Etiket arşivi: elçek

Keşan Trakya Bisiklet Turu 13. Gün

14 Eylül 2013 Cumartesi

Karadeniz ucunda bir günlük tatil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Genişliğin Ölçüsünü Alırken

 

Yakalamak boşluğu boşa gideni boş günleri

Aynı suda yıkanmak aynı düşü görmek tekrara dokunmak

Ters tepmek geri saymak hemen aniden kıstırmak

Cesareti esaretten ayırıp çark etmek

 

Yoğun düşünmek çoğul gütmek tek teker üstünde

Kendine durmak kendi dünyanda kendi hesabına

Toptan sevmek tümden ayrılmak bütünün ucunu bulmak

Anlamak / Anlamadan yaşayanlardan öğrenmek

 

İz sürmek yüreğinin göz attığı yerde çadır kurmak taht kurmak

Yıldırımları parlamak şimşekleri çakmak yük atmak

Ağırlığını ölçmek uzunluğun / Genişliğin ölçüsünü almak

Tadına varmak şimdiden her şeyden önce ve geç kalmadan

Agim Rıfat YEŞEREN ( Kısa Kollu Palto Şiir kitabından Prizren KOSOVA )

 

Öne çıkmış olan görsel, etrafı sazlık olan göl manzarası, lagün.

1409201337011

Dün akşam toplanan bulutlar derin uykudayken birden bire lodos fırtınası ile beni uyandırdı. Dışarı çıkıp şöyle bir etrafı gözlemledim; rüzgar deli gibi esiyordu, ağaçlar bir o yana bir bu yana rüzgarın şiddetine kendini bırakmış, sallanıyordu. Hava lodos rüzgarıyla resmen patlamıştı. Nerdeyse ev uçuyordu pencereden. Lodos karadan esince longoz ormanı deniz gibi kara yeşil renkte dalgalanmakta. Henüz yağmur yok. Hava; anlayabilir misiniz bilmem ama benim için çok güzeldi. İğneada’ya kadar Güneşli mavi bir gökyüzü altında, ara sıra bulutlandı ama fazla rüzgar yoktu. Şiddetli rüzgar ağaçların dallarına ve yapraklarına değerken çıkardığı sesler müthişti. Bazen çatırtılar geliyor, sanırım zayıf dallar kırılıyordu bazı ağaçlarda. Her yandan sesler geliyordu. Yalnızca senfoni orkestrası biraz ritmini hızlandırmıştı sadece o kadar.

Deli rüzgar ormanın içinde zayıf, çürük ne varsa silip süpürüyor, tertemiz yaparak ardından yağmuru ile yıkayıp paklıyordu. Ve ben bu havayı seviyorum. Bir süre dolandıktan sonra yağmur başlayınca çadırımın içine girdim. Girer girmez de yağmur öyle yağmaya başladı ki anlatılmaz. Rüzgarla beraber çadırın her tarafına yağmur damlaları vuruyordu. Çadırım eski olduğundan suyun girmesi kaçınılmaz. Çadır dostum genç şair Feyyaz Alaçam’dan bana hatıra. Kim bilir kaç binlerce kilometre yol yapmış en güzel yerlerde kurulmuş, güneşli günler, fırtınalı havalara göğüs germiştir. Ben ona güveniyorum, bu fırtınayı da atlatacaktır. Hal böyle olunca cep telefonu ve eşyalarımı naylon torbanın içine koyarak ne olur ne olmaz diyerek ıslanmasını engelledim ilk önce.  Çadırı ağaçların altına kurmama rağmen yağmurun ve fırtınanın etkisini ağaçlar koruyamadı. Yıldırımlar her yöne düşerek  ışıkları çadırımın içini bile aydınlatıyordu, ardından gök gürültüsü. Ortalık gümbür gümbür, çatur çutur sesleri dinliyorum.

Bir süre sonra çadırın içine sular girmeye başladı, küçük göletler oluşunca havlu ile suları alıp çadırın altından dışarı sıkarak boşaltmaya çalıştım. Fırtına öyle şiddetliydi ki neredeyse çadırı yere yapıştıracaktı. İçinde ben olmasaydım büyük bir ihtimalle çadır uçup gitmişti. Ellerimle rüzgarın estiği yöne doğru çadırı içten tutarak yatmasını önlemeye çabaladım, polleri de kırabilirdi fırtına. Arada sular çoğalınca havlu ile boşaltma işlemine de devam ettim sürekli olarak. Altımda mat ve şişme mat olunca uyku tulumu ıslanmıyordu, bu iyiydi. Fırtına ve yağmurun ne kadar süreceği belli değil. Fırtına ve yağmur gece 02:30 da başlamıştı. Hemen hemen 2.5 – 3 saat kadar sürdü mücadelem, uykum olmasına rağmen fırtınanın dinmesini bekledim. Fırtına durunca yağmur normal yağmaya başladı. Son kez çadırın içindeki suları havlu ile boşaltıp yattım ve sabaha kadar deliksiz uyudum.

Fırtınalı yağmurlu güzel bir gecenin ardından yepyeni bir güne uyandım. Doğa temizliğini yapmış yeni bir güne başlamıştı. Hava açık ve Güneş pırıl pırıldı, sanki Güneş yağmurda yıkanmış gibiydi. Her ne kadar az uyusam da 08:00 gibi kalkarak elimi yüzümü yıkayıp çadıra girerek eşyalarımı piknik masasına taşıyıp seriyorum. Bisikletimdeki çantaları naylonla örtmemiştim, her şey ıslanmış vaziyetteydi. Çadırı, uyku tulumu, matları, ıslanan elbiseleri, çantalarda ıslanan eşyaların hepsini güneşe kurusunlar diye serdim. Akşamdan kahvaltı için ekmek almıştık. Çay demleyerek güzelce kahvaltımızı yaptık  can ile birlikte. Bu gün dinlenme günümüz ne de olsa. Kahvaltının ardından bir de kahve pişirerek kafimize keyif kattık. Elçek ile kahve içerken resmimizi çekiyorum Can ile birlikte.

1409201336981

Bu da sevimli bekçimiz, o mu bizi bekliyor yoksa biz mi onu bekliyoruz? Kim bilir geceki fırtınadan korkmuştur garibim. Biraz ekmek vererek karnını doyuruyoruz. Açık kahve – beyaz renkli köpek yere oturmuş bize bakıyor.

1409201336991

Kamp yaptığımız yerin yanında  erikli gölü var. Derelerin deniz ile bağlantısı olmadığından göle dönüşmüş. Gölde sazlar ve çeşitli bitkiler sarmış durumda. Ördekler başta olmak üzere çeşit çeşit kuşları da görmek mümkün. Bazılarını görmesek te seslerini duyabiliyorum. Gölde avcılar da mevcut ördek avlamaya çalışıyorlar. Ağaç tabelaya oyma olarak Erikli Gölü sola ok işareti yapılmış.

1409201337001

Gölün bir resmini çekiyorum göl kıyısından. Etrafı kısa sazlıklarla sıkı olarak çevrelenmiş göl. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1409201337011

Ayrılık Sevdaya Dahil
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın

En görkemli saatinde yıldız alacasının

Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader

Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın

Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan

Onu çok arıyorum onu çok arıyorum

Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları

Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan

Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu

Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş

Tedirgin gülümser

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili

Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar

Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili

Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar

Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu

Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte

Yansımalar tutmuş bütün sahili

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil

Çünkü ayrılanlar hala sevgili

 Atilla İlhan

Burası da derenin denize ulaşmaya çabaladığı kesim. Dere ne kadar çabalasa çabalasın Deli poyraz estiğinde kudurmuş dalgaların getirdiği kum ile her zaman derenin önünü keserek galip geliyor. Longoz oluşumunu anlatan belgelere göre derelerin getirdiği alüvyonlarla önünün kapatıldığını açıklıyor. Bence öyle değil, sahildeki derenin denize kavuşmaya çalıştığı yeri görünce durumu fark ediyorum. Öyle alüvyon göremedim ortalıkta, sadece kumsal var denize kadar. Kumsalın karaya olan derinliği gösteriyor ki 5- 10 metrelik dev dalgalar anca böyle bir kumsal yapabilir. Zaten bir günlük bir poyraz fırtınası yetiyor sahili kumlar içinde bırakmaya. Kapanan dere ağzı bunu aylarca açmaya uğraşıyor, Ama zamanı yetmiyor kendine yatak açmaya. Yine bir fırtına kumlar dere ağzını yine kapatıyor. Karadeniz muhteşem.

1409201337021

Gece o kadar fırtına ve yağmura rağmen dere kendine yol yapıp denize ulaşamamış. Bu aynı Mecnun’un Leylasına ulaşamaması gibi bir aşk meselesi sanki. Dere denize aşık Deniz de dereye, tutkulu bir aşk. “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” . Umutsuz bir aşk, umarsız. Sevdaya dair.

 

Taş Sekmez Dere Ağıtı

 Yüzüm güneşe

Sırtım dünyaya yaslı

Göbek deligimde yosunlardan bir bahar

 Gök

Mavilemesine mavidir de

Balık oynamaz yüregimde, taka yüzmez

Bir taş sektirenim bulunmaz içerde

 Kara (olma) deniz

Yakın ol

 Sana

Dört adım

Uzakta olmak

Kurutacak beni…

Feyyaz Alaçam

 

Derenin denize kavuşmaya çalıştığı yer, önü yükselmiş kumsal, ardı deniz. Karadeniz.

1409201337031

Gördüğünüz sahil muhteşem Karadeniz’in en batısı. Fırtına sonrası dinginleşmiş gök yüzü, bulutlar yükünü boşaltmış, sakin esen lodosa kendini bırakıp süzülüyorlar pamuk tarlası gibi.

1409201337051

Hava lodos olduğu için Karadeniz sakin, sadece dip dalgası belirli zaman aralıklarıyla sahile kendini bırakıyor.

1409201337071

Tüm gün boyu tembellik ediyorum. Sahilde kah dolaşarak kah denize girerek  tembellik hakkımı kullanıyorum. Arada tembel olmak, dinlenmek gerek, makine değiliz, acelemiz de yok. Denizin de girilecek en güzel ayındayız; Eylül ayı. İğneada da yaz 1 ay sürüyormuş anlattıklarına göre. Diğer aylarda çoğunlukla fırtınalı, soğuk ve yağmurlu oluyor. Kış günleri de soğuk ve kar yağışlı. Zaten İğneada’nın sahilinin önü açık, fırtınalar her an patlayıp ortalığı hallaç pamuğu gibi dağıtınca sakin günler de az oluyor. Kendimi Karadeniz ile birlikte elçek resim çekiyorum.

1409201337081

Kamp yaptığımız alanın önüne yol yapılmış limana doğru. Yolda yüksek yapılmış dev dalgalar bozmasın diye, bir nevi set biçiminde olmuş. Kamp alanı da deniz seviyesinin biraz altında.

1409201337091

Uçsuz bucaksız Karadeniz, Av yasağı 1 Eylülde bittiğinden balıkçı tekneleri balık tutmak için denize açılmışlar. Karadeniz de nasiplerini tutup limana dönüyorlar. Ufukta balıkçı teknesi.

1409201337101

Tembellik güzel şey, ara sıra yapmalı. Geceki fırtınadan sonra havanın sakin olması iyice cıvataları gevşettim. Sanki bitlerim kabardı.  Öğle yemeğinden sonra biraz çadırda kestirdim. Özlemişim akşam 5’te şekerlemeyi. Akşama kadar eşyaların hepsi kurudu ve bagaj çantalarına yerleşti. Mavi boyalı piknik masasında oturmuş güneşleniyorum. Arkamda bisikletim KUZ ve mavi çadırım. Hepsi de güneş altında.

1409201337121

Kamp yeri gerçekten çok güzel bir yer. Bir tarafında göl, bir tarafında deniz, ayrıca ağaçlar. Doğanın içinde kamp atmışız gibi geliyor. Sezonda kim bilir kaç para ister bir çadır yer için? Kim bilir? Piknik masasında oturmuş, KUZ solda, arkada turuncu büyük bir çadır kurulu ama kimse yok.

140920133713

Ağaçların Yaprakları ve meyveleri duta benziyor ama dut değil. Sakın aldanıp yemeyin. Değişik bir ağaç.

1409201337151

Gün içinde dinlenerek geçtikten sonra akşam yemeği için kasabaya giderek balık ekmek yiyerek karnımızı doyurduk. Akşam için bir kaç bira aldık. Ardından kamp alanına dönüp yanımıza aldığımız biraları içerek sohbete başladık. Şimdi İzmir’e dönüş yolundan nereden gideceğiz diye haritadan bakarak yolumuzu belirledik. Benim düşüncemde Kıyıköy’e uğramaktı fakat kıyıdan yol olmadığı için bu fikirden vaz geçtik. Bu bize 2 gün fazladan yolda olmamız demek. Dönüş yolumuz kabaca Demirköy – Pınarhisar’ın yanından Ahmetbey köyü. Ahmetbey de kasap köftesi meşhur olduğunu söyledi Can. Daha önce yemiş kasap köfteyi. Sohbet ettiğim kişiler de Ahmetbey de kasap köfte yemeden geçmeyin diye tavsiyelerde bulundular. Oradan Muratlı – Tekirdağ , arabalı vapur ile Erdek. Erdek’ten şöyle cetvelle düz bir çizgi çizerek sırasıyla Edincik – Gönen – Balya – İvrindi – Dereköy – Bergama. Çanakkale yolundan Aliağa. Metro ile Alsancak ve sahilden aheste aheste ev. Artık yolda ne olur bilinmez diyerek konaklayacağımız yerleri belirlemedik. Duruma göre nerde akşam orda sabah olacaktı. Bunu yola bıraktık. Yol en iyisini bilir. Böyle çene çalarak akşamı ediyoruz. Artık yatma vakti geldi, birbirimize iyi geceler diyerek çadıra girip tatlı bir uykuya dalıyorum.

Bu gün dinlenme ve tembellik günü olduğu için yol yapmadığımızdan Kilometre falan yok.

Keşan Trakya Bisiklet Turu 10. Gün

11 Eylül 2013 Çarşamba

Edirne – Lalapaşa – Kofçaz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sana.

sıkı

sıkı

sarıldıktan

sonra

 İlk öpücükle yitirdi

 aklım

 düşüncesini …

 her yerin dudak…

2010 – Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Önde iki kaya üzerine konulmuş düz kaya sundurmayı oluşturuyor. Arkada mezar odası.
10-22
Sabah 07:00 de uyanıyorum 08:00 de Can küçüklerin kaldığı tesislerde buluşacağım. Edirne’de  okuyan öğrenci arkadaşlarım Emre Ata ve Selim Karagözler beni çok güzel ağırladılar. Kendilerine yüksek teşekkürler. Kısa süren birlikteliğimiz ömür boyu unutulmayacak, iyi ki tanıştım. Onlar da erkenden uyanıyorlar. Kahvaltı yapmadan hazırlanıyorum. 2 gün yol arkadaşım Orhan Şentürk seninle çok güzel yolculuk ettim. Uyumlu, sakin, her zaman beraber yol yapabileceğim bir insanla tanıştım.
Emre Ata da bana bir tane suluk hediye etti. Bisiklet dostluğu başka bir şey canım. Artık bir de suluğum oldu. Teşekkürler Emre Ata, yolda her su içişimde seni anacağım. Bisiklet suluğu çantamın üzerinde, rengi sarı.
200320145287
Sevgili Selim Karagözler, bizim Edirne de kalacağımızı öğrendikten sonra İstanbul’a gitmekten vaz geçip aramıza katıldı, çok güzel bir akşamın ardından evinde misafir etti. Böyle duygularla arkadaşlarımla vedalaşıyorum. İyi ki sizleri tanıdım. Apartmanın dışına el birliği ile bisikletimi çıkarıyoruz. Bana İl Gençlik spor misafirhanesini tarif ediyorlar. Misafirhane kolay yerde ana cadde üzerinde ve yakın. Yol kıyısında dört kare sütunlu, üzerinde kubbesi olan mezar boş arsada öylece duruyor. Arkasında büyük bir otel var.
10-1
Kısa sürede misafirhaneye varıyorum. Ardından Can’ı telefonla arayıp aşağı inmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Can biraz yavaş hazırlandığından azıcık bekliyorum. Aşağı inince ana yola çıkıp Selimiye camisini bulunduğu yere varıyoruz. Uzaktan Selimiye camisinin resmini çekiyorum. Dört minaresi ile muhteşem yapı.
10-2
Mimar Sinan’ın heykeli Selimiye camisinin  kuzey doğusunda, sabah güneşi arkadan geldiği için resim biraz gölgeli çıkmış. Heykel geniş bir kaidenin üzerinde.
10-3
Caminin bir çok kapısı var, biz bahçenin sol yanındaki kapıdan giriş yapıyoruz. Kapı da kapı hani, devasa boyutu var. Bekçi kulübesi de kapının ardında bisikletler emin ellere bırakıyoruz.
10-4
Caminin içine girip muhteşem yapıyı incelemeye koyuluyorum ve bir kaç resim çekmek gerek. Camiler içinde gördüğüm en devasa cami. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, burada oturup saatlerce etrafı seyredebilirim. Ama yolumuz uzun. Tam ortada tavandan sarkan geniş avizede yüzlerce ampul yanıyor.
10-5
Kubbenin iç kısmını alttan çekiyorum. Kubbeye Arapça yazılar yazılmış daireler içine. Sekiz daire kenarlarda, ortada mavi çinili hat yazısı yazılmış. Kubbenin çapı 31.25 metredir. Kubbenin altında çepeçevre pencereler içeriyi aydınlatıyor.
10-6
Kısaca etrafı dolaştıktan sonra Ters Laleyi aramaya koyuluyoruz. Can bildiğinden hemen bularak hikayesini de Ters Lalenin olduğu yerde anlatıyor. Mimar Sinan camiyi yaparken ihtiyar birisi evini vermemiş. Vermeyince de cami inşaatı biraz beklemiş. İhtiyar öldükten sonra cami bitirilip ihtiyarın arsası üzerinde müezzinlerin oturduğu bölümün sütunların birine ihtiyarın tersliğinin işareti olarak Ters lale figürü yapmış. Mermer sütunda kabartma ters lale silik olarak görülüyor.
10-7
Caminin diğer taraflarını sessizce dolaşıyoruz, namaz kılanlar var.
10-9
Caninin minberi süslü korkuluklarla merdiven yukarı çıkıyor. İmam hutbeyi burada veriyor Cuma günleri. Merdiven başında kapı, kapı yeşil perde ile kapatılmış.
10-10
Geniş kubbeyi ayakta tutan dört tane devasa sütun var. Sütunlardan birinin resmini çekiyorum Her tarafta aydınlatma lambaları sarkıtılmış. Lambalardan kimisi yanıyor.
10-11
İçeride resim çekme işi bittiğinden dışarı çıkıyoruz. Devasa caminin devasa uzunluktaki minareyi alttan çekiyorum. Minarede üç tane şerefe yapılmış.
10-12
Caminin içine girilen ana kapısı üç kemerli, iki sütunlu yapılmış. Kemerdeki taşlar kırmızı beyaz. Giriş altı basamak ile çıkılıyor.
10-13
Cami avlusunda bazı yerler onarım çalışmaları yapılıyor.
10-14
Caminin avlusunda yerde kestaneleri görünce toplamaya başlıyorum. Can bana kestaneleri yiyemezsin diyor. Çünkü bunlar at kestanesi imiş ve tadı da acı mı acı. Topladığım kestaneleri usulca yere bırakıyorum. Nerden bilebilirdim ki? Zaten normal yenilen kestanedeki gibi ince dikenleri yok. Kaba dikenli ve ele batmıyor.
10-15
Bu da ağacı, bayağı büyük.
10-16
İpsala da gecelediğimiz petrol istasyonunun sahibi Güray İşbaşaran’ın selamını iletmek için caminin imamını bekçiye soruyorum. İmam camide değilmiş, imamı göremeyince bir kağıda not yazarak selamı imama iletip görevimi tamamlıyorum. Bekçi de notu imama vereceğini söyleyince bisikletlerimizi alarak yolumuza koyuluyoruz Can ile birlikte.
Caminin çevresinde hotelleri taştan yaparak güzel mimari örnekler yapmışlar. Taş odada kalmak güzel olurdu da herhalde tuzludur diye düşünmeden kendimi  alamıyorum.
10-17
Bakkalın birinden kahvaltı için ekmek ve biraz kahvaltılık bir şeyler alıp kahvenin birine oturup güzelce kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. İlk kasaba Lalapaşa, Edirne’ye yakın. Bulgaristan sınırına yakın yol yapıyoruz. Tabelada; Lalapaşa 21, Süloğlu 29, Hamzabeyli (Bulgaristan) 39 Kilometre kaldığını söylüyor.
10-18
Lalapaşa’ya kısa sürede vararak ilk molamızı burada veriyoruz. Kasabanın nüfusu tabelada 1.900 olarak yazılmış, bana bayağı az geliyor 1.900 rakamı.
10-19
Lalapaşa da çay molasından sonra yolumuza devam ederek Dolmen ( taş mezar anıtı ) görerek duruyoruz. Trakya’nın bu bölgesinde geniş bir alanda bir çok Dolmen görmek mümkün. Açıklama tabelasını çekiyorum yakından. Tabelada yazanlar;
Dolmen
Dolmen kelimesi Keltçe olup “Tolmen” anlamına gelmektedir. Genel düşünce, Trakya dolmenlerinin son tunç çağı bitimiyle ilk demir çağı başlarına tarihlendiği, ancak bunlardan bazılarının kullanımının M. Ö. 8 – 7 y.y’a kadar sürdüğü şeklindedir.
Yörede “Kapalıkaya” olarak tanınan dolmenler, anıtsal mezar yapılarıdır. Mezar üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey – Güney yönünde, en arkada hücre şeklinde ana oda, bundan biraz daha küçük bir ön oda ile geçit yada giriş kısmı bulunur. Her üç bölüm yapı olarak birbirine benzer. Boyutları 2 – 3 m. kadar olan tonlarca ağırlıktaki iri taş blokların, bağlayıcı harç kullanılmadan üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır. Bunlar odanın dört yanına dik olarak yerleştirildikten sonra üzerlerine yine iri taş bir blokun kapak gibi oturtulmasıyla yapılmış hücre şeklinde odalardan oluşmuştur. Plan özellikleri bakımından Trakya dolmenleri tek odalı ve iki odalı olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Her iki grubun da önünde dromos şeklinde bir giriş bölümü bulunmaktadır.
Dolmenler yöresel taşlarda yapılmış olup, üzerleri çoğunlukla bir tümülüsle örtülmektedir. Dolmenleri örten tümülüsler zamanımıza dek kendilerini koruyamamıştır. Dolmenlerin daha büyük boyutta olanları ve iki odalı kompleks şeklinde inşa edilenleri, mezar sahibinin sosyal konumu yansıtmaktadır.
10-20
İlk defa bu tür kaya mezarı görüyorum. Bana ilginç geliyor. İnsanlar gömülmek için çeşit çeşit mezarlar yapmışlar. Böyle büyük taşları getirip mezar yaptırmak herkesin harcı olmasa gerek. Biraz zenginlerin yada ünlü komutan askerler yaptırabilir ancak. İki dolmen yan yana, üzeri kaya ile kapatılmış.
10-21
Büyük taşlardan yapılsa da mezarların ta o zamanda ölülerle gömülen hazinelerin çalındığını biliyorum. Şimdiki mezar soyguncularına pek bir şey bırakmamışlar anlaşılan. İki yanda, üzeri kaya ile örtülmüş giriş bölümü, Arka odaya geçiş kaya ile kapatılmış, içeriye girmek için delik olarak kaya oyulmuş kapı. Arkası yine taş kayalarla yapılmış mezar kısmı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
10-22
Resimleri benim cep telefonumdan çektiğimiz için Can ile teker teker resim çekiyoruz mecburen. Aslında bisikletin gidonuna özel bir aparat yapmak lazımmış cep telefonu için. Pozu ayarlayıp 10 saniyede kendi kendimizi çekebilirdik. Dolmen önünde Can beni çekiyor.
10-24
 Bu kez Ben Can’ı çekiyorum. Can kayanın dibine çömelmiş durumda.
10-25
Yol kenarında Dolmen taşlarını, mezar taşlarını görmeye devam ederek ilerliyoruz.
10-27
Ufukta bir Dolmen görüyorum, uzak olduğu için ve yol olmadığından uzaktan sadece resmini çekmekle yetiniyorum. Bir tanesini yol kenarında zaten yakından incelediğimden diğerlerini ziyaret etmenin anlamı yok.
10-28
Yolda ilerlerken nedense Edirne’den sonra asfaltın kıyısında çekirgelerin sıçradığını görüyorum. Çevrede daha çok buğday tarlaları mevcut. Öyle bir iki tane değil bisikletimin önünden onlarcası birden zıplayıp duruyorlar. Bisikletle gezerken yolun kıyısında değişik yeni şeyler görüyorum. Bisikletle gezmenin nimetlerinden bolca faydalanıyorum ben de. Önüme kayaya oyulmuş mezarlar çıkıyor.
10-23
Bazen etrafta ilginç mezar taşları çıkıyor. Resimdeki sanki dikili taş gibi, gibisi fazla gerçek dikili taş. Dolmenler bitti şimdi Dikilitaş bölgesine girmiş oluyoruz böylece.

Menhirler (Dikili Taş)Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 m’ye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmetçe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dahil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.

10-29
Hacıdanışment köyüne geldik. Köyden biraz büyükçe. Biraz acıktık, burada mola verip karnımızı doyurmalıyız. Ve öyle de yapıyoruz Can ile birlikte. Can önümde, köye girerken.
10-30
Büyük taşı oyup kuyunun ağzına yerleştirmişler. Kuyu var ama kovası yok, yanımızda da kovayı taşıyacak halimiz yok.
10-31
Yolumuz üzerinde köylere denk geliyoruz, kimisi yoldan biraz içeride. Zamanım biraz olsaydı bütün köylere uğramak, orada biraz zaman geçirmek isterdim. Kahvesinde bir çay, çay içerken köylülerle sohbet etmek daha anlamlı olurdu. Her köyde yaşam var, her birinde ayrı ayrı insanlar. Keşan bisiklet festivali bittikten sonra İzmir’e doğru dönüş yolundayım. Gerçi İzmir ters yönde ama şöyle bir İğneada’yı görüp İzmir’e gideceğiz. Evdekilere dönüş yolundayım diyorum ama biraz uzun olacağını da söylemeyi ihmal etmiyorum.
10-32
Trakya’nın güney tarafı daha çok düz bir arazi olarak hafif eğimli halde. Neredeyse hiç ormanlık arazi göremedik. Ağaçlar daha çok köy ve kasabalarda görülüyor. Nehir kenarları ise sulu olduğundan zaten mevcut. Arazinin düz olması tarım için elverişli hale getiriyor ve işlenmemiş boş alan bulmak neredeyse imkansız. Karadeniz’e yaklaştıkça arazi yapısı değişmeye başlıyor. Meşe ağaçları yavaş yavaş belirmeye başladı. Düz tarım arazileri azalıyor. Yokuşlar beliriyor yolumuzda.
10-33
Havada şahinleri görüyorum. durup resmini çekesiye kadar biraz uzaklaşıyorlar. Ancak bu kadarını yakalayabiliyorum. Seyretmesi bile çok hoş. Güçlü kanatlarını açıp esen yele karşı süzülmeleri insana yetiyor. Bu arada bulutlar artmaya devam ediyor. Umarım yağmura denk gelmeyiz. Yol boyunca dünyadan ilişkimi kopardım sayılır. Ne bir televizyon nede internet. Dünyadan bir haberiz yani. Hava durumunu da bilemiyorum.
10-34
Bulutların altında süzülen şahin.
10-35
Hala taş mezarları görmeye devam ediyorum, tabi ki yol kıyısında denk geldiklerimize. Maalesef kayanın üzerinde boş bira şişeleri vardı, başkaları kırmasın diye alıp kenara bıraktım. Resim çekerken iyi bir görüntü olsun diye etrafı temizliyorum elimden geldiği kadar.
10-36
Önümüze bir gölet çıkıyor. Can aşağıdaki gölete bakıyor.
10-37
Göletin kıyısında piknik alanı yapmışlar. Fakat ortalıkta kimseler görünmüyor. Hafta için olması nedeniyle olabilir. Yalnız harika bir yer, çevre tertemiz, ağaçların gövdeleri kireç sürülmüş. Masalar ağaçların altında. Burada bir süre hem dinleniyoruz, hem de etrafı kolaçan ederek ne var diye merak ediyoruz.
10-38
Piknik alanına meşe ağaçları dikilmiş. Burada kamp yapılabilir, Can etrafı dolaşırken çekiyorum.
10-39
Yol genelde sakin, inişler çıkışlarla yolculuğumuz devam ediyor. Hava sakin, yol sakin daha ne olsun. Bulutlar gökyüzünden eksik olmuyor. Yağmur yağma ihtimali az.
10-40
Yollar genellikle asfalt stabilize, normal sayılır. Bazı yerde bir köyden diğerine yol toprak. Sanki orman yoluna girmişsin gibi. Resimde görüldüğü gibi. Gerçi köyler arası fazla mesafe yok, en fazla 12 km sonra başka bir köye varıyoruz.
10-41
Yol kıyıları ağaçlık, Can toprak olan yolda gidiyor.
10-42
Arada kendimi çekiyorum ormanın içinde elçek yaparak.
10-43
Çam ormanları yol kıyısı boyunca bizi bırakmıyor.
10-44
Kavşakta yol tabelaları bize yönümüzü gösteriyor. Vaysal köyünü 9 km geçmişiz Devletliağaç köyüne 3 km yolumuz kalmış. Köyde çay molası vermek gerek diyerek basıyoruz pedallara.
10-45
Bulutlar yavaş yavaş toplanıyor ama yağacak gibi değil hava. Trakya’nın bozkırlarında pedallarımız dönmeye devam ediyor, keyfimiz yerinde.
10-46
Yol toprak olmasına rağmen sorunsuz ilerliyoruz.
10-47
Devletliağaç köyünde kısa bir mola veriyoruz. Bir zamanlar köyde benzin istasyonu varmış. Pompası hala duruyor. Neyse ki benzinle gitmiyor bisikletlerimiz, yoksa yolda kalmıştık resmen. Bisikletim KUZ eski, dağınık ve içi görünen benzin pompasının yanında duruyor.
10-48
Köyde kel Fatma’yı görüyorum. Kabaramazsın kel Fatma demeden kendisi kabarmış olarak bizi karşılıyor. Tamamen kabarmış, beyaz renkli hindi çimenlerin üstünde bana hava atıyor.
10-49
Harbiden baba hindi yani, sahibinin anlattığına göre hayvanın ağırlığından dişi hindiler telef oluyormuş. Bir de tam göğsünde siyah bir sakalı var ki baba hindi olduğunu kanıtlıyor. Sahibinde bir tane tüyünü istiyorum, o da verince tüyü bisikletimin fenerine takıp gidonuma ayrı bir güzellik katıyorum. Hindiyi önden çekiyorum. Kırmızı ibiği şişmiş kabarmaktan. Kuyruk tüyleri kocaman yelpaze gibi açılmış. Göğsündeki tüyler öne doğru kabararak şişmiş.
10-50
Köyün çıkışında bir eşek görünce bisikletimde olan eşek nalı ile bir poz çekiyorum. Bu eşek nalını İzmir de en yüksek dağı olan Nif dağının zirvesine yakın yerde bulup bisikletime takmıştım. Ön tekerlek ile aşağı inen kadro demiri arasından eşek nalı arasından otlayan eşeği çekiyorum.
10-51
Yoldan geçerken bazı köyleri görüyorum. Sadece resmini çekmekle yetiniyorum, köye girip çıkmak zamanımızı alacağından uzaktan seyredip yolumuza devam ediyorum. Arazı ağaçsız çıplak, sadece köy evlerinde ağaçlar görünüyor.
10-53
Başka bir köy daha da kıraç ve çıplak.
10-54
Giderek yükseldiğimizi hissediyorum. Yol kenarlarındaki kar çubukları burada çok miktarda kar yağışı olduğunu belirtiyor.
10-55
Gök yüzü bulutlu, fakat ufuk çizgisi açık görünüyor. Güneş batmak üzere, ben de güneşin batışını seyretmek üzere bisikleti park ederek Güneşin batışını seyre dalıyorum. Bu günü de yaşamanın keyfini epey yüksek bir noktadan günbatımını seyrederek zamanı değerlendiriyorum. KUZ ve Güneş…
10-56
Gerçekten görülmesi mükemmel bir gün batımını izliyorum. Sadece ufukta bulut yok. Güneşin son ışıkları ışıl ışıl yüreğimi aydınlatarak batıyor.
10-57 (1)
Az ötede, üzerimize yağmasa da yağmur damlaları gökkuşağını bize sunuyor yedi rengi ile. Güneş bize her türlü güzelliğini değişik yerlerde bize sunmaya devam ediyor. Trakya’nın bu güzel yerinde mükemmel anları yaşıyoruz ve mutluluğum kat be kat artıyor. Gökkuşağı sağ tarafta yere doğru daha belirgin.
10-58
Sol taraf ta aynı, yere yakın yeri daha belirgin renkte. Önümde sararmış tarla.
10-59
Güneş ufukta dağların ardına girmeye başladı.
10-60
Ve ufukta kayboluyor ama alttan bulutlara hala ışıltılarını vermeye devam ediyor.
10-61
Ortalık kararmaya başladı ama güneş ışımaya devam ederek gücünü bize hissettiriyor. Ufukta bulutlar alaca karanlıkta siyaha yakın kurşuni renginde.
10-62
Güneşin batışını seyrederken hava karardı. Işıklarımızı yakarak Kofçaz’a doğru karanlıkta ilerliyoruz Can ile. Bir süre karanlıkta ilerleyip Kofçaz kasabasına giriş yaparak karnımızı doyurmak ve çadır kuracak yer bulmak gerek. Kasabanın girişinde kaymakamlık binasını görünce içeri girerek nöbetçi polislerden yardım istiyoruz. Fakat polisler bize yardım edecek kadar bilgili ve yetkili değiller. Elimiz boş olarak çıkarken Can kaymakamlık kapısında sivil bir polis ile sohbet ediyordu. Nerden gelip nereye gidiyorsunuz gibi basit sorulardan sonra yolda kendimizi korumak için neler yaptığımızı soruyor. Biz de yolda ne olabilir ki diyerek cevap veriyoruz. Silah gibi şeylerle kendimizi korumamızı söylüyor. Adam silahsız kendini çıplak olarak hissediyor anlaşılan. Silahsız bir hiç olduğunu anlıyorum polisin. Polis sadece kasabada yemek yiyecek bir yeri tarif ederek bize yardımcı oluyor. Misafir pervmezimişler. Akşam saatleri ilerlediğinden ilk önce karnımızı doyurmak üzere kasabanın merkezine gelerek tek yiyecek yeri olan bir birahaneye kapağı atıyoruz.
Birahane de öyle bildiğimiz birahanelerden değil. İçeride  bildiğimiz lokanta masaları, profil sandalyeler. İçeride iki ayrı masada iki müşteri biralarını yudumluyor. Sadece köfte var ve hemen ısmarlayıp pişesiye kadar birer bira söylüyoruz. Mekan sahibi iki tane bira şişesini masamıza getirip kapaklarını açarak bırakıyor. Bardak yok, birayı şişeden içiyoruz. Köfteleri yerken diğer müşterilerle sohbet ediyoruz. Sohbet biraz diğer iki müşterinin birbirleri ile azıcık tartışmalı bir şekilde ilerledi. İkinci adam birinciye biraz sataşarak saldırıya geçiyor ama birinci adam her ne kadar bira içmişse de daha sakin ve kendini savunarak geçiştirmeye çalışıyor. Kasabada eski arkadaşlar anlaşılan, tartışmayı fazla uzatmadan ikinci adam birasını bitirerek birahaneden çıkarak evine gidiyor.
Köftelerin sonuna doğru yağları donmaya başlıyor. Donuk yağlı yiyoruz artık, ısıtmaya gerek kalmadan. Birinci adam ile sohbete devam ediyoruz. Adam bizimle konuşuyor ama gözleri sonuna kadar açık ve sabit bir noktaya bakarak konuşuyor. Sanki Levent Kırca ile konuşuyorum. Aynı Levent Kırca’nın sarhoş taklidi yaparken yüzüne verdiği şekilde adamın yüzü aynı şekil. Adamın İsmi Fevzi Ali, emekli öğretmen. Aydın birisi, konuşması gayet düzgün ve sohbeti gayet iyi. Biraz alkolle başı dertte o kadar. Kalacak yerimiz olmadığını öğrenince teklifsiz bizi kendi arsasına davet ederek oraya doğru gidiyoruz hep birlikte. Arsa 500 metre ileride ve bayağı dik bir yokuştan bisikletleri iterek varıyoruz. Fevzi Ali arsasına profil ve kontraplak’tan kendine bir baraka yapıyor. Yarısı bitmiş vaziyette malzemeler dağınık, öylece bitmeyi bekler halde. Düzgün bir yere çadırlarımızı kurup hazırlığımızı tamamlayıp Fevzi Ali ile sohbete devam ediyoruz. İstanbul da oturuyor, Kofçaz doğduğu ve öğretmenlik yaptığı yer. 12 Eylül den önce siyasetten başı dertten kurtulmadığı gibi 12 Eylülde bayağı çekmiş. Yarın da 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Biz de 12 Eylül darbesinin getirdiği yıkımı konuşuyoruz. Ama yılmadan eğitime katkısını sürdürmüş ve bir çok öğrenci yetiştirmiş. Emekli olduktan sonra Kofçaz da bir arsa alarak kendine prefabrik bir ev yapmaya başlamış. Şimdilik kendine yatacak kadar yarı kapalı bir yer yapmış bile. Hiç acelesi yok, aynı benim gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince kendisinden izin isteyerek çadırlarımıza girip güzel bir günün ardından yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 8. Gün

9 Eylül 2013 Pazartesi

Keşan – İpsala – Uzunköprü

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir

Cahit Zarifoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, Rahman Karataş ile haritayı yere serip üzerinde rota çalışıyoruz çömelmiş olarak. Bisikletim KUZ yüklü olarak park halinde.

8-1-1

Kuşların cıvıltılarıyla güzel bir güne dinlenmiş olarak uyanıyorum. Hava masmavi, sonbaharın hafif serinliği beni hala üşütmüyor. Bisikletin getirdiği enerjiden dolayı üşümeyi unuttum diyebilirim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra İspirto ocağında çay demleyip kahvaltımı yapıyorum Orhan’la beraber. Derken geçmişten gelen bir akrep zehrini bırakıp gidiyor. Eh ne yapalım kahvaltım da zehir olsa da bağışıklık sistemim bunu hazmediyor. Üstüne bir acı kahve iyi gidiyor zehrin.

“Eğer birisi sizin hakkınızda kötü bir şey söylüyorsa, Emin olun kendileri hakkında söyleyecekleri iyi şeyleri yoktur.”

Can YÜCEL

Yerde kahve takımları, küçük tabureme oturmuş olarak kameraya bakıyorum.

5-2-1

Parkta kalan diğer arkadaşlar da uyanıyor. Muammer Kızak ve İDA bisiklet grubu ile vedalaşıp yolcu ediyorum. Rahman ve Başak ta burada gecelemişler. Kahvemi içtikten sonra kurumuş olan çantaları bisikletin bagajına bağlayıp eşyalarımı yerleştiriyorum. Ardından çadırı söküp mat ve uyku tulumunla birlikte bagaja bağlayıp yola çıkmaya hazır hale geliyorum. Keşan – Edirne 112 kilometre civarında. Bu yolu bir günde yaparız diye Orhan ile konuşuyorum. Ama Rahman işin içine girince iş değişiyor. Bir dünya gezgininden feyz almak bir başka. DOÇEK’in verdiği Trakya haritasını yere serip gideceğimiz yolu bize çiziyor. Nerelerden gidileceğini, nerede konaklayacağımızı, görülecek güzel yerleri bir bir anlatıp bize önemli bilgiler aktarıyor. Benim rotam İğneada’ya kadar gidip oradan Tekirdağ yapmak. Rahman İğneada’ya kadar harita üzerinde işaretliyor. İpsala’dan Yunanistan sınırından Edirne, oradan Bulgaristan sınırından İğneada’ya. Harita üstünde bile harika bir tur olacağa benziyor. Can Küçükler ile telefonla konuşarak nerede olduğunu öğreniyorum.

Rahman ile harita üzerine çömelip çalışırken, KUZ yüklü durumda yola hazır sakince beni bekliyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

8-1-1

Bisikletimin kilometre kablosu biraz gevşek idi, kabloda bollaşınca sabahın süprizi kabloya geliyor. Bollaşıp sarkan kablo ön bagajımın ağır olmasından gidon  ani hareketle kilometre kablosu kökünden kopuyor. Hadi buyur buradan yak. Elbette bir gün kilometreden kurtulacağım ama henüz bağımı koparamadığımdan biraz üzülüyorum. İzmir den buraya kadar 547 kilometre yapmışım. Kablo dipten koptuğundan ek yapamıyorum. Aklıma da bir çözüm gelmiyor şimdilik. Yola böyle devam edeceğim mecburen. Arkadaşlarla vedalaşıyorum, Okan Tuztaş, Rahman ile Başak Bulut ve diğer arkadaşlarla vedalaşıp Orhan ile yola çıkıyorum. Keşan’dan çıkışımız biraz geç oluyor haliyle. Orhan uyumlu birisi, iyi anlaşıyorum onunla. İlk hedefimiz İpsala, pedallar dönmeye başlıyor. Üç gündür sanki tatil yapmışım gibi geldi bana. Kendimi dinlenmiş ve zinde hissediyorum. Ama yola çıkmakla içim başka bir duyguyla kaplanıyor. Serkan Taşdelen’in dediği gibi “Önemli olan yolda olmaktır”.  Yola çıkınca dünyam değişti, yola ve yolculuğa çabuk adapte oluyorum. Ova düz olunca yol altımızdan akıp gidiyor. İpsala’ya 20 Km kalmış. Hudut ise 20 Km olduğunu tabelada yazan yazıdan anlıyorum.

8-1

Kısa sürede İpsala’ya vardık. Tabelada önemli kavşakta olduğumuzu belirtiyor. Sola Karpuzlu – Enez, sağa İpsala, düz ise kahverengi yazılmış Yunanistan – Gümrük (Douane) yazılmış.

8-3

İpsala kasabasına giriyoruz. Burası sınırdan önce son yerleşim yeri. Burada kilometre kablosunu lehimlemek için elektronik tamircisini arıyorum. Sora sora tamirciyi bularak kabloyu lehimlettiriyorum. Elektronik tamircisine nasıl yapacağını tarif ediyorum. Büyük bir ihtimalle fazla tecrübesi yok ve böyle kilometre kablosu hiç lehimlememiş. Bu ilk tecrübesi olacak. Kabloyu lehimledikten sonra test yaparak çalışıp çalışmadığını kontrol ediyorum. Çalıştığını gördükten sonra yerine takıp kablonun tekrar kopmaması için güzelce ve dikkatlice klipsle bağlıyorum. Ayrıca kabloyu da göstergenin kaidesine Japon yapıştırıcı ile sabitliyorum çıkıntılık yapmasın diye.

Sınıra 6 km kalmış, Selanik’e iyice yaklaşmışım, şunun şurasında Selanik’e 355 km kalmış, 3 günlük yol. Elbet bir gün Selanik’ten geçeceğim. Edirne yoluna girmeden hazır buraya kadar gelmişken sınır kapısını bir görelim diyerek sınıra pedallıyoruz. Tabelada Yeşil E-90, D-110 yolun olduğunu belirtmişler. Hudut (Yunanistan) 6, Selanik 355 Kilometre olduğu yazılmış.

8-4

Sınır kapısına geliyorum. Pasaportum yok diye geçiş izni vermiyorlar. İnsanların özgürlüğünü kısıtlayan şu sınırları hiç sevmiyorum. Ülkemizde çifte standart var, vatandaşları iki sınıfa ayırmışlar. Birisine kırmızı pasaport veriyorlar, paran varsa pasaport alıp bir de vize almak için ülkelerin elçiliklerinden eziyet çekmek var. O da elçinin o günkü ruh haline göre vizeyi ya alırsın yada alamazsın. Diğerlerine yani devlet memurlarına yeşil pasaport veriyorlar, onlara vize sormuyorlar, elini kolunu sallaya sallaya sınırdan sorgusuz sulalsiz geçiyorlar. Ben de çalıştım vergi ödedim bu ülkeye, hatta memurlardan daha fazla vergi kesildi benden. Ama nedense bize geçiş yok bu sınırlardan. Nefret ediyorum bu durumdan, sınırlar kalksın… Bisikletim KUZ üzerindeyim, arkamda sınır kapısı gişeleri.

8-5

Elbet bir gün delip geçeceğim bu sınırdan, açılsın kapılar. Sınırdan geriye döndüğümüzde yol üzerindeki tabelada Türk bayrağı ve Türkiye’ye Hoşgeldiniz Welcomw to Turkey yazılmış. Orhan ile beraber hatıra resmi çekiliyorum elçek ile..

8-7

Türkiye’den çıkamadık ama hoş bulduk dedikten sonra yolcu yolunda diyerek yolumuza dönüyorum yol arkadaşım Orhan Şentürk ile birlikte. Bizi sınırdan geçirmediklerine göre geriye dönüyoruz mecburen. 110 numaralı kara yolunun 1. parseli 2. km tabelasında bir resim çekerek İpsala’ya doğru yolumuza devam ediyoruz.

8-8

Dedim ya çifte standart,  Keşan turundan sonra Yunanistan’a bir grup bisikletçi karşı yönde sınır kapısına giderken karşılaşıyoruz. Karşılıklı selamlaşıyoruz. Karşı karşıya gelince Orhan ile benim resmimi çekerek yollarına devam ediyorlar.

8-7-1

İpsala küçük bir sınır kasabası, canlı ve hareketli. Bu hareketlilik elbette sınırdan önceki son yerleşim yeri olmasından dolayı. Bizim gibi bisikletçi gezginler hariç diğerleri araçlarla buralardan geçiyorlar. Her taraf araba dolu, daha çok tırlar mevcut. Bu şirin sınır kasabasında fazla oyalanmak istemiyoruz. Ama öğlen vakti olduğundan karnımız da acıktığından karnımızı doyurup hemen yola çıkıyoruz. Yolumuz uzun. Kısa minareli cami ve İpsala’nın ana caddesi, cadde girişine demir borulardan tak yapılmış, Ortasında Atatürk portresi, altına Welcome, Hoşgeldiniz yazılmış.

8-9

Resimde görüldüğü üzere bayağı geniş bir alanda toprak taşımışlar. Geniş bir çukur oluşmuş. Buradan çıkarılan toprakların nereye götürüldüğünü anlayamadım. Belki de yol yapımında kullanmış olabilirler. Bilmem ne demeli…

8-10

İpsala Edirne arası yol sınıra yakın ve yolda fazla araç görünmüyor. Bu bizim için iyi, tenhada keyifle pedal çeviriyoruz Orhan ile. Sohbet ederek, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Orhan tam bir yol adamı, birlikte uyumlu bir şekilde pedal çeviriyorum. Birbirimizle çabuk kaynaşıp yolun getirdiği dostluk gelişiyor ikimiz arasında, bu uzayıp giden yolda. Edirne ye kadar yolculuğumuz iyi geçecek, bunu hissediyorum. Etrafı tarla olan sakin ve uzayıp giden yolu çekiyorum.

8-11

Yol arkadaşım Orhan Şentürk, kendisi Trabzonlu. Dağcılık ve bisikletle haşır neşir. O da benim gibi saçlarını özgürce uzatıyor. Yakışıyor uzun saç. Saçlarımın bakımını nasıl yaptığını soruyor bana. Ben de ona saçlarımı serbest bırakıyorum, istedikleri biçimde uzuyorlar. Sadece sabun ile yıkadığımı, şampuan kullanmadığımı anlatıyorum. Orhan bisikletinin yanında resmini çekiyorum.

8-12

Biraz da Ergene nehrine yakın olmamızdan dolayı arazi düz. Hafif iniş çıkışlar var ama o kadar da fazla değiller. Orhan önümde bisiklet sürerken.

8-13

Güne bakan Ayçiçeği tarlaları Trakya’nın ana tarım ürünü. Dolayısıyla her tarafta Ayçiçeği tarlaları mevcut. Bu Ayçiçeği güneşi izlemeyi bırakmış, çoğalmaya başlayan bulutlara yönünü çevirmiş sanki susamış gibi sonbahar yağmurlarını bekliyor. Güneş diğer yönde.

8-14

Yolda sık sık molalar vererek hem resim çekiyorum, hem de bu güzel tarlalarda kendimi eğlendiriyorum. Her tarafta Ayçiçeği tarlaları olmasına rağmen her ayçiçeği ayrı bir güzel görünüyor bana nedense. Şöyle bir şey aklıma geliyor, hani bizler Çinlilerin hepsini birbirine benzetiriz ya ayır edemeyiz. Ama Çine gittiğimizde aslında birbirine hiç benzemediklerini görerek yanıldığımızı anlıyoruz. Tarlanın içinde binlerce ayçiçeği birbirine benzemiyor. Tarlanın içinde gezinirken bunu fark ediyorum. Tarlanın içinden Ayçiçeği ve yolda park ettiğim bisikletim KUZ.

8-15

İbriktepe baraj göletinde resim çekiyorum. Tarlaları sulama amaçlı olduğunu biliyorum ve göletin fazla derin olacağını zannetmiyorum. Öyle derin vadi olacakmış gibi görünmüyor zaten. Tabelada; DSİ Sultanköy (İbriktepe) barajı yazılmış.

8-16

Yolda gördüğünüz gibi hiç araç yok. Motor gürültüsü yok, daha ne olsun ki. Sen çok yaşa Rahman Karataş bize bu yolları çizdiğin için. Benim de gönlümde böyle yerlerden geçmek vardı ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Karşımıza ilk önce Sultanköy çıkıyor, burada mola vermeden geçiyoruz. Düz giden yolda yolumuza devam ediyoruz. Baraj göleti sağımızda.

8-17

Ufukta Balaban köyü görünüyor, burada mola vermek gerekiyor. Suyumuz var ama takviye etmemiz gerek. Bas pedala, uç, yollarda demir atım KUZ. Balaban köyünde mola veriyoruz. Duble çaylar pistonlara iyi geliyor. Biraz da atıştırıyoruz aperatif olarak. Yolda sık sık mola ve atıştırmak gerek, yoksa enerji takviyesi almazsak şekeri düşürmek an meselesi. Daha önce yolda başıma geldiğinden bu sefer işi sıkıya bağladım, neme lazım.

8-19

İlk defa sürülmüş bir tarla görünce durup resmini çekiyorum. Şimdiye kadar tarlalar yeşil, yada sarı renkte ve çoğunda ürünler henüz toplanmamıştı. Yeni sürülmüş toprağın rengi beni cezbediyor. Bu da ayrı bir güzellik katıyor doğaya. Aynı zamanda gözlerim rengini topraktan almış doğal olarak.

8-20

Kurtbey köyünden geçiyoruz durmadan, daha yeni mola vermiştik. İleride köy görünüyor.

8-21

Bazı yerlerde duble yol yapım çalışmaları var. Bizler her ne kadar fark etmesek de bayağı hızlı çalışıyorlar. Yollar düzgün ve geniş oluyor. Asfalt yeni dökülmüş ve ardından silindirler iyice eziyor. Yol kaymak gibi oluyor. 3 tane silindirin artarda gelişi güzel bir görüntü oluşturuyor.

8-22

Ve Uzunköprü’ye varıyoruz, benim için yeni bir yeri keşfetme heyecanı her tarafımı kaplıyor. Yeni insanlar göreceğim yeni sokaklar, değişik yapılar ve en önemlisi tarihi uzun köprü burada. Tabelada Uzunköprü, Nüfus: 40600 yazılmış.

8-23

Kasabanın içinde köprünün maketini yapmışlar. Maket bana biraz küçük geldi, zira bildiğim kadarıyla adı üstünde uzun köprü, 174 kemerden yapılmış bir köprü. Kim yaptırdıysa maketi 5 tane kemerle geçiştirmiş laf olsun diye. Uzun köprüye akşam üzeri vardık ama havanın kararmasına var daha. Karnımız da acıktı, kasabanın merkezine varıp sulu yemek yapan bir lokanta aradık. Lokantalara gelince adamlar öyle bir davet ediyor ki içeri sanki bedava yemek vereceklermiş gibi yaka paça lokantaya buyur ediyorlar. Zaten karnımız öyle bir açtı ki fazla önemsemeden lokantanın birine oturup siparişleri veriyoruz. Karnımızı doyururken gece nerede çadır atabiliriz diye lokantanın sahibiyle konuşuyoruz. Lokantacı bize köprüyü geçtikten sonra benzinlikte kalabilirsiniz diyor. Yemekten sonra bir de kahve içince kendimize geliyoruz. Beş kemerli taş köprü, arkasında 1 metre yüksekliğinde kayalık. Buradan aşağı su dökülüyor ama havuzda su yok. Kasabanın simgesi olarak süs havuzu yapmışlar. Etrafına sarı çiçekler dikilmiş.

8-24

Yemekten sonra sabah kahvaltısı için alışveriş yaparak yola çıkıyoruz. Güneş batığı için hava kararmadan çadırı kurabileceğimiz bir yer bulmak için tarihi Uzun köprüyü geçiyoruz Orhan ile birlikte. Hava kararmadan köprünün kemerlerinde son bir resim çekiyorum KUZ ile birlikte.

8-25

Uzun köprü çıkışında bir resim çekildikten sonra yola devam ediyoruz. Yarın sabah gelip aydınlıkta resim çekeriz nasıl olsa. Keşan’dan geç çıkmamız, İpsala’dan sınıra gidip gelmek ve yolda sallana sallana gelmemizden dolayı akşamı Uzun köprüde konaklamamıza neden  oldu. Hava da kararmaya başladı. Lokantacının bahsettiği benzinliği ararken birden karşımıza çıkıyor, İşbaşaranlar Petrol. Benzinlik görevlisine burada uygun bir yerde kalabilir miyiz diye soruyorum. O da benzinliğin yanında ağaçlık yerde kurup tuvaletten yararlanabilirsiniz deyince rahatlıyorum. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkayıp kendime gelerek görevliyle sohbete devam ediyorum. Benzinlik zemininde kilitli taş döşeme çalışması yapılıyor. Yarısı döşenmiş, diğer yarısı döşenecek. Biz görevli ile sohbet ederken kilitli taş döşenmemiş tarafta kaldırımda oturan orta yaşlı birisi bize sesleniyor.

“Nereden geliyorsun?”

“İzmir’den”

“Nereye gidiyorsunuz?”

“Edirne’ye”

“Memleket nere?”

Ben ” Kosova” diyorum

Orhan da ” Trabzon” diyor

Bana “Kosova’nın neresindensin”

“Prizren” deyince sohbet bir anda değişiyor. Bizi yanına çağırarak görevliye kahve yapması için talimat veriyor. Arkadaşın ismi Güray İşbaşaran. Benzinliğin sahibi, babası kurmuş şimdi kendisi işletiyor. Güray Balkanları, Kosova’yı ve Prizren’i gezmiş. Hele Prizren’e bayılmış. Bu aralar kahveler, çaylar ardı ardına geliyor. Bize benzinlik sizin, nereye canınız isterse çadır kurabilirsiniz diyerek gönlümüzü fethediyor. Teşekkürler Güray İşbaşaran, misafirperverliğin için ve bizi ağırladığın için. Elemanlarına bizlere her türlü konuda isteklerimizi yerine getirmelerini iyice tembih ediyor. Orhan’la uygun bir yere çadırları kurup lavaboda elimizi ayağımızı yıkayıp uyumak üzere  çadırlara giriyoruz. Benzinliğin aydınlatmaları bize yetiyor, buralar sivrisinek dolu. O yüzden el fenerleri yanmadan çadırın içine giriyorum. Yoksa tüm gece sivrisineklerle savaşmak zorunda kalırım. Gerçi sivrisineklerle aram iyidir, beni değil de Orhan’ın bacaklarını bir kaçı şişledi bile.

Resimlerin bazıları yol arkadaşım Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 95 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 3. Gün

18 Haziran 2013 Salı

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Öne çıkmış olan görsel, Bafa gölü manzarası, manastır adası.

180620132644

Sabah erkenden uyanıyoruz, güneş doğmuş güzel bir sabah, göl sakin ve dingin, bize mutluluk veriyor göl kıyısında uyanmanın. Elimizi yüzümüzü yıkayıp toplanmaya başlıyoruz. İrfan Akkaya erkenden yola çıkmış , bisikletleri yüklendikten sonra rehberimiz İrfan Özden bize rehberlik edip Herakliada bulunan Athena tapınağını gezdiriyor.

Athena tapınağı, duvarları yüksek, çatısı yok. Taş bloklar düzgün kesimli ve ip gibi örülü. İki zeytin ağacı kenarlarda.

180620132642

İrfan İle Hüseyin Bafa göl manzarasını kaçırmıyor. İkisi de yüksek duvarın dibinde, gölgelik yerde oturuyor. Arkada yuvarlakımsı kayalar silsilesi.

180620132643

Ben de onlara katılarak manzaranın keyfini çıkarıyorum. Aşağısı kamp kurduğumuz yer Heraklia Restoran. Bafa gölüne girinti yapmış gibi ama öndeki ağaçlar ada olduğunu saklıyor. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

180620132644

Elçek yapıyorum kendimi Bafa gölü manzarasına karşı. Kafamda mavi buff, gözümde güneş gözlüğü.

180620132647

Gölün sol tarafı, dün geldiğimiz yol tarafı. Kapıkırı köyündeki yeşillikler içinde kalmış evler zar zor görünüyor.

180620132645

Kapıkırı Köyü ve mavi külahlı minaresi olan cami.

180620132649

Athena ayak izi kayada oyuk biçiminde bırakmış.

180620132650

Altta Heraklia Antik Kenti Üstte Kapıkırı Köyü aynı resimde görüldüğü gibi antik dönemden kalan duvar üstüne çamur – taş karışımı ev.

180620132651

Yüksekte Athena tapınağının binası görünüyor.

180620132652

Kısa bir gezinin ardında yola çıkıyoruz , kahvaltılık alış verişi Gölyaka da bakkaldan yaptıktan sonra ilerideki kahveye varıyoruz. Kahvaltılıklarımızı çıkarıp duble çaylarımızı ısmarlayıp bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Kahveci de bize kendi yaptığı hurma zeytinden ikram ediyor.

Alper Güngör’ün dediği gibi  “Kahvaltının Mutlulukla Bir İlişkisi Olmalı” Masada üçümüz oturmuş durumda, masanın üstünde kahvaltılık malzemeler. Resmi çeken telefonu biraz titrettiğinden az bulanık çıkmışız.

180620132653

Kahveci çay ocağında odun ateşinde tavşan kanı gibi demlenen çayı bardaklara doldururken.

290620132976

Kahvecinin ilginç bir gülüşü var, eğer yolunuz buraya düşerse kahveciyi mutlaka güldürün. Tabi ki buraya kadar gelmeniz gerek. Güzelce bir kahvaltının ardından yola çıkma zamanı  geldi. Buralardaki yollardan hiç geçmediğimden yol durumunu bilmiyorum,  yol düz mü, yokuş var mı ? Artık ne çıkarsa bahtımıza. Bafa köyünden çıkıyoruz ve önümüze ilk rampa beliriyor, başlıyoruz tırmanmaya. Sıcak artmaya başlıyor, su içe içe tırmanırken arabanın biri yanımdan geçerken kornaya basıyor. Haliyle kim olduğunu çıkaramıyorum, araba az ilerde durup gelmemi bekliyor. Yanına varınca tanıyorum İzmir den bisikletçi bir arkadaşım Serdar. Selamlaşmadan sonra atla arabaya götüreyim diyor. Tabi ki ben kanmıyorum ona “arabadan in bisiklete bin” diyerek teklifini geri çeviriyorum. İş için Bodrum’a gidiyormuş. Uğurlar olsun diyerek yolumuza devam ediyoruz. Biraz daha tırmandıktan sonra Karacabel tüneline ulaşıyoruz. Tünel yeni yapılıyor, inşaat henüz tamamlanmamış.  Tünelin bir tanesi bitmiş, diğeri yapılıyor. Girişte tabelada yazan Karacabey tüneli 213 m.

180620132654

Bel deyince tırmanma da bitti bundan sonra iniş başlıyor, inişte bisikletlerimizi salıyoruz. 67 Km hıza ulaşıyorum, bu benim yeni hız rekorum. Önceki hız rekorum Belkahveden İzmir’e inişte 65 km hız yapmıştım. Bu hıza ulaşınca firenliyorum kendimi çünkü rüzgar sallamaya başlıyor, tehlikeye gerek yok. Düzlüğe inince karşımıza antik Euromos harabeleri beliriyor. Yolun solunda hemen girip bakıyoruz ki görevli ücretli deyince müze kartımın süresi dolmuştu biz de dışarından tapınağın muhteşem yapısının resimlerini çekmekle yetiniyoruz.

180620132655

Tapınağın uzun sütunları, kirişleri yüksekte tutuyor. Tam alttan çekiyorum sütunları.

180620132662

Sütunları yandan çekiyorum. Bu sütunlar dikine oyuklu yapılmış.

180620132660

Diğer yanda düz sütun üç tane, üstünde kiriş var. Daha önde bir sütun daha var ama sütun gibi yuvarlak değil. Sanki kirişi dikmişler gibi.

180620132661

Hazır tapınakta iken elçek resim çekiyorum üçümüzü. Hüseyin, ben ve İrfan yan yana. Gözlerimizde güneş gözlükleri takılı. Sütunlar yanda ve arkada.

180620132659

Kırık bir sütun parçasına yaslanıp resim çekiliyorum tapınak sütunları ile birlikte. Beni İrfan çekiyor.

180620132658

Aynı yerde bu kez ben İrfan’ı çekiyorum.

180620132657

Tapınağı tüm sütunları ile birlikte çekiyorum. Önde beş, yanda sekiz tane sütun var. Kirişler sağlam olarak sütunların üzerinde duruyor.

180620132656

Büyük sütunları ile ayakta kalmış tarihi eser az bulunur. Burada biraz oyalandıktan sonra yola devam ediyoruz. Bir süre gittikten sonra yol kenarında dut ağacı olan bir restoran  görüyoruz. Su da şarıl şarıl akıyor, hemen duruyoruz. Restoran sahibi yok, içeriye giriyoruz küçük bir havuza borudan su devamlı akıyor. Siyah dut ağacını şöyle bir silkeliyoruz ve düşen dutları toplayıp yıkıyoruz havuzda sonra afiyetle yiyoruz. Sularımızı tazeleyip dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Böylece Milas’a varıyoruz.

Milas giriş tabelasını çekiyorum. Tabelada Milas Nüfus : 54100

180620132664

Milas ta Karya bisiklet var sorarak nerede olduğunu öğreniyoruz. Ön lastiği yenilemem gerek. Sanayide olduğunu öğrenip oraya doğru devam ediyoruz. Sanayiye ulaşınca karnımız acıkıyor, bir lokantada duruyoruz. Canımız da kuru fasulye çekiyor, hemen ısmarlıyoruz. Gelen fasulye tabağını görseniz koca tabak içi fasulye dolu rahat doyarsınız. Bisiklet insanı bayağı acıktırıyor iştahı da kabarıyor yolda. Fasulyenin ardından az pilav yiyip anca karım doyuyor. Çaylarımızı içtikten sonra bisikletçiye gidiyoruz. Bisikletçi yok eşi bakıyor, telefonla çağırıyor eşini. Bize soğuk soda ısmarlıyor. Bir süre sonra bisikletçi gelip 28 inçlik dış lastik veriyor, hemen değiştiriyorum. Hoş beşten sonra yola çıkıyoruz.

Milas kasabası girişi, iki minareli bir cami sağda.

180620132665

Milas çıkışında Sağa giden yolu belirtir tabelada; Beçin, Ören. Altında da kahverengi zeminde Meçin kalesi 2, Keramos 42 kilometre yazılmış. Hüseyin ile çekiyorum tabelayı.

180620132666

Ufukta rampa görünüyor. Uzun mu uzun.

180620132667

Milas’tan sonra bir yokuş başlıyor akıllara zarar. Tam 9 km, yer yer yol yapım çalışmaları var. Ağır ağır çıkmaya başlıyoruz, hava iyice ısındı, asfalt yer yer erimiş. Zifte bulaşmadan kıyıdan gidiyorum yoksa lastiğe zift bulaştı mı hem zor çıkıyor hem de yolda ne denk gelirse taş, toprak, cam, diken ne varsa yapışıyor. Yokuş bitmek bilmiyor, suyumuz bitmek üzere. Tam bitmeye yakın yolu yapan işçilerden su istiyoruz, sağ olsunlar veriyorlar bir miktar su, onla idare ediyoruz. Benim 1.5 litrelik şişe de bitiyor, derken yokuş ta bitti nihayet. İniş başlıyor ve az ileride dinlenme yerine denk  geliyoruz. Çınarların altında kanalda su akıyor ve hemen 9 km çıkan ısınmış pistonları derede soğutmaya çalışıyorum.

Dere kıyısında masalar, sandalyeler. İki kişi oturmuş bir şeyler yiyor. Dere geniş, iki metre civarı. İki blok briket üstüne kalas üzerinde ben oturuyorum. Ayaklarım dere içinde. Dere geniş olduğu için su ayak bileklerime kadar anca geliyor.

180620132668

Pistonları soğuttuktan sonra bol bol duble çaylarımızı içiyoruz bisküvi ile. Sıcak havada harareti anca çay alır. Boş şişelerimizi su ile dolduruyoruz. Molayı bitirip yola çıktık. Yolun kıyısındaki emniyet şeridinde tek sıra gidiyoruz. Elçek ile kendimizi çekiyorum. Arkada İrfan ve Hüseyin.

180620132663

Bundan sonra Yatağan’a kadar tatlı tatlı iniş başlıyor. Güneş ufka dayandı, gölgelerimiz taş duvara vuruyor olduğu gibi. Üçümüzün yan yana gölgelerimizi çekiyorum duvarda.

180620132670

Yatağan’a yaklaşınca yol tek şeride düşüyor trafikte kalabalık olmaya başladı, kamyonlar vızır vızır. Burada termik santral var, tek bacasında duman çıkıyor. Tabelada; Yatağan Nüfus 18400 yazıyor. Tabelayı Hüseyin ile birlikte çekiyorum.

180620132671

Yatağan şehir merkezine doğru ilerliyoruz, hava kararmak üzere akşam oldu. Karnımız acıkmaya başladı, pilimiz de tükendi. Bakkalın birinden karpuz, peynir, ekmek alıp yan yolun kıyısında yiyoruz, karpuz kocaman 7 kg var ama öyle acıkmışız ki bir dilim kalıyor sadece, onu da Hüseyin naylon torbaya koyup bagajına bağlıyor. Karpuz peynir ekmeği yiyince kendimize geliyoruz ve Muğla’ya varmaya karar veriyoruz. Işıklarımızı yakıp gecenin serinliğinde pedal çevirerek Muğla’ya varıyoruz. Gecenin karanlığında Muğla tabelası Nüfus 62600 Rakım 625 yazıyor.

180620132674

Muğla’nın nüfusu bayağı azmış, gecenin ilerleyen saatlerinde şehrin merkezine varıyoruz. Şehrin parkında Gezi parkı  için platform oluşturmuşlar. Parktaki arkadaşlar bize çadır alanı olan parkı tarif ediyorlar. Biraz dinlenmek için dondurmacıda  oturup dondurma ile serinleyip  kalacağımız parka doğru gidiyoruz. Gece 12 de parka varınca uygun bir yer ararken Şafak Omaç’ın sesi geliyor Şafağın yanında diğer arkadaşları görüyoruz. Burada Ayşe Kuş ile tanışıyorum. Hoş geldin beş gittin muhabbetin ardından  çadırlarımızı kuruyoruz. Saat bir oldu ve yorgunluktan hemen uyuyoruz.

Horozlar bile sabah ötmesi için uykuya dalmışlar. Horoz kafesin üzerine tünemiş. Tüylerinin rengi sarı, kuyruğu ise siyah.

190620132675

Bu gün yaptığımız yol 104 Km civarı.

Bu günün yol haritası

Powered by Wikiloc