Etiket arşivi: hamak

Eşpedal EGE Turu 1. Gün

6 Ağustos 2017 Pazar

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

 

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, gece kamp alanı. U biçiminde 22 kişi sandalyelere oturmuş.

Cem Tabanlı ile Alsancak’taki bir etkinlikten dönüyoruz eve doğru. O gün Yanımızda bizle bisiklet süren Gündüz Atlı var. Sahildeki bisiklet yolunda sohbet ediyoruz üçümüz. Bir ara Gündüz bize “Urim Baba Pazar günü Eşpedal ile Ege bisiklet turuna gelsenize. Bize destek olursunuz.” dedi. Yaz aylarının sıcağında bisiklet turu pek olmadığı için Cem ve ben fazla düşünmeden muhabbetin getirdiği sakinlikle “Neden olmasın, elbette gelip destek oluruz” diye cevap verdik. Gündüz “Pazar günü Ören de olun, Pazartesi tura başlayacağız.” Bu ani gelişen olay karşısında nereye gideceğiz, neler olacak, kimler olacak diye düşünüp endişeye kapılmadan bu turu kolayca yaparım diye düşündüm.

Ertesi gün turda kullanacağım eşyaları çantalara yükleyip hazır durumda bekliyorum. Zaten bir gün sonra Pazar günü. Cem ile Pazar sabah saat 09:00 da buluşuruz diye sözleştik. Tüm yaz boyu havalar soğuyana kadar balkonda yatıyorum her gece. Az da olsa yıldızları seyrederek uykuya dalıyorum. Bazen denk geliyor kayan bir yıldız görüyorum birkaç saniye içinde. Dilek tutmaya fırsat vermeden kayıp gidiyor. Bunu görmek bile tatlı düşler görmeme yetiyor. Pazar sabahı güneş doğmadan uyanıyorum her sabah olduğu gibi. Sabah kahvemi yapıp balkonda benim yem atmamı bekleyen güvercinleri izleyerek içiyorum. Nereden kaçmışsa aralarında lekesiz, süt beyaz bir güvercin var. Diğerleri çarşı güvercini, kurşuni siyah, mor, alacalı renkteler. Elektrik tellerine ve direğe konmuş güvercinler ile kahvemi yudumluyorum birbirimize bakarak. Kahveyi içtikten sonra güvercinlere buğday atıyorum bir tas. Buğdaylar polyester eternitin üzerinde ses yapınca ilk önce güvercinlere fırsat vermeden serçeler dalıyor cıvıldayarak. Ardından hepsi birden buğdayları yemek için hücum ediyorlar. Polyester eternitin üzerinde çok ses yapıyorlar gagaları ile yemleri yerken. Bir türlü sakin yemelerini öğretemedim. Aralarında kumrular da var iki tane. Onlar çekingen ve sakin yiyorlar ürkerek. Kahvaltıyı yapıp hazırlıklarımı tamamlıyorum. Eşimi uyandırıp  “Ben gidiyorum” diye seslendim. O da ” Allaha emanet, hayırlı yolculuklar” dileğini gözleri yarı açık söyleyip uğurladı yattığı yerden.

Türk bayrağım en altta boruya asılmış durumda, Elektrik direği ve tellerine güvercinler konmuş yem atmamı bekliyorlar sabırla. Karşıda önümü tamamen kapatan beton binalar var. Beyaz güvercin en üst telde solda duruyor. Balkon perdesi sağda demire bağlı.

Akşamdan hazırladığım bisikletime sadece soğuk, taze su ile şişeleri doldurup bisikleti sokağa çıkardım. Evimin bahçe giriş kapısının önünde bisikletimi park edip resmini çekiyorum.

Bisikletim KUZ, bagajda turuncu çantalarım yüklü. Kendim taşları döküp ördüğüm kemerli taş desenli bahçe kapısı. Kemerin üzerinde kanatlarını yukarıya doğru açmış kartal heykeli. Kartalın altındaki kilit taşına gömülü kocaman bir nazar bocuğu. Evimin balkonu ve boruya asılı Türk bayrağım rüzgarda hafif sallanıyor. Kemerin solunda kapı zilleri ve üzerinde posta kutusu. Kutunun üzerinde 34 numara yazılı. Bahçenin içinde limon  ağacı ve kaldırıma ektiğim erguvan ağacı. Çiçekleri baharın ilk günlerinde açtığı için Ağustos ayında yeşil yaprakları ile doğaya ve bahçeme renk katıyor. Kapının önünde büyük saksıda salon bitkisi duruyor. Sabah güneşi bisikletime ve yola vurmuş durumda.

Üçkuyularda Cem ile buluştum. Oradan geçen birine ikimizin resmini çıkarsın diye cep telefonumu veriyorum. O da bisikletlerimiz yüklü durumda bizleri çekiyor bir poz. Henüz ortalarda kimseler yok, sabahın dokuzu şu an. Gidon çantalarımızda son olarak yaptığımız Suyun Kaynağına Yolculuk turundan kalan levhalar bağlı durumda.

Sahil yolundan Konak, Alsancak tarafına kadar bisiklet yolundan gidiyoruz. Alsancak’tan sonra trafiğe karışıp Kamil Tunca bulvarından dosdoğru otogara gidiyoruz. Edremit tarafına giden otobüslerden biletimizi alıp biniyoruz bisikletlerimiz bagaja yükledikten sonra.

Aşağıda Fahrettin Altay – otogara kadar yolun haritası yaklaşık 17 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Bagaja bisikletleri yerleştirdikten sonra koltuklarımıza oturduk. Hazır oturmuşken Cem ile birlikte elçek bir resim çekiliyoruz. Burhaniye’ye doğru Çanakkale yolundan gitmeye başladı otobüsümüz.

İki saatlik rahat bir yolculuktan sonra Burhaniye de iniyoruz otobüsten. Bisikletlerin ön tekerleklerini takıp çantaları da bagaja yükledikten sonra deniz kıyısında olan Ören’e doğru pedalladık. Belediyeye ait park alanında kamp kurmuşlar Eşpedal ile tura katılanlar. Çadır alanında kimseler yok, millet denize gitmiş yüzmeye. Öğle zamanı geçtiğinden acıktık, büfeden birer sandviç ve ayranla karnımızı doyurduk. Karnımız doyunca çadırları kurup yerleşiyoruz. Yanımda taşıdığım hamağı biri kalın, biri ince iki ağaç gövdesine bağladım. Parkta hamak kurulacak sadece bu iki ağaç var yakın olarak.  Denizdekilerin gelmesini beklerken biraz şekerleme yapmak gerek. Hamağa uzanmışken Cem benim bir resmimi çekiyor. Arkada kurulu çadırlar yeşil renkte.

Güzel bir şekerleme iyi geldi, bir süre uyuyorum. Akşam üzeri denizdeki arkadaşlar gelince uyandım. İlk gelenlerden birisi Baattin Şimşek. Beni uyurken görünce “Hoş geldin Ustam” diye uyandırıyor. Hamaktan kalmadan “Hoş bulduk” diye karşılık verirken Baattinin resmini çekiyorum. Baattin şaka yollu ” Ustam beni yanına çıkar olarak alsana” dedi. Ben de “Çırağımın çırağı olduğun için olmaz, git Şafak ustana.” diye karşılık verdim. Arkada parkın ağaçları, Cem ve piknik masasında iç lastik. Beyaz plastik sandalyeler de masanın etrafına konulmuş.

Baattin benim yerime hamağa yatıyor bir süre. Hatta uyudu bile yorgunluktan. Denizde epey boğuşmuşlar, ayrıca güneşin sıcaklığı da yormuştur. Biri küçük gövdeli, diğeri kalın gövdeli iki çınar ağacına bağlı hamak. Yanında yeşil renkli bir çadır ve benim çadırım mavi renkli, solda kurulu.

Bir süre sonra diğerleri de geldi kamp alanına. Hepsi ile selamlaştık, kimisini tanıyorum kimisi ile yeni tanıştım. Aralarında biri vardı ki asık suratla gelir gelmez daha selam vermeden “Bu hamak kimin, hemen kaldırsın buradan. Çadırlara çok yakın” diyerek negatif enerjisini otama yaydı. Ben de bu enerjiyi yumuşatıp “Tamam kaldırırız, alt tarafı iple ağaca bağlı bir hamak” diyerek karşılık verdim. Adam esmer ten rengi, geniş yüzünde çatık kalın kaşları neredeyse birbirine değmiş durumda. Suratı hep asık olarak konuştuğu için bu adamdan acayip korkum. İçimden ” Ulan ne yapacağım yüzü gülmeyen bu adamla tur boyunca. Beraber yiyip içeceğiz, bisiklet süreceğiz. Bu böyle çekilmez ki'” diye düşündüm. Neyse yeni tanıştığım ve acayip korktuğum, yüzü gülmeyen, çatık kaşlı adamın ismini sonradan öğrendiğime göre Hakan Sevin. Adamın soyadı yüzü ile hiç uyumlu değil. İlk önce güldürmeli bu asık suratlı adamı. İçimde umut var. Soyadına yakışır biri olmalı. Birleşik kaşlarını birbirinden ayırmalı ilk önce. Zaten çatık kaşlar birbirine yakın olunca gözler de birbirine yakınlaşıyor. Böylece dar görüşlü olarak Dünya’nın güzelliklerini görmesini engelliyor bir derece. Kaşlar birbirinden ayrılınca gözler de normal yerine gelerek Dünya’yı geniş bir açıyla görerek ufku açılacak. Böylece çevresindekileri tanıyıp daha yeni tanıştığı biri ile iyi ilişkilerle ortamı germeden dost olacak. Bunu zamanla yapacağım. Aslında iyi bir insan ama çatık kaşları insanı korkutuyor, yanına yaklaşamıyorsun.

Neyse şimdilik bu adamı bir kenara bırakıp normal hayata dönelim. Akşam olmadan yeni tanıştığım arkadaşlarla sohbet eşliğinde bizleri misafir eden Burhaniye belediyesinin tesislerinde akşam yemeğini yiyoruz. Sonrasında iki piknik masasını yan yana ve plastik sandalyeleri de sıralayıp U düzeninde yapıp oturuyoruz. Böylece sohbetimizi yaparken birbirimizin sesini bağırarak değil de normal konuşarak dinleyebiliriz.

Hepimiz oturup sohbete başladık. Ben de kahve takımlarımı çıkarıp plastik bir masayı da önüme koyarak kahve pişirmeye başladım. İlk defa kahve pişiren birini görmüşler gibi merakla bana bakıyorlar. Görmeyenler de kahve kokusundan anlıyorlar kahve pişirdiğimi. Henüz birbirini tanımayanlar var. Sırayla söz alarak kendini tanıtmaya başladılar. Herkes kendini tanıttıktan sonra, yapılan turu, amacı, gideceğimiz rotayı konuşmaya başladık.

Toplam 22 kişiyiz, U düzeninde oturulmuş durumda sağ başta piknik masasını oturak olarak kullanıp plastik masada kahve takımları var. Tabelam da masanın üzerinde. Urim Baba’nın Kahvesi Maksat Muhabbet yazıyor tabelamda. Bir de benim kahve pişirirken bağdaş oturmuş durumda resmim basılı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Cezvem 4 kişilik olunca 5 kez kahve pişirdim. Fincanlar da 4 tane olunca çırağımın çırağı Baattin içilen fincanları lavaboya gidip yıkıyor. Ben de tekrar cezveye kahve koyup pişirmeye başlıyorum. Yeni tanıştığım Bursa’dan aramıza katılan Şevket Yiğit kahve pişirirken cezveyi ve fincanları yakından çekiyor. Cezvenin içindeki kahve köpürüp taşmaya hazır, kabarmış durumda.

Aramızda üç tane şevket var. Büyük Şevket Kaplan İzmir’den tanıyorum. Ortanca Şevket Bursa’dan katıldı. Aşağıdaki resmi de o çekiyor. Bir de küçük Şevket Akçahasan var. O daha genç, üniversitede öğrenci, hala okuyor. Masanın başında kahve pişiriyorum. Cezve ocağın üstünde, ocağın etrafında alüminyum rüzgarlık, yanında 4 fincan, Urim Baba’nın Kahvesi yazılı tabelam ve yanımda büyük Şevket oturuyor.

Ortanca Şevket elçek ile hepimizi birden otururken resmimizi çekiyor. Kendi kafası büyük ve çatık kaşlı Hakan bakıyor resim çeken Şevket’e.

Tanışma, sohbet iyice koyulaştı gecenin ilerleyen saatlerine kadar. Bu gün fazla yorulmadık, Pazar olması nedeni ile sanki hafta tatilinde dinlenmişim gibi. Artık uyku zamanı diyerek herkes çadırına çekilip yattı birer ikişer.

Bu gün yaptığım toplam yol 20 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritası Burhaniye – Ören arası 3.5 Kilometre

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 5. Gün

11 Mayıs 2017 Perşembe

Gölyazı 1 Günlük Tatil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya’ya aittir)

 

Kumsal olurum denizi duymak için

bir türkü söyler radyo

giderim uzak

tarih odur ki

atılır üstüne

o en güzeli

olsa olsa hepimizin olacak

toprak varken

hiç bir şeye benimdir diyemem

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, kıyıdakı kayıkların altı ve göl yüzüne vuran yansımaları. Evler ve tarihi duvar da yansımalar içinde.

Gece boyu göl sakinlerinin sesi ninni gibi geldi. Arada ördek ve karameke kuşların sesi dışında en kapsamlı sesleri kurbağalar çıkardı. Doğada uyumanın getirdiği rahatlık ve çadırda uyumanın zevki anlatılmaz yaşanır. Dünkü rüzgara karşı pedal çevirmek, hele hele 80 kusur Kilometre biraz yordu. Sıcak duşun etkisi olsa gerek güzel bir uyku çektim. Öyle erkenden de kalkmayıp tembellik hakkımı çadırımda kullanıyorum. Tembellik gibisi yok, gerine gerine çadırımın kapısını açıp içeriden dışarıdaki gölü, sazlıkları ve ördeklerin sazlıklar arasında görünmeden çıkardıkları ötüşü dinleyip hayaller kuruyorum. Tembellik yaparken hayal kurmak daha da güzel kılıyor hayatımı. Buraya kadar 500 Kilometre den fazla yol yaptım, yaşadıklarım, gördüklerim, geçtiğim yerleri düşünüyorum. Ve kendi gücümle, kendi bisikletim ile daha önce arabam ile geldiğim yoldan değil de aykırı yollardan geldim buralara kadar. Kısacası dere tepe düz geldik desem yeridir. Köyler, rüzgar türbinleri dibinden geçerken “iyi ki bisikletle buralardan geçiyorum” düşüncesiyle hareket halindeyim. Zaten hareket halinde olmalı insan. Durdun mu çürümeye başlarsın. Sonra çok güzel bir yere geldik, tarihi, doğal güzellikleri iç içe geçmiş Gölyazı da bu gün güzel zaman geçireceğimize eminim. Sonra en lezzetli balıklardan yiyeceğiz. Bu gün tatil yapacağız ve iyi değerlendirmek gerek. Tembellik hakkımı kullanırken bu düşüncelerle zaman geçiriyorum.

Çadırımın kapısının fermuarı açık, dışarısı görünüyor. İki ayağım ve göldeki sazlıklar manzaramı oluşturuyor.

Sabah kahvaltısını hep beraber kazıevi’nin mutfağından faydalanarak güzelce yaptık. Hiç acelemiz yok, kahvaltıdan sonra bisiklete binip köyün merkezine köprüden geçerek adaya geldik. Henüz ihale başlamadı, çınarların altına çay bahçesinde oturduk. Burada birer çay içerek ihale saatini bekledik. Çınarların altında oturduğumuz kahvenin içinden mezat tellalı çıktı. Bu adamı yıllardır tanırım, bir çok kez de mezatta gördüm. Siyah takım elbise giyer sürekli. Bu gün sarı gömlek ve kırmızı ağırlıklı kravat takmış boynuna. Seyrelmiş saçlarını arkaya doğru taramış büyük bir ciddiyetle işine doğru gitmeye başladı. Elinde el çantasını sallaması tam olarak devlet memuru görüntüsünü veriyor.

Kahvenin kapalı kısmı camekan, mezat memuru üç merdiven başında durmuş, solda su buzdolabı, dondurma dolabı, Güneş şemsiyesi. Dolabın üzerinde Gölyazı’yı havadan çekilmiş tanıtım resimleri. Sundurmada oturan dört kişi ve bir kaç boş kırmızı döşemeli sandalye. Sağda yukarı çıkan merdivenler. Üst kat Gölyazı Mahalle muhtarlığı. Daha önce belediye binası olarak kullanılmaktaydı.

Gölyazı balıkçı kasabası, burada Uluabat gölünde yetişen balıklar sürekli avlanıp geçimlerini balıkçılıktan sağlıyorlar. Kendilerine kooperatif kurmuşlar, devlete belli bir ücret ödüyorlar. Gölde tutulacak balıkları, av yasağı, kuralları kooperatif belirliyor ve kontrol ediyor. Daha önce üstü kapalı mezat yeri vardı. Burada balıklar satılırken belediye orayı balıkçılardan alıp işletmeye vermiş. O yüzden mezat gölün kıyısında bir yerde kilitli beton taşların üzerinde, yerde yapılıyor. Henüz mezat başlamadı.

Yerde, mavi, kırmızı ve beyaz renkli büyük leğenler sıralanmış. Balıkçılar balıkları bu leğenlere koyup sırayla balıkları mezat usulü satılacak. Kim daha çok, kim daha az verecek satış anında belli olacak. Karaya çekilmiş kayıkların küpeştelerine insanlar oturmuş. Bir kaç kişi ayakta mezat saatini bekliyorlar.

Bizler de bisikletçi altı kişi ve akrabamız Hasan’ın abisi Malik te aramızda bekliyoruz. Arkadaşlar merakla mezat saatini bekliyor. Ben de onların resmini çekiyorum. Arkadaşlara çaktırmadan balıkçılık yapan ve mezatta adamları olan Hasan’a bize yetecek miktarda balık almasını söyledim. 7 yada 8 tane turna balığı bize yeter. Hasan da “Tamam enişte” diyerek ihaleden balıkları alacağını belirtti.

Vedat’ın çektiği resimlerden biri. Balıkçılar kayıkların küreklerini çekerek kıyıya yanaşıyor. Kürekleri çeken de bir kadın. Burada ailecek balıkçılık yapılıyor. Kadın, erkek fark etmiyor. Bahar ayında yağan yağmurlardan dolayı gölün seviyesi yükselmiş durumda. O yüzden söğüt ağaçları suyun içinde kalmış. Sular çekilince söğüt ağaçları karada kalıyor.

Başka balıkçılar da kıyıya teknesi ile yanaşırken resmini çekiyorum. Tuttuğu balıkları mezata getirirken ağ sepetin içinde, teknenin kenarına bağlayıp suda duruyor. Kıyıda iki ağ sepet daha var. İçinde balıklar kıpır kıpır oynuyor canlı olarak. Burada turna balıkları ağ sepetlerde yakalanıyor. Ağ sepetler demir helezon biçiminde solucan gibi yapılmış. Etrafı ağla kapatılıp ağzı açık kalacak şekilde suya bırakıyor. Göl fazla derin değil. Sepetin başına da uzun bir sırık çakıp yerini belirliyorlar. Ağ sepet tuzaklı, içine giren balığın bir daha çıkmasına olanak yok. Her balıkçı kendi avlanma bölgesinde, kendi sırıkları ile avlanıyor. Kimse kimsenin avını ellemiyor. Her balıkçı kendi kısmetine ne gelirse “Allah bereket versin” diyerek tuttuğu balığı mezata getirip satıyor. O gün kısmetinde ne varsa duruma göre 50, 100, 300 TL kazanırken bazen de hiç balık tutamıyor. Kısmet ne diyelim.

Bir balıkçı teknesi ile kıyıya yanaşmış inmek üzere. Teknenin baş kısmında kırmızı – sarı renkli bez bohça konulmuş. Sağda ağ sepeti suya sarkık durumda. yanda başka bir tekneye ip ile bağlı iki ağ sepet suyun içinde. Sahipleri de çizmeleri giymiş kayığına yaslanıp yeni gelen balıkçıyı ve sepetlerini gözlüyorlar. Sepetin içinde canlı turna balıkları var.

Yolun ortasında plastik leğenler dizilmiş, piknik masasını da satış komisyonu için hazırlamışlar. Masanın üzerine iki kişi oturmuş ayakları oturulacak yere koymuşlar. Satış takip defteri elinde son hazırlıklar yapılıyor. Birisi piknik masasına oturmuş, elini çenesine dayayıp düşünüyor satacağı balıklardan elde edeceği parayı nasıl harcayacağım diye. Kimisi de cep telefonu kulağında habire konuşuyor karşısındaki ile. Ne kadar balık alayım, kaça alayım gibi. Daha arkada Apolyont antik kentinden kalan kale duvarları. Üzerine ev yapılıp içinde oturanlar var.

Yeri ilk başta göl suyu ile bir kaç kova su dökerek tozu toprağı temizliyorlar. Ve mezat başlıyor, ilk olarak tutulması pek kolay olmayan yılan balıkları satışa çıktı. Yılan balıklarını tutan Hasan’ın amcası. Ederi yüksek olan yılan balıkları epey pahalı bir fiyata artırmayla satılıyor. Başka yılan balığı tutan da yok. Sonrasında turna balıklarına geliyor, ağ sepetten balıklar yere dökülüyor.

Mezatta balık satışı o günkü durumuna, balıkların canlılığına ya da balığın büyüklüğüne göre değişebiliyor. Balığın sayısı ve boyutlarına göre kilosu belli. Ona göre fiyatı da üç aşağı beş yukarı belli. Açık arttırma ya da eksiltme usulüne göre  mezat tellalı yürütüyor. Yerde yatan turna balıkları, ağ sepetler ve leğenler duruyor. Balıkları döküp toplatan çizmeli bir görevli var.

Satışı yapılan balıklar leğene konulup alan kişi arabasına götürüyor. Balıkları toplayan görevli leğene koyuyor ama canlı olan turna balıkları zıplayıp leğenden dışarıya çıkıyor.

Mezatta satış şöyle oluyor; balıkların sahibi bir fiyat belirtip mezat tellalına söylüyor. Tellal da balığın durumuna göre fiyatı uygun bulursa fiyatı açıklıyor sesli olarak. Fiyat 70 Liradan açıyor tellal. Çember oluşturmuş alıcılar da tellalın söylediği fiyatı arttırıyor elini kaldırıp alacağı fiyatı belirtiyor. Tellal cin gibi, alıcıların hepsini tanıyor ve kim ne istiyor, ne kadar verdiğini takip edip idare ediyor.

Tellal; “70” diyerek arttırmayı başlatıyor. Arttırmayı yapan;

“1” deyince tellal;

“2” deyip arttırıyor. “3” “5” “80” “90” diye gidiyor fiyat. En son fiyatı kabul eden balıkları almış oluyor. Sonra diğer balıklar yere dökülüp satış devam ediyor. Piknik masasında defteri tutan yazıcı da kimin balığını kim aldı diye yazıyor. Satıştan da kooperatif adına komisyon kesiliyor her satışta. Bazen çekişmeli arttırma oluyor, bazen de kısa sürüyor. Bu mezata katılıp satışları, arttırmayı, çekişmeyi izlemenizi isterim. Yerde 20 tane turna balığı var hepsi de canlı ve zıplayıp duruyorlar sürekli olarak. Balıkları toplayan görevli yere eğilmiş balığı tutmaya çalışırken etrafta toplanmış alıcılar çember oluşturmuş. Sağda iki boş plastik leğen var.

Bazı balıklar da canlılığını kaybetmiş, hareketsiz ve solgun görünümünde. Bu balıklara biçilen fiyat alıcı bulmayınca tellal birer, ikişer fiyat düşürmeye başlıyor. Alıcılar da söylenen fiyatı daha da düşürerek en son veren alıyor balığı. Bazen arttırma, bazen de eksiltme ile mezat yarım yada bir saatte bitiyor. Her şey çarçabuk hızlı biçiminde olup bitiyor. Satışı takip etmek epey zor.

Amcamın elini havaya kaldırıp aldığı turna balığını gösteriyor. Turna balığı iri, 8 Kilo civarı. Epey iri ve uzun bir balık, fiyatı yaklaşık 80 – 90 Lira arasında eder. Kamyonetindeki buzluğa koyup müşterilerine porsiyon porsiyon satıp para kazanacak. Ticaret böyle, al sat. Resmi Vedat çekiyor.

Gölyazı turistlik bir yer, hem antik kent, hem de evleri tarihi. Evler tek tek restore edilerek yenilenip boyanıyor. İşte bunlardan birisi, ev duvarları tamamen kırmızı renge boyalı. Pencerelerin çerçeveleri kahverengi ahşap kaplayarak dekoru tamamlamışlar. Ev iki katlı, yanında yeşil boyalı, onun yanında da sarı boyanmış evler dizili durumda. Solda duvarları taş örülü hamam var. Bu hamam da restore edilerek ziyarete açılmış.

Bu da Ağlayan Çınar. Yaklaşık 750 yaşında olan tarihi çınar geniş gövdesi ile muhteşem görünüyor. Alt kısmında yana doğru uzamış kalın dalı kol gibi duruyor. Dirsek yapmış olan yerden sonra dal yukarıya doğru uzamış. Tam dirseğin olduğu yerin altına destek olarak beton taş yapılmış. Dal böylece sağlam duruyor.. Çınar ağacının içi çürüyüp oyuk olmuş. Ağlayan çınarın hikayesi de şöyle;

Adını gövdesinden akan suyundan alan çınarın efsanesi, eski adıyla Apolyont şimdiki adıyla Gölyazı’da yüzyıllar önce Rumlar ve Türkler birlikte yaşadığı yıllara dayanıyor.

Çınarın arkalarından gözyaşı döktüğü aşıklar, yakışıklı Türk genci Mehmet ve güzeller güzeli Rum kızı Eleni bu barış dolu ortamda, çocukluklarından itibaren hiç ayrılmadan büyüdüler. Ancak bu iki millet arasında başlayan düşmanlık aralarına girdi. Rum köyleri boşaltıldı ve burada bulunan Rumlar ile Selanik’te bulunan Türklerin yer değiştirmesine karar verildi.

Mehmet, göç için yola çıkan Rumlar arasında sevgilisi Eleni’nin de olduğunu öğrenince kendini yollara vurdu ve onu aramaya başladı. Eleni’nin ağabeyi Yorgi, Mehmet’in yolunu kesip artık kardeşliğin bittiğini, sonsuza kadar sürecek bir düşmanlığın başladığını söyleyerek, Eleni’ye ulaşmasına engel olmak istedi. Mehmet sözünden dönmeyi, aşkından vazgeçmeyi kabul etmedi. Bir anlık öfkesine yenilen Yorgi, Mehmet’i öldürerek kanlar içinde olduğu yerde bıraktı. Mehmet son gücünü, Eleni’siyle gizli gizli buluştuğu çınara varmak için kullandı ve çınarın oyuğuna sevgilisi için bir not yazdı. Kanıyla yazdığı notta “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim” diyordu. Eleni olanlardan habersiz konvoyda ailesiyle birlikte ilerlerken, sırdaşı Penelopi’den olanları öğrendi. Konvoydan ayrılıp Mehmet’i bulmak için ilk aklına gelen yer olan çınarın yanına gitti. Mehmet’in ölü bedenine son kez sarıldı, notunu okudu ve gizli buluşma yerleri, aşklarını şahidi olan bu çınarın altında canına kıydı. Çınara ise onların hikâyesini geleceğe taşımak ve sonsuza dek onlar için gözyaşı dökmek kalmıştı.

Hasan bize 7 tane turna balığı almış. Parasını verip balıkları alıyorum. Arkadaşlar ne zaman, nasıl alındı şaşırıyorlar. Ben de “Merak etmeyin Hasan hepsini halletti, balıklar elimizde.” Dedikten sonra salata için malzeme ve ekmeği de fırından taze, sıcak alarak Malik ile birlikte evlerinin olduğu yere geldik. Salatalık malzeme, irmik helvası ve balıklar dahil adam başı 12.5 Lira tuttu. Evleri göl kıyısında, bahçeli. Malik balıkları alıp bizim için kesip temizlemeye başladı. Bizler de onu izliyoruz, elinde keskin bıçak, masanın üstünde balıklar.

Malik balıklarla uğraşa dursun göl kıyısında kayıkların arasında dolanan leylek kadrajıma giriyor. Ürkütmeden yaklaşıp resmini çekiyorum. Yeşil ve açık mavi iki kayık, altları beyaz renge boyalı. Mavi kayığın küpeştelerinde dört tane direk üzerine kırmızı tente takılmış. Solda söğüt ağaçları, sağda sazlar gölün içinde.

Leyleğe yaklaşınca ürküp havalanıyor. Elimde cep telefonu, kamera açık bekliyordum havalanmasını. Tam kanatlarını açıp havalanırken kırmızı tenteli kayığın arkasında kanatlarını açmış uçarken bir poz yakaladım.

Bir iki kanat çırptıktan sonra kanatları iyice gererek süzülmeye başladı biraz ileride gölün üzerinde.

Bu fırsattan istifade eden Cem mavi kayığın oturma yerine uzanıyor. Başını küpeşteye koymuş yastık olarak. Ayakları da diğer taraftaki küpeşteye uzatmış şekerleme yapıyor.

Malik ustalıkla ilk önce başını ve kuyruğunu kesiyor, ardından yüzgeçlerini. Karnını yarıp iç organlarını çekip alıyor. Turna balığını yanlamasına omurga kemiğinin üzerinden fileto olarak boydan boya kesiyor. Omurganın diğer tarafından da kesip aldıktan sonra löp et çıkıyor ortaya. Etleri dört parçaya ayırıp karın kısmına gelen yerlerdeki kılçıkları bıçakla ince ince değdirip kesiyor. Böylece pişen balığın kılçıkları zarar vermiyor yerken. Parça olarak kesilen löp etler leğene konuluyor.

Balık temizlenirken etrafta kediler bir parça kapabilmek için miyavlayıp dolanıyorlar. İç organlarını atıyoruz kedilere. Parçayı kapan alıp kenarda bir yerde yemeye başlıyor.

Malik sağ olsun, ellerine sağlık balıkları kesip hazırladı. Sonrası aşçıbaşımız Mehmetali işe el atıyor. Leğendeki parça etleri çeşmede tek tek yıkıyor elleriyle.

Balıklar temizlendikten sonra dolaba koyuyoruz. Yemek için henüz erken. Yeşil kayık Malik’in, bizi gezdirecek. Kayığı hemen hazırlamaya başladık, küpeşteye direkleri takıp gölgelik tenteyi de üzerine çekip iplerle sıkıca bağladıktan sonra kayığı göle salıyoruz. Motoru çalıştırıp gölde dolaşmaya başladık. Göl suları bahar yağmurlarından dolayı yükselmiş. O yüzden Gölyazı’nın bir tarafı ada olmuş. Adaya köprüden geçiş sağlıyorlar. Sol taraf ana kara parçası, ortada köprü, sağda ada olan yer. Evler iki tarafta, birer ikişer katlı. Fazla yüksek bina yok ve yapılmasına izin verilmiyor. Doğal ve tarihi sit alanı. Adada bir tane cami var. Minaresi göğe yükselmiş.

Kayık suları yararken köpüklü dalgalar saçıyor durgun sularda.

Gölde bir kaç ada var, bunlar yassı adalar. Fazla yükseltileri yok.

Adanın kenarına yakın çevresini dolanmaya başladık. Ana karadan uzaklaştık.

Adada en fazla iki katlı evler var. Evler yapıldığı zamanlarda sit alanı, tarihi değer varmış yokmuş kimse bakmadığı için gelişi güzel binalar konmuş. Sanki gecekondu mahallesi gibi. Kıyıya yakın yerde kale kalıntılarının yüksek duvarları görünüyor.

Gölün durgun sularında yansıyan görüntüler muhteşem. Beyaz badanalı ev, ters dönmüş ağaç ve tarihi duvar kalıntıları suya yansımış.

Kıyıya çekilmiş kayıklar da tarihi duvarla beraber yansımış sulara. Kayıkların alt kısmı su yüzeyine yansımış, sanki dünya tersine dönmüş gibi. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kıyılarda söğüt ağaçları hakim, evlerin bahçelerinde meyve ağaçları ile birlikte daha çok incir ağacı göze çarpıyor.

Yüksek ve geniş duvar Roma döneminden kalma olduğu gibi sağlam ayakta kalmış. Önündeki söğüt ağacının gövdesi ile birlikte komple suya yansımasını çekiyorum.

Tarihi kale duvarları kıyıda düz olarak devam ediyor. Burada köşede burç kalıntısından sonra 90 derece dönüyor. Burç’un üzerinde bir kaç kişi çıkmış.

Normalde adanın etrafını dolanan yol var ama sular yükseldiği için çoğu yerde yol sular altında kalmış. Kıyıya çekilmiş iki kayık, zeytin bahçesi, arkasında evler.

Ada küçük bir tepe, tepeye çıkmak için bazı yerde merdiven yapılmış. O merdivenlerden birisi ise 7 renge boyanmış basamakları. Merdivenin suya değdiği yerde tekne bağlı duruyor. Tekne gezinti teknesi, üzerinde gölgelik tente var. Bizim gezdiğimiz tekne de gezinti teknesi. Cumartesi – Pazar tatil günlerinde Gölyazı aşırı kalabalık oluyor. Bir çoğu da teknelerle gezi yapıyor gölde.

Adada yaşayan balıkçıların tekneleri kıyıda yan yana bağlı duruyor. Karede 10 tane tekne var.

Evlerin şekli şemali yok, herkes imkanlarına göre kendi kafası nasıl basmışsa öyle yapmış evini. Evler yamaçta olduğu için bahçelerin aşağı kısmına taş duvar örerek teras yapılmış. Hiç bir ev ötekine benzemiyor. Arabesk olarak yapılmış evler. Kıyıda tekneler bağlı.

Bazı evler iki katı geçmiş, üç hata dört katlı olanlar var. Bunlar kaçak olduğunu sanıyorum. Belediyeye gerekli rüşveti verdikleri kesin. Karaya çekilmiş tekneler ve söğüt ağaçları.

Durgun sularda yolculuğumuz devam ediyor, neredeyse tüm adanın etrafı kayıklarla dolu. Gezenler hariç kıyıda bağlı olan yüzlerce tekne gördüm. Balık avlama işi daha çok akşam bırakılan ağ sepetler, sabah gidip alınıyor. İhalede satılarak kazancını cebine indirdikten sonra akşama kadar dinleniyorlar. Öğle zamanında kimseler yok ortalıkta, herkes teknesini kıyıya çekip bağlamış.

Güneşte ısınmış üzüm taneleri

Yıldızlardan devşirilen sır

İksir küçük kalplerinde

Zaman döndürürken avuçlarında her şeyi

Kıyıdasın sen, deniz seni salmış

Gözlerin ağaç reçinesi

Kuşların dağarcığında adın var

 Çiğdem Baydar

 

Durgun suda kayığın dalgaları geriye doğru kabarırken güneş te solda yansımış dalgalarda.

Adanın etrafını tamamen döndük ve ana kara ile adayı birbirine bağlayan köprüye geldik. Ana kara kısmı sağ taraf. Burada asırlık ağlayan çınar ağacı var.

Hep köprünün üstünden geçecek değiliz ya, bu kez altından geçeceğiz. Hem de kayıkla. Köprünün ortada iki ayağı kalın taş duvar ile yapılmış. Taş duvar ayaklarındaki izlere bakılırsa gölün seviyesi 1 metre kadar daha yükselmiş daha önce. Kayığın başını iki ayağı ortalamış durumda, hızı da iyice düşürdük. Köprünün altından yavaş geçeceğiz.

Köprünün altından geçip geldiğimiz yere çıkmış olduk. Adanın başlangıç yeri, çınarların olduğu kahveler, cami ve kıyıda bağlı kayıklar. Normalde köprünün dibinden yol var. Belediye otobüsü ve araçlar su altında kalmış olan yoldan adaya geçiyor. Şimdi ise yol sular altında. Daha önce kayıkla bir kaç kez dolaşmıştık adanın etrafını ama göl ilk defa bu kadar yüksek seviyede ve adanın etrafını gerisin geri dolaşmayıp kestirmeden eve döneceğiz.

Kıyıların çoğu yerinde sazlıklar kaplamış durumda. Burada yaşayan su kuşlarına yuva olarak korunaklı bir alan oluşturmuş.

Toplam yedi kişiyiz, iki önde, iki ortada, iki kişi arkada oturmuş durumda ağırlık dengede. Kaptanımız Malik en arkada dümenin başında tek olarak kayığı idare ediyor. Arkada oturan üç kişi, Vedat, Ceyhun ve Malik. Üstümüzde beyaz tente gölgelik yapıyor. Mehmetali’nin sadece kafasının bir kısmı çıkmış sağ alt köşede.

Kıyıya yakın, sazlıkları ve tek tük evleri seyrederek gidiyoruz.

Sazlıkların olmadığı yerler de var. Kıyıda söğüt ağaçları yeni yeni yaprak açmakta.

Sonunda eve gelerek kayığı karaya el birliği ile çektik. Sevgili malik bize zaman ayırdığı için ve bizi tekne ile Gölyazı adasının etrafını kayıkla gezdirdiği için çok teşekkür ediyorum kendisine. Artık bir kahveyi hak etti sanırım. Hemen kahve takımlarını çıkarıp Malik’e özel kahve pişiriyorum. Masanın başında Malik ile yan yana durup resim çekiliyorum. Kahve ocağımın üzerinde cezve, koruyucu teneke rüzgardan ocağı koruyor. Önünde tabelam, su şişesi masanın üzerinde. Arkada büyük yağ tenekelerinde çiçekler ekilip sıralanmış.

Kuşluk vakti, saat üç sıraları iyice acıkmaya başladık. Hazır mutfak bulmuşken Mehmetali tavada balıkları pişiriyor. Bu arada Cem de salatayı yaptı. Balıklar pişti, tepsi yığın balık dolu. İki küçük tepside de salata masada. Fırından aldığımız taze ekmeği de dilimleyip hepimiz masaya oturup yemeğe başladık.

Masada ekmek var ama o kadar çok balık var ki ekmeksiz yemeğe başladık. Yedi kişi tıka basa yedik löp etli turna balıklarını. Salata da nefis olmuş. Artık gık dedik ve tepside bayağı balık kaldı. Artan balıkları Malik’e verip evdekilere götürmesini söyledim. Aramızda doymak bilmeyen Nafiz de artık yiyecek durumda değil. Nafiz’i doyuramayız dedik ama o da doyduğuna göre bizler halyi doymuşuz demektir. Turna balığının tadı nefisti. Malik tepsiyi olduğu gibi eve götürdü. Sonrasında bisikletlere binip kamp alanına gelerek yemeğin ağırlığı üzerimize çökmüşken biraz kestirelim dedik. Hamağımı çıkarıp iki ağacın gövdesine bağlayıp yatıyorum. Bu şekerleme iyi geldi kuşluktan sonra. Güneş batasıya kadar hamakta uyudum. Tam güneş batarken uyandım. Güneş tepelerin ardında batmadan önce resim çekiyorum. Güneş son ışıklarını saçarken göl, sazlıklar, hamağın ipini bağladığım ağacın gövdesi, hamak ve ayaklarım.

Hamağın mavi renkli kumaşından görünen Güneşi çekiyorum. Güneşin kızıllığı belli oluyor.

Güneş tam tepenin üzerinde batmak üzere.

Dijital zom yaparak tüm kareyi kızıla boyayacak kadar yaklaştırdım.

Güneş batıp akşam karanlığı çökmeden son kez hamakta yattığım yerden ufku çekiyorum. Gökte iki bulut üst üste okey işareti gibi asılı kalmış.

Kuşlukta o kadar balık yedik ki akşam yemeğini yemeye gerek kalmadı. Yemek yerine gündüz kararlaştırdığımız Cem Tabanlı’nın isteği üzerine irmik tatlısı yapmaya koyulduk. Malzemeleri gündüz almıştık. Hava karardıktan sonra Mehmetali aşçımız olarak tatlıyı yapmaya başladı. Geniş tencerede süt, irmik ve şeker ile ocakta karıştırarak pişirme aşamasındayız. Tatlının pişmesi yaklaşık bir saat kadar sürecek. O yüzden sırayla karıştırma işini de yapıyoruz. Başında aydınlatma feneri olan Nafiz tenceredeki pişen tatlıyı tahta kaşıkla karıştırırken. Başındaki fenerin ışığı parlak.

Daha çok Mehmetali, biraz da Nafiz sürekli karıştırıyor tatlının dibi tutmasın diye.

Bir saat civarı karıştırarak koyulaşmaya başlayan helva kıvama gelince ocak kapatıldı. Kokusu bile ne kadar leziz olduğunu belirtiyor. İrmik helvası hazırdı yemeye. Hasan ve Malik’i çağırdık yemesi için. Onlar gelince hep beraber helvanın başına çöreklenip çala kaşık yemeğe başladık. Bu kadar zahmetle pişen bir şeyin tadı da mükemmel oluyor. Tenceredeki helva sıcak sıcak bir çırpıda bitti. Çayı da demledik bu arada. Çay içerek sohbetimiz geç saatlere kadar sürdü. Akşam olunca festivale katılacaklar da birer ikişer gelmeye başladı kamp alanına. Gelen çadırı kurunca ortalık kalabalıklaştı.

Artık yatma zamanı diyerek herkes çadırına çekildi. Ben bu gece hamakta uyuyacağım. Uyku tulumunun içine girerek hamakta yatmanın zevkini tatlı düşlerle uyumaya başladım. Düş görme zamanı.

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 1. Gün

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Üçkuyular – Alsancak – Aliağa – Çandarlı

( Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır. )

 

IRMAK

Ağaç Demiş Ki Baltaya

Sen Beni Kesemezdin Ama

Ne Yapayım Ki Sapın Benden
Bak Şu Ağacın Bilincine Sen
Ölen Ben, Öldüren Benden

Bunca Analar Ağlayıp Durur Da
Akıp Gider Gelinciklerden
Kör Müdür Sağır Mıdır Bu Irmak
Ölen Ben, Öldüren Benden

Her Yerde Böyle Olmuş Bu
Önce Dağa, Taşa, Ağaca Söyletmiş Halk
Sonunda Sabahın Bir Yerinden
Uyanıp Kalmış Ayağa Irmak
Ölen Ben, Öldüren Benden

Ruhi Su

 

Öne çıkan görsel, Suyun kaynağına yolculuk pankartı, 13 kişi pankartı tutuyoruz.

Evet sevgili gezi severler, yeni bir yolda, yeni maceralar, yeni yerler, dostlar, keşifler başlıyor. Geçen yıl ilkini yaptığımız çevre kirliliğine, insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes bisiklet turu başarı ile yapmıştık istediğimiz gibi. Bizler gibi çevreye, kirliliğe dikkat çekmek için çeşitli etkinlikler, turlar, geziler yapıldı, yapılmakta. Bizler de değişik biçimde çevre kirliliğine dikkat çekmek için bisiklet turu yapıyoruz. Geleceğe temiz bir dünya bırakabilmek uğruna insanlara çevre bilincini anlatıp nehirlerimizin temiz akmasını sağlamalıyız. Bu yıl Bakırçay Temiz Aksın teması ile Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Normalde ABAK turundan hemen sonra turun bitiminde Bakırçay nehrine yakın olduğumuzdan iki turu birleştirmeyi düşündük ama Şafak Omaç’ın işinden dolayı 1 hafta ileriye atmak zorunda kaldık. Tur için keşif yapma fırsatı olmadı, o yüzden rotaları bilemiyorum Şafak bu konuda çalışmış, rotaları ve kamp yerlerini belirledi. Rota konusunda ona güvenim tam. Aslında benim için de iyi olmuştu. Turun devamında Bursa’da yapılacak olan Mysia Bisiklet Festivaline katılacağımdan Bursa’ya pedal çevireceğiz. Tur bir hafta sonra başlayacağından bisiklet sürerek gideceğiz.

Şafak ile yaptığım fikir alış verişlerde Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turu için bir pankart yaptıralım diye kararlaştırdık. Şafak bana kendi çizdiği taslağı gönderdi. Taslakta; bulutlar, dağlar, ağaçlar, akan nehir ve bisiklete binen birini çizmiş. Çizim konusunda biraz kötü olmasına rağmen düşüncelerini anlatacak kadar iyi. Bisikletçi arkadaşlarımdan grafik tasarımcısı Tuğba Laçiner den yardım istedim çizim konusunda. Taslağı gönderdim ve nasıl olacağını anlattım. Tuğba da sağ olsun isteğimi kırmadı ve tasarlanan şekilde çizimlere başladı.

Aşağıda Şafak Omaç’ın deftere çizdiği taslak görünüyor. Üstte Suyun Kaynağına Yolculuk yazısı var. Altta bulutlar, İki tepe, yamaçlarda çam ağaçları, iki tepenin arasından çıkıp gelen nehir. Nehrin solunda bisiklete binmiş birisi. Sağda da köy evleri çizilmiş.

Pankartın boyutları 1 X 2 metre. Tuğba ilk çizimleri gönderdi, Şafak incelediğinde beğendi, sadece bisikletlerin gittiği yolu kaldırılmasını istedi. Tuğba onu da hallettikten sonra grafik çizimi dosya boyutu biraz büyük olduğundan bana e-posta ile yolladı. Ben de pankartın basılacağı yere e- posta ile gönderdim. Yeğenim Can fotokopide çalışıyor, branda baskısını da yaptıkları için kendisi bastırıp bana ulaştırdı. Artık bir pankartımız var.

Pankartta ; Dağlar tepeler gri renkte, dağın yamacında kaynaktan çıkan nehir çağlayandan ovaya dökülüyor beyaz köpükler saçarak. Nehir mavi renkte. Şafak’ın çizmeyi unuttuğu güneşi de iki dağın arasına yerleştirmiş Tuğba. En üstte kırmızı renkte büyük harflerle SUYUN KAYNAĞINA YOLCULUK dalgalı olarak yazılmış. Havada üç tane beyaz bulut. Çam ağaçları ve orman içinde küçük bir köy ve evler. Ovada akan nehrin üzerinde tahta bir köprü yerleştirilmiş. Üç bisikletçi köprüden bisikletlerini sürerken. Etraf yemyeşil çimenlerle kaplı.

Şafak’ın kendi tasarlayıp çizdirdiği taş köprü, köprünün altından köpürerek akan nehir ve kenarlarda dere taşları. Bu çizimi A 5 boyutunda şeffaf plastik kaplı bastırmış. Bu baskıları bisikletlerin önüne asacağız.

ABAK turundan döndükten sonra bir süre dinlenip tekrar hazırlanmaya başladım. Uzun bir tur olacağından yeme içme ve bol kahve için boşalan gaz tüplerini dolduruyorum. Her tüp için iki çakmak gazı tüpünü aktarmam gerek. Yanıma resimde de görüleceği gibi iki küçük, bir büyük gaz tüpü basık, mavi renkte. Sağ tarafta da çakmak gazı tüpleri uzun ve kırmızı renkte. Büyük tüp 500 gramlık 4 tane çakmak gazı alıyor. Küçük tüpler 230 gramlık, ikişer çakmak gazı doldurdum. Toplamda 8 çakmak gazı yaklaşık 1 Kilo gaz depoladım tüplere. Beni uzun süre idare eder. Dolum ile ilgili videodan da nasıl doldurulacağını görebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=dVTWSFZGE9w

Akşamdan gerekli olan tüm eşyalarımı çantalara yükledim sırası ile.  Kahve çekirdeği ve kahve değirmeni ilk başta çantaya yerleşiyor. Özel olarak bastırdığım Suyun Kaynağına Yolculuk tişörtüm de hazır. Ferdimen bizim için güzel ve anlamlı bir logo çizdi. Logoda yeşil ağaç yaprağı ve yaprağın damarları da yukarıdan aşağı doğru inerken birleşen nehir kolları gibi. Alt kısmı mavi renkte deniz dalgasını temsil ediyor. Yaprağın etrafı da kesik kesik çizgilerle çepeçevre. Logo görsel olarak hem ağaç yaprağı, hem yeşil doğada kolları birleşen nehrin denize dökülmesi, hem de bir ağacı andırıyor. Sağ üst tarafta urimbaba’CAN yazısı. Altta da SUYUN KAYNAĞINA YOLCULUK mavi renkte yazılı. Turuncu renkte çantalar evin holünde laminant parkelerin üzerinde. Sağda da kontrplak levha üzerine yakma olarak yapılmış Urim Baba’nın Kahvesi logosu. Logoyu  levhaya yakan arkadaşım Fatih İzgili.

Sabah erkenden uyanıp kahvaltımı yaptım. Çantalarımı aşağıya, bahçeye indirip bisikletim KUZ’a yükledim. Sokaktan bahçeyi ve bisikletim KUZ’un resmini çekiyorum yola çıkmadan önce. Resimde sarı, beyaz renkli kaldırım taşları. Sokak eğimli sağa doğru. Kaldırımda kasımpatı çiçeğim ve ıhlamur ağacım yeni açmış taze yeşil yaprakları. Bahçe kapısında bisikletim ve solda asma ağacımın gövdesi. Yeni yaprak açmış taze asma yaprakları tam da sarma yapmaya uygun. Bisikletimin arkasında bodrum kapısı tamamen açık. Solda yarım metre duvar örülü, küçük bir havuz ve düz bahçe. Duvarlar sarı renkte kırmızı desenli dökme taş örülü. Dökme taşları kendi ellerimle dökerek duvara yapıştırdım kalekim ile. Sağda bahçe demirleri metal eternit ile kaplı. İçerisi görünmüyor. Dikkat köpek var yazısından anlayacağınız gibi bahçede bir canavar duruyor. Gelen geçene havlayıp hamleler yapınca korkmasınlar diye kapattık. Rotvaydır olan köpeğimiz Leo biraz dana gibi olunca gelen geçen görünüşünden korkuyor.

Bisikletim yola çıkmaya hazır, o halde yola çıkmalı.

Telefon ile yol arkadaşım Cem Tabanlı’yı arıyorum. Yakın yerde oturan Cem ile Üçkuyular meydanında buluştuk. Cep telefonumu oradan geçen birine verip bizi çekmesini rica ettik. O da bizi kırmadı resmimizi çekti. Cem solda bisikleti ile beraber. Çantaları siyah renkte. Üzerinde açık gri tişört, koyu gri kısa pantolon, başında şapka var. Ben sağ tarafta, gri kısa pantolon, üzerimde Suyun Kaynağına Yolculuk logolu tişörtüm. Başımda kask, arkamızda Fahrettin Altay meydanı. Meydan sarı çiçeklerle bezeli. Fahrettin Altay büstü bir kaidenin üzerinde.

Cem ile birlikte sahil bisiklet yolundan Alsancak izban istasyonuna vardık. Burada Aliağa yönüne giden trene binip Aliağa’da indik. Tura gelenler ile istasyon dışında buluştuk. Toplam 13 kişiyiz. Saat 11:00 de yola çıktık. İlk başlarda Aliağa içinden ve deniz kıyısındaki bisiklet yolundan giderek trafikten kurtulduk. Aliağa dışında ana yola çıkarak bir süre gittikten sonra sola, Köstem koyunun olduğu yere yöneldik. Rotayı Şafak belirledi, o bize gideceğimiz yol hakkında bilgi verdi ve Şafak’ı takip ediyoruz. Öğle yemeğini Köstem koyunda yiyeceğiz. Turumuzda herkes kendi yiyeceğini, eşyasını ve malzemelerini taşıyor. Yiyeceğini içeceğini kendi pişirip kendisi yiyecek. Ana yoldan sapınca biraz yokuş başladı, en arkada kalan Hünkar Göcekli biraz arkalarda kalmaya başlayınca onu bekliyorum. İçime bir şüphe düştü, acaba zorlanıp bizimle gelemeyecek mi? diye. Kendisini tanımıyorum pek. Daha yeni tanıştık ve performansı nasıl bilmiyorum. Bisikleti de çok yüklü görünüyor. Bisikletinde bir arıza var, sürekli durup onunla ilgileniyor. Sonunda onu halletti ve aramıza katıldı.

Önümde giden arkadaşların resmini çekiyorum. Hünkar en arkada gidiyor. Yolun üst tarafları çam ve servi ağaçları ormanı oluşturmuş.

Yokuşlar biraz zorlasa da sonunda zirveye çıktık ve hızla aşağıdaki Köstem koyuna inmeye başladık. Yeşilliğin içinden solda görünen denize doğru gidiyoruz.

Burada küçük bir site var, sitenin önü geniş bir alan ve park olarak yapılmış. Burada çeşme yapılmış küçük kare sırçalardan ama suyu akmıyor nedense. Çeşmenin önünde bisikletim KUZ ile birlikte çekiyorum. Solda koyu yeşil yapraklı servi ağacı var.

Yeşil çimenli alana bisikletleri park edip öğle yemeği için hazırlıklara başladık. Bulunduğumuz yer sitenin önünde yeşil alan, park yeri. Çocuklar için kaydırak, salıncak gibi oyun bahçesi de var. Bisikletleri sarı mimoza çiçeği açmış ağacın altına park ettik.

Ağaçların gölgesinde herkes çıkınından bir şeyler çıkarıp öğle yemeğini yiyor.

Yemekten sonra toparlanıyoruz. Tüm katılımcılar ile birlikte pankartımızı açarak resim çekildik. Resimde görünen toplam 13 kişi soldan sağa;

1- Vedat Karakaya Antalya’dan katılıyor

2- Hünkar Göcekli Seferihisar’dan katılıyor

3- Çağdaş Lale İzmir’den katılıyor

4- Şafak Omaç Turu beraber yapıyoruz

5 – Merih Balaban İzmir’den katılıyor

6 – Ferdi Kızıl, nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen Çorlu’dan katılıyor

7- Nafiz Sağdur Antalya’dan katılıyor

8- Cem Tabanlı İzmir’den katılıyor

9- Mehmet Ali Akyüz Antalya’dan katılıyor

10- Bahadır Özer İzmir’den katılıyor

11- Musa Yıldız İzmir’den katılıyor

12- Ceyhun Altın nam-ı diğer Şirin Baba Antalya’dan katılıyor

13- Urim Babacan turu düzenleyenlerden biriyim

Hepimiz ayakta duruyoruz. Pankart açık durumda ve etrafımız yemyeşil ağaçlar, çimler. Bisikletlerimiz sağ tarafta. Bahar ayının güneşli güzel bir günündeyiz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Artık yola çıkma zamanı deyip geldiğimiz yoldan değil de yokuşu daha az olan sahilden devam edip deniz kıyısına ulaştık. Bir süre denize sıfır olarak düzlükte gidiyoruz. Deniz sol tarafımızda, karşıda küçük tepeler ve tarlaların olduğu ova. Sahilden Çaltıdere’ye, ana yola çıkacağız.

Ana yoldan devam edip Çandarlı yoluna saptık. Yol burada tek şerit, gidiş geliş olduğundan dikkatli olarak yolun sağından gidiyoruz. Buralar hep zeytin ağaçları ile kaplı. Yolun kıyısına çeşme yapılmış sevabına ama su akmıyor. Çeşmenin yalağı, üçgen aynası, zemini seramik döşeli güzel bir çeşme.

Bakırçay nehrinin köprüsüne geldik. Köprünün başında tabelada mavi zemine Bakırçay beyaz olarak yazılmış. Köprünün demir korkuluğunun başında fosforlu yanlamasına şeritler ve araları siyah boyalı olarak yapılmış. Gece giden arabaların farları vurunca parlayan fosforlar dikkat çekmesi için yapılmış. Yoksa karanlıkta fark edemezsen nehre kesin uçarsın. Nehrin yatağı söğüt ağaçları ile kaplı, akan nehir görünmüyor bu açıdan. Önümde yeni sürülmüş bir tarla var. Boz renkli toprak yeşil ortamda kontrast oluşturmuş.

Yolda sadece bir çeşmenin aktığını görüyoruz. Burada durup suları tazeliyoruz tüm şişeleri. Çeşme buldun mu tazelemek gerek. Biraz da su içip susuzluğumuzu gideriyoruz. Mavi seramik döşeli çeşmenin anlına mermer konulmuş. Çeşmenin ismi de “YALNIZ ÇEŞME” Baştaki Y harfi silinik. Bisikletim KUZ ile birlikte mavi Yalnız Çeşmeyi çekiyorum.

Çandarlı’ya vardık sayılır, kasabaya girmeden öndekiler grubun toplanmasını bekliyorlar yol kıyısında. Çandarlı’dan günlük alışverişimizi yapacağız. Yol kıyısında bekleyen bisikletçiler, en son ben geldiğimden grup tamamlanmış oluyor.

Çandarlı içinde marketten alış verişi yapıp gerekli olan erzakları aldık. Kamp yerine gitmeden önce kasabayı şöyle bir dolaşıp Çandarlı kalesinin dibinden geçerek kamp yerine doğru gitmeye başladık. Kamp yeri Çandarlı’nın dışında, yüksekçe bir tepenin üzerindeki piknik alanı. Tepeye çıkan yol toprak ve dik bir yokuş.

Yokuşu çıkarken şöyle arkama dönüp bakınca Çandarlı kasabası ve küçük yarımada burada rahatlıkla görünüyor. Yarımada geniş bir koy oluşturmuş. Hava durgun olduğu için deniz dalgasız, sakin.

Kamp yapacağımız yere geldik sonunda. Dikili belediyesinin diktirdiği tabelada yazdığına göre burası CENNET TEPESİ olarak adlandırılmış.

Bisikletim KUZ önde, Cennet Tepesi yazılı tabela. Beyaz zemine yeşil -mavi karışımı renkte yazılı. Dikili belediye arması ve Dikili belediyesi yazısı siyah renkte. Tepe tamamen fıstık çamı dikili genç ağaçlardan oluşmuş. Toprak bir yol ve piknik alanı girişi demir sürgülü bir kapı konulmuş. Kapı tamamen açık.

Fıstık çam ağaçları sıralı, düzgün dikilmiş. Gövdeleri beyaz kireç ile boyanarak zararlı böceklerden korunmuş ve görsel olarak buraya gelen piknikçilere güzel görünmesini sağlamış. Ağaçların altına bisikletçiler bisikletleri park edip çadırlarını kurmak için kendilerine yer seçiyor.

Şerif Kılavuz, nam-ı diğer Huysuz İhtiyar bana kendi diktirdiği hamağı iki ağaca bağlayıp açıyorum. Hamağın içine girip bir süre dinlenmeye başladım. Ferdimen de beni hamakta dinlenirken çekiyor. Hamak mavi renkte, ipi beyaz ve kırçıllı kırmızı olarak ağaç gövdesine bağlı. Bağlı derken düğüm atmıyorum. İplerin ucunda karabina var, ipi ağaç gövdesine dolayıp karabinayı ipe geçirip basit, çabuk, kolay sökülür takılır halde. Hamak ilk olarak yanıma aldım ve sürekli yanımda taşıyacağım. Çadır yerine hamakta uyuyacağım bu gece. Bakalım nasıl olacak.

Sonunda herkes çadırını kurdu. Pankartımız da iplerle ağaçlara bağlayıp gerdik. SUYUN KAYNAĞINA YOLCULUK obası kuruldu. Ben bu gece hamakta uyuyacağım ama her olasılığa karşı çadırı kurdum.

Çadırlar kurulup yerleştikten sonra akşam yemeği için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Çoğumuzun ocağı, tavası, tenceresi var. Kendi yemeğini kendi zevkine göre pişirildi. Piknik masalarını birleştirip hep birlikte  sohbet ederek yemeğe başladık. Yemeğin yanında birer ikişer kupa şarap ta iyi gitti doğrusu. Sohbet gecenin uyku saatine kadar devam etti. Uykum gelince arkadaşlara iyi geçeler dileği dileyerek hamağa yattım.

Bu gün yaptığımız yol toplam olarak 55 Kilometre civarı

Aşağıda Üçkuyular -Alsancak yol haritası

Powered by Wikiloc

Aşağıda Aliağa – Çandarlı yol haritası

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 4. Gün. Denizli Bisiklet Festivali 1. Gün

22 Mayıs 2015 Cuma

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

4. Gün

Denizli – Babadağ – Denizli

 

Biri sana sorarsa;

Sana, beni sorarsa;

Gitti, der misin?

Gittiğimi söyler misin?

Gidiyorum ben sana

Benimle gider misin?

Özdemir Asaf

 

Öne çıkmış olan görsel, Tarihi taş köprü, tek gözlü kemeri var. Altında coşkunca akan çay. etraf çınar ağaçları ve gölgesi çaya düşmüş.

20150522_160838

Bir gün daha gençleşiyorum bu sabah. Neden mi? Dört duvar arasında değilim de ondan. Yani betonarme hapsinde değilim ve çadırda uyumak bana ömür katıyor. Hani derler ya ömrümüzden bir gün daha gitti diye. Ömrümden günler gitmiyor aksine artıyor benim için. Günü yaşadığım için günler kazanç oluyor ve ömrüme ömür katarak artıyor. Her sabah olduğu gibi tembellik hakkımı da kullanıyorum uyandığım yerden. Tembelliğin ömrü uzattığını biliyormuydunuz.? Tembellik ömrü uzatır, hem de tembellik yapan bunun farkına olmaz. Çünkü tembeller ne kadar ömrüm kaldı diye düşünmez. Ne kadar yaşayacağını düşünenler ömrünü çabuk tüketir. Ömür dediğin nedir ki zaten, şunun şurasında göz açıp kapayıncaya kadar. Ama tembellik öyle mi? Yaşam görecelidir, ne yaptığına, nasıl hissettiğine, nasıl yaşadığına bağlıdır. Zaman geçmez bir türlü, zamanı büker, büker lastik gibi uzatır da uzatır. Sonra insan gülmeli hayata, yaşama. Gülmek tüm kötülükleri silip atar yaşamdan. Yaşama kocaman gülümsemeli hatta ara sıra kahkahalarla gülmeli. Zaten gülmenin içinde yaşam saklıdır, aynı gül ağacında olduğu gibi.

Çadırın önünde bir gül ağacı sabahın seherinde bana neler düşündürüyor. Çadırın içinden dışarısını çekiyorum, gül ağacı, yeşil çimenler ve tek katlı bir bina.

20150522_064119_HDR

Çadırdan çıkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltıyı hep beraber yaparak güne neşeli başladık. Artık tura başlamalı, ilk önce adıma yazılmış tabelayı bisikletin gidonuna bağlıyorum. Aslında bu iyi oluyor benim için. İsimleri aklımda tutamadığım için tabelada ismi görünce aklıma gelerek karşımdaki kişiyi isminle hitap ediyorum. Kahramanmaraş’tan kimse katılmadığı için ben Kahramanmaraş’lı olarak festivalin tek katılımcısıyım. Tabelada öyle yazıyor. Tabelada bisiklete binmiş Denizli horozu resmedilmiş.

20150522_082701

Pamukkale tenis kulübü tesisleri giriş kapısında katılımcılar toplanmaya başladı.

20150522_083306

İzmir den arkadaşım Ayşe Kuş ile pıııırrr diye uçup gitmeden resim çekiliyoruz bisikletlerimizle. Sonra Ayşe’yi kim tutabilir.

20150522_083524

İzmir’liler bir araya gelince mahşerin 5 atlısı gibi sıralandık Menemen testisi gibi. Eeee bir farkımız olmalı, ne de olsa İzmir den katılıyoruz. Menemen de İzmir’in bir ilçesi. Menemen testisi de Menemen’in sembolü.

20150522_083643

Herkes hazır olunca grup olarak hareket ediyoruz. Şehrin caddelerinden halkı selamlamadan geçmiyoruz. Onlar da bizlere alkış tutarak kutluyorlar. Ana yollardan Denizli belediyesinin önündeki meydana geldik.

20150522_085512

Meydanda Denizli’nin sembolü Denizli Horoz heykeli var. Heykeli gören resim çekmeye, çektirmeye başladı.

20150522_085614

Denizli Horozunu tek başına anca fırsatını bulup çekebiliyorum. Renkli, parlak seramikten yapılmış dev horoz heykeli. Sanki canlı gibi duruyor güneşin parlak ışıkları altında. Denizli’nin Horozu semboldür ama Denizli de daha çok erkeklik üzerine yorumlanır. Erkek egemen toplumda kadınlara baskı biçiminde ortaya çıkar. Aynı zamanda diğer erkeklere de tehdit biçimindedir. Kümesindeki tavuklara yan gözle bakamazsın yoksa tepene horoz gibi biner. Aynı Atasözünde olduğu gibi ” Her horoz kendi çöplüğünde öter ” Hem de güzel öter. Başka çöplükte sus pus olur, o çöplüğün horozunu dinler sadece.

Tellidir yavrum anam tellidir tellidir amman
Denizli’nin horozları bellidir
Ötüver de gül ibiğim bir yol ötüver
Geniş olan gam zamanı değildir

Asmam çardaktan Suyu bardaktan
Bir yol öpüverde gocman gız
İliman yanaktan amanın iliman yanaktan

Telli gelin tüllü gelin geliyor geliyor amman
Ganat açmış tüylerini beliyor
Ötüver de gül ibiğim bir yol ötüver
Telli gelin tasasından ölüyor

Asmam yıkıldı Suyu sıkıldı
Bugün goca gızı görmedim
Canım sıkıldı amanın canım sıkıldı

Özay Gönlüm

Denizli horozunu çekiyorum olduğu gibi, kimse olmadan.

20150522_085634

Madem herkes resim çektiriyor bizde çektirelim bakalım nasıl olacak yoldaşım Ferdi, nam-ı diğer Ferdimen, kahramanımız. Uçmayan kahramanım ile beraber. Gerçi ikimiz de horozluk taslamadığımız için öyle çöplükte öten horozları dinlemeyiz. İstedikleri kadar ötebilirler. Bütün çöplükler bizim nasıl olsa.

20150522_085834

Kendi memleketinde misafiri olmasak da festivale katılan Gülhan Etiler ile bir resim çekiliyorum.

20150522_085858

Derken herkes toplanıyor ve hatıra resmi çekiliyoruz tüm katılımcılar ile birlikte Denizli horozunun önünde.

20150522_091117

İzmir katılımcıları Ayşe Kuş ve Gönül – Bülent Karadağ çifti ile birlikte resmediyoruz. Hazır fırsatını yakalamışız.

20150522_091358

Belediye başkanı turun başlangıç işaretini verdikten sonra tur başlıyor. Başlıyor başlamasına da tırmanış ile başlıyor. Önde giden bisikletliler.

20150522_094909

İlk zamanlarda önlerdeyim, normal tempoda gidiyoruz. Şehir içinde pek resim çekilecek manzara olmadığı için grupla beraberim en önde. Önden arkamdakileri elçek resim çekiyorum.

20150522_095008_HDR

Karlı dağlar uzakta heybetli görünümü ile beni cezbediyor. Ellerimi uzatıyorum karlı tepelere, ellerim üşümüyor. Sadece okşuyorum, elbet bir gün ellerimle dokunacağım yaz günü soğuk karlara.

20150522_101424

Sonunda şehrin son beton binaları, buradan sonra tabiatın koynundayım. Buralara geç gelen baharın kokularını içime çekerek tur yapacağım.

20150522_101434

Şehirden çıktıktan sonra sertleşen yokuşlar terletmeye başladı. Yokuşlar bıktırmadan ilk molayı veriyoruz bir işletmede. Daha bir şey ısmarlamadan Yavuz Öge hemen bir kahve ısmarlıyor. Masada oturup beraber içiyoruz kahvemizi.

IMG_0546

Hamak olunca fırsatı değerlendiririm. Tembelliğin en iyi aracı hamaktır dostlar. Neden mi? Hamak ağaçların gövdesine bağlandıklarından her daim gölgede olursun. Büyük gözlü file biçiminde olduğundan her tarafından hava alırsın. Sonra sallanırken kendi Meltem rüzgarını da oluşturursun. Her sallanışta rüzgar üzerinden geçerken tatlı hayaller kurarsın. Örneğin gözlerini kapatınca sanki gökyüzüne kanat açmış bir kuş gibisindir. Özgür ruhunu rüzgar okşarken  altındaki dağlar, ovalar, nehirler, göller akıp gider. Rüzgar uzaklara götürür sınır tanımadan. Hasretini çektiklerini, sevdiklerini görürsün. Aşkı yaşarsın gözlerin kapalı. Uzaklar yakın olur, yakınlar uzak. Dünyanın derdi umurunda olmaz gözlerin kapalı. Hamakta uzanmış olarak çekiliyorum.

20150522_104454

Dağların eteklerinde bir çok köy kurulmuş. Altındere köyü de bunlardan biri. Tabelada; Altındere, Nüfus 593, Rakım 800 yazılmış.

20150522_111723

Bir köyden diğer köyü görebiliyorsun, yakın görünüyor ama yol kıvrımlı olduğu için pek te yakın sayılmaz. Ama şirin köy bizim köyümüz sayılır. Gitmesek te görmesek te o köy bizim köyümüzdür. Gerçi köyden geçeceğiz kokusunu içimize çekerek.

20150522_112503

Vadiler, dibinde akan çay nehre, özlemini çektiği, hasretle denize kavuşmaya gidiyor usulcacık. Dere kıyılarında, yamaçlarda meyve bahçeleri, kolay yetişen kavak ağacı. Vadi derinlemesine ovaya kadar uzanıyor.

20150522_113729

Vadinin dibinden tepelere doğru kıvrımlı yol ne de güzel görünüyor buradan. Böyle yollar nedense beni cezbediyor. Uzaktan tümünü görebiliyorum. Bir de o yolda olmak vardı, yolun sonu belli değil kıvrımlarından. Merakla, sabırla her dönemeçten sonra yeni bir dönemeç gelince daha da heyecanla pedala basıyorsun. Her kıvrımda durup bir nefes almak, kuruyan boğazına bir yudum su. Derken zirveye varmışsın, bunu bir zafer olarak değil de varmanın mutluluğunu esen rüzgarda hissediyorsun ya işte bütün mesele burada.

20150522_114256

İlk başlarda önlerde gittikten sonra, manzara ve çevrenin bahar dokusu içinde bulunca bahar kokusunu durup içime çekip resme kaydetmek epey geride kalmama neden oluyor. İlk defa gördüğüm yerlerin büyüsüyle hareket ettiğimden önlerde olmanın bir anlamını göremiyorum. Nasıl olsa sonunda varıyorum ya bu bana yeter. Grup yine su ve dondurma molası vermiş. Denizli’ye özgü kasede dondurma, üzerine irmik helvası. Değişik bir tat. Helva ile güzel yeniyor, hoşuma gitti. Ağaçların altında bisikletliler mola vermiş.

20150522_114806

Dağlar, yüce dağlar. Başı dumanlı karlı dağlar. Dağlara doğru giden bu yol beni götürür mü? Bilinmez ki. Gitmek gerek yolda. Gitmesen varamazsın. Vadinin kıvrımlarında dağın zirvesi Babadağ muhteşem görünüyor tüm azametiyle. Karlı yamaçtan kopup gelen serin rüzgar çam kokusuyla beraber henüz havaya tam karışmamış oksijen beni mest ediyor. Durup manzara ile bu temiz havayı ciğerlerime soluyorum baharın çam kokularıyla. Hıııımmm mis.

20150522_121221

Ova tarafı puslu ve ardındaki Aydın dağları hayalet görünümünde.

20150522_123706

Ova tarafındaki manzara, küçük tepeler.

20150522_124600

Solda, aşağıda bir köy görünüyor.

20150522_124603

İki mahalleli bir köy, birisi aşağı mahalle, diğeri yukarı mahalle. Böyle durumlarda mahalleler arasında çekişmeler olma olasılığı yüksektir. “Nerde oturuyorsun? Aşağı mahallede. Vay sen bizden değilsin” diye aşağılarlar. Böylece çekişmeler başlar ve çocuklar mahalle savaşı bile yaparlar. Benim çocukluğumda vardı mahalle savaşları. Ara sıra dayak atardık, dayak yerdik. Çocukluk işte ne yaparsın.

20150522_124635

Babadağ’ın girişinde Yavuz Öge dokuma tezgahı olan bir evin önünde durdurdu. Evin giriş katı dokuma tezgahları ile atölyeye çevrilmiş durumda. Makineler vızır vızır çalışıyor. Eski tip makine de bez dokunmakta.

20150522_125451

Yeni tip makine de bez dokuyor. Geçim kaynağının ana birimi dokuma ve her evde küçük büyük dokuma tezgahları ile geçimlerini sağlamakta.

20150522_125458

Değişik dokuma tezgahı.

20150522_125503

Babadağ ilçesinde bazı yamaçlarda toprak kayması olduğundan evler boşaltılmış. Boşaltılan evlerin bir kısmı yıkılarak moloz durumunda. Üzücü bir durum ama toprak kayınca oturmak tehlikeli.

20150522_125920

Evlerin ve caminin şakülü kaçmış durumda.

20150522_125925

Babadağ kasabanın merkezindeyiz. Belediye bizleri ağırlayacak meydanda.

20150522_130547

Bisikletleri park ediyoruz meydanın bir kenarına. Kasaba bizim gelmemizle birlikte hareketlendi.

20150522_130557_HDR

İki güzel yan yana, Mersin den Zerrin Aslantaş ve Gülhan Etiler. Zerrin Bizleri Mersin bisiklet festivaline davet ediyor. Bakalım, kısmet diyoruz.

20150522_130909

Belediye binası içinde yemeğimizi afiyetle yedikten sonra elmaları da merdivenlerde oturup kütür kütür yiyoruz Gülhan Etiler ile birlikte.

20150522_134415

Köyün genç öğrencileri halk dansları gösterisi başladı. Yöresel kıyafetleri göz kamaştırıyor.

20150522_134446

Kızlar ve Efeler bizlere zeybek oyunları oynamaya başladı.

20150522_134456

Efelerle birlikte bir resim çekiliyoruz. Gülhan, ben, Ferdi ve Efe çocuklar, Sağda yerel kıyafet giymiş kız çocukları.

20150522_140926

Efe olmayan çocukları da önemsiyorum. Tatlı çocuklar, masum, temiz. Geleceğimiz. Çömelmiş durumda çocuklarla resim çekiliyoruz.

20150522_141049

Zeybek oyunları bizleri mest ediyor, minik yürekleriyle oynamaktalar.

20150522_142049

Pembe beyaz renkli çiçekler çıkıyor meydana . Sanki gül bahçesinde güller dans ediyor. En sonunda çocuklarla birlikte bizler de aralarına girip Harmandalı oynuyoruz. Herkes bizi izliyor Harmandalı oynarken, ortalık şenlendi birden bire.

20150522_142253

Gösteri bitiminde Babadağ dan ayrılıyoruz. Beydağ biraz aşağıda olduğundan ilk başta tırmanış var, sonrasında sadece inişe geçeceğiz.

20150522_151217

Baharı karşılayan en önemli görüntü koyunların yeni doğmuş kuzularıyla bayırlarda otlaması.

20150522_152416

Başında çoban değneğine yaslanmış sürünün otlamasını sağlıyor. Uzaktan bizleri görünce el selamını veriyorum. Selamımı alıp o da el selamı yolluyor. Çoban bütün gün otlayan koyunlardan başka bir şey görmediğinden el selamı hoşuna gidiyor. Nasıl olursa olsun selam verip selam almak insanların birbirini önemsediğini belirtir.

20150522_152420

Millet dere kenarında mola vermiş. Dere dibinde çınarlar kaplamış gölge yapıyor akan sulara.

20150522_160734

Kemerli köprü  altından sular üstünden arabalar geçip gitmekte sürekli olarak. Pedal çevirmekten yorgun düşmüş pistonlar çınarların gölgesi altında akan soğuk sularda soğutmek gerek. Tek gözlü kemer, altından akan çat ve çınar ağaçları. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150522_160838

Dağlardan eriyip gelen kar suları pistonları soğutuyor. Pistonlar et ve kemikten olduğu için soğuk su kılcal damarları harekete geçirerek kaslarda biriken toksinleri bir an önce atarak yorgunluğu gideriyor. Su iyi geldi doğrusu.

20150522_161210

Yanıma bir kuş daha geliyor tırnakları kırmızı ojeli. O da pistonlarını soğutmaya çalışıyor benim gibi.

20150522_161442

Pistonlar soğuduktan sonra yola çıkarak kısa sürede Denizli’ye indik.

20150522_165544

Hep iniş olunca kamp alanına çar çabuk geldik. Terledik haliyle o yokuşları çıkmaktan. Duş almak gerek, tesislerde sıcak duş var ama elektrikli şohben sık sık sigorta attırıyor ve duş sırası kalabalık. Zaten sıcak duş almaya da gerek yok. Çim sahayı suladıkları kalın hortum ile soğuk duş alıyorum. Ohh mis gibi soğuk su iyi geliyor yorulmuş bedenime. Aynı zamanda terli formayı da yıkayıp terden arındırıyorum. Kurulanıp  pantolon ceket giydim. Buralarda geceleri serin olur, kendimi korumam gerek. Akşam yemeğinden sonra saz – gitar ile türkülerle coşuyoruz ev yapımı nefis şarap ile. Türkü söylemek gerek harika dostlarla. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğlencemiz devam etti. Uyku kapı ardına gelince herkese iyi geceler dileklerimle çadırıma çekilerek hemen yatıyorum.

Bu gün yaklaşık 76 Kilometre kadar yol yaptık.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc