Etiket arşivi: nazım hikmet ran

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 2. Gün

23 Nisan 2017 Pazar

Yuntdağı Köseler – İsmailler köyü – Bergama

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, On çocuk bisikletleriyle sıralanmış bahçede, sağda köy kadınları oturmuş izliyorlar. Arkada okul binası, bayrak direği ve cami minaresi.

Gece hava sıcaklığı sıfırın altına düşmese de yine de sıfıra yakın derecelerde olduğundan gece biraz üşüdük. Havanın soğuk olması beni pek etkilemedi. Güzel bir uykunun ardından henüz güneş doğmadan uyanıyorum. Çadırımın fermuarını açınca güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm ilk olarak. Çadırın kapısı her zaman güneşin doğacağı yere doğru kurmaya çalışırım. Önümde kazıevi binasının köşesi, okulun bahçe duvarı, daha ileride bir ağaç. Ağacın arkasında güneşin doğmadan önceki kızıllığı bulut parçasını ve ağacı kızıla boyamış. Bir kişide elinde telefona bakıp sosyal medyaya bakmaya çalışıyor balkonda. Buralarda telefonlar pek çekmiyor.

Herkes uyanıp hazırlandıktan sonra kahvaltı zamanı geldi çattı. Yine kazıevi’nin avlusunda görev dağılımı yaparak kahvaltı dağıtılıp yendi. Kahvaltı bitiminde masalar silindi, çöpler toplandı ve tertemiz olarak bırakıldı. Sundurmanın altında kahvaltı dağıtanlar ve kahvaltılık alanlar. Masalarda da kahvaltısını yiyenler görünüyor.

Bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. 23 Nisan Çocuk bayramını burada kutlayacağız her yıl olduğu gibi. Çadırlar toplandı, eşyalar bisikletlere yüklenerek etraf temizlendi. Elektrik kabloları, boya kutuları ne varsa ortalıktan kaldırılıp okul bahçesini tertemiz hale getirdi. Güneş iyice yükseldi ve hava ısındı. Mavi ve turuncu renge boyanmış ilkokul binası, ABAK katılımcıları ve köylüler yavaş yavaş okulun bahçesinde toplanmaya başladılar. Okulun bahçe duvarından, geniş bir alanı görecek şekilde çekiyorum.

Güneş ışıklarının vurduğu ABAK hatıra pankartı pırıl pırıl parlıyor. Etrafını da sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil renkli balonlarla süsledik.

Ve 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik bayram kutlamaları başladı. Okul öğretmeni ve çocuklar hazırladıkları programa göre çıkıp şiirler okuyarak bayramı havasına büründü ilkokul bahçesi.

Köylü kadınları bizler için ikramlar hazırlamışlar sağ olsun. Okul binasının önünde ikramlarını dağıtıyorlar. İzleyiciler için sandalyeler dizelenmiş. Kimileri sandalyede oturmuş. Bir kaç sandalye henüz boş.

Köyün ihtiyar delikanlıları da balkonda yerini almış sandalyede oturuyorlar. Önlerinde balkonun betonuna oturmuş olanlar var, kimisi ayakta. Başlarında takkesi olan ve birisi poşu bağlamış başına. Renkleri siyah beyaz desenli.

Biraz matematik yapalım; Yuntdağı Köseler köyü ilk okulunda okuyan 12 öğrenci var.  8 Kız Öğrenci, 4 Erkek Öğrenci. Bu yıl 4 öğrenci okulu bitirecek. Kaldı 8 öğrenci. Köydeki çocuklardan 1 kişi ilkokul 1. sınıfa başlayacak. Toplam 9 öğrenci olacak. 10 Öğrenci olmayınca milli eğitim okulu kapatıp öğrencileri başka okula taşımalı sisteme geçecekler. Yani işin özü bu yıl son defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız bu köyde. Ama içimiz buruk bir şekilde. Köseler köy ilkokulu bizim okulumuz olmuştu adeta. Çocuklar bizi sevmişti, biz de çocukları. Köylüler de öyle. Okulun ihtiyaçları ve çocuklar için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Çok üzücü bir durum.

Aslında başka bir üzücü durum daha var. O da henüz ilkokul çağında olan 6 öğrencinin hepsi de türbanlı olması. Öğretmen de her ne kadar kravat taksa da çocuklara dersten başka şeyleri de öğrettiği kesin. Duyumlarımız öyle. Aydın diye nitelendirdiğimiz Öğretmenler iyi maaş, büyükşehir, rahatlık, (sözde) huzur ortamda okulda görev almak istemesi öğretimin bu duruma gelmesine neden. 2012 Yılından beri her yıl gidip geldiğimiz bu okulda gözlemlediğim kadarıyla daha henüz okuma yazmayı sökememiş çocukları türbanla kapatıp erkek öğrencilerden ayırarak büyük bir felakete gideceğimiz kesin. Geleceğimiz tehlikede. Aydınlarımızın tembel tutumu, hiç çaba harcamaması sonucu köyler maalesef din tüccarlarının elinde kalmış. Aydınlar aydın olmayınca çağdaş eğitim nasıl olacak, geleceğimiz nasıl şekillenecek. Bilimden, teknolojiden uzak bir eğitim din yobazlarının elinde kendilerine kul olacak bir toplum yetiştiriyorlar. Cahil köylü de bilinçten yoksun olarak Tanrıdan sadece korkmayı öğrenmiş ve öğretilmiş. Din yobazları kendilerinden başkasını dinlememek için insanların yüreklerine sürekli korkuyu pompalamışlar. Aslında Tanrıdan korkmak yerine Tanrıyı sevmeyi deneseler din yobazları yok olup gider, geleceğimizi karartan bu insanlardan kurtulurduk. Sadece Tanrıyı sevmek yeter. Tanrıyı sevmek insanları sevmeyi gerektirir. Kavgalar, savaşlar biter, dostluk ve kardeşlik başlar. Kardeşini seven birisi niye kavga etsin ki? İnsanlar barış ve huzur içinde yaşayıp gider. İşte aydın olmayan Öğretmenlerimiz bunları anlatamıyorlar çocuklara, insanlara, geleceğe. Daha 2 yıl önceki Az bilinen Antik Kentler Turunda bizlere gösteri sunan kız öğrencilerin hepsi de başı açıktı. Güzel elbiseler ve renkli etekler giymişlerdi. Şimdi mat renkli uzun kollu elbise ve başlarında türban var.

(Aşağıdaki 23 Nisan kutlamaları, şiirler, deyişler, oyunlar tamamen okul Öğretmeninin hazırladığı basılı programa göre bire bir yazılmıştır)

Kız Öğrenciler şiir okumak için hazırlık yapıyorlar. Sunucu eline mikrofonu alıp ilk olarak İstiklal Marşını okuyup saygı duruşunu yaptırıyor.

Ardından;

“Dalgalan dalgalan şanlı bayrağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün

 Ufuklar gül açsın gülsün toprağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün”

Şiirinle başlayıp açılış konuşmasını yapıyor.

Sunucu;

“Çocukla! Bayram yapın, sevinin ve haykırın,

 Engel denen her şeyi gücünüzle kırın!

 Çocuklar bilin ki siz koca  bir cihansınız.

 Vatanın her yerinde fışkıran volkansınız.

_ “Şimdi Okulun 1/A sınıfı öğrencilerinden Saliha ALTANAY’ı “23 Nisan” adlı şiirini okuması için davet ediyorum.”

Minik kız öğrenci mikrofonu eline alarak heyecanla şiirini okuyor.

23 NİSAN

Ne mutlu bu gün,

Çünkü 23 Nisan.

Hiç bitmesin bu düğün

Çünkü 23 Nisan.

Her yerler süsleniyor,

Dünya hevesleniyor,

Çocuklar eğleniyor,

Çünkü 23 Nisan.

Ay yıldızlı bayrak elde,

Şarkı söylenir dilde,

Mutluluk var her ilde,

Çünkü 23 Nisan

Şair : İsmail Sağır

Şiiri okuyan öğrenci elinde mikrofonu tutuyor, üzerinde Türk bayrağı olan masanın ardında Öğretmen. Diğer çocuklar sağda sıralarını bekliyor.

Sunucu;

“Bu gün bir başka aydınlık yeryüzü,

 Bir başka ağaçların, evleri yüzü,

 Bu gün çocuklar güzel.

 Bu gün sokaklar güzel…”

_ “Şimdi okulumuzun 1/A sınıfı öğrencilerinden Betül ASLI’yı “ÇOCUKLAR” adlı şiiri okumak için sahneye davet ediyorum.”

ÇOCUKLAR

23 Nisan diye sevinir,

Oynar, koşar çocuklar.

Doyasıya eğlenir,

Zıplar, coşar çocuklar.

Bu gün size bayramdır,

Atamdan armağandır,

Eğlenecek zamandır,

Mutlu yaşar çocuklar.

Şair : İsmail Sağır

Şiirin sonunda minik öğrenciyi seyirciler coşkuyla alkışlıyor.

Sunucu;

“Bayrağın altında yürüyen yiğit

 Bastığın toprağı tanıyor musun?

 Altında yatıyor binlerce şehit

 Onların sesini duyuyormusun?”

Dedikten sonra

_ “Şimdi Öğrencilerden Canan OĞUZ ve Zeynep ALTANAY “Anne ve Kızı” adlı oyunu oynamak için sahneye davet ediyorum.”

Anne sandalyede oturuyor, kızı da ayakta oyunu oynuyorlar başarılı bir şekilde.

Sunucu;

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

 Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.

 Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.”

_ “Şimdi okulun 2/A sınıfı öğrencilerinden Betül ŞEN’i “HOŞ GELDİN 23 NİSAN” adlı şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.

Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bu gün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.

Caddelere taklar kuruluyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram…

Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari bitivermese bu yolculuk…

Seni kucaklamaya geliyor bu gün

Köyler, şehirler dolusu çocuk

Şükrü Enis Regü

Betül ŞEN başarıyla okuyor şiirini. Öğrenciler sırasını bekliyor, arkada okul binası, bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Seyirciler de şiiri dinliyorlar can kulağı ile.

Sunucu;

“Dalgalandığın yerden ne korku, ne keder!

 Gölgende bana da bana da yer ver.

 Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar?

 Yurda ay yıldızın ışığı yeter.”

Dedikten sonra

_ “Okulumuzun 2/A sınıf öğrencisi Barış ŞENOL’u “ÖZLÜ SÖZLER” söylemesi için sahneye davet ediyorum, buyurun dinleyin.”

* Milletin istikbali gelecek nesillere bağlıdır.

* Bu günün küçüğü yarının büyüğüdür.

* Evlatlarınızı kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz.

* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

* Her çocuk bir dünyadır.

* Çocuk demek yarın demektir.

* Çocuğunu iyi yetiştir, dünyanı güzelleştir.

Barış biraz heyecanlanıyor, ara sıra teklemesi hiç önemli değil. Ne de olsa büyükleri karşısında elinde mikrofonla konuşmak o kadar kolay değil.

Sunucu;

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Topla, tüfekle, mızrakla,

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

_ “Okulumuzun 4/A sınıf öğrencisi Erdem AKBAY’ı “MEMLEKET İSTERİM” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şiiri okuyan Erdem büyük alkış alıyor dinleyicilerden. Sunucu, Öğretmen ve bekleyen öğrenciler.

Sunucu;

“Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,

 Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,

 Yazımız var, pehlivanlar güreşir,

 Bu toprağa kimse girememiştir.”

_ “Şimde okulun 2/A sınıfı öğrencisi Fatma AKCAN’ı “ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Çocuklar Kardeş Oldu mu

Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldu mu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldu mu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Dah bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldu mu.
Kucaklaşır batıyla doğu,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Ne açlık kalır, ne korku,
Korudaki fidanlar gibi,
Sevip sevip birbirini
Çocuklar kardeş oldu mu.

Tahsin SARAÇ

Fatma güzel sesiyle şiirini okuyor.

Sunucu;

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

 Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

 Yüce dağlarına çöken dumanla

 Göklere yazılı destan gibisin.

Girişini yaptıktan sonra”

_ “Şimdi okulumuzun 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere bilmeceler soracak. Cevaplamaya hazır mıyız?”

BİLMECELER

Atatürk’ten armağan bize,

Coşku verdi gönlümüze.

Çocuk bayramı o gün,

Söyleyin bakalı hangi gün?

( Cevap ; 23 Nisan )

Çocuk bayramı olan Dünyanın tek ülkesi neresidir?

( Cevap ; Türkiye )

Her ülkeden çocuk gelmiş,

Evlere konuk edilmiş, 23,

Nisan’ı çocuklara kim armağan etmiş?

(Cevap ; Atatürk)

Sunucu;

“Arkadaşlar sevinelim,

 Hep gülelim eğlenelim,

 Sıkılmasın canımız,

 Çünkü bu gün bayramımız…”

_”Şimdi ise okulun 4/A sınıfı öğrencilerinden İlknur BAŞOL sizlere fıkra anlatacak. Hep birlikte dinliyoruz.”

FIKRA

23 Nisan’da ablasının eve misafir getirdiği siyah tenli yabancı çocuğu gören Zehra:

_ Anne, bu çocuk niçin kapkara? Diye sorar. Anne:

_ Çok çikolata yemiş kızım, der. Zehra :

_ Ama ben de çok çikolata yiyorum, kara olmuyorum. Anne durumu kurtarmak için:

_ Kızım, o çocuk kara inek sütünden yapılmış çikolatalardan yemiş, oysa bizim inekler sarıdır.

Kendisi de sarışın olan Zehra, şimdilik bu cevapla tatmin olmuş. Bakalım anlayınca ne olacak. İlknur elinde mikrofon fıkrayı anlatırken çocuklar ve dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar fıkrayı.

Sunucu;

“Korur Serhatları her Türk canıyla,

 Sulanmış bu toprak şehit kanıyla.

 Edirne’den Kars’a dört bir yanıyla,

 Anadolu, Türk’ün Vatanıdır hey!”

_ “Şimdi okulun 4/A sınıfı öğrencisi Erdem AKBAY ve 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere “ISPANAKLI YUMURTA” tarifi verecekler.”

İki öğrenci okul sırasının önüne geldiler. İkisinin başında beyaz aşçı şapkası takılı. Sıranın üzerinde bir piknik tüpü, bir tava, yumurta, kuru soğan ve bir demet ıspanak var. Komik bir şekilde aşçı ve yapacağı ıspanaklı yumurta tarifini görsel olarak anlatmaya başlıyorlar.

Aşçı yamağa şunu yap diyor, yamak tersini yaparak aşçıyı kızdırıyor. Sonrası da yamak önde kaçarken aşçı da ardından koşarak yakalamaya çalışıyor sıranın etrafında müzik eşliğinde. Bu komik duruma hepimiz neşe içinde gülüyoruz. Çocuklar çok iyi hazırlanmışlar ve saf, temiz duygularla bizlere bir şeyler sunmaya çalışmaları bizleri duygulandırıyor. Bu çocuklar harika.

Sıranın üzerinde piknik tüpü, tüpün üzerinde tava. İçinde kuru soğan, ıspanak ve sırada yumurtalar. Sıranın etrafında dönen aşçı ve yamağı. Uzun, boru şeklinde aşçı şapkaları kartondan yapılmış.

Sunucu;

_ “Sıra geldi yarışmalara. İlk olarak “BALON PATLATMA” yarışını izleyelim.”

Okulun öğrencileri alana çıkıyorlar. Her öğrencinin bir ayağında iple balon bağlanmış. Öğrenciler arkadaşlarının balonlarını ayakları ile basıp patlatmaya çalışıyor. Bu arada kendi balonunu da korumak zorunda.

En son bir kız ve bir erkek çocuk kalıyor, ikisi de zorlu rakip. Birbirlerinin balonunu patlatmak için çok çaba sarf ediyorlar.

Sonunda fırsatını bulan erkek öğrenci kız öğrencinin balonunu patlatıyor ve yarışmanın galibi belli oluyor. Alkışlarla yarışmanın galibini kutluyoruz.

Tura ailecek katılan Aykut Erken, eşi ve minik oğlu kucağında ile yarışmaları heyecanla izliyorlar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımız “YUMURTA TAŞIMA” yarışması yapacaklar. Hep birlikte izleyelim.”

Öğrenciler bu kez ağızlarına tahta kaşık sıkıştırarak üzerine konan yumurtaları taşımaya başladılar. Yumurtaları bitiş yerine kadar kim yere düşürmeden götürürse yarışmanın galibi olacak.

Çok eğlenceli ve komik bir yarışma. Yumurta çabuk kırılan bir yiyecek, bir de pişmemiş olması işi daha da zorlaştırıyor. Bir kız çocuğu yumurtasını kaşıktan düşürmüş, yumurta yere değmeden resim çekiyorum. Kız öğrenci de üzülerek yumurtaya bakıyor.

Yarışmayı iki kız öğrenci kazanıyor. Olcay ORMANKIRAN da öğrencilere ödül olarak madalya takıyor boyunlarına. Çocuklar buna çok sevindi, artık bir madalyaları oldu. belki de ilk defa madalya kazandılar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımızın “SANDALYE KAPMA” yarışmasını izleyelim.”

Yarışmaya katılan öğrenci sayısından bir eksik sandalye ortada duruyor. Çocuklar da müzik eşliğinde etrafında dönmeye başlıyorlar.

Balkon duvarında oturan çocuklar yarışmaları heyecanla izliyorlar. Geçmiş yıllarda kendileri bu okulda okurken böyle yarışmalara katılmışlardı. Şimdi ise geçmiş anılarınla beraber kendilerinden küçük çocukları izliyorlar. Artık abileri olarak ortaokulda okumanın keyfi de var.

Sandalye kapma yarışmasında müzik durunca herkes sandalyeye oturuyor. Oturamayan yarışma dışı kalıyor ve her seferinde bir sandalyede alınarak tekrar müzik eşliğinde sandalyelerin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Bazen kendine yer bulamayan sandalyenin kıyısına oturmaya çalışsa da kaybettiğini kabul etmek zorunda. Sandalyede tam oturmuş erkek öğrenci, diğer öğrenci de sandalyenin kıyısında.

Elene elene iki kız öğrenci kalıyor, biri mavi türbanlı, diğeri yeşil türbanlı.

Balkondan seyreden mezun olmuş, ortaokula giden çocuklara Az bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı tutmaları için ellerine veriyoruz. Pankartın iki tarafında solda erkek, sağda kadın, taş tekerlekli bisiklete binmiş, ortada sütunlu antik kent binası ve Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı. Yazı mavi zeminde yeşil renkte yazılmış.

Sandalye kapma yarışmasını yeşil türbanlı öğrenci kazanıyor

Araya bizim turda olmayan yürüyüşçülerden birisinin kızı “İSTİKLAL MARŞI” nın 10 kıtasını ezbere okuyor.

Sunucu;

_ “Geldik en son yarışmaya. Şimdi tüm arkadaşlarımızı bisikletleriyle “DÜŞMEDEN BİSİKLETE BİNME” yarışmasını için buraya davet ediyorum. İzliyoruz.”

Okulun tüm öğrencileri bisikletleri ile yan yana alanda diziliyorlar. Başla deyince bisikletleri ile düşmeden en yavaş sürecekler. Kim düşmeden en son olarak bitiş çizgisine varırsa yarışmayı o kazanacak. Köyün kadınları da sağ tarafta sandalyelere oturmuş çocuklarını izlemeye başladılar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Düşmeden en son olarak Erdem AKBAY kalıyor ve yarışmanın galibi Erdem.

Yarışmanın galibi olarak Erdal AKBAY’ya madalyasını Şeyma ORMANKIRAN takıyor.

Sunucu;

“Değerli misafirlerimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programımız burada sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ediyor bir kez daha iyi bayramlar diliyoruz. Daha nice güzel bayramlarda buluşmak ümidiyle;

Hoşçakalın…”

Diyerek bayram kutlamasını bitiriyor.

23 Nisan kutlamaları bitiminde köyün ilkokulunda okuyan çocuklara aldığımız hediyeleri bez çantalar içinde veriyoruz tek tek. Hediyeleri tura katılan kadınlar veriyor. Hediyesini alan erkek öğrenci torbayı omuzuna asıyor. Diğer öğrenciler de sırasını bekliyor hediyelerini almak için.

Doktorumuz Burcu da hediyesini verip kız öğrencinin yanaklarından öpüyor.

Kırmızı montunu giymiş, başında şapkası, elinde hediye torbasını havaya kaldırmış vereceği öğrenciyi bekliyor öylece. Arkasında da ABAK gönüllülerinden Zeynep Nuray Oymak elinde çanta sırasını bekliyor. Şeyma elinde mikrofon kız öğrencilere bakıp durur.

Zeynep Nuray Oymak ta hediyesini kız öğrenciye verip yanaklarından öpüyor.

Eskişehir den katılan Serpil Koç omuzlarından sarkmış kıvırcık saçları ile erkek öğrenciye hediyesini veriyor. Etrafındakiler de izleyerek alkış tutuyor.

Kadınlarımız tek tek vermeye devam ediyor hediye torbalarını.

Hediye verildikten sonra kız öğrenciyi öpenin yüzü görülmüyor.

ABAK gönüllüsü arkeolog öğrencisi Selen Kanat hediyesini veriyor kız  öğrenciye.

Abak katılımcısı hediyeyi erkek çocuğa verilirken.

Eskişehir’den Çiğdem Suzan hediyesini kız öğrenciye verirken.

Eskişehir den Emine de veriyor torbayı ve yanaklarından öpüyor kız öğrencinin.

Hediyeler verildikten sonra mikrofonu Olcay alıyor eline. Yuntdağı Köseler köyüne, köylülere bizleri ağırladıkları için, ilkokulun öğretmenine, kazı ekibine teşekkürlerini sunuyor.

Kazı ekibinin başkanı Doç. Dr. Yusuf Sezgin hocayı sahneye davet ederek ABAK buflarından birini hediye veriyor.

İlkokul öğretmenine de öğrencilerle beraber hazırladıkları tören için teşekkür edip bir tane buff hediye veriyor Olcay.

En son olarak ta köyün muhtarına sunuyor buflardan birini ve köylülere teşekkürlerini sunması için muhtara teşekkürlerini bildiriyor.

Köyün öğretmeni, Olcay Ormankıran, Doç. Dr. Yusuf Sezgin ve köy muhtarı birlikte resim çekiyorum son olarak.

2012 Yılında sevgili Gürkan Genç Dünya turuna başlarken beraber keşfettiğimiz Yuntdağı Köseler köyü, ilkokulu ve sevimli öğrencilerini çok sevmiştik. O zaman ilkokulda öğretmen yoktu ama biz köyden ayrıldıktan hemen sonra öğretmen atanarak öğrenciler öğretmenine kavuşmuştu. Keşif sonrası ABAK rotasını buraya çevirmiştik. 2013 yılında ikincisini gerçekleştirdiğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turu için 23 Nisan çocuk bayramını köyün öğrencilerinle beraber ilk defa kutlamıştık. Hatice Öğretmen göreve başladıktan sonra öğrenciler başörtüsü takmıyordu. Aslında takması da uygun değildi ilkokul öğrencileri için. Ama Hatice Öğretmen kolay yolu seçti, rahat şehir olanaklarına esir düşüp Manisa’da göreve başladı ve öğrenciler tarikatların, din yobazlarının elinde kötü bir eğitim, daha çok din hurafelerine inanarak büyüyorlar. Böyle yetişen kız çocukları türbanla kapalı olarak çocuk gelin bile oluyor sonunda. İşte en çok canımı sıkan da bu durum. Kız öğrencilerini okulda türbanlı olarak ilk gördüğümde şok olmuştum. Yazık, geleceğimiz aydınlanmıyor. O da kendini aydın sananların hiç bir şey yapmaması. Zaten okulda yeteri derecede öğrenci kalmadığından okul kapanacak, son defa köyde 23 Nisan’ı kutladık. Seneye öğrenciler taşımalı sistemle başka köydeki okula gidecekler. İçimde küçük bir umut kaldı. Belki de gidecekleri okulun öğretmeni idealist, çağdaş bir öğretmen çıkar da öğrenciler bir şeyler öğrenebilir. Küçük bir umut olsa da umudu yitirmemek gerek.

Bu duygularla köyden ayrılıyorum. Herkes çoktan hazırdı, o yüzden törenler biter bitmez hızlıca yola koyulduk. En arkada kalanları toparladıktan sonra ben de yola çıkıyorum. İlk olarak yokuş aşağıya iniyoruz dere yatağına kadar. Sonrası yine yokuşlar çıkacak önümüze.

Biraz yüksekteyim, yolun inişi aşağı doğru gidiyor. Aşağısı görünmüyor ama karşı yamaçta görünen yol ve yolda tırmanan bisikletler de görünüyor bulunduğum yerden. Önümde iki kişi var.

Kendimi yokuş aşağı salmadan dönüp arkada kalan Köseler köyünü son defa bakıp resmini çekiyorum. Ağaçların arasında tek tük köy evleri, cami ve gölet in bir kısmı görünüyor. Sağda daha ileride Aigai antik kentinin olduğu tepe tamamen görüntüde. Ortada solda bir tane ağaç telefon direği ve kalın telefon teli.

Dere yatağına inip köprüden geçtikten sonra biraz sert yokuş başladı. Gidonumda üç martı tüyü ve yokuş çıkan bisikletliler.

Manisa tarafına giden yol ve Bergama tarafına giden yol çatağına geldik. Yere beyaz sprey boya ile sola kıvrık ok işareti ve SOLA ABAK yazısı bizleri uyarıyor sola dönün diye.

Yolumuz üzerinde olan ilk köy Seklik köyü. Burada durmadan geçip gidiyoruz. Köyün eşeklerinden birisi sağda otlarken horoz da tavukların başında yemlendiriyor yerleri eşeleyerek. Resim çekmek için durunca horoz hemen dikleniyor bana bakarak. Tavuklara yaklaştırmayacak öyle anlaşılıyor. Zaten tavuklara kışt demeyeceğimden sadece tezek kokan köyün hayvanlarının resmini çekeceğim. Köyde olduğumuzu belirtmek için. Yol yukarı doğru gitmekte, bir kaç bisikleti yokuşta bisiklet sürüyor.

Yunt dağlarının sırt tarafına çok yakın olarak giden yoldayız. Tepeler sol tarafımızda biraz yukarılarda kalıyor. Tepelerde bir çok rüzgar değirmeni görünmekte. Rüzgarın esintisiyle durmadan dönen pervaneler sürekli olarak elektrik üretmekte. Rüzgarın kinetik enerjisi bedava olarak kullanılıyor. Sadece üretim maliyeti ile bir kaç yılda kendini amorti eder rüzgar türbinleri. Uzun zamandır teknolojiyi takip etmediğimden son okuduğum bilgiler ışığında rüzgar türbinlerinin kanatları 24 metre olarak biliyordum. Aradan geçen zamanda teknoloji durmamış gelişmiş olduğunu bu türbinlerde mühendislik yapan Cihat bana kanat boyunun sadece bir tanesinin 60 metre olduğunu söyleyince şaşırdım. Mühendis Cihat bisikletiyle turda beraber sürüyoruz. Elektrik jeneratörü de 650 KW olarak bildiğim bilgi 3.000 KW olarak elektrik üretiyor. İş daha da büyüyecek anlaşılan.

İsmailler köyü girişine vardık, arkada kalan yok. Bahçe duvarı taşları üst üste koyarak harç kullanmadan örülmüş. Bahçe duvarın üstünde kalmış. Duvar ile beraber düzgün dikdörtgen taş ile kocaman bir çeşme yapılmış. İki tane çeşme, bir tane de boru var ama çeşmelerin kafaları sökülüp alınmış ve bir damla bile su akmıyor. Bahçede ağaçlar var, zeminde yeşil çimenler. Duvar ve çeşme beyaz kireç badana ile boyanmış.

Köyün meydanında da büyük bir çeşme yapılmış düzgün taşlardan. Buradaki çeşme sağlam ve akıyor. Yer yer boyaları dökülmüş taş çeşme nedense beyaz kireç ile boyanmış. Taş bej renginde güzel görünüyor. Doğal rengini bozmuşlar çeşmenin. Çeşmenin ön tarafında da genç bir çınar ağacı var. Genç dediğime bakmayın , en az 100 yıllık var gövdesine bakarak. Çeşmenin önünde bisikletler park edilmiş, bir kişi çeşmenin duvarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturarak oturuyor, kim bilir neler hayal ediyordur?

Öğlen için kumanyaları burada, bize yemek sağlayan ketring Ayşe’nin kendi köyü İsmailler köyü olunca kumanyanın yanında bol ayran da dağıtıyorlar. Kahveden alınan bir masa ve tahta sandalyeler üzerinde kumanya kolisi, plastik kovalarda ayran ve kuyrukta bekleyen bisikletçiler.

İsmailler köyünde verilen kumanyalar ve ayran ile karnımızı doyurduk. Köyün kahvesinde çay, soda, kahve içerek biraz dinlendik. Belirli saatte yola çıkarak son kalan yokuşu çıkmaya başladık. İri gövdeyi çitlembik ağacının gölgesinden yolda gelen bisikletçileri Ferdimen çekiyor. Sağda kendi bisikleti de park etmiş olarak. Çitlembik ağacının yaprakları taze ve canlı görünüyor. Çünkü bahar ayındayız ve yapraklar yeni açıldı her baharda olduğu gibi.

Artık yokuş bitti, her zaman dediğimiz gibi son yokuştu  ve zirvedeyiz. Burada arazi kayalık, taşlık. Tarım yapılmaya uygun değil. Doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları gelişi güzel araziye yayılmış durumda. Denizden 488 metre yüksekteyiz rakım olarak.

Çukur bir yeri bir tarafını kapatarak minik bir gölete dönüştürmüşler. İlkbahar da yağan yağmurlar göleti ağzına kadar doldurmuş. Gölet bisikletim KUZ ile birlikte güzel bir manzara oluşturuyor. Arkada görünen Yunt dağları ve rüzgar türbinleri manzaranın fonunu oluşturmuş.

Ferdimenin çektiği başka bir resim daha. Yeşil çimenlerin ortasında minik, bir o kadar şirin bir gölet daha var. Arka tarafta henüz açmamış bir ağaç ve yeni yaprak açmış başka bir ağaç baharı müjdeliyor yeşil otlak ile.

Karşıma ilginç bir çam ağacı çıkıyor. Çam ağacı sanki büyümek istemeyen çocuklar gibi yaramazlık yaparak yukarı doğru büyümesi gerekirken yere paralel olarak büyümüş. Gövde 2 metre civarında sağa doğru 90 derecelik bir açıyla gövde öylece dönmüş. Hani derler ya “Ağaç yaşken eğilir” atasözü burada kendini göstermiş bize örnek olarak. Yaramaz ağaç yukarıya doğru değil de yana doğru büyümüş.

Biraz gittikten sonra karşıma genç çam ağaçlarının yaz ayında başına gelen felaketi görünce içim cızz etti. Ağaçların bir kısmı yanmış ve yangın sonunda ateş gören yerler kurumuş. Neyse ki az bir alan yangından etkilenmiş ve hemen söndürüldüğü anlaşılıyor fazla yayılmadan. Yanık izleri üzüyor beni. Yeşil olarak görmem gereken çam ağaçları, çalılar, makiler kahverengi ve siyah renklerin kasveti beynimdeki nöronları etkiliyor.

Henüz tepelerde bisiklet sürmekteyim, iniş başlamadı daha. Karşıma kocaman çitlembik ağacı çıktı. Yeni açmış taze yaprakların rengi beynimdeki nöronları sakinleştiriyor. Az önce gördüğüm yangın manzarasını siliyor bu görüntü. Yol hafif bir çıkışla tepeye kısa bir mesafe olduğunu gösteriyor. Sağdaki tabela sa sola dönemeç olduğunu işaret etmiş.

Tüm grup önümde, ben de arkalarından salıyorum kendimi yokuş aşağı. Sağda ağaçlar, solda da tek katlı, kiremitli bir ev.

Yıllardır yollarda giderken ara sıra karşıma çıkan “Ceylan çıkabilir” uyarı levhası yine karşıma çıktı. Bakalım ne zaman bir ceylan göreceğim, kısmet. Üçgen bir tabelada kırmızı şerit içinde ön ayakları kıvrık, yukarı doğru zıplayan siyah boyalı ceylan resmi beyaz zemin üzerine kondurulmuş.

Önümde güzel bir inişin olacağını yol gösteriyor. Etraf çalılar ve ağaçlarla kaplı yeşillikler içindeyim. İnişin başladığı yerden Bergama’nın bir kısmı ve Bakırçay havzası görünmekte.

Düzlüğe, Bakırçay havzasına, ovaya indik. Bakırçay nehrinin olduğu yerde, köprüye gelmeden aşağıya akan kısmın resmini çekiyorum. Bir hafta sonra Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Durup şöyle akan nehre baktım, temiz akmadığı belli. Nehrin kıyılarında çalılar ve söğüt ağaçları var. Uzaklarda bir kaç kavak ağaçları göğe yükselmiş. Sağ alt köşede üç martı tüyünün uçları görünüyor.

Yolu uzatmadan, kestirme olan dar bir köprüden karşıya geçeceğiz. Köprüden arabalar geçemiyor. Önümde iki bisikletçi köprüden geçerken sadece bir bisikletçinin geçeceği kadar geniş olduğunu rahatça görebiliyorum. Köprünün korkulukları demirden yapılı. Bir araba nehir kıyısında durmuş, sahibi bedava nehir suyu ile arabasını yıkıyor. Nehrin karşı tarafına iki ayrı elektrik hattı direklerle geçiş yapılmış.

Köprüden karşıya geçip yola çıkınca yol kıyısındaki beton kaldırım bloklarda kırmızı sprey boya ile sola ok işareti ve ABAK yazısı bize gideceğimiz yönü gösteriyor. Kaldırım tarafına cılız görünümlü ağaçlar dikilmiş. Soldaki tepe Bergama antik kentinin olduğu yer olan Akropol olduğu gibi görünüyor.

Bergama kentinin kıyısından Akropol’un olduğu yere geldik. Teleferik ile yukarı çıkacağız. Ücretini herkes kendisi ödeyerek binecek. Her gondola 8 kişi binerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Benim olduğum gondolda karşımda, İlknur Sözündeduran, Ferdimen, Cem Balkanlı ve Gürel Gürselp var.

Bizim tarafta ise Cem Tabanlı, ben Doktorumuz Burcu Koçay ve Hüseyin Engindeniz var.

Akropol’un kuzey tarafında Kestel baraj göleti görünmekte.

Teleferik ile yukarı çıkınca Akropol’e giriş gişelerinde beklenmedik bir durumdan haberimiz oldu. Bizler Az Bilinen Antik Kentler Turu olarak Turizm bakanlığında ören ve müzelere giriş için gerekli izinleri almıştık resmi olarak. Girişte ücret ödemeden misafir kartı ile geçiş yapacağız. Ama görevliler bizden önce gelen bir bisikletçi grubunu bizim turdan olduğunu zannedip adımızı da kullanarak giriş yapmışlar. Görevlilere biz daha yeni geldik, bizden önce girenlerin turumuza dahil olmadığını belirttik. Sonra sayımız belli 120 Kişiyiz, izinleri de ona göre aldık. O grup ile alakamız yok diyerek içeri girdik. Daha sonra adımızı kullanarak içeri giren gruptakilerle yaptığımız görüşmelerde her ne kadar durumu inkar etseler de olan olmuş. Bisiklet adına üzücü bir durum.

Her neyse içeri girip hızlıca dolaşmaya başladım antik kenti, Yamaçta yıkıntı kalıntıları, taş bloklar yerlerde. Burası sarayların olduğu bölüm.

Akropol antik kentinin camekan içine yapılmış maket kentinin resmini çekiyorum. Kentin yapısına uygun olarak binaların yerlerinde teraslar ve tiyatro maket olarak yapılmış. Yapılmış yapılmasına ama kötü bir şekilde. Antik döneme ait hiç bir benzeme yok. Sanki Laz bir müteahhit betondan sütunlar üzerine kiremitten çatılar yaparak binaları gelişi güzel kondurmuş. Maketi yapan usta ve sanatçı olmayınca böyle çirkin bir kent ortaya çıkmış.

Kazı ekibinden birisi bizlere antik kent hakkında bilgiler anlatıyor. Her mekanda durup etrafında toplanarak pür dikkat dinliyoruz genç kocamızı. İnce sesi ile üzerimizden geçen bulutların altında daha önce yaşanmış olan kentin bilinmeyenlerini anlatıyor. Akada taş duvarlar, kimisi düzgün, kimisi de yığma taşlardan yapılmış.

Athena tapınağının olduğu teras geniş bir alanı kapsıyor. Taban düz taş plakalar döşeli, Kıyılarda sütun kalıntıları kalmış sadece.

Kestel barajının göletini arka taraftan görüntüledim. Tepeleri doruk kısımları yarımada ve ada olarak kalmış su yüzeyinde.

Genç hocanın etrafında dinleyiciler yüzünü dönmüş anlatılanları dinliyor. Ferdimen yere oturmuş fotoğraf makinesi ile resim çekmeye çalışırken Mert ise resim çekilen yöne doğru ayakta bakıyor.

Antik kenti dolaşmaya devam ediyoruz. Bir kısım sütunlar, üzerine kirişler konulmuş olarak ayakta duruyor. Böylece görsel olarak antik kentin bir kısmı ayakta kalarak daha güzel görülmesini sağlamış. Yapılar tam olarak restore edilip yapılsa açık havada böyle albenisi olmaz. Yürüme yollarında kalın kalaslar yere döşenmiş. Üzerinde insanlar yürüyüp bir yerden bir yere gidiyorlar.

Dört sütun üzerine L biçiminde kirişler konulmuş yapının köşesinin bir parçası ayakta. Kirişin üzerinde çatı aynasının başladığı yer var sadece. Arada bir sütun yok, devamında iki sütun var ama sütunların boyu biri kısa diğeri tam olarak duruyor. Üzerinde bir şey yok. Burası Trajanium tapınağı, Almanlar tapınaktaki değerli eserleri, heykelleri Almanya’ya kaçırarak Berlin Bergama müzesinde sergilemektedir.

Trajanium Tapınağının dış sütunlu duvarları ve avlu kısmı, Düz bir duvar üzerine sütunlar ve kirişlerin bir kısmı sütunların üzerinde. Solda tapınağın 4 sütunu.

Athena tapınağının alanında yürüyoruz. Burada kocaman bir çitlembik ağacı meydanı kaplamış durumda.

Tapınağın sütunlarını daha yakından çekiyorum.

Sütun başlıkları ince işçilik örnekleri ile bezenmiş. Büyük bir ustalık ve sabır işi ile muhteşem sütunlar. Yuvarlak taş bloklar beş parmak genişliğinde niş olarak oyulmuş yukarıdan aşağıya doğru bir kanal gibi. Sütunlar 1.5 metre taş bloklar üst üste konularak yapılmış. Sütun boyları 9.80 metre uzunluğunda. Alttaki kirişlerde ise yumurta biçiminde içe oyulmuş niş süslemeler ile bezenmiş. Harika bir işçilik. Resmi aşağıdan yukarı doğru sütun tamamen görülecek şekilde çektim.

Çatıya konulan köşe taşları süslemeleri ise bambaşka işçilik örneği. 5 Metrelik çatı aynasının köşe kısmı, girintili çıkıntılı ince işçilikle her taş blokta iki sütunlu küçük bir tapınak örneklemesi yapılmış.

Trajanium Tapınağını komple çekiyorum. Taş duvardaki süslemeli kiriş yıkıntılardan toplanıp bir araya getirilmiş. 4 Sütun üzerinde ki kiriş aynı orijinal biçimindeki gibi konularak antik kent görünümüne bürünmüş. Depremler sonucu tamamen yıkılıp yerde bulunan mermer blok parçalar birleştirilip sütunlar üzerine konulmuş arkeologlar tarafından. Tek yada bir kaç sütün kirişi ile beraber ayakta durması tekrar edecek bir depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öyle kolay yıkılacak bir yapı değil.

Dünya’nın en dik tiyatrosu Bergama’da Akropol de bulunuyor. Tiyatronun tamamını yandan kareye sığdırıyorum. Tiyatronun ardındaki tepeden Bergama kasabasının evleri ve Bakırçay havzası görünmekte.

Yüksek bir tepenin üzerinde olmak manzaranın güzel olmasını kaçınılmaz kılıyor. Düzlükte kurulu olan Bergama’nın evleri, kenar mahallesi ve Kozak yaylasına çıkan yolun kıvrımları görünüyor. Bakırçay havzası Bergama tarafında geniş bir düzlük oluşturmuş. Denize doğru olan kısım küçük tepelerden iyice daralmış.

Trajanium Tapınağının alt kısmı 7 metrelik taş galerilerle teras kısmı genişletilip tapınağı sağlama almış. Galeriler kemer biçiminde yapılarak üstü kapatılıp korunaklı bir alan meydana getirilmiş. Duvarlar ve kemerler yüksek.

Aynı kemerli örtü iç kısma doğru yapılarak kocaman bir yer, yüksek tavanlı olarak yapılmış. En dipte bir kapı var. Kapıdan sonra devam ediyor ama nereye kadar belli değil. Hem odanın girişi hem de arkadaki kapının girişi demir parmaklıklarla kapatılmış girilmesin diye.

Galerinin sonunda bir geçit çıkıyor karşıma, merdivenlerden aşağıya gidiyor.

Geçidin içindeyim, sağa doğru çıkışı var, gün ışığı geliyor sağdan geçidin içine. Kimi yer kayalar oyularak, kimi yer de taş bloklarla örülmüş geçidin duvarları. Aynı zamanda merdiven basamakları da sağa aşağıya doğru eğimli iniş var.

Geçit tiyatroya doğru çıkıyor. İlk başta kapıda görünen epey aşağılarda Kozak yaylasına giden vadinin manzarası.

Tiyatronun üst kısmından sola doğru giderek Zeus sunağının olduğu yere gidiyorum. Daha önceden gidip görmediğim ve daha yakından bakmalıyım Zeus sunağının boş olan yeri. Tabelada yazılı olan Zeus sunağı yazısı ok ile gidilecek yeri gösteriyor.

Zeus sunağı sadece zeminde beş basamak olarak biraz yükselti olarak kalmış. Basamakların toplamı 20’dir. Sunağı olduğu gibi kaçıran Alman basamakları kaçırmaya gerek görmemiş. Hırsızların 150 yıl önce kaçırdığı Zeus sunağı II. Dünya savaşında Ruslar sunağı sökerek Rusya’ya taşımış. Savaştan sonra geri vermişler ama en değerli parçalar hala Rusya’da. Almanya hukuk davaları açmış kendine ait olmayan tarihi eserler için ama hırsız hırsızla baş edememiş. Sunağın olduğu yerde bir çitlembik, iki de çam fıstığı ağacı var. Ağaçlar da epey büyük. İnsanlar o yöne doğru gidiyor birer ikişer.

Hırsız mühendis karl human ölünce Zeus sunağının olduğu yere gömülmüş. Ruhuna dua yerine sömürgeci zihniyete sahip hırsız olan birine bedduadan başka ne okunabilir ki! Vatanını seven büyük şair Nazım Hikmet RAN kendi memleketinden uzakta vatan haini diye yatarken, soyguncu birisinin mezarı vatanımızda soyduğu yerde yatması ne garip bir durum. Özellikle mezarın olduğu yere gelip gerekli bedduayı evrene gönderdim. Nasıl olsa bir yerlerde olan ruhuna gitmiştir.

Mezar taş bir blok ve başında servi ağacı.

Akropol ziyaretimiz bitiyor ve teleferiğe binmeye başladık. Keşan grubu gondola binmiş, henüz kapısı otomatik kapanmadan resimlerini çekiyorum.

Aşağı indikten sonra bisikletlerle Kızılavlu (Bazilika) ören yerine geldik. Ayakta kalan devasa kalın duvarın 19 metrelik kısmının yandan çekilmiş resmi. Ağacın dalları görüntüyü biraz etkilese de duvarın kırmızı tuğlaları görünmekte. Ben daha önce gezdiğimden içeri girmeyip dinleniyorum bir köşede. Resimleri içeri girip çeken Ferdimene aittir.

Rehber hoca bazilika hakkında bilgi veriyor devasa duvarın dibinde. Etrafında dinleyiciler onu dinliyorlar.

Duvar o kadar yüksek ki yakından kareye almak olanaksız. Ancak bir kısmını çekebiliyor Ferdimen. Çünkü burada tapınılmış Mısır tanrılarından Serapis ve İsis heykelleri var. İlk önce sağdaki heykel.

Sonra diğer heykelin olduğu tarafı çekiyor Ferdimen. Heykeller yeni yapılmış mermerden.

Duvarın ön kısmında ayrı bir yapı daha var. O da duvarları yüksek bir bina.

Yüksek tavanlı binanın içine giriyorum. İç kısmında kemerli duvarlar o kadar yüksek ki kareye sığdırmak olanaksız. Kemerin altında ayakları tamamen kırılmış bir aslan heykeli konulmuş.

Geniş kubbesi de pişmiş tuğlalardan yuvarlak biçimde her sıra daralarak kubbe biçiminde örülerek en uçta sadece ışık alsın diye boşluk bırakılmış. Tepedeki boşluktan gün ışığı içerideki loş ortam dolayısıyla parlak görünüyor.

Tavandan gelen ışık içerisini insan gözünün görebileceği kadar içerisini aydınlatıyor. İçeride kalabalık bisikletçi grup rehber hocanın anlattıklarını dinliyor.

Tabanda ayrıca derin bir bodrum katı daha var. İçeriye konulan lambanın aydınlatması yeterli miktarda duvarların görünmesini sağlamış.

Kızıl avludan tepenin üzerinde bulunan Akropol antik kentinin görünümü. Eteklerde kale olarak kullanıldığında yapılan surlar da rahatlıkla görülüyor.

Kızılavlu (Bazilika) ziyaretimiz bitince hep birlikte şehrin içinden bisikletlerimizle geçerek şehir dışındaki belediyenin sosyal tesislerindeki Kleopatra güzellik ılıcalarının olduğu yere geldik. Zaman yetmediğinden Asklepieion antik sağlık merkezini gezemedik. Yeşil alanda çadırlar kurulmaya başlandı. Orta alan boş, kıyılarda çadırlar kurulu ve gezinen insanlar. Hava kararmaya başladığından sokak lambaları yanıp parlamaya başladı.

Akşam yemeği yendikten sonra sıcak sohbetler başladı serinleyen gecede. Sohbete kahve pişirerek katılıyorum. Pişirdikçe ikram ediyorum içenlere. İçilen kahvelerden boşalan fincanlar yıkanıp tekrar pişirerek ikram devam ediyor. Ta ki herkes içene kadar.

Masanın etrafında toplanmış insanlar sohbet ediyor. Ön masada siperliği olan ocağımın üstünde cezvede kahve pişiyor. Aydınlatma lambası solda parlak ışığı ile bizleri aydınlatıyor gecenin koyu karanlığında. Hava soğudu iyice, ateşi yakamadık yasak olduğu için. O yüzden herkes kalın bir şeyler giymiş üzerlerine.

Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeden günün yorgunluğunu atmak için herkes çadırlarına çekilip yattı.

Daha detaylı yazı dizisi 2 yıl önce yazmıştım, ilgilenenler okuyabilir. http://www.urimbaba.net/?cat=520

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Turu 2. Gün

5. Az Bilinen Antik Kentler Turu 2. Gün

22 Nisan 2016 Cumartesi

Urla içmeler – Urla İskele – Sığacık.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Bazı resimler Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Dövüşmek ancak ona yakışırdı

Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar

Yoktu bağlandığı herhangi bir şey

Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın

Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir

Ve başarısız eylemler çağında o

Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bin yıllık zeytin ağacının gözdesi etrafında el ele tutuşmuş bisikletçiler.

Güzel bir uykunun ardı güne iyi başlamaktır. Güneşin ilk ışıkları kamp alanına vurunca gece esen rüzgarın dindiğini anlıyorum. Kalkar kalkmaz eşyaları toplayıp kıytırığa yükledim. Sabah kahvaltısı da hazırlanıyor bu arada. Rüzgar var diye gece binaların arasına çadırları kurduk. Yemek masaları da burada. Kahvaltıyı afiyetle yiyoruz ve hemen eşyalar bisikletlere yüklenmeye başladı bile. Turda destek aracı yok o yüzden herkes kendi eşyasını kendi taşıyor.

Okaliptüs ağaçları etrafta, ortada masalar. Kimisi masada oturmuş kimi ayakta sohbet ediyor. Güneş bahçeye vurmuş iyice aydınlık ortalık.

Ben de bu arada fincanlarımı çıkarıp kahve pişirmeye koyuldum.

Dört kahve fincanı ve dört kahve tabağı.

Beni mutlu eden Mustafa Güven’e tekrar teşekkürler. Bunu kahve içerek kutlamalıydık. Şanslı olan iki kişi daha aramıza katıldı, Fırat Okutucu ve Doktorlarımızdan Burcu Koçay. Böylece yeni fincanlarımızla ilk kahvemizi kuytu bir köşede içmiş olduk. İlk defa fincan tabaklı kahve içtik ama fala bakmadık, Urim Baba’nın kahvesinde fal bakılmaz.

Tesisin odalarının arka tarafında dört kişi oturmuşuz elimizde fincanlar kahve içerken. Kıytırığın üçgen turuncu ve sarı bayrakları da resmin sol tarafında.

Herkes hazır olunca gönüllü ekip ile masa ve sandalyeleri işletmenin deposuna kaldırdık el birliği ile.

Üstü kapalı yarım yuvarlak bir baraka, iki yanı da açık. Masaları söküp yerleştiriyoruz. Okaliptüs ağaçları burada da var.

Artık tura başlanmalı diyerek yola çıktı grubumuz. İlk durak eskiden karayolu olan deniz kıyısındaki tarihi İskender köprüsü. Burada resim çekilmeden olmaz deyip pankartımızla resim çekiliyoruz hep birlikte.

Köprü taştan yapılmış, iki tarafı da yıkıldığından biraz yüksekte. Köprünün yüksekliği bir adam boyu, uzunluğu da 15 metre civarı. Üç tane gözü var, ortadaki büyük, yanlardaki küçük kemerli göz. 70 kusur kişi kimi köprünün üstünde ayakta, kimisi kıyılara oturmuş. Kimisi de köprünün önünde. Az bilinen antik kentler turunun pankartı önde.

Biz artçılar olarak Doktor Mete ile ayrıca kendi resmimizi çekiliyoruz. İkimizde birer kolumuzu kaldırmış selam veriyoruz. Solda bisiklet canavarı Enes bisikleti ile uğraşırken. Köprünün ardı deniz, önü ise kumsal. Köprü üç gözlü yapılmış.

Ana yoldan Urla kavşağına kadar gelip biraz geri gittikten sonra ara bir yoldan Urla İskele mahallesine geliyoruz. Burada grubu ikiye ayırdık. Bir grup Klazomenai antik kenti gezecek, diğer grup ta tarihi gemi yapım atölyesini gezecek. Ben antik kenti gezen gruba katıldım. Antik kentte kazılar devam ediyor bir yandan. Sadece burası değil başka yerlerde de kazılar yapılıyor bölüm bölüm.

Yerde çakıl taşları dökülmüş yürümek için, karşıda saz çatılı bir yapı görünüyor. Bu yapı zeytin yağı işliği. Solda tarla, tarlada otlar biçilmiş, balya halinde duruyor bir kaç tane.

Çatısı sazlardan yapılmış iki yapı var alanda. Birisi yağ işliği, diğeri kuyunun üstünü örtüyor. Ahşap iskeletin üzerine demetler halinde kalın bir tabaka bağlanmış. Yağmur, sıcak, soğuk geçirmeme özelliği var. Yalnız işçilik önemli, işi ve işçiliği iyi yapmak gerek.

Saz çatının yakından çekimi, ahşap iskelet ve yandan saz demetleri çatıyı örtmüş.

Saz çatının anlı böyle kesilmiş, sazların kalınlığı 8 mm olacak. Sıkı demetler halinde bağlanacak ki üstten yağan yağmur alttaki sazdan aşağı kayıp gitmeli. Saz tabakasının kalınlığı 40 – 50 cm civarı.

Klazomenai (Antik Yunanca: Κλαζομεναί), İzmir körfezi’nin güney sahil şeridi üzerinde, İzmir’in 38 km batısında, Urla belediyesi sınırları içinde bulunan tarihi İyonya kenti. Oniki İyonya kenti arasında anılır. Urla’nın doğusunda uzanan sahil şeridi için kullanılan Kilizman ismi, bu antik kentten kaynaklanmaktadır.

Klazomenai kentinin kalıntıları bugün Urla ilçesinin İskele Mahallesi’nde, denize komşu tarlalarda ve kıyıya yakın Karantina Adası üzerinde bulunmaktadır. İskele Mahallesi’nin antik çağda bir Yarımada oluşturduğuna dair bulgular mevcuttur. Kazıları Ege Üniversitesi adına 1981’den günümüze yürütülmekte olup, tarihi MÖ 4000 yıllarına kadar uzanan ve günümüzde kazıları ayrı bir organizasyon içinde sürdürülmekte olan Limantepe Höyüğü’nün komşusudur.

Nüfus olarak nispeten küçük bir yerleşim merkezi olmakla birlikte, Klazomenai, çoğu kuruluşunun ilk dönemi olan MÖ 7. yüzyıldan kalma ve günümüzde kentin adıyla anılan terrakotta lahitleri ve yine kentin adı ile anılan siyah figürlü yerli seramikleri (Kuzey İyonia kentlerinin kendilerine özgü yaban keçisi stilindeki seramik dahil) ile ün kazanmış olup, önemli bir seramik üretim merkezi olduğu kabul edilmektedir.

Klazomenai ayrıca zeytinyağı ticaretinde isim yapmıştır. Kalıntıları arasında yer alan ve MÖ 6. yüzyıla tarihlenen zeytinyağı işliği tanımlanabilen en eski zeytinyağı üretim tesisidir ve bu tesiste 2004-2005 yılında Ege Üniversitesi koordinasyonunda restorasyon ve yeniden inşa çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Sitte aynı tarihlerden kalma ve zeytinyağı işliği ile bağlantılı bir demirci işliği de bulunmaktadır. Mayıs 2007 de deniz yatağının altında MS 7. yüzyıl sonuna tarihlenen çıpa ve diğer buluntular ortaya çıkarılmıştır. Bu çıpayı da keşfedilen en eski gemi çıpası olarak anan kaynaklar mevcuttur.

Pausanais’a göre Klazomenai ve Phokaia’da birer eski Yunan kolonisinin kuruluşu Ege Denizi kıyılarındaki diğer İyon kolonilerine göre daha geç tarihlidir. Klazomenai’de İyon göçmenlerine ait olan arkeolojik izler şimdilik en erken MÖ 10. yüzyılın ortalarına, bir başka deyiş ile geç protogeometrik döneme aittir. Akropol yer alması muhtemel kutsal alanın da MÖ 8. yüzyıl sonlarından itibaren etkin olduğu söylenebilmektedir. Bu durum Pausanias’ın, Klazomenai’nin diğer İon kentlerine göre daha geç bir yerleşim olduğu hakkında vermekte olduğu bilgilerle uyumlu görünmektedir. Pausanias ayrıca, Klazomenai ve Phokaia’nın İyonlar Asya’ya gelmeden önce yerleşime sahne olmadıkları bilgisini vermektedir ki, bu bilginin yanlışlığı Limantepe ve Panaztepe höyüklerinin keşfedilmesiyle anlaşılmıştır.

Klazomenai kuruluşunun ilk evrelerinde Kimmerlerin Frigya Krallığı yıkan saldırılarından payını almış, daha sonra da Lidya devlerinin kuşatmasına maruz kalmıştır. Trakya’da Nestos nehrinin (Türkçe’de Karasu) bereketli alüvyon ovasında ilk kuruluşu MÖ 650 civarında Klazomenai tarafından gerçekleştirilen Abdera kolonisi, buna yakın bir tarihte Miletos’la birlikte yine Trakya’nın Karadeniz sahilinde kurulan Kardia kolonisi, Klazomenai kaynaklı kolonizasyon hareketinin bilinen ilk örnekleridir. Miletos önderliğinde Marmara Denizi ve Karadeniz kıyılarında kurulan ve sayıları 70’e ulaşan kolonilerin birçoğunun kuruluşuna, diğer İyonia kentlerinin yanı sıra Klazomenai’nin de katıldığı anlaşılmaktadır. Herodot’un aktardığı, MÖ 7. yüzyılda İyonya kentlerinin Firavun Psammetikhos döneminden itibaren Mısır’la paralı askerlikle başlayan ilişkilerine Klazomenai de katılmıştır. Arkaik dönem yerleşimi Pers imparatorluğu işgaliyle birlikte MÖ 546 civarında kesintiye uğramış, ve kent alanı 20-25 yıl terkedilmiştir.

MÖ 6. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ise, Klazomenai’de özellikle zeytinyağı ihracatına dayanan canlı sanayi ve ticaret faaliyetleri belirmektedir. MÖ 499-494 arasında İyonya kentlerinin Perslere karşı ilk isyanının başarısızlıkla sonuçlanması sonrasında Perslerin ılımlı politikalarının sona ermesinden Klazomenai de etkilenmiştir. Şehir sakinleri anakaradaki topraklarını terketmişler, Pausanias’ın aktardığı şekilde “Pers korkusu yüzünden adaya geçmişlerdir”. Kent MÖ 487’den itibaren Atina tarafından kurulan Attik Delos Birliği’ne düzenli olarak vergi ödemiştir. Peloponez Savaşı esnasında Klazomenai önce Atina’nın yanında yer almış, ancak Atina’nın MÖ 413’de Sicilya’da Sparta’ya karşı bozguna uğraması sonrasında Sparta saflarına geçerek, anakarada yer alan Polikhne’yi (Balıklıova) tahkim etme denemesinde bulunmuşlardır. Atina hakimiyetini kısa sürede yeniden kurmuş, ayaklanmanın önderleri Daphnus isimli yerleşmeye kaçmışlardır. MÖ 405’de Spartalı komutan Lysandros’un kısa ömürlü Anadolu’da egemenlik kurma girişimi esnasında da, Klazomenai’den bir kesimin isyan teşebbüslerini tekrarlayarak anakarada adaya yakın Khytron adlı bölgede bir kent kurdukları anlaşılmaktadır. Adadaki Klazomenai ile anakaradaki Khytron arasındaki savaş hali uzun süre devam etmiş, Klazomenai bu dönemde İzmir Körfezi kuzeyindeki, Gediz nehri’nin eski deltası yakınındaki arazilerde küçük bir kolonizasyon hareketine girişerek, günümüzde Üçtepeler, eski kayıtlarda Kilazmanı olarak anılan bölgede Leukai kolonisini kurmuştur. Büyük İskender, Anadolu’da Pers egemenliğine son vermesi sonrasında Klazomenai’nin üzerinde yer aldığı adayı (Karantina adası) bir yol ile karaya bağlamıştır. Roma İmparatorluğu döneminde MÖ 188 tarihli Apameia barışı sonrasında Klazomenai Romalılar tarafından özgür bırakılan kentler arasında yer almaktadır ve Drymoussa (Uzunada) adasının da kent topraklarına katılmasına izin verilmiştir. 5. yüzyılda adadaki kentin terkedildiği anlaşılmaktadır.

Kazı çalışmasının yapıldığı alan. Yuvarlak taş örülü bir kuyu, üzerinde demir ızgara ile kapatılmış girilmesin diye. Kazılarda ortaya çıkmış üç tane kocaman yağ saklama küpü. Üzerleri tahta kapak ile kapatılmış. Daha ileride demir profil ile yapılmış üstü kapalı kazı alanı. Eski evlerin dikdörtgen duvar kalıntıları kazıda ortaya çıkmış durumda.

Yağ işliği içine giriyoruz, içerisi loş bir aydınlık ama görebiliyoruz neler var. Bazı yerlerde hala kullanılan kocaman bir taş çanak ve iki değirmen taşı. Taşlar ortadan delinip bir metrelik bir dingil ile dikdörtgen dik kalın bir direğe tutturulmuş. Dik duran direk döndürülünce iki değirmen taşı direğin ekseni etrafında çanakta zeytinleri ezme işini yapıyor.

Değirmen taşlarının yanında geniş ağızlı bir kulplu küp duruyor.

Bir başka zeytin yağı çıkarma yöntemi. Presle sızma zeytin yağ üretim aracı. Altta keçe bir örtü, 10 metre uzunluğunda kalın iki direk. Ucunda yine keçe, arada zeytin taneleri konuyor çuvalların içinde. Direklerin diğer uzunda iplerle ağırlık taş bağlanmış. Ezilecek yere yakın olarak destek konulmuş, destek en uçta. Kaldıraç örneğinde olduğu gibi.

Ağırlık taşı ve buna ek olarak iplerle çark sistemi kurulup daha da sıkıştırmak için mekanizma kurulmuş. Kalın yuvarlak bir mile ip dolanmış yukarıda direğe bağlı. Milin ucunda delikler, bu deliklere levye sokularak mili döndürmeye çalışılıyor. Mil geriye kaçmasın diye destekler var.

Taştan oyulmuş lahitler, çevrede kazılarda bulunup buraya koruma amaçlı getirilip sergileniyor. Kimi kapaksız, kiminde kapak var.

Bizim grup yağ işliği gezisini bitirip dışarı çıkmaya başladık. Diğer grup çıkmamızı bekliyor kapı girişinde.

Girişte büyük bir havuz var, havuzun içinde de kırmızı balıklar yüzüp duruyor usulca. Aralarında tek tük beyaz renkli siyah lekeli balıklar da var.

Havuzun en güzel yanı nilüfer çiçekleri, tam da yeni açmış, kimisi tomurcuk halinde açmaya hazır. Kökleri havuzun dibinde, gövdesi su yüzeyine yükselerek çıkmış. Kocaman tabak gibi yayvan yaprakları su yüzeyini kaplamış durumda. Çok az bir alan kalmış su yüzeyi, neredeyse tamamen örtülü yapraklarla. Yaprakların üstünde kolayca küçük böcekler suya değmeden gezinebilirler. Bahar ayının getirdiği güzellikler kendini belli ediyor. Nilüfer çiçekleri havuzun tabanından uzanan sapları ucunda dört çanak yaprak, yaprakların arasından fışkırarak bize güzelliğini sergiliyor. Beyaz renkli, iç içe üç sıra taç yaprakları bir gelinlik gibi. Ortasında üreme organları davetkar kokusu ve parlak sarı renkleri ile döllenmeyi yapacak böcekleri kendine çekiyor. Ödül olarak ta çiçek özü ve polenler oluyor böceklerin.

Havuzun bir kıyısında sazlar ince yeşil gövdeleri ile sudan yarım metre yukarı çıkmış.

Saz demeti havuzun kenarında ayrı bir görsellik katmış. Kamışların ucunda püsküllü çiçekleri açmış durumda ama çiçekler yeşil renkte, salkım saçak. Havuzun ötesinde kazı evi, önünde teras. Terasın üzeri kargılardan yapılmış örtü ile gölgelik yapıyor.

Bahçenin küçük serin evinde,

Amberlerin ve okaliptüslerin altında

İçinde tek bir kırmızı balığın bulunduğu

Sarı havuza yakın

Sepetçi söğüdü kokan serin evde

Bir deniz pusulası buldum

Zamanın ne göstereceğini ondan öğrendim.

Giorgos Sepheris

Nilüfer çiçekleri altında bir tane kırmızı balık yüzüyor usulca.

Deniz kıyısındaki geçmişte kullanılan gemi yapım atölye ve müzesine geldik. Bisikletleri park edip içeriye giriyoruz. Girişte ilk olarak Uluburun batığı olan gemi karşılıyor. Batık geminin kopyası yapılıp burada sergileniyor.

Müzenin etrafı tel çitlerle çevrilmiş, giriş için ücret ödenmiyor. Girişte pankart asılmış, pankartta Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeoloji Müzesi yazılmış. Burası deniz kıyısında.

Ahşaptan yapılmış teknenin ön kısmında bulunan 1.5 metre uzunluğunda kare biçiminde teknenin altından gelip önden çıkan direk. Su içinde kalan bu direk teknenin sağa sola sapmadan doğru gitmesini sağlıyor.

Resmi tam direğin önünden çekiyorum, gövdenin aynası burnu oluşturuyor. Yanlardan hafif genişlemesi tam simetrik görünümünde. Tekne takozların üzerine oturtulmuş. Yerde yeşil otlar bitişerek çakıl taşlarını örtmüş durumda.

Aynı teknenin iç kısmı kürek çekenlerin oturma yerleri arkaya doğru sıralanmış. 12 Sıra görünüyor, yelkeni ve direği yok. Kürek çekerek hareket ediyor denizlerde. Gövde tahtaları birbirine kalın iplerle çapraz bağ ile birleştirilmiş.  Gövde yanları ve taban dahil bütün birleşim yerleri aynı iplerle örülmüş. Kürekler de küçük tek kişinin yandan denizde çekecek biçimde. Bir kaç kürek sıraların üzerinde duruyor.

Rehberimiz bize geçmişte kullanılan tekneleri ve yapım tekniklerini anlatıyor. Bizlerde dinliyoruz can kulağıyla. Başımızda bu senenin buffları var yeşil renkte.

Başka büyük ahşap bir tekne. Bu tekne yelkenli ve rüzgarın olmadığı havalarda kürek ile de gidebiliyor. Teknenin çoğu yer boyasız, sadece ön kısmı kahverengiye boyanmış. Balığa benzer bir göz beyaz renkte boyanarak teknenin daha güzel görünmesine neden olmuş.

Bir zamanlar denizin dibini gözlemlemek için kullanılan altı geniş üstü dar tahta bir fıçı. Bir tane yuvarlak cam üst kısımlara doğru sekiz civata ile tutturulmuş. Üstte, altta ve cam bölmenin altında demir çember ile sağlamlaştırılmış. Üstte ve altta artı biçiminde tahtalar konulup dört tane ip ile bağlanmış.

Sazdan yapılmış büyük bir tekne. Tam ortada alt kısmı açık, üstte birleşen iki direk. Yedi tahta yatay konularak merdiven gibi olmuş. Yukarıdan aşağı iki taraftan halatlar bağlamış. Teknenin gövdesi sazlardan yapılarak birbirine bağlanmış.

Yarım yuvarlak yapılmış branda kaplı bir atölyenin dışarıdan içerisi, branda aralığından görüntüsü. İçeride marangoz makineleri, planya, bıçkı makinesi, tekneler, tezgahlar ve keresteler görünüyor. Burada arkeologlar ve marangoz ustaları tarihte yapılmış gemileri araştırılıp bire bir kopyasını yaparak günümüzde de kullanılabileceğini gösteriyor. Ayrıca yapılan gemileri bire bir görmemizi de sağlamış oluyorlar.

İki tane sıpa üzerinde küçük bir teknenin yapımı sürüyor. Tekne henüz bitmemiş.

Tekne ve gemi yapımında kullanılan ağaç malzemeler çeşit çeşit atölyenin kenarında duruyor. Bunların arasında bir tane gemilerde bulunan ağaçtan top dikkatimi çekti. Eskiden ticaret gemilerine deniz korsanları sık sık saldırıp talan ederlermiş. Bunlara önlem olarak gemilerde topa benzer ağaçtan yapılarak konulurmuş. Korsanlar bunu gerçek sanıp saldırmaktan vaz geçerlermiş. Bu atölyede bir çok top örneği var irili ufaklı.

Uzun yelken direği İki sehpa üzerinde boylu boyunca uzatmışlar denize doğru. Önde de kalın bir halat dolanmış.

İp örgülü benze başka bir teknenin içi. Bunda da 12 sıra oturma yerleri var. Tekne kürekle gidiyor. Deniz masmavi laciverte kayan bir rengi ile arkada fonu oluşturmuş. Bir kaç küçük ada da serpiştirilmiş denizin ortasına.

Masallarımı gemilerde öğrendim ben

Yolculardan değil, denizcilerden de değil

Ceplerinde sigara arayıp duran

İskelede bekleyen daimi işsizlerde de değil.

Gemi simaları dünyama yerleştirmiştir benim,

Kimisi Kyklops gibi tek gözle bakar

Hareketsizce deniz aynasına

Kimisi karınca gibi davranır, kimisi kelebek,

Kimisi uykuda gezer gibi ilerler tehlike saçarak

Ve kimisi uyuyakalmıştır denizin derinliklerinde.

Tahtalar, halatlar zincirler.

Giorgos Sepheris

Tekneni halat dolama iki kalın çubuğu, ip örgülü teknenin oturma sıraları ve yandaki teknenin üçgen merdiven yelken direği.

Sadece ön tarafı boyanmış teknenin yandan görünüşü, tekne takozların ve varillerin üzerine oturtulmuş. Yanlardan destek direkleri ile düzgün duruyor. 10 Tane kürek deliği yanda delinmiş. Yelken direği ve seren direği aşağıda yana doğru çevrilmiş durumda.

Ulu burun batığı ve deniz altı gözleme şamandırası önünde toplanıyoruz.

İp örgülü teknenin yanlarında yuvarlak delikten içerisinin resmini çekiyorum. Teknenin diğer yanında aynı delikten bir tane daha var. İçeride üç sıra çapraz bağlı iplerle tutturulmuş yan gövde tahtaları. Oturma sıraları üzerine konulmuş kürekler görünüyor.

Az Bilinen Antik Kentler Turu pankartını elimize geçirip bir resim çekiliyoruz artçı grubu olarak. Soldan sağa doğru; Zeynep Nuray oymak, artçı değil ama aramıza aldık öylesine, kafasında kaskını çıkarmamış. Doktorlarımızdan Burcu Koçay, gerçi pek arkada durmuyor ama elinde okul zilini alınca aramıza alıyoruz mecburen. Kamp ateşinden sorumlu Şafak Omaç, ara sıra yardımcı da oluyor artçı olarak. Kafasında çöl şapkası. Ortada ben ve yanımda Doktorlarımızdan Mete Güney, Mete de kasklı. Kaskını çok seviyor anlaşılan. Artçılardan Ferdi Kızıl, namı diğer Ferdimen oturmuş sadece burnundan yukarısı görünüyor. Bir elinle sol gözünü kapatmış. Güneşe bakamıyor anladığım kadarıyla. Solda da Bodrumdan gelen Ebru Uçurum. Ebru daha önceki turda fren pabucu sürte sürte gelmişti ilk günde. Gidemediğinden neredeyse ağlayacaktı. Ertesi gün neden gidemediğini anlamıştık ve fren pabuçlarını ayarladıktan sonra kızı tutamamıştık. Hepimiz pankartın bir ucundan tutup poz verdik kameraya doğru.

Gemi yapım müze ve atölyesini bitirip dışarıya çıkarak Ünlü şarkıcılarımızdan Tanju Okan’ın heykelinin bulunduğu parka geliyorum. Heykel dikdörtgen bir kaidenin üzerine konulmuş. Tanju Okan sol elini pantolonunun cebine sokmuş, sağ eli ise dirsekten 90 derece kırarak avucu yukarı bakacak şekilde ileri uzatmış durumda heykeli yapılmış.

Tanju Okan

Parkta Yatıyorum

Yıldızlardan yapılmış bir yorgan örttüm üstüme

Yaslamışım başımı o güleç yüzlü mehtaba

Tıkamışım kulaklarımı şehrin keşmekeşine

Sarılmışım geceye bir sevgili niyetine

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne ev sahibi ne pul ne senet

Ne suyun derdi ne de elektrik

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne çatı katının merdiveni

Ne de bodrum katının hücresi

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Yıldızlardan yapılmış bir yorgan örttüm üstüme

Uzanmışım yeşil çimenlere boylu boyunca

Derin derin çekmişim sıcak geceyi içime 

Yaşamanın tadını çıkarıyorum böylece

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne mutfak derdi ne de kapıcı

Ne konu komşu ne çoluk çocuk

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne kasap ne de bakkal hesabı

Ne borcum var ne de alacaklım

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne ev sahibi ne pul ne senet

Ne suyun derdi ne de elektrik

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Söz: Mehmet Teoman

Tanju Okan parkında heykelinin önünde topluca resim çekiliyoruz.

Tanju Okan parkından Yunanlı şair Yorgo Seferis’in evine geliyoruz. 1900 yılında doğduğu bu evde çocukluğunu yaşamış ama burada yaşayamayacağını anlayan babası 1914 yılında Yunanistan’a göç eder ailesi ile birlikte. Belki de doğduğu yeri görememenin hasreti ile şair olmuştur. Hasret şairliği Yorgo Seferis’e 1963 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazandırmıştır.

Yorgo Seferis’in evinin olduğu yer yıkılıp yeniden yapılmıştır. Burası butik otel ve cafe Yorgo Seferis olarak işletilmektedir. Ahşap döşeli tavanda karpuz lamba aydınlatması iki tane konulmuş. Tahta çıtalardan yapılmış Yorgo Seferis yazısı. Dışarıda küçük iki Yunan bayrağı ortada bir Türk bayrağı asılmış.

Nasıl ki
kalkar, doğup büyüdüğün şehre
gidersin bir gece
ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden
kurulmuş o şehir
ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları
onları yeniden bulmanın umudu içinde.

Yorgo Seferis

Masa avizesi, lambası yanıyor. Altında işletmeni kitapçıkları dikine sıralanmış. Üzerinde Boutique Hotel Residence Yorgo Seferis yazısı var.

“Ben büyümeye başladığımda ağaçlar hiç

bırakmadı yakamı,

neden gülümsüyorsunuz? Yoksa çocuklara hiç acımayan

ilkyazı mı düşündünüz?

Yeşil yapraklara bayılırdım

sanırım sırf sıramdaki kurutma kağıdı yeşildi diye

birşeyler öğrendim okulda.

Ağaçların kökleriydi yakamı bırakmayan; kışın ılıklığında

gelip sararlardı gövdeme.

Başka düşlerim yoktu çocukluğumda.

Kendi gövdemi işte böyle tanıdım.”

Giorgios Sepheris

Öğretmenlerimizden sevgili Ayşe Kuş bizlere Yorgo Seferis hakkında kısa bir bilgi veriyor. Elinde notları, dinleyiciler pür dikkat dinliyor konuşmacıyı. Kahverengiye boyanmış ahşap tavanın kalın kalasları taş duvarlara tutturulmuş. İçerisi loş karanlık olduğundan bir kaç avize lambaları yanar durumda ortalığı aydınlatıyor.

Nazım Seferis için bir dize yazmayı ihmal etmemiştir.

Biz de sevgili Seferis biz de
güdük bir yaşam benimsedik sonunda
güdük ve tekdüze.

Nazım Hikmet RAN

Çerçevelenmiş gazete küpürü, Yorgo Seferis başlığı altında yazı ve resimlerle anlatılmış.

Öğle yemeğimizi yedikten sonra belirlenen saatte grup toplanınca harekete geçiyoruz. Ana yoldan Urla merkezine sorunsuzca gittik. Urla belediyesi kendi tesislerinde bizlere çay ikram ederek yorgunluğumuzu aldı bir nebze.

Fazla kalabalık olmasın diye yine iki gruba ayrıldık. Yarımız ilk önce yazarlarımızdan Necati Cumalı’nın müze evini ziyarete gitti. Diğer yarımız da çarşıda oyalandık. Urla’nın sanat sokağında bir süre zaman geçirip Necati Cumalı müzesine doğru yürümeye başladık.

Urla’nın Sanat Sokağını belirtir ahşap tabela beyaz renkte büyük harflerle yazılmış. Sokakta tek yada iki katlı evler, evlerin altı dükkanlar sıralanmış. Sanatçılar ürünlerini, sanatlarını burada sergiliyor.

Necati Cumalı’nın iki katlı taş binasına geldik. Bahçe duvarları taş ile örülmüş geniş bir bahçe. Ortasında bina, bahçe yeşil çim ekili. Bir buçuk kat yüksekliğinde beyaz bir bayrak direği ve rüzgardan dalgalanan Türk bayrağı Gökyüzü mavi, ince bulut tabakası az beyaza boyamış mavi gökyüzünü. Taş binasına giriş küçük bir avlu, avluya giriş kapısı. Çatısı kiremit ile kaplanmış. Bacaları tuğladan örülmüş iki tane. Evin yanında bitişik, avlu tarafından tek katlı daha küçük bir bina var. Üst ve alt katlarda pencereler dar ve uzun, pencere kapakları demir sac tan yapılmış pembe boyalı açık durumda.

Müze içine giriş yapıyoruz.

Necati Cumalı ( 1921 – 2001 )

Necati Cumalı 1921 yılında, bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Florina’da doğmuştur. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1941 yılında başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalışan sanatçı, daha sonra 1950-1957 yılları arasında İzmir ve Urla’da avukatlık yapmıştır. İstanbul Radyosu’nda redaktörlük yapmış olan yazar, Paris Basın Ataşeliğinde de bir süre memur olarak çalışmıştır. Eşinin Dışişlerindeki görevi nedeniyle İsrail’de ve Paris’te de bulunan Necati Cumalı, geri dönüşünde İstanbul’a yerleşmiş ve 10 Ocak 2001’de İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.

Edebi Kişiliği:

  • Edebiyata şiirle başladığını söyleyen sanatçının şiirleri aşk şiirleri, savaş karşıtı şiirler, yaşama sevincinin yüklü olduğu şiirler; haksızlıklara başkaldıran, memleketin dertlerinin, Anadolu insanının çaresizliklerinin anlatıldığı şiirler gibi gruplara ayrılabilir. Sanatçı şiir türüne “sevdiği insana sevdiğini söylemek ihtiyacı ile” gönül verdiğini söylemektedir.
  • Şiirlerinin yanı sıra roman, hikâye, oyun türlerinde de eserler vermiş olan Cumalı’nın bazı hikâyeleri filme de aktarılmıştır. Cinsellikle ilgili davranışların bol olduğu hikâyelerinde suça eğilimli insanları fazlaca anlatması da yazarın avukatlık mesleğinin bir getirişidir. Şiirlerinde anlattığı Ege Bölgesi’nin kasaba ve kırsal kesim insanlarına hikâyelerinde de yer vermiştir.
  • Hikâye türünden tiyatroya geçen Necati Cumalı, tiyatrolarda da yaşama sevinciyle yüklü günlük izlenimlerin güzelliklerini, Anadolu insanının çaresizliklerini, aşk ve sevgi konularını işlemiştir.
  • “Dil benim çalgımdır.” diyen Cumalı duru, güzel bir Türkçe kullanmış; süssüz, mecazsız, iç ve dış gözlemleri ustalıkla yansıttığı bir üslup oluşturmuştur.
  • Şiirlerinde belirli bir dönem Garipçilerin etkisinde kalmıştır

İlk önce Necati Cumalı’nın vesikalık resmi karşılıyor bizleri. Altında da ziyaretçilerin yazacağı anı defteri açık durumda.

Anı defterine bizlerin adına Doktor Serhat yazıyor el yazısı ile.

“Değerli Necati Cumalı Müzesi

Yetkilileri

Az Bilinen Antik Kentler Turu bağlamında

120 bisikletçiyle müzeyi gezme fırsatı

buldu. Necati Cumalı’yı Hülya

Hanım’ın güzel sunumuyla rehberliği-

nde gezdik. Bu güzel ziyaret

fırsatını sunan konuya emeği

geçmiş herkese teşekkür ederiz.

Saygılarımla

Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet

Turu Adına

Dr. Serhat Değimli

22.04.2016″

Eserleri:

  • Şiir: Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkısı, Mayıs Ayı Notları, Yağmurlu Deniz, Denizin İlk Yükselişi, İmbatla Gelen, Güneş Çizgisi, Ceylan Ağıtı, Tufandan Önce, Güzel Aydınlık, Bozkırda Bir Atlı, Yarasın Beyler, Aşklar Yalnızlıklar, Kısmeti Kapalı Gençlik
  • Öykü: Susuz Yaz, Yalnız Kadın, Ay Büyürken Uyumam, Değişik Gözle, Makedonya 1900, Dila Hanım, Yakup’un Koyunları, Uzun Bir Gece, Aylı Bıçak, Revizyonist, Kente İnen Kaplanlar
  • Roman: Tütün Zamanı, Acı Tütün, Aşk da Gezer, Viran Dağlar, Yağmurlar ve Topraklar, Uç Minik Serçem
  • Oyun: Oyunlar 1 (Boş Beşik, Vur Emri, Ezik Otlar); Oyunlar 2 (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar); Oyunlar 3 (Nalınlar, Masalar, Kaynana Ciğeri); Oyunlar 4 (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol); Oyunlar 5 (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası ); Oyunlar 6 (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte).

Müze rehberinin anlatımıyla müzeyi gezmeye başladık. Devlet Tiyatroları’nın afişi;

Necati Cumalı

BOŞ BEŞİK

Oyun 2 Bölüm

Ucu kıvrık dal deseni pençeleriyle kartal Türkmen kilim motifli beşiği kapmış durumda. Yanında da ayakta baştan sona örtülü kadın siuleti.

En altta açılış nedeniyle oyun 7 Ekim 1987

Boş Beşik Necati Cumalı’nın yazdığı tiyatro oyunu.

Tiyatro Afişi;

Devlet Tiyatroları

Necati Cumalı

Deve Tabanı

Komedi 2 Bölüm

Yöneten : Ekmel Hürol

Dekor : Orhan Alparslan

Kostüm : Yıldız İpekoğlu

Işık : Işık Tunççekiç

Afişte resim, desen yok. Kıyıları çerçeve gri çizilmiş.

Tiyatro Afişi;

Devlet Tiyatroları

Necati Cumalı

NALINLAR

Oyun 2 Bölüm

Yöneten Mahir Canova

Dekor : Hüseyin Mumcu

Kostüm : Sevinç Gürlük

Işık : Nuri Özakyol

Necati Cumalı’nın yazı masası, masanın üzerinde kavun içi renkli muşamba örtü. Daktilo tam ortada kenarlarda porselen iki tabak dikine ayaklar üzerinde duruyor. Karpuz gibi yuvarlak cam kavanoz, içinde ıhlamur çiçekleri. Camdan yapılmış ödül kaidesi, yanıda kapaklı dikdörtgen küçük bir kutu. Kalemlik, Necati Cumalı yazan isimlik ve bir fotoğraf makinesi eskilerden. Masanın arkasında deri bir oturma koltuğu. Pencerenin altında küçük bir sehpa üzerinde kapaklı bir pikap duruyor.

Tiyatro Afişi;

Yugoslavya’nın Makedonya cumhuriyeti Üsküp şehri

Türk ve Şiptar Halklar Tiyatrosu Üsküp

Necati Cumalı

NALINLAR

(Fars 2 perde, 4 tablo)

Sahneye koyan : Kemal Lila

Sahneyi çizen : Doğan Aksel

Lektör : Necati Zekeriya

ŞAHISLAR

Osman Yavaş – – – – – – – – – – – Selaettin Bilal

Muhtar – – – – – – – – – – – – – – – Lütfü Seyfullah

Döndü Karalıkuş – – – – – – – – – Müşerref Prekiç

Ömer Akkuzulu – – – – – – – – – -Cemail Maksut

Esma Akkuzulu – – – – – – – – – -Nezaket Ali

Seher Akkuzulu – – – – – – – – –  Süzan Maksut

Ali Kınalı – – – – – – – – – – – – – – Mehdi Bayraktar

Klarinetçi – – – – – – – – – – – – –  Fehmi Grubi

İspirient:

Enver Behçet

Süflör :

Emine Yaşar

Temsil Tam Saat————————Başlar

Tiyatro Afişi;

Bakırköy imar eğitim kültür ve sosyal hizmetler vakfı

Bakırköy Belediye Tiyatrosu

Necati Cumalı

MİNE

Yöneten: Zeliha Berksoy

Çevre düzeni: Gürel Yontan

Kostüm: Gönül Sipahioğlu

Oyuncular: Münir Akça, Erdoğan Akduman, Orhan Aydın, Cihan Bıkmaz, Mihriban Çelikel, Ayşe Demirel, Burak Karaman, Bora Kaya,

Şefik Kıran, Aytekin Özen, Sait Seçkin, Alptekin Serdengeçti, Aydoğan Temel, Nefrin Tokyay, Doğan Turan, Ali Yaylı, Levend Yılmaz

Adile Naşit kültür merkezi – İncirli Bakırköy

Tiyatro Afişi

Antalya büyükşehir belediye tiyatrosu

DeRya ( R harfi ters yazılmış )

Gülü

Necati Cumalı’nın anısına saygıyla…

Yazının solunda Necati Cumalı’nın portresi

Yazan: Necati Cumalı Yöneten: Cenap Aydınoğlu Özgün müzik: İhsan Kılavuz Işık tasarım: Seyfi Ezilmez

Oyuncular: Hanife Özgür, Cenap Aydınoğlu, Mehmet Özgür

Altta denizin üstünde yelken direkli küçük bir tekne yelkeni yok, kıç tarafında teknenin içinde ayakta durmuş bir adam. Beyaz siluet olarak görünüyor.

Tiyatro Afişi İngilizce

The Oldvic International Season 928 – 7616

May 29 – June 3

The International Turkish Players in

THE TURKİSH

CLOGS

Necati Cumalı Çeviri: Nüvit Özdoğru

Direktor by: Haldun Dormen

with: Yıldız Kenter, Nüvit Özdoğru, Göksel Kortay, Nevra Serezli, Yüksel Gözen, Kerem Yılmazer, Erol Ertan

Altta Türkmen Yörük kadını, yazması önünde boncuklar sarkıyor. yazmanın aşağıya sarkan iki yanında sarmaşık dalı motifleri yapılmış.

Tiyatro Afişi yabancı dilde hazırlanmış

Sadece afişteki resmi çekiyorum, yazılar yok resimde. Mavi boyalı bir teknenin ön kısmı. Teknenin ucuna bağlı bir ip teknenin içine bırakılmış. Teknenin küpeştesine konulmuş kırmızı bir gül fidanı. Resmin alt köşesinde oyunun adı;

LA ROSE DEL MERS

Necati Cumalı müze gezimiz bitince toplanma yerinde buluşuyoruz. Herkesin hazır olduğunu gördükten sonra Urla’nın dar sokaklarında gitmeye başladık. Bir süre sonra kasabanın dış mahallesine geldik. Yol burada genişliyor, ikili sıra halinde gidiyoruz yaya geçidi tabelası yanından.

Ara yollardan Seferihisar’ın Sığacık mahallesine geldik. Zaman geçirmeden Teos antik kentine vararak Az bilinen antik kentler gezimizin bu günkü 2. antik kenti gezmeye başladık.

Duvar kalıntıları üç sıra taş örülü. Üst kademeye çıkmak için tahta bir rampa yapılarak üst tarafa çıkıyoruz. Ağaçlar ve çimenler yemyeşil antik kentin kalıntıları arasından kendini gösteriyor. Çitlembik ağaçları kocaman olmuş.

Amfi tiyatro, götürebildiklerini götürmüşler oturma yerlerinden. Üst kısımlarda oturma yerleri hiç yok. Alt kısımlarda kalanlar ise toprak altında kalmış olan sağlam oturma taşları. Kazı yapıldıktan sonra ortaya yarım bir tiyatro yeri meydana çıkmış. Buradan alınan taşlar Sığacık kalesinde kullanılmış, ayrıca camiler ve evlerin yapımında da kullanılmış. Tiyatronun üst kısmında ise yarım kemer şeklinde odalar görünüyor.

Teos
İzmir İli, Seferihisar İlçesi, Sığacık Mahallesi’nde yer alan antik liman kenti Teos, İzmir’in yaklaşık 50 km güneybatısında yer almaktadır.
Geleneğe göre, yerli halkını Karlar’ın oluşturduğu kente önce Boiotia, sonra da Atina’dan gelen göçmenler yerleşmiştir (Pausanias VII 3,6). Pherekydes kentin kurucusu olarak Boiotia kralı Athamas’ı göstermektedir.
Yaklaşık M.Ö. 600 yıllarında Thales, on iki İon kentinin merkezi olarak Teos’un seçilmesini önermiştir. Ancak Thales’in önerisi kabul görmemiştir. Teos, deniz ticaretinden dolayı hızlı bir şekilde gelişmiş ve çok geçmeden halkının büyük bir bölümünü Phokaia’ya ve Ephesos’a gönderecek duruma gelmiştir.
Teos antik kenti çok erken bir dönemde coğrafik konumundan dolayı büyük bir ticari önem kazanmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda bu önemli ticari ilişkilerin izleri, Eski Mısır’a kadar takip edilebilmektedir. Kent, ticari amaçla Nil Deltası’nda yer alan Naukratis kentinin kurulmasında rol oynamıştır. M.Ö. 545 yılından sonra kent, Pers komutanı Harpagos’un eline geçmiştir. Teos, İon birliğinin bir üyesidir. Ancak bu dini ve politik birliğin Pers Kralı II. Kyros’un Batı Anadolu’daki Eski Yunan şehirleri üzerindeki baskısını kıramaması sonucu, birçok Teos’lu M.Ö. 543 yılında kenti terk etmiş ve Trakya Bölgesi’ndeki Nestos deltasında yer alan ve daha sonra önemli bir koloni şehri olan Abdera kentini (günümüzde İskeçe yakınında) kurmuşlardır. Abdera M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış ünlü filozof Protagoras ile Demokritos’un vatanıdır. Bazı yazıtlar aracılığı ile iki kentin arasındaki ilişkinin çok yakın olduğunu ve Teos’ta alınan yasal kararların Abdera’da da geçerli olduğunu bilmekteyiz. Teoslular, Abdera’nın dışında M.Ö. 544 civarında Kuzey Karadeniz kıyısında Phanagoria kentini de kurmuşlardır.
Söz konusu göçe rağmen Perslere karşı sürdürülen M.Ö. 494 yılındaki Lade Deniz Savaşı’nda Teos, İon donanmasına 17 gemiyle sayı bakımından en büyük desteği veren kentlerden birisidir. İon Ayaklanması’nın Persler tarafından bastırılmasından sonra Teos, tekrar Pers yönetimi altına girmiştir. Ancak Teos, M.Ö. 479 yılında Mykale Deniz Savaşı’nda Eski Yunan Donanması’nın galip gelmesiyle Pers yönetiminden kurtulabilmiştir. O zamandan itibaren Teos, Attika-Delos Deniz Birliği’nin bir üyesidir ve bu birliğe 6 talent gibi yüksek bir vergi ödeyecek kadar varlıklıdır.
Peloponnesos Savaşları’nın son 8 yılı süresince Atina ve Sparta söz konusu bu zengin şehri oldukça zarara uğratmışlardır. Spartalıların Pers desteğiyle zafere ulaşmasından sonra, Anadolu’daki diğer Eski Yunan şehirleri ve Teos gibi, Spartalılar da Pers Büyük Kralı’nın iktidar isteğine karşı gelmişlerdir. Fakat M.Ö. 387/6 yılındaki Antaldikas Barışı ile Teos tekrar Pers yönetimi altına girmiş, ancak kent Büyük İskender (M.Ö. 334) ile birlikte tekrar özgürlüğüne kavuşmuştur. Büyük İskender Teos’u bir kanalla İzmir Körfezi’ne bağlamayı tasarlamıştı.
M.Ö. 304 yılında tüm İonia Bölgesi’nde etkin olan deprem sonucu olasılıkla Antigonos Monophthalmos Lebedos ile Teos kentlerini synoikismos ile birleştirmeyi planlamış ancak söz konusu bu plan uygulanamamıştır. I. Attalos yönetimi altında Teos, Pergamon Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 3. yüzyıldan 2. yüzyıla geçişte Teos kenti, artık Pergamon Krallığı’na bağlı değil, ancak görünüşte III. Antiokhos’un yönetimi altındadır. Çünkü Teoslular’ın tapınakları için sığınma hakkı ayrıcalığına ilişkin ricaları bir Seleukos elçisi tarafından Roma Senatosu’na iletilmiştir. Ancak M.Ö. 192-188 yıllarındaki Suriye Savaşı’nda Teos, Roma ve Pergamon Krallığı’na karşı yer almıştır ve bu yüzden de Apam sonra tekrar Pergamon Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 133’de III. Attalos’un vasiyet yoluyla topraklarını Roma’ya bırakmasıyla birlikte Teos, Roma topraklarına dâhil edilmiş ve M.Ö. 129 yılında Roma’nın Asia Eyaleti düzenlemesi ile bu eyalet içerisinde yer almıştır. Teos antik kentinin Roma Dönemi’nde de önemini sürdürdüğü antik kentteki mimari faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Hıristiyanlık Dönemi’nde Ephesos metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezidir.
Sadece yazıtlar aracılığı ile bildiğimiz Dionysos Sanatçılar Birliği, Teos’da çok önemli bir rol oynamıştır. Devamlı bir huzursuzluk kaynağı olarak görülen bu sanatçılar topluluğu M.Ö. 2. yüzyılın ortalarında Teos’dan Ephesos’a sürülmüşlerdir. Ünlü ozanlar Anakreon (M.Ö. 572), Antimachos ve Epikürcü Nausiphanes Teoslu’dur.
Teos Arkeoloji Kazısı 2010 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa KADIOĞLU başkanlığında yürütülmektedir.
Tiyatronun seyirci bölümünde oturup pankartımızla birlikte resim çekiliyoruz.
Teos antik kenti hakkında bilgileri Arkeolog Selen Kanat ve bir kısmını da Olcay Ormankıran anlatıyor, biz de dinliyoruz. Bizleri binlerce yıl ötesine götürüyor, şarap tanrısı Dionysos ve ona adanan kurbanlar. Dinlerken aklımıza neler gelmiyor ki !

Binlerce yıl öncesinden günümüze dönüyoruz. Ve düşünüyoruz ki bu yıl Tanrılara, özellikle şarap Tanrısı Dionysos’a kimi kurban edelim. Her yıl zavallı Fırat Okutucu’yu kurban etmekten bıkmıştık. Adam ufak tefek, pek Tanrıların dikkate aldığı da yok zaten. Kış aylarında tur için toplantılar yaparken benim aklıma hep Fırat Okutucu kurban ediliyor, bu yıl da bizim canavar-ül velosipet Enes’i kurban etsek ne olur dedim. Senaryo da kafamda hazırdı. Enes ve Fırat hep turlarda birbirleri ile didişirdi. Her zaman yaptığımız gibi Fırat’ı kurban etmeye hazırlanırken birden bire habersiz olan Enes’e hücum ederek yere yatırıp kurban ritüelini gerçekleştirelim. Arkadaşlar da bu önerimi kabul ettiler ve keşif turunda simülasyonunu yaptık. Nerede, nasıl, ne şekilde Enes’e nasıl çullanacağımızı yerinde test ettik.

Artık sıra geldi bu yıl ki kurban merasimine. Tiyatrodan çıkarken Enes’ kamerayı hazırlamasını söyledik. Fırat’ı kurban edeceğiz diyerek yavaşça Fırat’ın etrafını sardık. Enes kamera ile çekim yaparken birden bire üzerine çullandık. Yere yatırdığımız gibi karga tulumba sunağa doğru taşımaya başladık. Enes’in elinde kamera hala çekim yapmakta. Nedense çektiği görüntüleri hala seyredemedik.

Kollarından ve bacaklarından yakalamışız, kıpırdamasına olanak yok. Allahuekber nidaları ile kurban merasimini gerçekleştirdik.

Fazla çırpınmasın diye hala tutuyoruz kollarından, bacaklarından. Bu olaya en çok sevinen de Fırat oluyor. Yıllardır didişerek geçen ömründe bir gün intikamı alırım diye sabırla bekledi. Sonunda Tanrılar dualarını kabul etti ve canavar Enes ten intikamını almış oldu. Kurban ayaklarımızın altında zafer kazanmış askerler gibi poz veriyoruz. Tanrılara sunduğumuz bu canavar-ül velosipet Enes kabul edilir de bundan sonra bisiklet turlarında yolumuz hep açık olsun.

Kurban merasimi bitti, bisikletleri alarak antik kentin diğer yerlerine doğru elde bisikletler yürümeye başladık.

Burada tarihi bir zeytin ağacı var. Teos antik kentini görmese de yaşı 1000 yıllık olduğu söyleniyor ve bu ağaçtan çıkan zeytin yağının 1 kilosu 1000 Lira dan açık artırmayla satılıyor. 2016 yılında Litresi 1.250 Liradan satılmış. Zeytin ağacı etrafında el ele tutuşarak çember oluşturup dönüyoruz. Ağaca sevgimizi aktarıp enerjimiz ile binlerce yıl daha yaşasın. İnsanlara ve kuşlara zeytin versin diye. 8 Kişi anca ağacın etrafını sarabiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1000 Yıllık zeytin ağacı önünde pankartımız ile resim çekiliyoruz hep birlikte.

Herkes çekildikten sonra bisikletim KUZ ve kıytırık Zeytin ağacının önüne getirip resim çekiyorum. Ne de olsa bunu hak ediyorlar beni ve yükümü taşımakla.

Sevgili artçı Doktorum Mete Güney bisikletimin yanına gelerek onu da kareye alıyorum bir poz.

Antik kent içinde yürümek için iki metre yürüme yolu yapılmış. Yola Arnavut kaldırımı döşenip kenarlarına beton kaldırım dökülmüş. Yağmurlu havalarda çamurlara batmayalım diye böyle bir yol yapmışlar iyi de olmuş. Yokuş olduğu için bisikletler elde yürüyerek yukarı doğru yavaşça çıkıyorlar. Kimisi bisiklete binmiş düşük vitese çıkmaya çalışıyor. Bisikletlerin bagajlarında yükler olunca sürmek hele arazide zor biraz.

Yukarılarda Tapınak var oraya gelince bisikletleri düz araziye park ediyoruz. Etrafta bir çok zeytin ağacı var.

Çoğu yıkıntı taş yığını haline gelmiş şarap Tanrısı Dionysos tapınağına doğru gidiyoruz.

İyonya da şarap Tanrısı Dionysos’a yapılmış en büyük tapınak burada. Sütunların hepsi yıkık, kırık dökük olsa da etrafa saçılmış durumda. Tabi ki çoğu işe yarayan taşlar çoktan götürülmüş başka yere. Artık olanların olduğu yerde toplanıp Arkeolog Selen Kanat ve Olcay bizlere şarap Tanrısı Dionysos ve Teos hakkında bilgileri sırayla anlatıyor. Herkes oturmuş pür dikkat anlatılanları dinliyoruz. Doktor Mete’nin başının yanından oturanların resmini çekiyorum.

Antik kent turumuz bitiyor ve yola çıkıyoruz. Arkada süpürücü olarak kimsenin kalmadığına emin olduktan sonra artçı ekibi ile peşlerinden yola çıktık. Önümüzde biraz yokuş var, yavaş yavaş çıkıp tepeyi aştıktan sonra deniz manzarası önümüze seriliyor. Mavi bayraklı kumsalı olan Akkum ve çıkıntısı olan küçük bir burun, yazlık evler, oteller kıyıda manzarayı oluşturmuş. Çalılar, ağaçlar beton çirkinliği bir derece olsun örtmüş. Karşı tarafta dağlar, tepeler Çeşme yarımadasını oluşturuyor. Arada deniz sakin görünüyor bu gün. Burada rüzgar sörfü yapılıyor devamlı. İnce bir bulut tabakası gökyüzünü kaplamış durumda.

Bu gece konaklayacağımız Akkum’a vardık. İlk önce belediyenin bizim için getirttiği masaları gönüllü arkadaşlarla kurup düzenlemeye başladık. Turumuzun amaçlarından birisi de tüm katılımcıların gönüllülük esasına dayanarak yapılacak işlerde el birliği ile katılmak, katkı sağlamak. Herkes yorgun argın olabilir ama işin elinden tutmak gerek. Böylece daha iyi kaynaşma olur katılımcıların arasında. Biz buna inanıyoruz.

Yerde kilitli taş döşeli, plastik masaları sıralıyor bir kişi.

Yemeğimizi yedikten sonra çadırımı kurup eşyaları içine yerleştirdim. Kahve takımlarımı çıkarıp az olan çekilmiş kahve kutumu doldurmak için değirmene çekirdek kahve koydum. Değirmeni de kahveyi hak eden bazı gerekli eşyaları ve ateş yakacağımız varili kamp yerlerine ulaştıran şöferin eline veriyorum. Ben bu arada deniz şortumu giyip denize bu yılın siftahını yapıp geliyorum. Kurulanıp giyindikten sonra kahve pişirdim.

Çadırlar kurulu, benim çadırım mavi renkte. Deni şortum ve peştemalim ipe serilmiş durumda, kuruması lazım. Çadırımın yanında bisikletim KUZ ve kıytırık. Kıytırığın bayrak çubuklarına Urim Baba’nın kahvesi tabelamı da asıyorum. Çadırın önünde de küçük tabureme şöfer arkadaş oturmuş değirmendi çekip duruyor. Önünde fincan kutusu ve kahve çekirdeği olan kese kağıdı var. Diğer çadırlar arkada. Yanlarında bisikletler.

Akşam karanlığı çökünce sıra geldi kamp ateşini yakmaya. Yani ABAK ateşi her yerde yanmalı. Kamp ateşinden sorumlu Şafak o işi hemen hallediyor ve ABAK ateşi içimizi ısıtmaya başladı bile.

İnce bulutların arasından ay kendini gösteriyor ve etrafı aydınlatmaya başladı. Ayın beyaz yüzü, ateşin kızıl rengi yüzümüze vuruyor. Şarkılar, türküler, muhabbet, kahkahalar kumsaldan denize doğru yayılıyor.

Gökyüzünde ay puslu bulutların arasından beyaz ışıklarını yansıtmış. Varilde yanan odunlar kızıl alevler içinde etrafında toplanan bizleri aydınlatmış. İğde ağaçlarının silueti karanlıkta gölge gibi.

Gecenin ilerleyen saatine kadar muhabbet devam etti. Artık yatma zamanı diyerek birer ikişer çadırlara çekilmeye başlayınca ben de izin isteyerek çadırıma çekiliyorum. En son kalana ateşi söndürüp öyle yatmasını söyledim. Güzel bir günün ardından yorgunluktan ve denize girmenin verdiği hazla uykuya daldım.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği video görüntüsü.

Bu gün yaptığımız yol 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası.

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 15. 16. Gün

2 – 3 Haziran 2015 Salı – Çarşamba

15. 16. Gün

Antalya Tatili

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Anahtar

Konuşmak susmanın kokusudur.

Ya sus git, ya konuş gel, ortalarda kalma.

Yalan korkaklığın tortusudur.

Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma.

 

Özdemir Asaf

 

Öne çıkan görsel, Yaklaşık 10 metre yukarıdan dökülen sular köpürerek şelale oluşturmuş. Etraf ağaçlarla kaplı.

IMG_0184

Günlerdir çadırda uyumanın rahatlığı evin içinde olmuyor. Dört duvar içinde güvenli ortam olsa da doğanın sessizliğini rahat yatakta uyurken duyulmuyor. Beden erken uyanmaya alışmış artık, fazla uykuya yer yok. İlkay ve Ferdi henüz uyuyorlar, gündüz gözü ile İlkay’ın odasını inceliyorum. İlk olarak gözüme çarpan duvarda asılı olan yağlı boya resim. Geçen yıl İlkay için ona yakışacak mavi renk ağırlıklı bu yağlı boya resmini yollamıştım hediye olarak. İlkay da odasının duvarına asmış. Hediyeme değer verilmesi hoşuma gitti doğrusu. Sabahın ilk sürprizi.

20150602_081103

Diğer duvarda başka bir tablo daha vardı. Tabloda fantastik olarak evreni bütünleştirmiş sanatçı renk cümbüşü ile. Uzay, gezegenler, yeryüzünde deniz, denizin içinde balıklar. Rengarenk yelkenli tekneler rüzgarla şişmiş yelkenleri. Denizaltı canlıları ve Nuh’un gemisinden yeni inmiş hayvanlar. Her şeyin ortasında bir deniz feneri sanki evrende dolaşan tüm varlıklara yol gösterir gibi, tam ortada.

20150602_081136

Ev halkı uyanıyor ve bahçede çardak altında kahvaltı için oturuyoruz. Kahvaltıyı aile ortamında sohbet ederek keyifle yaptık. Masa etrafında 6 kişi varız.

20150602_103538

Evin hanımı ve kızı tüm marifetlerini sergiliyorlar kahvaltıda. Şairin ” Yemek yemek üstüne bir şey diyemem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı ” dediğini biliyormuşçasına. Ana kızı çekiyorum yan yana.

20150602_103609

Eh kahvaltının üstüne Urimbaba kahvesi iyi gider diyerek sürüyorum cezveyi kamp ocağıma. İlkay da özlemiş kahvemi sabırla  pişmesini  bekliyor.

IMG_0151

Kahve sonrası İlkay arabası ile Antalya’nın nefes alabilecekleri şelalelerden ünlü Düden şelalesine geldik. İlkay’ın evine yakın bir yerlerde. Bakmayın yazılan yazılara. Antalya’ya iyi gelecek diye yazmış Antalya belediyesi. Giriş ücretli ve ücretli yapılan bir hizmetin iyi geleceğini zannetmiyorum. Kapitalist düzen her zaman olduğu için çaktırmadan vatandaşın cebinden tırtıklamayı biliyor. Akdeniz’in nemli, sıcak ve bunaltıcı havasından kaçıp azıcık serinlemeye gelenler Belediyelerin vatandaşa yapması gereken hizmetleri ücret karşılığında yapmasını yadırgamıyor vatandaşlar. Yasaları da öyle bir yapmışlar ki ücret ödemeden içeri girmeye kalksan seni suç işlemiş olarak ilan ediyor. Soyulduğunu fark etmeyenler de sadece seyirci kalıp seni suçlu görüyorlar. Mecburen ücreti ödeyip içeri giriyoruz, yoksa suç işlemiş oluruz, neme lazım.

20150602_105734

Kesinlikle buraya ait olmayan iki tarihi eser getirip parkın bir parçası imiş gibi göstermeleri anlaşılır gibi değil. Nasıl olsa Antalya çevresinde o kadar çok tarihi kent var ki hazıra konmuş parkı yapan belediye. Yeni bir eser yaptırıp bir heykeltıraş sanatını gösterse olmaz mı. Varsa yoksa beton mimari işine geliyor. Zaten yöneticilerin anladığı zihniyet o kadar. Sanat ne ola ki, hak getire! Yere yatmış aslan heykeli.

20150602_105815

Aynı heykelin bir benzeri de diğer tarafta var ama diğerine benzemiyor.

20150602_105830

Düden çayı ilk başta kanal ile şehrin içinden uzun bir yol kat edip yeşil alan olarak kalmış doğal göçüklerden oluşmuş parka kadar geliyor. Akan su mikrop tutmaz derler ya onu gibi bir çay. Temiz olarak aktığını görüyorum. Şehrin içinden geçerken insanlar kim bilir neler atıyordur çayın içine.

20150602_105936

Akan suyun kir tutmadığı doğrudur. Az bir yükseltiden dökülen suyun berraklığı ve döküldüğü yeri köpükle tamamen beyaza bürümüş.

20150602_110023

Aşağı indikçe suyun akışı da hızlanıyor.

20150602_110120

Bazı yerlerde köpürmeye başladı.

20150602_110136

Öyle bir hal alıyor ki!

20150602_110213_HDR

Çağlayana gelmeden önce coştukça coşuyor. Çağlayana tüm heybetini göstermesi gerek. Akış hızı arttıkça sesi de artarak ürkütücü bir hal aldı. Suyun akışına baktıkça başım dönmeye başladı sanki. İnsanı büyülüyor adeta.

20150602_110226

Aşağısı göründü bir parça, biraz yüksekteyiz anlaşılan. Aşağısı göçük halinde, karşıdaki dik kayalık sarmaşık ile kaplanmış. Bir de mağara görünüyor. Dipte çay akmakta.

20150602_110313

Bir süre sonra sanki cennete gelmiş gibi hissettim kendimi. Daha önce kanaldan sakince akan su çağlayandan dökülmeden önce coşması boşuna değilmiş. Arazi yapısı öyle bir durumda ki bıkmadan manzarayı seyredesim geliyor. Dik kayalıktan dökülen çağlayanlar, etraf ağaçlardan yemyeşil bir hal almış. Dökülüp te birleşen sular turkuaz renkte akmakta.

IMG_0165

Düden Şelalesi;

Şelalenin girişinde develere binip güzel bir anı fotoğrafı çekebilirsiniz. Şelalenin içerisinde restorantlar ve eğlence merkezleri oldukça yaygın ve içerisinde minik bir hayvanat bahçesi bulunmaktadır.
Şelale sahası dahil, Antalya kent merkezinde jeolojik yapılardan Traverten ve Holosen-Yeni Alüvyon oluşumlar hakimdir. Traverten oluşumu özellikle Düden Çayı yatağında ve taşkın ovasında devam etmektedir. Jeomorfolojik olarak Döşemealtı Platosu olan Üst Plato, Düden Platosu olan Alt Plato ve bir tane de deniz altında olmak üzere, basamak şeklinde üç ana terastan oluşmaktadır.
Travertenler üst platoda 254, alt platoda ise 151 metrelik bir kalınlığa sahiptir. Alanının % 67.6’sını kaplayan, bazen masif bazen de tabakalı bir yapı gösteren travertenler yer yer süngerimsi bir dokuya sahiptir.
Şelale sahasını etkisinde bulunduran Döşemealtı-Duacı Platosunu içine alan Varsak kuzey üstü, Duacı, Yeşilbayır, Odabaşı, Kızıllı gibi yöreleri içine alan üst plato bölgesi, tufa oluşumları daha gözenekli, gevşek ve el ile parçalanabilir ve dayanım açısından daha zayıf fiziksel özelliklere sahiptir.
Bu bölgede mağara türü boşluklu yapının fazla olması sonucu dolin diğer tanımıyla karbonat çöküntü alanı türü alanlar da sıkça gelişmiş bulunmaktadır. Sahanın büyük bölümü çok dik eğimlidir. Toprak haritalarına göre alanda büyük toprak gruplarından Kırmızı Akdeniz Toprakları, Aluviyal, Koluviyal ve Kahverengi Orman Toprakları bulunur.

http://www.mehmetsokmen.tv/videolar/haber_detay.asp?haberID=92

Kayalar dik ve ufak tefek ve büyük mağaralar oluşmuş.

20150602_110506

Her taraf ayrı bir güzellik, ayrı bir yapıya açıldığından her ayrıntısı olmasa da çekebildiğim kadar resim çekmeye çalıştım. Kayaların arasında akan çayın üzerinde yatay uzamış çınar ağacının gövdesi.

20150602_110527

Çay bazı yerde daralınca hızla akan sular köpürerek akıyor kanalda.

20150602_110553

Coşkun ve köpüklü akan su insanın aklını alıyor.

20150602_110728

Sular her yerde ufak tefek çağlayanlar oluşturmuş.

20150602_110748

Çayın kıyısında yürüme yolları yapılmış, kıyılarda korkuluk yapılarak emniyet sağlanmış. Sağda ise düz duvar gibi kayalıklar yeşil yosunlarla kaplı.

20150602_110804

Karşıya geçmek için beton köprüler yapılmış, altından akan deli çay köpürmüş durumda.

20150602_110816

Bazı yerde çay kayaların daraldığı yerde hızını arttırarak köpürmeden geçemiyor. Etrafta rutubet çok olunca kayalar yosun tutmuş.

20150602_110852_HDR

Her tarafta küçük, büyük delikler görmek olası.

20150602_110927

Bazı yerde yüksekte kalan mağaraya beton merdiven yapılarak insanların çıkması sağlanmış.

20150602_110933

Kayalar traverten gibi kat kat oluşmuş ve sular buradan kademeli akıyor.

20150602_110945

Bir mağaranın içi yosun tutmuş, yosunun bir çok tonu bir arada.

20150602_111019

Mağara içindeki duvarlarda da delikler var. Kim bilir nerelere çıkıyordur.

20150602_111029

Yaklaşık 8 metreden dökülen çağlayanlar havuza dökülüyor köpürerek. Döküldüğü yer Güneş ışıkları ile turkuaz renge bürünmüş. Üstte ve etrafta ağaçların yeşil rengi buranın cennet olduğunu belirtmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0184

Hani “Bakış Açısı” derler ya her kes kendine göre bir bakış açısı yakalamış o açıyı resmedip kayıt altına almaya uğraşıyor. Kimisi kendini çektiriyor, kimisi de sadece çekiyor. Ben de çağlayan ile birlikte onları çekiyorum.

20150602_111148

Çağlayan bir yerden dökülmüyor, 50 metrelik düz kayaların çeşitli yerlerinden az, çok ayrı ayrı dökülüyor havuza. Boş alanlar ağaçla kaplanmış.

20150602_111211

Çay bazen Güneş ışıklarını yansıtıyor durgun akarken.

20150602_111404

Tabi bu her yerde Güneş ışıklarını yansıtması olanaksız, Eğime göre hızlı ve köpüklü akmakta.

20150602_111417

Ferdimen ile modaya uyup resim çekilerek bir çağlayan anımız olsun dedik. İlkay bizi çekiyor.

20150602_111456

Kardeşim İlkay ile de anı ölümsüzleştiriyorum.

20150602_111523

Güneşin ışıkları suya girince rengini turkuaza çeviriyor.

20150602_111624

Çağlayan bir kaç yerden gürül gürül su damlacıklarını serpiştirerek akıyor. Su damlacıkları ortamı serinletip derinin ürpermesine neden oluyor. Ürperme üşümeye dönüşünce fazla duramıyorsun çağlayanın yanında. Çağlayanı yandan çekiyorum.

20150602_111643

Mağaranın içine girip turumuza devam ediyoruz. Mağara duvarları şekilsiz kayalardan oluşmuş.

20150602_111751

İşte insanların yarattığı güzelliklerden biri. Plastik şişesini bırakıp gitmiş birisi. Bunu yapan mağara adamı olamaz bile. Hiç bir sınıflandırma yada sıfat yapılamaz bu durumda. Yarık içinde plastik şişe.

20150602_111819

Mağara bir insan boyunda, rahatça gezebiliyorsun. Bazı yerlerde eğilmek gerek yoksa kafan çarpabilir. Mağaranın tavanından sular damlamakta. Küçük sarkıtlar oluşmaya başlamış bile.

IMG_0197

Mağaranın içinden yukarı bölümlere çıkmak için döner merdiven yapılmış betondan. İlkay ile çıkarken Ferdimen bizi çekiyor.

IMG_0202

İçeride rahatça gezilebilecek kadar geniş oyuklar. Taban da doldurulup kayrak taşı ile döşeme yapılıp gezenlerin dolaşması sağlanmış.

20150602_111913

Mağara yukarılarda açıklıktan çağlayanın döküldüğü yeri görebiliyoruz.

20150602_112019_HDR

Çağlayanın arkasından suyun döküldüğünü görmek bambaşka bir ortam yaratmış durumda. Beyaz köpükler ve yeşil yapraklı dallar manzarayı oluşturuyor.

20150602_112152_HDR

Düden şelalesi gezimiz bitince dışarı çıkıp araba ile Kurşunlu şelalesine geliyoruz. Arası 10 Kilometre civarı. Her zaman olduğu gibi burası da ücretli, ücreti ödeyip giriyoruz şelaleye. Şelale hakkında doğru dürüst bir bilgi de yok, sadece piknik alanı doğal park olarak geçiyor.

Kurşunlu Şelalesi;

Yeri: Akdeniz Bölgesinde Antalya ili merkez ilçesi sınırları içerisindedir. Ulaşım: Tabiat Parkı Antalya’dan 22 km. uzaklıktadır. Parka Antalya-Aksu karayolunun Soğucaksu köprüsünden kuzey istikametine ayrılan 7 km’lik bir yol ile ulaşılır.

Özelliği: Sağlıklı orman dokusu ve zengin bitki topluluğu örneklerinin ilgi çekici su ve kaya formlarıyla bütünleştiği eşsiz bir doğal peyzaj özelliğine ve önemli özelliğini meydana getiren Kurşunlu Şelalesi’ne sahip olması nedeniyle 394 hektarlık bölümü 1991 yılında Tabiat Parkı olarak ayrılmıştır.

Kızılçamın hakim olduğu alanda yer yer tek veya küçük gruplar halinde doğu çınarı, defne, harnup, yabani zeytin, sakız ağacı, söğüt ve incir ağaçları bulunmaktadır. Mersin, alıç, zakkum, böğürtlen, yabani gül, sütleğen, ılgın, ladin, kermes meşesi, kekik, yabani nane, kayıt, eğrelti ve sarmaşıklar alt florayı meydana getirir. Su bitkilerinden ise (su üstü) topalak, su nanesi, kamış(su içi) su avizeleri, iplikli yeşil algler, (yüzer bitki) nilüferleri görmek mümkündür.

Yabandomuzu, tilki, tavşan, sincap, yarasa, ibibik, ağaçkakan, üveyik, sazan, su kaplumbağası, köpek, yılan ve kertenkele Tabiat Parkının faunasını oluşturur.

Parkın giriş kapısında Türk bayrağı asılmış. İçerisi çam ormanı.

20150602_125901

İlk girişte Düden şelalesinde olduğu gibi burada da bir kaç tarihi eser getirilip konulmuş. Bu tarihi eserler daha çok turistlerin ilgisini çekip burayı cazip ziyaret yerine dönüştürmek. Yoksa öyle herhangi bir yazıt, açıklama, bilgi, tarihi dönemi gibi açıklayıcı hiç bir şey yok. Mermere yuvarlak çiçek deseni ile derin oyulmuş. Üç mermer blok aynı desende yan yana duruyor.

20150602_112642

Girişte aynı zamanda su değirmeni kalıntılarını da sergilemişler. Bir zamanlar su gücünden yararlandıkları belli.

20150602_112704

Kurşunlu şelalesi gezimiz başlıyor! Önde giden İlkay’ı çekiyorum yeşilliklerin içinde.

20150602_120153

İlk olarak su değirmenini gözüme ilişti. Su kanalından su akıyor ama çarklar öylece sabit, hareket yok. Çark milinin merkezinden yan taraftaki öğütücüye bağlantısı olmasa da önceden hareketi bu şekilde aktarıldığı belli oluyor. Orijinalinden bir kaç parça olsa da çoğu yeniden onarılmış. Girişte gördüğümüz değirmen parçaları buradan alınmış olmalı.

20150602_120256

Dalların arasından çayın turkuaz rengi görülüyor.

20150602_120339_HDR

45 Derecelik eğimle çağlayan havuza köpürerek akıyor.

20150602_120437

Kurşunlu şelalesinde görememiştim ama burada alabalık dolu, serbestçe yüzüyorlar suyun içinde.

20150602_120459

Şelaleler istendiği gibi akıyor şarıl şurul, ince su damlacıklarını etrafa yayıp ortamın rutubetini artırarak. Burada da şelale yüksekten ve çeşitli yerlerden ayrı ayrı dökülüyor.

20150602_120714

Şelale olur da resim çekilmez mi? İlk önce Ferdimen ve İlkay’ı resmediyorum.

20150602_120736

Ardından Ferdimen bizi çekiyor yeni formam ile. Daha önceden siparişimi vermiştim Kayseri Perşembe Akşamı Bisikletçileri forma için. Yolda gelirken formanın hazır olduğunu bildirdi Türker Ergene. Ben de evde olmadığımdan İlkay’ın adresini vermiştim. Sağ olsun Türker oraya gönderdi. Ben de ertesi günü yeni formamla azıcık hava atayım dedim. İlkay ve ben arkamızdaki şelale manzarasında çekiliyoruz.

20150602_120812

Yükseklerden dökülen su kütlesi aşağılara yaklaştıkça dağılarak su damlacıklarına dönüşüyor. Bunlar gözle görebildiğimiz, bir de gözle görünmeyen toz haline gelmiş su zerrecikleri var. İşte bu toz zerrecikleri şelalenin yanında durdukça hafif bir ürperme, bir serinlik ve üşüme hissi uyandırıyor bende.

20150602_120922

Şelaleden dökülen suları yandan çekiyorum.

20150602_120953

Sanki cenneteyiz ve dostlarla keyifli sohbetle bahçede gezintideyiz gibi. İlkay’la beni ferdimen yeşillikler içinde çekiyor.

IMG_0250

Gezinecek çok yer var, bizler gibi diğer insanlar da uzaklarda gezinti yolunda etrafı seyrederek yürümekteler. Suyun ortasında kalmış kayalar tahta köprülerle birbirine geçerek cenneti daha yakından görmemizi sağlıyor.

20150602_121018

Kimi ağaçların kalın kökleri dışarıda kalmış kıvrımlar oluşturarak kayaların çatlaklarına dalmış durumda. Üzerleri de yosunlar ayrı bir yaşam formu meydana getirerek doğanın mucizelerini bizlere gösteriyor.

20150602_121126

Geniş bir alanı kaplayan havuz durgun, karşıda ağaçlarla yeşilliklere bürünmüş cennet.

20150602_121139

Nereye bakarsan bak her taraf ayrı bir güzellikte, ayrı bir manzara sürekli değişik ve seyredilesi.

20150602_121143

Yosun tutmuş kayalar.

20150602_121403

Üstten sarkan dalların yaprakları ardında şelale ve durgun havuz.

20150602_121430

Burada da irili ufaklı mağaralar var kayalıklarda.

20150602_121445

Koca çınar ağaçlarının gövdeleri zamana ve taşkın suyun gücüne direnerek bu günlere kadar gelmiş.

20150602_121530

Alabalıkları sürekli suyun içinde görmek olası, zaten balıklar da insanlara alışmış ekmek atmasını bekliyor sanki.

20150602_121612

İşte manzara bu ve gördüklerim. Pembe çiçek açmış zakkumların ardında çağlayan. Üzerinde aynı renkte çiçek açmış zakkumlar kaplamış çağlayanın üstünü.

20150602_121638

Ağaç gövdesi, sarkan dalları, çağlayan ve havuz, hepsi bir arada.

20150602_121745

Çınar ağaçlarının gövdeleri kalın, diğer ağaçlar çalı tipinde ince gövdeli.

20150602_121805

Kayaların arasından fışkırmış ince gövdeli ağaçlar.

20150602_122331

Ağaç gövdelerine tutunup saran sarmaşıklar da var.

20150602_122402

Bitki örtüsü tünel gibi sarmış, içinden geçip giden patika var. Tam cangılın içindeymiş hissini uyandırıyor.

20150602_122516

İlkay’ı bu cangılın içinde, kayaya yaslanmış olarak çekiyorum.

20150602_122529

İlginç kayaçlar oluşumu ile karşılaştık, bir zamanlar dere yatağı yada deniz kıyısındaki çakıllar zamanla bulunduğu seviyeden epey yukarılara ulaşmış durumda. Çakıl taşları betondaki gibi birbirine yapışık.

20150602_122603

Ormanın içinde gezimiz devam ediyor, hani derler ya balta girmemiş orman. Hemen hemen aynısı.

20150602_122632

Yukarıdan bir orman adamı merdivenlerde göründü. Neyse ki bizim Ferdimen olduğunu görünce rahatlıyoruz.

20150602_122636

Ağaçların kimisi yukarıya doğru büyümeye yer bulamadığından yere paralel biçimde kendine mavi gökyüzüne ulaşmak için bir aralık arayıp durmuş. Güneşi gören yukarı doğru yönelmiş.

20150602_122706

Yatık ağaç gövdesinin dibinden boyunca çekiyorum. Yanlarda başka ağaç gövdeleri de aynı biçimde çayın üstünde paralel.

20150602_122758

Ağaç gövdelerinden karşıya geçebilirsin, köprü gibi uzamış karşıya.

20150602_122811

Rengarenk boyanmış çitler ayrı bir görsellik  kazandırmış bahçenin içine.

20150602_123019

Kimi yerde küçük göletler oluşmuş mavi turkuaz rengi ile ağaçların arasında.

20150602_123050

Kimi yer ise küçük bentlerle akıp giden dere köpürmekte.

20150602_123328

Gezimiz yürümekle olunca haliyle biraz yorulduk. Çay bahçesinde birer çay içerek yorgunluğu atmak gerek. Elçek ile kendimizi çay içerken çekiyorum.

20150602_123558_HDR

Dere aşağılara doğru çağlaya çağlaya akıp gidiyor. Gezinti yeri bir yere kadar. Sonrasında yukarı doğru yöneldik.

20150602_124828

Çay kademe kademe akıyor küçük çağlayanlarla.

20150602_124835

İkinci şelale gezimizi de bitirip eve dönüyoruz. Acıkmışız yani. Öğle yemeğini bahçede yedik. Kara dut ağaçlarından bir miktar dut yiyerek yemek sonrası tatlandırdık ağzımızı.

20150602_132701

Bahçe duvarında çit olarak sardırılmış dikensiz böğürtlenlerin tam da zamanı. Olgunlaşmış böğürtlenleri oturduğumuz yerden dalından birer birer koparıp yemek bulunulmaz bir olay. Burası da ayrı bir cennet durumunda. Avucumda bir kaç tane böğürtlen ile dalındakilerle birlikte çekiyorum.

20150602_140250

Öğleden sonra İlkay işine gitti, biz de Devrim’in çalıştığı Üniversiteye bisikletlerimizle giderek yerleşkenin kocaman bahçesine vardık. Daha önce haber verdiğimizden Devrim bizi bekliyordu. Bir kaç gün oldu son görüşmemiz ama kendi yerinde buluşmamız ayrı bir hasretlik oldu sanki. Yanımda kahve takımı olmasına rağmen Devrim kendim kahveleri yapacağım deyince sesimiz çıkmadı bu isteğine. Sonra biz onun misafiriyiz artık. Nefis bol köpüklü kahveler ve kendi elleri ile çiziktirdiği HOŞGELDİNİZ notu ile bahçede bankta yerimizi aldık. Kahve ile sohbet daha bir başka oluyor. Hele uzaklardan gelmiş bizler için. Üç kahverengi fincan ve iki kağıt bardak su tepsinin içinde.

20150602_161142

Akşamında yemeğe Devrim’in evinde yiyeceğiz. Annesinin nefis içli köftesi ve bizlere Devrim’in hoş geldin pastası hoş bir sürpriz oldu. Pastada üç mum ve şemsiye var. Mumlar yanıyor.

20150602_212927

Nefis pastayı çay ile birlikte balkonda afiyet ve sohbetle gecenin tadına doyum olmaz. İlkay ile balkonda oturmuş halde Ferdimen bizi çekiyor. Yerde pasta ve çay bardakları.

IMG_0278

Devrim’in evi Antalya içinde, İlkay’ın evi ise Antalya’nın sınırında 15 kilometre kadar uzakta. Gecenin geç saatlerine kadar oturup sohbet ettik. Bisiklet ile gecenin geç saatlerinde saat 1 gibi İlkay’ın evine anca vardık. Yataklar üst katta hazır durumda. Yatmadan önce Balkonda bulunan teleskop ile gökyüzünde görünen kocaman Ay’ı daha yakından görme fırsatı oldu. Cep telefonum ile bir kaç denemeden sonra anca çekebildim. Ay hareket halinde olduğundan teleskopun açısından çabuk ayrılıyor. Bir daha ayı tutturmak için ayar yapmak zorunda kalıyorsun.

20150603_015706_HDR

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha Güneş doğmadan uyanıyorum. Artık iyice alıştım sabah erken uyanmalara. Ev halkı uyandıktan sonra hep beraber kahvaltıyı bahçedeki masada yaptık.  Sonrasında İlkay’ın babası mühendislik harikası ile bahçenin ortasında ocağı yaktı. Olgunlaşmış toplanan böğürtlenleri kocaman bir leğende reçel yapma işine başladı. Daha önce yaptıkları reçeli kahvaltıda yemiştik. Reçelin mayhoş bir tadı var. Ramazan bey işi rayına oturtturmuş reçeli yaparken ateşine dikkat ediyor. Dibi tutmasın diye de arada karıştırması gerek. Dört küp beton üzerinde kalın sac. Ateş burada yanıyor çimenlere zarar vermesin diye. Sacın dört kenarına aynı küp betonlardan dört tane daha konmuş. Bunların üzerinde leğen, içi böğürtlen dolu ve kaynamakta.

20150603_101927

İlkay işine gitti, biz de bisikletlere binip Antalya merkeze doğru gitmeye başladık. Merkezde bisiklet yolları yapmış belediye. Hem de gidiş geliş olarak. Maviye de boyanmış, güzel bir şehircilik modeli.

20150603_131644

Kale içi giriş kapısı, Roma döneminden kalma. Hadrian kapısı Roma imparatorluğunun zenginliğini ve gücünü temsil ediyor sanki. Yüksek kemerli üç girişi olan kapıda dört tane de sütun konulmuş.

20150603_132241_HDR

Seçimler bitmiş, hiç bir parti tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamış durumda. Sadece Türk bayrakları ile donanmış bir havuz başı olması ortalığı kirleten siyasi parti bayraklarından arındırılmış. Havuzun ortasında fıskiyeden su fışkırıyor yukarı doğru.

20150603_132820

Antalya gezimiz yolumuzda bulunan eserleri anca görüyoruz. Bunlardan biri de şerbetçi heykeli. Eski zamanlarda henüz şişelere girmeyen içecekleri şerbetçiler satarlardı sokaklarda. Şerbetçinin ibiğine çeşme konulmuş su içmek için. Antalya sıcak memleket, kışın bile terlersin ve susarsın. Soğuk şerbet olmasa da su ile susuzluğunu giderirsin çeşmeden.

20150603_132904

Baba ve oğul heykeli, bir zamanlar yapılıp konulmuş. Herhangi bir yazıt yok, yada sökülmüş. Kim, ne anlatıyor, sanatçısı kim belli değil. Şimdiki belediyenin anlayışına ters böyle heykeller. Heykelin belden aşağısı beton blok içinde.

20150603_133127

Falezlerin üstündeyiz, karşı da aynı falezlerin devamı var. Şöyle iki uzun saçlı adam  birlikte bir resim çekilelim bakalım.

20150603_133540

 

VASİYET

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
                                                                    1953, 27 Nisan
     Nazım Hikmet RAN                           Barviha Sanatoryumu

Yukarıdaki şiirin yazıtı metal levhaya yazılmış hali. Yarısı duvarda, yarısı yerde.

20150603_133911

Bu gün 3 Haziran 1963 Büyük şairimiz Nazım Hikmet RAN’ın ölüm yıl dönümü. Büyük şairi şiirleriyle anıyorum. Şairin ilginç bir heykeli duvarın içinde ve altında levhaya yazılmış Laz İsmail şiiri.

20150603_134116

Eski evler onarılarak sarı, yeşil, pembe renkleri ile eski ve modern bir sokak görünümüne dönüşmüş. Sanki başka bir çağda başka bir ülkedeyiz. Görünüm olarak harika.

20150603_135357_HDR

Parayı Lidya’lılar bulunca haliyle bir şubesini de Antalya da açmışlar. O zamanlarda soylular topladıkları vergilerle halkı sömürdükleri gibi bankaları da soymaktalar. Eteğini açmış dökülsün paralar. sonrasında eğlence yerlerinde vur patlasın, çal oynasın. İzmirlilerin söylediği bir deyim vardır; “Parayı Lidyalılar, kafayı İzmirliler buldu” diye. Lidya Bank yazan bankamatik önünde eteğine para dolduran heykel.

20150603_140125

Bölük pörçük te olsa yer yer bisiklet yolu yapılmış şehrin bazı yerlerinde!

IMG_0280

Ama gel gelelim arabasından belli olan sonradan görme görgüsüz bir kadın bisikletten, bisiklet yolundan, bariyerlerle ayrılmış mavi boyalı yoldan habersiz marketten alışverişini yaptıktan sonra resim çekildiğine bile aldırmadan pahalı arabasına binip gitti. Hiç bu kadar uzun cümle kurmam ama bu kadın hakkediyor uzun cümleleri!

20150603_141508

Kıyıdan kıyıdan gezinerek, görüp resim çekilerek falezlerin sonuna geldik. Şimdiye kadar deniz epey aşağılardaydı.

20150603_142136

Burası seyir terası, aşağısı da meşhur Konyaaltı kumsalı. Karşıda başı dumanlı Beydağları.

20150603_142155

Etrafı seyrederken birden bire yamaç paraşütü beliriverdi önümüzde.

20150603_142321

Hava uygun olunca seyir terasından paraşütü şişirip havalanıyor. Bir kartal gibi yönlendirerek etrafta, kumsalın üstünde, denizin üstünde uçuyor.

20150603_142327

İki uzun saçlı adam olarak manzaralı bir resim çekiliyorum Ferdimen ile birlikte. Arkamızda Beydağları, denizde yelkenliler seyir halinde arka arkaya.

20150603_142441

Kumsala yoldan iniyoruz. Yelkenliler ardı sıra önümüzden geçip giderken iktidardaki siyasi partinin propagandasını yaptığını görünce ilgim azaldı yelkenlilere.

20150603_143529

Kumsala inip deniz kenarına konuşlanıyoruz hemen. Çantamda bulunan deniz şortumu çıkarıp giyerek hemen Akdeniz’in pek soğuk olmayan sularına bırakıyorum kendimi. Açık deniz olduğundan İzmir deki gibi 10 – 20 metre sonra derinleşmiyor. 2 metre sonra boyu geçiyor. Yüzme bilmeyenlerin girmemesi iyi olur. Balıklama denize atlarken Ferdimen beni çekiyor.

20150603_144450

Bu da youtube deki video linki

https://youtube.com/shorts/Zra8VhF4lPc?feature=share

Kumsalda kum yok, küçük çakıl taşları ile kaplanmış durumda. Islak ta olsan taşlar yapışmıyor kum olmadığı için. Çakıl taşları rengarenk, pırıl pırı,l irili ufaklı.

20150603_180101

Çakıl taşları arasında gizlenmiş bir canlı var. Hareket etmese farkına bile varamazsın. Serçe yanımıza kadar gelip yiyecek bir şeyler bulma ümidi ile dolanıyor etrafımızda. Serçenin rengi de taşlarla uyumlu.

IMG_0312

Rüzgar esmiyor, o yüzden deniz durgun. Sadece dip dalgası devamlı küçük bir dalga ile sahilde kendini belli ediyor. Denizden çıkarken biraz zorlanıyor insan. Çakıllar oynak, kıyı dik ve dip dalgası geriye çekiyor.

20150603_180130

Akşama kadar sahilde oyalanıyoruz Ferdimen ile. Bisikletlerin başında Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0309

Akşam olmadan Devrim ve İlkay yanımıza geldiler iş yerlerinden bisikletlerle. Onlar gelince bisikletlere binip Antalya’nın akşam karanlığında dolaşmaya başladık. Su fıskiye parkı devamlı renk değiştiren ışığı ve müziğe göre artan – azalan sular ile görsel bir şölen oluşturuyor. Biz de kendimizi kaptırıyoruz suyun büyüsüne kaptırarak.

20150603_204022

Bazen su duvar gibi yükselip su perdesine dönüşüyor pembe rengiyle.

20150603_204054

Müziğin ritmine kendimizi kaptırıp dans etmeye başladık. Devrim ile dans ederken Ferdimen çekiyor.

IMG_0317

Gündüz pek belli olmayan Saat kulesi ışıkların oyunu ile daha bir başka görünüme bürünüyor.

20150603_220651

Yivli minare uzaktan heybetli görünüyor gözüme.

20150603_222217

Kendi resmimizi kendimiz çekiliyoruz. Ben, Devrim, Ferdimen ve İlkay, ışıkla aydınlatılmış yivli minare manzaralı.

20150603_222446

Renkler ve ışıklar içindeki çarşı şemsiyelerle panayıra dönüşmüş. Şemsiyeler yukarıda.

20150603_224059

Devrim beni çekerken bizi de Ferdimen çekiyor çaktırmadan şemsiyeler altında.

IMG_0330

Kale içine geldik, Hadrian kapısı önünden gündüz geçmiştik. Şimdi ise ışıkların daha farklı boyuta dönüştürdüğü devasa kapıdan kale içine giriyoruz. Kemerin iki yanında sütun, kirişin kenarları süslü oyulmuş.

20150603_224853

Yivli minarenin dibine geldik. Uzaktan heybetli görünmüştü gözüme. Yanında iken heybeti daha da artmış durumda. Yivli minare pişmiş tuğla ile örülmüş. Minareyi alttan çekiyorum, tepesi karanlık.

20150603_234952

İki uzun saçlı adam birlikte elçek bir resim çekiliyoruz yivli minare ile birlikte.

20150603_235331_HDR

Minarenin yakınında bulunan bir zeytin ağacı dikkatimi çekti. Ağacın gövdesinde Sanki bir evliyanın mezar taşı gibi bir yumru oluşmuş. Ağacı yakmaya çalışmış birileri ama becerememiş anlaşılan. Yanık izleri hala duruyor. İnsanlar bu görüntü karşısında hurafelere kapılmaktan geri kalmaz diye düşünüyorum. Belki de ağacı yakma girişimine neden olmuştur.

20150603_235403

Devrim ile birlikte elçek ile çekiliyorum Yivli minarenin gölgesi olmadan.

20150603_235642_HDR

Yivli minarede değişik bir çekim deniyoruz değişik bir açıdan. Benim karanlık siluetim yivli minare ile birlikte.

received_10153422310947369

Devrim bizi demlik kafe- Bar’a götürüyor. Kafenin adı demlik ama çay ile ilişkilendirilmemiş. Gerçi içeride çay var, biz de çay içmek için giriyoruz içeri. Kapı girişinde Ferdimen ile birlikte çekiliyoruz bir poz.

received_10153422309682369

Canlı müzik eşliğinde çaylarımızı içtikten sonra bisikletlerin yanına gelerek dönüş hazırlıklarına başladık. Saat gece yarısına yaklaştı. Yolumuz uzun.

IMG_0335

Sonunda vedalaşma zamanı geldi. Antalya yazısı tersten yazılmış olarak Devrim bizim resmimizi çekiyor üçümüzü bisikletlerimizle. Sonrasında Devrim ile vedalaşıyoruz, Kendisine çok teşekkür ederim, bizleri Antalya’nı güzelliklerini gösterdiği için. Sayesinde harika bir akşam yaşadık ve mutlu ayrılıyoruz.

received_10153422311492369

İlkay’ın öncülüğünde 15 Kilometre civarı artık araçların az olduğu bir saatte pedal çevirerek eve vardık. Güzel bir duşun ardından tatlı bir uykuyla günü bitiriyorum.

Bu gün yaklaşık 34 Kilometre yol yapmışız.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

İzmir Pedallarımım Altında 3. Gün

19 Mayıs 2014 Pazar

İyte – Urla – Güzelbahçe – İnciraltı kent ormanı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gitmek

Gitmek. Bir hançeri inceltip

Okyanusa daldırmak isteği

Ya da düşebilmek atlasların

Dışına ki ey kalbim

Yalnızsın bu yolculukta da

Gitmek. O kaos duygusu, aklın

Sarsıntılarla yorgun düşüşü

Bilincin kamaşması belki de.

Rehin bırakılacak bir şey yok

Unuttuklarından başka.

Gitmek. Bir büyü gibi saran

Ağrılar yumağı, kışkırtılmış

Düşlerdir ki sen şimdi

Esirgeme kendini kalbim

Kederin o derin yalnızlığından

Ahmet Telli

 

Öne çıkmış olan görsel, pembe – beyaz çiçeklerin yanında park etmiş bisikletler.

11
Güzel bir uykunun ardından harika bir güne uyanıyorum. Çevrem çadırlarla dolu, yeni yeni uyanıyor kimisi. Kimisi hala uyuyor güneş çadırına vursa da. Kendi eşyalarımı araca vermediğim için her sabah yaptığım ilk iş olarak çadırımdaki eşyaları toparlayıp dışarı çıkardıktan sonra çadırı söküyorum. Çadırı katlayıp diğer eşyalarla bisikletime yükleyerek hazır hale geliyorum kısa sürede.

190520147320

Kahvaltı faslına bisikletle gidiyoruz, çünkü yemekhane çadır kurduğumuz yere uzak biraz. Kalabalık olduğumuz için uzun kuyrukta bekleme zahmetinden sonra kahvaltı tepsisini alarak masada yiyoruz afiyetle. Dört kişi masada oturmuş kahvaltı yaparken.

1.1

Kahvaltıdan sonra dışarıda beklemeye başladık diğer arkadaşların kahvaltı yapmasını. Bu arada madem kahvaltıyı yaptık üstüne kahve gider değil mi? Elbette gider, hemen ocağı, kahve takımını çıkarıp kahve pişiriyorum oracıkta. Şanslı olan Üç kişi de kahvenin tadına varıyor. Bunlardan biri de resmi çeken Ahmet Nail Yavuz. Ahmet kahve fincanı elinde beni kahve içerken çekiyor.

1

İşte şanslı olan kişi Ahmet Nail Yavuz. Kahvesini höpürdeterek içiyor keyifle.

2

Kahvaltı bittikten sonra Üniversite arazisinde ağaç dikeceğimiz yere geliyoruz hep birlikte. Dut ağacı altında fidanların gelmesini beklerken dutların tadına bakayım dedim ama daha olgunlaşmamış dutlar. Eli kulağında, 1 hafta sonra olacaklar.

190520147321

Fidanlar gelince bir tane alıp daha önce açılmış çukurlara fidanı yerleştirip can suyunu vererek toprak dolduruyorum çukura. Ağaç dikme olayı herkesi memnun ediyor. Ağaç dikerken çekilen bu görüntü aklıma Nazım Hikmetin şiiri geliyor;

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                            bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve

ipek bir halıya benziyen toprak,

                                bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

                             bu dâvet bizim….

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

                                             bu hasret bizim…

Nazım Hikmet Ran

Arkadaşlar ağaç dikerken.

3

İşte diktiğim fidan ve ben.

4

Bu gün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı. Tören için tören alanına geliyoruz ağaç dikiminden sonra.

190520147322

Herkes bisikleti elinde meydanda U düzeninde sıralanıyoruz. Hepsini bir arada çekemediğimden sıraları parça parça çekiyorum. İlk önce sağımdaki bisikletçileri çekiyorum.

190520147323

I. Dünya savaşı bitiminde yenik düşen Osmanlı devleti yurdumuzu parçalamaya başladığı sırada Mustafa Kemal işgalcilere karşı hareketi başlatmak için 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a ayak bastığı gün tarih değişmeye başlamıştı. Emperyalizmin tekerine çomak sokmak gibiydi bu. Emperyalistler pastayı paylaşırken Mustafa Kemalin başlattığı kurtuluş savaşı başarı ile sonuçlanıp tüm düşmanı yurttan kovmuştu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 19 Mayıs günü Milli bayram ilan edildiğinde Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs gününü gençliğe emanet ederek 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan etmiştir.

Solumdaki bisikletçileri çekiyorum.

190520147324

Diğer tarafa geçip karşıdakilerle beraber çekiyorum.

190520147325

İstiklal marşının ardından 19 Mayıs Bayramı ile ilgili konuşmanın ardından bisikletlere binerek meydanda 3 tur atarak törenimizi bitirdik.

190520147329

Tören bittikten sonra yola çıkıyoruz hep birlikte. Tabelada, Urla 13, İzmir 45 kilometre mesafede olduğu belirtilmiş.

5

Kısa sürede Urla’ya varıyoruz. Tabelada; Urla Nüfus 43400 olarak yazılmış.

6

Ben geriden takip ediyorum grubu. Hafif bir inişten sonra Urla kavşağına çıkarken uzaktan  bisiklet grubu yolun bir şeridinde harika bir görüntü meydana getirmişler. Bunun resmini çekmeden olmaz deyip çekiyorum.

190520147331

Urla kavşağından sola İskele yoluna giriyoruz. Bu yolun kıyılarında fıstık çamı dikilerek yemyeşil bir yola dönüşmüş durumda. Zamanında geniş olan yol arabaların çoğalmasıyla daralmış sanki. Trafik polisleri bize yolu açtı geçmemiz için. Diğer zamanlarda buradan bisikletle geçmek tehlikeli. Karşı yönden araba gelirse arkadaki araba bisikletliyi sıkıştırma olasılığı var. Önden çekilmiş bisikletçiler ağaçlı yolda.

7

Urla İskelede bir süre dinlendikten sonra yola çıkıyoruz tekrar. Ahmet kamerası ile başının üstünden arkasından gelen bisikletçileri çekiyor.

8

Sağ şerit bize ayrılmış durumda, önde trafik aracı, arkada trafik aracı olunca güvenli bir şekilde ilerliyoruz. Önümde grup gidiyor, yol sola dönemeçli.

190520147332

Grup bu kez sola kıvrılmış yolda gidiyor.

190520147333

Arada durup toplanmayı bekliyoruz arkada kalanları. Ben gelince herkes gelmiş olduğu için yola devam ediyoruz.

9

Narlıdere Çeşme otoban viyadüğünde Deniz kıyısında Uğur Mumcu parkında mola veriliyor. Burada öğlen yemeği yenecek. Pembe – beyaz çiçeklerin yanında park etmiş bisikletler. Karşıda viyadük var.

11

Yemek için sıraya girip tavuklu pilav ve ayranı alacağız.

12

Masa sandalye yok, olmayınca tabağını alan beton duvara oturup yiyor öğle yemeğini.

13

Pilav bol olunca doymayanlar bir daha sıraya girerek 2. tabağı alıyor. Duvara oturup pilavını afiyetle yiyorlar.

14

Yemekten sonra yoldayız, Narlıdere askeri alandan geçiyoruz. Yol burada dar ve gidiş geliş tek yol olunca hızlı bir şekilde geçiyoruz. Trafik polisleri arkadan araçların geçmesine izin vermiyorlar.

10

Kısa sürede İnciraltı kent ormanına, araç park yerine geliyoruz. Tur burada bitiyor, kamyon da eşyaları getirmiş bekliyor. Herkeste bir telaş var, bundan sonra eve gitme durumu. İzmir de oturanlar vedalaşıp evin yolunu tutuyor.

15

Ahmet Nail Yavuz da arabasına bisikletini ve eşyalarını yükledikten sonra bizlerle vedalaşıyor.

16

Tur gayet güzel başarı ile bitti, ufak bir iki kaza dışında önemli bir şey olmadı. Ben görevimi yapmamın huzuru içindeyim. Buradan ayrılmadan önce kahve içmeden olmaz deyip son kalan kahveyi de pişiriyorum. Batı Ankara bisiklet grubu ile tanışma şerefine kahvemizi içiyoruz. 1. parti kahve içildikten sonra 2. kez kahve pişirmeye başladım. Bu arada sohbet etmeye devam ediyoruz. Arkadaşlara “urimbaba’nın kahvesini şanslı olanlar ve kısmeti olanlar içer” diye söylerken elim cezvenin sapına çarparak kahveyi olduğu gibi döküyorum. İşte kısmeti olmayanlar içemedi gerçekten. Artık başka bir yerde içebilirler. Kahve de bitti üstelik. Kısmet işte. Cezvede kahve pişiyor köpüklü, cezveyi elimle tutuyorum.

17

Herkesle vedalaşıp ayrılıyorum arkadaşlardan, ev de yakın 2 km kadar. Güzel bir tur oldu, yeni arkadaşlarla tanıştık, kaynaştık. Festivali düzenleyen CAT bisiklet derneğine ve katılan arkadaşlara teşekkürler.

Resimlerin bir kısmı Ahmet Nail Yavuz’a aittir.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 45 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc