Etiket arşivi: sart

Büyük Taarruz 2. Gün

6 Eylül 2015 Pazar

2. Gün Taytan – Adala – Poyrazdamları – Sart

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanı

 

Öne çıkmış olan görsel, Büyük Taarruz katılımcıları kalabalık olarak bisikletleriyle poz vermiş, kimisinin elinde Türk bayrakları.

Güzel düşlerin getirdiği rahatlıkla dinlenmiş olarak güneş henüz doğmadan uyanıyorum. Güneşin doğuşunu kaçırmamalıyım. Hemen çadırımdan çıkıp hazırlıklarımı yaparak güneşin doğuşunu beklemeye başladım. Diğer çadırdaki arkadaşlar da henüz uyanmaya başladılar. Kimisi henüz uykuda, onlar da birazdan uyanır. Çadırımın içinden dışarısı, sağda söğüt ağacının gövdesi, solda çadırlar.

Ağaçların ardından güneş kendini göstermeye başladı. KUZ ve kıytırık ta benimle beraber güneşin doğuşunu izliyor sessizce.

Rüzgar olmayınca havuzda kıpırtısız bir su yüzeyi ve binaların yansıması.

Güneş ise yükselmiş su yüzeyine yansıması parlak ve gözle bakamıyorum bile.

Kahvaltı faslından sonra Salihli bisikletçileri de aramız katılarak hep birlikte resim çekiliyoruz. Kiminin elinde Türk bayrağı var. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İlk molayı Taytan köyünde veriyoruz. Yola henüz çıkmamıza rağmen herkesin toplanması için durduk. Durunca da çaylar, sodalar ısmarlandı. Kahveler içildi. Elbette kahveyi kendim yaptım, şanslı olan üç kişi içebildi sadece. Yol kıyısında bekleyen bisikletçiler.

Adala köyünün içinden geçen, ya da Gediz nehrinin kıyısına yapılan Adala köyünün dar bir yerine yapılan bent üzerinde ki köprüde durup resim çekmeye başladım. Bu bent nehrin sularını bir miktar depo edip iki yöne doğru yapılan kanallara su vermekte. Köprü üstünde bisikletim ve gölet.

Köprünün üzerinde resim çekerken katılımcıların resmini de çekmeden olmaz. Bisikletçiler köprüden geçiyor grup olarak.

Grubun ortasındaki bisikletçileri çekiyorum.

Son olarak en arkadan gelenleri çekiyorum.

Nehrin yatağı her zaman olduğu gibi sulak yerleri seven söğüt ağaçları ile kaplı.

Şafak Omaç’ı ayrı yere koymak gerek, Bu tura gönülden inanan ve katkısı anlamlı. Ayrıca kampçılık konusunda ki deneyimleri akşamları kamp ateşinin yanmasına neden oluyor. Şafak Omaç varsa kamp ateşi mutlaka olur. Bu kaçınılmaz. Ben katıldıktan sonra sevinci arttı. Kamp daha da neşeli oldu.

Nehrin üzerine asma köprü yapılmış, biraz da boğaz köprüsüne benzetilmiş.

Adala köyünde mola verdik, burada çay ikramı ile gölgelik bir yerde dinleniyoruz. Güneş yükseldikçe sıcaklık iyice artmaya başladı. Molanın ardından Salihli bisikletçileri ile beraber topluca Atatürk evinin önünde resim çekiliyoruz tarihe tanıklık etmiş binanın önünde. Gazi Mustafa Kemal bu binada kalarak bir süre savaşı kurmayları ile beraber yönetmiş.

Adala dan yola çıkıp Poyrazdamları ve yakınındaki Kemerdamları köyünün olduğu alana, Marmara gölünün kıyısına geldik. Burada kaçan Yunan ordusu iki koldan kaçmaya devam ederken çetin savaşlar olmuş. Bir kol Turgutlu yönüne, Diğer kol Akhisar yönüne ayrılmış. Böylece ikiye bölünen ordu daha kolay yenilmeye başlamış. Yenilen ve bozguna uğramış Yunanlılar güvenlikten yoksun olarak daha da hızlı kaçmaya başlamış bu bölgede. Akhisar yönüne kaçanlar azalınca Yunan ordusunun ana kolunun bulunduğu Sart yönüne doğru hücum devam etmiştir. Arkalarından yetişmek imkansız gibi. Zaten Dünya tarihinde bu kadar hızlı bir hücum ve kaçış görülmemiş şimdiye kadar. Bu kadar kaçmalarının nedeni Yunan askerlerinin köylerde yaptıkları katliamların sebebi. Masum sivil köylü kadınları, çocukları, yaşlıları hiç acımadan süngüden geçirmeleri İngiliz belgelerinde bulabilirsiniz. Türklerin intikam almalarından korkmaları bu yüzden. Vicdanları bu kanlı toprakları bir an önce terk etmelerini söylüyor bilinç altında. Kan ve gözyaşı insanı rahat bırakmaz. Kaçarken de köyleri ateşe verip öyle kaçıyorlar.

Yeşil alan, daha ötede Marmara göl kıyısı ve göl.

Bir zamanlar atların nal izleri ve asker postalı ile iz bırakmış topraklarda şimdi Kurtuluş savaşında Türk askerlerinin tarihini bir anlamda yaşatmak için bisiklet tekerleklerinin izlerini görmek mümkün.

Öğle yemeği için gelen kumanya güneşin anlı kabağında yenmeyeceğinden bir kaç ağacın gölgeliğine gelip yiyoruz. Sonrasında Kemerdamları köyünde yapılan hayır lokmasından da tadıyoruz. Bunların yanında üzüm salkımları da bir tepside sunuluyor. Sart köyüne hareket etmeden önce ikramlar iyi oldu. Köylü kadınlarına teşekkür edip yola çıkıyoruz Marmara gölü kıyısından toprak yoldan gitmeye başladık.

Marmara Gölü mevcut tabii bir depresyonun 1938-1945 yılları arasında doğu ve güneydoğusunun 5750 m uzunluğunda ve 5.54 m yüksekliğindeki yapı ile sedlenmesi ile Gediz Havzası Sulamalarına su vermek için gölet haline getirilmiştir.

Marmara Gölü, üç derivasyon yapısı ile beslenen, gövde inşası ve su alma yapısı ile sulamada kullanılan suyu depolayan, göl yüzey alanı doğal durumuna göre yaklaşık iki kat büyüklüğe erişerek 71 km2 ye, maksimum derinliği 7.20 m’ye ve hacmi 320 hm3 kapasiteye ulaşmış olan, hacmi itibariyle aynı bölgedeki Seferihisar Barajı (29.1 hm3), Avşar Barajı (69.0 hm3), Sevişler barajı (127.0 hm3), Güzelhisar Barajı (158.0 hm3) vs. Barajlardan daha büyük olma özelliği taşıyan ve Gediz sulamalarının ana su kaynağı olarak teknik ve idari bakımdan bir  gölet olarak kabul edilmektedir.

Marmara gölünü yakından çekiyorum.

Marmara gölünden boşalan su için kanal sayesinde ovaya tarım sulaması için kontrollü su bırakılmakta. Suyun debisi de bayağı yüksek. Su sesi gürültülü çıkıp gidiyor kanalda.

Ovada tek çam korusu gölün kanala su bıraktığı kapakların olduğu bir alan. Çamların gölgesinde bir süre dinleniyoruz. Buranın yeşil ve çam korusunun kalmasının nedeni Kurtuluş savaşımda şehit düşmüş kahramanlar için yapılan şehitliğin olması. Burada şehitlere saygı duruşunda bulunuyoruz. Bu şehitlik pek bilinmiyor açıkçası. Nedense unutturulmaya çalışılıyor Kurtuluş savaşı şehitliklerimiz. Şehitlik denilince oluşturulan algı Çanakkale şehitliği olmakta. Çanakkale tarihimizde ve dünya tarihinde en büyük savaşlardan birisi ama sonucunda İstanbul işgal edilerek savaş sonunda ülkemizi paylaşmaya başlamış emperyalist güçler. Oysa ki şimdiki Türkiye Kurtuluş savaşı sayesinde kurtulup bağımsızlığını sağlamış. Bunu da yapanlar burada şehit düşenlerin sayesinde. Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes ve yurt dışında kalmış soydaşlarımız buradaki şehitliklere sahip çıkıp yüceltmeleri gerek.

“Şafak şafak yandı gök 
Bir kızılca kıyamet bitti 
Kızıltaş yamaçlarıda, 
Şehadetin sevinci eridi 
Yaşamanın tadında… 
Yeryüzü görmedi böyle bir savaşı 
Makineliye karşı et 
Topa karşı kemik saldırışı…”

Cenab Ozankan

Marmara gölünden kanallara kontrollü su bırakılıyor. Sular 6 kolon arasından geçiyor. Kolonların üstü yol.

Bir süre kanal ile birlikte toprak yolda ilerliyoruz.

Sart köyüne gelmeden yol kıyısında tek olarak kalmış çam ağacının gölgesinde arkadaşlar bizleri bekliyor. Herkes geldikten sonra hep birlikte kamp yapacağımız yere doğru gideceğiz.

Sart içine gelince tarihi duvar kalıntılarını görmeye başladık.

Sart harabelerinden restore edilerek ayağa kaldırılan Sinagog.

Kamp yapacağımız yer köyün yukarısında, hafif bir tırmanışın ardından Sart deresinin kıyısında mesire ve piknik yeri olarak ta kullanılan alana geldik. Bisikletim kamp kuracağımız yerde park halinde.

Kendi eşyalarımı kendim taşıdığımdan çadırı ilk önce kuran ben oluyorum. Diğerleri eşyaları taşıyan minibüsü bekliyor gelecek diye.

Antik dönemin en zengin devleti Lidya ve başkenti Sardes tüm muhteşemliğini tanrılara devasa tapınaklar yaparak göstermiş. Tabi para olunca böyle tapınaklar yaptırmak kolay. Para demişken ilk parayı basıp kullanan Lidya krallığı olmuş. Para da Sart deresinden akıp gelen altın  kullanılmış.

Her antik kentte olduğu gibi bir zamanlar tarihi bilince sahip olmayan Osmanlı yabancı soygunculara istediklerini alıp gitmelerine izin verilmiş. O zamanlardan kalma vinçler, raylar ve küçük vagonlar görmek olası. Kim bilir ne hazineler ve değerli eserler götürülmüş Amerikalılar tarafından. Hem de hiç bir ücret ödemeden. Vinci alıp götürmeye değer bulmamışlar ki paslanmaya bırakılmış öylece.

Bir tapınağın temel kalıntıları.

Artemis tapınağını gezmeye başladık. Gezerken de rehber bize Lidya krallığını, zenginliğini, tapınaklarını anlatmaya başladı bir yandan.

Sardes, Hermos/Gediz havzasında, Paktalos/Sartçayı kıyısında ve Tmolos/Bozdaği’ın batısındaki tepelerin kuzey yamaçları üzerinde, mythos öyküsüne göre Meles adlı bir kral tarafından kurulmuştur. Blok mermerler, karşıda iki dev sütun görünüyor.

Blok taşların içi dikdörtgen oyulmuş.

Antik döneme ait yunanca yazıt buralar hakkında bilgi veriyor.

Diğer bir kayada da Yunanca yazılar var.

Bir yazılı kaya daha.

Bir yazılı kaya daha, bu kaya yandan çatlamış.

Yerde süslü sütun başlığı.

İki dev sütun ve tapınak kalıntıları.

Tapınağın dibinden, temel blok taşları ve sütun.

Lydia Krallığı’nın başkenti olan Sardes kenti, M.Ö. 6. Yüzyılda Perslerin Lydia Krallığı’na son vermelerinden sonra bir Pers satraplık merkezi haline gelmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde de önemini koruyan, Bizans Döneminde önemli bir piskoposluk merkezi haline gelir.

Hamam Gymnasion Kompleksi; Hamam-gymnasion kompleksinin doğu yarısını kaplayan sütunlarla çevrili palaestra (kare avlu), spor etkinlikleri için, bu mekanın batısındaki tonozlu salonlar ise hamam olarak kullanılmaktaydı. Palaestradan hamam bölümüne geçişi sağlayan iki katlı ve sütunlu mekan, mermer avlu olarak adlandırılmaktadır. Kentteki hamam-gymnasion kompleksinin palaestrasının güneyinde bulunan bazilika formundaki yapı, Roma İmparatorluk Döneminde (3.yüzyıl) bir sinagog haline getirilmiştir.

Artemis Tapınağı; Hellenistik Dönemde yapımına başlanan tapınak, muhtemelen eski bir Kybele kültünün kutsal alanında yer almaktaydı. Tapınak İon tarzında olup, pseudodipteros planlıdır. Başlangıçta Artemis adına yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde tapınağın cellası dört bölüme ayrılmış, bu bölümlerde Artemis, Zeus Polieus, Roma İmparatoru Antoninus Pius ve karısı Faustina’ya ait heykel başları bulunmuştur. M.S. 17 yılındaki depremde yıkılan tapınak, İmparator Tiberius zamanında eski plana göre tekrar inşa edilmiştir. 4. Yüzyılda tapınağın güneydoğu köşesine bir şapel eklenmiştir.

Dev sütunun dibinde rehberin anlattıklarını dinliyoruz.

Sütun diplerinde yapılan işçilik mükemmel, dairedeki kabartmalar öyle hesaplanmış ki kabartmalar arasındaki mesafe aynı ölçüde. Aynı zamanda her sütun değişik kabartmalar ile süslenmiş. Böyle işçilik zenginliği ve ustalığın boyutlarını görmemizi sağlıyor. Hayranlık duymamak elde değil.

Bu da diğer sütunun süslemeleri, diğerinden farklı oyulmuş.

Tapınak kalıntıları, büyük mermer bloklardan yapılmış.

Sütunların yarısından fazlası yok.

Bu sütun daha da değişik ve ince işçiliğin mükemmeliyeti.

Yerde uzun bir kiriş boylu boyunca yatıyor.

Manisa İli, Salihli İlçesi, Sart Beldesi sınırları içerisinde yer alan Sardes Antik Kenti, Demir Çağı Lidya Krallığının başkentidir. Batı Anadolu’yu hakimiyeti altına almış bir imparatorluğun başkenti, sikkenin doğum yeri ve adı hayal bile edilemeyecek zenginlikle özdeşleşen Krezüs’ün (Karun) vatanı olan Sardes, antik dünyanın önde gelen şehirleri arasında yer almaktaydı. Şehir, kent planlaması konusunda emsalsiz olup, Mezopotamya dışındaki en büyük savunma duvarı ile çevrelenmiştir. Günümüze kadar koruna gelmiş olan dünyanın belki de en görkemli İon düzeni tapınaklarından birine ev sahipliği yapan antik kent, korunmuş Roma yapıları içerisinde anıtsal bir hamam-gymnasium kompleksi ve antik dünyanın en büyük havrasına sahiptir. Lidyalıların başkenti ve tek şehri olan Sardes’ten başka hiçbir şehir ortadan kalkmış bu uygarlıkla doğrudan bağlantılı değildir. Marmara Gölü’nün güney kenarında yer alan ve Lidya tümülüs mezarlık alanı olan Bin Tepeler, dünyanın en büyük tümülüs alanıdır. Lidya tümülüsleri, M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda bu peyzajın önemini ortaya koyan unsurlardır. Kraliyet mezarlığı olarak Sardes’e sıkı bir şekilde bağlı olan Bin Tepe, daha erken ve daha geç dönemlere tarihlenen kalıntıları ile Lidya dönemine ait sadece bir mezarlık alanı değil, kültürün devamını gösteren bir anıttır.

Yüksek duvarlı bir yapı.

Tapınağın güney-doğu köşesindeki Küçük Bizans Kilisesi M.S. V. yüzyılda yapılmıştır. Yarım yuvarlak apsisli, tek nefli bir yapıya daha geç devirlerde bazı ekler yapılmıştır.

Sütun süsleme işçiliğini yapan ustanın kendi bilgilerini eklemeyi unutmamış. Tam süslemelerin başladığı yere Yunanca yazılar yazılmış.

İki dev sütunu boyluca çekiyorum.

Frig Kralı Gordios ölmüştür. Halk çok üzgündür. Kral Gordios, yerine geçecek kimse bırakmamıştır. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kâhinlerden yardım ister. Kâhinler kehanette bulunurlar ve şu andan itibaren Gordion’a arabasıyla ilk giren kral olacaktır derler. Kehanete uygun olan ise Kral Midas’tır.

Bu günkü Fethiye olan antik kent Telmessos’tan demir çemberli tekerlekleri olan bir araba ile ayrılan Midas Kral Yolunda haftalarca zorlu bir yolculuk yaparak, Bey dağlarıyla Toros dağlarını aşar. Yanında yaşlı annesi ve babası ile Kuzey Frig ülkesine ulaşmaya çalışır. Kehanetin gerçekleşmesi  için zamanda geri sayım başlamıştır. Zorlu bir yolculuktan sonra arabasıyla Gordion’a girerler, Gordion’lu kâhinlerin kehaneti uyarınca Frig Kralı seçilir.

Midas Frig ülkesinin bilinen iki kralından bir tanesidir. Frigya en parlak dönemini Kral Midas’la yaşamıştır. Midas şüphesiz çağının en ünlü krallarından biridir. Döneminde Frigya güçlenmiş, zenginleşmiş, bolluk ve refaha ermiştir. Öyle ki, Kral Midas’ın dokunduğu her şey altına dönüşmektedir.

Şarap tanrısı Dıonısos’un yoldaşı Satıros, bir gün Frigyayı gezerken, Midas’ın sarayının gül bahçesinde uyuyakalır. Kral Midas’ın adamları, Satıros’u bulurlar ve Midas’ın yanına getirirler. Midas, Satıros’u uzunca bir süre sarayında ağırlar, izzet ikramda bulunur. Midas’ın konukseverliğinden çok etkilenen Şarap Tanrısı Dıonisos, kralın kendisinden bir dilekte bulunmasını ister. Kral Midas ”Dokunduğum her şey altına dönüşsün, böylece daha zengin olayım” der.

Midas’ın dileği, Şarap Tanrısı tarafından kabul edilir. Ancak aynı gün akşam yemeğinde, dokunduğu yiyecek ve içeceklerin altına dönüştüğünü görünce, tanrı Dıonısos’tan, bu uğursuz gücü geri almasını ister. Midas’ın durumuna acıyan tanrı, krala Paktalos ırmağında yıkanmasını söyler. Bu ırmakta yıkanan Midas, tuttuğu her şeyin altına dönüşmesinden kurtulur. O günden beri de, bu ırmakta bulunan altın parçacıkları, bu efsaneye bağlanır.

Yüksek temelli yapı kalıntıları ve iki sütun.

Günümüz bahar çiçekleri ardında geçmişin tapınakları terkedilmiş. Ve sessizlik içinde geleceğe neler getirecek kimbilir… Hayıt ağacının mavi çiçekleri.

Kazı ekibinin yaptığı mermerden çeşme, pek işçilik yok. Sadece geometrik bir yapı. İşçiliğin yanı sıra çeşmede de su yok, akmıyor.

Sart yer haritası ve bilgilendirme yazısı. Böylece tarihi yolculuğumuz da bitince günümüz dünyasına dönüyoruz.

Akşam yemeğinin ardından çadır alanında toplanıp sohbet etmeye başladık. Cem Koç bizlere fıkralar anlatmaya başladı. Herkes bir şeyler anlatarak sohbet koyulaşmaya başlayınca Ergun Kuyumcu dağcılıktan bir arkadaşının yaşadığı ilginç bir aşk hikayesini bizlere anlatıyor;

Ali Gençlik yıllarında Üniversiteye giderken kız arkadaşı ile birbirlerini çılgınlar gibi seviyor. Gel zaman git zaman ellerinde olmayan bazı ailesel nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalmışlar. Kız ailesi ile başka bir şehre taşınmış. Şimdiki gibi cep telefonu internet yok ki görüşmeye devam edebilsinler. İkisi de çok direnmiş çok caba harcamışlar irtibatı kesmemek için. Ama maalesef hayat onları öyle bir ayırmış ki kopmuşlar, koparılmışlar birbirlerinden. Aşk acısı ile İzmir’e sığamamış Ali. Nereye gitse hep hatıralar var. Her sokakta her kafe de her sinemada.

Bu acıdan kaçmak için vermiş kendini yollara dağlara… Çok az bir para ile otostop yaparak önce İran sonra Pakistan, Hindistan derken kendini Katmandu da Tibet te bulmuş. Dağlar da mistik tapınaklarda umut aramış aşk acısına. Ama ne çare. Üç ay sonra mecburen dönmüş Türkiye’ye. Bu kez de tüm Türkiye dağlarını tek tek tırmanarak aşkını zirvelerde haykırarak evrene mesajlar iletmiş.. Zaten dağcı olduğu için bu konuda sıkıntı yok. Araya askerlikler başka şehirler de çalışmalar girmiş. Yıllar geçse de yürekte hep o sızı kalmış … Bu olaydan 12 yıl sonra bir iş arkadaşı ile evlenmiş. Şimdi boyunca kızı var. Ama o evlilikte uzun sürmediği için yıllar önce boşanmışlar. Ayrıldığı kız da yaşamında olaylar pek farklı gelişmemiş. O da biri ile evlenmiş ama mutlu değil. O da boşanmış yıllar önce. Aradan gecen 25 yılda defalarca farkında olmadan aynı şehirde yaşayıp teğet geçmişler birbirlerini.

Bir gün ikisini de tanıyan üniversiteden bir arkadaşları bunları bir araya getirmiş. Unutulmaz bir an… Kız cebinden küçük bir taş çıkarmış . Ona yıllar önce Erciyes dağından uğur getirsin diye getirdiği taşı. Hala saklıyormuş cüzdanında. Gözler dolu dolu sarılmışlar birbirlerine. Şimdi çok güzel bir beraberlikleri var. Çok mutlular ve kaybettikleri onca yılın intikamını alırcasına hep birlikte tatil yapıp seyahatlere çıkıyorlar. Artık hayat ta hiç bir şeyden umut kesilmeyeceğini yaşayarak öğrenmişler. Ask varsa her şey mutlaka sonucunda güzel oluyor. Aşk bazen insanlara acı da verse bazen mutlu sonla bitebiliyor.

Bu duyduğum en güzel aşk hikayesi şimdiye kadar. Mutlu sonla bitmesi aşkın ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı.

Bizler dikkatlice dinlediğimiz yaşanmış aşk hikayesinden etkilendik ve bir süre kimse bir şey diyemedi. Öylece sustuk, sadece Ağustos böceklerinin sesi duyuluyordu gecenin karanlığında. Sekiz kişi oturmuş muhabbet ederken.

Sohbet bitiminde gelen haberlere göre askerlerimize hain pusu kurularak onlarca askerimizin şehit edildiğini öğreniyoruz. Moralimiz bozuluyor yatmadan önce. Devletin yanlış politikaları ülkeyi bu hale getirdi ne yazık ki. Herkes sessizce çadırına çekilip yatıyor. Kelimeler tükendi artık.

Bu gün yaptığımız yol 66 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Büyük Taarruz 1. Gün

5 Eylül 2015 Cumartesi

1. Gün İzmir – Salihli

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu
yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç” dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanından

 

Mondros ateşkes antlaşması imzalanmış, yurdun dört bir yanı işgal altında. Emperyalist güçler 1. Dünya savaşını kazanıp dünya haritasını kendi planları doğrultusunda çizmeye başlamıştı. Osmanlı devleti de yenik düşmüş, asker silah bırakıp terhis olmuştu. Ama Türk kanında esir düşmek diye bir şey yok. Tarih te yazmamış şimdiye kadar.  Emperyalist güçler Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanlılara atalarının yurdunu vermişlerdi. Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 da İzmir’e çıkarma yapıp Ege bölgesini işgal ederek Türk köylülerine katliamlar yapıp yerleşmeye başlamıştı. Oysa ki Antik Yunan Tanrıları kendilerini çoktan terk etmişti. Bunu bilmeden emperyalistlerin sözlerine kanarak sevinmişlerdi. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları bu durumda 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkıp Kurtuluş Savaşını başlatmıştır.

Mustafa Kemal bir çok savaşta edindiği deneyimlerden yola çıkarak emperyalistleri yenmek için onların maşalarını ortadan kaldırmak yeterdi. Çünkü emperyalistler kendisi hiç bir saman savaş meydanına çıkmaz maşalarını savaşa sürerlerdi. Yunan birlikleri tüm Ege ve Marmara’nın bir çoğu yeri işgal etmişlerdi. Erzurum Sivas kongreleri yapılmış  23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisi Ankara da kurularak işgalci güçlere karşı orduyu yeniden kurup  Kurtuluş Savaşını başlatmıştı. Bu arada bir çok kahraman çeteler kurarak düşman işgaline karşı küçük şaplı savaşlar yapsa da işgali durduramamışlardı. Sonrasında hepsi düzenli orduya katılarak Kuvayı Milliye hareketini güçlendirmiştir.

Ermeniler doğu da yenilgiye uğratmış Rusya ile doğu sınırları güvence altına alındıktan sonra Güney doğu illeri de zayıf işgal güçleri kolayca defedilebilirdi. Mustafa Kemal emperyalist maşaların en kuvvetlisi Yunan ordusu olduğunu bildiğinden Yunan işgaline son verirse yurdumuz kurtulup bağımsızlığını ilan edebilirdi. 21 gün 21 gece süren Sakarya Meydan Savaşı 23 Ağustos 12 Eylül 1921 kazanıldı. 1683 Yılında Viyana yenilgisinden beri çekilmekte olan Türk orduları ilk defa düşman ilerlemesine dur diyerek büyük bir güç kazanarak Büyük Taarruz’a başlayabilirdi.

Ordular artık hazırdı, 26 Ağustos 1922 de sabahın erken saatlerinde Afyon Kocatepe den başlayan topçu ateşi ile 9 Eylül 1922 de İzmir de Yunanlıları denize dökmekle sona ermiştir. 15 gün gibi kısa bir sürede Dünyada hiç bir savaşta bir ordu bu kadar hızlı savaşarak ilerleyip zafere ulaşmamıştır. Dünyada örneği yoktur ve tektir! Yunanlılar denize döküldükten sonra yurdun geri kalanı kısa sürede düşmandan temizlenerek Türkiye Cumhuriyetini kurarak Emperyalistlerin planlarını bozulmuştur.

 

Öne çıkmış olan görsel, Bisikletim KUZ ve kıytırık Belkahve önünde. Arkada Atatürk heykeli.

İşte bu savaşın başlayıp bittiği yere kadar orduların geçtiği yerlerden geçerek o anları yaşatmak için Osman Kutlu Büyük Taarruz Bisiklet Turu düzenlemeye karar vermiş. Bu yıl 2. tur yapılıyordu Ben ise 26 Ağustos Afyon Kocatepe den başlamak isterdim ama Kosova da bisiklet turu yaptığımdan yetişememiştim. Kosova dan Türkiye’ye geldikten sonra Büyük Taarruz Bisiklet Turuna 5 Eylülde Salihli den katılmaya karar verdim ve henüz Kosova yorgunluğumu atmadan hazırlığımı yaptım. Bu kez yanıma kıytırığı da alacağım. Son turumda Denizli, Salda derisi Antalya, Mersin turunda kıytırıkla zorlanmıştım açıkçası. Bu boşlukta KUZ fabrikada yeniden boyanıp adımı yazdırdım. Komponetleri değiştirerek daha küçük aynakol dişlileri, daha büyük kaset dişlisi ile değiştirip 9 lu 27 vites sistemine geçtim. Kendimi de test edeceğim kıytırık ve dişlilerle.

5 Eylül sabahın erken saatlerinde henüz sıcak başlamadan evin önüne çıktım. KUZ kıytırık ve ben yola çıkmaya hazırım.

Henüz İzmir sabah trafiği artmadan hızlıca ilk yokuşumu, metro üst geçidini aştım Basmane den sonra. Gerçi pek ahım şahım bir yokuş değil ama kıytırıkla hissetmedim bile. Bisikletim KUZ, arkasında kıytırık, yol kıyısında duruyor.

Oradan stadyum, sanayi, garaj bölgesinden Pınarbaşı fabrikalarına ulaştım. Bu yol hafif eğimli habire yukarı doğru tırmanıyorum ama pek hissedilir bir çıkış değil.

Fabrikalardan sonra kamyon tır trafiği azaldı, Belkahve’ye doğru yaklaştım. Karşımda taş ocakları, neredeyse dağı yok edecekler.

Belkahve geçidi 1200 metre tırmanış ve 3 şeritli yolda hiç emniyet şeridi yok. Sadece arabaları düşünüp yapılmış bir yol. Tehlikeli olduğundan çıkışın büyük bir kısmını Kavaklıdere köyünden çıkacağım. Karşımda Kavaklıdere köyü.

Kavaklıdere köyünden çıkan yol kısa ve sert bir yokuştan çıkılarak zirveye az bir mesafede ana yola çıkıyor. Kıytırık ve KUZ köyün üzerimde, karşıda tepeler ve vadi. Kıytırıkta, çubuk üzerimde Türkbayrağı dalgalanıyor.

İşte Mustafa Kemal 9 Eylül 1920 de burada kahvesini içerek güzel İzmir’i seyretmiştir. Öncü birlikler Belkahve den saldırıya geçerek hızla kaçan Yunanlıları önüne katarak denize kovalamaya başlamıştı o sıralar. 8 Eylül akşamı burada kamp kuracağız. Atatürk anıtı karşıda, bisikletim yol kıyısında park etmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum

Belkahve zirvedeyim, tabela 260 metre rakım gösteriyor. Pek te zorlanmadım çıkarken, yeni dişliler işe yaradı.

Belkahveyi indikten sonra yoldaki emniyet şeridi bisiklet sürmek için uygun genişlikte. O yüzden rahatça yol alıyorum. İlk molamı Sütçüler köyünde çay ve atıştırmalık bir kaç kuru meyve, bisküvi ile dinleniyorum. Hava açık, rüzgar pek yok. Asfalt kaymak gibi olunca tempo gayet iyi. Bisikletim kilometre tabelasının yanında. Tabelada: Turgutlu 32, Uşak 195, Ankara 564 kilometre olduğunu gösteriyor.

Manisa il sınırına geldim bile.

Turgutlu kasabasında yemek molası verdim. Menü pide – Ayran. Turgutlu kasabası bayağı kalabalık. Araçlardan çok motor var ve hiçbirisi kask takmıyor. Trafik pek denetlemiyor anlaşılan. Oysa ki uyarı afişleri yazılmış en çok ölümler motor kazalarında oluyor diye. Motorcular bu uyarılara pek aldırdığı yok. Nasıl olsa bize bir şey olmaz diyerek motorların ses kirliliğinden başka bir şey yapmıyorlar. Yemekten sonra kasabanın parkına giderken yanıma bir bisikletçi yanaşıyor. Manisa da çalışıyor ve bisikletle işe gidip geldiğini söylüyor. Beni tanıyor ama ben onu tanımıyorum. İsmi de aklımda kalmadığından hatırlayamıyorum bir türlü. Parkta oturup sohbet ediyoruz kahve pişirirken. Nereye gittiğimi neden gittiğimi anlatınca benimle beraber Salihli’ye kadar pedallamaya karar verdi. Turgutlu da genç bir bisikletçiyi arayıp gelmesini söyledi. O da bizimle Salihli’ye pedallayacak. Arkadaşla bankta oturmuş kahve içiyoruz, bisikletim önde park halinde.

Lise çağındaki genç bisikletçi gelince hep beraber yola çıktık. Ahmetli kasabasına kadar durmadık. Daha önceleri araba ile yıllarca gelip geçmiştim bu yoldan ama hiç bir zaman böyle bir yer olduğunu görememiştim. Salihli yönüne giderken yolun solunda, çınarların altında gölgelik bir çay evi var. Aynı zamanda yanından da küçük bir çay şarul şurul akıyor. Burayı bisiklet turlarımda keşfetmiştim. Artık her geçişimde burada mutlaka mola veriyorum. Zaten mesafe olarak Turgutlu – Salihli arasının tam da ortasında kalıyor. 20 Kilometre mola yeri uygun bir yere denk gelmesi çok iyi. Hem dinleniyorsun hem de çınarların gölgesi altında akan suyun şarıltıları insana huzur veriyor.

Çay, soda, su ile çınarın altında enerji toplarken Turgutlu da ki bisiklet durumunu konuşuyoruz. Bireysel bisiklet biniyorlar bir kaç kişi. Öyle grup kurup düzenli bisiklet sürmüyorlar. Ben de onlara Perşembe akşamı bisikletçileri grubu kurup bisikletçileri bir araya toplayıp insanları bisiklete binmeye özendirmelisiniz diye öneriler sundum. Turgutlu ufak bir yer değil, nüfusu 100.000 sayısını aşmış durumda. Türkiye deki bir çok ilden daha kalabalık. Çınar altındaki masada üç kiş oturmuş poz veriyoruz kameraya.

Dinlenme bittikten sonra tekrar yola çıkıp hızlı pedal çevirmeye başladık. Eskiden karayolu Sart köyünün içinden geçerdi. Sart harabelerini seyretmek hoşuma giderdi. Yeni yapılan yol köyün çevresinden dolanınca araba ile geçişte harabeleri görmez olmuştum. Eski yola giriş bile bırakmamışlar. Toprak, dik bir yerden anca inebiliyorsun. Biz de öyle yaptık ve trafik gürültüsü ve yoğunluğundan bir süreliğine kurtulmuş olduk. Aynı zamanda bisikletli olduğumdan harabeleri daha yakından ve daha çok görme şansına sahibim. Bir de resim çekerek daha iyi görüyorum harabeleri. Yüksek duvarlı saray kalıntısı, önde sütunlar ve yıkıntılar.

Kalıntıların devamı.

Arkadaki tepelerde yıkıntı kalıntıları.

Salihli ye saat 16:00 civarında vardık. Girişteki parkta yayılıp hem dinlenme hem de birer kahve içmeli.  Ne de olsa hak ettik bir kahveyi. Üç kişi çimenlerde oturuyoruz.

Grubun içinde arkadaşım Şafak Omaç’ı telefon ile arayıp nerede olduklarını öğrendim. Salihli dışında Taytan köyü yakınındaki Tuana oteline doğru sora sora gittim. Tura katılanların çoğunu tanıyordum, beni görünce sevinçle karşıladılar. Yeni kişilerle de tanışıyorum bu arada. Onlar için taze kan ve hareket demek. 10 gündür aynı kişileri görmekten ve kimileri arasında soğuk rüzgarlar esmiş olduğunu fark ettim. Ben gelince hava değişti ve tur sonuna kadar da böyle gideceğini sanıyorum. Hemen çadırı kurup deniz şortumu giyerek otelin mavi renkli havuzunda keyif yapan arkadaşların arasına katıldım. Akşam üzeri Eylül ayının nefis gün batımında havuz bana çok iyi geldi. Havuzda 5 kişiyiz, üzerimize yandan fıskiyeden sular fışkırıyor.

Havuz keyfini fazla uzatmadan çıkıp kurulandıktan sonra hemen üzerimi giyiyorum ve güneş batmadan seyretmeye başladım. Harika bir günün ardından muhteşem görünümü ile ortalığı kızıla boyayıp batasıya kadar izlemek beni hep mutlu etmiştir. Ağaçların arasında batan Güneşi digital zoom yaparak yakından çekiyorum.

Bu da normal hali, solda ağaç yığını, ortada Güneş ve sağda tek bir ağaç.

Çadırım, KUZ ve kıytırık öylece henüz hava kararmadan bekliyorlar. KUZ için yaptığım yenilikler iyi olmuştu ve kıytırık ile fazla zorlanmadan 100 kusur kilometre sorunsuz, fazla zorlanmadan gelmiştim. Çadırımla birlikte bisikletimi çekiyorum.

Havuz gece ışıkları ile bir başka görünüme büründü. Maviden çok turkuaz rengi insana huzur veriyor. Fıskiyelerden fışkıran suyun havuza düşen sesi eşliğinde havuz kenarında kurulan masalarda akşam yemeğini hep beraber yiyoruz. Yemeği de otelin müzik grubunun çaldığı güzel şarkılarla tamamladık.

Havuz başında Nazlı ile bir resim çekilmeden olmaz. Güzelliğe güzellik katmak gerek.

Müziğe eşlik ederek ve oyun havalarında oynayıp kurtları bir nebze olsun döküyoruz. Kurtlar bittikten sonra fazla geç olmadan herkes birer ikişer çadırlarına çekilmeye başladı. Hava ve ortam değişip herkes birbirine iyi geceler diyerek çadıra gidince yorgunluğun etkisi ve havuz keyfinin verdiği gevşeme ile çadıra girip hemen uykuya dalıyorum tatlı düş ile.

Bu gün 109 Kilometre civarında yol yapmışım.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc