çeşme var. Burada mola veriyorum. Çınar ağacının dallarına da Suyun Kaynağına Yolculuk pankartını bağlıyorum. Bisikletim KUZ park halinde.

IMG_20190430_172634

Suyun Kaynağına Yolculuk pankartının önünde Gediz nehrinin denize döküldüğü deltadan aldığım toprağı çıkarıp Murat suyu çayına döküyorum birazını. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20190430_172827

Yaklaşık 355 Kilometre taşıdığım kirli toprağı çaya dökerek temiz olarak denize kadar akmasını diliyorum. Umarım insanlar yaptığım bu yolculuğun değerinin farkına varır ve nehirlerimizi kirletmekten vaz geçerler. Geleceğimize temiz bir Dünya bırakmanın peşine koşarlar. Umudumuzu hiç bir zaman yitirmeyelim. Temiz bir doğa için, temiz bir çevre için mücadeleye devam edeceğim.

IMG_20190430_172845

Bu da videosu, linki aşağıda.

https://youtu.be/nm3fPVGb-mc

Solda karlı zirvesi ile Murat dağı, sağda tabelada Muratdağı 7 yazıyor. Demek ki yolum 7 Kilometre kalmış, yola devam.

DSCN7866

Yolda giderken jandarma durduruyor. Buradan başlayan dağ koşusu başlamış bile. Muratdağı termal kayak merkezi tabelası yanına dağ koşusu ile ilgili bez afiş asılmış. Afişte yazanlar “Gediz Muratdağı dağ koşusu Çıkış.” Bir süre araçlarla beni bırakmıyorlar gideyim diye.

IMG_20190430_174436

Bir süre bekledikten sonra jandarma serbest bırakıyor ve yoluma devam ediyorum. Hadi arabalar koşuculara zarar verebilir, bir bisikletçi ne zarar verebilir ki koşuculara. İşte bizdeki akıl tutulmaları böyle bir şey. Bazı yerleri tel çitle ayırıp bahçe yapmışlar engebeli araziyi. Çınar ağaçları da içinde kalmış.

DSCN7867

İki tane çınar ağacı gövdesi karşılıklı duruyor. Nedense çınar ağaçları asırlık olmasına karşın öyle büyük dalları yok. Devamlı budanıp kesilmiş. Gövdenin içi çürüyüp yok olmuş. Ama tüm bunlara karşı bereketini vermeye devam ediyor çınar ağacı. İnsanlar ne kadar kötü davranırsa davransın. Çınar ağacının dibinden çıkan pınar doğaya hayat veriyor. Suyu az da olsa Gediz nehrine karışacak büyümüş olarak.

DSCN7868

Düzlük dediğim hafif yokuşlar bitti. Son 7 Kilometre sertleşmeye başladı. Ağır ağır çıkıyorum yokuşu. Akşam olmadan hedefe varırım diye düşünüyorum.

DSCN7869

Murat dağının karlı zirvesini yakınlaştırıp çekiyorum. Mayıs ayına bir gün kala karlar çam ormanını beyaza bürümüş kısım kısım. Daha aşağıda evler olan tesis  görüyor.

DSCN7870

Tesisi yakından çekiyorum. Tesisin olduğu yer açık alan, diğer taraflar çam ormanı ile kaplı.

DSCN7871

Yol kıyısına ağaçtan yapılmış tabela görüyorum. Tabelada;

Muratdağı

Yürüyüş ve koşu parkuru

Rakım   : 975 – 1330 mt

Mesafe : 10 km

Kütahya orman bölge müdürlüğü alo 112

Yazılar sarı renkte yazılmış.

Tabelada yazanlar güzel de neden Bisikleti parkura sokmamışlar anlaşılır gibi değil. İnsanlar henüz bisikleti tanımıyorlar demek ki. Ama tanıyıp burada dağ bisiklet yarışı, gezinti yeri olacak bir gün. O gün gelecek.

DSCN7873

Murat dağının sol yamacında şirin bir dağ köyü var. Köyün ismi; Uğurluca köyü. Evler tek katlı ve bahçeli.

IMG_20190430_184327

Hedefime 2 Kilometre kala yeğenlerim İhsan ve Bahadır araba ile bana yetiştiler. Yokuş ta bitmek bilmediğinden 4 çanta ve sosis çantamı arabaya verip boş bisikletle son 2 Kilometreyi çıktım. Tesislerdeki balkon terasta Murat dağında yetişen bitki çayı içiyoruz limonlu. Çay içerken ortalıkta buraya gelen insanları koklayıp tanımaya çalışan iribaş çoban köpeğini çekiyorum. Kuyruğu kıvrık, beyaz bir köpek. Sadece kulakları ve ağız, burun kısmı siyah.

DSCN7875

Güneş karşıdaki Şap dağının zirvesinde batmak üzere.

DSCN7876

Güneş zirvede batmaya başladı tüm kızıllığı ile. Optik zoom yaparak yakınlaştırıyorum Güneşi.

DSCN7881

Daha da yakınlaştırıyorum, yakınlaştırdıkça resim daha da netleşiyor. Güneş sarı renkte, etrafı turuncu, kızıl karışımı renkte parlıyor. Güneşin üzerinde küçük bir bulut ta renk cümbüşünden nasibini almış.

DSCN7882

Güneş tepenin ardında iyice alçalıp kaybolmaya başladı.

DSCN7889

Ve Güneş gözden kayboldu ama ışıkları bulut tabakasına vururken bulutun aldığı şekil sanki denizde küçük dalgalar sahile vuruyormuş gibi.

DSCN7890

Güneşi batırdık, bisikletimin yanına gelerek çantaları yükledim arabadan. İhsan ve Bahadır çadır kurabileceğim yamaçta teras olarak düzleştirilmiş yere götürdü. Burada piknik yapıyorlarmış. Düzlüğe çadırı kurdum, eşyaları da içine yerleştirip üzerime serinleyen havadan dolayı kalın bir şeyler giyindim. İhsan’ın Gediz de yaptırdığı köfte ekmeği yiyorum akşam yemeği olarak. Onlar da kendilerine birer tane köfte ekmek yaptırmış. Bir kaç çalı çırpı toplayıp ateş yaktık güvenli olarak. Akşam hava karardı ve iyice soğumaya başladı. Fazla geç olmadan İhsan ve Bahadır arabasına binip Gediz’e gittiler. Ben de soğuğa karşı çay demledim ısınmak için. Ateşi de sürekli besliyorum. Çayımı içtikten sonra fazla geç olmadan ateşi su ile söndürüp çadırıma yatmak için girdim.

Sonunda bir turu da başarı ile bitirdim tek başına. Suyun Kaynağına yolculuk Bisiklet Turu 355 Kilometresi Gediz nehri, toplam 394 Kilometre yol yapmışım evden buraya kadar. Turu 7 günde tamamladım. 1537 metre denizden yüksekteyim. İçimde tatlı bir heyecanla uyumaya çalışıyorum ama hava iyice soğudu. Gediz dağı soğuğunu hissettiriyor.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 67 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 2. Gün

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Hamidiye köyü – Bigadiç – İskele kasabası – Çaldere

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bazıları Vedat Karakaya’ya aittir)

 

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil kıraç

çorak toprakta yılmanı

demekte arayıp

arayıp seni bulmakta

seni güzeli namusu

ekin biçmekte

dal budamakta

umut dermekte

yürümekte

yürümekte

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil

deprem alır götürür

savaş gelir oturur

salgın süpürür

afrika’da

avrupa’da

asya’da oy

büyük küçüğü sömürür

dedim ya

bütün mesele

yumruk sıkmakta

göğüs germekte

sevda beslemekte

yaratmakta

yaratılmakta

Ölmekte değil

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, üzüm bağı, sürülmüş tarla ve dağ yamacı. Sol üst köşede parlayan güneş ve bisikletimde kartal tüyü.

Sabahın erken saatleri, henüz gün ağarmadı. Etraf zifiri karanlık olsa da ay ışığı ormanı aydınlatıyor az da olsa. Gün henüz ağarmasa da kuşlar kalkmış bile çoktan. Şimdiye kadar hiç duymadığım çoklukta kuş sesleri ormanı çınlatıyor. Çeşit çeşit, dört bir yandan gelen kuş sesleri insanı uyandırıyor. “Biz uyandık, hadi siz de uyanın” der gibi kuş cıvıltıları ormanı kaplamış durumdayken uyumanın olanağı yok. Kuş sesleri arasında sadece karatavuk kuşunun sesini tanıyorum. Çok güzel bir ötüşü var ama bir çok kuş sesi de karatavuk sesinden aşağı kalır yanı yok. Hani türküde “Ormanların gümbürtüsü” der ya işte kuş cıvıltıları o kadar çeşit ve çok ki ormanların gümbürtüsünü geçmiş durumda. Demek ki bu bölgede kuş çeşitliliği çok fazla. Hepsi bir arada olunca birbirleri ile yarışır durumda eşlerine sabah yemlenmeye gitmeden önce kur yapıyorlar. Gün ağarasıya kadar uyku tulumunun içinden çıkmadan kuş cıvıltılarını dinliyorum. Dinlediğim kuş seslerini ayırt etmeye çalışıyorum. Acaba bu güzel melodileri çıkarak kuş nasıl bir şey, adı ne, rengi ve boyutu nasıl? diye düşünerek zaman geçirdim.

Gün ağarınca çadırımın kapısını açıp dışarısının resmini çekiyorum. Çam ormanı, çalılar ve yeşillik görünüyor. Asfalt yolun bir kısmı da manzaramda.

Kalkar kalkmaz çeşmenin başına giderek elimi yüzümü yıkıyorum. Yüzümü yıkarken suyun geldiği deliğin ağzında örümcek ağlarını örmüş olarak görünce yakından resmini çekmeye çalıştım. Ama ağları o kadar ince ki gözlerimle gördüğüm ağ iplikleri resimde görünmüyor. Cep telefonumun mega pikseli yüksek olsa da bazı ayrıntıları göremiyor anlaşılan. Örümcek ağı daha yeni örmüş belli. Çünkü akşam yoktu. Kuşlarla beraber uyanıp sineklerin suya geldiğinde görünmez ağları örmesini bitirmesi gerek. Sinekler suya gelip ağa takılarak günlük besinlerini alıyor örümcek.

Suyun geldiği delik içeriye doğru oyuktaki delikten çanağın içine akıyor. Delik 5 santim yüksekte. Dökülen sudan arada sıçrayan su damlaları ağa takılmış bir kaç tane. Çember şeklinde kenarları olan kap ön tarafta kanal biçimindeki dar yerden de aşağıya dökülüyor. Çemberin etrafı kırmızı bola ile boyanmış magandalar tarafından.

Çeşmenin başından kamp alanı, çadırlar ve çamaşır ipinde kuruması için asılan çamaşırlarımız. Çadırlar çam ağaçlarının altında.

Erguvan ağaçları dere yatağında mor çiçeklerini açarak yeşilliğe renk katmış. Bu arada da ateşimiz de yanmaya başladı bile. Hem sabahın serinliğinde içimiz ısınsın hem de çayı demlemek için köz gerek.

Video, kamp ateşi, kamp alanında çadırlar ve orman.

Vedat matını ateşin yanına sererek uzanmış hem kendini hem de henüz kurumayan kısa pantolonunu kurutmaya çalışıyor. Ateşin etrafı taşlarla kaplı. Kısa pantolon kare patiskadan yapılmış.

Nafiz: “Saat kaç?” diye sorunca Vedat: “Saat 7.30 olmuştur” dedi. Ben de araya girerek “Ben demeden saat 7.30 olmaz” diyerek söyleyince “Hadi ya nasıl oluyor öyle” diyerek cevap verdiler. Ben de “Herhalde bileceğim, çünkü henüz cep telefonumun alarmı çalmadı. Saat 7 olmadan 7.30 olamaz” diye cevap verince bastık kahkahayı. Güne kahkaha ve neşeli olarak başladık. Sabah erkenden uyanınca zaman geçmiyor. Bu konuşmadan bir süre sonra cep telefonumun alarmı çalmaya başladı. Saat henüz 7. Semaver de çayımızı Nafiz demliyor görevli olarak. Kahvaltılıkları çıkarıp hazırlıkları yaptıktan sonra hep birlikte bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Pişileri bitirmeye çalışıyoruz ama o kadar çok vermişler ki bitmek bilmiyor.

Ateşin etrafında yere matı sererek oturmuşum sabah kahvesi pişiriyorum. 4 Antalyalı kendi sandalyelerine oturmuş keyif yaparken Cem ayakta dinelmiş durumda. Ateşi yaktığımız yer orman yangın yolu. Burada daha önce ateş yakılmış taşları duruyordu ocak biçiminde. Biz de aynı yere ateşi yaktık. Orman yangın yolu dik bir yokuş ile yukarıya kadar çam ağaçlarının arasını iyice açmış. Bunun nedeni orman yanarken diğer tarafa sıçramasın diye.

Doğu tepenin ardında olduğundan Güneşi biraz geç görüyoruz. Güneş çoktan doğmuştu ama bize görünmesi kahvaltıdan sonra oldu. Orman yangın yolunun bitiminde, tepede Güneş kendini parlak ışıkları ile kendini gösterirken hemen aşağıda, tam önümde bir çadır ve bisikleti orman manzaralı çekiyorum.

Kahvaltı bitiminde çadırları, eşyaları çantalara yerleştirip bisikletlerin bagajına yükledik. Yola çıkmadan önce çeşmenin başında son defa durup su şişelerini dolduruyoruz çeşmeden. Çeşmede ki örümceği ve ağını tekrar yakından çekmeye çalıştım ama pek başarılı değil çektiğim resimler. Yakın çekimde dökülen su çanağın altından su yüzeyine çıkarken hafif dalgalanması su yüzeyine yansıyan görüntü ve dibindeki görüntü yan yana harika görünüyor. Suyun berraklığı yaşama yaşam katar derecesinde saf ve temiz. Resmi yandan çekiyorum çanağı, örümcek çok küçük olması nedeni ile görünmese de ben yerini biliyorum.

Çeşme ve uzun yalağı çok işimize yaradı, suyumuzu içtik, duş aldık, yemek yapmak için, çayı da bu çeşmedeki su ile demledik. Kamp yapılacak bir yerde mutlaka su yada çeşme olmalı. Çeşmenin aynası taş duvar örülü. Yüksekliği 1 metre, uzunluğu da 10 metre civarı. Yalak duvar boyunca yapılmış betondan. Arkada çam ormanı başlıyor.

Bisikletim KUZ üzeri yüklü biçimde yola çıkmaya hazır. Gidonumda bulunan üç martı tüyü yanına dün yol kenarında aldığım kartal kanatlarından bir tane koparıp gidona takıyorum. Artık kartal tüyü bisikletim giderken kendi yarattığı rüzgarı hissedecek yol boyunca. Kartal aramızda olmasa da ruhu gökyüzündeki özgürlüğü devam edecek. Bisikletimin arka bagajında iki yanda çanta bağlı, üzerinde sosis çanta, yeleğim ve mat kancalı lastiklerle bağlı. Çantalarım turuncu renginde, araçların dikkatini çekiyor yolda giderken. Oturduğum selenin demirinde keçe kese asılı. Yolda bulduğum paraları kesenin içine atıp biriktiriyorum yol boyu. Arada köylerdeki çocuklara dondurma ısmarlıyorum kesedeki paralardan. Sele borusu altındaki kadro borusunda 1.5 Litrelik su şişesi çuval içinde. Etrafı ocak koruyucu alüminyum sac sarılı. Gidon çantam siyah, gidon sargısı kahverengi olarak sarılmış kelebek gidonumda. Gidonun solunda dikiz aynam arkayı kontrol etmek için. Gidon çantamın önünde Bakırçay temiz aksın levhası asılı. Aydınlatma lambam ve yanında martı, kartal tüyü duruyor. Kaskım da kelebek gidonumun sol tarafında asılı.

Yola çıkmadan önce çeşmenin üst tarafından yola çıkan arkadaşların resmini çekiyorum. Tam da yolun U dönüşü ile beraber. Biz soldan geldik, sağdaki yoldan aşağıya doğru gideceğiz. Yol kıyısında bir araç park etmiş.

Sonunda yola çıkabildik. Artık iyice büyümüş ekin tarlası baş vermiş olgunlaşması için biraz daha zamanın geçmesi gerek. Ekin tarlası bayağı geniş, bitiminde dere yatağı ağaçlarla örtülü. Ekinler yeşil bir denizi andırıyor.

Yola çıkar çıkmaz önümüzde birden bire yokuş başladı. Artık mecburen çıkacağız. Yol kıvrımlı olarak yukarıya gidiyor, etrafta yeşil ağaçlar, çalılar. En önemlisi de araba yok, ne güzel. Sakince yokuşu çıkıyoruz. İleride arkadaşlar ağır tempoda yokuşu çıkmakta

Çıktığımız yokuşun sol tarafı derin ve dibinde bir çay var. Kayalık arazi de olsa ağaçlar çay yatağını kaplamış durumda.

Bazı yerlerde çay hiç görünmüyor ağaçlardan.

Çay manzarası güzel olmasına güzel de insanların doğaya verdiği yıkım çok. Yol kıyısına inşaat artıklarını getirip molozları döktükleri yetmezmiş gibi yakınlarda olduğu belli olan inek çiftliğinden getirilen hayvan pislikleri de dökülmüş molozların yanına. Fazla gelen gübreler tarım arazilerine değil de çay kenarına dökülmesi çevreye büyük zararı var. Yağmur ile beraber çayın sularına karışan gübreler suyu da kirletiyor. Belki çaydan içme suyu elde ediliyor. Yazık!

Fazla gitmeden karşımıza Hamidiye köyü çıkıyor. Köy yokuş yukarı kurulmuş, henüz girişinde durup yokuşla beraber köyün tabelasını çekiyorum. Evler de tabeladan sonra başlıyor. Yol kıyısında kavak ağaçlarının iri gövdeleri, karşıda ise bahçe duvarının dibinde incir ağacı.

Köyün hemen girişinde bir borudan akan çeşme önündeki yalağa dökülüyor. Yalağın baş tarafından, uzunlamasına durgun görünen su yüzeyini borudan akan su ve solda bisikletim KUZ olarak resim çekiyorum. Su yüzeyinde gök yüzü ve ağaçların yansıması görünüyor. Arkada birer, ikişer katlı köy evleri benden yüksekteler.

Köye giriş yaptıktan sonra tuğla duvar örülü bir binanın gölgesinde arkadaşları beklerken görüyorum. Ceyhun yolun ortasında duruyor, Cem de soldaki evin bahçe duvarına oturmuş durumda.

Yanlarına gelince Vedat’ın lastiği patlamış, o yüzden bekliyorlardı. Lastik patlarken dış lastiği de yarmış 8 santim kadar. İç lastik neyse dış lastik yarılması kötü. Köyde yedek lastik bulmak zor. Köyün ilkokulunun bahçesine girip bank üzerinde oturarak tamire başladık dış lastiği. Epey yol yapmış lastikler artık ömrünü tamamlamış olmalı. Lastiği tamamen söktük. Mehmet Ali de iğne, iplik var, dış lastiği dikmeye başladı. Vedat ta ön tekerlekteki lastiği söküp arka tekerleğe takıyor bu arada. Bisiklet yükü arkada daha çok olduğu için hasarlı lastik önde olması daha iyi olur. Ceyhun patlamış olan iç lastikten şeritler kesiyor makasla. Bankın solunda yapacak işi olmayan Nafiz elini çenesine dayamış öyle oturmuş düşünüyor. Yanında Mehmet Ali lastiği dikerken Cem de nasıl dikiyor diye bakıyor. Onların yanında da Ceyhun iç lastikten şeritler keserken Vedat ta arka tekerleğe önden söktüğü takarken yere oturmuş durumda. Ben de hepsinin bu çalışkan halini çekiyorum. Tam bir ekip olarak olayı çözümlemeye başladık.

Mehmet Ali lastiği dikerken daha yakından çekiyorum. Lastik pek kolay dikilmiyor, o yüzden yanında oturan Cem arada iğneyi havada tutup Mehmet Ali’nin iki eliyle lastiğe operasyon yapmasına yardım ediyor.

Dikme işi bitince Ceyhun’un kestiği şerit lastik ile dikilmiş olan bölgeyi Bant gibi sıkıca sarmaya başladı. İç lastik dışa taşıp patlamasın diye.

Henüz lastik işi bitmediğinden yapacak işi olmayan Cem okulun bahçesindeki oyun parkında kaydırağın yere yakın olan yere uzanıp kestirmeye başladı. Bir dönerli kaydırak turuncu renkte, bir tane de düz kaydırak turkuaz yeşil renkte. Kaydıraklar polyesterden yapılmış, merdivenlerden çıkılıyor. Sarı boyalı demir korkuluklar takılmış çocuklar merdivenlerden düşmesin diye. Kaydırağın sağında iki salıncaktan bir tanesi sağlam. Diğeri yok ama yeri duruyor. Yer kum ile kaplı. Daha sağda ise tahterevalli duruyor. Tuğla örülü bir bina, bahçenin sınırını belirlemiş.

Okumaya devam et

Simav Eynal Bisiklet Festivali 2. Gün

3 Eylül 2016 Cumartesi

Simav – Eynal – Efir – Eynal

( Kör arkadaşlar için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Ne zaman eğilip baksam yüreğime 
Eski aşklarımın kırıntıları
Parlayıp söner
Ve bir yaz gecesi karanlığında gözlerim
İKİ GÖLGE SEÇER
İstasyon Binası Ağaçlar ve Merdivenler
Rumca söylenen bir ezgiyi dinlerken
DALAR gider 
Ve bir tren gelip geçer aniden 
NE ZAMAN EĞİLİP BAKSAM YÜREĞİME

 

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, yerden fışkıran sıcak su buharı, bisikletçiler sağ ellerini kaldırmış. Herkesin yüzü buhara dönük.

Tatlı düşlerden erkenden uyanıyorum. Erkenden uyanmak en güzel şey. Güzel olan şeyi de yapmak gerek.  İnsan güzel şeyi yapmalı ki güne renk katmalı, güneşle beraber doğmalı Dünya’ya. Erkenden kalkmışken kahve içilmeden olmaz. Etrafımda benimle beraber erken uyananlara kahve yapıyorum bir pişirimlik. Kahveyi de değirmende taze çekiyoruz. Değirmende kahveyi çekenlerden birisi de Antalya dan Gülin Sevi Genç. İlk başta tanımamıştım, kendini tanıtınca kim olduğunu anımsadım ve yanımda oturup hem değirmende kahve öğüterek hem de sohbet ederek kahvemizi pişirip içtik.

Gülin Sevi ile yan yana oturmuş durumda poz veriyoruz kameraya. Gülin Sevi kahve değirmenini çekiyor, ben de kahve pişiriyorum taze taze. Arkamda çadırım mavi rengi ile.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptıktan sonra hareket saatini beklerken kaplıcaların önünde çeşitli kuşların olduğu kafesler var. Kafesin birinde sarı renkli tüyleri, boynunda kahverengi ve siyah desenleri ile bezenmiş. Boynundan devam eden renk değişikliği kanatların ucuna kadar devam ediyor. Uzun kuyruğu siyah beyaz minik renklerin karışımı ile gri görünümünde. Kısa gagası olan bu kuşun cinsi sülün.

El gücü ile çalışan değirmen. Dökümden yapılmış kocaman tekerleğini el ile çevirmek kolay görünüyor. Kalın döküm ayakları üzerinde duran değirmenin çarklarının üzerinde üçgen haznesi üst kısmı geniş, alt kısmı iyice daralmış. Değirmenin yanında da yeşil gömlekli, mavi ceket giymiş, kahverengi pantolonlu, şapkalı heykel duruyor.

Eynal kaplıcaların yönetim binası ve hamam olan yeri, önü geniş bir alan parke kilitli taş döşeli temiz bir yer. Belediye görevlileri sürekli çevreyi kontrol edip çöpleri topluyor. Eynal kaplıcalarının tedavi amaçlı olarak; Romatizma, nevralji, cilt ve deri hastalıkları, böbrek taşları, siyatik, kireçlenme, kadın hastalıkları ve sedef hastalıklarına olumlu etkileri görülmektedir. Fiziksel özellikleri; Hipotonik su grubuna girmektedir. Kimyasal özellikleri; Kalsiyum, sodyum bikarbonat ve sülfat içerir. Su sıcaklığı 70-97 ºC olarak çıkmaktadır. Su içinde 2000 mg/lt mineralizasyon içermektedir.

Belediye başkanı da gelerek bisiklete binip aramıza katıldı. Başkan bisikletin üzerinde poz veriyor. Bizler de etrafında bisikletsiz başkana destek olduk.

Eynal kaplıcalarının sıcak su kaynağına doğru gidiyoruz. Kuyular yakınlarda bir yerde. Kuyudan çıkan su sıcaklığı ve basıncı fazla oluna fazlalık dışarıya püskürtülüyor. Bu püskürtme uzaklardan da rahatça görünmekte. Basınç çok olunca buhar onlarca metre yukarıya fışkırmakta. Sıcak buhar olarak havaya dikine çıktıktan sonra en tepede soğuyunca rüzgara göre yana doğru yağmur biçiminde yere düşmekte. Buhar hüzmesinin yanı perde gibi. Kuyu başından borularla tesislere taşınmakta sıcak buhar.

Bisikletleri bir tarafa bırakıp kuyulara doğru yürümeye başladık. Arazide toprak susuzluktan derin çatlaklar oluşturmuş. Çatlaklar diz boyunu aşkın. Yabani otlar da termal sudaki minerallerden rengi bir acayip olmuş.

Kuyudan çıkan geniş borudan fışkıran buharın yoğunluğu Güneş ışınlarını tamamen kapatıyor bir bulut gibi.

Kuyu borusundan çıkan buhar jet sesi çıkarıyor. İyice yanına yaklaşarak bir resim çekiliyorum.

Rüzgarın estiği yönün ters tarafında sağanak yağmur sürekli yağıyor, yer sulak araziye dönmüş durumda.

Kuyunun dibinden buhar hüzmesini çekiyorum. Güneş hayal meyal görünüyor.

Katılımcılar bir araya toplanıp resim çekilmek için kollarını havaya kaldırıp poz veriyor. Ben de kollar yukarıda arkadan resimlerini çekiyorum.

Yukarıya doğru fışkıran buhar kütlesi ve eller havaya kalkmış. Güneş buhar hüzmesinin arkasında yakından çekiyorum bir kaç eli arkadan. Kuyuların vanaları bizler için özel olarak açıyorlar buharın gökyüzüne çıkışını izlememiz için. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yeterince buhar çıkışını izledikten sonra topluca yola çıktık. Ara yollardan Balıkesir yönüne doğru gidiyoruz. Yol toprak ve ağaçlı olunca zevki bir başka oluyor.

İlk molamızı ağaçların serin gölgesinde veriyoruz.

Burada alabalık tesisleri var, havuzda balık yetiştiriliyor. Yakınlarda akan bir çay ve gölet bulunmakta. Çaydan gelen soğuk sular havuza boşalıp balıkların sürekli soğuk suda kalmalarını sağlıyor. Havuzun içinde bir sazan balığı görünüyor.

Dinlenme yerinde piknik yapılmakta ve piknik artıklarından beslenen köpekler de yiyecek peşinde. Krem renkli yavru köpek maskotumuz oluyor.

Bisikletleri mola yerinde bırakıp gölete doğru yürümeye başladık. Gölet yukarılarda bir yerde olduğu için biraz tırmanmak gerekecek.

Gölet küçük, bent ile su tutulmuş. Su olması etrafı değiştirmiş bir nebze. Durgun yeşil rengi, kıyılarında sazlıklar ile seyredilmesi insana huzur veriyor. Dağın gölgesi su yüzeyine yansımış.

Akasya ağacının yaprakları arasından gölet manzarası.

Göletin etrafını dolanmaya başladık. Gölet küçük olunca kısa sürede dolaşıyoruz. Karşı kıyıda yürüyen bisikletçiler ve göletin sularına yansımaları. Çınar ve çam ağaçlarının da yansımaları gölet yüzeyinde.

Pistonları ısınan Antalyalı Adnan Tutucu kalın bir borudan ayaklarını akan suda soğutuyor. Boru içine sokulmuş başka bir boru çeşme için su sağlıyor.

Yol kıyılarında kocaman ceviz ağaçları neredeyse yolu kaplamış durumda. Ceviz ağaçlarının gölgesinde bisiklet sürüyoruz.

Küçük bir çayda akan su ve ağaçlar etrafı kaplayıp görülmesi gereken bir tablo oluşturmuş. İzliyorum ve huzura erişerek orman kuşlarının şakırtılı nağmeleriyle. Su kenarındaki kuşların şakırdamaları başka bir tonda çıkıyor. Onları kendi yerinde dinlemek bana huzur veriyor doğrusu. Bir süre ormanın sesini dinliyorum akan çayı izleyerek.

Buradaki toprağın ve kayaların yapısı Kütahya da ki gibi sodalı beyaz görünümünde. Tek tük çam ve meşe ağaçları bayırda serpilmiş.

Köy yollarının bazıları henüz asfalt ile tanışmamış. Burada toprak yol köyleri birbirine bağlıyor. Araç ta görünmüyor bu yolda. Sadece bizler bisiklet sürüyoruz. Ağaçlar çalı boyunda ve dağınık .

Yol kıyısında çeşme ve su görmek olası. Borudan az da olsa su akması bana yetiyor. Sularımı tazeliyorum çeşmeden. Biraz da içmek gerek her çeşmede olduğu gibi. Borudan akan su ve döküldüğü yalak görünüyor resimde. Akan su aşağılarda iri damlalar şeklinde ayrılarak yalağa dökülmekte.

Her yerde olduğu gibi çocuklar bizi meraklı gözlerle izliyorlar sessizce. Ellerinde Türk bayraklarını sallayıp bizlere selam veriyor. Çocuklar havuz duvarının üzerine oturmuşlar. Oğlan çocuğu ayakta. Küçük bir kız da yerde ayakta duruyor. Toplam dört kişiler. Şimdiye kadar hiç görmedikleri kadar bisikletli görmenin heyecanı içindeler belli. Havuzun ön kısmında taş ve dal parçaları ile çit çekilmiş bahçeye.

Efir köyünün kavşağından geçiyoruz. Tabelada sağ yönnde ok işareti ile Efir, Kınık 5, Akdağ 7, Güney 10. Altına siyah çizgi çekilip diğer yöne ok işaretiyle Kusumlar 4, Yeşilçam 6, Hisarbey 9 kilometre olduğunu belirtiyor. Üç kavak ağacının boyu epey uzun.

Kavşağın diğer tarafında da bu kez ok yönleri sola gösterir biçimde Efir, Kınık 5, Akdağ 7, Güney 10,. Yine çizgi ile ayrılmış ters yönü gösterir ok işareti Boğazköy’e 5 kilometre kaldığını belirtiyor.

Küçük taş bir ev bakımsız ve terk edilmiş olarak karşımda duruyor. Kiremitli çatısı, bana bakan yanda çatı aynası tahta ile kaplanmış . Bir kısın tahtalar yerinde yok. Evin girişinde tahta kapı ve üzeri boşluk. Evin önünde ince tomruk olarak kesilmiş ağaçlar yığılı. Solda ise çalı çırpı konulmuş ocakta yakmak için.

Efir köyünün yakınlarındaki bir gölete daha geldik, etrafında pek ağaç yok. Göleti uzaktan çekiyorum.

Tarlanın kıyısında kocaman bir armut ağacı var. Gölgesinde bisikletim KUZ dinlenirken uzaktan resmini çekiyorum armut ağacı ile birlikte.

Akdağ köyünde köylüler yiyeceklerini Güneşe kurumaya bırakmışlar sokakta. Mısır sarı rengi ile, ayçiçeği siyah rengi ile kurumakta brandanı üzerinde.

Mısır ile beraber parça parça brandaların üzerinde diğer meyveler de kurumaya bırakılmış yol kıyısında.

Geniş arazilere kavak ağaçları dikilmiş yol boyunda. Gölgesi toprak yola vurmuş, bisikletliler de kavak ağaçlarının gölgesinde gidiyorlar.

Güney köyündeyiz, eski kerpiç evler zamana karşı direniyor. Biraz yıpransa da hala ayakta ve içinde oturanlar var. Karşımda uzun bir ev, tek katlı, yuvarlak kiremitli, kerpiç duvar.

Tarihi taş köprüye girerken beyaz gelinliğini giymiş gelin ve beyaz ceket, lacivert pantolon giymiş damat ışıl ışıl resim çektiriyor. Ben de onları bir poz çekiyorum. Sonrasında mutluluklar dileyerek bir yastıkta kocasınlar temennisinde bulundum genç çifte.

Simav çayı üzerinde tarihi köprü onarılarak yenilenmiş. Köprü 9 göz olarak yapılarak tarihi doku korunup halkın ziyaretine açılmış. Evlenecek gelin – damat, nişanlılar, sevgililer ve halk buraya gelip resim çektiriyorlar. Biz de bisikletlerimizle köprünün üzerine çıkarak poz vereceğiz.

Ben de köprünün diğer yanından köprü kenarına dizilmiş bisikletlilerin resmini çekiyorum. Köprünün 9 gözü ile birlikte. Köprünün altında su akmasa da etraf ağaçlarla kaplı.

Yan yana dizilmiş bisikletler ve katılımcıların yandan ve yakından resmini çekiyorum. Karşıdan bizleri çekenler var fotoğraf makinesi ile.

Kamp alanına gelip bisikletleri çadırın yanına bıraktık. Doğru hamama. Bir güzel yıkanıyoruz termal sıcak su ile. Terli eşyaları da elden şöyle bir geçirip yıkıyorum. Kuru ve temiz elbiseleri giyip yıkadığım çamaşırları kurusun diye astım. Rüzgarda çabuk kuruyor çamaşırlar. Akşam yemeğinden önce Mehter takımı gelip meydanda yerlerini alıyorlar.

Davullar, zurnalar, kös, zil çalgı elemanları. Ellerinde uzun sopalarda flamalar, bayraklar ve sancak. Başlıyorlar mehter marşları çalmaya. Davul sesi bir yanda, zurnalar barım barım ötüyor. Kös davuluna tokmaklar vurdukça veriyorlar coşkuyu, veriyorlar mehteri.

Mehter başı orkestrayı yönetiyor, sağında kös davulu iki tane, yanlarında bayrak tutan iki asker. Yeşil elbise giymişler. Arkada 7 kişi kırmızı elbise giymiş mehter marşlarını söylüyor. Karşıda Simav belediyesi Eynal kaplıcaları yazılı termal hamam binası. Sağda davullar. Mehter takımındakilerin başlarında çeşitli kavuklar, başlıklar takılı.

Mehter veya mehteran, Osmanlı Yeniçeri Askerî Bandosu. Dünyanın en eski askerî bandolarından birisidir.

Farsçadaki “mihter” kelimesinden türemiştir. İslamiyetten önceki Türk devletlerinde, küçük değişikliklerle yer almıştır. Yeniçerilerin olduğu gibi Mehteranın da Piri Hacı Bektaşi Veli olup, her icraattan önce mutlaka Peygamber, Ali ve Hacı Bektaşi Veli adına dua okunması ve marşlarda adlarının zikredilmesi gelenektendir. Üç önemli sembol yer alır; ocak, sancak ve zafer.

Osmanlı mehterinde; zurna, boru, kurrenay ve mehter düdüğü gibi nefesli, üflemeli, kös, davul, nakkare, zil ve çevgân gibi vurmalı ya da çarpmalı çalgılar yer almıştı. Tüm çalgıların sayısı eşit tutulmuş ve bu sayıya dayanarak mehterin kaç katlı olduğu belirlenirdi.

Kaynak; Vikipedi

Solda üç davul, bir zil. Bir kişi elinde sırık, tepesinde hilal, altında iki yana sarkmış püskül. Yanındaki de yeşil sancağı bir eliyle tutuyor. Giydikleri elbiseler yeşil ve kırmızı ağırlıklı.

Mehter takımı çalıp gittikten sonra yemeğimizi yedik. Hava karardı, bize gösterilen yere gidip varilde ateşi yaktık bir güzel. Hava karardıktan sonra serinlik üşütmeye başlıyor. Ateş karşısında iyice ısındıktan sonra Antalya dan gelen Nevzat Özdemir kardeşim alıyor sazı eline başlıyoruz türkü söylemeye. Nevzat çaldıkça bizler söyledik.

İki yarım varilde odunlar yalımlarla yanıyor  gecenin karanlığında. Alevlerin kızıllığı yüzlerimize yansıyıp türkülerimize renk katıyor.

Türküler yüreklerimizi ısıtıp coştu gecenin ilerleyen saatine. Artık odun atmıyoruz varile ve son kalan közlere su döküp söndürüyoruz. Ateş yakıp türkü söylediğimiz yer top sahasının diğer tarafı ve çadırlardan uzak. O yüzden çadırdakileri rahatsız etmemiş olduk. Ateş söndükten sonra çadırlara gidip yatıyoruz günün yorgunluğunu çıkarmak için.

Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 60 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Simav Eynal Bisiklet Festivali 1. Gün

2 Eylül 2016 Cuma

Simav Eynal – Efir – Eynal

( Kör arkadaşlar için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Yazdan kalma günler getirirsin kara kış içinde
Bir serçe dala konar gibi güzel her söylediğin
Don vurur kırağı çalar evrenimi
Yüz güvercin pırr demiş uçmuş gibi ürkerim her gidişinde

Kulağımı çınlatan, aşımı kotaran, söküğümü diken
Od düşer su serpersin içime
Şaşırsam seni duyarım
Deniz kıyılarısın ağustos güneşinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Beş çocuk çakıl tepesinde gülerek el sallıyorlar. Dört kız bir oğlan.

Hayallerinin peşinde koşmalı, her sabah kalktığımda hayaller kurarım. Hayallerim bisiklet turları. Kış aylarında kurduğum hayallerde yıl içinde yapacağım bisiklet turlarını üç aşağı beş yukarı belirlerim. O yıl ona göre turlara katılmaya çalışırım. Bazen evdeki hesap çarşıya uymuyor. Ya da olmadık zamanda beklenmedik festivaller de olmuyor değil. Yine beklenmedik bir festival haberini alır almaz festivali düzenleyen Simavlı Öğretmenlerimizden Şeref Aldemir ile iletişime geçerek Simav Eynal Bisiklet Festivaline katılmaya hak kazandım. Bu olay kısa sürede oldu ve gelişti. Hemen hazırlıkları yaptım. Bu kez kendi arabamla gideceğim. Festivale katılacak olan İzmir den sevgili arkadaşlarımdan Baattin Şimşek ve Atilla Özakdağ ile birlikte üç bisikleti bisiklet taşıyıcısına  bağlayıp yola çıktık. Ankara yolundan gitmeyi planlıyordum ama sohbet sırasında bir baktım İstanbul yoluna girmişiz. Eh ne yapalım artık gitmediğimiz yollardan Simav’a  gideceğiz. Akhisar’dan sağa köy yollarından sakince giderek Simav’a vardık.

Akşam olmadan bizi Şeref Öğretmenim karşıladı kamp alanında. Kamp alanı Simav dışında belediyenin işlettiği Eynal kaplıcaları. Çadır alanı olarak futbol sahasının yeşil çimenleri. Arabadan bisikletleri indirip Çadırları kuruyoruz. İlk gelen biz olduğumuz için en uygun yere konuşlanıyoruz.

Tel çitlerle çevrili futbol sahası, iki çadır kurulu. Biri daha çadırını kuruyor. Pembe boyalı büyük bir depo gibi bina ve ardı alçak tepeler. Futbol sahası çimen ekili, saha etrafı kırmızı topraklı koşu yolu.

Simav da ilk defa düzenlenen bisiklet festivalini Öğretmen Şeref Aldemir organize ediyor. Tüm hazırlıkları, rotaları kendisi yapıp Simav belediyesinden de desteğini alarak ücretsiz yapıyor. Hem Simav’ı hem de Eynal kaplıcalarını tanıtım amaçlı yapılarak turistleri buraya çekme gayreti var. Eynal kaplıcaları ve tesislerini Belediye kendi işletiyor. Kaplıcaların yanı sıra spor sahaları da var. Tenis kortları, basketbol, voleybol ve futbol sahaları yapılıp çeşitli spor karşılaşmaları yapılmakta. Çevre, sahalar ve termal hamamlar gayet temiz ve bakımlı. Bu festivali hazırlayan Şeref Aldemir’e ve  destekleyen Simav belediye başkanı Süleyman Özkan’a teşekkür ederim.

Tenis kortunun tel çitlerine pankart asılmış. Pankartta yazan; Simav Eynal Bisiklet Festivaline Hoş Geldiniz Süleyman Özkan Simav Belediye Başkanı. Pankartın kıyılarında belediye logosu ve bisiklet resmi.

Kampımızı kurduktan sonra karnımızı doyurmak için Simav merkeze gideceğiz. Merkeze giderken ilk lastik patlağını görünce durup resmini çekiyorum. Lastiği patlayan pek anlamadığından Atilla Özakdağ lastiği onarıyor. Atilla elinde tekerlek kaldırımda bana bakarken.

Simav merkeze geldik, kocaman bir ağaç bizi karşılıyor. Boyu 20 metreyi aşmış bu güzel ağacı kadraja sığdırabilmek için biraz gerilerden çekmek zorunda kaldım. Araya görüntü kirliliği yapan bir kaç araba da giriyor ama yapacak bir şey yok.

Çarşıyı bisikletle şöyle bir dolaştık. Tarihi çeşme sokak arasından altın rengiyle ışıldıyor.

Başka bir yerde dış kısmı 8 kenarlı, içinde camekanlı şadırvan, üstündeki çatı çıkıntısından dolayı abdest alırken yağmurdan ıslanmazsın. Çeşmelerin olduğu kısım mermer, su deposu camekandan yapılmış.

Üstünde konik çatı ile örtülmüş, şadırvan kısmı ise süslemeli cam ile kaplanmış. Saymadım ama 16 tane çeşme olabilir. Çeşmeli kısım mermer kaplı. Etrafta ağaç gövdeleri ve bir salkım söğüt çarşıyı süslüyor.

Çarşıda sokaklar trafiğe kapalı, dar ve zemin Arnavut kaldırım taşı döşeli. Binalar ikişer katlı, altta dükkanlar.

Çınar ağacı çarşıya sığmamış caminin üstü ve sokakları kaplamış. Dört bisiklet tekerlekli çerçi arabasında yok yok, her şeyi sığdırmış. Arabanın üzerine de naylon kaplayıp ani bastıran yağmura karşı koruyor mallarını.

Karnımızı bir lokantada doyurduktan sonra kamp alanına döndük. Çadırların önünde oturup sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Rakımın 800 metrelerin üzerinde olması gecenin serinliğini fazlasıyla getiriyor. Üzerimize kalın bir şeyler giyerek iyice serinleyen havada üşütmeden oturduk. Uyku kapıya gelmiyor çadırlarda, gözlerin ağırlaşıp kısılmasından anlıyoruz uykunun geldiğini. Çadıra girip bir güzel uyudum sabaha kadar. İlkbahar dan beri çadırda kalmadım yaz boyu. Özlemişim düz yerde yatmayı.

Sabah erkenden kalkıyorum, etrafta gece çadır kuran ve yeni gelenlerle saha dolmaya başlamış bile. Her sabah olduğu gibi elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve pişirmek. Kahve içmeden güne başlamamalı. Yanımda olanlar kahveden faydalanıyor. Kimisi aç karnına kahve içemiyor. Saat 08 civarı kahvaltı başladı. Kahvaltının ardından açılış konuşması ve katılımcılara sertifikalar verilmeye başladı Şeref Aldemir tarafından.

Masalara katılımcılar oturmuş isminin okunmasını bekliyor. Şeref Aldemir de elinde mikrofon ile isimleri tek tek okuyor.

Belediye başkanı Süleyman Özkan gelip konuşmasını yapıyor bizlere. Ardından Şeref Aldemir de desteklerinden dolayı teşekkür edip sertifikasını sunuyor belediye başkanına.

Konuşmalar, sertifikalar faslı bittikten sonra bisikletlere binip şehir merkezinde doğru gitmeye başladık. Yaklaşık 100 bisikletçiyi gören Simavlılar meraklı bakışları arasında yanlarından geçip merkezdeki meydana geldik. Caminin önünde  topluca resim çekiliyoruz. Meydanda ipe asılı kocaman bir Türk bayrağı ve Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazılı bayrak ta asılı. Caminin bir köşesinde de büyük bir Türk bayrağı var.

Ben de çekilenler arasına oturup yandan katılımcıların resimlerini çekiyorum çaktırmadan. Bir sıra yere çömelmiş, bir sıra ayakta.

Resim çekildikten sonra şehirden ayrılıp köy yoluna saptık. Köy yolları genellikle sakindir pek araba geçmez. Ayrıca  bolca ağaç görmek olası. Geçtiğimiz yolda kocaman kavak ağaçları yolu tamamen gölgede bırakmış.

Simav’ı çıktıktan sonra yakın ilk köy olan Yeşilköy’e geldik. Köyde kış hazırlıklarına başlanmış. Evlerin önünde, yol kıyısında güneşte kurumaya bırakılmış tarım ürünleri yere serilerek kurutuluyor. Kurutulanlardan birisi de mısır. Sarı koçanlar kaldırım ve parke taşlarına gelişigüzel serilmiş.. Sanırım 60 Litrelik, beyaz boş bidon mısırların yanında duruyor. Yeşil beyaz bir basketbol topu da arkadaki eşyaların yanına konulmuş.

İncir meyveleri de kaldırıma serilip kurumaya bırakılmış.

Mor mürdüm erikleri de öyle serili. Kış aylarında meyve yemek için kurutulup saklanıyor kaplarda. Sert geçen kış aylarında pek iş olmaz, etrafı kar kapatmış. İş olmasa da enerjiye vitamine ihtiyaç var. Tazesi çıkasıya kadar kuru meyvelerle idare edilecek kış boyu. Görüntüde ters çevrilmiş meyve kasasının üzerine oturmak için minder konulmuş. Sağ tarafta da el arabası dikine duruyor.

Az ilerde iki borusu olan kuzine duruyor. Sanırım yemek yapmak ve kış için reçel kaynatmak için kullanıyorlar. Yakacak sıkıntısı yok buralarda. Dağlar odun dolu ve bedava. O yüzden her şeyi odun ateşinde kuzinede yapıyorlar kış hazırlıklarını.

Köyün içinden geçen yolda iki bisikletçi bisiklet sürüyor. Yolun kıyısında tek tük evler dağınık ve bahçeli. Her evin bahçesinde meyve ağaçları var. Meyve ağaçları evlerin beton kısımlarını örttüğü için çirkin görünmüyorlar. Evler en çok iki katlı.

Kimi ev tarihi, taş duvarlar ve kalın ağaç kütüklerden iki katlı olarak yapılmış. Eski bir ev olmasına karşı ustalıkla yapılmış düzgün bir ev. Alt kat ahır yada depo, kapısının geniş ve kanatlı olmasından belli.

Köyün başka bir evin avlusunda açıkta bir ocak görüyorum. Kalın demirden yapılmış büyük bir sacayağı. Sacayağının üzerinde alüminyum büyük bir kapağı kapalı kazan. Kazan kaynıyor anlayacağınız odun ateşiyle. Kazanın alt ve yanları isten kararmış. Kapağına alev ve duman gelmediğinden kararmamış kendi renginde. Kazanın hemen yanında 18 Litrelik yağ tenekesi ateşin ısısından faydalanıyor gibi konulmuş. İçinde ısınsın diye su konmuş olabilir. Ateşe yakın olan yüzey isten kararmış. Diğer yan çamurlu ve rengi solmuş durumda. Sacayağının altında üç dal parçası yanıyor ağır ağır. Dalların uçları köz olmuş, yanlarda küller. Yandıkça dal parçaları ileri sürülerek ateşi devamlı besliyorlar. Ocağın yanında da ayçiçeği yağ tenekesi 18 Litrelik. Markası Kula ve ayçiçeği resimli. Solda plastik mavi leğen.

Herkes kendi temposunda gittiğinden grupta kopmalar oluyor. Grubu toplamak için ara sıra bekliyorlar. Ağaçların gölgesinde bekleyen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yol kıyısında olgunlaşmış erik ağaçları görünce durup bir kaç tane yiyorum. Kırmızı erikler nefis. Dalında yeşil yapraklar arasında kırmızı erik meyveleri.

Düzlük bitti, sıra geldi yokuşlara. Önde yokuşu çıkmaya başlayan bisikletçileri resmediyorum. Tam karşıda bir tepe görünüyor.

Yol kıyısında böğürtlenleri görünce duruyorum. Buraların böğürtlenleri iri ve lezzetli olur. Böğürtlenlerin kimisi yeşil, kimi kırmızı renge dönüşmüş. Kimisi de olgunlaşıp kararmış yenmek için. Doğadaki canlılar bu olgunlaşmış böğürtlenleri yiyorlar. Yakından dalındaki böğürtlenlerin resmini çekiyorum.

Ben de nasibimi alıyorum böğürtlenlerden. Avucumda birkaç tane siyah böğürtlen meyvesi. Böğürtlen tadı nefis, vitamin ve enerji deposu. Dalından taze koparılmış ve iri.

Yokuşu bir çırpıda çıkıyoruz, etraf ağaçlarla kaplı. Yüksek bir dağ var önümde. Ağaçların arasında kavaklar uzun boyları ile dikkati çekiyor.

Hava sıcak, mola yerinde bir parça karpuz bizleri serinletiyor. Belediye görevlilerinden birisi elinde yarım dilim karpuzu bana uzatıyor yiyeyim diye. Teşekkür edip karpuzu alırken resmini de çekiyorum.

Dağların engebeli yerlerinde bir çıkıyoruz bir iniyoruz. Çam ormanı içinden geçen yolda bisikletlerle çıkıyoruz yokuşu.

Yokuşu çıkarken durup arkadan gelenleri de çekeyim dedim bir poz. Yokuşta zorlananlar bisikletten inip yürüyerek çıkıyorlar. Yol kıyısında dikdörtgen küçük bir yol tabelasında kırmızı renkte sağa ok ucu işareti yapılmış ama yol düz gidiyor. Neden konmuş anlamadım bu işareti.

Kalem gibi düz çam ağacı gövdeleri ormanın derinliklerine doğru gidiyor.

Biraz yükseklere çıkmışız, manzaradan belli oluyor. Dalgalı tepeler geniş bir alanda uzaklara kadar sıralanmış.

Yaz aylarının son günlerinde meyvelerin tümü olgunlaşmış. Bunlardan birisi de elma. Bir tarafı kızarmış elma dalında beni ye diyor. Ben de tabiat ananın sunduğu bu elmanın isteğini yerine getiriyorum.  Sert sulu, nefis tadıyla afiyetle yiyorum.

Hafif iniş ve çıkışlar devam ediyor. Burada tarlalar ve meyve bahçeleri var.

Bu meyve bahçelerinden birisi de elma ağacı bahçesi. Dallarında bir çok elmalar olgunlaşmış toplanmayı bekliyor.

Küplüce köyüne geldik. Adından da anlaşılacağı üzerine kocaman bir küp köyün meydanına konulmuş. Küp devasa boyutta. Kalın borulardan ayak yapılıp üzerine konulmuş.

Eski kerpiç köy evleri tek katlı ve şirin görünüyor çatıdaki kiremitlerle. Evin arkasında da kısa minareli küçük bir cami. Caminin kubbesi yok, normal kiremitli çatı yapılmış.

Yol kıyısında kum yığınının üzerine çıkmış dört kız bir oğlan geçen bisikletlere el sallayıp selam veriyorlar. Ben de durup selam vererek resimlerini çekiyorum. Onlar da bana ellerini sallayıp bağıra çağıra selam veriyorlar. Çocukların neşesi o kadar candan ki imreniyorum onlara ve bağıra çağıra karşılıklı el sallıyoruz. Soldaki çocuğun üzerinde pembe tişört, yeşil eşofman, yanındaki oğlan çocuğu mavi uzun kollu tişört, siyah pantolon, ortadaki kızın pembe tişört, siyah don, diğer kızın enine kırmızı çizgili beyaz tişört, gri don, en sağdaki kız da yeşil uzun kollu tişört sarı renkli çiçekli don. Çocukların elbiseleri rengarenk. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

En yüksek tepeye çıkınca manzarayı ve etrafı seyrediyorum. Bisikletim KUZ ve aşağıda birazı görünen gölet manzarası.

Sert iklim ve yüksek rakımlı yerlerin meyveleri başka olur. Deniz seviyesinde göremezsin. Bunlardan birisi MUŞMULA. Çoktandır, neredeyse çocukluğumdan beri muşmula ağacı görmedim desem yeridir. Muşmula ağacını görünce seviniyorum, hele dalında olgunlaşmak üzere olması. Biraz daha zaman geçmesi gerekiyor olgunlaşması için. Ama tadını almak için bir tane koparıp yiyorum. Sert ve tadı yerinde değil. Olgunlaşınca tadı nefis oluyor muşmulanın.

Düden mesire yerine geldik, burası bir gölet. İnsanlar piknik yapmaya geliyorlar. Devlet su işleri ve orman bakanlığı ortaklaşa yaptığı mesire giriş yeri yuvarlak ağaçlardan yapılmış. İki yanda dörder dikme odun yan ve çapraz çakılarak üstte çatı kısmı tutuyor.  Ağaç tahtalara sarı renkte Düden mesire yeri yazısı yazılmış. Mesire yeri ama üç katlı beton bina ormana ve mesire yerine hiç yakışmamış.

Göletin gökyüzünden aldığı mavi renge yosunların yeşil rengi karışarak turkuaz rengi ile harika görünüyor. Göletin kıyılarında sazlıklar kaplamış. Etraf ağaçlı tepeler sarmış durumda. Mavi gökyüzünde bir kaç beyaz bulut manzarayı tamamlamış.

Göletin etrafı çam ağaçları ve biz bu çam ağaçlarının arasında toprak yolda göleti dolanıyoruz. İçimize taze çam kokusu ile birlikte bol oksijen çekiyoruz.

Sazlıkların arasından göletin durgun suyunun resmini çektim.

Bisikletim KUZ da resim çekilmeyi hak ediyor. Gölet manzaralı onun da resmi oluyor böylece.

Göletin etrafını tavaf ettikten sonra yemek arabası buraya kadar geldiği için acıkan karnımızı doyuruyoruz. Derin dikdörtgen büyük kaplarda yemeğimizi kepçelerle veriyorlar bolca. Kimse karnım doymadı diyemedi, yemek bol ve dağıtan aşçı da sevimli olunca.

Yemek arası bitip dinlendikten sonra Simav’a doğru dönüşe geçtik. Grup fazla dağılmadan ara sıra bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Bir grup bisikletçi beklerken görünüyor.

Pazarlar ilçesine geldik, tabelada yazdığı kadarı ile 3300 nüfusu var. Küçük bir ilçe.

Pazarları geçtikten sonra ana yola çıktık. Simav’a 25 Kilometre var. Yol kıyısında aralıklı ikişer, üçer uzun kavaklar eşliğinde gidiyoruz.

Ana yolda araç trafiği fazla olunca hızlı yol alıp kısa sürede Simav’a geldik. Evler, apartmanlar giriş tabelası ile başlıyor. Tabelada yazan 25500 nüfus Simav’ın fazla kalabalık olmadığını gösteriyor.

Merkeze girmeden doğruca kamp alanına gidiyoruz. İlk önce Eynal köyüne geldik. Tabela öyle gösteriyor. İlerde daha büyük bir tabelada ise Hız sınırı bölgesi 50 kırmızı daire içinde yazılmış. Uyarı bizler için değil, arabalar için.

Çadırların yanına gelip terli olan çamaşırları çıkararak su donumu ve peştemalimi alarak doğru hamama giderek sıcak su içinde tüm kirlerim den arınıyorum. Hamamın suyu çok sıcak ve içerisi buhardan nem oranı fazla olunca içeride çok kalamadan çıkıyorum. Terli çamaşırları da yıkıyorum. Temiz elbiselerimi giyiyorum. Buraları geceleri serin olduğundan ceket, pantolon giydim. Fazla zaman kaybetmeden arabaya binip yakın olan Gediz’e geldim. Gediz de sevgili halam oturuyor. Az kalan büyüklerimden birisi olan halama bu kadar yakın olmam onu ziyaret edip sevindirmeliyim. Beni karşısında görünce çok sevindi. Hasretle kucaklaştık sevgili halamla. Sık sık görüşemediğimizden hatır sormalar, evdekiler nasıl, neler oldu, ne yapıyorsun birbirimize anlattık. Konuşmasak ta yanında durmak bile benim içim çok değerli. Beraber bir resim çekiliyoruz halam ile birlikte.

Kuzenim ve oğlu da yanımıza gelip resim çekiliyoruz birlikte. Kuzenim de geldiğimden dolayı çok sevindi.

Akşam yemeğini kamp alanında yemeden çıktığım için kuzenim bir şeyler hazırlayıp sofrayı hazırladı. Yemeği yerken bol bol sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Kahve, çay derken gece ilerledi, izin isteyerek arabaya binip Simav’a kamp alanına geldim. Çoğu arkadaş uyumuş bile. Gecenin serinliği çadırların üstüne çökmüş. Ben de fazla ses çıkarmadan çadırıma girip mutlu bir durumda uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 62 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 13. Gün

28 Haziran 2013 Cuma

Muğla kent ormanı – Muğla – Belen kahvesi – Beçin kalesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.

 

“Geleceği hayal ediyorsun çünkü şimdi ki anı tatmadın.”

 

Öne çıkmış olan görsel, sol taraf az ağaçlı dik yamaç, sağda ise pembe çiçekler açarak coşmuş zakkum.

280620132942

Ormanın derinliğinde uyanıyoruz, ortalık sessiz sadece kuş sesleri var. Kamp attığımız yer piknik alanı, mangal için yerler yapmışlar, gündüz ışığında orman farklı görünüyor. Toplandıktan sonra ormandan çıkıp ana yola geliyoruz, girerken resim çekemediğimden ormanın girişinin resmini çekiyorum.

280620132906

Güneş yeni doğmuş tam arkamızda günün ilk ışıklarını cömertçe dünyaya gönderiyor. Güneş arkamda, gölgem asfalt üzerine düşüyor.

280620132907

Muğla’ya 12 km uzaklıktayız, kahvaltıyı Muğla’da yapacağız. Giriş tabelasındayım. Tabelada; Muğla: Nüfus 62.600 Rakım 625

280620132908

Muğla’ya varınca bakkaldan kahvaltılık alıyoruz. Kahvaltıyı uygun bir çay ocağında yapıp karnımızı doyurduk. Kahvaltıyı yaparken bu günkü rotamızı çıkarıp nereden gideceğimizi belirliyoruz. Yatağan’a uğramadan Belen kahvesinden, dağ yollarından gideceğiz. Rehberimiz her zamanki gibi İrfan öne düşüyor biz de ardından takip ediyoruz. İrfan çok iyi bir rehber, yolları okumayı, nereden gideceğimizi o belirliyor. Bir süre ana yoldan gidip Belen kahvesini sapağına varınca sola dönüyoruz. Tabelada yazan Belen Kahvesi 9. Yani Belen kahvesine 9 Kilometre olduğunu belirtiyor. Tarihi ve turistik olduğu için kahverengi tabelaya yazılmış.

280620132909

Kısa sürede Çaybükü köyüne vardık. Burada Belen kahvesi. Tabelada yazdığına göre Belen değirmeni de burada olduğunu belirtiyor.

280620132910

Kahve az yukarıda, ağaçlar arasında Türk bayrağı ve kahvenin çatısı görünüyor.

280620132911

Belen kahvesine giderken yol kenarında armut ağacı görünce bir kaç tane kopartıp çantama koyuyorum. İrfan ile Yıldız önde oldukları için armutları yemiyorum. Türküsü yakılan dramatik Belen kahvesine varıyorum. Bisikletimi park edip resim çekmeye başladım. Kahve taş bina, giriş kapısı üzerine Belen Kahvesi yazılmış. Kapı pervazları geniş çerçeveli mermerden. İki yanda da gece lambaları, nedense gündüz feneri gibi yanıyorlar. Işıkları kapatmayı unutmuşlar sanki, lambalar yanıyor gündüz aydınlığında. Kapının solunda yakılan Ormancı türküsünün sözleri, sağında ise türküsü yakılan olayın hikayesi sarı plakete yazılmış.

280620132912

Bu kahvede olan olayları halk türkü yakarak belgelemiş. Tabelada yazılan türkünün orijinal sözleri;

Ormancı Türküsü

Çıktım Belen Kahvesi’ne baktım ovaya

Bay Mustafa çağırdı dama oynamaya

Ormancı da gelir gelmez yıkar masaya(ı)

Söz anlama Ormancı çekmiş kafaya(ı)

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktı yoktan bir acı

 

Gevene’in ortasında değirmen döner

Değirmenin taşları dağından iner

Ormancıya atılan kurşun Tevfik’e değer

Tevfik’imin acıları yürekleri deler.

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

 

Gevenes’in suları hoştur içmeye

İçinde köprüsü var gelip geçmeye

Tevfik’imi vurdular hiç mi hiçine

Yazık ettin Ormancı köyün iki gencine

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

280620132913

Bu tabelada da olayın Ormancı türküsünün hikayesi hikayesi;

Muğla’nın Gevenes ve Kozağaç köyleri civarındaki ormanlarında bir yangın çıkar. Yangın kısa sürede kontrol altına alını ve etrafı çevrilir. O sırada Mustafa Şahbudak ve Tevfik Cezayir adlı iki arkadaş Belen Kahvesinde oturmuş dama oynamaktadır. Tevfik Cezayir Gevenes köyünün muhtarıdır. Aynı zamanda yörede herkesin yardımına koşan, sevilen biridir. Orman koruma ve bakım memuru olan Sarı Mehmet lakaplı Mehmet İn, etrafı çevrilen yangının söndürülmesi için Belen Kahvesine gelir ve Muhtar Tevfik Cezayir’den bekçi ister. Muhtar, iş zamanı olduğu için bekçi vermek istemez. Bu konuda Ormancı Mehmet İn tuttuğu zaptı Muhtar Tevfik Cezayir’e İmzalatmak ister. Muhtar Tefvik Cezayir oyunun kritik anı olduğu için tutulan zaptı imzalamak istemez. Olaya kızan Ormancı masaya vurur ve dama taşları dağılır.

280620132914

Yazının diğer bölümü kareye sığmadığı için ikinci bir resim daha çektim. Hikayenin devamı;

Diğer oyuncu Mustafa Şahbudak, dökülen taşları toplar ve Ormancı ile tartışırlar. Ormancı inatlaşır, söz anlamaz, ikinci kez masayı devirir. Bu kez Ormancı ile Mustafa Şahbudak arasında tartışma çıkar. Mustafa Şahbudak sinirlenerek Ormancıya tokat atar. Ormancı Mehmet İn, belinden kamasını çıkararak Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. Mustafa Şahbudak olayın şoku ile belinden tabancasını çeker. Bu sırada Muhtar Tevfik Cezayir yapma diyerek, silahın önüne atlar. Silah iki kez patlar. Çıkan kurşunlar Muhtar Tevfik Cezayir’e rastgelir, Mustafa Şahbudak arkadaşı Muhtar Cezayir’i kazayla vurur. Mustafa Şahbudak, arkadaşıyla ilgilenirken Ormancı kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçan Ormancıyı silahıyla topuğundan ve kalçasından yaralar. Köylüler Mustafa Şahbudak’ı yatıştırır ve elinden silahı alır. muhtar Tevfik Cezayir Muğla devlet hastanesine kaldırılır, ancak aldığı yaralar sonucu kan kaybından ölür.

280620132915

Çıktım Belen Kahvesine baktım ovaayaaaa baktım ovayaa. Dama masası, üzerinde dama taşları dizili. Masa ve sandalyeler sundurmanın altında, Duvar üstünde tahta çit ve aşağıda Belen ovası.

280620132917

Bir müze haline gelmiş Belen kahvesinin odasını müzeye çevirmişler.  Mankenlerle Ormancı ayakta, Bay Mustafa ve Muhtar Tevfik sandalyede oturmuş dama oynarlarken. Dama taşları masa üzerinde dağınık.

280620132919

Odanın bir duvarında ocak, içinde odunlar, sacayağı. Yanmaya hazır durumda. Ocağın yanında Dövülerek ayran yapılan ahşap yayık.

280620132920

Belen kahvesinde oturup ovaya bakarak çaylarımızı içiyoruz. Aslında kahve içmek gerekti ya neyse çay ile idare edelim. Masada; ben , Yıldız ve İrfan oturmuş çay içerken, arkamızda Belen ovası.

280620132916

Çay içerken sandalyeni tahtasına konmuş çekirgeyi görünce yakından resmini çekiyorum.

280620132921

Belen kahvesinde dinlenip çay içerken kahveciden yol durumunu soruyoruz. Yol toprak, tenha olduğunu söyleyip dere kenarını takip etmemizi söylüyor. Gerekli yol bilgilerini aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Bir süre sonra asfalt yol toprak yola dönüşüyor ama bizi etkilemeden yolumuza devam ediyoruz. Trafik olmasın yeter, sonra ormanın içi gayet güzel. Yalnız yokuş ve biraz tırmanma var. Ayrıca ana yollardan farkı da yol kenarındaki su kaynaklarını, çeşme ve derelere rastlıyorsun, böylece yol boyunca susuz kalmıyor ve sıcaktan bunalırken serinliyorsun. Çam ormanı içindeyiz, solda dere yatağı ve pembe çiçekler açmış zakkumlar.

280620132923

Ormanın içinden geçen toprak yol, yokuşu çıkan Yıldız bana doğru gelirken çam ormanı ile yolu birlikte çekiyorum.

280620132924

Dağa tırmanmamız devam ediyor, zakkum çiçekleri ormana renk katıyor. Üçümüz kendi temposunda tırmanıyor, birbirimizi gözden kaybettiğimizde bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Arada kendi mi de çekiyorum elçek ile, önümde Yıldız bisiklet sürüyor. Başımda mavi buuf, gözümde sarı renkli güneş gözlüğü var.

280620132926

Yol bazen aşağıya doğru gidiyormuş gibi görünse de kısa sürüyor ve çıkmaya devam ediyoruz. Karşıda yüksek dağlar var.

280620132927

Yokuş bitmiyor hala tırmanıyoruz, rastladığımız keçi çobanına yolu sorup doğru yolda olduğumuzu öğrenince tırmanmaya devam. Keçi çobanı yolu başı ile tarif ederken, ileride İrfan keçi sürüsüne ulaşmış bile.

280620132929

Yıkık viran evler de görüyoruz arada. Taş ve çamurdan yapılmış duvarları bir kısım çatıyı ayakta tutuyor. İçeride bal arısı kovanlarını görüyorum.

280620132931

Yamaçta uzun çam ağaçları ve yola yakın yerlerde, dere kıyısında kavak ağaçları göğe ulaşmaya çalışıyor.

280620132934

Solda zakkum çiçekleri açmış, önümde İrfan bisikletle gidiyor.

280620132932

Nereye baksan manzara değişiyor, ben de durup durup resim çekerek tırmanmaya devam ediyorum, durunca da bir nebze dinlenmiş oluyorum çaktırmadan ama bu sefer geride kalınca arkadaşlar beni ileride bir ağacın gölgesinde beklerken buluyorum. Resim çekerken ilginç olan çam ağaçlarına denk geliyorum, çamın dalında bir yumru oluşmuş. Beni bekledikleri yerde çıkarıp armutları yiyoruz, biraz meyve iyi olur.

280620132935

Önümde Yıldız bisikletin üzerinde giderken, daha ileride İrfan bisikletten inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Yolda iri taşlar var, o yüzden rahat süremiyor. Ne de olsa acemi, ilk bisiklet turu.

280620132937

Bazen dere yatağından epey yukarılardan gidiyoruz. Yol kıyısında köy evleri dağınık. Aslında doğru dürüst köy de yok ortalıkta.

280620132938

İrfan yokuşu yürüyerek çıkmaya devam ediyor çam ormanı içinde.

280620132939

Yıldız ise alışkın yokuşları çıkmaya. O yüzden bisikletinden hiç inmedi.

280620132940

Bazı yerlerde yol çok taşlı oluyor ama durmak yok, yola devam.

280620132941

İşte güzel bir manzara, Sol taraf seyrek çam ormanı yamaçta. Sağda ise pembe çiçek açmış zakkumlar yol boyu gidiyor. Önümde İrfan. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

280620132942

Köylülerin iş hayvanı olarak kullandıkları at ve katır ağacın gölgesinde bağlanmış ot yiyorlar.

280620132946

Bazı yamaçlar kel kalmış, belki de çabuk tutuşan çam ağaçları yanmıştır bir zaman. Dere yatağında çalılar ve zakkumlar kaplamış.

280620132947

Önümde İrfan ve Yıldız giderken solda yükseltide taş ev görüyorum. Kavak ağaçları yol kıyısında. Bu ev benim hayal ettiğim bir şekilde, yerden 5 metre yükseltide, tek katlı. Önü düz ve az da olsa manzaralı. Böyle bir ev yapmak isterim kendi ellerimle.

280620132948

İrfanın diline bir şarkı dolanıyor, aklına geldikçe söylüyor.

“deli diyorlar bana

desinler değişemem”

Biraz da Yıldıza takılmak için söylüyor. Neyse çıka çıka bitiriyoruz rampaları. Benim bildiğim zakkum bitkisi 800 metre yüksekliğe kadar görülüyor. Zirvede hiç bir zakkum ağacı yok demek ki 800 metrenin üzerindeyiz. Artık inişe geçiyoruz ama inişte taşlı toprak yolda olduğumuz için bisikletimi salamıyorum, dikkatli inmek zorundayım. Haliyle düşmek istemem durduk yerde, yavaş inerim ama sağlam inerim. Ben yavaş indiğimden Yıldız ve İrfan beni bekliyor yolun kıyısında. Bekledikleri yer yol kenarı gölge ve düzlük, karınları da acıkınca oturup ocağı, kap kacağı çıkarıp makarna yapmaya başlıyorlar. Ben de gelince çaydanlığı çıkarıp çay demliyorum. Makarnayı yiyip çayımızı içerek dinleniyoruz İnerken de yoruluyorum fren sıkmaktan ve düz maşadan kollarım tutmaz oldu. Yıldız tencerede makarna pişirirken çömelmiş. 280620132950

Dinlendikten sonra yola çıkıyoruz.

280620132951

Asırlık meşe ağacının gövdesi kalınlaşmış, toprağa iyi tutunuyor.

280620132953

Önümüze bir çam ağacı çıkıyor devasa bir şey, 300 yıllık olabilir. resmini çekebilmem için bayağı geriden çekiyorum, başka türlü kadraja girmiyor çam ağacı.

280620132954

Dar bir vadinin dibinden inmeye devam ediyoruz. Solda küçük dere yatağı yol ile birlikte, çam kokuları içinde Milas ovasına doğru akıyor.

280620132955

Dediğim gibi çeşmesiz kalmıyoruz yol boyunca, yine bir çeşmede duruyoruz. Çeşmenin yalağı var, yalağın içinde yosunlar, su kurbağaları, suyun içinde dalgıç böcekler, anlayacağınız yarım metrekarelik yalağın içinde çeşitli canlıların yaşadığı bir yer olmuş ilgiyle izleyip inceledim. Yaşamak güçlü bir şey canlılarda, düşündürücü.

“Yaşamak tek başına bir ağaç gibi hür ve orman gibi kardeşçesine” demişti Nazım usta.

Nazım usta deyince şair kardeşim Feyyaz aklıma geliyor. Benim ustalarımdan sayılır, Serkan Taşdelen ile bu ikisini D300 karayolunu boydan boya geçen (Çeşmeden başlayıp Ağrıya kadar uzayıp giden yol ) iki bisikletçi. Gezgin virüsü  bulaştırmışlardı maceralarını okurken. Serkan ve Feyyazdan çok şeyler öğrendim, o yüzden ustalarım olarak sayarım ikisini de. Feyyaz daha sonra Türkiye’nin tüm kıyılarını 4000 km dolaşıp bu da yetmezmiş gibi güney Amerika da dolaşıp Fernando adını almış olup en son da Nazım ustanın Moskova ya giderken gittiği yoldan giden ve Yol kitabını çıkarıp bizlerle paylaşan genç şair dostumu andım bir an yaşam dolu su yalağında. Fernando Feyyaz Alaçamın kendi web sitesinden takip edebilirsiniz. www.feyyazalacam.com Serkan Taşdelen’in web sitesi http://www.pedalla.com

280620132956

“Deli diyorlar bana

desinler değişemem…”

Dengesiz İrfan uçurumun kenarında durmuş bana poz veriyor.

280620132957

Dengesiz İrfan bir türlü dengeyi sağlayamıyor. Artık düzlüğe geldik, ilerlerken durduk yerde İrfan yine düşüyor bisikletten. Ya bir dur arkadaş ne oluyor. Arkasında olduğum için yetişip kaldırıyorum, neyse durduğu yerde olduğu için herhangi bir şeyi yok şükür, düşmesi yorgunluktan olabilir.

280620132958

Çamköy’e geliyoruz, uygun olursa buraya kamp atmayı planlamıştık. Yiyecek bir şeyler bakınırken sadece tost yapan bir dükkandaki elemanın ters davranışı bu köyde kalmadan geçip gitmemize neden oldu. Yola devam ederek güzel bir iniş ve asfalt biraz dinlendiriyor bisiklet üzerinde. Milas’a varıyoruz, daha önce yemek yediğimiz sanayideki lokantaya girip akşam yemeğini yiyoruz. Kuru fasulye kalmamış, biz de olanı yiyoruz. Yemekte nerede kalacağımızı konuşurken Yıldız Beçin kalesinde kalalım diyor, Beçin beldesi 4 km geride. Haliyle Yıldızı’n kararına uyup geriye doğru Beçin’e geliyoruz. Havada karardı,  Resmi ertesi sabah çekiyorum. Kahverengi tabelada yazan Beçin kalesi 1.

290620132970

Tabelada görüldüğü gibi Beçin kalesi 1 km yazıyor ama bir kaç yüz metre çıktıktan sonra dikleşen yokuşun ve yorgun olmamızın verdiği zorluktan bisikletten İrfanla ben inip iterek çıkıyoruz yokuşu. Yıldız inmeden kaleye kadar çıkıyor, bıravo. Hava karanlık, sokak lambaları yeterli aydınlatmıyor yokuşu öyle çıkıyoruz. Kaleye gelince başlıyor köpekler havlamaya, tabi ki aldırmadan yanlarına kadar gelince havlamayı kesip yılışmaya başlıyorlar. Anlayacağınız yaygaracı tipler. Arka ayağı sakat bir anne, geçen sonbahardan üç  ve bu bahardan dört toplam yedi tane yavru köpek etrafımızda yılışıyorlar. Ağaç altında piknik masasının yanında duruyoruz. Burada küçük bir kanal var içinde gürül gürül su akıyor, eh daha ne isteyelim kampımızı atıyoruz. Çayımızı demleyip bir güzel sohbet ederek içiyoruz. Köpekler de bizim bekçiliğimizi yapıyorlar sabaha kadar. Terli eşyalarımızı kanalda yıkayıp asıyoruz. Daha sonra çadırlarımıza girip yatıyoruz ama köpeklerin bütün gece her şeye havlamaları bizi derin bir uykudan mahrum ediyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc