Etiket arşivi: pergamon

VI. AzBilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 1. Gün

22 Nisan 2017 Cumartesi

Alsancak – Aliağa – Yuntdağı Köseler

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Bazı resimler Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

Ama atıldı yine de serüvenlere

Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya

Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ önde, turuncu çantalarıyla. İzmir saat kulesi, iki palmiye ve saat kulesi etrafında dönen bisikletçiler.

Uzun gecelerin çok olduğu kış günlerinde sıcak ortamlarda her ne kadar soba yanmasa da Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu, kısacası ABAK için toplaşmaya başladık. Daha önceki yıllarda yaptığımız İzmir’in kuzey tarafı olan Aiolis bölgesini gezeceğiz. Aiolis bölgesinde 12 kent var. Bunlar;  Kyme Aliağa – Nemrut limanı, Larissa Menemen – Buruncuk, Neonteikhis Menemen – Yanıkköy, Temnos Menemen – Görece köyü, Killa Edremit – Akçay – Zeytinlik, Notion Yeri belli değil, Aigiroessa Bornova – Kavaklıdere köyü, Pitane Çandarlı, Aigai Yundağı Köseler köyü, Myrina Aliağa -Çaltıdere köyü, Grynation Yenişakran, Smyrna İzmir – Bayraklı. Bunlardan; Aigai, Aiolis kentleri içine girmeyen PergamonAtarneusPitane antik kentlerini göreceğiz.

Rotalar belli, gidilecek yerler belli olunca yol için keşif turu yapmadık. Kamp yerleri için belediyelerle görüşülüp destek alındı. Sadece Aliağa dan destek olmadı. Zaten biz de gerek görmedik. Katılımcılar belli oldu, her zaman olduğu gibi 100 kişi. Okul belli, Yuntdağı Köseler köyü. (Keşifte okulun bu yıl son defa öğretim yapılacağını öğrendik. Bu üzüntü içimizde bir burukluk yarattı.) Okulun dış cephesini boyayacağız. Elinde boya olan sevgili Uluğ Cem Balkan bize destek verecek. Sadece boya fırçası ve rulo alacağız duvarları boyamak için. Yemekleri de Ayşe ve Hatice sağlayacak ana kız olarak.  Hediyelikler alındı, torbalara yerleştirildi ve görev dağılımı yapılarak turun yapılacağı zamanı beklemeye başladık. Bu yıl her zamankinden daha iyi olacağın tahmin ediyorum. Geçtiğimiz turda küçük bir tatsızlık yaşamıştım ama o sorun ortadan kalkınca turda görev almaya devam edeceğim gönüllü olarak. Görevim her zaman olduğu gibi en arkada süpürücü. Bisiklet için gerekli olacak bir kaç yedek malzeme, lastik ve sağlık malzemeleri de bende. Teknik destek olarak ta görevim var. Aynı zamanda Elektrik şefiyim, gerektiğinde müdahale edeceğim. Zaten herkes gönüllü olarak tura katkı sağlıyor. Adı üstünde ABAK Gönüllüleri.

Her yıl bizlere kapısını açan Cinatı bu yıl da Cuma akşamı turun teknik toplantısı için kapısını açtı. Sevgili Ahmet Yıldırım ABAK Gönüllülerinden olunca kapılar her zaman açık. Ahmet Yıldırım’a çok teşekkürler. Turdan önce Cuma akşamı Cinatı’nda toplandık. Şehir dışından gelenlerin kayıtları alındı. Torbaları verildi hoş beş sohbet içinde. Turun amacı, gideceğimiz rota hakkında gerekli bilgi katılımcılara kısaca aktarıldı.

Kayıt masasında Fırat Okutucu oturmuş, önünde bufflar, kayıt defteri, kitapçıklar, Aydan Çelik tarafından yazılan bisiklet manifestosu yazılı cümlelerin olduğu kare levhalar. Keten ipler takılı, bisikletin bir tarafına bağlanacak. Fırat’ın arkasında kocaman bir ayna var. Ben resim çekerken elimde cep telefonum ile aynada yansımışım. Bu yansımayı fark eden Ferdimen de oturduğu yerden yana eğilerek yansımanın içinde yerini almış. Yansımada duvar saati de var.

Ertesi gün erkenden Konak Saat kulesinin olduğu meydana geldik. Ferdimen bende misafir oldu. Saat kulesinin etrafında güvercinlerden başka kimse yok. Güvercinler de yeni gelmiş meydana, yem atacak insanları bekliyorlar. Kimisi dünden kalan buğday tanelerini döşeme taşların arasından bulup yiyor. Bisikletim KUZ turuncu heybeleri ve sosis çanta ile bagaja yüklenmiş hazır olarak bekliyor. Solda Saat kulesi ve bir palmiye ağacı.

Katılımcılar birer ikişer gelmeye başladı. Kayıtlar alınıp hediyelik torbaları verildi. Kayıt bitiminde bisikletlere binip artık geleneksel hale gelen Saat Kulesinin etrafında üç kez dönüp hacı olduk. ABAK İzmir hacısı. İzmir saat kulesi, yanında iki kocaman palmiye ağacı, saat kulesinin etrafında dönen hacılar. Herkesin eşyaları bagajında yüklü. Saat kulesinin saati 09:47 olarak gösteriyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bisikletçiler hacı olduktan sonra bisiklet yolundan Alsancak İzban istasyonuna geldik. Burada görevlilerle koordineli olarak belli sayıda iki seferde hepimiz trenlere bindik. Hedef Aliağa. Arabası ile gelenler direk Aliağa’ya giderek tura oradan katılacaklar. O yüzden katılımcıların yarısı yok. İstasyonun gişelerinde ilk önce ben geçiyorum. İkinci gruba kalanlar turnikelerin diğer yanında bekliyorlar. İstasyon binasına Türk bayrağı asılmış 23 Nisan bayramı için.

Üçer beşer ön ve arka vagonlara binerek bir saatlik yolculuğumuz başladı. Vagonun içinde kimisi bisikletini ayakta tutuyor devrilmesin diye.

Aliağa’ya vardık, yardımlaşarak bisikletleri merdivenlerden indirip çıkardık. Alsancak istasyonunda ne güzel düz ayak biniyoruz. Dışarıda ikinci grubun gelmesini bekliyoruz. Bu arada istasyona arabası ile gelenlerin kayıtları da yapılıyor.

Son gelenler de aramıza katılıp yola çıkmadan Olcay rota ve tur hakkında gerekli açıklamaları yapıyor.

Hazırlıklar bitip yola çıkma zamanı diyerek turu başlatıyoruz. Aliağa şehir içinden sahili takip ederek trafiğe fazla takılmadan şehir dışına doğru İzmir -Çanakkale yoluna çıktık. Kalabalık araç trafiğinde emniyet şeridinde gidiyoruz artarda.

Yol güzel, asfalt kaymak gibi ama karayollarını garip, bir o kadar da saçma olan emniyet şeridinin içine tırtık oyarak bisikletlilere eziyet edercesine yapmışlar. Karayolları işletmesinde ki zihniyet sadece motorlu araçlar ve onlara hizmet etmek. Başka bir araç düşünülmüyor. Bu dar kafalı yöneticiler henüz bisikletten haberi yok. Bisikletin karayolu kanunlarında olmasına rağmen. Bisikletle bu tırtırlardan gitmek hem bisikletin tüm cıvatalarını dağıtır hem de binicinin organlarını. Böbrek taşlarını bedava dökmekte cabası.

İlk molamızı Çaltıdere kahvesinde veriyoruz. Burada kumanyalar dağıtılıyor. Hem atıştırmalık, hem de öğle yemeği gibi. Bunun yanında çay, kahve, soda, ayran içerek su ve sıvı takviyesi yaptık. Bisikletler park yerinde bagajları yüklü olarak duruyor. Kahve binası ve ağaçlar gölgelik yapıyor.

Mola bitiminde yola çıkıp Yenişakran’a geldik. Yol güzel, hızlı geldik sayılır 15 Kilometre civarı. Oradan Yuntdağlarına doğru tırmanışa başladık. Esas bir 15 Kilometre var o da sıkı bir rampa. İlk kilometrelerde yorulanlar sık sık mola vermeye başladı. En arkadan süpürerek geldiğimden mola verenleri görüyorum önümde.

Ben gelince mola da bitiyor, biraz dinlenenler yola çıkınca arkalarından bisikletimin gidonuna taktığım üç martı tüyü ile beraber resim çekiyorum.

Arkamı dönüp baktığımda epeyce yukarılara çıktığımı anlıyorum. Çandarlı körfezi, Çandarlı, dağları ve deniz uzaklarda silik görünüyor. Yolun sonunda yağmur sularını biriktirdikleri küçük bir gölet var. Gölet hayvanların su içmesi için.

Yolun kıyısında küçük bir kuyu var. İçinde her zaman su bulunur ve ipe bağlı tenekeden su çekerek kullanabilirsiniz. Damacana suyuna alışanların içeceğini sanmam kuyudaki suyu. Ama ben içiyorum. Kuyunun ağzından resim çekiyorum. Harç kullanılmadan düzgün taşlar ile örülmüş. Bazı taşlar ışığın girdiği yere kadar yosun tutmuş yeşil görünüyor. Kuyunun dibi karanlık.

Kuyunun ağzı beton dökülerek düz bir alan ortaya çıkmış. Yanımda beni bırakmayan Cem Tabanlı bisikletinin üzerinde beni bekliyor. Kuyunun yerini bildiğimden geride kalanlardan önce çıkıp bekliyorum. Yolun kıyısında Cem ve bisikletim KUZ duruyor.

Çıkacağımız en yüksen nokta olan Kapıkaya köyüne geldik. Buranın rakımı 315 metre. Köyün girişinde biraz geniş alanı kaplayan gölet, içi su dolu. Kapıkaya yazan tabela ve köyün evleri.

Arkada kalanları beklerken karşıma şirin bir köy evi çıkıyor. Ev tek katlı, çatısı kiremitli. Kapısı demirden mavi renge boyalı. Kapının üst ortasında kare camekan yapılmış. Penceresi ahşap, parmaklık takılı ve mavi boyalı. Elektrik kablo direği, biri eski paslanmış iki elektrik panosu görünüyor. Evin yanında bahçe kapısı büyük ve tahtadan. Bir araba yada traktör girecek kadar geniş. Evin önü yarım metre yüksekliğinde beton dökülmüş düzgünce. Bu şirin eve güzellik katan birisi daha var. O da betonun üstünde, pencerenin altında ayaklarını öne uzatıp oturmuş büyük bir köpek. Duruşu gururlu olduğunu gösteriyor. Önünden geçen bisikletçileri sakince, havlamadan seyretmesi hoşuma gidiyor. Küçük ev ve ona bekçilik yapan köpek. Köpek gelip geçenlere saldırmadan durması diğer köpeklerin başına diyerek resmini çekiyorum.

Artık Köseler köyüne kadar ineceğiz. Önümde bir kaç kişi var, İniş sert olduğundan dikkatlice iniyoruz.

İki ağaç görüyorum, biri yaşlı, biri genç. Yaşlı olan ayakta ve kalın, kısa olan gövdesinin bazı yerleri çürümüş. Genç olanın gövdesi daha ince oradan anlıyorum. Genç olan yerde yatıyor ve kurumuş. Durup daha yakından bakınca iki ayrı ağaç değil gövdesinden çürüyüp kopan ağacın kendi dalı görüp anlıyorum. Doğa hastalıklı, çürük olanları ayıklar. Sağlıklı ve sağlam olanlar ayakta kalır. Doğanın yasaları bunu gerektirir.

Kapıkaya köyünden hemen sonra, yakın olan Karaahmetli köyüne geldik. Karaahmetli köyüne girince Manisa il sınırını geçiyoruz. Köylüler ulaşımı her ne kadar motorlarla yapsa da ata yadigarı eşekler de kullanılıyor. Hem eşekler çevreyi kirletmeden motorun girmediği yamaçlarda, patikalarda rahatlıkla yük taşıyabiliyor. Ya da sahibini. Resimde dört tane eşek yeşil otluk alanda otluyorlar. Otladıkları yer taşlık ve yamaç.

Katılımcıları serbest bıraktık, isteyen istediği gibi gidecek. Nasıl olsa en arkada ben varım, süpürerek geride kalanları ilerletiyorum üçer beşer. Kendi başlarına kalınca yolu şaşırmasın diye bazı yerlerde işaretler yapılıyor önde gidenler. İşte onlardan birisi; üstte ok işareti gidilecek yönü belirliyor. Düz olarak çizilmiş. Altta ise ABAK yazısı kırmızı renkli sprey boya ile yazılı.

Ferdimen’in çektiği resimlerden biri. Gürel sevilmek isteyen sevimli köpeği bisikletinden inmeden sevip okşuyor. Artık hedefe yaklaştık, Manisa il sınırına girmiş olduk. Aigai antik kentin olduğu tepe görünüyor. Tepe de tam Gürel’in arkasında.

Bahar yağmurlarıyla coşmuş olan otlar ortalığı yeşil bir halıya bürümüş. Yeşil halıdaki kırmızı desenleri de gelincik çiçekleri gelişigüzel serpilerek baharı müjdeliyor sanki.

Yuntdağı Köseler köyüne geldik sonunda. Köyün ilk evleri, taş bina iki katlı, yanında da hayvanlar için dam yapılı. Üzerleri kiremit çatı ile kaplı. Daha çok hayvancılık ile geçinen Anadolu köylerinden bir yer. Köy kokusu kokmaya başladı, yani tezek kokusu.

Köyde yeni evler de yapılmış, dışındaki sıvadan belli. Köyün iç yollarında kaybolmayalım diye yere yine işaretler çizilmiş.

Geçtiğimiz yıllarda yön gösteren tabelalar yoktu. Az bilinen antik kent zamanla ve bizlerin bisiklet turlarından iyice tanınınca işe el atmış Manisa belediyesi. Yeni tabelalarla antik kente gidilecek yönü belirtmişler. İki ayaklı tabela kahverengi boyanıp beyaz yazı ile “Aigai Antik Kenti” ve ok işareti yazılmış. Köyün sokakları ve bahçelerin sınırlarını belirleyen kalın taş duvarlar. Duvardaki taşlar düzgün, harç kullanılmadan üst üste konularak bir metre civarı yüksekliğe kadar yapılı. Sokakta Elektrik direkleri ve elektrik telleri evlere enerji dağıtımını sağlıyorlar. Evler genelde tek katlı.

Artık sona geldik, yerdeki işaret kamp yerini belirtiyor. Tam karşı köşe de kamp yapacağımız yer olan okul ve kazıevi bahçesi. Bahçenin etrafı bir metrelik duvarla çevrelenmiş. İçeride sarı boyalı, tek katlı binalar var. Bahçeye önceden gelen katılımcılar çadırlarını kurmaya başlamış bile. Ben geldiğime göre herkes gelmiştir, arkada kalan yok ve iyi geldik doğrusu. Herkes kendi yükünü taşısa da yolda kalan olmadı. Yerde yazılı olan sola doğru kırık ok işareti ve KAMP ABAK yazısı. Bisikletimin gidonun da ki üç martı tüyü de sağ alt köşede yerini almış. Kamp yerine gelişimiz dörde on kala olarak çektiğim resimde kayıt altına alındı. İyi bir zamanlama.

Okulun bahçesine girip bisikletimi park ediyorum. Bahçede çadırlar kurulmuş çoktan. Sanki çadır tarlası gibi rengarenk, yeşil, açık yeşil, koyu yeşil, mavi, koyu mavi olarak renk cümbüşü. İyi ki okul sınırları taş duvar ile örülü. Yoksa köyün inekleri girip çadırları yeşil diye yiyebilirlerdi.

Kamp yapıldıktan sonra katılımcılar iki gruba ayrıldı. Birinci grup daha önce Aigai antik kentini ilk defa görecek olanlar ve bir daha antik kenti görmek isteyenler bisikletlerine binip 2 kilometrelik bir tırmanışla Aigai antik kente doğru gittiler. Kalanlar da okulun dış duvarlarını boyayacaklar. ABAK gönüllüsü Uluğ Cem Balkanlı önderliğinde okul binası boyanmaya başlandı. Boya hazırlama işini Cem kendi işi olduğundan ustaca karıştırarak kovalara koyup eline boya rulosu, fırça alan duvarı boyamaya başladı. Bir kısım katılımcı da iki yıl önce köyün çocuklarına hediye verdiğimiz bisikletleri tamir işine girişti.

Sarı olan okul duvarı mavi renge boyanıyor bir kaç kişi tarafından. İki kişi de bisikletleri tamir ediyor. Bisikletler ters çevrilmiş durumda. Kimisinin lastiği patlak, kimisinin frenleri tutmuyor, kimisinin jant teli kopmuş. Hepsini tek tek tamir ediyoruz. Başlarında ekip başı olarak ben gerekli malzemeleri veriyorum.

Boya işin başında olan Cem boya tenekeleri yanında, elinde sırık ucuna rulo takmaya uğraşıyor. Cem işin ustası, ne kadar boya gideceğini, su bazlı boyanın karışım oranını iyi ayarlamayı biliyor. Boyanın yapılacağı yüzeyin nasıl temiz olması gerektiğini iyice vurguluyor. Zaten en önemli kısım da alanın temiz olması. İşin özünü iyi yapmazsan yaptığın boya fazla dayanmaz, çabuk bozulmaya başlar. İşinin ustası olması onu çok titiz olmasını sağlamış ve bu konuda çok hassas. İki kişi duvarı maviye boyuyor elindeki rulo ile. Yerde boya tenekeleri, dışı paslı ama boyalar sağlam. Oturma yeri olan bir bankın üzerinde karton koli, içinde malzemeler var. Kolinin yanında da gitar çantası. Akşama müzik ziyafeti çekeceğiz.

İlkokul binasını biraz gerilerden komple çekiyorum resmini. Binanın giriş yerini mavi renge boyayan gönüllüler, bisikletleri tamir edenler ve bisikletlerin tamir olmasını bekleyen çocuklar. Bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor rüzgarın etkisiyle. Binanın solunda profil iskelet önünde ABAK için yaptırdığımız hatıra resim çekilme pankartı. Sağda ise okulun tuvaleti küçük bir binada.

Elektrik aydınlatma işini de Şerafettin, kısa adı Şeref ve Eskişehir den gelen Barbaros (Kızıl sakal)  Oğuzhan yapıyor. Bu ikilinin yapmasının bir nedeni var; uzun boyları sayesinde merdivene gerek kalmıyor.  Her yere rahatlıkla uzanabiliyorlar. Daha önceden hazırladığım kabloda ampulleri takıyorlar. Kablonun bir ucu bağlı, taka taka sona yaklaşarak diğer ucu da balkon demirine doğru gerip bağlayacaklar. Taş bina kazıevi binası olarak kullanılıyor. Bina iki katlı, önünde merdivenli sundurma yapılmış. Üst katın balkonunda demir korkuluk var. Taş döşeli avluda çocuklar bir o yana bir bu yana koşturup duruyorlar.

Taş binanın arkasında avluda yemek masaları sıralanmış. Burası kazıda bulunan ekibin yemekhane ve yatak odaları bulunuyor.

Eskişehir den velESBİD bisiklet derneği başkanı Kübra elinde boya fırçası ile duvarı boyuyor. Üst kısım boyalı, eğilerek son kalan alt kısmı boyamaya çalışıyor.

Ön tarafta boyama işi bittiğinden arka kısmı boyamaya başladılar. Yarısı boyanmış bile. Binanın yan yüzeyindeki tabelada “Yuntdağ Köseler İlkokulu” yazısı var. Tabela mavi renkte. Üç tane penceresi var binanın. Bahçede çadırlar kurulu.

Bodrumdan katılan Bahar Bülüç elinde ıspatula ile poz veriyor bana. Ispatula ile yüzeydeki bozuk yerleri düzeltiyor.

ABAK hatırası için hazırladığımız pankartta Mavi boyalı zeminde sütunlar üzerine çatısı konmuş antik bir bina çizilmiş tam ortada. Yanlarda biri kadın, biri erkek taş devrinden kalma bisiklete binerken ki hali çizili. Tekerlekler taş, kadro kemikten yapılı. Kadın ve erkek baş kısmı delik, buradan başları çıkarıp hatıra resmi çekilebiliyor. Üste de kemer biçiminde yazı ile “Az Bilinen Antik Kentler Turu” Altında ” Hatırası” ( S harfi ters yazılı ) En altta heçtekimiz olan #abakheryerde #abakseninlegüzel yazısı. Erkek tarafında ben, kadın tarafında da Gürel (başında sarı buf var) ile hatıra resmi çekiliyoruz.

İlknur kadın yerine geçip Gürel erkek yerinde resim çekiliyorlar.

Mavi boya işi bitince binanın penceresiz olan yanları turuncu renge boyanmaya başladı. Köyün çocuklarının eline ruloyu vererek boyamalarını sağladık. Boyama işini çok sevdiler.

Bir kısım gönüllü okulu boyama, tamir, elektrik işlerini hallederken diğer grup ta Aigai antik kentini dolaşıyor. Ben antik kente gitmediğimden resimleri çeken Ferdimen dolaşıp resimleri çekiyor. Antik kentteki tüm resimler Ferdimen’e aittir.

Kademe kademe taş duvar örülü bir yapı, iki küçük sütun en aşağıda duruyor.

 

Kazı ekibinden arkeolog hocası katılımcılara kentin tarihini anlatıyor. Burası kentin girişindeki kapıdan hemen sonra gelen tapınak. Yola gidip geri dönen yolcular ilk önce tapınakta adaklarını tanrılara ve yolcuları koruyan Hermes için adaklarını sunuyorlar.

Anlatım bitince diğer yere doğru yürüyenler çekilmiş resimde. Taş duvar örülü yapının içinden zeytin ağacı büyümüş.

Kentin Agora binasının arka tarafları kademe kademe yukarıya doğru taş duvarlar örülerek çıkılmış.

Daha üstte Agora meclisinin toplanma yeri. Yarım daire oturma yerlerinde çarşı pazar, alış veriş, fiyat belirleme toplantıları düzenleniyor. Duvarlarda kapı yerleri blok taşlardan düzgün yontulup yapılmış. Duvarlardaki taşlar da öyle.

Agora binasının ön duvarı, ince ve yüksek. Yandan görünüşü ve çimenler üzerinde Agora binasına gidenler. Etrafta büyümüş ağaçlar ve aşağılarda kalan tepeler görünüyor.

Agora binasının ön duvarı düzgün blok taşlardan yapılmış. Önemli bir yapı olan Agora binası özenilerek yapılmış. Burada Agora çarşısının olması hareketli ticaretin, bol kazancın ve zenginliği gösteriyor. Bir zamanlar zenginlik, şatafat üst düzeydeymiş. Bu yaşamı korumayı da bilmişler.

Agoranın önünde balık pazarı ve kocaman daire biçiminde taş bloklardan yapılı balık pazar yeri. Helenler “Makellon” Romalılar da “Macellum” adını vermişler balık pazarı yerine. Burası et pazar yeri olarak ta kullanılmış. Büyük bir olasılıkla adı üstünde Aigai keçi yurdu anlamına geldiğinden yetiştirilen keçileri kesip etlerini burada satıyorlarmış. Ayrıca Çandarlı körfezinde yakalanan balıklar buraya getirilip mezatta halka satıyorlarmış. Pazar yeri dört basamaklı oturma yerleri kıyıda taş blok parçaları düzgün biçimde yerleştirilmiş. Daire içinde zeminde de düzgün yontulmuş taşlar yerleştirilmiş. Sol tarafta bir kısım taşlar sökülüp alınmış.

Aigai antik kenti bir tepenin doruğuna kurulmuş. Etrafı doğal uçurumla koruma altına alınarak sadece Köseler köyü tarafında giriş yeri var. O da dik bir yokuştan çıkmak gerek. Düşmanlar haldur huldur saldıramıyorlar ve savunması kolaylaşıyor kentte yaşayan Aigaililer için. Uçurumun kenarında aşağıda akan Kocaçay çok derinlerde görünüyor. Bir kaç kişi uçurumun kenarındaki zeytin ağacının dibinde manzarayı seyrediyor.

Balık pazarının altı kalın blok taş duvar ile desteklenerek sağlamlaştırılmış. Hem balık pazarı, hem de Agora önünde geniş bir meydan açılmış. Taş duvar 4 tane çıkıntı ile desteklenmiş yıkılmasın diye. Etraf ve aşağısı ağaçlardan görünmüyor. Sadece taş duvar ve Agoranın yüksek duvarı görünüyor. Bir kişi de durmuş etrafı seyrediyor duvarın üstünde.

Aigai antik kentin kazı çalışmaları ile ilgili resmi web sitesi http://www.aigai.info/

Akşam yemeği için karınlar acıkmaya başlayınca Ketring Ayşe, kızı Hatice ile birlikte imdadımıza yetişti. Yemekleri daha önceden hazırladığımız yer olan kazıevinin avlusunda yiyeceğiz. Yemek kuyruğuna girmiş olanlar yemek almak için bekliyorlar. Önceden yemek alanlar da masalarda oturup karınlarını doyuruyor. Yemek dağıtımı sundurmanın altında yapılıyor. Çatıda 5 tane güneş su ısıtma paneli var.

Yemek sonrası ABAK ateşi yandı varilde. Varili çamaşır makinesinin kazanından yaptık. Kazanın delikli olması ve paslanmaz krom olması uzun süre dayanacak ateşe ve paslanmaya karşı. Ateş yanınca etrafı hemen doldu. Buraların soğuk havası insanı üşütüyor. Odunların çıtırtıları, kızıl alevi içimizi ısıtmaya başlatınca muhabbet ve ardından şarkılar türküler başladı. Her ne kadar ateş ısıtsa da üzerimize kalın giysileri de giyiyoruz bu ara. Ateş sadece önümüzü ısıtıyor, arka taraflar buz gibi.

Delikli kazan içinde yanan odunların alevi yukarıya yalımlar saçarak yükselirken üşüyenler ateşin başında ısınmaya çalışıyor.

Gecenin geç saatlerine kadar muhabbet, şarkılar, türküler söyleyerek devam etti. Şarkıları söylerken fazla ses çıkarmadan uyuyanları rahatsız etmeden söyledik. Yarın güzel bir gün olacak ve 23 Nisan Çocuk bayramını kutlayacağız. Onun için türküler enerjimizi depolamaya katkı sağladı. Bu heyecanla uyku zamanı gelince gidip yatıyorum çadırıma. Mutlu ve huzurlu biçimde tura iyi başlamanın getirdiği rahatlama güzel bir uykuyu hak ettiğimin belirtisi olarak tatlı düşlere dalıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak 41 Kilometre civarı bisiklet sürdük.

Aşağıda Üçkuyular – Konak -Alsancak yol haritası 10,35 Km

Powered by Wikiloc

Aşağıda Aliağa – Şakran – Köseler köyü yol haritası 30,21 Km

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Turu 1. Gün

5. Az Bilinen Antik Kentler Turu 1. Gün

22 Nisan 2016 Cuma

Alaçatı – Ildır – Urla İçmeler.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe

Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey

Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı

Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında

Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki

Sevince deli gibi severdi

Pervasız severdi sevince

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Karanlık geçidin içinden taş kemerli Tatar köprüsü.

Gece yarısı başlayan fırtına sabaha kadar sürdü ve çadırımın kazıklarını çakmadığımdan tüm gece çadır üstüme yattı durdu. Doğru dürüst uyku uyuyamadım. Uykumu alamadan erkenden uyandım, uyumanın da tadı kaçtı zaten. Rüzgar şiddetliydi ve denize yakın olmamdan dolayı ilk rüzgar benim çadırıma vuruyordu. Çadırı zar zor topladım, eşyaları kıytırığa yükledikten sonra hazırdım. Az uyumanın ve içtiğim bir bardak şarabın etkisi ile başım ağrımaya başladı. Keyifsizim bu sabah. Katılımcıların da bir an önce toplanmaları konusunda uyarıp hazır olmalarını istiyorum sürekli. Kimisi ağır davranıyor. Kahvaltıyı Alaçatı da bir restoranda yiyeceğiz. Herkes hazır olunca en son olarak kontrollerimi yaptıktan sonra grubun ardından yola çıktım. Daha ilk yokuşta vitesleri ayarlayamayan Salih Gülbahar arka aktarıcının kulağını yamultmuş. Söküp düzeltmeye çalıştıysam da kulak kırıldı. Artık yapacak bir şey yok deyip yakın olan Alaçatı’ya kadar gelmesini söyledim.

Arka aktarıcı sökülmüş durumda zincir sarkmış, kulak yamulmuş.

Alaçatı’nın dar sokaklarında, taş binaların arasından geçiyoruz. Epey zaman kaybettik aktarıcıyla uğraşmaktan. Sokakların birinde dere yatağı olan küçük bir taş köprünün yanından geçiyoruz. Dere mere yok ortalarda, yatağı da sokak olmuş. Araba bile park etmiş köprünün yanında. Köprünün taşlarına bakacak olursak eski bir köprüye benziyor. Üzerine beton atarak yapısını bozmuşlar. Alaçatı’ya yakışmayan bir durum.

Sezon başlamadığı için henüz İstanbulluların işgal etmediği Alaçatı bize kaldı bu sabah. Daha önce restoran sahibi ile anlaştığımızdan açık büfe kahvaltı yaptık 120 kişi. Anlaştığımız fiyat Alaçatı için çok komik bir miktar. Ama sezon olmadığı için ve reklam olsun diye bize kıyak yaptılar diyebilirim. Yoksa normalde bir kahvaltı kim bilir kaç astronomik birimdir Allah bilir. En son geldiğimden kahvaltının son kalan parçaları ile bir şeyler atıştırdım. Zaten baş ağrısından keyfim yerinde değil, iştahım da yok. Biraz yedikten sonra ağrı kesici içtim. Bakalım ne zaman geçecek. Salih Gülbahar bisikletçide aktarıcı kulağını halletmiş kahvaltıya yetişti.

Kahvaltı sonrası bisikletlerin başındayız. Şafak Omaç, Ben ve diğer arkadaşlar kalabalık bir şekilde bekliyoruz.

Restoran müdiresine bizlere kahvaltıyı en güzel biçimde sunduğu için kendisine ABAK plaketi ve buff vererek teşekkürlerimizi sunduk.

Herkes harekete hazır olunca yola çıktık. Alaçatı yollarından Ilıca’ya geldik. Ilıca kumsallarının yanından geçen yolda hep birlikte resim çekiliyor ABAK katılımcıları. Resimde ben yokum, arkayı toparlamaktan gerideyim.

Resimden sonra Ildırı tarafına doğru yola çıkılıyor. Bisikletlilerin arkasından çekişmiş bir resim.

Hava sert poyraz esiyor, rüzgara karşı pedallıyoruz, yol deniz kıyısından gidiyor, deniz lacivert rengi ve havanın mavisi ile ton farkı oluşturmuş. Tam karşıda da Karaburun yarımadası ve antik adı ile Mimas dağı. Turumuz da Efes – Mimas yolu ile örtüşüyor.

Yol kaymak gibi asfalt ile kaplı iyi gidiyoruz rüzgara karşı. Yol tabelası kırmızı üçgen içinde sola doğru dönemeçli yol olduğunu gösteriyor. Etrafta pek ağaç yok. Buralarda sürekli esen poyraz rüzgarları doğru dürüst ağaç yetişmesine elvermiyor. Turun doktoru Mete Güney ve yardımcım Ferdimen önümde bisiklet sürmekte.

Ildırı’ya geldik, bisikletler yol kıyısında park etmiş durumda. Kahvede kumanyaları yiyoruz, çay, gazoz ve ayran ile.

Sonrasında Eritrai antik kentine doğru çıktık. Antik kent biraz yukarıda olduğu için yayan çıkıyoruz. Antik kentin girişinde yön tabelası konulmuş, tabelada; Tiyatro, Agora, Akropol, Athena tapınağı ve Matrone kilisesi yazıyor. Hepsinin ok işaretleri aynı yönde.

Girişte antik yapıların son kalan kalıntıları görülüyor. İyi bir işçilikle yontulmuş taşların çoğu yapılarda kullanılmak üzere sökülüp alınmış.

Tiyatroya vardık, girişi tel örgü ile kapatılmış. Demir bir kapı da var, girişi buradan yapıyoruz. Ortalığı otlar bürümüş.

Amfi tiyatro yamaçta yapılmış güzel bir tiyatroya benziyor. Benziyor benzemesine de sadece tam ortasından yukarıya kadar çıkan merdiven taşları duruyor. Geri kalan tüm oturma yerleri sökülüp alınmış. Bahar ayında olduğumuzdan etrafı otlar bürüdüğü için görünmeyen demir raylar var yukarıdan aşağı doğru. Sanki maden ocağı yada taş ocağı olarak kullanılmış. Bakan eden yok götüren istediğini götürmüş, işe yaramazları götürmeye tenezzül etmemiş. Büyük bir talan olmuş anlayacağınız.

Tabanda bir çitlembik ağacı ve en yukarıda zeytin ağaçları var. Oturma yerleri otlarla kaplı. Ortadan yukarı doğru tek sıra çıkan insanlar yavaş yavaş çıkıyor. En yukarıda bir kaç basamak görünmekte.

Doğru dürüst yapı kalmamış taşların arasından patikada tek sıra ilerliyoruz.

Tabelada Akropol, Athena tapınağı ve Matrone Kilisesi bize yönümüzü gösteriyor.

Erythrai

Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almıştır.

Kentte ele geçen bulgular, bu yörede ilk Tunç Çağ’ından bu yana yerleşimin olduğunu göstermiştir. İkinci kolonileşme döneminde kent, Atina Kralı Kadros soyundan gelen Knopos yönetimindeydi. Başlangıçta krallık ile yönetilen kent sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği Basileuslar tarafından yönetildi. Ion kentlerinin aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal birliğe katıldılar. Kent Pythagoras’la birlikte kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış, bu dönemde üreterek dışarı sattığı değirmen taşlarıyla önem kazanmıştır.

Erythrai, Lidya ve daha sonra da Persler’in eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı diğer Ion kentleri gibi ayaklanmaya katılan kente, bütün Ion kentleriyle birlikte M.Ö. 334’te İskender, bağımsızlığını kazandırır. İskender’in ölümünden sonra çıkan kargaşalar sonucu birçok el değiştiren Erythrai Pergamon (Bergama) Krallığı’nın eline geçer. M.Ö.133′ te Roma İmparatorluğu içinde özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Sibyl ile Herophile ile ün kazandı.

M.Ö.1 yy.’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre; 16.yy’dan sonra Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başladı.

Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof.Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk önce M.Ö. 3.yy. sonlarında yapıldığı sanılan akropolün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akrapol’ün en yüksek düzlüğünde yapılan araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 km. uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı ve restorasyon çalışmaları yarım kaldı. Araştırmalarda akrapolde M.Ö.6. ve 7.yy’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu. Bunlar Erythrai şehrinin en eski tarihi buluntularıdır.

Erythrai harabelerinin bulunduğu bölgede, tarlalarda bulunan eserler, ören yeri bekçisi Hüseyin Yavuz tarafından toplanarak, orada bulunan bir bina da muhafaza edilmeye çalışılmaktadır. Hüseyin Yavuz üç yıl önce aramızdan ayrılmıştır, Nur içinde yatsın.

Matrone Kilisesi’nin ayakta kalan üç duvarı, ilk önce Kiliseyi gezeceğiz.

Athena tapınağını kroki planı, sadece temel kısmı çizilmiş. Üst bölümü yok. Tapınakta bulunmuş heykel ve heykel başlarının resimleri var.

Taş duvar ama öyle bilinen basit bir duvar değil. Zengin kral kendine özel poligonal taş duvardan yaptırıyor sarayını. Arada fark olmalı. Poligonal beşgen demek, taşlar düzgün beş köşeli olarak yontulup sağlam biçimde duvar örülmesi demek.

Eritrai antik kenti tam tepenin üzerinde 60 metre yükseklikte, etrafı tamamen gören bir yerde kurulmuş. Ildırı körfezinde bir çok irili ufaklı adalar var.

Adaların kimisi kıyıya yakın, kimisi uzak, manzara çok güzel. Denizin mavisi, ağaçların yeşili, karşı kıyılardaki gri tepeler. Gökyüzü masmavi bulutsuz.

Ildırı bildiğimiz köy, denizden daha yüksekçe bir yere kurulmuş. Yamaçta diyebiliriz. Zeytinlikler ve tarlalar düz arazide. Balıkçılık ta var, daha çok olta balıkçılığı. Resimde görünen ise yazlıkların kapladığı alan. Binalar doğal güzelliği bozmuş durumda, neyse ki hepsi iki yada üç katlı. Sadece bir tane otel olduğu belli yedi katlı kocaman bina bozulmuş olan doğayı katlediyor. Deniz tam körfezin sonu ve bir çok kayık, tekne demirlemiş durumda.

Körfezde en küçük ada, ismi Zeki Müren adası. Zeki Müren sağlığında burada tatil yaptığı zamanlarda hep bu adaya gidip dinlenirmiş.

Eritrai antik kent turumuz sona erdikten sonra grup yola çıktı. En arkada kalanları toparlayıp ben de yola çıkıyorum. Ildırı dan sonra zorlu bir yokuş bizi bekliyor. Önümde Ferdimen, uzayıp yükselen uzun bir yol. Yolun kıyısında sarı çizgi çekilmiş. Etrafta tarlalar ve zeytin ağaçları.

Yokuşları rahat çıktım diyebilirim. Kıytırıkla beraber fazla zorlanmadım. Geçen yıl dişlileri küçültmem işe yaradı. Yokuş bitti, tam tepedeyim. Bisikletim KUZ ve römorkum kıytırık iyi durumda.

Yokuş kimisini yormuş. Dinlenenler kendini yerlere atmış. Fazla oyalanmadan yola çıkmalarını söylüyorum.

Biraz uzaktan ufukta KUZ ve kıytırığın resmini çekiyorum. Önde asfalt yol, birkaç kaya ve çalılar. Önüm çimenlik. Resim uyum içinde.

Arkada kalan iki kişiyi bekliyorum, yokuşu yürüyerek çıkıyorlardı. Sonunda göründüler aşağıdan gelişleri. Önümde yuvarlak taşlar, çimenlik ve çam ağaçları.

Yürüyerek gelenler KUZ’un yanında yere yatırıyor bisikletleri yere. Biraz dinlenmeleri gerek, bayağı yoruldular. Anlaşılan yüklü tur pek yapmamışlar gibi.

Turun doktoru Mete benimle beraber hareket ediyor. Çam ağaçları arasında giden yoldayız.

Çıktığımız yokuştan hızlıca indik, Barbaros köyünde bu kez mola vermedik. Ovada bulunan göletin yanından geçerek otobanın yanında ki toprak yola girdik.  Arkada kalanları toparlayıp yola düzülmelerini sağladıktan sonra artçı grubu olarak arkalarında geliyoruz. Eski bir taş köprü olan Tatar köprüsüne geldik. Benden önce gelenler resmimizi çekiyor. Çömelmiş durumda bizim resmimizi çekerken Şafak Omaç ben ve Doktor Mete’yi çekerken hepimizi bir kareye sığdırdı Ferdimen .

Köprünün üstünde bir yorgunluk kahvesi içmek gerek diyerek kahve takımlarımı çıkardım. Şafak, Mete, Ferdimen ve ben dördümüz bağdaş kurup oturduk yere. Fedimen tripod ile zaman ayarlı resmimizi çekiyor. Şafak ta beyaz, diğerlerinde yeşil buff kafamızda. Cezveyi ocağa sürmüşüm pişmesini bekliyorum. Bir kaç zeytin ağacı, küçük çalılar ve baharın yeşilliği gökyüzün maviliği ile kucaklaşmış. Doktor Mete’nin eli havada, el sallıyor.

Kıytırığa Urim Baba’nın kahve tabelasını asıyorum. Kıytırıkta sarı ve turuncu üçgen bayraklar. Yanımda Şafak, boynuna telsizi asmış. Kıyafetleri beyaz uzun kollu, buff ta beyaz olunca Arap şeyhlerine dönmüş bizim Şafak. Cezve ocakta, kahve fincanları kahvenin pişmesini bekliyor.

Ferdimen bu kez Doktor Mete ile çekiyor resmimizi.

Bu kez beni tek başına çıkarıyor elim cezveyi tutarken. Sakalım da uzamış biraz.

Sonra gürel ve arkadaşları geliyor yanımıza. Onlara da kahve pişiriyorum zaman kaybetmeden. Kahve tabelam, üç fincan ve bakır cezve. Resmi Gürel çekiyor profesyonel fotoğraf makinası ile.

Kahveler pişti, cezveden fincanlara eşit miktarda dolduruyorum.

Gürel muhteşem dörtlüyü çekiyor kahve içerken. Ellerimizde fincanlar bağdaş kurmuşuz Tatar köprüsünün üstünde. Zeytin ağaçlarının rengi yağmurda yeni yıkanmış gibi parlıyor yaprakları.

Kahve molası bitti, yola çıkıyoruz. Otobanın altından geçeceğiz. Otobanın alt geçidini geçerken karanlık olan içinden Tatar köprüsünün güneş vuran aydınlık resmini Ferdimen çekiyor. Beton bir çerçevede iç kısım karanlık, dışarısı ise kemerleri görünen Tatar köprüsü. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bu kez otobanın diğer yanında toprak yoldayız. Yol kumlu, mıcırlı ve iniş. Dikkatli iniyorum. Ön teker bazen kayıp gidiyor. Yavaşça, fren sıkarak iniyorum. İnişte Yüksek teknoloji üniversitesinde öğretim görevlisi Talat hoca ile pedallıyorum. Bana kahve merakımın nereden, nasıl oluştuğunu söylüyor. Ben de kısaca anlatıyorum ;

“Yıllar önce 1986 yılında saz kursuna kayıt oldum, saz çalmasını öğreneceğim. İş çıkışı sazım elimde kursa gidiyorum haftanın belirli günlerinde. Saz kursunda Aşık Garip adlı bir kitap gözüme ilişince alıp okudum. Kitapta Aşık Garip bir kıza sevdalanmış, kızın babası da yüklü başlık parası isteyince Garip te para pul ne gezer. Yoksul köylü nereden bulacak parayı çıkıyor gurbete başlık parasını kazanmaya. O zamanlar saz çalmasını bilmiyor. Tanrıya yalvarıyor her gece saz çalmasını öğreneyim diye. Bir gece rüyasına Hızır aleyselam girip Garip’e el veriyor. O saatten sonra başlıyor çalmaya. Gurbetten ne iş yaparım deyip bir kahve dükkanı açıyor. Müşterilerine kahve pişirerek para kazanmaya başlamış. Bu arada saz çalarak Aşıklığını müşterilerine duyurunca Aşıkların kahvenin toplanma yeri oluyor. Aşık atışmalarında ilham perileri yardım ediyor ve hepsini alt ediyor sözleri ile. Ünü giderek yayılıyor etrafa, müşteriler Aşıkları dinlemek için akın ediyor. Aşık Garip te kahve pişirmesini elden bırakmadan müşterilere sürekli kahve pişirerek iyi para kazanmış. Derken memleketten bir haber geliyor. Sevdiği kızın babası kızını başka birisi ile evlendirmeye kalmış. Düğün yapacak. Aşık Garip hemen memleketine gidip kızın babasına verdiği sözü hatırlatıp başlık parasını fazlasını vererek büyük bir düğün yapıp sevdiceğine kavuşmuş.”

Talat hoca da anlattıklarımdan etkilenmiş olacak ki kendisi saz yaptırıyor ve saz da çalıyor, turdan sonra bana bir saz hediye etti. Kendisine çok teşekkür ederim. Aldığım hikayesi olan en anlamlı hediyelerden biri.

Sol tarafta otoban, otobana insanlar ve hayvanlar girmesin diye tel örgü ile kapatılmış. Sadece uçan kuşlar girebiliyor otobanlara. Yüksek gerilim hattı yolun hemen sağında beton direkler. Etraf yeşil, pek ağaç yok sadece çalılar var.

Kamp alanına yaklaştık sayılır. Bir kaçamak yapalım diyerek tarihi Roma hamamına sapıyoruz. Yoldan epey uzak toprak bir yoldan vardık. Deniz kıyısında kayalıkların dibinde taştan kapalı bir oda. Sadece bir giriş yeri var. Kapısı yok.

Burada sıcak su çıkıyor, dış kısmında berrak su yosun ve kum gayet net görünüyor. Rüzgar hızını kesmedi henüz. Taş bina rüzgarı kesiyor.

Hemen şortları giyip sıcak suyun içine giriyorum. Havuz 4 metreye 4 metre, 1 metre derinliğinde, dibi kayalı ve kumlu. Devamlı su geldiğinden temiz ve berrak görünümünde. Ben havuzun içindeyim, Doktor Mete ise elleri ile tutunarak girmeye çalışıyor.

Havuzun içinde Şafak, ben, Mete, Ferdimen ve Gürel keyif yapıyoruz. Su ılık olunca keyifli bir terapi oluyor. Yorgunluğumuzu atıyoruz üzerimizden.

Yaptığımız kaçamağı haber vermediğimiz için bizi merak etmişler. Telefon ile arayıp durumuzu öğrendikten sonra kamp alanına gelince Olcay dan ve Doktor Serhat tan özür diliyorum yaptığımız hata için. Haber vermeliydim aslında ama olmadı. Herkes çadırını kurmuş, biz de çadırları kurup yaklaşan akşam yemeği için hazırlandık. Yemekler dağıtılmaya başlayınca hemen sıra oluştu. Gönüllü yemek dağıtıcıları herkese eşit miktarda dağıtıyor.

Sol alt köşede bir köpek arka ayakları üzerine oturmuş yemek dağıtanları dikkatlice izliyor. Ayrıca bu insanlar neden sıra bekliyor diye şaşırmış durumda. Kocaman kazanlı çay makinesi demlenmekte, akşama bol bol çay içeceğiz.

Yemekten sonra arkadaşım Mustafa Güven bana bir sürpriz yaptı. Elinde dikdörtgen kahverengi kutu, içinde bir de ne göreyim 4 fincan ve 4 tabak. Şaşırdım, sevindim, şaşkınlığımdan ne diyeceğimi bilemedim. Öylece hayran hayran fincanlara bakıyorum. Her fincana yazılar yazılmış, resimler çizilmiş. Beni ve bisikletimi yazıp çizmiş üşenmeden. Tabaklarda da Can Yücel’in POETİKA şiiri dört bölüm. Sevgili Mustafa hiç üşenmeden kargacık burgacık tam üç ayda fincanları bu hale getirip fırınlamış. Ve ben Dünya’nın en mutlu insanı oldum. Böyle el emeği, göz nuru bir hediyeyi beni seven bir dostumdan almanın hazzını yaşadım. Benim için çok değerli bir hediye. Özenle kullanacağım hayatım boyunca. Çok sevinçliyim.

Karton kutunun içinde kenarlarda dört fincan, ortada dört tabak üst üste.

Birinci fincanda bisikletim KUZ mavi renkte ve resmi, altında urimbaba’CAN yeşil kalemle yazılmış. Onun altında web sitemin adresi ; http://www.urimbaba.net Yanda da #abakheryerde kırmızı kalemle yazılmış.

İkinci fincanda bisikletim KUZ ve römorkum kıytırık çizilmiş mavi renkte. Altında kıytırık ve KUZ yazılmış yeşil renkte. Kahve rengi bakır bir cezve resmi ve benim sözüm ; “Kahve önemlidir, öyle aceleye gelmez” yazısı kırmızı renkte. Fincanın diğer yarısında yine benim sözlerimden ; “İmzasını bir kere atmıştır.” K.atatürk imzası ile birlikte mavi renkte. Benim arkadaşımdan gelen Kemal Atatürk imzalı fincanlarımdan esinlenmiş olmalı.

Üçüncü fincanda ise URİMBABA’NIN KAHVESİ mavi renkte, altında MAKSAT MUHABBET kırmızı renkte yazısı.

Dördüncü fincanda ise RimBaba, RimBaba şarkısının sözü mavi renkte. Alında kırmızı renkte #abakheryerde yazısı.

Tabaklarda ise dıştan içe doğru Can Yücel’in POETİKA şiiri yazılmış siyah renkli kalem ile.

Birinci tabakta ; Tam ortada 1 rakamı, etrafında http://www.urimbaba.net yeşil kalemle yazılmış.

Yalnızlığı sevmiyorum

Yalnız kim ola ki

Kendim…

Kendimin kendini sevmiyorum

Kediler hariç…

Kahve ocakçısı olacaktım ben

Tuttum kavlimi

İkinci tabakta ; 2 rakamı #abakseninlegüzel yazısı kırmızı renkte

Yazdıklarımsa hep nafile

Hep nişanlı angaje ısloganlı

Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına

Kallavi olsun!

Üçüncü tabakta ; 3 rakamı, kahverengi kalemle yazılmış Maksat Muhabbet, bir çiçek resmi mavi renkte. Kırmızı renkte #abakheryerde yazısı.

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip

Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini

Taşırmadan pişiriyorum

Dördüncü tabakta ; 4 rakamı ve UrimBaba’CAN mavi renkli yazı.

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan

Ocağımızı bucağımızı

Isıtamayacağımı!

İşte onun içinde de içim titreyerek

Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can YÜCEL

Aşağıda yan yana 4 fincan yan durumda, altında da 4 fincan tabağı.

Her zaman olduğu gibi kamp ateşini Şafak Omaç yakıyor. Ateşin başında sohbete dalıyoruz. Rüzgar olsa da ateş içimizi ısıtıyor. Benim içimi ısıtan ise aldığım hediye. Rüzgardan dolayı pek ateşin başında durulacak gibi değil, fazla geç olmadan yatıyorum mutlu olarak.

Canavar-ül velosiper Enes Şensoy’un çektiği video görüntüsü

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 63 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

4. AzBilinenAntikKentlerTuru 2.Gün

24 Nisan 2015 Cuma

Yuntdağı Köseler köyü – İsmailler – Bergama

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Onları daima yalnız kılan

neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların

ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer

yani birçok yüzün bileşkesi

Ahmet Telli

Öne çıkmış olan görsel, amfi tiyatronun üstünden sahne. Sahnede arkadaşlar, bir kısmı da seyirci bölümünde oturuyor.

20150424_181026

Havalar ısınmadı, hatta iyice düştü. Sıfırın altında olduğu kesin. Bunu sabah uyandığımda bagaj çantalarımın beyaz olmasından anlıyorum. Kırağı yağmış gece ve bayağı soğuktu. Kalın giyinmek gerek, sabahın soğuğu hasta edebilir bahar ayında. Kalkar kalkmaz çadırı ellemiyorum çünkü üzeri kırağı yağmış beyaza bürünmüş. Kahvaltıdan sonra toplarım artık.

20150424_065520

Güneş doğarken, çadırımla birlikte çekiyorum.

20150424_065048

Olcay da soğuktan titreyerek çadırından dışarı çıkıyor. Gözleri şiş, yüzüne güneşin ilk ışıkları henüz vurmaya başlamış. Sabah güneşi kime vurur acaba?

20150424_070136

Kamptakilerin hepsini uyandırıp toplanmalarını söylüyoruz. Kahvaltı da hazır, kalkan elini yüzünü buz gibi suda yıkayıp kahvaltı kuyruğuna giriyor. Kahvaltıyı kazı ekibinin kapalı bahçesinde yapıyoruz. Kahvaltının ardından masa, sandalyeleri toplayıp etrafı temizleyerek bulduğumuz gibi bıraktık.

Yüksüz olarak Aigai antik kente bisikletlerimizle gitmeye başladık. Doktor Bülent paramotor ile bizleri havadan çekim yaparak takip etti. Yolda giden bisikletçiler, üstünde de paraşüt süzülüyor.

100520147128

Aigai antik kenti köyden 2 Kilometre yukarıda. Biraz yokuş çıkacağız anlaşılan. Yol kıyısında çitlembik ağaçlarına Antep fıstığı aşılanmış ağaçları görmemiz mümkün. Henüz meyveleri taze, olgunlaşmamış. Köylüler buralardaki çitlembik ağaçlarını Antep fıstığı aşılayıp kendilerine gelir kaynağı yaratmış durumda.

100520147129

Aigai kazı başkanı ve ekibi ile birlikte antik kenti dolaşmaya başladık.

Manisa ili, Yunusemre ilçesine bağlı Yuntdağıköseler Köyü’nün 2 km. güneyindeki Gün Dağı’nın üzerinde, kısmen ayaktaki görkemli harabeleri ile dikkati çeken Aigai; antik yazarlara göre İ.Ö. 1100 yıllarından sonra Yunanistan’dan gelerek Kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından kurulmuştur. Herodotos (İ.Ö. 5.yüzyıl) Aigai’yi Aiollerin Aiolis Bölgesi’nde kurduğu 12 kent arasında saymaktadır. Aiollerin bölgeye gelişlerinin İ.Ö. 1100 tarihlerinde başladığı ileri sürse de, kazı sonuçları şimdilik kentin kuruluşunun İ.Ö. 8. yüzyılın sonlarından daha erkene gitmediğini göstermektedir.

Kent İ.Ö. 3. yüzyılın başlarından itibaren, Hellenistik Pergamon Krallığı’nın da desteğiyle bölgede ekonomik ve kültürel bir çekim merkezi olmuş, Tiyatro, Kent Meclisi Binası (Bouleuterion) ve Agora Binası gibi görkemli yapılarla donatılmıştır. Aigai antik kentindeki kazı çalışmaları 2004 yılından beri Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Doğer başkanlığında yürütülmektedir.

http://aigai.info/

Üzeri yosun tutmuş blok taş ve derin vadi manzarası.

100520147137

Tiberius kapısı tabelası, burada Türkçe ve İngilizce açıklamalar yazılmış kapı hakkında.

100520147138

Kapıdan içeri girdikten sonra ilk kalıntılar göze çarpıyor. Binanın duvarları bir metre kadar kalmış.

100520147141

Yarım deliklere bakılırsa burası tuvalet olmalı.

100520147144

Hanüz kazı yapılmamış yerlerde, sütun parçaları görünüyor.

100520147155

Agora binasının ayakta kalmış yüksek duvarını yandan çekiyorum.

100520147156

Burası balık pazarı, gelen balıklar bu pazarda mezat ile satılıyormuş.

100520147158

Agorada dükkanlar.

100520147159

Antik kentin doğu tarafı derin uçurum ile doğal koruma sağlamış. Aslında üç tarafı da uçurum ve çıkılması epey zor olan bir tepe. Sadece çıktığımız taraftan girişi var ve savunmayı ona göre yapmışlar.

100520147160

Agora’nın devasa duvarı, dükkanları ve 3 katlı oluşu burada ticaretin çokça yapıldığı ve kentin zenginliğini ifade ediyor. Zamanında epey hareketliymiş Aigai.

100520147161

Dükkanlar büyük taş blok kayaların düzgün yontulmasıyla geniş ve arkada deposu olduğunu görebiliyoruz. Malları stoklayıp azar azar piyasaya sürüyorlardı demek ki.

100520147162

Doğal uçurum kenarına kale duvarı gibi taşlardan yapılmış. Pek düşmanın buradan saldırı gerçekleştireceği olası değil. Öyle olduğu halde duvar düzgün taşlardan yapılmış.

100520147165

Antik kenti bitirip köye dönüyoruz. Herkes eşyalarını bisikletine yükledikten sonra çoğunluk toplanıp harekete hazır duruma gelince yola çıkış başladı. Son kalan bir kaç kişiyi de hazırlanıp yola çıkarasıya kadar biraz bekledim. Kimse kalmayınca ben de tam yola çıkacaktım ki dün Aliağa dan peşimize takılıp köye kadar gelen köpeğin peşimizden tekrar geldiğini görünce köylü bir kadına rica edip bahçesine kapatmasını söyledik. Köpek bahçede kalınca peşimizden gelemedi. Yoksa hali perişandı. Dün ayakları yara olmuştu peşimizden koştururken. Köpeği de köyde bıraktıktan sonra ben de son kalanlarla yola çıkıyorum.

20150424_091512

Dün elektrikli bisikletle gelen arkadaş gece bataryalarını şarj etmiş artık yolda kalmam diyor bana. Ben de umarım yeterli şarj olmuştur bataryan diyerek cevap verdim.

20150424_091516

Yunt dağlarının sırtlarında bir iniyoruz bir çıkıyoruz. Fazla sert olmayan yokuşlar uzun sürmüyor.

20150424_091546

Köylü amcam Karakaçan’a binmiş bahçesine doğru gidiyor çalışmaya.

20150424_092303

Dağlar nedense makilik çalılardan bitki örtüsüne sahip. Gölgesinde durup dinleneceğin bir ağaç ta yok. Daha çok kayaçlardan bir arazi, pek toprak ta yok.

20150424_095547

Karşımıza ilk köy göründü, bu köy Seklik köyü.

20150424_095553

Seklik köyünün tabelasını çekiyorum.

20150424_100030

Grupta hızlı gidenlerin yanı sıra yavaş ta gidenler var. Onlara yetişiyorum çünkü elektrikli bisikletin bataryası çabucak bitti ve yokuşlarda elle gelmeye başladı.

20150424_101748

Pembişler beni yalnız bırakmıyor, pek alışkın değiller böyle turlara. Bir de yükleri var ama inatla bisikleti sürüyorlar.

20150424_105020

İsmailler köyünde çay molası verilmiş. Biz de çaya yetiştik. Tam kahvenin önüne geldik arkamdan gelen bir arkadaşın sırt çantasının kayışı zincire girerek arka aktarıcının kulağını kırıyor. Ona yapacak bir şeyim yok. Yedekte kulak olmayınca değiştiremiyoruz. Çayları içip bir dinlenelim bakalım. Çayları içerken elektrikli bisiklet te geldi. Artık böyle bisikletle gelemezsin bizimle, minibüse binip Bergama ya gideceksin dedim kendisine. Aktarıcı kulağı kırılan arkadaş ta Aliağa da bulunan arabasını almaya gidecek. O zaman sen bekle beraber gelirsiniz Bergama’ya diye bir çözüm bulduk. Yerde; Çaya gel, kahveye gel yazılmış sprey boya ile.

20150424_105935

Çay molasından sonra kalanları toparlayıp yola düzüldük. Burası yolun en yüksek yeri. Bisikletimin tripodundan resmimizi çekiyorum rüzgar türbinleri eşliğinde. Yedi kişiyiz resimde poz veren.

20150424_114808

Balaban köyünden geçiyoruz. Yunt dağlarının sırtlarında rüzgar türbinleri var. Rüzgar alan dağlar sürekli elektrik üretimi sağlayan türbinler bedava enerji üretip ülkemize katkı sağlamakta.

20150424_115944

Doğal oluşmuş çukurları su deposu olarak kullanılmakta. Yağan yağmurlardan biriken su hayvanların sulanmasında kullanılıyor. Bisikletim KUZ, gölet kenarında poz veriyor.

20150424_121539

Yunt dağları Bergama ya kadar uzanmakta. Dağlarda bir çok köy kurulmuş hayvancılık, zeytincilik yaparak geçimlerini sağlayıp ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar. Maruflar köyünün tabelasını çekiyorum. Köyün minaresi görünüyor.

20150424_123507

Köyler ardı sıra geliyor. Armağanlar köyü ve minaresini tabela ile çekiyorum.

20150424_130433

Bakırçay havzası göründü, ovada en önemli yerleşim yeri de Bergama. Geldik sayılır.

20150424_130812

Dağlardan indik, ovadayız artık.

20150424_133311

Sanayi artıkları ile kirlenmiş Bakırçay nehrinden karşıya geçiyoruz dar, beton köprüden.

20150424_134448

Bergama şehre girmeden direk antik kentin olduğu yere geldik. Antik kent biraz yukarıda, tepeye kurulmuş. Çıkış yolu var ama biz teleferik ile çıkacağız. İşletme ile daha önce anlaşmıştık. Bizi ücretsiz yukarı çıkacağız. Antik kente giriş zaten turizm müdürlüğünden ücretsiz.

20150424_140150

Sıramız gelince 8 kişi teleferik kabinine biniyoruz. Elçek ile çekiyorum kabin içindekileri.

20150424_142146_HDR

Tepeye çıkarken aşağımızda bazı kalıntıları görüyorum.

20150424_142241

Yükseldikçe barajın göleti görünmeye başladı. Bazı antik yapılar göletin altında gömülü olarak kaldı.

20150424_142254

Yaklaştıkça heyecanım artıyor. İlk defa buraya çıkıyorum. Daha önce grubun arkasından geldiğim için ziyaret saati bitiminde geldiğimden dolayı çıkamamıştım .

20150424_142405

Bergama Akropolis’e giriş yapıyoruz misafir biletlerimizle.

20150424_142715

Bergama manzaralı Nazlı ile resim çekiliyorum. Beni Manisa bisiklet festivaline davet ediyor ama daha önce o tarihlerde başka yerlere tur programlamıştım. Sağlık olsun, başka zaman katılacağımı bildirdim.

20150424_143302

Antik kenti rehberlerimiz eşliğinde dolaşmaya başladık.

Pergamon, günümüzde İzmir iline bağlı Bergama ilçesinin merkezinin yerinde kurulu antik kentin adıdır. Pergamon, eski çağlarda Misya bölgesinin önemli merkezlerinden biriydi. MÖ 282-133 arasında da Pergamon Krallığı’nın başkentiydi. Pergamon adı, bir söylence kahramanı olan Pergamos’tan gelir. Pergamos’un, Teuthrania kralını öldürdükten sonra kenti ele geçirdiği ve kendi adını verdiği sanılır. Başka bir söylenceye göre de Teuthrania Kralı Grynos savaşta Pergamos’tan yardım istemiş, zaferden sonra iki kent kurdurarak birine onun onuruna Pergamon, ötekine de Gryneion adını vermiştir.

Yazılı belgelerde Pergamon’dan ilk kez MÖ 4. yüzyılın başlarında söz edilir. Kent daha sonra Pergamon Krallığı’nın başkenti oldu. Bu dönemde saray, tapınak, tiyatro gibi yapılarla yapıldı, kent kule ve surlarla çevrildi. Pergamon, krallığın Roma’ya bağlanmasından sonra da Batı Anadolu’nun sayılı kentlerinden biri olarak kaldı.

Eski kentin kalıntılarını, 1870’lerde Batı Anadolu’da demiryolu döşenmesinde çalışan Alman mühendis Carl Humann buldu. Pergamon’da ilk araştırma ve kazı çalışmalarına da 1878’de başlandı. Kazılar ve onarım çalışmaları günümüzde de sürmektedir.

Rehber etrafına toplanmış bisikletçiler.

20150424_143536

Yüksekten Bergama kasabasının binalarını çekiyorum.

20150424_143541

Yürüme yoluna tren raylarının traversleri döşenmiş, üzerinde yürüyoruz diğer yerlere.

20150424_144147

Epey kalabalık bir grup olarak dolaşıyoruz antik kenti.

20150424_144200

Kentin koruyucusu sayılan akıl ve savaş tanrıçası Athena adına yapılan Athena Tapınağı, Akropol’ün en önemli mekânıydı. Tiyatro terasının üzerinde bulunan bu tapınak, Dor düzeninde yapılmıştı. Kazılarda Athena Tapınağı’nın birçok parçası Berlin’e götürülerek aslına uygun biçimde orada yeniden kurulmuştur. Pergamon’da ise yalnızca temelleri kalmıştır.

20150424_144231

Üstü kapalı, kemerli bir yapı. İç içe iki kemer örülmüş. Girişi demir parmaklıkla kapatılmış.

20150424_144343

Athena Tapınağı’nın kuzeyinde dört salonlu bir kütüphane vardı. Burası Helenistik dönemin en büyük kitaplıklarından biriydi. Kütüphanede “Pergamon derisi” olarak adlandırılan parşömen üstüne yazılmış 200 bin kitap bulunduğu bilinmektedir. Romalı asker ve devlet adamı Marcus Antonius, MÖ 41’de kitapların tümünü Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya armağan etmiştir.

20150424_145215

Pergamon kentinin Akropol’ü (“kentin yukarı bölümü”), Bakırçayı’nın suladığı ovaya egemen bir tepenin üzerinde yer alır. Büyük bir kale görünümündeki Akropol’ün ana kapısına varmadan solda Hereoon’un kalıntıları vardır. Heroon, Antik Yunanistan’da bir kahraman ya da yarı tanrı adına yapılmış ve çevresi sütunlu bir galeriyle çevrili kutsal yerlerin adıydı. Heroon’da, dinsel törenin yapıldığı oda (kült odası) geniş bir ön galerinin arkasındaydı. Heroon’un kuzeyinde Helenistik dönemden kalma bir dizi dükkândan oluşan uzun bir yapı bulunuyordu.

20150424_145340

Sıralı bir çok sütun, üstünde kirişlerle sabitlenmiş.

20150424_145347

Dilek taşlı kuyu, bozuk paraları sütun başlığına atarak üzerinde durmasını sağlıyorsun. Eğer durursa dileğin kabul oluyor. Kuyunun dibindeki paranın çokluğu, sütun üzerindeki paranın azlığı pek te başarılı atış yapılmadığını gösteriyor. Gerçekten de sütun başlığının üzerinde parayı kondurmak zor.

20150424_145501

Kuyunun etrafında toplanmış olanlara rehber antik kenti anlatıyor.

20150424_145636

Rehberimiz bizleri tarih öncesine götürüyor anlatımıyla.

20150424_145641

Sütunlar sıralı, üstünde kirişler.

20150424_145900

Sıralı sütunları yandan çekiyorum.

20150424_145920

Dört sütun, üzerinde süslü kirişler. Tapınağın köşesini oluşturmuş.

20150424_145924

Athena Tapınağı’nın güneyindeki bir terasta Zeus Sunağı yer alıyordu. Zeus Sunağı da Berlin’e götürülmüş ve onarılarak oradaki Pergamon Müzesi’ne (Pergamon Museum) koyulmuştur. Helenistik dönemi mimarisinin en güzel örneği olan sunağın Pergamon’da yalnızca temelleri kalmıştır. Zeus Sunağı’nın güneyinde Yukarı Agora bulunur. Agora, güney ve kuzeydoğudan Dor düzeninde sütunlu galerilerle çevriliydi. Agora’da toplanan halk, siyaset ve ticaretle ilgili konuları yönetimle görüşüp konuşuyordu. Agora’nın kuzeybatısında Agora Tapınağı bulunuyordu. Akropol’ün en yüksek yerinde Pergamon krallarının sarayları yükseliyordu. Günümüze bu sarayların yalnızca zemini ve temelleri ulaşmıştır. Sade görünümlü bu yapılarda odalar sütunlu bir avlu çevresine sıralanıyordu. Avlunun ortasında kocaman çitlembik ağacı boy gösteriyor.

20150424_145932

Rehberimiz anlatmaya devam ediyor.

20150424_150025

Dar koridorlarda dolaşıyoruz.

20150424_150200

Sütunlar, yüksek duvarın üzerine konulmuş, üzerinde kirişler.

20150424_150239

Zeminde bir parça beyaz mermer, üzerine sekiz köşeli yıldız çizili.

20150424_150332

Tapınağa ait olduğunu sandığım çatı kirişinin kalıntı parçaları duvar üzerine yerleştirilmiş. Üçgen alın parçaları yarım yapılmış.

20150424_150402

Athena Tapınağı’nın batısındaki dik yamaçta, yaklaşık 10 bin kişilik bir tiyatro yer alır. Helenistik dönemde yapılan tiyatronun uçuruma bakan ön tarafı setlerle sağlamlaştırılmıştı. Tiyatronun ahşap bir sahnesi vardı ve bu sahne sökülüp takılabilecek biçimde yapılmıştı.

Akropol’ün bir başka tapınağı olan Dionysos Tapınağı, tiyatro terasının kuzeyindeydi. 25 basamakla çıkılan bir podyum üzerinde bulunan tapınağın yalnız ön yüzünde sütunlar vardı. Tiyatro oturma yerleri ve Bergama kasabası.

20150424_150420

Tiyatro altına kemerli geçitler yapılmış, Geçitler iki tane yan yana.

20150424_150445

İki kemerli geçit girişi.

20150424_150505

Tiyatronun üstünde toplanmış olanları çekiyorum.

20150424_150818

Arkadaşların yanına iniyorum.

20150424_150909

Bergama kasabasını çekiyorum tiyatrodan.

20150424_150935

Dar binaların arasında elçek çekiyorum kendimi ve arkadaşları.

20150424_151918_HDR

Kemerli geçitlerden oluşmuş koridor. Koridor epey uzun.

20150424_151931

Yüksek tavanlı oda, demir parmaklıkla kapatılmış.

20150424_152012

Başka bir oda, yüksek tavanlı, içinde taşlar istiflenmiş düzgün olarak.

20150424_152430

Yüksek istinat duvarı ile dükkanlar sağlama alınmış.

20150424_152542

Kimi yerde de çok alçak kemerli geçit yapılmış. İnsan boyundan alçak.

20150424_152555

Başka bir yapıya doğru gidiyoruz.

20150424_152616

Antik kalıntılarda gezimiz devam ediyor.

20150424_152717

Tiyatro oturma yerlerine oturup dinleniyor yorulanlar.

20150424_152857

Dünyanın en dik tiyatrosu, aşağıya bakmaya korkuyor insan.

20150424_152948

Tiyatro oturma yerlerinde gezinenleri çekiyorum.

20150424_153126

Bazen de beni çekiyorlar.

20150424_153153

Almanya ya kaçırılan Zeus sunağının maketine bakmakla yetiniyoruz. Camekan maket önüne oturmuş, rehberi dinleyenler var.

20150424_153425

Sevgili Gözde Emine üç küp’ün ortasındaki küp’e yaslanmış poz veriyor.

20150424_155050

Akropol ziyaretini bitirip teleferiğe tekrar bindik. Karşımdaki üç kişiyi çekiyorum. Şerafettin, Gözde Emine ve Asuman Şen.

20150424_155727

Gözde Emine de bizi çekiyor, yanımda Baattin Şimşek var.

20150424_155822

Hep birlikte Elçek yapalım deyince kareye girmek için kabinin bir tarafına yüklendik. Kabin yamuldu resim çekesiye kadar. Ne yapalım çılgınlık her yerde. Gözde Emine elçek ile çekiyor altı kişiyi.

20150424_155841

Teleferikten indikten sonra Bazilika ören yerine doğru gidiyoruz.

20150424_161704

Bazilika, Kızıl avlu denilen yeri gezmeye başlıyoruz. Kırmızı tuğlalardan yapılmış bazilika duvarları devasa boyutta. Yakından kadraja sığmıyor, duvarlar çok yüksek.

20150424_162028

Bazilikanın köşe duvarını çekiyorum. Duvar çok düzgün örülmüş ve yüksek.

20150424_162056

Yerde yeni sütun yontulmuş yatıyor.

20150424_162222

Devasa duvarlarda tahrip edilen yerleri restorasyon çalışmaları devam ediyor. Sol tarafa iskele kurulmuş.

20150424_162230

Antik kalıntılardan kirişler yerde sergileniyor.

20150424_162311

Bir çok kiriş, sütun avluda serpiştirilmiş.

20150424_162313

Rehber etrafına toplanmış dinleyiciler, kalıntılar ve bazilikanın yüksek duvarı.

20150424_162317

Uzaklardan Bazilika binasını tamamen kadraja sığdırıyorum.

20150424_162321

Yerde su kanalları yapılmış, kimi yer açık, diğer yerleri kapalı.

20150424_162444

Bazilikanın yanında devasa bir yapı da var.

20150424_162457

Antik binanı zemini blok taşlardan yapılmış, kenarları süslü oyulmuş.

20150424_162519

Bazilikanın ana kapısı devasa boyutta. Tuğlaların boyutuna bakılırsa binlerce tuğladan örülmüş.

20150424_162718

Kızıl Avlu – Serapedion

Bu olağan dışı tapınağın ön avlusu ile birlikte kapladığı alan 270.00 x 100.00 m, tapınak 60.00 x 20.00 m. boyutlarındadır. Çatısına kadar yüksekliğinin 25 m. olmasına karşılık, halen 19 m. kısmı ayaktadır. Anadolu’nun en görkemli dini anıtsal yapılarından birisidir.

Binanın tamamının tuğladan yapılmış olması ve büyük ön avlusu sebebi ile tapınak halk arasında “ Kızıl Avlu” olarak adlandırılmıştır. Avlusu, yüksek duvarlarla dışarıya kapalı idi. İç kısmının sütunlu galerilerle çevrili olduğu kabul edilir. Tapınağa, avlunun batı cephesinde yer alan üç adet anıtsal kapıdan girilmektedir. Bu girişin halen bir kısmı ayaktadır.
Mısır Tanrılarına verilen önem sebebi ile tapınak Roma Dönemi aşağı Bergama kentinin tam merkezine inşa edilmiştir. Tapınağın avlusu ile bütünleşmesine engel teşkil eden Selinos çayında bugün halen kullanılmakta olan su tünelleri inşa edilerek hem arazinin bütünlüğü hem suyun kontrolü sağlanmış hem de meydana getirilen bu zor mühendislik örneği ile Roma’nın gücü, kudreti sergilenmeye çalışılmıştır.
Kızıl Avlu’nun Roma aşağı kentinin ızgara tarzındaki şehircilik sistemi içerisine oturtulduğu anlaşılmaktadır. Tapınağın ön avlusu günümüzde halen büyük ölçüde evlerle kaplı olduğu için tam olarak algılanamamaktadır.

Tapınağın önünde tapınak ile aynı aks üzerinde avluya doğru çıkma yapan bir propylon ve gerisinde devasa bir tapınak kapısı yer almaktadır. Kapı ağır mermer sövelerle çevrili, kapı kanatları çok büyük ve muhtemelen bronz kaplamalı idi. Çok ağır olması her zaman açılıp kapanmasını mümkün kılmakta idi. Bu bakımdan kontrol sağlamak amacıyla kapı önünde demir parmaklıklardan oluşan ikinci bir kapı tertibatı yer almakta idi.

Kutsal mekanın sadece ön tarafı pencerelerle aydınlatılmış, kült heykelinin bulunduğu arka kısmın yarı aydınlık olmasını sağlamak amacıyla pencere yapılmamıştır. Arka kısımda iki yüksek kaide yer almaktadır. Devrinde mermer kaplı olan bu kaidelerin üzerinde muhtemelen 10-12m. yüksekliğinde oturur durumda kolosol bir kült heykeli yer almakta idi. Bu podyum ve kaidenin altında bir sarnıç ve buradan ana binanın, yanlardaki yuvarlak yapıların ve avluların bazı bölümlerinin altında uzayıp giden gizli geçitler ve merdivenler vardı. Muhtemelen bu geçitlerden ilerleyen tapınağın baş rahibi içi boş olan kült heykelinin baş kısmına yükselerek oradan halka tanrı adına telkinlerde bulunuyordu. Tapınağın üzerini örten, çok sağlam yapıda ahşaptan bir çatı iskeleti vardır. Kült ve sanat tarihi verilerine dayanarak tapınağın M.S II. yy’da muhtemelen İmparator Hadrian döneminde inşa edildiği ve Mısır tanrıları hem Serapis hem İsis’e itaf edildiği söylenebilir. Ancak tapınağın iki yanındaki yuvarlak yapıda kült mihraplarının bulunmasına karşılık yan tanrıların kimler olduğu bilinmektedir.

Erken Bizans döneminde kutsal mekanı içersine ilaveler yapılan tapınak Anadolu’daki erken yedi kiliseden biri olarak kullanılmaya devam etmiştir. T.Wiegand tarafından kazısı gerçekleştirilmiş olan bu kutsal yapı hakkındaki araştırmalar henüz tamamlanmamıştır.

Bazilikanın duvarında dev pencereler üç tane.

20150424_162749

Muğla’dan Doktor Bülent Savran ve Gözde Emine’yi birlikte çekiyorum geçit içinde.

20150424_163516

Gözde Emine’yi tek çekiyorum.

20150424_163530

Gözde Emine beni tek çekiyor.

20150424_163544

Bu kez ikimiz birlikte çekiliyoruz geçit içinde.

20150424_163555

Geçidin içinden, dışarıdaki Gözde Emine’yi çekiyorum.

20150424_163657_HDR

Kulelerden birinin tavanı tuğla ile örülerek kubbe biçiminde yapılmış. Tepesi delik, içerisini aydınlatıyor.

20150424_163827

Bu da modern çağ heykellerinden biri bahçede sütun başlığında sergileniyor. Tanrıça Emineusgözdelya

20150424_164111

Bazilika ziyareti bitiyor, hep beraber diğer antik yere, antik çağın sağlık merkezi olan Asklepion’a gidiyoruz kasaba içinden.

20150424_165102

Asklepion antik hastaneye vardık. Bisikletleri girişte bırakıp yayan olarak antik hastaneyi gezmeye başlıyoruz.

20150424_174217

Önümde gidenleri ana caddede çekiyorum.

20150424_174342

Duvarlarla örülmüş yapı yerin altında.

20150424_174453

İki sütun ve yüksek duvar.

20150424_174535

Sütunlu ana cadde, sütunların çoğu kırık, dökük.

20150424_174628

Beş tane sütun, değişik boyda kırık.

20150424_174703

Yer altında dehlizler yapılmış, geniş, ferah, serin. Dehlizin içini çekiyorum.

20150424_174731

Bergama Asklepion’u Eskiçağ’da Epidaurus ve Kos’taki örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık tedavi merkezi idi. Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı M.Ö 4.yy’ın ilk yarısında kurulmuştu. Kazılarda kutsal yerin M.Ö 4 yy’dan beri var olduğu ve Hellenistik Dönemde geliştiği saptanmıştır.

Asklepios Kutsal Alanı, galerili avlusu, 3500 kişilik tiyatro yapısı, İmparator Hadrianus’a ait kült salonu, kütüphanesi, yuvarlak planlı Asklepios Tapınağı ile Roma Dönemi’nde oldukça önemli bir sağlık merkeziydi.

M.S II. yüzyıl ortalarında burada 13 yıl kalmış olan hatip Aelius Aristides’ten tedavi şekillerini ve yöntemlerini öğrenmekteyiz. Burada genellikle telkin ve fizyoterapinin bugün halen kullanılmakta olan çeşitli şekilleri uygulanmakta idi. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık-susuzluk kürleri, şifalı otlar, kremlerle yağlanma başlıca tedavi yöntemleri idi.

Sütunlar sıralı, yerde kalıntıları duruyor.

20150424_174742

Yer üstünde olduğu kadar yer altında da ayrı bir yapılar zinciri var. Hepsi de dehlizlerle birbirine bağlı.

20150424_174916

Her taraftan sular fışkırıp merdivenlerden akıp gidiyor. Yer altında da gözden kayboluyor. Su birikmiyor dehlizlerde.

20150424_174948

Rehberlerimiz bize tarih öncesi burada yapılan tedavi biçimlerinden bahsediyor. Pür dikkat dinliyoruz.

20150424_175050

Dikkatler rehberde, can kulağı ile dinliyorlar.

20150424_175125_HDR

Herkesin gözü kulağı rehberde.

20150424_175133

Kimisi de ayakta dinliyor.

20150424_175139

Kimisi de yere oturmuş.

20150424_175149

Doktorlar da pür dikkat dinliyor.

20150424_175244

Çeşmeden akan su şifalı diye içenler de oluyor.

20150424_180456

Tedavi yerinde ayrıca terapi için kocaman bir amfi tiyatro  yapılmış.

20150424_180513

Her taraf tarih fışkırmış, kalıntılarda belli.

20150424_180555

Yüksek duvar, karşısında sütunlar sıralı.

20150424_180558

Blok taşlar düzgünce oyulup şekil verilmiş. Kare şeklinde, iki tane oyuk yan yana.

20150424_180617

Üç tane sütun yan yana. Sütunlar düz, yivli. Başlıkları da tepelerinde.

20150424_180624

O zamanlar ustalara, sanata saygı varmış. Ustalar da ince işçilik üzerine gelişmiş güzel eserler meydana getirmiş. Şimdiki gibi kalıp çak içine beton dök, yarına kurusun yok. Bir kiriş mermerini günlerce, aylarca yontup görsel anlamda harika eserler meydana getirmişler. Oyuk yerlerini tam ölçüsünde oymak içi matematik hesaplamaları da bilmek gerek.

20150424_180651

Gördüğünüz sular merdivenin en alt basamağından çıkıp kendiliğinden akıp gidiyor.

20150424_180701

Tiyatronun yan duvarı düzgün taşlardan örülmüş. İki tane kapısı var, kapılar oturma yerlerinin altına giriş olarak kullanılıyor.

20150424_180706

Oturma yerlerinin üst tarafında dinlenenler var.

20150424_180813

Seyircilerin yürüdüğü basamaklar yukarıya kadar çıkıyor.

20150424_180848

Tiyatro basamaklarına oturup binlerce yıl önce acaba ne oyunları oynanmış diye düşünüyorum. En tepeden çekiyorum, kimileri oturmuş, kimileri desahnede duruyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150424_181026

Tiyatronun duvarları dibinde gelincikler çiçek açmış, kırmızı elbiselerini giymiş. Bahar aylarını en güzel giysileri ile karşılıyorlar. Kan kırmızı renkleri yeşil ile iyi bir kontrast oluşturmuş. Belki de o zamanlarda çiçeklerin bu muhteşem renkleri ile hastalar tedavi oluyordur.

20150424_181138

Gelincik çiçekleri arasına bir KUŞ gelip konuyor. Gerçi bu KUŞ ötmüyor ama ürkek bakışları ve tatlı gülüşleri ile etrafa neşe saçmaktan geri kalmıyor. Ayşe Kuş, gelincikler içinde poz veriyor.

20150424_181159

KUŞ’un yanına bir Güvercin uçup geliyor. İki KUŞ ta gelincik çiçekleri ile bir bütün oluşturmuş bahara renk katmaktalar. Ayşe kuş ve Aysel Ataş yan yana.

20150424_181219

Her yer ayrı bir güzel, her yer fotoğraflık. Biz de çekilmeden edemiyoruz bu güzel yerde. İçerden bizi çekiyor birisi. Biz gün ışığı altındayız.

20150424_181741

Çoğu yapı yıkılmış, sadece duvarların bir kısmı ayakta kalmış. Kalanlar bile muhteşem bir işçilik örneği ile karşımızda, seyirlik.

20150424_181825

Gözde Emine’yi yakından çekiyor. Yüzü tamamen kadrajı kaplamış.

20150424_181841_HDR

Kemerli niş önünde Gözde Emine beni çekiyor.

20150424_181848

Gez, gör bitmiyor, hepsi ayrı bir güzellik.

20150424_182012

Dikdörtgen bir kaide üç metreden fazla. Herhalde üzerinde heykel vardı ama alıp götürmüş tarihin kıymetini bilenler.

20150424_182035

Bu yapılar güçlü bir devlet ve zenginliği ifade ediyor. O zamanlar yaşamak vardı. Sanki geçmişe gitmişiz gibi. Geçmişte yaşıyoruz, yaşarken de huzur içindeyiz bir nebze olsun. Dünyanın dertleri yok, stres, şehrin kalabalığı, korkunç araç trafiği yok burada. Dünyayı da kurtarmıyoruz, yalan yok, aldatmaca yok. Sadece sessizlik, dinginlik ve huzur var. İçimizi kaplıyor bu terapi. Kemerli bir odanın köşesinde Gözde Emine bana poz veriyor.

20150424_182052

Sonunda turu bitiriyoruz antik hastanede. Bisikletlerin başına geliyoruz hep birlikte .Her zaman olduğu gibi bir kaç kişi geç kalıyor, onları bekliyorum. Büyük çoğunluk yola çıkıp kamp alanına hareket ediyor. Kalanlar da geldikten sonra birlikte kamp alanına doğru gitmeye başladık.

20150424_183316

Kamp alanımız Bergama belediyesine ait Güzellik Ilıcası tesislerinde park alanı. Yeşil alanda çadırları kuruyoruz. Çadırları kurarken Paramotoru ile tepemizde dolaşmaya başlıyor Doktor Bülent.

20150424_192906

Daha önce burada kamp atmıştık, bu yıl da belediye bizlere kapılarını açıyor. Çadırları çekiyorum.

20150424_192938

Doktor uçmayı özlemiş habire tepemizde uçup durmakta.

20150424_192953

Muğlalı bisikletçi, Eurovello bisiklet yolları Türkiye koordinatörü Feridun Ekmekçi ilginç bir tur çadırı kurmuş. Bisikletin ön tekeri söküp çadırın bir ucuna bağlanıyor. Diğer tarafı, giriş yeri de bisikletin gövdesine bağlanıyor. Kamçı bisikletçi için iyi bir çadıra benziyor. Rüzgarlı havalarda ne olur bilmem, bisiklet rüzgardan devrilme olasılığı yüksek. Feridun Ekmekçi çadırının önünde poz veriyor.

20150424_193822

Herkes kendi telaşında, çadırını kuran, duş alan, kişisel bakım yapan, turculuk ve kampçılık hakkında birbirleriyle fikir alış verişlerinde bulunanlar. Yani herkes kendi havasında. Kamp alanında çadırları çekiyorum.

20150424_193900

Olcay da etrafı dolaşarak kamp alanını gözetiyor.

20150424_194014

Akşam yemeğini yedikten sonra sunumlar oluyor. Sunumlar da Eurovello bisiklet rotaları ve Türkiye de yapılan çalışmalar. Sunumlar sonrasında sohbetler başlıyor gecenin bir zamanına kadar. Hava serinlemeye başladı. Ceketler, polarlar giyiliyor. Bu gün üç antik kent dolaştık, hakkında bilgiler aldık rehberlerden. Benim için iyi bir gün oldu diyebilirim. Daha önce gelip görsem de yeni şeyler keşfediyorum, yeni dostlar kazanıyorum. Kısaca hazinem çoğalıyor her geçen gün.

Bu gün yaptığım yol 52 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc