İşitin ey yarenler Aşk bir güneşe benzer Aşk olmayan gönül Misal-i taşa benzer *** *** Taş gönülde ne biter Dilinde agu tüter Nice yumuşak söylese Sözü savaşa benzer *** *** Geç Yunus endişeden Gerekse bu bişeden Ere aşk gerek evvel Ondan dervişe benzer
Yunus Emre
Öne çıkmış olan görsel, çadırımın yanında sandalyede oturmuş sabah kahvesini içerken. Önümde meyve kasası, çam ağaçlarına Suyun Kaynağına Yolculuk pankartı bağlı.
1500 metrelik rakımda, 1 Mayıs günü de olsa Murat dağının karlı zirvesinden gelen soğuk hava bütün gece beni üşüttü desem yeridir. Altımda mat var, soğuk yerden gelmiyor, üs taraf buz gibi oluyor, üzerime polar, ceket ne varsa örtündüğüm halde üşüdüm. Gece boyu sürekli döndüm durdum. O yüzden pek uyku uyuyamadım. Gün ağarınca kalkıp dışarı çıktım. Hava buz gibi ve üzerime kalın ceket ve pantolon giymiş halde ilk işim kahve yapmak. Çadırımın önünde, meyve sandığı üzerinde kahve pişirirken otomatik olarak çekiyorum bir poz.
Yalnızım, yalnızken kalabalıkta olduğunu hissetmek, kalabalıkta yalnız kalmak
Kahvemi içerken bir derece içim ısındı. Çadırımın yanında sandalyeye oturmuş halde, önümde meyve sandığı. Pankartım çam ağaçlarına bağlı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Çayımı demliyorum, yumurtaları kaynatıp bir güzel kahvaltı yapıyorum. Çam ormanı içinde, dağ havası insanı acıktırıyor ve saf oksijen beni doyuruyor. Bu gün 8. gün, zorlu bir yolculuk sonunda Murat dağında bitti. Suyun Kaynağına Yolculuk pankartı önünde resim çekiliyorum. Kameram tripota takılı, otomatik çekiyorum. Ben pankartın sağındayım. Mavi çadırım solda duruyor.
Pet şişede kalan son toprağı da küçük pınarlardan akan suya döküyorum elimle. Buralardan doğan nehir suyu getirdiğim kirli toprağı arındıra arındıra Gediz nehri ile Ege denize kavuşması dileğimi burada yineliyorum. Geleceğimize temiz bir dünya bırakalım. Murat dağındın bereketli pınarları her yerden fışkırıyor.
Bir çok yerden fışkıran pınarları boru içinden geçirerek küçük bir yalağın içinden akıtıyorlar. Bazı yerde çam gövdesi içinden boru geçirilmiş. Burada betondan piknik masaları yapılmış.
Çadırı, eşyaları toplayıp termal hamama geldim. Sabah ortalıkta pek kimse yok. Havlumu ve su donumu alıp içeriye giriyorum. Kapıda herhangi bir görevli yok, hamamda kimse yok, sakin ve temiz görünüyor. Yuvarlak havuz durgun, etrafında mermer sütunlar ve her taraf mermer kaplı. Karşıda kurnalar var. Havuzdaki suyun rengi yeşilimtırak.
Su donumu giyip sıcak havuza dalıyorum. Bu turda şanslıyım, bu 2. termal havuza girişim. İlki Salihli deki Kurşunlu kaplıcaları. Burası da Murat dağı termal kaplıcası.
Kaplıca Murat Dağı’nın 1476 metresinde yer almaktadır. Sıcaklığı 37 ile 43 derece arasında olan sular Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Bromür ve Sülfat içermektedir. Kaplıca başta romatizmal hastalıklar olmak üzere deri hastalıkları, kadın hastalıkları, sinir ve kas hastalıklarına iyi gelmektedir. Kaplıca suyunun toplam debisi 45 lt/sn civarındadır.
Burada çıkan sıcak suyun efsanesini şöyle anlatırlar,
Germiyanoğulları saflarında çeşitli savaşlarda çarpışan Gazi Murat ve kardeşi düşmanla savaşa savaşa bu dağa gelirler, yoğun çarpışmalarda Gazi Murat’ı ağır yaralarlar. Askerleri yaralarla uğraşırken dua etmişler tedavisini yapalım diye. Murat dağında normalde soğuk pınarların arasından sıcak su çıkmaya başlamış. Askerler de çıkan sıcak suda komutanları Gazi Murat’ı yıkayıp yarasını iyileştirmek için uğraşmışlar. Bu arada karşı taraftaki tepeden kellesi koltuğunun altında kardeşi gelmiş. Abisinin yanında şehit olmak istemiş ama Gazi Murat kardeşine “Bre hey fikirsiz, nerede şehit olduysan oraya git, senin makamın orasıdır” deyip kardeşini yollamış. Kardeşi de kelle koltukta karşı tepeye gidip yere düşerek şehit olmuş. O tepeye “Fikirsiz tepe” denilmiş. Gazi Murat sıcak suyun çıktığı yere, kardeşi de Fikirsiz tepe dağına gömülmüş.
Dağdan çıkan bu su kaynaklarının bir kısmı ile Gediz nehrine (Hermos), Porsuk çayı (Tembris) ile Sakarya (Sangarios) nehrine ve Banaz çayı (Senaros) ile Büyük Menderes (Maiandros) nehrine, Akarçay (Kaystros) ile Eber gölüne su sağlanmaktadır. Batı Anadolu’nun önemli havzalarını bu dağdan çıkan bu su kaynakları sulamaktadır.
Hamamın havuzundaki şifalı sularda yıkanıyorum, kimseler yok, henüz sabahın erken saatleri. Duvardaki aynada kendimi hamam içi ve havuzu çekiyorum.
Hamamdan çıkıp kurulandım. Temiz eşyalarımı giyinerek dışarıya çıktım. Termal tesislere bakan arkadaşı buldum, hamam ücretini vereyim dedim o da bu da bizden olsun diyerek para almadı. Kendisine teşekkür ediyorum. Bu kez kirli çamaşırlarımı yıkamadım. Nasıl olsa bu gün eve döneceğim. Bulunduğum yere tabela konulmuş. Tabelada; Murat Dağı Rakım: 1453 yazılmış. Aslında rakım yazan metraj doğru değil. 1476 metre rakım olduğunu öğreniyorum. Bilerek İstanbul’un fetih yılı yazılmış aklı evvel birileri tarafından.
Her kayanın altından su çıkıyor, iri bir kayanın üstünden sular akarak kaya dibindeki küçük havuza akıtıyorlar.
Düz bir alanda küçük bir gölet yapmışlar. Göletin içine balık yetiştiriyor. Ördekler de göletin suyundan de yararlanıyor. Güzel bir alan oluşturulmuş.
Artık yola çıkmaya hazırım, üzerimde deri ceket var. Sıkı giyindim çünkü önümde pedal çevirmeyeceğim uzun bir iniş var. Kendimi çam ormanı arasında giden yoldan aşağı bırakıyorum. Arada durup çam ormanını ve yolu çekiyorum kısa süreliğine, sonra yola devam.
Hızlı bir şekilde aşağıya, düzlüğe iniyorum. Burada iki çayın sularının birleştiği yer. Soldan gelen çay Murat suyu, daha coşkun akıyor. Diğer çayın suyu daha az, adı sanı belli değil. İki çayın kenarları da çınar ağaçları ile kaplı. Çaylar çınar ağaçlarının gölgesine akıyorlar.
Bent yapım alanına geldim. Yere büyük künkler döşenmiş.
Bent duvarları da beton dökülerek yapılmaya başlanmış. Gölet yapıldıktan sonra bu yollar su altında kalacak.
Bisikletle gezmenin nimetlerinden faydalanıyorum. Bu nimetlerin başında yolda hemen hemen her şeyi görmek. Onlardan birisi uzun zamandır istediğim bir şey; küçük kaplumbağa kabuğu. Kaplumbağalara zarar vermek istemediğimden bu hayalim gerçekleşmedi. Yol kıyısında gördüğüm küçük bir kaplumbağanın çoktan ölmüş olduğu, içini de kuşların yediğini gördüm. Artık istediğim bir kaplumbağa kabuğuna sahibin. Yerdeki kaplumbağa kabuğunu alıp çantama kırılmayacak biçimde sarıp yerleştirdim. Eve gidince içini doldurup bisikletimin gidonuna takacağım süs olarak. Neden böyle bir süs takıyorum? Nedeni kaplumbağa aynı benim gibi evini sırtında taşıyor. Nerde akşam orda sabah, yolda bulduğu kadar yiyecekle beslenip ağır adımlarla gideceği yere sonunda varmış oluyor. Kaplumbağanın hiç acelesi yok, gideceği yere yavaş varınca her şeyi yakından görüp hayatı yaşıyor. Hızlı gitmediği için ruhu geride kalmamış oluyor. Ruhu ile beraber, acele etmeden uzun yaşlara erişiyor.
Kısa sürede Gediz’e vardım, hırdavatçı Ali’nin dükkanında öğle yemeğini birlikte yedik. Dükkanın karşısındaki oto gardan İzmir’e otobüs biletimi alıp öğle zamanında bisikletim KUZ ile birlikte biniyorum. Yaklaşık 6 saatlik bir yolculuk var önümde. Otobüs arada bir yerde mola verdi. Mola yerlerinde pek bir şey yemek, içmek istemem. Hem yemekler iyi değil hem de çayları güzel demlemiyorlar. Sadece para kazanma hırsı ile kalitesiz hizmet sunmaya devam ediyorlar. Otobüs firmaları buna pek dikkat etmiyor nedense. Şimdiye kadar tuvalete ödediğim paranın haddi hesabı yok. Zaten bu tesisler en çok tuvaletten para kazanıyorlar. Mola yerlerinde durunca sigara içenler otobüsten inince hemen bir cigara yakıp tüttürüyorlar. Sigarasızlık zor içenler için. Eskilerde otobüs içinde sigara içiliyordu, otobüs içi dumanaltı oluyordu yolculuk boyunca. Ben de sigara içtiğim zamanlarda otobüs içinde sigara içtim. Sigara içme yasağı başlayınca otobüsün içi temiz havaya kavuştu. Sigara içmeyenlere daha çok zararı oluyordu sigara dumanı. Büyük kötülük etmişiz bir zamanlar. Mola yerinde içilen sigara izmaritlerini atıldığı çöp tenekesine serçe kuşu gelip konunca bir poz yakalıyorum. Serçe her yerde yiyecek arıyor. Neyse ki izmaritler işine yaramıyor.
Yaklaşık 6 saatlik rahat bir yolculuktan sonra akşam olmadan İzmir otogara ulaştık. Bagajdan bisikletim KUZ’u indirip ön tekerleğini takarak çantaları bagaja taktım. Ana yolu dümdüz takip ederek Alsancak bisiklet yoluna kalabalık araç trafiğinde bisiklet sürerek vardım. Bisiklet yoluna çıkınca denizden gelen iyot kokusunu içime çeke çeke Konak iskelesine geldim. İzmir’i, iyot kokusunu özlemişim. Bir de İzmir’in simgelerinden gevreğini. Bir gevrek alıp yemeğe başladım. Gevrek çıtır olunca katıksız yemenin tadına doyum olmaz. Konak iskelesinin önünde, artık her şehir ve kasabada olan mavi boncuklu İzmir yazısı önünde bu yolculukta beni ve çantalarımı taşıyan KUZ resim çekilmeyi hak etti.
8 Gün önce başladığım Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunun sonuna geldik. Yaklaşık 438 Kilometrelik bisiklet yolculuğum sorunsuzca bitti. Yeni yerler gördüm, yeni yollar keşfettim, insanlarla tanıştım. İnsanların eliyle yapılan erozyon, çevre kirliliği, nehirleri pisletmelerine dikkat çekmek için yaptığım Suyun Kaynağına Yolculuk nehirlerimiz temiz aksın projesi şimdilik bitti. Ege bölgesindeki 4 büyük nehir; Küçük Menderes, Bakırçay, Büyük Menderes ve Gediz nehirlerinin rotaları çizildi, gidilecek yollar belirlendi. Nerede kamp yapılır, yaklaşık ne kadar zamanda gidilir hepsi buradaki yazılarda elimden geldiğince anlattım. Elde edilen bu verileri herkes kullanabilir. Hiç kimseden, yada sponsordan yardım almadan, kendi kesemden turları yaptım. Zaten amacım da bu; “Herkes kendi gücü ile tur yapabilir. Yeter ki yola çıksın, yollar hepimizin, paylaşalım” Temiz bir ulaşım aracı olan Bisiklet insanı her yere götürebilir.
Yazdığım yazılar yaklaşık 2 yıl önceden yaptığım turları anlatıyor. Bu tur 2019 yılında yaptım. Yıl olmuş 2021. Yazıları yazmak kolay değil ve zamana gereksinimim var. Ayrıca yaşanmış olayların biraz dinlenmesi gerek. Ben hep düşünmüşümdür; “Bir yolculuk yaptığım zaman hemen anlatmamalı. Üzerinden biraz zaman geçmeli ki taşlar yerine otursun. Soğumalı ve olgunlaşmalı. Anımsayıp yazmaya başladığımda ortaya daha güzel yazılar çıkıyor.” Bir de bu turda öğrendiğim bir şey var; “Ruhumu beklemek” İlk yaptığım tur tek başımaydı, son yaptığım bu tur da tek başımaydı. Tek başıma yaptığım turun avantajlarını kullandım.
İnsanoğlu yaşadığımız dönemde teknolojinin getirdiği olanaklarla çok hızlı ömrünü tüketiyor. Bunun farkında değil çoğu. Hep bir yere yetişme telaşı ile insanların ruhları geride kalıyor. Zaman beklemeyi de istemediğinden bir türlü rahat, huzurlu, sakin bir hayat yaşayamadan ömrünü tamamlıyorlar. Oysa dünya yaşanılacak bir yer ve güzellikleri görmek için biraz yavaşlamalı, yaşamalı anı ve zamanı. Ben de yazılarımı yazarken hep 2 yıl önceden gelmemin nedeni ruhumdan hızlı hareket etmemdi. 2 Yıldır ruhumun gelmesini bekledim bu yazıları yazmak için. Ruh olmadan bir şey olmuyor.
Son yaptığım turun ardından pek bisiklet turlarına çıkmadım. Yaklaşık 1.5 yıldır yaşadığımız Corona virüs salgını nedeni ile bir çok tur ve festival yapılmadı, hepsi iptal oldu. Ben de bu dönemde marangoz atölyesinde çalıştım. Aldığım ücret çok az olsa da bereketli oldu ve para bile biriktirmeye başladım. Kapitalizmin bize dayattığı resmi soyguncular olan bankalar bizi sürekli kredi, kredi kartı ile yapacağımız birikimleri sistematik biçime elimizden alıyor ve borçlandırıyorlar sürekli. Peşin para ile harcamalarımı yapmayı öğrendim. Kredi kartı kullanmıyorum. Şimdilerde rahatım ve böyle sürdüreceğim. Marangoz atölyesinde yeni şeyler öğrendim, kendimi geliştirdim. Yeni fikirler oluştu kafamda. Bunun hazırlığını yaptım ve yeni bir sayfa açacağım.
Yine de bisiklet turları yapacağım, bisiklete bineceğim, festivallere katılacağım elimden geldiğince.
Hayallerimde olan “Yelkenleri maviliklere açacağım” türküsünü mırıldanacağım önümüzdeki günlerde.
El salla
Bak görüyor musun denizi
Deniz çalkalanıyor kımıl kımıl,
Şu an kano ile geçiyorum
Bana el salla
Yelken açık
İmbat rüzgarı esiyor efil efil
Elim yekeyi tutmuş
Gidiyorum
Bana el salla
El salladığını görürüm
El sallayalım kendimize
Bak önde sen oturuyorsun
El salla kendine
Bana da el salla, ikimize de
Kano ile buradan geçerken
Kendimizi göreceğiz
Bize el salladığımızı
Biz bize el sallıyoruz…
Hadi biz de el sallayalım
Kendimize
Urim Baba’CAN 29 Eylül 2021 Çarşamba
Dilim sürçtüyse affola. Sağlıcakla kalın
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 47 Kilometre civarı.
ben mi? evet… bir gün çıkıp gideceğim kapıları, evleri, dergileri, hüzünler bırakarak… bir çiçek merhaba diyecek… hoşgeldin diyecek dağ… orman gülümseyecek…
Ataol Behramoğlu
Öne çıkmış olan görsel, İçi su dolu yalağa çeşme borusundan su dökülüyor. Bisikletim KUZ diğer tarafta. Yalağın uzunlamasına, yanından küçük bir kanaldan su boşalıyor.
Güzel bir uykunun sabahında erkenden uyanıp çadırımı, eşyaları toplayıp bisikletin çantalarına yerleştirdim. Ön ve arka bagaj çantalarını KUZ’a taktım. Yola çıkmaya hazır olarak bekliyor KUZ. Kahvaltıyı yapıp karnımı doyuruyorum. Ben yola çıkmaya hazırım ama yol arkadaşım Şevket Karahasan ortalarda yok. Nerede uyuyor, çadırı nerede bilmiyorum. Artık kalkmasını bekliyorum Şevket’i.
Bisikletim KUZ, çantalar yüklü durumda bahçede duruyor
Bisiklet evinin salonunda bulunan camekanda Urim Baba’nın Kahvesi havlusu konulmuş. Havluyu camekanın içinde çekiyorum.
Bisiklet evinde kalan ilk konuk olarak hatıra defterine yazdığım yazının resmini çekiyorum. 8 Ay önce, 05 Kasım 2017 tarihini not düşmüşüm. Aynı zamanda bisiklet evinin açılışını da ben yapmıştım o tarihte.
Benden sonra burada kalanlar anı defterine yazmışlar duygularını. Yazılanları okudum tek tek. İçlerinden sadece dostum Fernando Feyyaz Alaçam tarafından yazılan yazıyı çekiyorum anı olarak. Feyyaz da 24.02.2018 tarihini atmış.
Bisiklet evinde demleme çay poşetlerinden bir kaç tane aldım yol için. Bir süre bekledim Şevket’i, sonunda kalktı, hamakta uyuyormuş bahçede. Bileydim erkenden kaldırırdım, yola çıkardık. Fazla geç olmadan yola çıktık Kütahya’ya doğru. Eskişehir’den çıktığımızı tabeladan anlıyorum. Önde Şevket durmuş telefona bakarken tabelayı katran ağaçları ile birlikte çekiyorum.
Yol kıyısında çeşmesi akan bir yerde duruyorum. Şevket gözden kayboldu, göremiyorum yolda. Çeşme başında bisikletim KUZ park etmiş olarak çekiyorum.
Pistonlar ısınmaya başlamıştı, iki tane borudan su akıyordu. Ben de yalağın içine girerek iki çeşmeden akan sularla iki pistonu ayrı ayrı soğutma çalışmalarına başladım. Bisikletimdeki kamera tutucuya kamerayı bağlayıp otomatik olarak çektim pistonları soğuturken.
Yalak içi su dolu, yandan küçük bir kanaldan su boşalıyor. Bisikletim arkada, çeşmeden akan su ve yalak ile resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Asfalt kaymak gibi olunca yolda hızlı gidiyorum. Karayolları tabelasında Kütahya il sınırı yazılmış, demek ki Eskişehir den çıktık, Kütahya’dayız artık.
Yol kıyısında çeşme yapılmış, çeşmeyi yoldan görmek olanaksız. Anca bisikletle yol alırsan fark edebilirsin. İşte bisikletin faydaları. Su ihtiyacım olmadığı için sadece çeşmeyi göstermek için durup KUZ ile çekiyorum çeşmeyi.
Eskişehir – İstanbul ana yolundayım, Buradan Kütahya yönüne gideceğim. tabela kavşakta olduğumu gösteriyor.
Porsuk barajıma geldim, barajın su seviyesi düşmüş. Karşı kıyılardaki kayalıklar dikine oluşmuş. Burada kayalar oyulup odalar yapılmış.
Kayalıklar baraj boyu sıralanmış.
Kiminin dibinde doğal oluşmuş mağaralar var.
Kayalar 30 ila 40 metre dikine yarılmış sanki.
Barajın başlangıç yerine geldim. Su seviyesi düşük olduğu için buralarda sadece akan Porsuk çayı ve toprak görünüyor.
Tek başıma yolda gidiyorum, henüz Şevket görünürde yok. Öğle zamanı olunca acıktım. Yol kıyısında çeşme görünce burada durup öğle yemeğimi yiyorum. Yemekten sonra keyif kahvemi de pişirip içtim. Burası hareketli bir yer, yoldan geçenler burada durup gözleme, kebap yiyerek kalabalık oluşturuyorlar. Bisikletim KUZ ve çeşme kareye giriyor.
Bu yoldan ilk defa geçtiğimden etrafı seyrederek yol alıyorum. Manzara yavaş olsa da değişiyor sürekli. Tepeler, otlaklar, Porsuk çayı ile birlikte giden yoldayım.
Kayalık bir tepe, dibinde çam koruluğu sık dikilmiş. Diğer yerlerde seyrek çam ağaçları var.
Yol duble, emniyet şeridi geniş. Rahatça yolda ilerliyorum. Karşımda biri iri biri küçük iki dikili taş sivri olarak görünüyor.
Bisikletle giderken yol kıyısındaki her şeyi görmek olası demiştim. Gözüme ayçiçeği bitkisi ilişti. Yol boyunca bir çok yerde görüyorum ayçiçeklerini. Otların arasında boyu uzamış sarı renkli çiçekleri dikkat çekiyor.
Yolun üstünde kocaman kayalar heybetli görünümünde.
Kütahya bölgesinde toprak ve kaya yapısı beyaz renkli. Sodalı da diyebiliriz. Yatay katmanlar yol açılırken ortaya çıkmış.
Bazı yerde katmanlar parçalı kırık şeklinde.
Sık sık karşıma çıkan ayçiçeği bitkileri yanında başka bitkiler daha var. Yoldan geçen arabalar pek fark etmese de ben rahatça ne olduğunu görüyorum. Bu bitkiler uyuşturucu olarak kullanılan kenevir bitkileri. Yol boyunca bir çok kez gördüm bu bitkileri. Hepsinin yanında ayçiçekleri de ekilmiş. Esrar yapımında kullanılan keyif verici bitkilerini yol boyunca birileri ekmiş çaktırmadan. Dikkatli bakılmazsa fark edilmiyor.
Toprak yapısı Kapadokya coğrafyasındaki gibi. Doğal şartlarda oluşmuş sivri, küçük tepeler peri bacaları gibi. Sadece üstlerinde kaya parçaları yok. O yüzden yağan yağmurlar kayaları sivri olarak oymuş. Etrafta katran ağaçları var.
Yol kıyısında yağan yağmur birikintileri kuruyunca dipte kalan beyaz çamur sıcaklıktan çatlamış.
Porsuk çayından geçiyorum, köprü başındaki tabelayı akan çay ile birlikte çekiyorum bir poz. Tabelada Porsuk 1 yazıyor. Çayda akan suyun rengine göre lağım suyu renginde akıyor. Yani çok pis.
Kütahya’ya giriş yapacağım az sonra. Yolda devasa bir tak yapılmış, her tarafı Kütahya çinileri ile kaplanmış. Tak duble yolda iki kemerli, her ayakta bir tane sivri kubbe var. Toplam üç tane ayak, üç kubbe. Tak şehrin girişinden epey önce yapılmış. İleride şehir genişleyince buraları da evler, iş yerleri ile dolacağı kesin. İhtişamdan hoşlananlar gereksiz harcama yapmışlar sanki.
Kütahya tabelasının resmini çekiyorum. Nüfus ; 245.000, Rakım ; 950 metre. Eskişehir’in rakımı 800 metre olduğuna göre 150 metre daha yükselmişim. Yolda gelirken yükseldiğimi fark etmemişim bile.
Yavaş yavaş şehir merkezine doğru yaklaşıyorum. Buralarda azot sanayi fabrikası, seramik fabrikaları, şeker fabrikaları sanayisini oluşturmuş. Pembe çiçek ekili meydanda küre üstünde ata binmiş Atatürk heykeli dikilmiş. Heykel ve küre kocaman.
Şevket ile Kütahya’ya varınca haberleşiyorum sonunda. İç kısımda bir kahvede buluştuk. Çay ve atıştırmalık bir şeyler yedik. Kütahya’yı az çok biliyorum. Ben önde, Şevket arkamda Kütahya meydanına geldik. Burada Kütahya’nın simgesi çini vazonun heykelinin resmini çekiyorum. Su fıskiyeleri vazoya doğru su fışkırtıyor.
Henüz erken olduğundan yola devam ettik, yol kıyısında, bir çeşme bulursak kamp yapacağız. Nitekim Kütahya dan 8 – 9 Kilometre uzaklaştıktan sonra kamp yapacağımız uygun bir çeşme gördük. Kütahya da her tarafta su var ve her yere çeşme yapılmış. Hatta acıklı bir türküsünün başında Kütahya’nın Pınarları diye başlar. Çeşmeyi yaptıran “Şehitler Çeşmesi” olarak ismini vermiş. Çeşmenin üstüne büyük bir şapka yapılmış. Kırmızı beyaz bayrak renklerine boyanmış. Çam ağacına da Türk bayrağı takılmış bir sopaya. Aynasına da “Tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun” yazılmış. Betondan yapılmış yalağa iki borudan su akıyor.
Su olunca kamp yapmak kolay. Hava şartları uygun hamak kurmaya. Çam koruluğunda hamakları kuruyoruz. Şevket’te de hamak var. O bir ağaca, ben bir ağaca geriyorum hamağı.
Düzlük bir yerde akşam yemeğimizi yedik. Hava kararınca bisikletleri ağaçların arasına sakladık. Fazla geç olmadan hamakta uyuklamaya başladık. Bir süre sonra yorgunluktan uyuya kalmışım.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 89 Km civarı
Yüzümü bulutlara kaldırıp Dua eder gibi mırıldanıyorum Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum Rüzgarla, ilkbaharla
Ataol Behramoğlu
Öne çıkmış olan görsel, akan porsuk çayı, söğüt ağaçları, bir ağaç çaya doğru yatmış gövdesi. İleride köprü yeşillikler arasında.
Sabah erkenden uyanıp kahvemizi içiyoruz ilk önce. Kahve içmeden güne başlamak dereyi görmeden paçaları sıvamaya benzer. Yani güne iyi başlamak gerek. Ben de öyle yapıyorum, güne kahve içerek başlıyorum. Gece çok kalabalıktı, bu kadar kalabalık ardından çöpleri beraberinde getiriyor. Aynı zamanda kahvaltı tabakları köpükten olunca çöp torbaları dolup taşıyor. Gönüllü çöp toplayıcısı olan Hakan çöpleri toplayıp çöp torbalarını duvar dibine yerleştiriyor. Hakan çevreye duyarlı bir insan. Etrafta çöp gördü mü alır çöpe atar. Bu huyunu severim Hakan’ın.
Küçük adam Ömer Kemal sabahın erken saatinde yanımıza geldi. Birlikte resim çekiliyoruz. Ben onun boyuna erişmek için yere çömeliyorum.
Kahvaltıyı yaptık, Eskişehir’de oturan bisikletçiler bisiklet evine geldikten sonra bahçede toplanıp resim çekilmek için poz veriyorlar. Ben de hepsini topluca çekiyorum. Yere Eskişehir bisiklet derneğinin pankartı serilmiş durumda.
Belirli saatte yola çıktık, bu gün farklı rotada farklı yerleri göreceğim. Bana doğru gelen bisikletçilerin resmini çekiyorum. Gelen bisikletçiler buradan sağa dönecekler. Yere sağa doğru ok işareti çizilmiş.
Tepe kireç taşından oluşmuş kayalık dikine kesilmiş sanki. Kayalık duvarda çeşitli boyutta delikler, mağaralar var. Arazi kıraç, tek tük ağaçlar dağınık.
Tepelerden, vadilerden gidiyoruz.
Küçük bir köye geldik, kerpiçten yapılmış uzun damlar ve köyün camisi görünüyor.
Köyde kısa bir mola verdik, bisikletimin selesinin boyunda olan Ömer Kemal KUZ ile poz veriyor.
Köyden çıktık, kaymak gibi yeni dökülen asfalt yolda giden bisikletçileri çekiyorum. Kadının biri sağda yere yapışmış gibi durarak cep telefonu ile çekim yapıyor. Bir tandem bisiklet yanımdan geçerken kareye giriyor.
Perihan arabası ile bizi takip ediyor. Ömer Kemal arkada beni görünce el sallıyor ve Urim Baba diye sesleniyor.
Musaözü tabiat parkına geldik. Henüz girişteyiz, girişte gişe kulübesi var. Araçlardan park ve giriş parası alıyor. Bisikletçiler olarak biz beleşe giriyoruz parka.
Bir grup bisikletçi gölet kıyısında durmuş resim çekilirken ben de onları çekiyorum. Hepsi de bana el sallıyor.
Parkta gölet var, Eskişehir’den buraya gezmeye, piknik yapmaya geliyorlar. Rabia Ömer Kemal’i omuzuna alıp poz veriyorlar bana.
Eşpedal derneği üyeler, gölün kıyısındaki terasta durup poz veriyorlar. Aralarında Ferdimen de var. Önlerinde bir tane tandem bisiklet duruyor.
Gölet kıyıları tamamen ağaçlarla kaplanmış.
Bizler de ağaçların gölgesinde oturup dinleniyoruz. Ömer Kemal önde, Eşpedal üyeleri oturmuş sohbet ederken çekiyorum.
İzmir’den arkadaşlarım Yılmaz ve Doktor Sema’yı cep telefonlarına bakarken çaktırmadan çekiyorum.
Ferdimen ve Sadriye bağdaş oturmuş yan yana. Ferdimen elinde kraker poşetinden kraker yerken.
Nevin ve Hüseyin Garip çifti birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Bisikletten indiklerinde bir araya gelip yan yana dolaşıp oturuyorlar.
Sencer Kan elinle ağzına bir şeyler atarken çekiyorum. Başında güneş gözlüğü var.
Görme engelli Emirhan’ı da yakından çekiyorum.
Bu kez de Hakan beni çekiyor bağdaş oturmuş durumda.
Kameramla resim çekerken beni çekiyor Hakan. Yere çömelmişim, kameranın ekranına bakarken.
Burada otururken vişne suyu dağıtıyorlar plastik bardaklarla. Bardaklar karton bardaklıkta. Yarısında bardaklar vişne suyu dolu.
Söğüt ağacı gövdesi göle doğru eğilmiş. Dalları da göle yansımış.
Hava durgun, bulutlar parçalı olarak göl yüzeyine yansımış durumda.
VelESBİD bisiklet derneği herkes bisikletine taksın diye plakalar hazırlamış. Bir bisikletin arkasında takılı plakada yazanlar dikkat çekici; “Kapılma rüzgarıma toz olursun, Geçme yanımdan Aşık olursun.”
Bir arkadaşın lastiği patlamış durduk yerde. O da lastiğini tamir ediyor.
Gölete doğru yapılmış iskelete tüm bisikletçiler gelerek topluca resim çekiliyorlar. Ben de hepsini birden çekiyorum.
Musaözü tabiat parkından ayrıldık. Kendimizi dağlara vurduk, toprak yolda ilerliyoruz. Bir tepeye çıkan bisikletçileri uzaklardan çekiyorum. Kimisi elinde bisikleti yürüyerek çıkıyor.
Tamamen toprak arazide giden tandem bisiklet.
Bisikletlerinde yük olmayınca rahat sürüyor kadın bisikletçiler. Bana doğru gelen iki kadın bisikletçi.
Makilik çalı ağaçlar arasından gidiyoruz, yol belli değil, yere taşları birleştirip ok işareti yaparak nereye gideceğimizi işaret etmişler.
Bu yolda arazi arabası gider, başka araç biraz zor. Çalılık makiler arasında yol kayboluyor sanki.
Kimi yerde sürülmüş tarlanın ortasından gidiyoruz. Bisikletim KUZ park etmiş durumda tarlanın ortasında çekiyorum.
Bir süre düzlükte gittikten sonra inişe geçtik. İniş engebeli, taşlık ve yağmur yolu tamamen bozmuş durumda.
Bozuk yolda herkes dikkatlice iniyor aşağıya doğru.
Düzlüğe yaklaştık sayılır, az kaldı yolu bozuk olan arazi.
Bir süre asfalt yoldan gittik, ta ki asfalttaki sola dönüş işaretine kadar. Yere ok işareti ve Sola yazısı yazılmış. Buradan sola dönen bisikletçiyi çekiyorum.
Porsuk çayı üzerinden geçerken akan çayı çekiyorum.
Tamamen toprak arazide gidiyoruz. Yol çatallaşıyor, topraktaki tekerlek izlerini takip ediyorum.
Etraftaki kayalıklar kale duvarı gibi sarmış vadiyi.
Yeni Sofça köyüne geldik. Burada öğle yemeği yiyeceğiz. Yeni Sofça köy konağına hoş geldiniz tabelasını çekiyorum.
Köyün park alanına, çimenlere oturup yemeği yedik. Yanımızdan ayrılmayan Ömer Kemal beni çok sevmiş olmalı ki hemen yanıma gelip kucağıma oturdu. Birlikte oyunlar oynuyoruz, Hakan bizi çekerken bana soruyor; “Kameran niye bulanık çekiyor? diye. Ben de kollarımı yana açıp “Bilmiyorum” diye cevap verdim. Ömer Kemal’in hayali kahramanı Oris Moris. Biz de Ömer Kemal ile Oris Moris adını anarak kahramanlıklarını canlandırıyoruz.
Hakan resim çekerken kamera camının kirlendiğini fark ediyor. Hemen temizliyor kamera camını ve net çekmeye başlıyor kamera. Ben bunu fark etmemişim. Kendi kendime “Niye bulanık çekiyor bu kamera?” diye düşünmüştüm. Hakan bu kez temiz ve net çekiyor ikimizi.
Hakan’a teşekkür olarak çekiyorum bir poz. Mavi tişörtü ile yere bağdaş kurmuş.
Çam ağacının gölgesinde, çimenlere oturmuş kahve içiyoruz. Ferdimen, ben, Hakan ve Rabia. Rabia cep telefonu ile elçek resim çekiyor ayakta. Hakan’da nasıl bir mide var ki hem bira içiyor hem de kahve içiyor anlamadım. Hepimiz kameraya gülümsüyoruz.
Mola bitti, tekrar yola düzüldük. yola düzülen başka bir aileyi de paytak paytak yürürken çekiyorum. Ördek ailesi yolun solundan tek sıra çaya doğru yürüyorlar. 8 tane iyice palazlanmış yavru ördek, anneleri en arkada yavruları takip ediyor.
Porsuk çayı üzerinden geçen tren yolu köprüsü demirden yapılmış. Çay, köprünün altında yarım metrelik bir yükseltiden çağlayarak akıyor. Çayın kıyıları tamamen ağaçlarla, çalılarla örtülü.
Burada üst üste yapılmış oda biçiminde mağaralar var. Sanki mağara apartmanı. Mağara iç içe odalar şeklinde.
Mağaraların altında köy evleri.
Başka bir kayalıkta en üstte mağara diğer taraftan da açık, kısa tünel gibi.
Kayalıkları yakından çekiyorum. Çok girinti çıkıntı var. Delik mağara geniş.
Porsuk çayı sakince akıyor söğüt ve kavak ağaçları arasından. Demir köprü yapılmış karşıya geçmek için.
Tarla sınırlarına konulan taş yığını arasından geçen yolda festivali organize eden Serpil Koç yanımdan geçerken eli ile okey işareti yapıyor bana.
Tepelerle birlikte giden toprak yolda herkes kendi temposunda gidiyor. Bisikletçiler için tehlikeli olan kumlu yolda ön tekerleği kaydıra kaydıra gidiyoruz dikkatlice. Dikkat etmezsek kendimizi yerde buluruz. Nitekim bir kadın bisikletçi kayıp düştü. Bisikleti arabada gelen Rabia’ya verdik. Düşen arkadaşı arabaya bindirip öyle yola devam ettik.
Porsuk çayını takip ederek gidiyoruz.
Bisiklet sürmekten yorgun düşmüş bisikletçiler köyün birinde, duvarın dibindeki gölgelikte dinleniyor.
Bazıları da karşıda ağaçların altında dinleniyorlar duvara oturarak.
Dinlendiğimiz yerin hemen altında Porsuk çayı geniş bir yerden akıyor söğüt ağaçları arasından. Söğüt ağaç gövdesi çaya doğru yatıp uzamış. Yeşillik çaya rengini vermiş gibi yeşil yeşil akıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Kıyısındaki söğüt ağaçlarından bazıları çürüyüp boydan boya çaya serilmiş halde yatıyor. Çay da altından akmasına devam ediyor.
Köyden hemen sonra asfalt yola çıktık. Buradaki kayalıkların rengi kahverengi.
Hakan beni bisiklet sürerken çekiyor diğer bisikletlilerle birlikte.
Sık sık köprüden geçiyoruz bir o tarafa, bir bu tarafa. Porsuk çayı kendi halinde yeşillikler içinden yeşil rengi ile akmaya devam ediyor.
Aynı yeşillik içinde giden yoldan da bizler bisikletimizle akıyoruz.
Hakan bu kez beni arkadan çekiyor, gök yüzünde parçalı bulutlar üzerimden geçerken.
Sonunda akşam üzeri kamp alanına geldik. Soğuk duşumu alıp rahatladıktan sonra çardağa oturup kahvemi içiyorum yeşil bahçeye bakıp. Tahtanın üzerinde kahve fincanı, ileride çadırlar kurulmuş. sağda bez sandalye ve küçük bir masa.
Festival bitti sayılır, şehir dışından gelenlerin çoğu gitti. Akşama da gidecekler var. Bir kaç kişi bizimle beraber bu gece burada kalacaklar. Rabia, dilini çıkarmış, kendisi ile birlikte beni ve Ferdimen’i elçek resim çekiyor çardakta otururken.
Bisiklet evinde kalan bir kaç kişiye akşam yemeği geliyor. Akşam çardakta oturup hediye gelen şarabı içiyoruz sohbet eşliğinde. Yarın Gediz nehri keşif turuna çıkacağım. Bir süre Hasan bana eşlik edecek. Banaz’a kadar birlikte gideceğiz. Hasan Denizli’ye doğru devam edecek, ben ise Banaz dan içeri gidip Ferdimen’in çizdiği rotayı takip edip Gediz nehrini keşfedeceğim. Ferdimen bana katılmıyor, başka bir programı var onu yapacak. Ne yapalım ben de tek başıma keşif yaparım artık. Sabah ola hayrola.
Bir festivali de böylece bitirmiş oldum. Yeni arkadaşlar, güzel dostlar edindim. Yeni fikirlerle yarın başka bir tura başlayıp İzmir’e döneceğim.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 67 Km civarı
Eskişehir de Bisiklet Evi açılışı. Soğuk Eskişehir günlerinde sıcak dostluklar.
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Güneşte ısınmış üzüm taneleri
Yıldızlardan devşirilen sır
İksir küçük kalplerinde
Zaman döndürürken avuçlarında her şeyi
Kıyıdasın sen, deniz seni salmış
Gözlerin ağaç reçinesi
Kuşların dağarcığında adın var
Çiğdem Baydar
Öne çıkmış olan görsel Bisiklet evi tabelası, elips biçimde kesilen tahtanın çerçevesi mavi renge boyanmış. Tabelada “Eskişehir Bisiklet Derneği VELESBİT Bisiklet Evi” yazılmış. Altında da metal çubuklardan bir bisiklet maketi.
Merhaba sevgili dostlar, yeni bir yazı daha sizlerle. Keyifli okumalar. Hazine torbamda topladığım gerçek hikayeleri, anıları sizlere dilimin döndüğünce anlatacağım.
Sene 2017, kış ayına girmeye ramak var. İzmir’de ılık sonbaharı yaşıyoruz. Havalar fazla soğuk değil. Bizim düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turlarına katılıp tanıdığım Kübra Özen beni telefonla arayıp Eskişehir bisiklet buluşmalarına Bisiklet Evinin açılışında kahve yapmaya davet etti. Davet gelince katılmamak olmaz deyip kabul ettim. Ayrıca Bisiklet Evi açılışını da yapacağız. Kübra Eskişehir Bisiklet derneği VELESBİD başkanı. Sevgili dostum Hakan Sevin de beni arayıp nasıl gideceğimi sordu. Kendisi de katılacak. Ben Hakan’a İzmir’e gel trenle beraber Eskişehir’e gidelim önerisinde bulundum. O da kabul etti önerimi. Tren biletlerini aldım gardan, yerimiz hazır, Mavi Tren ile gideceğiz. Biraz fazla sürse de keyifli bir yolculuk olacak.
Yolculuk hazırlıklarına başladım, gündüz saatlerinde berberde saçlarımı düzelttirdim, sakal tıraşı oldum bir güzel. Berber koltuğuna oturmuş aynadaki görüntümü cep telefonumla çekiyorum. Üzerimde karadelik girdabı resmi olan tişörtüm var. Solda saç kurutma makinası duruyor kaidesinde. Sağ üst köşede Göztepe spor kulübünün amblemi var.
Yanıma gerekli eşyaları aldım, daha çok kış şartlarına uygun olanları. Eskişehir’in çok soğuk bir yer olduğunu biliyorum. Hakan geliyor erkenden, Akşam üzeri kalkacak olan tren garına metro ile kolayca ve çabucak geldik. Trenin 1. vagonunda yerimiz. Tren vagonlarını yandan çekiyorum tabelası ile. Tabelada “İzmir mavi tren. İzmir – Manisa – Balıkesir – Kütahya – Eskişehir” yazıyor. Üstünde de 1 rakamı var. Mavi tren normalde beyaz boyalı, altta iki şerit çekilmiş boydan boya. Üsteki şerit kırmızı, alttaki şerit ise mavi renge boyanmış. İşte bu mavi şeritten dolayı Mavi Tren deniyor.
Tren vagonuna binip bavullarımızı üstteki rafa yerleştirdik. Geniş koltuklara oturup hatıra resmi çekiyorum elçek ile. Ben koridor tarafındayım, Hakan pencere tarafında. Kafamda tüylü şapkam var, kırmızı yelek ve saçlarım salınık. Hakan maviyi sever, onun üzerinde mavi tişört ve mavi eşofman giymiş. Dışarısı karanlık olduğu için içerideki lamba ışığı ile camda yansımalarımız var. Bu resmi çeken cep telefonumun yansıması da cama vurmuş elimde.
Tren yolculuğumuz başladı, canımız sıkıldıkça dolaşıp durduk tren içinde. Gecenin bir zamanında uyuduk, uyandık, tekrar uyuduk bir baktık ki Eskişehir’e varmışız bile. Toplam yolculuğumuz 12 saat sürdü. Nasıl geçti anlamadık bile. Normalde otobüsle gidip gelinecek biz zaman ama otobüse göre daha konforlu. Hem tren yolculuğunu seviyorum. Eskişehir’e iner inmez soğuk ayaz kendini hissettirdi. Üzerime deri ceketi giydim soğuktan korunmak için. Trene İzmir’den binerken kontrol etmediler, Eskişehir’e indik kontrolden geçti bavullarımız. Korku her yeri sarmış buralarda.
Ben ilk defa geliyorum Eskişehir’e. Hakan Üniversiteyi burada okumuş, o yüzden her yeri biliyor. Tren garı şehir merkezine yakın bir yerlerde. Yürüyerek merkeze geldik ve Porsuk çayındaki köprülerden birine geldik. Köprü korkulukları dökümden yapılmış aydınlatma direkleri süslü püslü. Bir tane de Panflüt çalan çocuk heykeli kondurulmuş kaideni üzerine.
İzmir’de gevrek olarak adlandırdığımız, Eskişehir’de simit denen gevrek alıp bir çay ocağında bol çayla karnımızı doyurduk. Kübra’yı telefon ile arayıp nerede kalacağımızı öğrendik. Belediyeye ait kültür tesisinde otelde yerimiz ayrılmış. Saat 10’a doğru otel odamıza yerleşip kahve takımlarımı çıkardım. Hemen kahve cezvesini ocağa sürdüm. Kahveyi pişirirken Hakan beni çekiyor. Masanın üzerinde kahve takımları, ocağın üzerinde cezve, kafamda tüylü şapka. Televizyon duvarda asılı. Solda boy aynası, yanında ceketim askıda asılı.
Dört kişilik kahve pişiriyorum, ikisini Hakan, ikisini de ben içiyorum. Kardeş payı, yolculuğun yorgunluk kahvesi bol olmalı. Yatağa uzanmış olarak kahve fincanları elimizde içerken elçek resim çekiyorum Hakan ile. İki fincan dolu sehpanın üzerinde duruyor.
Odada biraz dinlenip kestiriyoruz şekerleme yaparak. Eskişehir düz ayak bir yer, bize bisiklet gerek. Nereden bulacağız derken Hakan Eşpedal üyelerinden birisini tandem bisikletini ayarladı. Yürüyerek gidip bisikleti aldık evinden. Hakan pilot, ben copilot olarak Eskişehir’de tur atmaya başladık. Sırtımda kahve takımlarının olduğu mavi sırt çantası var. Porsuk çayının köprülerinin birinin üzerinden geçerken resim çekiliyoruz tandem bisikletini sürerken.
Altımızda araç var, Eskişehir’de gidemeyeceğimiz yer yok gibi. Hakan kendine cura yaptıracak tanıdığı bir saz atölyesinde çalışan arkadaşına gidiyoruz. Dükkanı buluyoruz kısa sürede. İki katlı bir evin alt katı demir parmaklıklı camlı pencereleri olan bir yer. Üst katın balkonunda korkuluk demirlerine bağlanmış 7 tane saz var. Hakan dükkanın açılmış kapısında duruyor. Duvarına da siyah sprey boya ile “Sultan Çalgı Yapım” yazılmış.
Hakan’ın Öğretmen arkadaşı Sedat Sümbül ile tanışıyorum. Kendisi emekli olmuş, atölyede kendine göre saz yapıyor. Sedat elinde saz sapı, gözünde gözlük. Arkada marangoz bıçkı makinesi.
Esas saz ustası daha genç birisi. İsmi Sinan. Eski tip marangoz tezgahında mengeneye bağlı sazda işlem yaparken Hakan çekiyor resmini. Etrafta işlenmekte olan bir çok saz var. Saz ustası İzmir Karşıyaka’da oturmuş bir süre, hemşeri sayılırız.
Çalışılmayan tezgahta ben de tezgahımı açıyorum. Kahve cezvesini ocağa sürüp kahve pişiriyorum. Duvarda kağıt üzerine saz çizim kağıtları asılmış. Bu arada Hakan saz ustası ile pazarlık yapıp bir tane cura yapımı için anlaşıp siparişini veriyor.
Atölyeden ayrılıp Eskişehir’in merkezi olan odun pazarına geldik. Şimdilerde eskisi gibi odun pazarı kurulmasa da eskilerden kalmış ilginç bir resim görünce çekiyorum bir poz. Resmi ilginç yapan iki tekerlekli eşek arabasının kasasına odunları o kadar yüklemişler ki Eşeğin kayışlarla bağlı araba okları ile birlikte Eşek ayakları yeren kesilmiş olarak duruyor. Yani “Nalları havada”
Mumya müzesine gittik, Eskişehir’de meşhur bir yer. Ünlü insanların mumyaları sergileniyor. İçeriye girmek ücretli, ücretleri ödeyip içeriye girdik. Ünlülerin benzerleri balmumu heykelleri yapılmış. Ben o kadar ünlü olmadığım için henüz balmumu heykelim yapılmamış. Her birinin resmini tek tek çekiyorum. Ta ki bu tabelanın olduğu yere kadar. Burada bir görevli “Resim çekmek yasak, ücret karşılığında ben çekiyorum” deyince “Nasıl yani, ne demek ücretli çekmek. İçeri girerken zaten ücret ödedim, niye bir daha ücret ödeyeyim” diyerek olayı protesto etmek icin çektiğim tüm resimleri tek tek cep telefonumdan sildim. Görevliye “Bu tabelayı çekmek ücretli mi?” diye sordum. Görevli “Ondan ücret almıyoruz” deyince müzede tek olarak çektiğim resim aşağıdaki tabela. Fotoğraf makinesi, kamera ve cep telefonu yuvarlak kırmızı daire içinde kırmızı çizgi çizilmiş. Altta da “Bu bölümde fotoğraf çekimi müze görevlisince ücretli olarak yapılmaktadır. Ziyaretçilerin fotoğraf çekmesine izin verilmemektir.” yazılmış. Her ne kadar yardım için para toplamak için olsa da, ben yardım etmek istemiyorumdur. Herkes te yardım etmek zorunda değil. Zaten girerken belli bir ücret ödüyoruz müzeye. Sonrasında müzede fazla kalmayıp dışarı çıktım. İştahım kapandı birden bire, müzeden soğudum.
Odun pazarında her ne kadar at arabası ve atlar olmasa da heykeli yapılmış. İki güzel, koşumlu at odun arabası ile duruyor. Atlar kayışlarla tahta bir kirişe bağlı, sağdaki atın ön ayağı kirişin bu tarafına atmış durumda. Hakan da tandem bisikleti ile atlarla poz veriyor. Solda da çöp kovasının içi çiçeklerle süslenmiş. Bir de “Yeryüzü çöp kovası değildir.” yazılmış.
Kübra ile buluştuk ve bisiklet evine doğru pedal çevirmeye başladık. Kübra önde, biz onu takip ediyoruz Hakan ile birlikte tandem bisikletle. Kübra bir süre Porsuk çayının dibindeki bisiklet yolundan eşsiz güzellikte manzarası ile götürüyor. Rüzgarsız bir ortamda Porsuk çayı durgun görünüyor. Ağaçların gölgeleri suya yansımış çok net biçimde.
Bir ara Kübra duruyor telefon çalınca. Biz de duruyoruz, ben bisikletten inip Kübra ve Hakan’ın resmini çekiyorum Porsuk çayı ile birlikte.
Bir süre sonra Porsuk çayı bitiyor ve ana yolda gidiyoruz, Sazova parkını geçip şehir stadının dibindeki kanalın yanındaki yola girdik. Trafiğin olmadığı yerden gitmek güzel. Tarlaların olduğu yere gelince Kübra önden, biz arkasından giderken bir evin önünde bekleyen bir kaç köpek sürüsü havlamaya başlayıp üzerimize gelmeye başladı. Tam evin köşesini dönünce ben gelen köpekleri kovmak için tandemin arkasından yola atlayıverdim. Gelen köpekler evin köşesinden havlayarak çıkınca ben onlardan daha çok bağırdım. Köpekler ne olduğunu anlayamadan çil yavrusu gibi gerisin geri kaçtılar. Ne yaparsın en arkada ben varım, bir sürü köpekle anca böyle baş edebilirim. Hakan bisikletten atladığımı fark edince durdu. Zaten bu arada köpekler de kaçtığından tekrar bisiklete binip bisiklet evine geldik. İçeri girmeden bisiklet evinin şirinliğini çekiyorum. Bir tarafı tek katlı, üstü teras, yanında iki katlı, üzeri kiremitli bir bina. Duvarları beyaz badana ile, kapılar, korkuluklar ve parmaklıklar mavi renge boyanmış, pırıl pırıl şirin bir köy evine dönüşmüş durumda. Facebooktan takip ediyordum bu evin bu hale gelişini. Dernek elemanları el birliği ile çalışarak bu hale getirmiş. Geniş bir bahçesi var, bahçede saksılarda servi fidanları epey var.
Evin içine giriyoruz, içerisi güzel badana ile boyanmış, yerde halılar, koltuk ve televizyon. Burası mutfak, bankosu, dolaplar, solda masa ve tahta katlanır sandalyeler. Duvarda tablolar asılmış.
Yanda başka bir odaya açılan kapı, odada iki tane yatak var.
Evin duvarında renkli yazılarla “I Feel good today” yazılmış. (Türkçesi, Bugün iyi hissediyorum demek) Rengarenk bisiklet amblemleri ile süslenmiş.
Evin arka tarafında oda, tuvalet ve üst kata çıkan beton merdivenler var. Üst katta gezgin bisikletçilerin kalacağı bir oda var. Duvara da bir tane lavabo kondurulmuş, üzeri boyalarla süslenmiş çatı gibi.
Evde bir duvar saati var, hemen kapağını açıyorum ve kuruyorum. Saatin markası Nacar. Saat bir süre çalışıp durunca, sarkacından ayarlayıp çalıştırıyorum. Az çok anlıyorum saatten.
Bisiklet evinin tabelası yapılmış ama henüz yerine asılmayı bekliyor. Elips bir tahta, kenarları maviye boyalı, yakma işi ile “Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD Bisiklet Evi” yazılmış. Altına da metal çubuklardan bir bisiklet yapılmış, tekerlekleri sekiz köşeli. Gidonda sepeti bile yapılmış. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Ertesi gün Porsuk çayının kenarında dolaşıyoruz. Daha önceden bildiğim bir heykeli karşı kıyıdan görüyorum.
Karşı kıyıya köprüden geçip heykelin yanına indim. Bu eşek heykeli meşhur, gazetelere, televizyonlara çıktı haber olarak. Eskişehir belediye başkanı insanlar örnek alsın diye bu heykeli Porsuk çayının kıyısına koymuş. Heykel yeşil boyalı bankta oturmuş İzmirlilerin dediği çiğdem (Başka yerlerde çekirdek diyorlar) çitliyor. Bir eli dişlerine götürmüş çiğdemi kocaman dişlerini göstererek çitliyor. Üzerine beyefendiler gibi takım elbise giymiş, uzun kulakları ile bronz heykel nehre doğru çiğdem kabuklarını atıyor. Ayakları taşın üzerinde. İnsanlar için ironi kokan bir heykelden örnek alırlarmı bilinmez ama insanlar pis olunca bu heykel orada durmakla iyi yapıyor.
Bu gün belediyenin kültür evinde sunumlar yapılacak. Bisiklet çalıştayına çağrılan ünlü bisikletçiler bisikletle ilgili görüşlerini sunacaklar. Katılımcıların arasında Aydan Çelik var, iyi karikatür çiziyor, bisiklet turlarının yorumcusu aynı zamanda. Benim için bir şey çizmesini istiyorum. O da daha önce kahvemi içtiğinden bisiklet selesine oturttuğu kahve cezvesini çiziyor bir çırpıda. Çizdikten sonra farkına varıyor, “Sapını ters yere koymuşum.” Kendisi solak olduğu için olabilir dedim, önemli değil. Yanına da Urim Baba’ya Aydan diye mavi keçeli kalemle yazıyor. Ne de olsa karikatürü iyi çiziyor ve bu parçayı saklıyorum hatıra olarak.
Sunumlar bitti, akşam üzeri Hakan İstanbul’a gideceğinden tandem bisiklet ile garaja bırakıyorum. Yolcu ettikten sonra ben tek başıma geri dönüyorum kültür evine. Murat Vurucu ile birlikte Eskişehir’de dolaşmaya başladık, Murat iyi bir fotoğrafçı. Porsuk çayındaki köprülerde benim resimlerini çekiyor. Beni gayet net çekiyor, Porsuk çayı ve ağaçtaki yapraklar bulanık.
Müzisyen heykellerin arasına girdim, solumdaki saksafon başında şapkası var, sağımdaki gitar çalıyor başı kel. Arkada tuğla örülü duvar var.
Eskişehir’e ilk defa geldim, hava çok soğuk olmasına rağmen Şehir Eski olarak anılsa da bana çok sıcak geldi. İnsanları, şehrin dokusu, Porsuk çayı. Belediye başkanının başarılı çalışmaları ile parklar, bahçeler, hele hele Porsuk çayı temiz ve bakımlı. Porsuk çayının kenarları gezinti alanları, yeşillikler içinde ağaçlar, dinlenme yerleri, kafeler, barlar düzgün, insanları rahatsız etmeyecek düzeyde. Ayrıca sokaklarında pek park etmiş araba göremedim. Çoğu yere katlı otopark yapılmış. Mahalle sakinleri buraya arabalarını park ediyor ve şehir arabasız daha sıcak bir görünüme kavuşmuş. Hal böyle olunca bu güzel şehri dillendirmek zor benim için. Ellerimi yana açıp söz yerine selamlarımı sunuyorum bu güzelliği ortaya çıkaranlara ve yaşatanlara.
Murat Porsuk çayının sayısız köprülerinden birinin üzerinde yeşil boyalı korkuluğa dayanmış olarak çekiyor. Korkuluklardaki direklerde sokak aydınlatmaları yanıyor.
Tam portrelik resmimi çekiyor alacak karanlıkta. Üzerimde deri kahverengi ceket, başımda turuncu buff. Arka fon bulanık, lambaların noktaları büyümüş olarak resrmi oluşturuyor.
Kocaman bir Türk bayrağı altında bir poz çekiyor Murat.
Parkın birinde havuzdan bolca fışkıran su fıskiyesini çekiyorum Sular beyaz ışıkta parıldayıp sütun gibi yukarı bir metre kadar çıkıp havuza düşüyor. Arkasında şapkalı bir heykel karanlıkta görünüyor.
Resim çekmeye başladığımızda henüz hava kararmamıştı, epey dolaştık, bolca resmimi çekti Murat. Haliyle biraz yorulunca kahve pişirilen yere geldik. Murat kahve ısmarlıyor, ilk önce kahve fincanı ile bir poz beni tek başıma çekiyor. Divanda Türk motifli kilim desenli yastıklar var. Minderler de aynı desende.
Garsona rica ediyoruz ikimizin resmini çekmesi için. O da Murat Vurucu ile birlikte resmimizi çekiyor divanda otururken köşede. Benimle zaman geçirip resimlerimi çeken Murat Vurucu’ya teşekkürlerimi sunarım.
Ertesi sabah Belediyenin kültür evinde toplanmaya başlandı. Eskişehirli bisikletçilerle toplanıp bisikletlerle Bisiklet Evinin olduğu yere gideceğiz. Bu gün Bisiklet Evinin açılışını yapacağız. Kültür evinin bahçesinde bir bisiklet direğe kitlenmiş kimse almasın diye. Nedense bisikleti kilitleyen kişi direği kilitlemiş sadece. İsteyen kişi rahatlıkla kilitsiz bisikleti alıp gidebilir.
Hareket zamanını beklerken kültür evinin bahçesinde yapılan sanat eserlerinin resimlerini çekiyorum. Bu eserler hurda demirlerden yapılmış. Bu heykel fil kafası, kocaman kulakları ve iki uzun dişi ile betimlenmiş Dibinde kesilmiş odunlar bırakılmış.
Başka bir eser de geyik heykeli olarak tasarlanmış. Araba parçaları, borular şekline göre hepsi yerli yerine konulup kaynakla tutturulmuş birbirlerine. Başının üstünde çatal boynuzlar unutulmamış. Bu heykelin dibinde de odunlar konulmuş.
Bir tane de kadın insan heykeli ustalıkla yapılmış. Siyah beyaz bir kedi de ayaklarının dibine çömelmiş sanki ilgi bekliyor heykelden. Heykel ağacın dibinde ve burada da odunlar var. Eskişehir’de odun bolluğu var herhalde. Heykeller boyalı değil, paslanmış ve eski boyanmış yerler duruyor parçalarda.
Gelenler toplandı ve hareket edildi Bisiklet Evine doğru. Benim bisikletim yok, o yüzden Serpil’in arabası ile bisiklet evine geldik. Artık kültür evinde kalmayacağım, o yüzden eşyalarımı bavula koyup yanıma alıyorum. Gelen bisikletçileri tarlaların arasından gelirken resimlerini çekiyorum. Önde iki kişi, arkada kalabalık grup halinde gelenler var.
Serpil de gelenleri videoya çekiyor cep telefonu ile. Yanında da iri bir çoban köpeği sakince durup gelen bisikletçileri gözlüyor dili bir karış dışarıda. Normalde bisikletçilere böyle sakin bakmaz saldırırdı ama kalabalık ve Serpil sayesinde sakin duruyor.
Bisikletli grup yanıma gelince bir poz daha çektim. Bayağı katılımcı var.
Gelenler Bisiklet Evinin bahçesine girip bisikletleri bırakıyorlar. Bahçenin giriş kapısı renkli kurdelelerle süslenmiş. Bisiklet Evi tabelası da kapının üstündeki demirlere bağlanmış.
Eskişehir Tepebaşı belediyesinin hediye ettiği piknik masasının birini terasa çıkardık. Burada açılıştan sonra ikramlar yapılacak. Piknik masası kare, dört tarafında oturma yerleri var.
Terastan bahçeyi çekiyorum, Bisikletler park edilmiş, insanlar konuşuyor kendi aralarında. Bahçeyi aydınlatmak için çapraz olarak karpuz lambalar çekilmiş. Terasın kıyısında renkli balonlarla süslenmiş.
Bahçede park etmiş bisikletler, üstü kapalı tahta çardak ve banklar duruyor.
Renkli kartonlardan kalp yapılıp çubuklara takılmış. Hepsi de toprağa saplanmış onlarca kalp.
Bisiklet Evinin olduğu yer bal kabağı ile ünlü. Saman balyaları üzerine bir kaç kabak konulmuş, kimi üst üste, kimisi de içi oyulup canavar gibi kesilmiş. İki tane de kadın korkuluk, kolları açık, gömlek giydirilmiş, saçları kırmızı renkte.
Kabağın birine göz çizilip tepesine de kocaman metal bir huni takılmış. Huniye “Hunili bisikletliler” yazılmış. Saman balyaları yanında renkli bir şemsiye duvara dayalı.
Başka bir kabak ise bisiklete binen bisikletçi olarak oyulmuş.
Bir süre sonra beklenen an geldi. Tepebaşı belediye başkanı geldi. Herkes dışarıya çıktı, kapıya da kırmızı kurdele bağlandı. Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD başkanı ve üyelerinin büyük çabaları, çalışması ile ortaya çıkardığı Bisiklet Evi açılışa hazır. Belediye başkanı, dernek başkanı Kübra ve fotoğrafçılar hazır bekliyor dışarıda. Çiçek kolyeleri asılıyor boyunlara. Bana da asıyorlar, ne de olsa kahve yapacağım.
Belediye başkanı elinde makas beklerken Kübra da gözleriyle birini arıyor sanki.
Meğerse beni arıyormuş o gözler. Yanıma gelerek “Urim Baba hadi gel Bisiklet Evinin açılışını yap bakalım” dedi. Şaşırdım, “Nasıl yani Belediye başkanı açmayacak mı?” desem de Belediye başkanı bisikletçilerden ünlü birisinin açması daha uygun olur deyince Başkan makası elime tutuşturdu. İlk defa bir yerin açılışında kurdele keseceğim. Daha çok şaşkınlıkla, henüz heyecan gelmeden makası elime alıp “Bisiklet camiasına ve Eskişehirlilere hayırlı olsun” dileklerimi söyleyerek kurdeleyi kesiyorum.
Aşağıda açılış videosu
Hayırlısıyla açılışı yapıp içeri giriyoruz. Terasa çıktık, Murat Vurucu, Eskişehirli Öğretmen Rahime Çelen ile VELESBİD yazısı önünde resim çekiyor.
Sonra Belediye Başkanı, Kübra, Erhan ve iki kişi ile birlikte resim çekiliyoruz.
Öğle için ikramlar verilmeye başlandı. İkramları alıp piknik masasında afiyetle yedik. Ve bende kahve takımlarımı çıkarıp piknik masasına yayıyorum. Urim Baba’nın kahvesi tabelasını da öne koyup kahve cezvesini ocağa sürdüm. İlk olarak Belediye başkanına sunacağım kahveyi. Kahve pişerken Yanıma da 5 Litrelik su şişesi aldım kahve yapmak için. Belediye başkanının eline kahve değirmenini tutuşturuyorum. Öyle beleşe içmek yok, kahveyi hak edeceksin.
Akşama kadar sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Bisikletçilerin kimi Eskişehir’e döndüler. Kalanlar da akşam olanda Bisiklet Evinin üst katında büyük salona toplaştık. Eskişehir’in meşhur soğuğu kendini hissettirmeye başladı. Eskişehir’in etrafında pek yüksek dağ olmadığı için bozkırdan kopup gelen rüzgar ve soğuk engele karşılaşmadan direk şehrin üzerine çullanıyor. Biz de tam da bozkırın ortasındayız. Salonda niye toplandık? Burada Masalcı Esma bizlere masal anlatacak. Masala müzikleriyle eşlik edecek olan Öğretmenler Eser gitar, Burak ise yan flüt ile yerini aldı Esma’nın yanında. Salonda, köşedeki şömineye de kalın odunlar attık ısınmak için. Ben de en önde kahve tezgahımı açıp kahve pişirmeye başladım.
Esmavi bizlere masalını anlatmaya başlıyor, masalın ismi “Yosma” Masal anlatılmaya başlarken video çekmeye başladım. Videoyu 27 dakika kesintisiz çektim. Sonlarda şarjı bitiyor dese de cep telefonum iyi dayandı ve pil bitmeden masalı çekmiş oldum. Videosu aşağıda, iyi seyirler.
Bizlere masal öncesi, masalın içinde ve sonrası büyük özveri ile şarkılar çalıp söyleyen Eser Öğretmenime ve Burak Öğretmenime teşekkür ederim. Beni ve izleyicileri mest ettiler. Şarkıları hem dinledik hem de hep birlikte söyledik. Her ne kadar şöminede kalın odunlar yansa da birbirimizin sıcaklığı, enerjisi ve coşkusu ortamı zaten ısıttı. Etkinlik boyunca tamı tamına 5 Litrelik su ile yaptığım sayısız kahveyi sade, şeker kullanmadan yaptım. Sadece Eser Öğretmenin kızı Ada şekerli kahve istedi. Bir tek özel olarak şekerli kahveyi Ada’ya yaptım. Bu arada Ada bizlere küçük gitarı ukulele ile kendi bestesi olan şarkısını ve başka şarkılar söyledi. Kendisi henüz 13 yaşında ve çok yetenekli, bir o kadar da güzel sesi var.
Açılışını yaptığım Bisiklet Evinin ilk misafiri olarak turculara ayrılan odada kaldım. Sabaha kadar hava pek soğuk olsa da yorganın altında üşmedim bile. Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Bisiklet Evinin anı defterine ilk yazan olmak. Yazdığım şöyle;
“05 Kasım 2017
İzmir den bir karadeliğe girdim. Solucan beni başka bir evrene çıkardı. Havası soğuk olsa da insanları sıcaktı. Yürekten emek verilerek yapılan VelESBİD konuk evinin ilk konuğu olarak açılışını yaparak Konukevi’nin içini kahve kokusunun muhabbeti sardı.
Hazinemde yeni dostlarla birlikte olmanın ilk masalını dinleyerek tatlı düşler içinde uyudum.
Teşekkürler VerESBİD
Urim Baba!CAN
Urim Baba’nın Kahvesi
İmzam”
Burada kalanlar ile birlikte kahvaltıyı yapıyoruz. Bu arada sevgili Masalcımız Esma için yaptırdığım Urim Baba’nın kahvesi yazan logo baskılı tişörtü hediye ediyorum. Ben de aynı tişörtü giydim. Sohbet ederken aklımıza uzaklarda olan dostumuz Feyyaz Alaçam geldi. Hadi birlikte resim çekilip Feyyaz’a gönderelim deyip resim çekiliyoruz. Serpil Koç, ben, Elena Damiani ve Esma Eser Açıkgöz ile sol yumrukları kaldırıp poz veriyoruz.
Hediye verdiğim tişörtü üzerine giyip takım olarak birlikte resim çekiliyoruz Masalcı Esma ile.
Arkadaşlarla ayrılık zamanı geldi, vedalaştık. Öğlen zamanı beni otogara bıraktı Serpil. Kafamda bazı projeler var. Eve dönmeden Kütahya’ya gidip fincan fiyatları, nasıl sipariş veririm, bunun araştırmasını yapacağım. Otobüs ile Eskişehir’den Kütahya’ya vardım. Beni garajdan akrabamız olan Oğuz karşıladı, alıp evine götürdü. Ertesi sabah Dayı ile çarşıya çıktık dolaşmaya. Herkes işte güçte. Dayı yaşlı olunca bir tek o uygun gezdirmeye. Kütahya’nın sembolü olan Vazo önündeyiz. Yaklaşık 6 metre yükseklikte, çini kaplı vazonun dibinde içi su dolu havuz var. Havuz yuvarlak kenarlı ve çini kaplı. Kütahya’nın taşı toprağı çini ve porselen yapmaya elverişli. O yüzden porselen ve çini fabrikaları çok. Aşağıdaki vazoyu da yapan Dayının abisi kendi elleri ile yapmış.
Kütahya’nın bir de pınarları çoktur. Türküsü bile yakılmıştır hüzünlü olsa da
Kütahya’nın pınarları akışır Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır Asalı’ya çuha şalvar yakışır Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı Salım geldi musallaya dayandı Mor cepkenim al kanlara boyandı Seni vuran zalim nasıl dayandı
Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı Yöre: Kütahya
Şehrin her yerinde tarihi çeşmeler hala gürül gürül buz gibi su akıyor. Akan bir çeşme gördüm mü içmeden geçmem. Bir tas su içiyorum çeşmeden. Çeşme mermerden yapılmış, içi oyulup kenarları süslenmiş el işçiliği ile. Sarı pirinç bir borudan mermer bir yalağın içine akıyor. Yalağın içindeki su o kadar berrak ki insana temizliğin ruhunu anlatıyor. Zincire bağlı bir mavi plastik bir tas yukarılarda bir oyuğa asılmış. Hayırseverler tarafından yapılan bu çeşme hayır bilmeyenler de su içerek hıyanetlik yaptıklarından zincirle bağlanmış su tası.
Kütahya her ne kadar Müslüman şehri olsa da geçmişte işgal edilmiş Yunan döneminde kiliseler yapılmış. Onlardan birisinin çan kulesi diğer binalardan yüksek. Kilise harap durumda ve bakımsız. Eskiden girebiliyordum ama şimdi tamamen kapatılmış. Herhangi bir onarım çalışması da yapılmamış hala.
Kütahya’da çarşıyı dolaşırken aklıma Kübra’nın isteği geldi. Bana gittiğin yerlerden kart at demişti. Hemen kırtasiyeden Kütahya resimli kartını alıp postaneye geldim. Karta yazdıklarım;
“8 Kasım 2017 Pazartesi Sevgili Eskişehir Sevgili VelESBİD Tarlaların ortasında açan Konukevi. Sizlere yakınlardan Çini diyarından sevgiler Kahve tadında olun Urim Baba’CAN Urim Baba” imza
Bunları yazdıktan sonra Kübra’nın bana verdiği Bisiklet Evi adresini de zarfa yazarak postane görevlisine verdim. O da makineden geçirip pul yerine baskı yaptı zarfın üzerine. Ücretini ödeyip zarfı teslim ettim.
Çarşıda fincan yapan kişilerle görüştüm, fiyat aldım. Kendime ve isteyene fincan bastıracağım Urim Baba’nın Kahvesi logosu ile. Tanıdık birisi ile aşağı yukarı anlaştım sayılır. Artık eve gidince fincan siparişlerini alıp bastıracağım. Gece saatler on ikiyi vurunca Eskişehir’den kalkan Mavi trene biniyorum. Uzun bir yolculuk beni bekliyor. Yarı uyku, yarı uyanık olarak sabahın ilk Güneş ışıkları ile kalkıp doğruluyorum. Manisa ovasına, düzlüğe inince çamların ardında yükselmeye başlayan Güneşi camdan çekiyorum. Camda kocaman kumlama ile yapılmış Ay – Yıldız var.
Güneş yükselmeye başlıyor Akhisar civarında. İstanbul – İzmir karayoluna paralel gidiyoruz. Karşıda dağlar silsilesi ve Güneşin parlak ışıkları ile daha da büyük görünüyor.
Güzel bir maceranın daha sonuna geldik, yeni dostlar ile tanıştım,. Yeni yerler gördüm. Hele Eskişehir çok hoşuma gitti. Soğuk günler olsa da insanların sıcaklığı içimi ısıttı. Bir yeri ellerimle açtım ilk defa ve çok mutlu oldum. Bir günde 5 Litre kahve yaptım dostlarıma bıkmadan usanmadan. Kaç fincan kahve pişirdim sayısı belli değil, dostlarla olmak önemliydi benim için.
Teşekkürler Kübra Aşan, teşekkürler VELESBİD, teşekkürler Eskişehir