22 Mart 2015 Pazar
Gelibolu – Bolayır – Gelibolu
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Çanakkale Destanı
Yaşamaz ölümü göze almayan.
Zafer, göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayan,
Gözyaşı boşana boşana gider!
Kazanmak istersen sen de zaferi
Gürleyen sesinle doldur gökleri
Zafer dedikleri kahraman peri
Susandan kaçar da coşana gider.
Bu yolda herkes bir ey delikanlı
Diriler şerefli ölüler şanlı
Yurt için döğüşen başı dumanlı
Her zaman bu şandan, o şana gider
Faruk Nafiz Çamlıbel
Öne çıkmış olan görsel, Çanakkale savaşında çekilmiş resimde iki asker bağdaş kurmuş oturuyor, birinin yanında bisiklet, diğerinin yanında bir köpek var.
Gayet soğuk geçen bir gecenin sabahında uyanıyoruz. Gecenin soğuk olduğunu dışarıdaki yağmış olan kırağı sayesinde daha iyi anlıyorum. Uyku tulumunun içine koyduğum sıcak su dolu pet şişe gece beni idare etti. Çadırdan çıkıp kalkmış olanlara günaydın diyerek, kalkmamış olanları uyandırmaya başladım. Yavaş kıpırdanmalar olmaya başladı çadırların içinde. Bir süre sonra dışarı çıkan doğru yemek yenen kapalı alana kaçıyor. Ne de olsa hava çok soğuk. Sabah kahvaltısını yapıyoruz hep birlikte, ardından herkesin bisikletini hazır edip yolda beklemesini sağlıyorum. Tesisin altında toplanıldıktan sonra çadır alanında kimse kaldı mı diye kontrol edip bisikletimi alınca bir baktım ki lastiğim patlamış. Telsiz ile Doktor Serhat’a lastiğimin patladığını bildirerek hemen tekeri söküp iç lastiği değiştiriyorum. Tabi ki ilk önce dış lastiği kontrol ediyorum patlatan nesneyi. Bir kaç kişi yardıma geliyor bu arada. 5 Dakika civarı gibi kısa sürede işi halledip beni bekleyen gruba katılıp hareket etmelerini sağlıyorum.
Bu gün İlk önce Gelibolu Şehitliğini ziyaret ediyoruz. Saygı duruşu ardından İstiklal marşını okuyarak Şehitlere saygımızı sunduk. Hüseyin Şahin de bizlere Çanakkale savaşını kısaca anlatıyor. Bulunduğumuz şehitlik hakkında da bizlere bilgi veriyor. Çanakkale savaşında şehit olanlar burada yatıyor. Aynı zamanda Kore Gazileri ve günümüzde şehit düşen askerler de burada yatıyor. Hüseyin aynı zamanda lisanslı rehber. Şehitliği giriş kapısı üssünde Türk bayrağı asılmış.
Şehitlikteki törenin ardından yola çıkıyoruz. Bu günkü hedefimiz Bolayır. Yolumuz da eski İstanbul yolu. Yeni yapılan yoldan gitmiyoruz. Bu yolu araçlar pek kullanmadığından bakımsızlıktan yol bozulmuş toprak yola dönüşmüş. Geçen yıl Keşan dan dönerken bu yolu kullanmıştık ve çamura saplanmıştık. Burayı geçerken anımsıyorum o geceyi. Sağda buğday tarlası yeşil.
Çimpe Kalesi Gelibolu İlçesi ile Bolayır arasında, Bolayır’a 1.5 Km mesafededir. Tarihte Çimpe, Çimbi, Cimbini, Cembini, Cibni, Çimen ve Çemenlik gibi adlarla anılmıştır.
Çimpe Kalesi Gelibolu’nun 10-12 km dışında Kara Yokuş mevkiinde, yüksekçe bir tepenin üzerinde bulunmaktadır. Kalenin 4 km ilerisinde Marmara Denizi yönünde Namaztepe bulunmaktadır. Burası 1354 yılında Gazi Süleyman Paşa‘nın Rumeliye ilk ayak bastığında Allah’a şükran namazını kıldığı tepedir. Buranın adının Namaztepe oluşunun nedeni budur.
Çimpe Kalesi Türklerin Rumelide ilk aldıkları kalenin adıdır. Eski kaynaklarda kalenin adı değişik şekillerde yazılmıştır. Bizanslı tarihçi Ionnes Kanta Kuzenos, İstanbul tarihine ait Rumca eserinde, bu adı Tzympe şeklinde kaydeder. Yine Bizans kaynaklarına dayanarak yazan Von Hammer N. Jorga gibi tarihçiler de bu adı kullanmışlardır.
Türk kaynaklarında ise; Aşık Paşazade tarihinin Ali Bey baskısında kalenin adı Çint Hisarı, tarihçi Friedtich Giese ise Çimbi diye bahsetmektedir. Gazi Süleyman Paşa, Osmanlı tarihçilerine göre 1357 yılında Anadolu yakasındaki Çardaktan 2 sala bindirdiği 80 savaşçı ile bugün Namaztepe olarak bilinen Rumeli kıyısına gelerek Bizanslıların elinde bulunan bu Hisara gizlice girerek fethetmiştir.
Batılı tarihçilere göre, bu küçük kale Türklerin Bizanslılara yardım ederek, 1352 yılında Sırp-Bulgar ordusunu dağıtarak, Bizanslıların bir kenti olan Edirne’yi kurtarması karşılığında hediye edilmiştir. Gazi Süleyman Paşa, bu kalede üslenip buradan Bolayır ve Gelibolu’yu fethederek Rumeli fethine başlamıştır.
Bolayır’a yakın, her iki denizi görüp kontrol edebilen Çimpe kalesine vardık.
Bahar ayına giriyoruz, tarlalar sürülmüş ekime hazır. Tarlalara daha çok ayçiçeği ekiliyor.
Bir arkadaşımızın lastiği patlıyor, yanında alet ve yama takımı olmayınca bendeki alet edevatı kullanıyoruz. Yanına oturarak şunu şöyle yap, bunu böyle yap diye talimat verip lastiği tamir ettiriyorum. Bir yerden öğrenmesi gerek lastik patlağını onarmasını. Biz lastik tamiri ile uğraşırken diğer arkadaşlar kaleyi gezip bilgi alıyorlar rehberimiz Hüseyin’den.
Lastik tamir edilirken oturuyorum. Arkada kalenin gözetleme tabyaları var.
Kale ziyareti bitti, yola çıkarak yakında olan Bolayır’a gelerek Süleyman Paşa ve Vatan Şairi Namık Kemal’in mezarlarının olduğu yere geliyoruz.
Bisikletleri dışarıya park edip içeri giriyoruz. Giriş kapısının üst demirine, solda Süleyman Paşa 1359, sağda Namık Kemal 1888 yazılmış. Bisikletim KUZ kapı önünde.
İlk önce Namık Kemal’in mezarını ziyaret edip rehberimizden bilgi alıyoruz.
Namık Kemal (d. 21 Aralık 1840 Tekirdağ – ö. 2 Aralık 1888 Sakız adası), Türk milliyetçiliğinin öncülerinden, Genç Osmanlı hareketi mensubu yazar, gazeteci, devlet adamı ve şairdir.
Yurtseverlik, hürriyet, millet kavramlarına bağlı bir Tanzimat devri aydınıdır. Bu kavramları Türk fikir hayatına ve edebiyatına sokan kişi kabul edilir. Heyecanlı, kavgacı kişiliği, akıcı, parlak üslubu nedeniyle devrinin diğer yazarlarından daha fazla tanındı. “Vatan Şairi” ve “Hürriyet Şairi” olarak anılan Namık Kemal, şiirin yanı sıra tenkit, biyografi, tiyatro, roman, tarih ve makale türlerinde eserler verdi. Özellikle Türk edebiyatının ilk edebi romanı olan “İntibah” ve batılı anlamda Türk edebiyatının sahnelenen ilk tiyatro eseri olan “Vatan yahut Silistre” eserleriyle ünlüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü eserleri ve fikirleriyle etkiledi.
Bolayır yüksekçe bir tepe üzerinde kurulmuş olduğundan Saroz körfezi manzarası da görülmeye değer bir güzellikte ve biz de bu güzelliği kaçırmıyoruz. Saroz körfezine bakanları çekiyorum.
Süleyman Paşa, Gazi Süleyman Paşa veya Süleyman Gazi (1316 (?) – 1357/1360 arası), Osmanlı Padişahı Orhan Gazi’nin büyük oğlu olup, annesi Nilüfer Hatun’dur. Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye, başka bir deyişle Avrupa’ya geçişinin öncüsü ve sembolü olan şahsiyettir ve Rumeli Fatihi olarak bilinir.
İlk defa Gerede’de yönetici olarak hizmete başlamıştır. İzmit, Göynük ve Mudurnu civarı kendisine tımar olarak verilmiştir. İznik (1331) ve İzmit (1337) fetihlerine katılmış, fethinde büyük rol oynadığı Karesioğulları Beyliği’ne bey tayin edilmiştir (1335). Sırplara karşı, Bizans’a yardıma giden Osmanlı kuvvetlerine kumanda etmiştir. Rumeli’ye geçerek Selanik’i Sırplardan almış ve Bizanslılara vermiştir (1349). Rumeli’ye ikinci geçişinde (1352), Bulgar’ları Dimetoka’da yenmiştir. Bu harekatlarında Çimpe Kalesi, kendisine üs olarak verilmiştir. Gelibolu başta olmak üzere Marmara’nın batı kıyısındaki şehirleri ele geçirdiyse de, Bizanslılarla yapılan antlaşma îcabı, buraları daha sonra boşaltmıştır. Eretna Beyliği beyi Alaeddin Eretna’nın ölümünden sonra bölgede doğan karışıklıktan istifade ederek Ankara’yı zap tetmiştir (1354). Bizans’ta imparator değişikliği üzerine, dikkatini yeniden Trakya’ya yöneltmiştir.
Üçüncü geçişinde, Biga’da topladığı ordularını Çardak limanında gemileri yan yana koyarak Çanakkale Boğazı’ndan geçirmiş ve Bolayır’ı kendisine üs edinerek, artık Osmanlı’nın Rumeli’de yerleşmesine dönük bir politika izlemiştir. Anadolu’dan getirttiği Türkmen ailelerini Rumeli’de kurduğu köylere yerleştirmeye başlamıştır. Daha önceki harekatlarda yapılan keşifler ve edinilen bilgilerin de yardımıyla Gelibolu Yarımadası nın kısa bir sürede Osmanlı yönetimine katılması sağlanmış, daha sonraki fetihler için hareket noktası oluşturulmuştur.
Ölüm tarihi konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre 1360’ta, Bolayır ile Seydikavağı arasında doğanla avlanırken atından düşerek vefat etmiş, cenazesi vasiyeti doğrultusunda Bolayır’da imareti civarında yaptırmış olduğu türbeye defnedilmiştir. Kendisi için daha önce yaptırdığı türbe boş olarak Yenişehir, Bursa’da bulunmaktadır. Aşık Paşazade bölüm tarihini 1356 olarak verirken, Anonimler ve Oruc Tarihi 1357 olarak vermektedir. Ruhi Süleyman Paşa’nın Rumeli’de altı yıl boyunca mücadele verdikten sonra öldüğünü söyler. Kendisinin 1352 yılında Cimbi’yi aldığı göz önünde bulundurulursa, Ruhî’nin verdiği yıl 1356 civarına tekabül etmektedir. Takvimlerden biri, Orhan Gazi’nin Süleyman Paşa’dan beş yıl sonra sonra öldüğünü kaydeder ki Orhan Gazi’nin 1362 Mart’ında öldüğü bilindiğinden, takvimin verdiği tarih 1356 civarına denk gelmektedir. Bizanslı tarihçi Nikeforos Gegoras ise Süleyman Gazi’nin ölümünün, kardeşi Şehzade Halil’in esir edildiği 1357 yılından kısa bir süre sonra gerçekleştirdiğini yazmaktadır.
Gazi Süleyman Paşa, yanında Lalası ve Atı ile beraber mezarda yatmaktadır.
Hava güzel, ortam güzel, biz de güzel olunca resim çekilmeden olmaz. Yanımızda da köpek arap yiyecek aranmakta Zerrin’in poşetinde. Resimde 6 kişiyiz.
Bolayır gezimiz bitti, dönüşe geçiyoruz. Aynı yoldan döneceğiz. Çanakkale boğazının bir kısmı görünüyor tarlaların ardında.
Sırtta olmamız nedeni ile manzara süper. Ege denizi ve Saroz körfezi bir tarafımızda.
Diğer tarafta Marmara denizi ve Çanakkale boğazı.
İniş olunca kısa sürede Gelibolu’nun ilk evlerine giriş yaptık bile. Geçen yıl buraya zor ve gece karanlığında inmiştik.
Şehre gelince ilk önce tarihi konserve fabrikasını gezip görüyoruz. Fabrika eski ve tarihi olmasına karşın hala çalışılıyor. Fabrikanın dışında park etmiş bisikletler.
Aynı sırada bulunan antika traktör müzesini de gezelim dedik. Girişindeyiz müzenin.
Müzenin girişinde ilk olarak resimde gördüğünüz traktör gözümüze çarpıyor. Makine alışılmadık biçimde yapılınca daha önce görmediğimiz için sanki uzaydan gelmiş gibi. Tekerlek yok, palet takmışlar.
Diğer traktörler de değişik ve ilginç traktörler. Birbirinin aynısını görmek olası değil. Hepsi de pırıl pırıl boyanmış, lastikleri gıcır gıcır. Gelibolu çiftçilerinden Dursun Keskin özel merakından dolayı ne kadar traktör varsa hepsini alıp boyatarak kendine ait binada müze haline getirmiş. Dünyada ve Türkiye de bir ilk olan müze gezilip görülmesi gereken yerlerden biri. Müze iki katlı ve 38 traktör sergilenmekte.
Gövde mavi, jantlar sarıya boyanmış.
Kırmızıya boyanmış traktör, jantları beyaz renkte.
Sarı traktör, jantlar kırmızı renkte.
Kırmızı boyalı traktör, jantları beyaz renkte.
Başka kırmızı boyalı traktör. Jantları beyaz renkte.
İki tekerlekli, elle idare edilen traktör. Boyutu normal traktörlere göre küçük.
Kırmız renkli başka bir traktör.
Yeşil renkli traktör, jantları kırmızı boyalı.
Açık kırmızı traktör, jantları sarı renkli.
Yeşil renkli traktör, Jantları sarı.
Gövdesi ve jantları kırmızı, motor kaportası beyaz renkli.
Yeşil renkli traktör, jantları sarı.
Çok açık mavi traktör.
Tamamen sarı renkli traktör, motor ve kasnak kısmı kabartma kapak ile kapatılmış.
Gri renkli bir traktör.
Tarımda makineleşmenin başlaması ile sabanın yaptığı iş gücünün kat kat üstü iş yapması tarımda devrim başlattı. Kısa sürede büyük arazileri bir çırpıda işlemesi ve yetişen ürünleri toplayıp pazara sürmesi toprak sahiplerini zengin etmiştir. İlk traktörlerden sayılabilecek ilginç bir traktör. Motor gövdesi değişik, yanda volanı var. Tekerleklerinde lastik yok, ön tekerlek düz. İç kısımları çemberli. Arka tekerleği büyük, iç kısmı düz çember. Bu normal yol için. İç kısmı geniş ve çıkıntılı, toprağa iyice tutunması için. Traktör yeşil, tekerlekler sarı renkte.
Çıkıntılı kafa gibi kaportası olan traktör. Kırmızı boyalı, jantlar açık sarı renkte.
Normal traktörlerin dışında maket traktörler de camlı dolapta sergileniyor. Biri kırmızı renkli büyük, diğeri yeşil renkli küçük maket traktör.
Solda metal renkli traktör, tekerlekleri silindir biçimde maket ve geniş yarış lastikli yeşil renkli maket traktör.
İki kırmızı maket traktör ortasında sarı renkli traktör.
Kırmızı renkli maket traktör.
Sağda beyaz renkli maket traktör, solda yeşil renkli kepçeli maket traktör.
Kırmızı renkli traktör.
Sarı renkli traktör.
Lacivert renkli traktör.
Kırmızı renkli traktör.
Turkuaz yeşil renkli traktör.
Bu da turkuaz mavi renkli traktör.
Açık yeşil renkli traktör.
Bu da turuncu renkli traktör.
Egzozu dışarı, yana çıkmış yeşil renkli traktör.
Kırmızı renkli traktör.
Oturma yeri tek olan kırmızı renkli traktör.
Açık mavi renkli traktör, jantları kırmızı renkli.
Yeşil renkli, jantları sarı renkli traktör.
Gri renkli gövdesi, jantları turuncu renkli traktör.
Tamamen kırmızı boyalı traktör.
Çok açık gri traktör.
Kırmızı renkli traktör.
Yeşil renkli traktör, dışında kasnak var.
Turuncu renkli traktör.
Kaportası kırmızı, motor kısmı gri renkli traktör.
Kırmızı renkli traktör.
Traktörlerin hepsi birbirine benzemez, hepsi ayrı renkte ve pırıl pırıl boyalı, lastikleri de yeni. Görülmeye değer bir müze. Traktör müzesinden çıktık.
Traktör müzesinin sırasında Gelibolu savaş müzesine sıra geldi. Doktorum Mete Güney müzeye giriş yaparken bir resmini çekiyorum.
Müzenin girişinde Çanakkale savaşını hatırlatan UNUTMADIK yazısı karşılıyor. Elbette bizler 100 yıl önce kazanılan Çanakkale zaferini ve bu yarımada da yatan şehitlerimizi hiç bir zaman unutmayacağız.
Kanlı çarpışmaların yaşandığı bu topraklarda savaşın acımasızlığını görmek mümkün. Hepsi de düşman askerini öldürmek için kullanılmış ama öyle az buz değil. Toplam Beş yüz bin askerin öldüğü düşünülürse ne kadar silah, bomba, mermi, top, tüfek kullanılmış siz düşünün. Müzeyi gezsek te sadece öldürmede kullanılmış bu korkunç silahlar ürkütücü. Ama bu yaşanmışları da unutmamak gerek. Maket bir uçak, yanında el bombaları, mermiler. Bir tane de asma kilit anahtarı ile beraber.
Çeşitli bomba ve top gülleleri.
Top mermisi, içinde küçük bilyeler var.
Çeşitli bomba parçaları.
Mermilerin konulduğu kütüklük ve çeşitli mermiler, tek ve sıralı mavzer mermileri.
Metal tabak, kaşık ve çatallar.
Çeşitli metal para ve elbise düğmeleri.
Cep saatleri takılar ve tel kesme makası.
Dört tane su matarası.
Hücum borazanı.
Üç kılıç, bir kama ve elbise düğmeleri.
Haberleşme telefonu, ahizesi ayrı, mikrofonu ayrı, kablosu da yanında karmaşık halde.
Süngü, kama ve kılıç.
Parçalanmış top mermileri.
Palaska tokaları.
Askerlerin uyuduğu sığınak, raflı dolapta kap kacak, yatakta yatan asker, ön tarafta kum torbalarından duvar yapılmış.
Sapsız kazma ve kürekler.
Pişmiş topraktan yapılmış şişeler.
Vazo.
1 Litrelik bira şişesi.
Bir tane cam şişe ve kırık şişe parçaları.
Şeffaf ve renkli cam şişeler.
Çeşitli boyda çömlekler.
Seramik, geniş şişe bir kulplu şişe, dibinde delik var. Üzerinde Gin, rum, whisky yazdığına göre içki şişesi olmalı. Yanında aynı genişlikte, biraz daha boylu kahverengi şişe ve bir seramik kavanoz.
Biri saplı, biri sapsız iki kürek, yanında kum içinde bazı yerleri kalmış şarapnel, bomba parçaları. Bunların hepsi sandık içine konmuş.
Camekanlı bölmede battaniye ile örtünmüş bir manken asker yatıyor. Yanında kum torbaları ile kısa bir duvar oluşturmuş. Mankenin başındaki şapkaya bakılırsa İngiliz askeri olmalı.
Hazırolda beklerken çekilmiş Türk askeri resmi duvarda asılı. Altında da katlanın konmuş asker elbisesi, üstünde de asker şapkası var.
Uzun namlulu tüfekler ve mermileri. Dik olarak konmuş mermi sandığına benzer bir şey.
Top mermi kovanları, kimi yatık, üst üste, kimi dik konulmuş.
Kurşun mermilerle delik deşik olmuş tahtalar.
Sapı olan silindir duvarda vidalanmış.
Çoğu çürümüş konserve kutuları.
Çanakkale savaşında çekilen resimlerden biri dikkatimi çekiyor ! Askerlerin birinin yanında bir bisiklet var. Askerler beş sıra dizilmiş arkaya doğru. Öndekiler çömelmiş, arkaya doğru ayaktalar. Daha önde beş asker bağdaş kurup oturmuşlar yere. Birisinin yanında küçük bir köpek var. Yanlarında biraz ayrı iki asker yere oturmuş, birisinin yanında bisikleti yere yatırmış durumda. Yanındaki askerin yanında da bir köpek var. 100 kadar asker var.
Bisikleti ve onu kullanan askeri daha yakından çekiyorum. 100 Yıl önce savaşta kullanılan bisiklet, 100 yıl sonra benim bisikletle İzmir den Çanakkale’ye kadar gelip resmi görmek kadar ilginç bir durum olamaz. Bisikleti kullanan asker sanki sevgilisi yanındaymışçasına sevgiyle kucağına yatırıp sarılarak poz vermiş. Anlaşılan toz kondurmuyor bisikletine. O yıllarda bisiklete binmek bir mucize olsa gerek ve en şanslı askerlerden biri olmalı. Belki de şanslı olması nedeni ile bisikletine öyle sarılmış. Kim bilebilir ki? Bisikletli asker ve yanındaki askerin yanında bir köpek.
Bunlar da çürümeye yüz tutmuş metal su mataraları.
Mermi sandığında beşli tüfek mermileri. Sandığın kapağının içinde cam kavanozlar.
Eski bir radyo, ahşaptan yapılmış, üstünde de uçak maketi.
Mekanik duvar tipi telefon.
Savaş müzesinden çıkıp bisikletlerimizle Gelibolu limanında bulunan ayakta kalmış tek Burç’a vardık. Burası aynı zamanda Piri Reis Denizcilik Müzesi.
Müzenin giriş yerini daha önceden fark etmemiştim. Yol tarafında 5 basamak aşağı inip dar bir kapıdan giriş yapılıyor. Müzeye giriş bize bedava. Burca büyük bir afiş asılmış, üste “Bir asır geçse de…” diye yazılmış. Altında imzası ile Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşında çekilmiş resmi. Üstte Ay -Yıldız. En altta da “Zaferler ve onları gerçekleştiren kahramanlar asla unutulmazlar” diye yazılmış.
İşte müzenin daha doğrusu Burç’un giriş yeri içeriden görünüşü. Giriş kısmı dar bir koridordan yapılmış, dikdörtgen kesme taştan.
Koridor orta kesiminde geniş bir salona açılıyor. Korkuluk demir ile çevrelenmiş bir delik görünüyor.
Ortada deniz ile bağlantısı olan geniş ve derin bir kuyu var.
Mazgal deliklerinden vuran ışık yeterli olmuyor iç aydınlatmaya. Mazgal deliği ve dışardaki ışık parıldıyor dar bir alanda.
Mazgal deliğinden dışarısı, iç liman denilen yere bakıyor. Kayıklar bağlı duruyor iç limanda.
Başlıyoruz müzede sergilenen denizcilikte kullanılan alet, edevat, haritalara bakmaya. İki yanda kürekleri olan gemi maketi. Bir sırada 20 den fazla kürek var.
Burç tavanı kemerler yardımı ile kapatılmış.
Burcun kubbesi pişmiş tuğladan örülerek yapılmış.
Piri Reis’in çizdiği dünya haritasının bir kopyası. Harita ile birlikte defterleri ve kullandığı harita çizim aletleri.
Küçük kaide üstüne ikişer çember konulmuş dönebilen küre üç tane. Bir tane de kum saati.
Küçük bir gemi topu maketi.
Pusula.
Osmanlıca yazılmış defter ve pergel. Soldaki sayfada harita çizilmiş.
Sağda 360 dereceli açı çemberi, solda kum saati.
Küçük bir sandık içine konmuş cetveller, rulo kağıtlar sığmamış.
Ortasında delik olan tahta fıçı dik konulmuş, Üstünde gemi seyir defteri ve harita defteri.
Osmanlıca yazılmış haritalı defter.
Küre dünya haritası, harita çizimleri şimdiki dünya çizimlerine hiç benzemiyor. Yanda da çerçeveli harita.
Üst kata çıkan dar merdivenler. Merdivenlerde bir güzel.
Derken üç güzel daha gelip poz veriyorlar.
Müze ziyareti de bitti. Bisikletlere binip çarşıya gidiyoruz. Çarşı esnafı bize tavuklu pilav, ayran ve peynir tatlısı ikram ediyor. Bizler de esnafa teşekkür edip ikramları afiyetle yiyoruz. İnsanların kimisi aç mı? Yoksa aç gözlülüğünden mi bilinmez esnafın dağıttığı pilavı alabilmek için aramıza sıraya girip alması beni şaşırttı doğrusu. 5 Kişi bir bankta oturmuş pilav yerken.
İkramları yedikten sonra rehberimiz Hüseyin bizi Gelibolu fenerinin bulunduğu tepeye götürüyor. Burada bir çok eser, yapı, türbe var. Hüseyin hepsi hakkında kısa bilgiler sunuyor bizlere. Bir kısım yerde kaldırıma oturmuş, bir kısmı da ayakta Hüseyin’i dinliyorlar. Herkes sarı, fosforlu yelek giymiş.
Bayrak Baba türbesi aşağıda görünüyor.
Fransız mezarlığı, binsekizyüzlü yıllarda kırımda ölen askerlerini getirip bu bayıra gömmüş, bayrağını da dikmiş. Burası benim toprağım benim askerim yatıyor diye sahipleniyor ve kaldırmaya kalktın mı savaş ilanı sayıyor. Çanakkale savaşında düşmanımız olan Fransızları öldürmemize ve bir çok gemilerini boğazın sularına gömmemize rağmen buradaki mezarlığı kaldıramamışız. Acaba neden?
Hamzakoy kumsalı, henüz havalar soğuk. Kumsal pırıl pırıl temiz görünüyor.
Üç güzeli manzaralı çekiyorum.
Gelibolu deniz feneri.
Dumlupınar denizaltı batığı ve açık hava müzesi.
Artık tur bitti ve kamp alanına giderek aracı ile gelenler ve otobüse binecekler telaşla eşyalarını toparlayıp bir an önce yola çıkmak için hazırlanıyorlar. Bizim acelemiz yok, bu gece burada kalacağız. Dönüş için otobüs biletlerini ertesi gün için aldık. Sadece benim kıytırığı Asuman Şen’in arabasına verdim. İzmir de alırım artık. Gidenlerle vedalaşıp yolcu ediyoruz birer ikişer. Kamp alanında bir kaç kişi kalıyor bizlerle birlikte. Akşam yemeğinden sonra fazla geç olmadan çadıra girip yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 38 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda.
Ertesi sabah hava kapalı ve yağmur atıştırıyor. Yağmur yağışı bir kaç gün sürecek hava raporlarına göre. Havalar da serin ve geceleri soğuk olacağından otobüs ile dönmeye karar verdik. Eşyaları ve çadırı toplayıp bisikletin bagajına yerleştirdikten sonra kahvaltı yapmak için uygun bir kahve aramaya başladık. Yanımızda kahvaltılık malzemeler var. Şehrin balıkçı kahvesine gelerek içeri giriyoruz. Burası bir balıkçı kasabasında eski bir kahve görünümünde. Balıkçılar yanan sobanın sıcaklığında olta takımlarını hazırlıyor.
Denizin Delisi
Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem, bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi
O ne kadar giderse.
Özdemir Asaf
Her bir masada oltalar hazırlanıyor, havalar düzelince Marmara denizinde küçük tekneleri ile balık tutacaklar.
Balıkçıların deniz ile hikayeleri çoktur, anlatmakla bitmez. Dinlemek gerek. Masada oltalarını hazırlayan balıkçı, İrfan ve ben muhabbet ediyoruz. Arkada soba ve uzun boruları.
Balıkçı kahvesinde ağların kokusunda güzel hikayelerle zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Otobüsün hareket saati yaklaştı, bisikletlerle garaja giderek otobüsü beklemeye başladık. Tura katılan bir arkadaş ta İstanbul’a gidecek. O arada bisiklet dinamosundan şarj ünitesini sordu bana. Artık eve döndüğümden bendeki şarj ünitesini arkadaşa satıyorum. Nasıl olsa evde hazır var, onu takarım. Otobüs perona girince hemen bisikletleri bagaja yükleyip yerimize oturduk. Yaklaşık 5 – 6 saat sonra İzmir’e vardık. Menemen’i geçince garaja gideceğimize metro istasyonunda inip metro ile gidelim deyince otobüsten yolcu indirme sırasında biz de inerek bisikletleri bagajdan indirerek sökmüş olduğumuz ön tekerlekleri takıyoruz. Metroya bisikletlerin binme saati olan 20:00 ye kadar bir süre beklemek zorunda kaldık. Neyse 20:00 olmadan güvenlik görevlisi bizi içeri alıyor. Metroya binip gitmeye başladık, İrfan Karşıyaka da indi. Tamam Bayraklı da, ben ise Alsancak ta indim. Sahilden, bisiklet yolundan tatlı bir yorgunlukla ama mutlu olarak aheste aheste eve vardım.
Böylece bir turu da bitirmiş oldum. Yeni arkadaşlarla tanıştım. Yeni dostluklar kuruldu. Hazinem zenginleşiyor her turdan sonra. Heybelerim yeni dostlar için her zaman yer bulacaktır.
Yeni bir turda görüşme dileği ile sağlıcakla kalın Dostlar….
Aşağıda Alsancak – Üçkuyular yol haritası