Etiket arşivi: marmara denizi

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 1. Gün

10 – 11 Kasım 2016 Perşembe – Cuma

İstanbul’a Gidiş Avrasya Maratonuna Kayıt

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, Üç kişi, deniz kıyısında, çimenlere üç kişi oturmuş kahve içiyoruz. Serkan, Dilek ve ben. Kahve fincanları elimizde.

1979 Yılında 18 yaşımı doldurmuştum, artık reşittim. Lise yıllarında, anarşinin en yoğun olduğu dönemde 78 Kuşağının temsilcileri olarak gençliğe adımlarımı atıyordum. Gerçi 18 yaşımdan önce kendi adımlarımı atmaktan çekinmemiştim. Aile içinde bağımsızlığımı çoktan vermiştim. İstediğimi serbestçe yapma özgürlüğüne sahiptim.

İşte o yıl yani 1979 yılında Avrasya maratonu ilk defa yapılmıştı. İlk yapıldığında adı Asya – Avrupa maratonu olarak koşuldu. Gazetelerde maratonun yapılacağını okuyunca katılmak istemiştim. Ama maddi olanaksızlıklar yüzünden hevesim kursağımda kaldı. Daha sonraki yıllarda iş hayatı, ev çoluk çocuk derken unutuldu gitti Avrasya maratonu koşma fikri.

2015 Yılında sonbaharda aklıma geldi birdenbire. Neden hayalimi gerçekleştirmiyorum, şimdi zamanım ve olanaklarım daha iyi ve bir engel de yok. Öyleyse mutlaka hayalimi gerçekleştirmeliyim. Hemen araştırmalara başladım nasıl katılabilirim diye. Katılmak için yılbaşında kayıtlar açılıyor Haziran ayında bitiyordu. Yani anlayacağınız bu yıl kaçırmıştım. Öyleyse gelecek yıl erkenden kayıt yaptırmalıydım.

2016 Yılına girer girmez hemen kaydımı internetten online olarak yaptırdım. 10 Kilometre koşacaktım, bu bana yeter. Yaşıma göre 42 Kilometre tam maraton koşmanın anlamı yoktu. Önemli olan kıtalar arası koşmak ve hayalimi gerçekleştirmek. 40 Lira da banka hesabına havale yaparak işi resmileştirdim. 40 Lira bana biraz çok geldi, on binlerce katılımcıdan toplanan 40 Liraları bir araya getirince büyük paralar ediyor. Verdikleri ve harcadıkları para ne kadar bilmiyorum ama bu koşudan para kazandıklarını tahmin ediyorum. O kadar sponsor desteği var ve bir dev cep telefon şirketi de ana sponsor. Büyükşehir belediyesi de işin içinde. Büyük paralar dönüyor ortalıkta, yiyen yiyene.

Avrasya maratonu Kasım ayının 13. gününde Pazar günü koşulacak. Koşu tarihinde iki ay önce koşu idmanlarına, İnciraltı Kent Ormanında yapmaya başladım. En son koştuğum yıl ortaokula giderken koşmuştum. Şimdiye kadar düzenli ve uzun koşmamıştım. İlk koşularım bir Kilometre, sonra iki, üç, beş derken iki hafta sonra 10 Kilometre koşuları başladı. İlk başlarda bacaklarım ve dizlerim biraz ağırsa da zamanla ağrılar azaldı. 10 Kilometreyi nefesim tıkanmadan koşuyordum. Son üç gün kalasıya kadar koşma idmanların düzenli sürdü. Koşu idmanlarında tüy gibi hafif hissediyordum ve İnciraltı Kent Ormanında bulunan bitkilerin kokusunu daha iyi alabiliyordum. Nefesim de iyice açılmıştı.

İstanbul büyük bir şehir, şehirden çok bir ülkeden daha büyük ve hepsi bir arada kalabalık içinde yaşıyor insanlar. İlk başlarda Kadıköy de oturan yeğenim de kalmayı planlamıştım ama kader bazı şeyleri bir araya getiriyor. Büyük Taarruz bisiklet turunda tanıştığım ve Antalya, Kemer bisiklet festivalinde beraber bisiklet sürdüğüm Dilek Avrasya maratonuna katılacağımı öğrenince gideceğim tarihlerde İzmir de olacağını, İstanbul’a beraber gideriz, bende kalırsın deyince olaylar olacağına varır diyerek teklifini kabul ettim. Madem İstanbul’a gidecekti bari Urim Baba’nın Kahve etkinliğini de İstanbul da boğazda sahil bir yerde yapalım dedim. Hem Urim Baba’nın Kahve isim hakkı ve markasını alabilmem için yaptığım havlu karşılığı bağış kampanyasın da yaparım, biraz katkı sağlanır böylece. İstanbul için özel “Boğazda Kahve” etkinliğini facebook ta açıp paylaştım Urim Baba’nın Kahve grup sayfasında.

Bir taşla dört kuş vuracaktım, Avrasya maratonuna katılmak, Urim Baba’nın Kahve etkinliğini yapmak, isim hakkını koruma amaçlı havlu satışını yapmak ve İstanbul da oturan dostlarımı, akrabalarımı ve arkadaşlarımı görüp hasret gidermek. İstanbul’a bisikletimi de götüreceğimden yanıma alacağım eşyalarımı çantalara yerleştirdim, satacağım havlularımı, 3 yaşına girmiş yeğenimin oğluna tay tay bisikleti ve Ferdi Kızıl nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen için huysuz ihtiyarın yaptığı bisiklet çantalarını hazırlayıp koridora koydum

İki turuncu bisiklet çantası, tay tay tahta bisiklet naylon içinde, kırmızı tekerlekli. Yeşil siyah, yeni yapılmış bisiklet çantaları, havlu torbası ve Dilek için hediye yağlıboya resim yerde duruyor.

Sabah Dilek ve oğlu eve gelerek bisikleti ve eşyaları arabaya yükledik. Yoldan bizimle gelecek Serkan’ı da alarak rahat bir şekilde İstanbul’a vardık. Dilek Sabiha Gökçen hava alanına yakın oturuyor. Dilek’in eşi pilot Oğuz ile tanıştık. Konuşkan bir adam, Enka holdingin patronunun özel pilotluğunu yapıyor.

Ertesi sabah erkenden uyanıp sabah kahvesini yapıyorum. Sitenin iç kısmında balkonda havuz manzarasında oturup kahvemi afiyetle içiyorum.

Masanın üstünde kahve dolu bir fincan, sitenin yürüme yolu taş döşeli. Kenarlarında küçük ağaçlar dikili yeşillik. Ortada mavi bir havuz, içi su dolu. Tek katlı bir yapı havuzun yanında, kahve yada kafeterya olabilir.

Sabah kahvaltısını erkenden yapıp yollara düşüyoruz. İstanbul kocaman bir şehir ve bir yere gitmek için saatlerce yol alman gerek. Oğuz bizi arabası ile iskeleye bırakıyor. Karşıya Avrupa yakasına geçeceğiz. Avrasya maratonu fuarında kaydımı yaptırıp koşu için çip ve yarış kitini alacağız. Bostancı iskelesinden Bakırköy vapuruna bindik. Vapur hızlı olduğundan her tarafı kapalı, iç kısımda koltuklara oturduk.

Yan yana koltukta Serkan ben ve Dilek otururken.

Bakırköy iskelesine vardık, fuar alanının yapılacağı spor tesisleri yürüme mesafesinde olduğundan yürüyerek gideceğiz. Bakırköy belediyesinin olduğu Cumhuriyet meydanında Atatürk heykeli önünde elçek resim çekiliyoruz üçümüz birlikte. Üstümüzde tellere Türk ve belediye bayrakları asılmış, dün On Kasım Atamızın ölüm yıl dönümü idi. Anma törenleri için bayraklarla donatılmış meydan.

Fuar alanına sıkı bir yürüyüşle vardık. Hafif rampa olduğundan İstanbul’un serinliğinde kalın giysiler fazla geliyor ve terledik. Fuar salonuna yalnız girip yarış kitimi nüfus  cüzdanımı göstererek aldım. Kit içinde yarış çipi, tişört, katlanır ince yağmurluk, yarış numaram 22743 var. Dışarıda bekleyen arkadaşları fazla bekletmemek için hızlıca kit spor çantasını alıp dışarıya çıktım.

Resmimi dilek çekiyor spor çanta kiti ve yarış numaram ile birlikte. Üzerimde deri mont, elimde 22743 numaralı yeşil baskılı yırtılmaz, göğse takacağım kağıt. Kırmızı çerçeve ile çizili. Bir elimde kemerini tuttuğum yeşil spor çantam. Sağımda kırmızı tabelada  Fuar giriş yazısı ok işareti ile belirtilmiş. Arkamda spor salonunun çok katlı otopark binası.

Spor tesislerinde işimiz bittiğinden tekrar yürüyerek iskelenin olduğu deniz kıyısına geldik. Yürüyüş biraz yormuştu bizi, o yüzden bir yorgunluk kahvesini hak ettik. Deniz kıyısında sakin bir yerde çimenlerde oturup kahve yapmaya başladım. Yarın yapacağım kahve etkinliğinin provası oluyor bir bakıma.

Çimenlerde oturmuşuz, kahve cezvesi ocakta pişerken. Ocağın arkasında Urim Baba’nın Kahvesi tabelam. Arkada parktaki ağaçlar ve bir kaç araba.

Kahvemiz pişti, afiyetle İstanbul ve Marmara denizi manzaralı yerde iyot kokusu keyfini yaşıyoruz. Bir cafede oturup bir kahve için dünyanın parasını ödemedik. İşi bedavaya getirdik anlayacağınız. Zaten bu keyfi oralarda bulamazsın.

Elimizde fincanlar kahve içerken, ardımız Marmara denizi.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhanelerıyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Orhan Veli Kanık

Marmara denizine bakarken martıların çığlıkları bana Orhan Veli’nin yukarıdaki şiirini aklıma getiriyor. Martıların denizin üstünde çılgın danslarını  izlerken mısralarını mırıldanıyorum gözlerim kapalı. İstanbul’u İstanbul da dinlemek cesareti her zaman bulunmaz. Bu İstanbul’un içinde saklı, arayıp bulmalısın. Her yerde olabilir, sadece gözlerini kapatıp hayal etmelisin.

Sağ taraftan bulutlar kapatmaya başlamış gökyüzü. Güneş bulutların ardında. Deniz ve hava gri tonlarda. Kıyı iri taşlar ile döşeli. Deniz üzerinde martılar uçuyor. Karşıda Marmara denizindeki Adalar gözüküyor. Avrupa’dan Asya’yı izliyorum.

Vapura binip Avrupa dan Asya’ya geçiş yaptık. İki gün sonra Asya dan Avrupa’ya koşarak geçeceğim. Oğuz bizi iskeleden arabası ile alıyor ve eve geliyoruz. İstanbul’un trafiği gerçekten korkunç ve trafiğin tıkalı olmadığı yer yok gibi. Yolda en ufak bir şeyin olması trafiği sıkıştırıyor ve açılıp normale dönmesi saatler sürüyor. Bir yerden bir yere gitmek ölüm. Herkesin cep telefonunda trafik durumunu gösterir uygulama var. Yola çıkacağı zaman ve yolda trafiğin durumuna göre gideceği yere trafiğin açık olduğu yerden gitmeye çalışıyor. Biraz yolu uzatsa da yolda durmak, dur kalk yapmak can sıkıntısına dönüşüyor. Hızlı bir yaşama alışmış İstanbullular sabırsız olarak bir an önce gideceği yere gitme uğraşı içinde.

Hep birlikte akşam yemeğini yiyoruz, yemekten sonra ekmek yapımına başlıyor Oğuz. Elin hamuruyla erkek işine karışılmaz olayı burada değişiyor. En iyi ekmeği ben yaparım deyip hamuru yoğurmaya başlıyor Oğuz.

Dikdörtgen plastik bir leğende elleriyle hamur yoğururken.

Hamurlar yoğrulup kabarmasını bekledikten sonra dört tane hamur yağlı kağıt üzerinde tepsiye sıralanıyor. Ekmek şeklindeki hamur üzerine de zengin çörek otu, susam karışımı serpiştiriyor. Bu karışım ekmeğe koku ve tat verecek.

Sıra geldi evin hanımının marifetlerine. O da elini hamura bulaştırıyor. Yarın yapacağımız kahve etkinliğinde yemek için poğaça yapmaya başladı. İlk önce hamuru yoğurdu, ardından top olarak hamur parçalarını ayırmaya başladı.

Büyük bir hamur parçası ve 8 tane hamur topu siyah mermer bankonun üzerinde.

Hamur topları açarak içine meyve püresi sıvazlayıp halı gibi yuvarlamaya başladı.

Rulo olan hamuru dilim dilim keserek tepsi içine yerleştiriyor. Tepsi içinde yine yağlı kağıt serili, içinde 11 rulo katlı olarak serili.

Ekmekler de bu arada fırına verildi, Cam bölmenin ardından pişmesini izleyebiliyorum. Artık ekmekler nar gibi kızarıp kabarmaya başlamış.

Ekmekler pişti, poğaçalar, çörekler fırına verildi. Onlar da pişince birer tane denemek için yiyoruz sıcak sıcak, nefis olmuşlar.

Evde yemek için büyük bir simit şeklinde, üzerine çörek otu serpiştirilmiş poğaça tepsiye konulmuş.

Bu arada Dilek için ekşi maya yapımına başladık. Ekşi maya yapımı çok basit, tarifi şöyle;

1 . Gün 2 Su bardağı un, 2 Çay bardağı ılık su. Su ve unu karıştırıp bulamaç yaptıktan sonra bir kabın içine yerleştirip temiz bir bez ile örtüyoruz. 2 gün bekliyor ılık bir yerde

3 . Gün hamur bulamacın içine 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su katarak iyice karıştırıp tekrar kabın üzerini örtüyoruz.

4 . Gün tekrar 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su ile karıştırıp dinlenmeye bırakıyoruz ılık bir yerde.

5 . Gün yaptığımız maya ekşi süt kokusunu alınca ekşi mayamız hazır demektir. Ekmek yapmaya başlarken bir parça ekşi mayayı bir kenara ayırıp geri kalanla hamur yaparak ekmek yapıyoruz. Kenara ayırdığımız ekşi mayayı çoğaltmak için aynı ölçüde 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su ilave ederek karıştırıyoruz. Böyle sürekli olarak ekşi mayayı devam ettirebiliriz. Mayayı buz dolabında saklamalıyız sıcaktan bozulmaması için. Ekmek yapacağımız zaman oda sıcaklığında maya ısınasıya kadar bekletip öyle ekmek yapmalıyız.

Gecenin geç saatlerine kadar oturup sohbet ettik çaylar içerek. Yarın yapacağım kahve etkinliği nasıl olacak endişesini duymadan İstanbul da olmanın mutluluğu içinde uyuyorum.

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 9. Gün Dönüş

8 Eylül 2014 Pazartesi

Keşan – Bolayır – Gelibolu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Önce bir insan durur

sonra bir sokak

derken bir semt

ve bir şehir

bir bakmışsınız

paldır küldür yıkılır

bütün bulutlar”

(a.ilhan)

 

Öne çıkmış olan görsel, hava kararmaya yüz tutmuş, Marmara denizinin üstünde dolunay aydınlatıyor denizi. Bolayır sırtlarındayız.

 

Dün bisiklet ve çamur beni epey yormuştu. Güzel ve derin bir uyku uyudum sabaha kadar. Saatim sabah 07:00 de çalmasına rağmen biraz tembellik yapıyorum bu sabah. 8 de kalkıp çadırımdan dışarı çıkıyorum. Parkta ki kuşlar güzel bir günün habercisi olarak cıvıldaşıp duruyor. Bir süre kuşların cıvıltılarını dinliyorum. Festival bitmişti ve yeni bir macera başlayacaktı bu gün. Eve dönüş başlıyor ve nereden nasıl gidecektim belli değil. Artık “Kervan yolda düzülür” diyecektim. Yanımda Antalya dan gelen İlkay ve Kosova dan gelen Yaşar yol arkadaşlarım olacaktı. Belki Şafak ile Gelibolu da karşılaşıp beraber de gidebilirdik. Bakalım yol bize ne gösterecek.

GülAyşe fırından bir sürü gevrek, simit, poğaça ne varsa almış gelmiş. Toplam 5 kişiyiz, fırını komple getirmenin anlamı yok. Aç kalmayalım diye biraz abartmış gibi. Neyse kahvaltı masasını hazırlayıp aç kurtlar gibi çatal, kaşık elimizde bekliyoruz çayın demlenmesini Rahman Karataş ile. Benim elimde tahta kaşık ve çatal var. Rahman’ın elinde demir çatal – kaşık bir arada.

10444342_10152673757573559_4803321019224593815_n

Rahman’da bulunan benzin ocağını kullandık çayı demlerken. Benzin lpg ocağa göre daha çabuk kaynatıyor çay suyunu. Piknik masasında 5 kişiyiz, Rahman, ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe.

10641138_10152673757058559_4683509847050411965_n

Güzel bir havada, güzel bir ortamda, güzel insanlarla mutluluğu yakalıyoruz şairin dediği gibi. Acele etmeden, yavaşça, sohbet ederek, sindire sindire kahvaltıyı yaptık. Masada; ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe var.

080920148250

Elinde güzel makine olunca sanatçılık ortaya çıkıyor. İlginç, değişik, şimdiye kadar çekilmemiş, illa ben çekeceğim, anı çekmek için şekilden şekle giren Rahman. Bazen bankın üzerine çıkarak resimler çekmeye başladı. Gerçi çektiği resimleri henüz göremedim ama ne yapalım çeksin bakalım, Allah çektirmesin. Alttan Rahman’ı fotoğraf makinesi ile resim çekerken ben de onu çekiyorum.

080920148251

Muhteşem kahvaltının ardından toparlanmaya başladık, ipte kuruyan eşyaları çantalara katlanıp kondu. Ön arka çantalar yerine takıldı, içine diğer eşyalar konulduktan sonra mat dürüldü, uyku tulumu torbasına sığacak kadar küçültülüp sığdırıldı. Ardından çadır söküldükten sonra bir güzel katlanıp torbasına yerleştirildi. Uyku tulumu, mat ve çadır arka bagajın üstüne konulup kancalı lastik ile sıkıca bağlandıktan sonra yola çıkmaya hazırım. Diğer arkadaşlar da hazırlandıktan sonra parkın dışında muhteşem dörtlü pozu verdik GülAyşe’ye. Park önünde, ben, Rahman, Yaşar ve İlkay. Parkın kapısında Mehmet Gemici cennet parkı yazılmış

Yollar bizim… diyerek kollarımızı kaldırıyoruz.

1501396_805147452870923_1329128817325903180_o

GülAyşe rehberliğinde Hakan Eşme’nin iş yerine gelerek hem festivalin bitişini kutlamak için hem de vedalaşmak için uğradık. İşyeri daracık bir merdivenden yukarı çıkıp ofisine girdik. Elbette ziyaretlerin vazgeçilmezi misafirlere çay ikram edildi.

10672289_10152673758803559_4212442376738348405_n

Çaylar içildikten sonra hep beraber DOÇEK derneğinin lokaline geldik. Kirası ucuz olsun diye ara sokakta bir yerlerde tutulmuş. Hakan bize birer tişört hediye ediyor derneğin. Hep beraber coşkuyu vererek resim çekildik bir DOÇEK anısı olarak. Hakan, Yaşar, GülAyşe, Rahman, ben ve İlkay.

080920148254

Dün aldığım bez ayakkabının arka kısmı, dikiş yerinden sökülmeye başladı bile. Dernek lokaline gelirken gördüğüm ayakkabı tamircisine gelerek ayakkabımın sökülen yerini diktirerek rahatladım. Eee ucuz etin yahnisi yavan olur derler ya işte öyle. Bakalım eve kadar götürecek mi bez ayakkabılar. Ayakkabı tamircisini tezgahının başında ayakkabımı tamir ederken.

080920148252

Ayakkabı tamircisinden lokale geri döndüm. Arkadaşlar içeride beni bekliyorlardı. Bisikletim KUZ park halinde lokal önünde.

080920148253

Ben geldikten sonra yola çıkmağa hazırız deyip GülAyşe’ye bir poz daha veriyoruz birlikte. Rahman İstanbul’a gidecek. Yolumuz burada ayrılıyor. İlkay, Yaşar ve ben İzmir’e kadar beraber gideceğiz. Hakan, ben, İlkay ve Yaşar eller omuzda. Rahman eli ile zafer işareti yapmış.

10608247_805147522870916_3463891203384830683_o

Arkadaşlarla vedalaşma seremonisinin ardından üçümüz ara sokaklardan yola çıktık. İlk önce ana yola çıkmamız gerek. Arkamızdan GülAyşe bizi çekmiş giderken.

10580943_805147709537564_2568536192985181828_o

Ana yola kısa sürede çıkıp normal tempoda yeşil tarlaları seyrederek yolculuğumuz başladı.

080920148255

Neredeyse öğlen oldu Keşan dan ayrılmamız. Kaymak gibi asfaltta tempoyu biraz artırmak gerek deyip asılıyoruz pedallara. Elçek ile kendimi ve arkadaki Yaşar ve İlkay’ı çekiyorum.

080920148257

Festivalin şamatası, telaşı, yeni arkadaşları, eski dostları hepsi geride kaldı. Yolun, yolculuğun sessizliği başladı. Yolda olmak başka bir şey. Sanki yeni yaşama doğru gidiyorum. Önümde yol boş, araç yok.

080920148258

Güneş enerjisi ile dolan feneri lastiklerle direksiyona bağlayıp şarj olacak yolda giderken. Gece fener olarak kullanıyorum. Nasıl olsa güneş bedava. Haliyle şarj da bedava oluyor. Yanında da ön aydınlatma feneri takılı.

080920148259

Arada bir durup nefes almak gerek. Hazır durmuşken Yaşar’ın bir resmini çekeyim dedim, o da pozunu bisikleti ile verdi. Koru dağlarını tırmanmaya başladık. Bulutlar toplanmaya başladı, belki yolda yakalar belli mi olur.

080920148260

Koru dağı zirvesine çıktıktan sonra tam inişe geçerken hava değişti. Birden yağmur başladı, hemen çöp torbalarını ile çantalarımı koruma altına aldım. Yağmurluğu da üzerime giyip inişe devam ettik. Gerçi yağmur fazla sürmedi, öyle bir yağıp geçti üzerimizden. Çay içmek için dinlenme tesislerine karşıdan karşıya geçerken.

080920148261

Yokuş aşağı olunca iniş te çabuk oluyor Koru dağlarından. Gelibolu’ya az kaldı. Gelibolu da ki Selim ile telefonla görüşüyorum bu arada. Gelibolu’ya az kaldı dedim. Şafak ile de telefonlaşıyorum bu arada. O da bizi beklememiş yola çıkmış Gelibolu dan Bizden 50 Kilometre önde. Bana yarımadanın köylerini dolaşarak Eceabat tan Çanakkale’ye geçecek. Belki yakalarız seni dedim. Tabelada; Gelibolu 26, Eceabat 68, Çanakkale 78 Kilometre yazılmış.

080920148262

Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları dolayısı ile trafiğe kapatılmış durumda. Duble yapılmış yolu son kat asfalt atılmış, yer çizgileri çizilmiş. Ufak tefek işleri henüz bitmediğinden trafiğe açılmamış yola geçerek bir süre böyle gidiyoruz istediğim şeritte. Bir daha zor gideriz sol şeritte bisikletle. Yaşar’ı çekiyorum bisikletin üzerinde, hem de sol şeritte.

080920148263

İlkay’ı da çekiyorum bisikletinin üzerinde.

080920148264

Yaşar İlkay ve beni çekiyor yan yana bisiklet sürerken.

080920148265

Bolayır’a vardık, karnımız da acıktı. Bolayır da 2 Kilometre kadar yukarıda. Mecbur çıkacağız yemek işi için. Hem Namık Kemal hem de Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ederiz. Gerçi ben daha önce ziyaret etmiştim. Yaşar daha önce hiç gelmemiş buralara. İlkay da ilk defa geliyor Bolayır tarafına. Onların görmesi gerek.

080920148267

İlk önce bir lokantada yemeği yiyoruz, ardından mezarların olduğu yere geliyoruz. Katran ağaçları parkı süslüyor yeşil olarak.

080920148268

İlk önce Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ediyoruz.

080920148269

Ardından Vatan Şairi Namık Kemal’in mezarını ziyaret ediyoruz.

080920148270

Bolayır yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş şirin, küçük bir kasaba. Etrafa hakim bir tepe olması dolayısı ile manzaranın seyrine doyum olmuyor. Bir süre de olsa Saroz körfezinin güzelliğini seyre daldık. Buralara da yağmur yağıp geçmiş, hava şu an açık.

080920148271

Buradan Çanakkale boğaz girişi görünüyor.

080920148272

Ziyareti bitirip yola çıkacağız, kahvede bizi gören biri bize bu yolu devam edin Gelibolu’ya çıkarsınız. Eski İstanbul yolu olduğunu, sadece yol biraz bakımsızlıktan bozuk olduğunu söylüyor. Hem araç ta geçmiyor bu yoldan. Biz de eski yoldan gitmeye karar vererek yola çıktık. Yol tam Gelibolu yarımadasının başladığı yer olan Bolayır dan itibaren sırt üzerinde gidiyor. İki yan da manzaralı ve bize göre tam istediğimiz bir yol.

080920148274

Trakya’nın en önemli ürünü Ay çiçeği, tarlada olgunlaşmış toplanmayı bekliyorlar. Başı öne eğik, öylece mahzun durumda.

080920148276

Bazı tarladaki ürünler toplanmış.

080920148277

Saroz körfezinin ucunda, Ege denizinde güneş batmak üzere. İşte burada öyle bir an yakaladık ki her zaman denk gelmez. Güneş batıda ufukta alçalmakta. Doğuda ise Ay yeni doğmuş. Güneş batarken çekiyorum sağ tarafımdan.

080920148278

Biz de Gelibolu yarım adasının sırtında her iki yönü de rahatça görüyoruz. Doğuda Marmara denizi üzerinde Ay yeni doğmuş, henüz yükselmekte. İşin ilginç yanı bu gün dolunay. Tepsi gibi büyük olan ay muhteşem görünüyor gümüş renkli ışıltılarıyla. Bu anı dakikalarca seyrediyorum  ve kendimi çok şanslı hissettim birden bire. Güneş batı ufkunda, Dolunay doğu ufkunda. Batıda Ege denizi, Doğuda Marmara denizi. İki ayrı deniz, iki ayrı gök cismi, biri bize hayat veren yıldız, birisi de o yıldızın gezegeninin uydusu. İkisi de 180 derecede bana göre ve ben de yüksek bir tepeden bu olaya şahit oluyorum. Acaba bu durum ne kadar zamanda bir oluyor? Gerçekten kendimi şanslı hissediyorum. Normal yoldan, ana yoldan gitseydim bu durumu yaşayamazdım. Tesadüfler beni doğada erişilmeyecek anlara şahit olmama neden oluyor.

080920148279

Bu anı dakikalarca seyredip durduk, güneş bir süre sonra battı. Gecenin kraliçesi Dolunayın ışıkları gün kararırken daha da artıyor. Dolunayın yükselişini seyrediyoruz bir süre daha. Bisikletler park halinde ayçiçeği tarlası yanında.

080920148280

Digital zoom ile yakınlaştırıyorum Ayı. Ay parlak ışıkları ve dolunay olması nedeni ile gökyüzü biraz mavi gözüküyor.

080920148283

Ay iyice yükseldi, hava da karardı. Marmara denizine vuran ayın şavkı gümüş – altın bir yansıması gözler önüne seriliyor. Ayın büyüleyici ışığı dünyayı kapladı. Hayali bir dünya çıkıyor ortaya, tüm çirkinliklerin üzeri örtülerek ay ışığının büyüsü ile her şey güzelleşiyor gözümüze.

080920148286

Artık inişe başladık, Tüm Gelibolu ve Çanakkale boğaz girişi için kurulmuş olan baz istasyonunun önünden geçerken ağaçlı yolun arasından ayın muhteşem görüntüsü karşıma çıkıyor birden bire. Ben de bu anı çekiyorum.

080920148288

İnişe başladıktan sonra ışıkları yakıyoruz bisiklet üzerindeki. Yol ayın ışığında gündüzmüş gibi görünüyor. Bir ara Yaşar geride kaldı ve durdu, ne oldu diyerek bekledik bir süre. Yanımıza gelince anladık ki tekerlekleri çamurla dolmuş. Gündüz yağan yağmur yerdeki toprakları yumuşatmış. Yaşar’ın lastikleri dağ lastiği olduğu için çamurları toplamaya başlamış yerden. Yoldaki asfaltın büyük bir bölümü yok olmuş. Toprak olan yerler daha çok. Biraz daha aşağıda sağımızda boru döşenmiş ve taze toprak ıslanıp yola yayılmış durumda. Bu kez bizi de çamur tutmaya başladı. Öyle bir hal aldı ki dünkü olayı tekrar yaşamaya başladık. Yeni yapılan toprak harfiyatının artıkları yağmurun etkisi ile sakız gibi olmuş. Yapışkan çamur bizi bırakmıyor yine. 10 Metre gidip çamurları temizlemekten yorulmaya başladık. Böyle çamurla mücadele ederken Selim beni arıyor telefonla. Neredesiniz diyor, ben de Bolayır’dan, eski İstanbul yolundan geldiğimizi, inişe geçtiğimiz sırada çamura battığımızı anlatıyorum. Hemen gelip bizi kurtarmasını söyledim. Selim de merek edip karşılamak için ta Bolayır’a kadar gelmiş, bizi bulamayınca Gelibolu’ya geri gelip telefonla aradı. Biz Selim gelesiye kadar çamurla mücadele ederek inmeye çalıştık. Asfalt yola 500 metre kala Selim arabası ile geldi. Bisikletteki tüm çantaları arabaya verdikten sonra Boş bisikletle çamurları yara yara çıkıp asfalta ulaştık.

Daha önce kaldığım yere giderek arabadan eşyaları alarak çadırları kurduk. Kafeteryada yarım ekmek kokoreç mideme nasıl indi anlamadım bir bira ile. İki gün çamurla uğraşmak yıpratmıştı, yolda böyle olur diyerek moralimizi bozmaya gerek yok. Selime teşekkür ettik bizi çamurdan kurtardığı için. Ayrıca yediğimizin hesabını da bize ödetmedi. Sağ ol var ol Selim, borcumuzu nasıl ödeyeceğim bilemiyorum. Saat 12’ye doğru Selim evine gitti. Ben de deniz şortumu giyerek şöyle bir deniz duşu alayım diyerek denize girip üzerimdeki teri attım. Bu duş iyi geldi doğrusu. Kurulanıp eşofmanlarımı giyerek çadıra güzel bir uyku çekmek için arkadaşlara iyi geceler dedim. Çadıra girip yatıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak 70 Kilometre civarında yol yaptık.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 16. Gün

17 Eylül 2013 Salı

Erdek – Gönen – Danışment

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Ve o yaşlardaydı…

Geldi ardım sıra şiir.

Bilmiyorum, bilmiyorum nereden geldiğini.

Kıştan mı, bir ırmaktan mı yoksa.

Bilmiyorum nasıl ya da ne zaman,

hayır ses değildi, ne sözcük

ne de sessizlik.

Ama çağrıldım bir sokaktan,

dallarından gecenin,

ansızın ötekilerin arasından,

kuşatılmış şiddetli alevlerle

ya da bir başına dönerken,

oradaydım yüzünden yoksun,

ve dokunuverdi bana…”

Pablo Neruda

 

Öne çıkmış olan görsel, cumbalı evler, dar sokak. Biri sıvalı ve pembe renk badanalı yeni bina, yanındaki binalar kerpiç, tahta cumbalı evler. Tahtalar yıpranmış, eski.

170920133821

Yağmur bütün gece yağdı usul usul. Sundurmanın altında olduğumuz için ıslanmadı çadırım. Yağmurun sesi o kadar güzeldi ki güzel bir uyku uyumama neden oldu. Sabaha kadar deliksiz uyudum. Sabah uykumu almış olarak saat 07:00 de uyanıyorum her sabah olduğu gibi. Şortumu giyerek denizde yüzüp sabah duşumu aldım ve güne başlıyorum. Ardından sıcak bir duş mükemmel oluyor. Duşun ardından eşyalarımı, çadırı topluyorum. Bisiklete tam yükleyeceğim bir baktım arka lastik patlamış. Eh ne yapalım hemen lastiği söküp yama yaparak şişiriyorum. Tekerleği yerine takıp eşyaları bagaja yükleyerek hazır hale geliyorum. Can da bu arada anca toplanıyor, çünkü eşyaları toplaması ve yerine yerleştirmesi biraz uzun oluyor. Lastiğimin patlamasıyla aradaki farkı kapatarak aynı anda hazır oluyoruz. Kamp ücretini ödeyerek kahvaltı yapmak için merkeze doğru yola çıktık. Yerde arka tekerlek, iç lastik dışarıda, yanında plastik levyeler ve küçük pompa.

170920133799

Çay bahçesinde masanın birinde taze börek alarak kahvaltıyı yaptık. Kahvaltıdan sonra cep telefonum çalıyor, telefonda ablam müjdeyi hemen vererek yeğenimin doğum yaptığını bildiriyor. Acalog (büyük amca ) oldum böylece. Duru bebek dünyaya gelmiş beni sevince boğmuştu bu sabah. Hemen yeğenimi arayıp onu kutluyorum Duru bebek için. O kadar heyecanlıyım ki içim içime sığmıyor. İçimden İstanbul’a gidip Ada bebeği görüp koklamak geçti bir an. Neşe içinde yola çıkıyoruz. Gece yağan yağmurun ardından hava masmavi, Güneş yıkanmış, tüm ışıklarını dünyaya saçıyor kimseyi ayırt etmeden. Marmara denizi ve Erdek ardımızda kalıyor giderek. Elçek ile kendimi çekiyorum, başımda kask yok, sarı renkli güneş gözlüğü gözümde, saçlarım omuzlarımdan aşağı salınık.

170920133802

Yarımada ardımızda kalıyor,  gittikçe manzara değişiyor, ilk yerleşim yeri Edincik kasabası. Yeni yerleri görmenin heyecanı var içimde. Zaten Duru bebek yeterince heyecanlandırmıştı. Ağaçlık ve Marmara denizi, denizin ardında dağlar sıralanıyor.

170920133803

Yol pek işlek değil, arada bir araç geçiyor sadece. Karşımızda dağların tepesinde rüzgar türbinlerini görüyorum. Türkiye’de bayağı çoğaldı rüzgar türbinleri, rüzgar olan yerlerde kurulması olanaklı. Hem temiz enerji. Kavak ağaçları göğe doğru uzamış.

170920133806

Rüzgar türbinlerinin sağında değişik yapılar görüyorum. Uzaktan ne olduğunu tam olarak çıkartamadım. Binalara benziyor ama dağın başında böyle bir şey yapacaklarına aklım kesmiyor doğrusu. Ne olursa olsun çirkin bir manzara olduğu kesin, doğaya hiç uygun değil.

170920133807

Bandırma – Edincik yol ayrımına geliyoruz bir süre sonra. Biz Edincik tarafına doğru sapıyoruz tabi ki. Bir süre daha Marmara denizinin kıyısında yol alarak gideceğiz.

170920133808

Deniz kıyısı temiz ve berrak, sabah girmeseydim denize burada girebilirdim kesinlikle. Kumsalı yok sadece, kıyılar büyük taşlarla kaplanmış.

170920133809

Bir süre sonra deniz kıyısından yol sola dönüp tırmanma eğiliminde. Artık Marmara denizine hoşça kal diyorum. Önümüzde iki tane sıradağ var. Şimdi birinci sıradağları tırmanıyoruz. İkincisi Edremit – Balıkesir kara yolundan sonra başlıyor.  Sıradağlar epey uzun ve bol tırmanma gerektiriyor. Bu tur bana  o kadar iyi geldi ki sıradağları aşmak kolay geliyor bana. Zeytin ağaçları arasında gidiyoruz.

170920133811

Yol kıyısında çeşme çıkıyor karşıma. Çeşmenin yanı başında bir havuz yapılmış, gayet güzel. İşte burada önemli bir durum olduğunu görerek resim çekiyorum. Havuzun taşları gayet düzgün yontulmuş, biraz dikkatli bakınca yontulmuş taşların tarihi eserlerden sökülüp buraya getirilerek havuzda kullandıklarını anlıyorum. Üzüldüğüm nokta şu; tarihi eserleri doğru dürüst koruyamıyoruz. Ne devlet ne de halk, tarihi eserlere gereken ilgi ve önemi göstermiyoruz maalesef. Medeniyetler binlerce yıl önce gayet güzel eserler yapmışlar. Zamanımızda hazır varken yeni eserler de ben yapayım demeden antik yapılardan yontulmuş taşları sökerek kendi yapılarında kullanıyorlar. Bir de tarihi eser yağmacıları var, şimdiye kadar ne var ne yok en değerlilerini çalmışlar. Çok ama çok üzücü bir durum. O kadar tarihi eserleri tahrip etmelerine rağmen yine de ayakta duran eserler var. Yakınlarda mutlaka bir antik kent olmalı diye düşünüyorum. Çeşmede borudan su akıyor devamlı, yanında havuz ve bisikletim KUZ park etmiş durumda.

170920133812

Güzel bir yol kenarı dinlenme yeri, Okullar açık olduğu için ortalıkta kimseler yok. Burada biraz dinlenerek kendimize geliyoruz. Devamlı yokuş yukarı gidince insan ister istemez böyle güzel yerleri kaçırmadan mola vererek yolun keyfini çıkara çıkara gitmek gerek. Duvar dibinde Can’ın bisikleti dayalı, duvarın üstünde oturma yerleri ve piknik masaları. Daha yukarıda çınar ağaçları. Alt duvar yeşil, üst duvar beyaz badanalı.

170920133813

Tarihi bir çeşme, kim bilir kim yaptırmış, ama güzel yaptırmış. Böyle çeşmeler olmazsa işimiz zor. Sadece şu yazıları yazmasalar çeşmenin taşlarına iyi olacak. Çok çirkin bir resim çekmek zorunda kalıyorum, yazık, çok yazık. Anıtsal çeşme olarak anılıyor. Roma imparatoru Hadrian dönemine ait ( MS 117 – 139 ) Çeşmenin taşında bu bilgiler yazıyordu.

170920133814

Epey yükselmişiz, Marmara denizi güzelliği ile karşımda masmavi görünüyor. Karşıda Kapıdağı yarımadası.

170920133815

Edincik girişindeki mezarlıktaki servi ağacı gösteriyor ki köy epey eski. Servi ağacı yüzlerce yıllık, kimi yerleri kurumuş ama yeni sürgünlerle yaşama devam ediyor.

170920133816

Yol kıyısındaki düzgün yontulmuş taşlar burada antik dönemlerin yaşandığını gösteriyor. Edincik´in kuruluşu MÖ 4000 2500 yıllarına dayanmaktadır. MÖ 1073 800 dönemlerinde Persler, Makedonlar ve Roma Bizans hâkimiyetinde kalan şehrin adı Adrestia olarak geçmektedir. 1076 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Bey tarafından fethedilerek 30 yıl Türklerin egemenliğine girdikten sonra Sultan Kılıçaslan’ın ölümünden sonra 1106 yılında tekrar Bizanslıların egemenliği altına girmiştir. 1329 yılına kadar Bizans egemenliğinde kalan Edincik bu tarihte Orhan Bey tarafından fethedilerek tekrar Türklerin egemenliğine girmiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Edincik´in isminin “Aydıncık Kadılığı” olarak geçtiği ve burada ipek böcekçiliği yapıldığı, tabakhaneleri ve tersanelerinin meşhur olduğu ifade edilmektedir. Edincik´te Osmanlı Devletinin kuruluş dönemine ait Ulu Cami (1368), Kümbet Cami (1470), gibi önemli eserler bulunmaktadır. Edincik’in kısaca tarihi böyle. Yol kıyısındaki taşlar belli ediyor tarihinin eski olduğunu. ( Kaynak Vikipedi )

170920133817

Burası köyden büyük bir yer. Belediyesi var. Burasını çok beğendim, şirin bir görünümü var kasabanın. Öyle yüksek yapıları yok, tek tük fazla kat çıkmış bazı binalar. Kahvede oturup soda ve çay içerek bir süre dinleniyoruz. Kahvede masalarda oturanlarla sohbete başlıyoruz. Nereden gelip nereye gidiyorsunuz gibi olağan soru cevapların ardından sohbet döndü günde kaç km yol yaparsın yapamazsın meselesine. Biz 89 – 100 km civarı, duruma göre yapıyoruz deyince kahvede bulunan iki kişi başladılar tartışmaya. Birisi yapamazlar bu kadar km diyor, diğeri adamlar buraya kadar nasıl geldi diyerek ağız dalaşına girdiler. Büyük olasılıkla bunlar emekli vatandaşlar. Kasabada kendilerine yapacak iş bulamadıklarından bütün gün kahvede  zaman geçiriyorlar. Bütün gün kağıt, tavla yada okey oynuyorlar. Yemek için bile evlerine gitmeyip kahvede köfte ekmek gibi yiyecekler yiyerek karnını doyuruyorlar. Kahveye bizim gibi zor gelen bisikletçileri zor gördüklerinden değişiklik oldu kahvede. Tartışmaya başlayan iki kişi giderek tartışmayı uzatınca, araya girip bizim yüzümüzden tartışmayın diyerek kahveden ayrılıyoruz. Adamların işi yok neredeyse birbirine girecekler bir hiç yüzünden. Kahveden çıkıp kasabanın eski evlerinin resimlerini çekmeye başlıyorum. En güzeli bu bence.

170920133819

Kasaba da su bol, öyle ki tarihi evin duvarında devamlı akan bir çeşme var. Su borudan direk akıyor, bu ayda akması da su kaynağının bereketli olduğunu gösteriyor. Henüz sonbahar yağmurları da başlamadı. Beyaz badanalı evin duvarına girinti yapılarak boru takılmış. Su devamlı akıyor.

1709201338201

Kasabanın ahşap tarihi cumbalı evleri insanı geçmişe götürüyor. Sokağa ayrı bir hava vermiş. Kim bilir ne yaşanmışlıklar olmuştur ve ne aşıklar pencerenin altında, sevdiceği kızı pencerenin önünde görebilme umudunu asla yitirmeyen genç delikanlılar, sürekli dolaşmışlardır cumbanın altında. Biri sıvalı, badanalı yeni ev. Yanındakiler eski, tahtaları yıpranmış kerpiç evler. Sokak dar, evler birbirine neredeyse değecek. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

170920133821

Tarihi Ulu cami, Beyaz minaresi uzun, bahçe duvarından görülmüyor ama servilerden anlaşılacağı gibi bahçede mezarlık olması büyük olasılık. Hem de büyük din adamları yatıyor burada. Kim bilir kazı yapılsa Roma dönemine ait  hatta büyük İskender’in ünlü komutanlarının mezarları bile vardır.

170920133822

Daha önce deniz kıyısından ufukta dağların sırtında ki rüzgar türbinlerinin yakınına geliyoruz. Ne güzel bacasız temiz enerji üretiyor.

170920133823

Rüzgar Türbinlerinin daha da yakınına gelerek dağın zirvesine çıkmış oluyoruz, bundan sonra yükseklerde, dağlarda gideceğiz. Uzaktan gördüğümüz yapılar da burada. Hani manzarayı bozan cinsten yapılar. Buraya büyük, çok katlı apartmanlar yapılmış. Dağın bir kısmını betonarmeye çevirmişler. Bu çirkinliğin resmini çekmiyorum.

170920133824

Yol güzel görünüyor da bulutlar yine toplanmaya başladı. Yağar mı yağar, belli değil yağıp yağmaması. Hava lodos esmeye devam ediyor, lodos eserse yağmur bir ara yağabilir. Can önde aheste aheste gidiyor, ben de ona ayak uyduruyorum.

170920133825

Bir ara Marmara denizini tekrar görünce resmini çekiyorum. Marmara denizi de aynı Karadeniz gibi peşimizi bırakmayıp bizden bir türlü ayrılmak istemiyor. Marmara denizi sevdi bizi, biz de onu sevdik, birbirimizden ayrılamıyoruz. Önümde biçilmiş tarla sarı renkte, sürülmeyi bekliyor.

170920133827

Gittiğimiz yol duble bir yol, ta Çanakkale’ye kadar gidiyor. Bir gün bu yoldan gideceğim elbet. Biz sola Gönen’e doğru pedal çevireceğiz, yolumuz oradan geçecek. Yol üstündeki tabelada; sola doğru Gönen, düz olarak Biga – Çanakkale yazılmış.

170920133828

Yol kıyısında yine plastik şişeler atılmış öyle duruyor. Şehirlerde belediyenin çöp tenekeleri, çöpçüleri devamlı şehirleri süpürüp temizliyorlar. Peki şehir dışında ki çöpleri kim, nasıl temizleyecek? Böyle görünce üzülüyorum. Yeni sürülmüş tarlada toprak rengi ortaya çıkmış.

170920133829

Tarlanın birinde sarnıç görünce durup resmini çekiyorum. Böyle kuyular zamanımızda pek görünmüyor. Bu kuyular sulama amaçlı değil, daha çok hayvanlara su vermek için kullanılıyor. Yolda görmediğim şeyleri görüyorum, bakalım daha neler göreceğim. Yollar süprizlerle dolu. Destek direği köşebent demir ile örülmüş. Destek üzerinde uzun bir boru, alt kısmı kısa, üst kısmı uzun olarak kondurulmuş. Alt kısmında ağırlık olduğu üçün ön tarafı yukarıda. Ucunda ip ve kova bağlı.

170920133830

Bulutlar iyice çoğalmaya başladı.

170920133831

Ana yol bitiyor nihayet, bundan sonra ara yollardan, köy yollarından devam edeceğiz. Gönen’e varıyoruz, marketin birinden alışveriş yapıyoruz. Bazı şeyler almamız gerekti. Marketin içinde ucuz fiyatı olan çelik termos görünce hemen alıyorum. Biraz vuruktu dış kısmı, benim için önemli değildi. Yiyecek bir şeyler aldıktan sonra kahvenin birinde yemeğimizi yiyoruz. Tabelada; Sola Manyas, sağa Biga – Çanakkale, Düz Şehir merkezini belirtiyor.

170920133832

Daha sonra yolumuza devam ederek önümüze çıkan ilk köye varıyoruz; Hacıvelioba. Köy yollarından gitme daha eğlenceli benim için. Yollar genellikle eski patikalardan giden yollar sadece biraz genişletilmiş ve asfalt dökülerek yol yapılmış. Yeni yapılan yollar daha düz olduklarından insana sıkıcı geliyor. Köy yollarında ise 300 yada 500 metre sonra yol döndüğü için yolun nereye gittiğini bilmeden pedal çevirmek daha heyecanlı geliyor. Dönemece gelince yeni manzaralar eşliğinde yol yine kıvrılınca değişiklikler böylece devam edip gidiyor.

170920133833

Ova bitti, şimdi tırmanma zamanı. Vitesleri giderek düşmeye başladı birer birer. Bulutlar giderek çoğalıyor, güneş bulutların arasında kendini göstermekle zorlanıyor. Ara sıra ışık hüzmeleri bulutların arasından kendini şöyle bir gösterip hemen kayboluyor.

170920133834

Yükseldikçe manzara da giderek güzelleşiyor. Güzellikleri seyretmekte bana düşüyor ve ben bundan mutluluk duyuyorum. Yokuşu çıkmak daha da zevkli oluyor böylece.

170920133835

Önümdeki dönemeçli yol biraz dik olsa da önemli değil. Dönemeç bilinmeze götürecek beni.

170920133836

Yol kıyısında dağ çilekleri görüyorum, henüz yeni kızarmaya başlamışlar. Daha olgunlaşmamışlar yalnızca. Pembeleşmeye başlamışlar, yakında olgunlaşacaklar. Kimisi de sararmış halde.

170920133837

Güzel manzarayı yol kıyısında insanlar tarafından arabalardan atılmış çöpler bozuyor.

170920133838

Tırmanış devam ediyor hala.

170920133839

Dağların zirvesine ulaştık sayılır, rakım 470 metrelerde. Bundan sonra iniş zevkli olacak gibi görünüyor.

170920133840

Yükseklerden inmek çok çabuk sürüyor, bir anda aşağıya iniyorum. Ama iniş keyifli oluyor. Dağların zirvesine çıkarken zahmetli oluyor, terliyorum fazla enerji harcarken. Zirveye çıktıktan sonra inişte rüzgarlığımı mutlaka giyiyorum. Yoksa terli olarak rüzgar alırsan vücut rüzgarın etkisi ile hızla soğuyacağından ısı dengesinden dolayı hasta oluruz. Terli olmak önemli değil sadece rüzgar almayacaksın o kadarcık.

170920133842

Düzlüğe indikten sonra Koyuneri köyüne yakın bir yerde arka lastiğim patlıyor. Bu gün ikinci sefer patlıyor aynı lastiğim. Tam da yokuşun başında, Can bayağı önlerde, göremiyorum onu. Arka bagajdaki eşyaları indiriyorum, yoksa tekerleği çıkaramam. Bisikletin ayaklı sehpası olunca yere yatırmama gerek kalmıyor, ayaklık çok işe yaradı. Arka tekerleği söktükten sonra iç lastiği çıkarıp patlağı buluyorum. Bunları yaparken traktörden köylü yardım gerekli mi diye soruyor bana. Ben de kendim hallederim diyerek cevap veriyorum. Dış lastiği kontrol edip dikeni çıkararak bir daha patlamasını önlüyorum. Ardından iç lastiğin delik olan yerini bulup yama yapıyorum. Daha sonra iç lastiği takarak şişirmeye başlıyorum. Tam bu arada Can geliyor, merak edip geri dönmüş. Lastiğimin patlak olduğunu görünce yardım ederek tekerleği yerine beraberce takarak hallediyoruz birlikte.  Büyük künklerin yanında KUZ par edilmiş, arka tekerlek sökülü. Tekerlek künke dayalı, iç lastik künkün üstünde.

170920133843

Eşyaları bagaja yükleyip hareket ediyoruz. Önümüzde yokuş var, aheste aheste çıkıyorum. Can ikinci kez çıkıyor bu yokuşu. Bu günkü hedefimiz Balya idi ama bu gidişle varamayacağız gibi. Güneş batmak üzere, Güneş  ufukta batmadan önce resmini çekiyorum. Gökyüzünde bir tane uzun bulut var.

170920133844

Güneş battıktan sonra hava kararmadan Danışment köyüne vardık. Köyün girişinde bir bakkaldan soda içmek için durduk. Sodayı içerken bir bayan geliyor bebek arabası ile bakkala. Bebek çok sevimli, bu sabah yeğenim doğum yapmıştı. Bayana bebeğin ismini soruyorum ?  ” Duru ” deyince daha da heyecanlanıyorum. Yeğenimin bebeğine de Duru ismini takmışlardı. Daha yeni doğmuş bebeğimizi görmeden aynı isimde başka bir Duru bebeği görmek büyük bir tesadüf olsa gerek. Çok sevinçliyim doğrusu, Duru bebeği seviyorum doyasıya.

Sodayı içtikten sonra köyün kahvesine gidiyoruz. Merhaba diyerek masanın birine oturarak çayları ısmarladık. Köylülerle sohbet etmeye başladık, içlerinde muhtar azası vardı. İkinci çayları ısmarladı Aza İbrahim Ödül. Hava kararmaya başladı, kalacak yer muhabbeti ederken Muhtar Ertuğrul Danışan geliyor kahveye. O da birer çay ısmarlıyor. Kalacak yeri konuşuyoruz muhtarla, çadır kurabileceğimiz bir yer göstermesini istiyoruz. Muhtar Ertuğrul da bize köy odasında kalabilirsiniz diyerek bizi sevindiriyor. Muhtar Ertuğrul ile azaları ile muhtarlığa giderek biraz da orada oturup sohbet ediyoruz bir süre. Muhtar masasına oturmuş, yanında muhtarlık azaları.

170920133845

Muhtarlıkta köyde daha önce muhtarlık yapmış olan bütün kişilerin fotoğrafları bir köşede sergilemiş muhtar Ertuğrul. Muhtarların çoğu akraba, aynı soyadı taşıyor Ertuğrul Danışan ile. Bu arada muhtarlıkta bulunan bilgisayardan internete girip gideceğimiz yolu daha yakından görüp yolumuz üzerindeki köylerin isimlerini yazıp not alıyorum. Elimizde detaylı köy yollarını gösteren harita yok. Not almam iyi oldu, hiç olmazsa Bergama’ya kadar olan yolu öğrenmiş oluyoruz böylece. İlan panosunda bir yazı dikkatimi çekiyor

” Babacığım lütfen hızlı gitme, sensiz bir dünya istemiyorum”

Trafikte her yere yapıştırılması gereken bir uyarı olmalı bence.

170920133846

Daha sonra bisikletleri öylece kahve önünde bıraktığımız yere gelerek eşyalarımızı köy odasına götürüp yerleşiyoruz. Bakkaldan yiyecek bir şeyler alıp kahvede atıştırıp karnımızı doyuruyoruz. Odamıza gelip  telefonu şarja bağlıyorum. Ardından uykum gelince yatıyorum. Hava lodos olduğu için yağmur yağma olasılığı vardı. Köyün odasında kalmamız iyi oldu.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc