Etiket arşivi: beydağları

İki Garip Bir Akdeniz 3. Gün

30 Eylül 2017 Cumartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, altı kişi oturmuş, bir kişi ayakta. Dilek önde, bisikleti ile poz vermiş oturarak.

Nedense Antalya da güneşin erken doğması yaşadığım İzmir’e göre sabah kalma saati daha da erken oluyor. Sabahın körü derler ya, işte o kadar erkenden kalkıyorum. Havasından mıdır, suyundan mıdır, güneşinden midir bilemedim ama yakınlarda öten horozlarla beraber uyanıyorum. Horozlar öterken ben henüz tuvaletlerde kuyruk oluşmadan işimi hallediyorum. İşte benim gibi İzmir de yaşayan Tolga Tunalı da erkenden uyanmış saçı başı dağınık biçimde çadırının içinden kafasın çıkararak şaşkın şaşkın bakıyor. Tabi ki alışkın değil bu kadar erken uyanmalara ama burası Antalya. Akdeniz’in incisi, güneş burada da doğudan doğuyor ama bir farkı var. Bir kıyıdan doğup diğer kıyıdan batıyor her gün.

Tolga Tunalı tünel biçimindeki çadırın fermuarını sadece üstten açıp kafası görünüyor sadece. Uzun saçları yastıkla beraber dağılmış durumda. Tolga’nın çadırı diğer çadırlara göre daha alçak seviyede. Arkada görünen çadırlar kendi çadırının boyundan yukarıda. Çadırın altına ayakkabı ve terliğini sokuşturmuş.

Kahvaltıyı yapıp bu günkü tura hazırlanıyoruz. Hareket saati belli, görevli arkadaşlar da son dakikalarda katılımcıları uyarıyor. Hazır olan kamp alanına sapan yolun başına gelerek beklemeye başlıyor hareket saatini. Ben her zaman olduğu gibi pratik olarak çabuk hazırlanırım yola çıkmaya. O yüzden beklerken çevrenin resimlerini çekiyorum. Bu sabah Olimpos dağının başı dumanlı. Güneş ışıklarını çoktan vurmaya başlamış bile. Önümdeki arazinin girişi parmaklık kapı ile kapatılmış. Kapının ardında küçük bir dere var. Sazlardan anlıyorum orada dere olduğunu. Elektrik direği ve teller havada. manzarayı bozuyor.

Tahtalı dağı, eski adıyla Olimpos dağının devamı olan Beydağları uzaktan üç sivri tepeleri ile kendini gösteriyor.

Hareket saatini bekleyen bisikletliler toplanmış. Hava parçalı bulutlu olduğundan güneş vurmuyor bisikletlilere. Asfaltta festivalin amblemi ve ok işareti duruyor.

Hareket saati değil de son kalanlar toparlanıp geldikten sonra yola çıktık. Tekirova içinden geçerek ana yola geldik. Bu gün sol tarafa doğru gideceğiz. Tabi ki yola çıkar çıkmaz yokuş başladı. Herkes kendi gücüne göre serbest sürüyor. Önümde dağlar, solda çay yatağı ve yolda giden bisikletliler.

Tırmanırken sağda mola noktasını görüyorum. Mola yerinde yüksek kayalıklar, dibinde akan çayın çınar ağaçları ile örtülmüş durumda. Burası daha çok arabaların yoldan geçerken dinlenmeleri için yapılan bir tesis. Yapan da Orman bakanlığı. Tabelada “Beydağları sahil milli parkı Yarıkpınar mola noktası” diye yazılmış.

Biraz daha tırmandıktan sonra kaybettiğimiz suyu takviye etmek için solda mola yeri ayarlamışlar. Görevli arkadaşlardan birisi de yolun durumuna göre bisikletiler sol şeride yönlendirip mola yerine gitmelerini sağlıyor. Önümde bir kişi sol şeridin solundan gidiyor. Ben de sol şeritteyim.

Mola yerinde su, soda ve muz dağıtımı yapılıyor. Burası kalabalıktan ana baba günü gibi görünüyor. Bayağı kalabalıkmışız. Mola yeri mıcır dökülmüş düz ve geniş bir alan. Etraf, yamaçlar çam ağaçları ile kaplı.

Bulunduğumuz yer aynı zamanda yürüyüş rotalarının olduğu yer. Sarı tabelalar direğe takılıp gidilecek yerleri ve kilometresi yazıyor. Sol tarafı gösteren iki tabela var. Üstekinde; Tekirova 7 Km, 4 Saat. Alttakinde Tekirova Bükü 5 Km, 4 Saat yazılı. Nedense biri 5 biri 7 Km olmasına karşın ikisine de yürüyerek 4 Saatte gidilebilmesi biraz tuhaf! Sol tarafa ise Beycik 3 Km 1.30 dk yazılı. Yani 1 saat 30 dakikada yürüyerek ulaşabilirsiniz. İki tarafa da 18 yazılmış. Herhalde yürüyüş rotasının numarası olsa gerek.

Mola bitiminde tekrar tırmanışa geçtik. Eğim biraz fazla ve sürekli olunca ikinci bir su molası daha vermek zorunda kaldık. Bu kez sağ tarafta, yol ayrımında araçlar durmuş gelenlere su veriyor. Ben de onları çekiyorum. Asfaltta sağa ok işareti, bisiklet resmi ve MOLA olarak boyanmış. Ok ve bisiklet beyaz renkte, mola mavi renkte. İleride iki araba ve su alan bisikletliler.

Hava parçalı bulutlu demiştim daha önce. Bulutlar daha çok dağların tepesinde. Dağlar bulutları başında toplayıp rüzgarın etkisi ile parçalanıp üzerimizden geçiyor. İşte karşımda dağlardan kopup gelen parçalı bulutlar masmavi Akdeniz gökyüzünü beyaza boyuyorlar ressamın fırçası değmiş gibi. Yeryüzünü ise yeşile boyamış ağaç biçiminde. Ressam sıkılmayalım diye ağaçların tonlarını değiştirmiş. Bununla beraber boylarını da uzatmış gökyüzüne. Çam ağaçlarının açık tondaki yeşili, aralarında uzun servilerin koyu tonda yeşili desenleri görselliği tamamlamış. Bunun yanında kesilen ağaç gövdeleri dere yatağında karşıdan karşıya köprü olarak konulmuş. Kesilen ağaçların dalları, yaprakları kahverengi olarak tabloda yerini almış durumda. Ağaçlar birbirine girmiş sık bir orman görünümünde. Ormancılar da aralarda kalınlaşmış ağaçları ayıklayıp ormanı gençleştiriyor. Gövdeler taşınıp kereste olacağı yere götürülecek.

Yaklaşık 10 kilometre kadar, biraz fazlası tırmandıktan sonra bir süre yayladaki gibi düz giderek Çıralı kavşağına geldik. Çıralı yolun solunda kalıyor. Kahverengi renkli tabelada; Çıralı, Yanartaş (Chimaera) 7 yazısı var. Yani 7 Kilometre deniz kıyısına kadar safi iniş olacak.

İniş başlarken dağların arasından görünen bir parça Akdeniz’i çekiyorum manzara eşliğinde. Ağaçlar ve otlar önümde.

İniş dik ve tehlikeli olan yerlerde görevli arkadaşlar yerleştirilmiş uyarı için. Bir kadın, elinde beyaz renkli festival bayrağını sallayıp inen bisikletçiyi uyarıyor, tehlikeli viraj var diye. Ben de bayrağı sallarken resmini çekiyorum. Etraf çam ağaçları, otlar sararmış.

Daha aşağıda bir görevli yolun ortasına bayrağı taşlar yardımı ile dikmiş. Kendisi 15 metre aşağıdaki sert virajın başında duruyor. İnen bir kadın bisikletçi bunu görerek yavaşlıyor. Asfalta da mavi renkli sprey boya ile KESKİN VİRAJ yazılmış.

Başka bir arkadaş ise yolun sağında çam ağacı gölgesine sığınmış tek ayağı yerde, diğerini dolamış. Elinde bayrak, kafasında da şapka yerine henüz poşetinden çıkarılmamış tişört duruyor.

Aşağılarda kadın görevli, o da sağda çam ağaçlarının gölgesine sığınmış. Elinde bayrak ile bizleri uyarıyor.

Gültekin abi de sarı tişörtünü giymiş elinde bayrakla gülerek bana yavaşlamamı söylüyor. Yerde 1 rakamı boyanmış mavi renkte. Demek ki tehlikeli iniş azaldı.

Son virajda da gülümseyen biri bayrağını iyice yukarı kaldırmış. Antalyalıları seviyorum. Hepsi güleç, sıcakkanlı Akdeniz insanı. Akdeniz insanı sevimli ve güleç yapıyor demek ki.

Tehlikeli iniş ve sert virajlar bitiyor ve yol düzleşiyor birden bire. Vadinin içinde giden yol uzayıp gitmiş. Solda iki bisikletli durmuş çam ağacının altında. Çam ağacının gövdesi kalın, asırlık.

Solda kayaçlar tepeler sert görünümlü. Sert kayaların çatlaklarında yer yer çam ağaçları kendine yaşam alanları oluşturmaya başlamış bile.

Sonunda Çıralı olarak anılan yere geldik. Burası turistlik belde. Cafeler, resoranlar, pansiyonlar, oteller kaplamış buraları. İşin ilginç yanı hem Yörük hem de cafe, bir de resaurant patlatmış . Al sana Avrupabesk. Turistlik olunca sokaklar kilitli beton taş ile kaplamış belediye. Şehrin girişinde bayrağını sallayan oto  yarışçıları gibi Cem Salih Altın karşılıyor. Bizi hem yönlendiriyor hem de artık inişiniz bitti, geldik diyerek yavaşlamamızı istiyor Cem. Arabası ile gelen Tolga kapısını açmış ayakta Cem’in bayrak sallayışını izliyor.

Kıyıda, kumsalın başladığı yerdeki işletmede durduk. Burada hem denize gireceğiz hem de öğle yemeği yenilecek. Bisikletçilerin androidi Gökay kendine oyalanacak iş bulmuş. Bisikletin birini ters çevirmiş tamiratını yapıyor. Yanında da bisikletin sahibi üstü çıplak çömelmiş Gökay’a bakıyor. Gökay her işten anlıyor, anlamadığı, bilmediği iş yok. Becerikli elleri ile bisikletin üstesinden geliyor. İki kişi bisikletin başında çömelmiş. Yeşil renkli bahçe hortumu da yerde.

Bisikletim KUZ her zaman çantalı olur. Bu gün sadece bir çanta takılı. Ona da; tamir takımları, pompa, kahve takımları, deniz donu ve havlu koymuştum. Çıralı’nın denizi, kumsalı çok güzel, bunu bildiğimden gelir gelmez hemen su donumu giyiyorum. Yemekten önce denizin tadını çıkarmak gerek. Bisikletim KUZ ve diğer bisikletler park etmiş durumda. Kumsalda hasır şemsiyeler ve deniz.

Denizin tadını çıkarıyorum bir süre. Harika bir günde harika bir denizdeyim. Deniz keyfimi çıkardıktan sonra kurulanıp kuru elbiselerimi giyerek yemeğimi aldım. Karnımı doyuruyorum bir güzel. Kahveyi burada içmiyorum. Olimpos antik kentinde içmeye karar verdim. Yemeği yer yemez bisikletimi alıp yürümeye başladım. Çünkü gideceğimiz yere doğru herhangi bir yol yok. Sahilde, çakıl taşlarından bisikletleri elde Olimpos’a doğru gitmeye başladık. Sahilde bisikleti ile yürüyenler, karşıda kocaman bir dağ. Yalçın kayalıkları ile korkunç bir devi hatırlatıyor. Sanki yere yatmış Olimpos şehrini koruyor gibi. Sahilin bitiminde sağ tarafta vadi görünüyor. Olimpos antik kenti burada. Denizde bir tekne demirlemiş durumda.

Kumsal bitmek üzere. Vadiye girmeden üs tarafındaki kayalıklar sivri sivri, ilginç bir görünüm sergiliyor. Ben de resim çekerek anılarıma katıyorum. Kumsalda plastik bir baraka duruyor öylece, içi boş.

Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarla çakıllar üstünde birlikte resim çekiliyoruz. Cep telefonumu bizi çekmesi için bir arkadaştan rica ettim. O da kırmayıp çekti. Soldaki arkadaşın ismini bilmiyorum. Yanında Nafiz Sağdur, ben, Cem ve Dilek Koçyiğit. Ellerimizde bisikletler, arkada çayın ağzı olan azmak su birikintisi. Üzerimizde festivalin formaları var.

Antik kente giriyoruz. Burada yukarılardan gelen su kaynağı var. Suyu görünce kaynağına kadar gidip sularımı tazelemeyi düşündüm. Su birikintisinin etrafı antik kente ait duvar kalıntıları var.

Dar bir yoldan yürümeye başladım içeriye doğru. Taş duvar kalıntıları arası, 30 santim duvar örülmüş. Etrafı ağaçlar kaplamış, gölgelik.

Yüksek duvarlı taş binalar, kapısına tahta çit konulmuş. İçeride taş lahit var. Kapağı üstünde duruyor mezarın. Alın ve yan kısmında ay ve içinde yıldızı belirtir yuvarlak desen yapılmış.

Suyun kaynağına geldim. Mataramı ve 1.5 Litrelik pet şişedeki suları boşaltım. Kahveyi taze sudan pişireceğim. Nafiz sularımı doldururken beni çekiyor. Karşımda bir ağaç gövdesi, bana doğru gelen dalı kesmişler.

Suları doldurup geri dönüyorum. Daha önce buraları görmemiştim. Resim çeke çeke ve de iyice görerek yürüyorum. Buralar yoğun olarak evlerin yapıldığı yer. Duvar kalıntıları bunu gösteriyor.

Taş duvarlar, kemerli yapılar, birbirine geçişi sağlayan kapılar. Bu demektir ki şehirdeki evler birbirine bağlı. Herhangi bir saldırıda kolay kolay ele geçirilemiyormuş. Komşudan komşuya geçitler sayesinde iyi bir savunma ile kendilerini koruyorlarmış.

Pek eski olmadığı taş duvarların yapısı, kemerde kullanılan taşların özensiz örülmesinden anlaşılıyor. Özensiz seçilen taşlar yontulmadan öylece örülmüş. Bu demektir ki yakın zamana kadar burada insanlar yaşamış.

İki bina arası dar bir yol burada insanların, silahlı atların geçişini zorlaştırmışlar. Sadece yürüyerek geçilebilecek kadar. Anca iki kişi yan yana yürüyebilir. Duvarlar yüksek.

Dar yolda Nafiz durmuş sağ tarafa bakıyor. Duvar yüksek olmasına rağmen üzerini ağaç dalları örtmüş durumda. Binanın kapısından gelen güneş ışınları Nafiz’i nur içinde bırakmış.

Nafiz’in baktığı yere ben de gelip bakıyorum. Bir kaidenin üzerinde lahit mezar var. İşlemeli olan taş lahit mezar soyguncularının vahşice hışmına uğramış. Bir iki altın için acımadan tarihi güzellikleri tahrip etmekten çekinmiyor mezar hırsızları. Kapağı kırılıp parçalansa da birleştirip sandukanın üzerine konulmuş. Sandukanın yanında ise kocaman bir delik delinerek parçalanmış. İçerisi karanlık görünüyor. Arkeologlar kazıda buldukları bu lahitin parçalarını birleştirerek buraya, binanın içine konuşmuş. Gelenler insanların ne kadar acımasız olduğunu görsünler diye sergileniyor. (Bu resim 2017 de çekildi. Aradan iki yıl geçti ve 2019 yılında basit bir ağaç kesme yüzünden kazı yardımcısı bıçaklanarak katledildi. Gerçekten insanlar çok acımasız. Her şeyi, yaşamı yok ediyorlar. Ölen arkeoloğu rahmetle yeri gelmişken anıyorum.)

Lahidin yan kısmından resim çekiyorum. Kapağın yanında çıkıntılar var. Sanduka tarafında yanlarda simetri biçimde bir vazo ve yukarıya doğru uzamış sarmaşık oyulmuş, Ortada iki dikdörtgen çerçevenin birinde ay yıldız kabartması var. Diğer çerçevenin içi boş.

İleride, ağaçların arasında yüksek bir binanın epeyce yüksek kalın duvarı göğe yükselmiş. Duvarın köşesinde altıdan fazla delik bırakılmış. Duvarın sol tarafı düzgün ve bozulmamış, sağ taraf ise çoğu yıkık durumda.

Kaynaktan çıkan su artarak akmaya devam ediyor sık ağaçların arasından. Dere yatağı antik kentin yıkılmış taşlarından oluşmuş.

Dere akıp gitsin diye taşlar kanal biçiminde örülmüş. Ağaç dalları arasından süzülen güneş ışıkları akan derenin suyuna vuruyor. Taşların bazıları kahverengi renginde.

Kent kayalığa kadar gidiyor ve kayalığın üzerinde kale surları yapılmış. Kent savunmasında yardımcı oluyor surlar.

Yerlerde yatan, henüz kazılmamış halde duran sütunlar, işlenmiş kiriş taşları yarı toprak içinde. Sararıp kurumuş, kahverengiye dönmüş yapraklar ise gri renkli mermer parçalarının arasında renk uyumu oluşturmuş.

Dere kenarından patikaya ulaştım. Az ileride kemerli duvarları olan yapının önündeki geniş alanda oturuyoruz. Burası ağaçların gölgesi. Kahveyi burada pişireceğim suyun kaynağından aldığım taze su ile. Bisikletler park etmiş gölgede. Denizli den arkadaşım Halil İbrahim Kurt elinde bisikleti ile bana gülümsüyor. Hüseyin’i kahve içmeye davet ediyorum.

Neyse 30 santimlik bir yükselti duvara oturduk. Kahve takımlarımı çıkarıyorum. Taze doldurduğum sudan biraz içeyim dedim mataramdan. O da ne su içilmeyecek kadar acı. Tüh tüm sular acı, ne yapacağız kahve için. Şişe ve mataramı boşaltıyorum, içilecek gibi değil. Arkadaşların mataralarından su alıp kahveleri pişiriyorum. Yanımda 7 kişi var. İki kez kahve pişirerek içiyoruz muhabbet eşliğinde. Oturanlar soldan Halil İbrahim Kurt, Cem Tabanlı, ben, İlhan Balkan , Nafiz Sağdur ve Ali Kırbaş. aramızda tek kadın Dilek Koçyiğit ise aşağıda yerde oturuyor. Turuncu renk ile süslenmiş bisiklet önde duruyor. Bu bisiklet Dilek’in, turuncu rengini çok sever. Toplam sekiz kişiyiz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Uzun saçlarımı salmışım omuzlarımdan aşağı. Önümde cezve, içinde kahve pişiyor ocakta. Dört fincan ve kahve kutu üzeri düz olan bir taşın üzerinde Saçlarım kumral, keçi sakalım neredeyse beyaza bürünmüş, siyah çok az. Saçlarımda ise beyaz yok.

Kahve molasını bitirip fincanları ve cezveyi yıkatıp toparlanıyorum. Yola çıkıyoruz, kavşakta bekleyen şeker portakalı gülümsemesi ile Halil Şenel bizleri karşılıyor elinde bir kasa armut ile. Bize yiyin yiyebildiğiniz kadar deyip kasayı uzatıyor. Mide hepsini almaz, sadece iki tane armut alıyorum. Elbette içlerinden en iri olanlardan seçiyorum. Halil’in kafasında kırmızı renkli bandana, tepesinden yukarı fışkırmış kıvırcık saçları ve uzamış siyah sakalı, güneş gözlüğü ile bana poz veriyor. Yüzünde deri parçası çok az görünüyor. Her tarafı kıl. Arkada takviyesini yapıp yola çıkanlar var.

Armut aldıktan sonra su takviyesi yapıyorum. Mataram ve su şişesini içindeki acı suyu temizlemek için tatlı su ile iyice çalkalayıp dolduruyorum. Önümüzde yine sıkı bir rampa var. Yanımda su olmalı. Takviyemi yaptıktan sonra yola çıkıyorum. Henüz rampa başlamadan solda bir deve heykeli görünce durup resmini çekiyorum. Devenin üzerinde bedevi bağdaş kurup oturmuş. İlginç olanı ise devenin kulaklarında kulaklık takılmış. Yani kulaklığından müzik dinleyerek yürüyen deveyi betimlemişler. Deveye kamp reklamı tabelası asılmış iple. Arkada çam ağaçları.

Tırmanış başladı, ağır tempoda tırmanırken bir çeşme görüyorum. Duvar yazıcıları çeşmenin aynasını yazı ile donatmışlar renkli sprey boyalarla. Yazılar üst üste, en son yazanın yazısı en üstte. Renkli yazılar çok olmasına karşın çeşmeden bir damla bile su akmıyor. Soldan plastik borular çeşmeye kadar gelmiş ama suyun kaynağında su yok demek ki. Çeşme kayanın dibine yapılmış, etraf çalılar ile kaplı.

Yavaş yavaş, tıngır mıngır çıkıyoruz, yolda yürüklerin işlettiği gözleme yerinde çay içiyoruz. Çay ucuz, kimisi acıkmış gözleme ısmarlıyor. Sonrasında tırmanmaya devam ediyoruz. Bahçenin birinde tel çitten taşmış üzümlerden koparmak için duran arkadaşları görünce ben de duruyorum. Arkadaşlar da Nafiz Sağdur ve Cem Tabanlı. Üzüm koparırken Nafizin bir ayağı birden bire toprağa gömülüyor. Ayağı boşa gidince kendini koruyup yere oturuyor öylece. Çok komik bir durum, hem Nafiz kendi haline gülüyor hem de biz gülüyoruz. Bir üzüm uğruna neredeyse ayağını kıracaktı Nafiz. Neyse ki biraz sıyrıkla atlattı. Üzeri naylon ile örtülüp toprakla kapatılmış çukur 40 santim civarında bir derinliğe sahip. Gizli bir tuzak gibi. Belki de bahçe sahibi böyle tuzaklar yapmıştır üzüm koparanlar için. Bilemiyorum, aklıma bu gibi düşünceler geliyor. Bu duruma epeyce gülüyoruz. Nafiz’in bir ayağı dizine kadar çukurun içinde. Kendisi de yola oturmuş durumda. Arkada bahçenin çit telleri ve üzerinde asma yaprakları.

Nafiz ayağını çukurdan çıkarırken çekiyorum bir poz.

Çukurdan ayak çıkınca kontrol ediyoruz. Bu arada ayakkabı ve çorap ta çıkıyor. Burnumuzu tutarak kokan ayağı inceliyoruz. Neyse ki bir şey yok. İri gövdesi ve uzun boyu ile kapı gibi olan Nafiz dengeli oturunca ayağına bir şey olmadı. Ağır gövdesi yana doğru devrilseydi ayak kırılırdı. Nafiz bizle beraber hala gülüyor. Yerde kopardığı üzüm salkımı duruyor. Düşerken elinden düşürmüş olmalı.

Ayağında bir şey olmadığını anlayınca çorap ve ayakkabısını giyerek ayağa kalkıyor Nafiz. Alt tarafı bir – iki salkım üzüm ne hale getirdi bizi. Neyse ki neşeli insanlar olduğumuz için gülerek atlattık bu durumu. Allah beterinden korusun. Cem’in elinde bir salkım siyah üzüm Nafiz ile bir poz çekiyorum. İkisi de gülüyor resim çekilirken. Arkada çit tellerine sarılmış asma üzümü, bahçede nar ağacı, narlar kırmızı renkte henüz koparılmamış.

Yola devam ediyoruz, ana yolda bize greyfurt suyunu buz gibi ikram ediyorlar. Zorlu tırmanıştan sonra bunu hak ettik. Mehmet Ali Akyüz bize çubuk dondurma ikram ediyor. Çikolatalı dondurmaları yiyoruz. Nafiz iki taneden fazla yiyor. Anca doyuyor mübarek. Artık zirvedeyiz ve bundan sonra 7 Kilometreden fazla sadece ineceğiz. O yüzden üzerime rüzgarlığımı giyiyorum ve kendimi bırakıyorum yer çekiminin kuvvetine. Zaman zaman 60 Kilometre hızı geçiyorum inerken. Hız yüksek olunca kısa sürede Tekirova’ya gelip kamp alanına vardım. Hemen su donumu giyerek denizde yıkanıp duşumu aldım. Kuru elbiseleri giyip akşam yemeğini beklemeye başladık çadır alanında. Nafiz de çiğ köfte ısmarlamış bir tabak. Çiğ köfteyi hep birlikte yiyoruz. Cem Tabanlı da çok leziz diyerek yiyor çiğ köftelerini, üzerine limon sıkarak marul yaprağı ile beraber. Nafiz çaktırmadı, sonra söyledi çiğ köfte et ile yapılmış diye. Cem Tabanlı vejeteryan olduğu için et yemiyor. Uzun süredir et ve et ürünlerini yemediği için ağzına leziz geldi çiğ köftedeki et. Neyse ki et yemese de bizler için ve Cem  için bir anı olarak kaldı.

Akşam yemeğini yedikten sonra kamp alanındaki sahnede dans gösterileri başladı. Masalara oturup izliyoruz dans gösterisi yapan grubu. Sahnede kadınlar önde, erkekler arkada dans figürleri yapıyor. Kimileri cep telefonu ile video çekiyor dans edenleri. Sahnenin altında Kemer Belediyesi yazan pankart var.

Dans gösterileri bir süre devam ediyor. Bittikten sonra festivali düzenleyen arkadaşları tanıtıp tek tek sahneye davet ediyorlar. Hepsi sahneye çıkınca el ele tutuşup oynuyorlar. Toplam 12 kişiler.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğleniyoruz. Zamanla birer ikişer çadırlarına çekilenler ortalığı sakinleştiriyor. Ben de uykum gelince çadırıma çekilip uyku tulumunun içine girerek tatlı bir uykuya dalıyorum. Uyumak gibisi yok

Bu gün toplam 52 Kilometre civarı yol yaptık. Zorlu çıkışlar ve bir o kadar inişlerle.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 1. Gün

29 Eylül 2016 Perşembe – 30 Eylül 2016 Cuma

Tekirova – Göynük Kanyonu – Tekirova

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…           
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana 
Bir bu yana…

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, İki kaya arasından, dar bir yerden akan su göleti dolduruyor.

Yeni bir tur, yeni mir macera, yeni bir yazı dizisi başlıyor

Antalya dan sevgili arkadaşlarımdan Işıl telefon ile arayarak “Urim Baba bu yıl da festivalimize misafir olarak davet ediyorum, buyur gel. Festivalimiz Kemer de olacak ve çok güzel parkurlarımız var” diyerek davet etti. İlk başta kısmet dediydim ama festival yaklaşınca hadi davete katılalım deyip hazırlıklara başladım. Zaman olmadığı için otobüs ile gidecektim. Her zaman tercih ettiğim Kamil Koç firmasından bileti aldım. Bisikletçilere hiç bir zaman zorluk çıkarmadılar, ben de hep sorunsuzca bisikletimi bagaja yerleştirdim. Gece boyu yolculuk sabahın erken saatlerinde Antalya’ya varmamıza neden oldu. Otobüsten iner inmez bisikletin ön tekerleğini takıp bagaj çantalarımı da yükledikten sonra şehir merkezine doğru yola çıktım. Henüz erken diyerek yol kıyısında bir bankta oturup sabah kahvemi içtim. Kahve beni kendime getirdi. Seviyorum sabahın erken saatlerinde kendime kahve pişirmeyi.

Bu gün yapacaklarım ; Konyaaltı’na gitmek. Burada Devrim’i şöyle bir görmek. Sonrasında İlkay Celal ile buluşup devamında Kemer’e doğru pedal çevirip Tekirova’da ki kampa katılmak. Devrim Akdeniz üniversitesinde çalışıyor, telefonla arayınca Antalya dışında olduğunu söyledi. Sonra İlkay Celal’i aradım. O da hemen bulunduğum yere bisikletiyle gelerek buluştuk. Biraz sohbet etmek için üniversite bahçesindeki parka giderek göletin yanında oturduk. Özlemişim arkadaşımı, sohbet ederek kahvelerimizi içtik.

Bankta oturmuşuz, solumuzda göletin suları. Arkada yapma taşlardan yapılmış mağara. Mağaranın üzerinden gölete sular akıyor şelale gibi. İlkay ile elçek resim çekiyorum.

Öğle yemeğini İlkay Celal’in bildiği yerde yedikten sonra Konyaaltı falezlerin sonunda olan seyir tepesine geldik. Solum yemyeşil ağaçların kapladığı alan deniz manzaralı.

Sağım da aynı şekilde ve Beydağlarının muhteşem yalçın tepeleri. Manzarayı bozan ise büyük bir otel, hiç yakışmamış bu manzaranın içine ama yapanlar, yaptıranlar, izin verenlerin umurunda değil. Onların derdi manzara değil ceplerini dolduracak para.

Cep telefonumu birine vererek bizi seyir tepesinde çekmesini söyledik. O da resmimizi arkamızda deniz, Beydağları ve Konyaaltı sahili ile çekiyor. Bisikletlerimiz de yanımızda. Benim turuncu çantalarım bagajda bağlı. Aşağıya bakarken düşülmesin diye demir parmaklık yapılmış.

İlkay Celal’in kız kardeşi Gülin Sevi festivale arabası ile gideceğini öğrenince Kemer yolundaki tünellerden kurtulmuş olacağından sevindim. O yüzden geleceği saate kadar İzmir den tanıdığım arkadaşım Ümit’i aradım. İlkay Celal işine gitti. Ümit ile buluşup zaman geçirdik biraz. Gülin Sevi gelince bisikletleri arabaya yükletip kamp alanına geldim. Bisikletleri ve çantaları indirip kendime yer ararken Simav dönüşü Büyük Taarruz turunda tanıdığım  Dilek ile karşılaştım. Bana yanında çadırımı kurabileceğini söyleyince hemen yerden yüksek çardak tahtaları üzerine çadırı kurdum. Tanıdık bir çok dost ile karşılaştım. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup kaydımı yaptım festival için.

Akşam yemeğini yiyip artık Türkiye’nin bir çok yerinde gelenekselleşmiş Perşembe akşamı bisiklet turu için kamp yerinde toplaştık. İzmir de başlayan Perşembe akşamı bisikletçileri ikinci olarak Antalya da kurulup yapılmaya başladı desem yeridir. Perşembe akşamı turunu yapanların hepsi de arkadaşım. Birlikte bu akşam da pedallayacağız. Her zaman yapıldığı gibi saat 20:00 de Perşembe akşamı bisiklet turu başladı. Tekirova şehir içinde turu yapacağız.

Önü açık bir alanda topluca resim çekileceğiz. Bisikletlerin aydınlatma ışıkları altında resim için dizelendik.

Herkes bisikleti yanında yan yana dizelenmiş.

Ben de bölüm bölüm çekiyorum bisikletlileri.

Bazı kuvvetli bisiklet fenerleri insanları aydınlatmaya yetiyor.

Bir kısmını da arkadan çekiyorum. Bisikletin önünde beyaz ışıklar var. Arkada ise kırmızı ışıklar ayrı bir güzellik katıyor gecenin karanlığına. Kimisini kaskında var kırmızı ışıklar.

Arkada kırmızı ışıklar, önde beyaz ışıklar insanın gözünü alıyor. Uzaktan yüksekçe bir yerden meydandaki bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yaklaşık 350 bisikletli Tekirova sokaklarını aydınlatarak turumuzu yaptık. Kamp alanına dönüp çadırların yanında oturup bir süre sohbet ettik. Gerisi malum! mat, uyku tulumu ve yat. Sonrası rüyalar. Sabahın köründe uyanıyorum. İzmir’e göre biraz erken doğan güneş uyanmama neden oluyor. Perşembe akşamı bisikletçileri Antalya pankartının resmini çekiyorum ilk önce. Pankartta araçların çıkardığı egzoz gazları ve bisikletten hiç bir gaz çıkmadan resmedilmiş. Arabalar ve bisiklet siyah renkli, altta kırmızı üzerine beyaz renkli Perşembe Akşamı Bisikletçileri yazısı.

Çadırlar ağaçların altında kurulmuş.

Çadırlar düzgün kurulsun diye yere şeritler çekilerek kamp düzeni yapılmış. Ortada şeritli yol, kenarlarında çadırlar kurulu.

Ben ve Dilek çardakta çadırlarımızı kurduk. Yanımızda kocaman bir çam ağacı gövdesi. Urim Baba’nın Kahvesi tabelamı da çardağın girişinde merdivenin yanına asıyorum. Sabah kahvesini pişirip şanslı olan iki kişiye de veriyorum içsin diye. İkinci fincan ise doğal olarak çadır komşum Dilek.

Sabah kahvaltısı kuyruğu bir hayli uzun, o yüzden herkesin kahvaltıyı alıp yemesi geç oluyor. Bu kadar kalabalığa tek yerden kahvaltı dağıtılması sıkıntı. Neyse kahvaltıyı yapıp kamp alanının çıkışında toplanıyoruz hareket için. Hazır toplanmışken topluca bir resim çekilirken ben de kareye girmeden bir resim çekiyorum.

Tekirova’nın çiçekli caddesinden, yeşillikler içinde yukarıya, ana yola doğru çıkıyoruz. Karşımızda sivri tepesi ile Tahtalı dağı, kaldırımda çiçekler coşmuş kırmızı, beyaz renkleriyle.

Çam orman denizi yeşil ve Mavi Akdeniz. Çam ormanının az yukarısından resim çekiyorum.

İlk başta tırmanış yapıyoruz Ana yoldayız, önümde bir kaç bisikletli tırmanmaya çalışıyor.

Tırmanış bitti, inişe geçtik. Tam da inişin zevkini çıkaralım derken birden bire sağa dönmemizi istediler. Hem de iki kişi birden. Bunlardan biri de başkan Şirin Baba. Alacasu koyuna gideceğiz. Asfalta da ok işareti yapılmış sağa gidelim diye.

Sağa girer girmez de keskin bir dönemeçte elinde bayrağı sallayıp uyaran Meral yavaş ve dikkatli olmamızı sağlıyor.

Sağa girince topraklı, taşlı orman yolunda bisiklet sürmeye başladık. Dilek yol bisikletinin ince lastikleri ile gitmeye çalışıyor ama biraz zorlanıyor doğrusu. Çam ağaçlarının yapraklarından güneş ışıklarının hüzmesi yere vuruyor ince bir perde gibi.

Dilek gibi bir kaç tane bisikletin de lastikleri ince. İri taşlardan kaçmaya çalışıyorlar orman yolunda.

Kısa sürede Ilıcasu koyuna geldik. Bisikletçiler önceden gelip bir küme halinde bisikletleri çam ağaçlarının altına park etmişler.

Bu koya Ilıcasu adını veren küçük bir azmak ve tatlı su denize kavuşmadan küçük teknelerin sığınabileceği bir yer olmuş. Bisikletim KUZ ile azmak ve tekneleri çekiyorum. Etraf çalılar ve ağaçlardan yemyeşil.

Aynı yerde Dilek ve turuncu bisikleti ile çekiyorum.

Burada denize gireceğiz, hemen su donumu giyip havlumu alarak cup denize. Denizde bir süre yüzdükten sonra çıkarken denizin içinde 1 Euro buldum. Parlak rengi ile suyun içinde ışıl ışıldı. 2016 yılının Eylül sonunda 1 Euro 3.46 Türk Lirasına denk geliyordu. Şimdiye bakarak bayağı zengin oldum. Bulduğum Euro’yu hala saklıyorum, bozdurmadım yani. Bulduğum 1 Euro’yu yollarda bulup biriktirdiğim keseme koydum. Bir gün bozdurup çocuklara dondurma alırım. Şimdilik yollarda bulduklarım yetiyor, 1 Euro’yu bozmama gerek yok, nasıl olsa değeri artıyor. Yoksa Türk Lirası değer mi kaybediyor.

Deniz keyfimden sonra kahve keyfi için cezveyi ocağa sürüyorum. Yanımda beni tanımayanların meraklı bakışları arasında kahvemi pişirip şanslı üç kişiye daha ikram ederek içiyoruz kahveleri. Kahve içilip takımları topladıktan sonra geldiğimiz yoldan geri dönerek ana yola çıkacağız. Ana yola çıkarken yere işaretler, yazılar yazılmış. Sağa ok yönü işareti, bisiklet resmi ve Şirin Baba yazısı dikkati çekiyor. Şirin Baba dedikleri Perşembe Akşamı Bisikletçileri ve Antalya Bisiklet Festivali başkanı Ceyhun Altın. Bu benzetme tam yerine oturmuş sanırım. Kısa boyu, tombik yanaklı, beyazlaşmış sakalı ve kırmızı buffu ile tam da şirinlerin Şirin Babası olmuş.

Resimde bir katlanır bisikletli, bagajında tek bir çantası ile ok ile gösterilen yere doğru gidiyor.

Sol yanımız Bey dağlarının sivri tepeleri, sağımız ağaçlar yolda keyifle bisiklet sürüyoruz. Solda meyve bahçeleri var az da olsa.

Asfaltta bisiklet resmi ve ok işareti gideceğimiz yönü belirtiyor. Şimdilik düz gideceğiz.

Az ilerde yine yerde bisiklet resmi ve üstünde “Ha böyle dümdük” yazısı komik olmuş. Bisiklet gidonumdaki lamba, tüyler ve korna görünüyor.

Beydağları sahil milli parkına doğru gidiyoruz. Göynük kanyonuna doğru ana yoldan saptık sola doğru. Kanyonun akmayan çayının üzerinden köprü geçişi sırasında dere yatağına dökülen molozlar canımı sıktı. Adaletin olmadığı yerde bazı kişiler her türlü şeyi yapmakta çok, ama çok özgürler. Görüntü ve çevre kirliliği yapmakta Dünyada birinciyiz. Birinciliği kaptırmamak için sürekli kötüye giden bir çevre yaratıyorlar. Buna dur diyecek bir yetkili de yok, ceza yazan memur da. Hal böyle olunca temizleyeni de bulamazsın. Kuvvetli bir yağışta set oluşturup aşağılarda sele neden olur bu molozlar. İnsanlar bunun farkında değiller. Doğa kendi kendine yok ederse ne ala. Uzun yıllar bu manzarayı göreceğiz anlaşılan.

Dere yatağına dökülmüş molozlar, bunların içinde beton eternit parçaları dikkati çekiyor.

İkişer tarafta ikişer odun yere çakılarak, yanlamasına tahta tabela yapılmış. Tabelada yazan ise ; “TC Orman ve su işleri bakanlığı doğa koruma ve milli parklar genel müdürlüğü Beydağları sahil milli parkı. Beydağları coasta national park. (İngilizcesi de yazılmış yabancılar anlasın diye). Doğa koruma yazsa da pek doğayı koruduklarına inanmıyorum aşağıda gördüğüm dere yatağındaki molozlardan.

Parkın başlangıcına kadar asfalt olan yol toprak yola dönüşüyor. Yukarıya doğru çıkıyoruz ağır ağır. Toprak yolun tozları ağaçların üzerine tabaka halinde yapışmış.

Burada da ağaçtan bir tabela, aynı yazı. İlave olarak Olimpos Beydağları sahil milli parkı Göynük kanyonu yazısı var. Bu tabela iki tane tek direkli.

Sağ yanı dik kayalık, sol tarafta çam ağaçları yeşil bir tünel oluşturmuş. Tünelin ucunda da mavi yeşil bir ışık. Işık dediğim yerde su birikintisi var. Yani bir gölet. Sağda ağaç telefon direği yukarılara medeniyeti bağlıyor tellerle.

Tünelden ışığa doğru gidince nefis bir gölet çıkıyor karşıma. İşte bu harika, su hayat demek, serinlik demek.

Gölet kanyonun içinde dik kayalıkların arasına sıkışmış dibi. Yokuş biraz terletti o yüzden su donumu giyerek buz gibi sulara daldım. Denizdeki tuzlu su üzerimdeydi. Şimdi tatlı su ile duş alıyorum. Benim gibi suya girenler de çok. Aramızda çılgın birisi var. Hatay dan Ali, yüksek kayalıklara çıkıp yüksek sesle dualar eşliğinde gölete atlıyor. Suyun dibi görünmüyor o yüzden atladıktan sonra su yüzeyine çıkmadığından endişeleniyoruz. Acaba dibe mi çakıldı diye. Ali su dibinde görünmeden ta ilerilerden çıkıyor. İçimize su serpiliyor ama çok korkuttu. Meğerse Ali usta bir atlayıcı ve yüzücüymüş. Atlamasını bildiğinden dibe çakılmadan ustalıkla dalıyor. Ben o kadar cesaret edemezdim.

Karşımda yüksek, duvar gibi kayalık, gölet ve kıyısında gezen insanlar.

Kanyon burada ikiye ayrılıyor, yani iki kanyon birleşiyor. Biz soldakinin az yukarısına çıktık. Burada tesisler var. Öğle yemeğini yiyoruz. Çay yatağı üzerinde çardaklar yapılmış, çardağın altından sular akıp gidiyor.

Tesislerde bazlama teşkilatı kurulmuş bir çardağın altına. Üç tarafı divanlarla kaplı, yerde sofra bezi, üstüne sofra. Hamur açmak için oklava sofranın üzerinde. Bazlama ocağı LPG’li, üzerine başka bir sofra konulmuş ters olarak. Ocak çalışmıyor sanırım. Divanın altında biri kırmızı, biri beyaz iki leğen, beyaz leğenin içinde un. Kırmızı leğene de bazlama harcı konuyor. Kıyıda ayçiçeği yağ şişesi dolu. Bir de ot süpürgesi öylece duruyor. Bazlama yapan bu gün tezgahı açmamış anlaşılan, ortalıkta görünmüyor.

Çay yatağında iki tane kocaman kaya kütlesi, biri sağda, biri solda. İki kaya arasındaki geçit yarım metre civarında. İşte bu geçitten akan su dar yerde sıkışıp hızla gölete karışıyor. Göletten seviye biraz yukarıda. Suyun berraklığı da göz alıcı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Akan çayın üzerinde bir çok çardak yapılmış. Üzerinde de beyaz bir tente örtülerek gölge yapması sağlanmış. Ben de kendime kahve yapmak için yer ararken kalabalık çardağın birine konuşlanıyorum. Başladım kahve yapmaya. Yanımda olan şanslı kişiler kahvemi içmek için bekliyor. Çardakta divanlarda on kişi oturmuşuz. Ortada ben kahve yaparken.

Yanımda şanslı kişilerden biri de edebiyatçı Gözde Emine. Uzun saçlarını omuzların aşağısına kadar salınık, kocaman kol saati ve renkli bileklikli elinde kahve fincanı ile poz veriyor. Baş parmağını okey işareti yapmış durumda. Baş parmak, işaret parmağı ve orta parmakta birer yüzük takı olarak parmaklarda. Kahve kutusu ve cezvesi de önümdeki masanın üzerinde.

Yüzdük, yemek yedik, kahve içtik ve iyice dinlendik. Uzun sürmesinin nedeni kanyon derinliklerine giden yürüyüşçülerin dönmesini beklemek oldu. Onlar gelince yola çıkıyoruz hep birlikte. Geldiğimiz yoldan dönüyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor. Duvar gibi dik yamaç ve sağda çınar ağaçları.

Yolun sağında akan bir çeşme başında susayanlar toplaşmış. Ben de durup resimlerini çekiyorum su içerken. Çeşme borusu yukarıda, dört tane yalak kademe kademe. Her yalaktan su aşağıdaki yalağa akıyor ve en altta betondan yapılmış yalakta son buluyor. Çeşmeden sularımı tazeliyorum. Biraz da su içiyorum..

Bir yerde bisikletçileri durdurmuşlar arkadan gelenleri bekliyorlar. Ben beklemeden yola devam ederken durup arkamdakilerin resmini çekiyorum vadinin içinde.

Ana yola çıkıp kıyıda bisiklet sürerek gidiyoruz. Kemer ilçesine geldik, giriş tabelasında; Nüfus: 42800 yazıyor.

Buralarda ilginç yüzey yapısı var, dağlar sağ tarafta, aşağısı düzlük. Fazla engebeli değil. Sadece bir tepe sanki kumsalda ıslak kum kovası ters çevrilip öyle bir yapı oluşmuş. Durduğum yer viyadük üstü, yanda korkuluklar var.

Yolda fazla resim çekmedim, ilginç bir şey yok ana yolda. Kamp alanına gelip denizde teri atıp duş aldıktan sonra  temiz elbiseleri giyerek uzun yemek kuyruğunda beklerken arkadaşlarla sohbet ettik. Yemekten sonra kumsalda varilin içinde ateş yanmaya başladı. Kendi oturağımı alıp ateşin başında toplanan arkadaşlarla birlikte türküler söylemeye başladık.

Sazı çalan da Nevzat Özdemir. O çaldıkça bizler söyledik, biz söyledikçe o çaldı alevlerin ışığı yansıyarak. Odun bittikçe ateşi sürekli besledik.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateş başında türküler söyledik. Uykular gelmeye başlayınca birer ikişer ateşin etrafı seyrelirken ben de çadırıma gidip yatıyorum tatlı düşler eşliğinde.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 15. 16. Gün

2 – 3 Haziran 2015 Salı – Çarşamba

15. 16. Gün

Antalya Tatili

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Anahtar

Konuşmak susmanın kokusudur.

Ya sus git, ya konuş gel, ortalarda kalma.

Yalan korkaklığın tortusudur.

Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma.

 

Özdemir Asaf

 

Öne çıkan görsel, Yaklaşık 10 metre yukarıdan dökülen sular köpürerek şelale oluşturmuş. Etraf ağaçlarla kaplı.

IMG_0184

Günlerdir çadırda uyumanın rahatlığı evin içinde olmuyor. Dört duvar içinde güvenli ortam olsa da doğanın sessizliğini rahat yatakta uyurken duyulmuyor. Beden erken uyanmaya alışmış artık, fazla uykuya yer yok. İlkay ve Ferdi henüz uyuyorlar, gündüz gözü ile İlkay’ın odasını inceliyorum. İlk olarak gözüme çarpan duvarda asılı olan yağlı boya resim. Geçen yıl İlkay için ona yakışacak mavi renk ağırlıklı bu yağlı boya resmini yollamıştım hediye olarak. İlkay da odasının duvarına asmış. Hediyeme değer verilmesi hoşuma gitti doğrusu. Sabahın ilk sürprizi.

20150602_081103

Diğer duvarda başka bir tablo daha vardı. Tabloda fantastik olarak evreni bütünleştirmiş sanatçı renk cümbüşü ile. Uzay, gezegenler, yeryüzünde deniz, denizin içinde balıklar. Rengarenk yelkenli tekneler rüzgarla şişmiş yelkenleri. Denizaltı canlıları ve Nuh’un gemisinden yeni inmiş hayvanlar. Her şeyin ortasında bir deniz feneri sanki evrende dolaşan tüm varlıklara yol gösterir gibi, tam ortada.

20150602_081136

Ev halkı uyanıyor ve bahçede çardak altında kahvaltı için oturuyoruz. Kahvaltıyı aile ortamında sohbet ederek keyifle yaptık. Masa etrafında 6 kişi varız.

20150602_103538

Evin hanımı ve kızı tüm marifetlerini sergiliyorlar kahvaltıda. Şairin ” Yemek yemek üstüne bir şey diyemem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı ” dediğini biliyormuşçasına. Ana kızı çekiyorum yan yana.

20150602_103609

Eh kahvaltının üstüne Urimbaba kahvesi iyi gider diyerek sürüyorum cezveyi kamp ocağıma. İlkay da özlemiş kahvemi sabırla  pişmesini  bekliyor.

IMG_0151

Kahve sonrası İlkay arabası ile Antalya’nın nefes alabilecekleri şelalelerden ünlü Düden şelalesine geldik. İlkay’ın evine yakın bir yerlerde. Bakmayın yazılan yazılara. Antalya’ya iyi gelecek diye yazmış Antalya belediyesi. Giriş ücretli ve ücretli yapılan bir hizmetin iyi geleceğini zannetmiyorum. Kapitalist düzen her zaman olduğu için çaktırmadan vatandaşın cebinden tırtıklamayı biliyor. Akdeniz’in nemli, sıcak ve bunaltıcı havasından kaçıp azıcık serinlemeye gelenler Belediyelerin vatandaşa yapması gereken hizmetleri ücret karşılığında yapmasını yadırgamıyor vatandaşlar. Yasaları da öyle bir yapmışlar ki ücret ödemeden içeri girmeye kalksan seni suç işlemiş olarak ilan ediyor. Soyulduğunu fark etmeyenler de sadece seyirci kalıp seni suçlu görüyorlar. Mecburen ücreti ödeyip içeri giriyoruz, yoksa suç işlemiş oluruz, neme lazım.

20150602_105734

Kesinlikle buraya ait olmayan iki tarihi eser getirip parkın bir parçası imiş gibi göstermeleri anlaşılır gibi değil. Nasıl olsa Antalya çevresinde o kadar çok tarihi kent var ki hazıra konmuş parkı yapan belediye. Yeni bir eser yaptırıp bir heykeltıraş sanatını gösterse olmaz mı. Varsa yoksa beton mimari işine geliyor. Zaten yöneticilerin anladığı zihniyet o kadar. Sanat ne ola ki, hak getire! Yere yatmış aslan heykeli.

20150602_105815

Aynı heykelin bir benzeri de diğer tarafta var ama diğerine benzemiyor.

20150602_105830

Düden çayı ilk başta kanal ile şehrin içinden uzun bir yol kat edip yeşil alan olarak kalmış doğal göçüklerden oluşmuş parka kadar geliyor. Akan su mikrop tutmaz derler ya onu gibi bir çay. Temiz olarak aktığını görüyorum. Şehrin içinden geçerken insanlar kim bilir neler atıyordur çayın içine.

20150602_105936

Akan suyun kir tutmadığı doğrudur. Az bir yükseltiden dökülen suyun berraklığı ve döküldüğü yeri köpükle tamamen beyaza bürümüş.

20150602_110023

Aşağı indikçe suyun akışı da hızlanıyor.

20150602_110120

Bazı yerlerde köpürmeye başladı.

20150602_110136

Öyle bir hal alıyor ki!

20150602_110213_HDR

Çağlayana gelmeden önce coştukça coşuyor. Çağlayana tüm heybetini göstermesi gerek. Akış hızı arttıkça sesi de artarak ürkütücü bir hal aldı. Suyun akışına baktıkça başım dönmeye başladı sanki. İnsanı büyülüyor adeta.

20150602_110226

Aşağısı göründü bir parça, biraz yüksekteyiz anlaşılan. Aşağısı göçük halinde, karşıdaki dik kayalık sarmaşık ile kaplanmış. Bir de mağara görünüyor. Dipte çay akmakta.

20150602_110313

Bir süre sonra sanki cennete gelmiş gibi hissettim kendimi. Daha önce kanaldan sakince akan su çağlayandan dökülmeden önce coşması boşuna değilmiş. Arazi yapısı öyle bir durumda ki bıkmadan manzarayı seyredesim geliyor. Dik kayalıktan dökülen çağlayanlar, etraf ağaçlardan yemyeşil bir hal almış. Dökülüp te birleşen sular turkuaz renkte akmakta.

IMG_0165

Düden Şelalesi;

Şelalenin girişinde develere binip güzel bir anı fotoğrafı çekebilirsiniz. Şelalenin içerisinde restorantlar ve eğlence merkezleri oldukça yaygın ve içerisinde minik bir hayvanat bahçesi bulunmaktadır.
Şelale sahası dahil, Antalya kent merkezinde jeolojik yapılardan Traverten ve Holosen-Yeni Alüvyon oluşumlar hakimdir. Traverten oluşumu özellikle Düden Çayı yatağında ve taşkın ovasında devam etmektedir. Jeomorfolojik olarak Döşemealtı Platosu olan Üst Plato, Düden Platosu olan Alt Plato ve bir tane de deniz altında olmak üzere, basamak şeklinde üç ana terastan oluşmaktadır.
Travertenler üst platoda 254, alt platoda ise 151 metrelik bir kalınlığa sahiptir. Alanının % 67.6’sını kaplayan, bazen masif bazen de tabakalı bir yapı gösteren travertenler yer yer süngerimsi bir dokuya sahiptir.
Şelale sahasını etkisinde bulunduran Döşemealtı-Duacı Platosunu içine alan Varsak kuzey üstü, Duacı, Yeşilbayır, Odabaşı, Kızıllı gibi yöreleri içine alan üst plato bölgesi, tufa oluşumları daha gözenekli, gevşek ve el ile parçalanabilir ve dayanım açısından daha zayıf fiziksel özelliklere sahiptir.
Bu bölgede mağara türü boşluklu yapının fazla olması sonucu dolin diğer tanımıyla karbonat çöküntü alanı türü alanlar da sıkça gelişmiş bulunmaktadır. Sahanın büyük bölümü çok dik eğimlidir. Toprak haritalarına göre alanda büyük toprak gruplarından Kırmızı Akdeniz Toprakları, Aluviyal, Koluviyal ve Kahverengi Orman Toprakları bulunur.

http://www.mehmetsokmen.tv/videolar/haber_detay.asp?haberID=92

Kayalar dik ve ufak tefek ve büyük mağaralar oluşmuş.

20150602_110506

Her taraf ayrı bir güzellik, ayrı bir yapıya açıldığından her ayrıntısı olmasa da çekebildiğim kadar resim çekmeye çalıştım. Kayaların arasında akan çayın üzerinde yatay uzamış çınar ağacının gövdesi.

20150602_110527

Çay bazı yerde daralınca hızla akan sular köpürerek akıyor kanalda.

20150602_110553

Coşkun ve köpüklü akan su insanın aklını alıyor.

20150602_110728

Sular her yerde ufak tefek çağlayanlar oluşturmuş.

20150602_110748

Çayın kıyısında yürüme yolları yapılmış, kıyılarda korkuluk yapılarak emniyet sağlanmış. Sağda ise düz duvar gibi kayalıklar yeşil yosunlarla kaplı.

20150602_110804

Karşıya geçmek için beton köprüler yapılmış, altından akan deli çay köpürmüş durumda.

20150602_110816

Bazı yerde çay kayaların daraldığı yerde hızını arttırarak köpürmeden geçemiyor. Etrafta rutubet çok olunca kayalar yosun tutmuş.

20150602_110852_HDR

Her tarafta küçük, büyük delikler görmek olası.

20150602_110927

Bazı yerde yüksekte kalan mağaraya beton merdiven yapılarak insanların çıkması sağlanmış.

20150602_110933

Kayalar traverten gibi kat kat oluşmuş ve sular buradan kademeli akıyor.

20150602_110945

Bir mağaranın içi yosun tutmuş, yosunun bir çok tonu bir arada.

20150602_111019

Mağara içindeki duvarlarda da delikler var. Kim bilir nerelere çıkıyordur.

20150602_111029

Yaklaşık 8 metreden dökülen çağlayanlar havuza dökülüyor köpürerek. Döküldüğü yer Güneş ışıkları ile turkuaz renge bürünmüş. Üstte ve etrafta ağaçların yeşil rengi buranın cennet olduğunu belirtmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0184

Hani “Bakış Açısı” derler ya her kes kendine göre bir bakış açısı yakalamış o açıyı resmedip kayıt altına almaya uğraşıyor. Kimisi kendini çektiriyor, kimisi de sadece çekiyor. Ben de çağlayan ile birlikte onları çekiyorum.

20150602_111148

Çağlayan bir yerden dökülmüyor, 50 metrelik düz kayaların çeşitli yerlerinden az, çok ayrı ayrı dökülüyor havuza. Boş alanlar ağaçla kaplanmış.

20150602_111211

Çay bazen Güneş ışıklarını yansıtıyor durgun akarken.

20150602_111404

Tabi bu her yerde Güneş ışıklarını yansıtması olanaksız, Eğime göre hızlı ve köpüklü akmakta.

20150602_111417

Ferdimen ile modaya uyup resim çekilerek bir çağlayan anımız olsun dedik. İlkay bizi çekiyor.

20150602_111456

Kardeşim İlkay ile de anı ölümsüzleştiriyorum.

20150602_111523

Güneşin ışıkları suya girince rengini turkuaza çeviriyor.

20150602_111624

Çağlayan bir kaç yerden gürül gürül su damlacıklarını serpiştirerek akıyor. Su damlacıkları ortamı serinletip derinin ürpermesine neden oluyor. Ürperme üşümeye dönüşünce fazla duramıyorsun çağlayanın yanında. Çağlayanı yandan çekiyorum.

20150602_111643

Mağaranın içine girip turumuza devam ediyoruz. Mağara duvarları şekilsiz kayalardan oluşmuş.

20150602_111751

İşte insanların yarattığı güzelliklerden biri. Plastik şişesini bırakıp gitmiş birisi. Bunu yapan mağara adamı olamaz bile. Hiç bir sınıflandırma yada sıfat yapılamaz bu durumda. Yarık içinde plastik şişe.

20150602_111819

Mağara bir insan boyunda, rahatça gezebiliyorsun. Bazı yerlerde eğilmek gerek yoksa kafan çarpabilir. Mağaranın tavanından sular damlamakta. Küçük sarkıtlar oluşmaya başlamış bile.

IMG_0197

Mağaranın içinden yukarı bölümlere çıkmak için döner merdiven yapılmış betondan. İlkay ile çıkarken Ferdimen bizi çekiyor.

IMG_0202

İçeride rahatça gezilebilecek kadar geniş oyuklar. Taban da doldurulup kayrak taşı ile döşeme yapılıp gezenlerin dolaşması sağlanmış.

20150602_111913

Mağara yukarılarda açıklıktan çağlayanın döküldüğü yeri görebiliyoruz.

20150602_112019_HDR

Çağlayanın arkasından suyun döküldüğünü görmek bambaşka bir ortam yaratmış durumda. Beyaz köpükler ve yeşil yapraklı dallar manzarayı oluşturuyor.

20150602_112152_HDR

Düden şelalesi gezimiz bitince dışarı çıkıp araba ile Kurşunlu şelalesine geliyoruz. Arası 10 Kilometre civarı. Her zaman olduğu gibi burası da ücretli, ücreti ödeyip giriyoruz şelaleye. Şelale hakkında doğru dürüst bir bilgi de yok, sadece piknik alanı doğal park olarak geçiyor.

Kurşunlu Şelalesi;

Yeri: Akdeniz Bölgesinde Antalya ili merkez ilçesi sınırları içerisindedir. Ulaşım: Tabiat Parkı Antalya’dan 22 km. uzaklıktadır. Parka Antalya-Aksu karayolunun Soğucaksu köprüsünden kuzey istikametine ayrılan 7 km’lik bir yol ile ulaşılır.

Özelliği: Sağlıklı orman dokusu ve zengin bitki topluluğu örneklerinin ilgi çekici su ve kaya formlarıyla bütünleştiği eşsiz bir doğal peyzaj özelliğine ve önemli özelliğini meydana getiren Kurşunlu Şelalesi’ne sahip olması nedeniyle 394 hektarlık bölümü 1991 yılında Tabiat Parkı olarak ayrılmıştır.

Kızılçamın hakim olduğu alanda yer yer tek veya küçük gruplar halinde doğu çınarı, defne, harnup, yabani zeytin, sakız ağacı, söğüt ve incir ağaçları bulunmaktadır. Mersin, alıç, zakkum, böğürtlen, yabani gül, sütleğen, ılgın, ladin, kermes meşesi, kekik, yabani nane, kayıt, eğrelti ve sarmaşıklar alt florayı meydana getirir. Su bitkilerinden ise (su üstü) topalak, su nanesi, kamış(su içi) su avizeleri, iplikli yeşil algler, (yüzer bitki) nilüferleri görmek mümkündür.

Yabandomuzu, tilki, tavşan, sincap, yarasa, ibibik, ağaçkakan, üveyik, sazan, su kaplumbağası, köpek, yılan ve kertenkele Tabiat Parkının faunasını oluşturur.

Parkın giriş kapısında Türk bayrağı asılmış. İçerisi çam ormanı.

20150602_125901

İlk girişte Düden şelalesinde olduğu gibi burada da bir kaç tarihi eser getirilip konulmuş. Bu tarihi eserler daha çok turistlerin ilgisini çekip burayı cazip ziyaret yerine dönüştürmek. Yoksa öyle herhangi bir yazıt, açıklama, bilgi, tarihi dönemi gibi açıklayıcı hiç bir şey yok. Mermere yuvarlak çiçek deseni ile derin oyulmuş. Üç mermer blok aynı desende yan yana duruyor.

20150602_112642

Girişte aynı zamanda su değirmeni kalıntılarını da sergilemişler. Bir zamanlar su gücünden yararlandıkları belli.

20150602_112704

Kurşunlu şelalesi gezimiz başlıyor! Önde giden İlkay’ı çekiyorum yeşilliklerin içinde.

20150602_120153

İlk olarak su değirmenini gözüme ilişti. Su kanalından su akıyor ama çarklar öylece sabit, hareket yok. Çark milinin merkezinden yan taraftaki öğütücüye bağlantısı olmasa da önceden hareketi bu şekilde aktarıldığı belli oluyor. Orijinalinden bir kaç parça olsa da çoğu yeniden onarılmış. Girişte gördüğümüz değirmen parçaları buradan alınmış olmalı.

20150602_120256

Dalların arasından çayın turkuaz rengi görülüyor.

20150602_120339_HDR

45 Derecelik eğimle çağlayan havuza köpürerek akıyor.

20150602_120437

Kurşunlu şelalesinde görememiştim ama burada alabalık dolu, serbestçe yüzüyorlar suyun içinde.

20150602_120459

Şelaleler istendiği gibi akıyor şarıl şurul, ince su damlacıklarını etrafa yayıp ortamın rutubetini artırarak. Burada da şelale yüksekten ve çeşitli yerlerden ayrı ayrı dökülüyor.

20150602_120714

Şelale olur da resim çekilmez mi? İlk önce Ferdimen ve İlkay’ı resmediyorum.

20150602_120736

Ardından Ferdimen bizi çekiyor yeni formam ile. Daha önceden siparişimi vermiştim Kayseri Perşembe Akşamı Bisikletçileri forma için. Yolda gelirken formanın hazır olduğunu bildirdi Türker Ergene. Ben de evde olmadığımdan İlkay’ın adresini vermiştim. Sağ olsun Türker oraya gönderdi. Ben de ertesi günü yeni formamla azıcık hava atayım dedim. İlkay ve ben arkamızdaki şelale manzarasında çekiliyoruz.

20150602_120812

Yükseklerden dökülen su kütlesi aşağılara yaklaştıkça dağılarak su damlacıklarına dönüşüyor. Bunlar gözle görebildiğimiz, bir de gözle görünmeyen toz haline gelmiş su zerrecikleri var. İşte bu toz zerrecikleri şelalenin yanında durdukça hafif bir ürperme, bir serinlik ve üşüme hissi uyandırıyor bende.

20150602_120922

Şelaleden dökülen suları yandan çekiyorum.

20150602_120953

Sanki cenneteyiz ve dostlarla keyifli sohbetle bahçede gezintideyiz gibi. İlkay’la beni ferdimen yeşillikler içinde çekiyor.

IMG_0250

Gezinecek çok yer var, bizler gibi diğer insanlar da uzaklarda gezinti yolunda etrafı seyrederek yürümekteler. Suyun ortasında kalmış kayalar tahta köprülerle birbirine geçerek cenneti daha yakından görmemizi sağlıyor.

20150602_121018

Kimi ağaçların kalın kökleri dışarıda kalmış kıvrımlar oluşturarak kayaların çatlaklarına dalmış durumda. Üzerleri de yosunlar ayrı bir yaşam formu meydana getirerek doğanın mucizelerini bizlere gösteriyor.

20150602_121126

Geniş bir alanı kaplayan havuz durgun, karşıda ağaçlarla yeşilliklere bürünmüş cennet.

20150602_121139

Nereye bakarsan bak her taraf ayrı bir güzellikte, ayrı bir manzara sürekli değişik ve seyredilesi.

20150602_121143

Yosun tutmuş kayalar.

20150602_121403

Üstten sarkan dalların yaprakları ardında şelale ve durgun havuz.

20150602_121430

Burada da irili ufaklı mağaralar var kayalıklarda.

20150602_121445

Koca çınar ağaçlarının gövdeleri zamana ve taşkın suyun gücüne direnerek bu günlere kadar gelmiş.

20150602_121530

Alabalıkları sürekli suyun içinde görmek olası, zaten balıklar da insanlara alışmış ekmek atmasını bekliyor sanki.

20150602_121612

İşte manzara bu ve gördüklerim. Pembe çiçek açmış zakkumların ardında çağlayan. Üzerinde aynı renkte çiçek açmış zakkumlar kaplamış çağlayanın üstünü.

20150602_121638

Ağaç gövdesi, sarkan dalları, çağlayan ve havuz, hepsi bir arada.

20150602_121745

Çınar ağaçlarının gövdeleri kalın, diğer ağaçlar çalı tipinde ince gövdeli.

20150602_121805

Kayaların arasından fışkırmış ince gövdeli ağaçlar.

20150602_122331

Ağaç gövdelerine tutunup saran sarmaşıklar da var.

20150602_122402

Bitki örtüsü tünel gibi sarmış, içinden geçip giden patika var. Tam cangılın içindeymiş hissini uyandırıyor.

20150602_122516

İlkay’ı bu cangılın içinde, kayaya yaslanmış olarak çekiyorum.

20150602_122529

İlginç kayaçlar oluşumu ile karşılaştık, bir zamanlar dere yatağı yada deniz kıyısındaki çakıllar zamanla bulunduğu seviyeden epey yukarılara ulaşmış durumda. Çakıl taşları betondaki gibi birbirine yapışık.

20150602_122603

Ormanın içinde gezimiz devam ediyor, hani derler ya balta girmemiş orman. Hemen hemen aynısı.

20150602_122632

Yukarıdan bir orman adamı merdivenlerde göründü. Neyse ki bizim Ferdimen olduğunu görünce rahatlıyoruz.

20150602_122636

Ağaçların kimisi yukarıya doğru büyümeye yer bulamadığından yere paralel biçimde kendine mavi gökyüzüne ulaşmak için bir aralık arayıp durmuş. Güneşi gören yukarı doğru yönelmiş.

20150602_122706

Yatık ağaç gövdesinin dibinden boyunca çekiyorum. Yanlarda başka ağaç gövdeleri de aynı biçimde çayın üstünde paralel.

20150602_122758

Ağaç gövdelerinden karşıya geçebilirsin, köprü gibi uzamış karşıya.

20150602_122811

Rengarenk boyanmış çitler ayrı bir görsellik  kazandırmış bahçenin içine.

20150602_123019

Kimi yerde küçük göletler oluşmuş mavi turkuaz rengi ile ağaçların arasında.

20150602_123050

Kimi yer ise küçük bentlerle akıp giden dere köpürmekte.

20150602_123328

Gezimiz yürümekle olunca haliyle biraz yorulduk. Çay bahçesinde birer çay içerek yorgunluğu atmak gerek. Elçek ile kendimizi çay içerken çekiyorum.

20150602_123558_HDR

Dere aşağılara doğru çağlaya çağlaya akıp gidiyor. Gezinti yeri bir yere kadar. Sonrasında yukarı doğru yöneldik.

20150602_124828

Çay kademe kademe akıyor küçük çağlayanlarla.

20150602_124835

İkinci şelale gezimizi de bitirip eve dönüyoruz. Acıkmışız yani. Öğle yemeğini bahçede yedik. Kara dut ağaçlarından bir miktar dut yiyerek yemek sonrası tatlandırdık ağzımızı.

20150602_132701

Bahçe duvarında çit olarak sardırılmış dikensiz böğürtlenlerin tam da zamanı. Olgunlaşmış böğürtlenleri oturduğumuz yerden dalından birer birer koparıp yemek bulunulmaz bir olay. Burası da ayrı bir cennet durumunda. Avucumda bir kaç tane böğürtlen ile dalındakilerle birlikte çekiyorum.

20150602_140250

Öğleden sonra İlkay işine gitti, biz de Devrim’in çalıştığı Üniversiteye bisikletlerimizle giderek yerleşkenin kocaman bahçesine vardık. Daha önce haber verdiğimizden Devrim bizi bekliyordu. Bir kaç gün oldu son görüşmemiz ama kendi yerinde buluşmamız ayrı bir hasretlik oldu sanki. Yanımda kahve takımı olmasına rağmen Devrim kendim kahveleri yapacağım deyince sesimiz çıkmadı bu isteğine. Sonra biz onun misafiriyiz artık. Nefis bol köpüklü kahveler ve kendi elleri ile çiziktirdiği HOŞGELDİNİZ notu ile bahçede bankta yerimizi aldık. Kahve ile sohbet daha bir başka oluyor. Hele uzaklardan gelmiş bizler için. Üç kahverengi fincan ve iki kağıt bardak su tepsinin içinde.

20150602_161142

Akşamında yemeğe Devrim’in evinde yiyeceğiz. Annesinin nefis içli köftesi ve bizlere Devrim’in hoş geldin pastası hoş bir sürpriz oldu. Pastada üç mum ve şemsiye var. Mumlar yanıyor.

20150602_212927

Nefis pastayı çay ile birlikte balkonda afiyet ve sohbetle gecenin tadına doyum olmaz. İlkay ile balkonda oturmuş halde Ferdimen bizi çekiyor. Yerde pasta ve çay bardakları.

IMG_0278

Devrim’in evi Antalya içinde, İlkay’ın evi ise Antalya’nın sınırında 15 kilometre kadar uzakta. Gecenin geç saatlerine kadar oturup sohbet ettik. Bisiklet ile gecenin geç saatlerinde saat 1 gibi İlkay’ın evine anca vardık. Yataklar üst katta hazır durumda. Yatmadan önce Balkonda bulunan teleskop ile gökyüzünde görünen kocaman Ay’ı daha yakından görme fırsatı oldu. Cep telefonum ile bir kaç denemeden sonra anca çekebildim. Ay hareket halinde olduğundan teleskopun açısından çabuk ayrılıyor. Bir daha ayı tutturmak için ayar yapmak zorunda kalıyorsun.

20150603_015706_HDR

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha Güneş doğmadan uyanıyorum. Artık iyice alıştım sabah erken uyanmalara. Ev halkı uyandıktan sonra hep beraber kahvaltıyı bahçedeki masada yaptık.  Sonrasında İlkay’ın babası mühendislik harikası ile bahçenin ortasında ocağı yaktı. Olgunlaşmış toplanan böğürtlenleri kocaman bir leğende reçel yapma işine başladı. Daha önce yaptıkları reçeli kahvaltıda yemiştik. Reçelin mayhoş bir tadı var. Ramazan bey işi rayına oturtturmuş reçeli yaparken ateşine dikkat ediyor. Dibi tutmasın diye de arada karıştırması gerek. Dört küp beton üzerinde kalın sac. Ateş burada yanıyor çimenlere zarar vermesin diye. Sacın dört kenarına aynı küp betonlardan dört tane daha konmuş. Bunların üzerinde leğen, içi böğürtlen dolu ve kaynamakta.

20150603_101927

İlkay işine gitti, biz de bisikletlere binip Antalya merkeze doğru gitmeye başladık. Merkezde bisiklet yolları yapmış belediye. Hem de gidiş geliş olarak. Maviye de boyanmış, güzel bir şehircilik modeli.

20150603_131644

Kale içi giriş kapısı, Roma döneminden kalma. Hadrian kapısı Roma imparatorluğunun zenginliğini ve gücünü temsil ediyor sanki. Yüksek kemerli üç girişi olan kapıda dört tane de sütun konulmuş.

20150603_132241_HDR

Seçimler bitmiş, hiç bir parti tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamış durumda. Sadece Türk bayrakları ile donanmış bir havuz başı olması ortalığı kirleten siyasi parti bayraklarından arındırılmış. Havuzun ortasında fıskiyeden su fışkırıyor yukarı doğru.

20150603_132820

Antalya gezimiz yolumuzda bulunan eserleri anca görüyoruz. Bunlardan biri de şerbetçi heykeli. Eski zamanlarda henüz şişelere girmeyen içecekleri şerbetçiler satarlardı sokaklarda. Şerbetçinin ibiğine çeşme konulmuş su içmek için. Antalya sıcak memleket, kışın bile terlersin ve susarsın. Soğuk şerbet olmasa da su ile susuzluğunu giderirsin çeşmeden.

20150603_132904

Baba ve oğul heykeli, bir zamanlar yapılıp konulmuş. Herhangi bir yazıt yok, yada sökülmüş. Kim, ne anlatıyor, sanatçısı kim belli değil. Şimdiki belediyenin anlayışına ters böyle heykeller. Heykelin belden aşağısı beton blok içinde.

20150603_133127

Falezlerin üstündeyiz, karşı da aynı falezlerin devamı var. Şöyle iki uzun saçlı adam  birlikte bir resim çekilelim bakalım.

20150603_133540

 

VASİYET

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
                                                                    1953, 27 Nisan
     Nazım Hikmet RAN                           Barviha Sanatoryumu

Yukarıdaki şiirin yazıtı metal levhaya yazılmış hali. Yarısı duvarda, yarısı yerde.

20150603_133911

Bu gün 3 Haziran 1963 Büyük şairimiz Nazım Hikmet RAN’ın ölüm yıl dönümü. Büyük şairi şiirleriyle anıyorum. Şairin ilginç bir heykeli duvarın içinde ve altında levhaya yazılmış Laz İsmail şiiri.

20150603_134116

Eski evler onarılarak sarı, yeşil, pembe renkleri ile eski ve modern bir sokak görünümüne dönüşmüş. Sanki başka bir çağda başka bir ülkedeyiz. Görünüm olarak harika.

20150603_135357_HDR

Parayı Lidya’lılar bulunca haliyle bir şubesini de Antalya da açmışlar. O zamanlarda soylular topladıkları vergilerle halkı sömürdükleri gibi bankaları da soymaktalar. Eteğini açmış dökülsün paralar. sonrasında eğlence yerlerinde vur patlasın, çal oynasın. İzmirlilerin söylediği bir deyim vardır; “Parayı Lidyalılar, kafayı İzmirliler buldu” diye. Lidya Bank yazan bankamatik önünde eteğine para dolduran heykel.

20150603_140125

Bölük pörçük te olsa yer yer bisiklet yolu yapılmış şehrin bazı yerlerinde!

IMG_0280

Ama gel gelelim arabasından belli olan sonradan görme görgüsüz bir kadın bisikletten, bisiklet yolundan, bariyerlerle ayrılmış mavi boyalı yoldan habersiz marketten alışverişini yaptıktan sonra resim çekildiğine bile aldırmadan pahalı arabasına binip gitti. Hiç bu kadar uzun cümle kurmam ama bu kadın hakkediyor uzun cümleleri!

20150603_141508

Kıyıdan kıyıdan gezinerek, görüp resim çekilerek falezlerin sonuna geldik. Şimdiye kadar deniz epey aşağılardaydı.

20150603_142136

Burası seyir terası, aşağısı da meşhur Konyaaltı kumsalı. Karşıda başı dumanlı Beydağları.

20150603_142155

Etrafı seyrederken birden bire yamaç paraşütü beliriverdi önümüzde.

20150603_142321

Hava uygun olunca seyir terasından paraşütü şişirip havalanıyor. Bir kartal gibi yönlendirerek etrafta, kumsalın üstünde, denizin üstünde uçuyor.

20150603_142327

İki uzun saçlı adam olarak manzaralı bir resim çekiliyorum Ferdimen ile birlikte. Arkamızda Beydağları, denizde yelkenliler seyir halinde arka arkaya.

20150603_142441

Kumsala yoldan iniyoruz. Yelkenliler ardı sıra önümüzden geçip giderken iktidardaki siyasi partinin propagandasını yaptığını görünce ilgim azaldı yelkenlilere.

20150603_143529

Kumsala inip deniz kenarına konuşlanıyoruz hemen. Çantamda bulunan deniz şortumu çıkarıp giyerek hemen Akdeniz’in pek soğuk olmayan sularına bırakıyorum kendimi. Açık deniz olduğundan İzmir deki gibi 10 – 20 metre sonra derinleşmiyor. 2 metre sonra boyu geçiyor. Yüzme bilmeyenlerin girmemesi iyi olur. Balıklama denize atlarken Ferdimen beni çekiyor.

20150603_144450

Bu da youtube deki video linki

https://youtube.com/shorts/Zra8VhF4lPc?feature=share

Kumsalda kum yok, küçük çakıl taşları ile kaplanmış durumda. Islak ta olsan taşlar yapışmıyor kum olmadığı için. Çakıl taşları rengarenk, pırıl pırı,l irili ufaklı.

20150603_180101

Çakıl taşları arasında gizlenmiş bir canlı var. Hareket etmese farkına bile varamazsın. Serçe yanımıza kadar gelip yiyecek bir şeyler bulma ümidi ile dolanıyor etrafımızda. Serçenin rengi de taşlarla uyumlu.

IMG_0312

Rüzgar esmiyor, o yüzden deniz durgun. Sadece dip dalgası devamlı küçük bir dalga ile sahilde kendini belli ediyor. Denizden çıkarken biraz zorlanıyor insan. Çakıllar oynak, kıyı dik ve dip dalgası geriye çekiyor.

20150603_180130

Akşama kadar sahilde oyalanıyoruz Ferdimen ile. Bisikletlerin başında Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0309

Akşam olmadan Devrim ve İlkay yanımıza geldiler iş yerlerinden bisikletlerle. Onlar gelince bisikletlere binip Antalya’nın akşam karanlığında dolaşmaya başladık. Su fıskiye parkı devamlı renk değiştiren ışığı ve müziğe göre artan – azalan sular ile görsel bir şölen oluşturuyor. Biz de kendimizi kaptırıyoruz suyun büyüsüne kaptırarak.

20150603_204022

Bazen su duvar gibi yükselip su perdesine dönüşüyor pembe rengiyle.

20150603_204054

Müziğin ritmine kendimizi kaptırıp dans etmeye başladık. Devrim ile dans ederken Ferdimen çekiyor.

IMG_0317

Gündüz pek belli olmayan Saat kulesi ışıkların oyunu ile daha bir başka görünüme bürünüyor.

20150603_220651

Yivli minare uzaktan heybetli görünüyor gözüme.

20150603_222217

Kendi resmimizi kendimiz çekiliyoruz. Ben, Devrim, Ferdimen ve İlkay, ışıkla aydınlatılmış yivli minare manzaralı.

20150603_222446

Renkler ve ışıklar içindeki çarşı şemsiyelerle panayıra dönüşmüş. Şemsiyeler yukarıda.

20150603_224059

Devrim beni çekerken bizi de Ferdimen çekiyor çaktırmadan şemsiyeler altında.

IMG_0330

Kale içine geldik, Hadrian kapısı önünden gündüz geçmiştik. Şimdi ise ışıkların daha farklı boyuta dönüştürdüğü devasa kapıdan kale içine giriyoruz. Kemerin iki yanında sütun, kirişin kenarları süslü oyulmuş.

20150603_224853

Yivli minarenin dibine geldik. Uzaktan heybetli görünmüştü gözüme. Yanında iken heybeti daha da artmış durumda. Yivli minare pişmiş tuğla ile örülmüş. Minareyi alttan çekiyorum, tepesi karanlık.

20150603_234952

İki uzun saçlı adam birlikte elçek bir resim çekiliyoruz yivli minare ile birlikte.

20150603_235331_HDR

Minarenin yakınında bulunan bir zeytin ağacı dikkatimi çekti. Ağacın gövdesinde Sanki bir evliyanın mezar taşı gibi bir yumru oluşmuş. Ağacı yakmaya çalışmış birileri ama becerememiş anlaşılan. Yanık izleri hala duruyor. İnsanlar bu görüntü karşısında hurafelere kapılmaktan geri kalmaz diye düşünüyorum. Belki de ağacı yakma girişimine neden olmuştur.

20150603_235403

Devrim ile birlikte elçek ile çekiliyorum Yivli minarenin gölgesi olmadan.

20150603_235642_HDR

Yivli minarede değişik bir çekim deniyoruz değişik bir açıdan. Benim karanlık siluetim yivli minare ile birlikte.

received_10153422310947369

Devrim bizi demlik kafe- Bar’a götürüyor. Kafenin adı demlik ama çay ile ilişkilendirilmemiş. Gerçi içeride çay var, biz de çay içmek için giriyoruz içeri. Kapı girişinde Ferdimen ile birlikte çekiliyoruz bir poz.

received_10153422309682369

Canlı müzik eşliğinde çaylarımızı içtikten sonra bisikletlerin yanına gelerek dönüş hazırlıklarına başladık. Saat gece yarısına yaklaştı. Yolumuz uzun.

IMG_0335

Sonunda vedalaşma zamanı geldi. Antalya yazısı tersten yazılmış olarak Devrim bizim resmimizi çekiyor üçümüzü bisikletlerimizle. Sonrasında Devrim ile vedalaşıyoruz, Kendisine çok teşekkür ederim, bizleri Antalya’nı güzelliklerini gösterdiği için. Sayesinde harika bir akşam yaşadık ve mutlu ayrılıyoruz.

received_10153422311492369

İlkay’ın öncülüğünde 15 Kilometre civarı artık araçların az olduğu bir saatte pedal çevirerek eve vardık. Güzel bir duşun ardından tatlı bir uykuyla günü bitiriyorum.

Bu gün yaklaşık 34 Kilometre yol yapmışız.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc