Etiket arşivi: tümülüs

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 2. Gün

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dikili – Zeytindağ – Bergama

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya ile Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Akdeniz yaraşıyor sana

Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun

Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında

Hiç dinmiyor motorların gürültüsü

Köpekler havlıyor uzaktan

Demin bir çocuk ağladı

Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine

Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir

Denizi tokmaklıyor balıkçılar

Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak

O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessi

Can Yücel

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ, arkadaki manzarada Bakırçay deltası.

Henüz alışık olmadığım şekilde, hamakta uyumak hareketleri kısıtlıyor. Çadırda, matın üzerinde yerde yatmaya benzemiyor. Kolayca bir o yana bir bu yana dönemiyorsun. Yüzükoyun yatmanın olanağı yok. Öyle olmasına rağmen yine de hamakta uyumanın zevki başka olduğunu fark ediyorum. Bölük pörçük bir uykuyla sabahı ediyorum. Henüz güneş doğmadan uyandım. Solda bisikletler ağaca dayanmış durumda. İki ağaç arasında mavi renkli hamak gerili. Güneş ilk ışıklarını hamağın üzerinde kendini göstermeye başladı. Sağda yeşil bir çadır fıstık çam ağaçlarının altında.

Herkes aynı zamanda uyandı ve kahvaltı için hazırlıklara başladık. Ben ilk önce sabah kahvesini içiyorum. Sonrasında çaydanlığı ocağa koyup çay demlemeye başladım. Piknik masasının üzerinde naylon poşet içinde tencere, tava. Çuval içinde 1.5 Lt su şişesi, kahve takımı, çay kupası bordo renginde. Ocak kısmı yuvarlak olmuş sac ile kaplı, üzerinde çaydanlık. Ocak kısmı görünmüyor sac rüzgarlık tamamen örtmüş durumda. Çaydanlık çok uzun turlar yaptığı için isli ve vuruklar oluşmuş. Masanın ardında bisikletim turuncu çantaları ile birlikte. Çantaların ağzı açık.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, artan yiyecekleri çantalara yerleştirip toparlandı her şey ve bisikletlere yüklendi. Hareket etmeden her katılımcı Suyun Kaynağına Yolculuk pankartının önüne bisikletiyle gelerek tek tek resimlerini çekmeye başladım. İlk önce öncümüz ve bu turu birlikte ortaya çıkarıp yaptığımız Şafak Omaç’ın resmini çekiyorum. Pankart ağaçlara dört iple gerili. Şafak Omaç bisikleti yüklü durumda, önde poz veriyor. Kısa pantolonlu, üzerinde Koca Seyit yazılı tişörtü giymiş kısa kollu. Başında gri şapka.

Ardından Cem Tabanlı bisikleti ile poz veriyor. Pankart ortada, Cem pankartın solunda. Cem kimya mühendisi olur kendisi, güzel yemekler yapar. Bu konuda bilgisi ve tecrübesi çok. Vejetaryen olduğu için et yemez, yeni başladı et yememeye. Cem üzerine siyah yağmurluğunu giymiş sabahın serinliğinde üşümesin diye. Altında kısa pantolon var. Başında güneş gözlüğü takılı şapka var.

Merih Balaban poz veriyor kameraya bisikleti ile. Merih’in teknesi var, balık avlamaya çıkıyor. Yani kaptan olur kendisi. Bir gün bizi balığa götüreceğini söyledi. Henüz gidemesek de bir gün mutlaka. Merih’i bu turda daha yeni tanıdım. Üzerinde uzun kollu açık mavi tişört ve kısa pantolon giymiş. Başında turuncu buff var. Bu turuncu buffları Az Bilinen Antik Kentler turunda kullandığımız buflar. Olcay Ormankıran tura katılacaklara verilmek üzere bana verdi. Ben de arkadaşlara dağıttım.

Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen, o bizim kahramanımız. Birlikte çok maceralarımız olmuştur. Kısa pantolon üzerine mavi uzun kollu tişört giymiş. Başında yeşil renkli buff.

Bahadır Özer, kendisi aşçıdır ama henüz yaptığı yemekleri yemedik. Tam bir vegan olması nedeni ile sürekli aç kalsa da görünüşü zayıf değil. Sessiz, sakin olarak ileride yogi olabilir. Uzun siyah pantolon, üzerine beyaz tişört giymiş. Tişörtte deniz kaplumbağası resmedilmiş.

Musa Yıldız, kendisini uzun süredir tanısam da sadece birlikte kısa, günü birlik bisiklet sürdük. O yüzden fazla ilişkimiz olmadı. Altında kısa tayt ve üzerinde sarı yelek giymiş.

Hünkar Göcekli, bu turda daha yeni tanıştım. Dün yola çıktığımızda gerilerde kalması endişelendirmişti biraz ama bisikletteki sorunu hallettikten sonra endişelerim ortadan kalktı. Bisikletinde yüklü çantaların durumuna bakınca sanırsın ki Dünya turuna çıkmış gibi. Yanında gerekli olan her şey var. Kendisi çok mütevazi, sessiz ve sakin. Uzun kollu mavi elbise ve üzerine sarı yelek giymiş.

Bendeniz Urim Babacan, kısaca urimbaba. Bu turu düzenleyenlerden biriyim Şafak Omaç ile birlikte. Kısa pantolon, üzerimde Suyun Kaynağına Yolculuk logolu tişört var.

Nafiz Sağdur, Antalya’dan katıldı aramıza, Salda bisiklet festivalinde tanışamasak ta Antalya’da sonradan tanıştık ve iyi dost olduk. Antalya bisiklet derneği başkanı olur kendisi. Kısa pantolon ve tişört tamamen siyah renkte.

Vedat Karakaya, Antalya’dan katılıyor. Kendisi ile yeni tanıştım, üzerinde patiska kısa pantolon ve beyaz tişört giymiş.

Antalya’dan katılan Ceyhun Altın, nam-ı diğer şirin baba. Sakalları olsa kafasındaki mavi buff ile tam şirin baba görünümünde. Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri yöneticisi ve Antalya bisiklet festival derneği başkanı aynı zamanda. Antalya’da bisiklet festivali düzenliyor her yıl. Çok uzun süredir tanışıyoruz Ceyhun ile. Suyun Kaynağına Yolculuk turunu duyunca Antalya’dan 6 kişi katılacağını bildirmişti. 2 Kişi katılmaktan vaz geçince 4 kişi şu an aramızda. Kısa pantolon ve kocaman yüzlü bir adam resmi çizilmiş tişörtü giymiş üzerine. Elinde Şafak tarafından yaptırılan küçük Tabelamızı tutuyor.

Mehmet Ali Akyüz, o da Antalya’dan katılıyor. Uzun süredir tanıyorum ve bir kaç festivalde beraber bisiklet sürdük. Antalya’da bisiklet festivali düzenleyenlerden birisi. Altında kısa tayt, üzerinde alt kısmı renkli festival tişörtü giymiş.

Çağdaş Lale, kendisini yeni tanısam da babasını tanıyorum. Altında kısa tayt, üzerinde usun kollu sarı rüzgarlık giymiş.

Herkesin tek tek resmini çektikten sonra bu turu beraber düzenleyip hayata geçirdiğimiz Şafak Omaç ile birlikte pankartın önünde resim çekildik. Şafak solda ben sağda, pankart ortamızda kalacak şekilde. Yanımızda bisikletler olmadan.

En son olarak hep birlikte pankartın önünde 13 kişi resim çekildik. Cep telefonumu bisikletim üzerinde olan telefon tutucuya takıp uzaktan kumanda ile oturduğum yerden çekiyorum. Artık zaman ayarlamaya gerek yok, anında istediğin kadar resim çekme olanağım var artık. Pankart ortada, üç kişi solda, iki kişi sağda. Sekiz kişi de yere oturarak resim çekiliyoruz. Toplam 13 kişiyiz.

Resim çekilme bittikten sonra yola çıkma zamanı diyerek Bakırçay nehrinin döküldüğü yere doğru gitmeye başladık. Doğu tarafından Çandarlı yarımadasına vuran Güneşin ışıkları ile yüksekten çekiyorum deniz ile birlikte. Önümde birkaç ağaç, solda küçük bir ada var.

Çandarlı’nın doğu tarafında olan Bakırçay nehrini denize kavuştuğu deltaya doğru toprak yolda gidiyoruz. Bisikletim KUZ park edilmiş durumda, biraz yüksekte olarak Bakırçay nehrinin eski yatağı olan geniş azmak manzarası ile birlikte resim çekiyorum. Solda bisikletliler durmuş toprak yoldan inmeye çalışıyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Eskiden nehir ağzı olan azmak ve dik inen taşlı yolda elde bisikletler yürüyerek inen bisikletliler. Azmağın ortasında küçük bir adacık ve  azmağı boydan boya kesen toprak yol görünüyor. Toprak yolun ortasından adacığa doğru giden J biçiminde çıkıntı var.

Karşıda görünen yarımada biçiminde oluşmuş kara parçası ve düzlük olan yerin adı Kocaçayır. Hani Türkü ustası sanatçı Neşet Ertaş türkülerinden “Kesik çayır biçilir mi” türküsünü bilirsiniz ya işte buradaki yere uyarlanmış hali “Kocaçayır ekilir mi” olarak söylenebilir. Nedeni ise denizin tuzundan henüz tarıma elverişli değil. Azmak ağzı deniz ile buluştuğu yerin olduğu yerin resmini çekiyorum. Solda kara parçası, küçük yarımada ve deniz. Önümde yamaç aşağıya doğru meyilli. Denizin azgın dalgaları zamanla nehirden gelen toprakları set biçiminde oluşturmuş. Deniz kıyısına paralel olan toprak parçası giderek büyümekte zamanla. Nehir toprak getirdikçe denizi dolduracak ve bereketli ova oluşturacak.

Deniz seviyesine, nehrin kıyısına indik. Azmak ağzında toprak dökülerek oluşturulan düz yol köprü görevi görüyor bir biçimde. Toprak yolun altına belirli yerlere künkler konularak deniz ile bağlantısını sağlıyor. Tüm katılımcılar önümdeki toprak yolda gidiyor. Karşı tarafa geçeceğiz. Sağda demir borudan yapılmış çardak var.

Nehrin deniz ile birleştiği yere yakın durup biraz toprak alıyorum. İnsan eli ile kirlenen nehirlerimizin temiz akması için sembol olarak aldığım bu kirli toprağı Suyun Kaynağına kadar taşıyıp orada akan suya dökeceğim. İçimdeki bir umutla insanlar yaptığı kirliliği farkına varıp nehrin temiz akmasını sağlarız belki. Suya döktüğüm kirli toprak tekrar denize kavuştuğunda temiz akması için mücadele edeceğiz insanlara anlatarak. Temiz bir gelecek bırakmalıyız çocuklarımıza.

Yerde eğilmiş avucumla toprağı poşete doldururken.

Ben toprak alırken beni çeken Ferdimen’i çekiyor Cem Tabanlı benim cep telefonu ile.

Toprağı alıp çantama yerleştirdikten sonra tüm katılımcılara birer kahve yapıyorum. Toplam 13 kişiyiz, üç kez dörtlü cezve ve bir tek fincanlık kahve yaparak içtik sırayla. Ben yerde bağdaş kurup kahve yaparken pankartımız ile birlikte 13 kişi resim çekiliyoruz Vedat Karakaya’nın tripodun kamerasında.

Toprağımızı aldık ve Suyun Kaynağına Yolculuk resmen başlamış oldu. Şimdi tam olarak nehrin ağzını boydan boya geçen toprak yol yolun başındayım. Buradan bir resim çekiyorum. Burası daha dar ve toprak yol köprü olarak kullanılıyor. Yolun altında burada da künk konularak nehrin suları denize kavuşuyor. Resimde yolun altındaki künklerden akan su görünüyor.

Nehir solda, ona paralel yukarıya doğru toprak yolda gidiyoruz. Burada oluşan bitki örtüsü genellikle her nehir yatağında oluşan Ilgın çalıları henüz çiçek açmış. Çiçeklerle kaplı olan dallar bej rengine bürümüş Ilgınları.

Yolda benim gibi evi sırtında gezen yoldaşım ile karşılaştım. Kara kaplumbağası boz rengi ile ortama ayak uydurmuş. Kaplumbağa ile bisikletim KUZ’un resmini çekiyorum birlikte. Benim evim de bagajda yüklü turuncu çantalarımın içinde. Çantamın üzerinde Güneş panelini bağlayıp boşalan güç pilini dolduruyorum. Çantamın arkasına oturma matı bağlı. Alüminyum kaplı tarafı dışta kalacak şekilde sürücülerin dikkatini çekmesi için. Kaplumbağa toprak yolun tam ortasında durmuş, korkudan başı ve ayakları içeride.

Bergama krallığı, ardından Roma dönemi, önemli kent, altın ve zenginlik. Zenginlik ve önemli komutanlar olunca mezarları da öyle basit olmuyor. Hani ölen birisinin arkasından “Toprağın bol olsun” derler ya işte zengin krallar, komutanlar ölünce gömüldüğü yere herkes toprak getirerek büyük bir yığın oluştururlarmış. Bir de toprağı getiren zenginliğini belirtmek için bir avuç değil de arabalarla toprak getirip mezarın üstüne dökerek caka satarlarmış. Şimdiki zamanda zenginlerin düğününde takı takarlarken birbirleriyle yarışırlar ya kilolarca altın takarak. Kral yada zengin birine yalakalık yapmak için ne kadar çok toprak dökerse o kadar kral ailesinin gözüne girerlermiş. Bakırçay havzasında, Bergama ovası böyle toprak yığını tepeler görmek olası. Bir çok yere toprak yığını tepeler görebiliriz. Örneğin Sardes yakınlarında bir çok tümülüs var. Bir de en muhteşem tümülüs ise Nemrut dağında bulunmaktadır. Toros dağları, Adıyaman sınırları içinde olan Nemrut dağının zirvesinde Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı. Tümülüs mezar topraktan değil de yumruk kadar taşlardan 150 metre yükseklikte üçgen prizma şeklinde yapılmıştır. Diğer toprak tümülüsler mezar soyguncuları tarafından şimdiye kadar soyulmuştur ama Nemrut dağındaki Kommanege kralının mezarına hala ulaşılamamıştır. Mısırdaki piramitler de tümülüs benzer şekilde ama taş bloklardan devasa mezar yaptırmış Firavunlar. Firavun kendisini tanrı olarak halkına taptırdığı için kendini mumyalayıp piramit yaptırarak gücünü gösterse de tanrı değil de ölümlü olduğu apaçık meydanda. Tanrı ölür mü? ölmez. İnsanlar ölür. Anlayacağınız her yerde mezarlar aynı.

Karşımda ovada 30 – 40 metre civarı yükseklikte bir toprak tümülüs görünmekte.

Bakırçay havzası binlerce yıldır doğal erozyon sonucu bereketli ovaya dönüşmüş. Sanayi devriminden sonra gelişen teknoloji ülkemize geç girse de 50 yada 60 yıldır Bakırçay nehri kirlenmekte ve havzadaki bereketli tarlalar bu kirlilikten nasibini almakta. Uçsuz bucaksız ekin tarlası yemyeşil ve plastik siyah borular belli yerlere döşenmiş sulama yapmak için. Önümde telefon direği ve telleri. Direkte tabela beyaza boyalı olarak takılmış ama yazı yazılı değil.

Yol kıyılarındaki tarlalar sürülünce toprağa karışan gelinciklerin bir kısmı yol kıyısında kırmızı gelinliklerini giymiş baharı kutluyor.

Baharın müjdecilerinden biri de kelebekler. Onlar da kısacık yaşamlarında bahar danslarını yapıp yumurtalarını doğaya, geleceğe bıraktıktan sonra gücü tükenince kendilerini yere bırakarak yaşamları bitiyor. Gelecekten endişe duymadan huzurlu biçimde yatıyor asfaltta. Yumurtalarından tırtıllar çıkıp yapraklarla beslenip olgunlaşınca ördüğü koza içinde başkalaşıp kelebeğe dönüşüyor. Başkalaşan kelebek artık yeme içme olaylarına girmiyor. Başkalaşmış yapısı buna uygun değil. Olan enerjisi üremeye yetecek kadar. Bu güzellikleri doğada görmek çok güzel. Yaşam ve ölüm birbirini tamamlıyor.

Yerde artık gücü tükenmiş sarı kelebek asfaltta yatıyor. Siyah desenleri de gövde ve kanatlarına yayılmış.

Ana yol kavşağına çıkıp karşı yola, Zeytindağ yoluna geçiş yapıp tırmanışa başladık. Düz yoldan dik yokuşa gelmek bizi zorlasa da artık çıkacağız. Aslında Zeytindağ Bakırçay nehrinin biraz dışında ve yüksek bir konumda. Ama buraya çıkmamızın iki nedeni var. Birincisi Zeytindağ Bakırçay havzasından yararlanıyor. Köylülerin tarlaları ovada var. Ayrıca yamaçlarda da zeytinlikler. İsminden anlaşılacağı gibi zeytincilikle uğraşı var. Nehrin kirlenmesinde payları var az da olsa. İkincisi günlük alışverişi yapmamız gerek. Zeytindağ büyük bir kasaba. Olanaklar ve ucuz alışveriş yerleri var.

Kasabanın girişinde çeşme görünce durup sularımı tazeliyorum. Bisikletim KUZ ile çeşmenin resmini çekiyorum. Çeşmenin arkası evin bahçesi ve meyve ağaçları. Sokak Arnavut kaldırımı taşları ile döşeli. Solda yangın borusu yerden çıkmış bir metre civarı. Ucunda yangın vanası var.

Zeytindağ içinde bir kahvede mola veriyoruz. Zeytindağ da iki kişi daha aramıza katıldı. Bunlardan birisi Figen Gülgör ve Nursal Beşün. Figen’i yıllardır tanıyorum ama Nursal ile yeni tanıştım. Burada hem biraz dinlenip çay, soda ile takviye yaptık hem de kahvedeki insanlarla sohbet ettik. Bisiklet turunun amacını kasabalılarla paylaşıyoruz. Onlar da gençliklerinde Bakırçay’dan balık tutup yediklerini anlatıyorlar. O zamanlarda yaz aylarında yüzüp serinlediklerinden bahsettiler. Bakırçay temiz akıyormuş bir zamanlar. Şimdi kokudan yanına bile yaklaşamadıklarını söylüyorlar. Şafak insan eliyle yapılan erozyon ve kirlilikle ilgili bastırdığı bildiriyi kahvedeki insanlara veriyor. Nehirlerimiz kirlenmesin ve temiz akması sizin elinizde diyerek. Marketten alışverişi yaptıktan sonra hep birlikte yola çıkıyoruz.

Solda bahçe tel çit ile çevrili. Asfalt yolda giden bisikletliler. Yolun kıyısında elektrik direkleri ve telleri. Elektrik telleri alçak gerilim dağıtıyor evlere.

Yolda köylerden geçiyoruz, bunlardan birisi Bozyerler köyü. Civardaki köylerin bir kısmı Boz ile başlıyor. Bozyerlere hoşgeldiniz tabelası bizi karşıladı köyün girişinde. Telefon direği ve kablosu köye gidiyor. Köyün elektriğini sağlayan orta gerilim hattı son direkteki trafo ile besleniyor elektrik ile. Solda ağaç kümesi, ağaçların arkasında köyün camisinin minaresinin sivri kısmı görünmekte.

Bozyerler köyünden sonra resim çekmediğimden Ferdi Kızıl, nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen’in resimlerini kullandım.

Daha çok Ferdimenle birlikte hareket ettiğimizden birbirimizden pek ayrılmadık bisiklet sürerken. Ferdimen bir sanatçı ve güzel fikirleri, enstantaneleri çok iyi görüyor. İşte bunlardan biri. Benim gelmemi beklerken bisikletin aynasından benim resmimi çekiyor.

Arkadaşlar Bozyerler köyünde mola vermişler. Ben de göye gelince aralarına katıldım. Çam ağacı gölgesinde kalan kahvenin sundurmasında oturup çay, soda, ayran içerek bir şeyler atıştırıyoruz enerji toplamak için.

Moladan sonra Şafak’ın daha önceden bildiği dere kenarında piknik yapılan bir yere götürdü. Burası biraz çukurda kalıyor ama çam ağaçlarının altı gölge ve akan küçük çayın güzelliği ömre bedel. Bu çay daha ileride Bakırçay’a karışıyor. Burada sanayi olmadığı için su tertemiz akıyor. Bakırçay’ın kirli sularına karışması bizi üzmekte. Daha önce ateş yakılmış taşların arasında çoban ateşi yakıyor arkadaşlar. Burada öğle yemeğimizi pişirip yiyoruz. Kimisi yerde oturmuş, kimisi ayakta dineliyor. Antalyalı grubun katlanır sandalyeleri var. Onlar keyfine düşkünler. Katlanır bez sandalyede oturuyorlar. Ben ise yere uzanmış olarak dinleniyorum yemeğin üzerine. Ateş ocağından duman tütüyor.

Yemek için indiğimiz yerden tekrar yokuş çıkarken biraz zorlandım. Yemeğin üstüne yokuş çıkmak zor oldu benim için. O yüzden geride kaldım iyice. Ben geride kalınca arkadaşlar merak edip beklemişler beni yol kıyısında, gölgelik bir yerde. Onları beklerken buluyorum.

Düzlüğe inince Bozköy de kahvede yine mola verdik. Buradan sonra ana yola çıkacağız. Köyün meydanı, sağda kahve, kırmızı tentesini açmış gölge yapıyor. Birkaç bisikletli tentenin gölgesinde dinlenirken karşıda dut ağaçları gölgesinde diğer arkadaşlar dinleniyor. Meydanın bitiminde, karşıda bir sokak zig zag şeklinde gidiyor. Evler tek katlı, kahvenin yanındaki evin çatısında güneş enerjisi konulmuş. Bedava su ısıtıyorlar.

Molayı bitirip yola çıkıyoruz, yakında olan ana yola çıktık. Burada Bakırçay Nehrini geçiyoruz köprüden. Yol solda, nehir sağda yeşillik içinde.

Ana yoldan devam ederek Bergama’ya ulaştık. Tabelada yazan yazıya göre nüfusu 102.000 olarak belirtilmiş. Yolda giden bisikletçilerden birisinin sır çantası var.

Bergama girişinde olan Kleopatra ılıca tesislerine giriş yapıyoruz. Daha önce tesislere bakan belediye çalışanı ile izini almıştık tesislerde kalmak için. Bize gösterdikleri yere, tenis kortu yanı, duşların dibinde çadırları kuruyoruz. Çantalardaki eşyaları çıkarıp çadırlara koyduktan sonra görevli gelerek bizlere duşları açtı. Yorgunluğumuzu sıcak duş alarak attık, terli giyecekleri de yıkayıp ter kokularından arındırarak kuruması için ipe astık. Yeşil alanda 4 çadır kurulu, çadırlardan biri yeşil renkte, diğerleri mavi ve lacivert renkte. Arkada duş aldığımız bina var.

Duşumuzu alıp çimenlerin üzerine oturup sohbetlere başladık. Cem ve Bahadır çadırların önünde sohbete dalmışlar. Konuştukları konu da yemek üstüne. Çünkü Cem vejetaryen Bahadır Vegan. İkisi de yemeklerde et yemediği için ne yiyeceklerine karar vermeye çalışıyorlar. Arkada tenis kortunun yüksek tel çiti, bir kısmı tamamen kapalı.

Bergamalı bisikletçilerden bir kaç kişi geleceğimizi duymuş. Bulunduğumuz yere gelip buluştuk. Bergama’dan ismini bilip tanıdığım Nejat Simit var. Yanında gelenlerle tanışıp masalara oturarak sohbete başladık. Gelenlerden birisi sazını getirip bizlere saz çalarak türküler söyledi. Türkülerine bira içerek eşlik ettik.

Bergamalı bisikletçi dostlarla poz veriyoruz kameraya.

Bergama belediyesi tesislerinde yemekhanede akşam yemeği yiyoruz, toplam 15 kişi karşılıklı uzun masada oturmuş yemeği bekliyoruz.

Bergamalı bisikletçiler gittikten sonra çadırların önünde oturup bir süre sohbet ediyoruz. Sohbet ederken kahve pişiriyorum arkadaşlara.

Bergamalı arkadaşlarla bir süre saz çalıp türküler söylüyoruz. Bizlere bu tesiste kalmamıza ve akşam yemeği için Bergama belediyesi Unesco biriminde görev alan Bülent hocaya teşekkür ederiz. Bülent hoca aynı zamanda ABAK turunda Akropol ziyaretinde bize rehberlik etmişti. Yemeğin ardından çadırlarımızın yanındaki tenis kortunda akşam maçını izledik. Genç sporculara tezahürat ederek destek olduk maç boyu. Fazla geç olmadan çadırıma girip derin bir uykuya daldım. Bu gün biraz yoruldum sanki.

Bu gün yaptığımız toplam yol 43 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Büyük Taarruz 2. Gün

6 Eylül 2015 Pazar

2. Gün Taytan – Adala – Poyrazdamları – Sart

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanı

 

Öne çıkmış olan görsel, Büyük Taarruz katılımcıları kalabalık olarak bisikletleriyle poz vermiş, kimisinin elinde Türk bayrakları.

Güzel düşlerin getirdiği rahatlıkla dinlenmiş olarak güneş henüz doğmadan uyanıyorum. Güneşin doğuşunu kaçırmamalıyım. Hemen çadırımdan çıkıp hazırlıklarımı yaparak güneşin doğuşunu beklemeye başladım. Diğer çadırdaki arkadaşlar da henüz uyanmaya başladılar. Kimisi henüz uykuda, onlar da birazdan uyanır. Çadırımın içinden dışarısı, sağda söğüt ağacının gövdesi, solda çadırlar.

Ağaçların ardından güneş kendini göstermeye başladı. KUZ ve kıytırık ta benimle beraber güneşin doğuşunu izliyor sessizce.

Rüzgar olmayınca havuzda kıpırtısız bir su yüzeyi ve binaların yansıması.

Güneş ise yükselmiş su yüzeyine yansıması parlak ve gözle bakamıyorum bile.

Kahvaltı faslından sonra Salihli bisikletçileri de aramız katılarak hep birlikte resim çekiliyoruz. Kiminin elinde Türk bayrağı var. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İlk molayı Taytan köyünde veriyoruz. Yola henüz çıkmamıza rağmen herkesin toplanması için durduk. Durunca da çaylar, sodalar ısmarlandı. Kahveler içildi. Elbette kahveyi kendim yaptım, şanslı olan üç kişi içebildi sadece. Yol kıyısında bekleyen bisikletçiler.

Adala köyünün içinden geçen, ya da Gediz nehrinin kıyısına yapılan Adala köyünün dar bir yerine yapılan bent üzerinde ki köprüde durup resim çekmeye başladım. Bu bent nehrin sularını bir miktar depo edip iki yöne doğru yapılan kanallara su vermekte. Köprü üstünde bisikletim ve gölet.

Köprünün üzerinde resim çekerken katılımcıların resmini de çekmeden olmaz. Bisikletçiler köprüden geçiyor grup olarak.

Grubun ortasındaki bisikletçileri çekiyorum.

Son olarak en arkadan gelenleri çekiyorum.

Nehrin yatağı her zaman olduğu gibi sulak yerleri seven söğüt ağaçları ile kaplı.

Şafak Omaç’ı ayrı yere koymak gerek, Bu tura gönülden inanan ve katkısı anlamlı. Ayrıca kampçılık konusunda ki deneyimleri akşamları kamp ateşinin yanmasına neden oluyor. Şafak Omaç varsa kamp ateşi mutlaka olur. Bu kaçınılmaz. Ben katıldıktan sonra sevinci arttı. Kamp daha da neşeli oldu.

Nehrin üzerine asma köprü yapılmış, biraz da boğaz köprüsüne benzetilmiş.

Adala köyünde mola verdik, burada çay ikramı ile gölgelik bir yerde dinleniyoruz. Güneş yükseldikçe sıcaklık iyice artmaya başladı. Molanın ardından Salihli bisikletçileri ile beraber topluca Atatürk evinin önünde resim çekiliyoruz tarihe tanıklık etmiş binanın önünde. Gazi Mustafa Kemal bu binada kalarak bir süre savaşı kurmayları ile beraber yönetmiş.

Adala dan yola çıkıp Poyrazdamları ve yakınındaki Kemerdamları köyünün olduğu alana, Marmara gölünün kıyısına geldik. Burada kaçan Yunan ordusu iki koldan kaçmaya devam ederken çetin savaşlar olmuş. Bir kol Turgutlu yönüne, Diğer kol Akhisar yönüne ayrılmış. Böylece ikiye bölünen ordu daha kolay yenilmeye başlamış. Yenilen ve bozguna uğramış Yunanlılar güvenlikten yoksun olarak daha da hızlı kaçmaya başlamış bu bölgede. Akhisar yönüne kaçanlar azalınca Yunan ordusunun ana kolunun bulunduğu Sart yönüne doğru hücum devam etmiştir. Arkalarından yetişmek imkansız gibi. Zaten Dünya tarihinde bu kadar hızlı bir hücum ve kaçış görülmemiş şimdiye kadar. Bu kadar kaçmalarının nedeni Yunan askerlerinin köylerde yaptıkları katliamların sebebi. Masum sivil köylü kadınları, çocukları, yaşlıları hiç acımadan süngüden geçirmeleri İngiliz belgelerinde bulabilirsiniz. Türklerin intikam almalarından korkmaları bu yüzden. Vicdanları bu kanlı toprakları bir an önce terk etmelerini söylüyor bilinç altında. Kan ve gözyaşı insanı rahat bırakmaz. Kaçarken de köyleri ateşe verip öyle kaçıyorlar.

Yeşil alan, daha ötede Marmara göl kıyısı ve göl.

Bir zamanlar atların nal izleri ve asker postalı ile iz bırakmış topraklarda şimdi Kurtuluş savaşında Türk askerlerinin tarihini bir anlamda yaşatmak için bisiklet tekerleklerinin izlerini görmek mümkün.

Öğle yemeği için gelen kumanya güneşin anlı kabağında yenmeyeceğinden bir kaç ağacın gölgeliğine gelip yiyoruz. Sonrasında Kemerdamları köyünde yapılan hayır lokmasından da tadıyoruz. Bunların yanında üzüm salkımları da bir tepside sunuluyor. Sart köyüne hareket etmeden önce ikramlar iyi oldu. Köylü kadınlarına teşekkür edip yola çıkıyoruz Marmara gölü kıyısından toprak yoldan gitmeye başladık.

Marmara Gölü mevcut tabii bir depresyonun 1938-1945 yılları arasında doğu ve güneydoğusunun 5750 m uzunluğunda ve 5.54 m yüksekliğindeki yapı ile sedlenmesi ile Gediz Havzası Sulamalarına su vermek için gölet haline getirilmiştir.

Marmara Gölü, üç derivasyon yapısı ile beslenen, gövde inşası ve su alma yapısı ile sulamada kullanılan suyu depolayan, göl yüzey alanı doğal durumuna göre yaklaşık iki kat büyüklüğe erişerek 71 km2 ye, maksimum derinliği 7.20 m’ye ve hacmi 320 hm3 kapasiteye ulaşmış olan, hacmi itibariyle aynı bölgedeki Seferihisar Barajı (29.1 hm3), Avşar Barajı (69.0 hm3), Sevişler barajı (127.0 hm3), Güzelhisar Barajı (158.0 hm3) vs. Barajlardan daha büyük olma özelliği taşıyan ve Gediz sulamalarının ana su kaynağı olarak teknik ve idari bakımdan bir  gölet olarak kabul edilmektedir.

Marmara gölünü yakından çekiyorum.

Marmara gölünden boşalan su için kanal sayesinde ovaya tarım sulaması için kontrollü su bırakılmakta. Suyun debisi de bayağı yüksek. Su sesi gürültülü çıkıp gidiyor kanalda.

Ovada tek çam korusu gölün kanala su bıraktığı kapakların olduğu bir alan. Çamların gölgesinde bir süre dinleniyoruz. Buranın yeşil ve çam korusunun kalmasının nedeni Kurtuluş savaşımda şehit düşmüş kahramanlar için yapılan şehitliğin olması. Burada şehitlere saygı duruşunda bulunuyoruz. Bu şehitlik pek bilinmiyor açıkçası. Nedense unutturulmaya çalışılıyor Kurtuluş savaşı şehitliklerimiz. Şehitlik denilince oluşturulan algı Çanakkale şehitliği olmakta. Çanakkale tarihimizde ve dünya tarihinde en büyük savaşlardan birisi ama sonucunda İstanbul işgal edilerek savaş sonunda ülkemizi paylaşmaya başlamış emperyalist güçler. Oysa ki şimdiki Türkiye Kurtuluş savaşı sayesinde kurtulup bağımsızlığını sağlamış. Bunu da yapanlar burada şehit düşenlerin sayesinde. Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes ve yurt dışında kalmış soydaşlarımız buradaki şehitliklere sahip çıkıp yüceltmeleri gerek.

“Şafak şafak yandı gök 
Bir kızılca kıyamet bitti 
Kızıltaş yamaçlarıda, 
Şehadetin sevinci eridi 
Yaşamanın tadında… 
Yeryüzü görmedi böyle bir savaşı 
Makineliye karşı et 
Topa karşı kemik saldırışı…”

Cenab Ozankan

Marmara gölünden kanallara kontrollü su bırakılıyor. Sular 6 kolon arasından geçiyor. Kolonların üstü yol.

Bir süre kanal ile birlikte toprak yolda ilerliyoruz.

Sart köyüne gelmeden yol kıyısında tek olarak kalmış çam ağacının gölgesinde arkadaşlar bizleri bekliyor. Herkes geldikten sonra hep birlikte kamp yapacağımız yere doğru gideceğiz.

Sart içine gelince tarihi duvar kalıntılarını görmeye başladık.

Sart harabelerinden restore edilerek ayağa kaldırılan Sinagog.

Kamp yapacağımız yer köyün yukarısında, hafif bir tırmanışın ardından Sart deresinin kıyısında mesire ve piknik yeri olarak ta kullanılan alana geldik. Bisikletim kamp kuracağımız yerde park halinde.

Kendi eşyalarımı kendim taşıdığımdan çadırı ilk önce kuran ben oluyorum. Diğerleri eşyaları taşıyan minibüsü bekliyor gelecek diye.

Antik dönemin en zengin devleti Lidya ve başkenti Sardes tüm muhteşemliğini tanrılara devasa tapınaklar yaparak göstermiş. Tabi para olunca böyle tapınaklar yaptırmak kolay. Para demişken ilk parayı basıp kullanan Lidya krallığı olmuş. Para da Sart deresinden akıp gelen altın  kullanılmış.

Her antik kentte olduğu gibi bir zamanlar tarihi bilince sahip olmayan Osmanlı yabancı soygunculara istediklerini alıp gitmelerine izin verilmiş. O zamanlardan kalma vinçler, raylar ve küçük vagonlar görmek olası. Kim bilir ne hazineler ve değerli eserler götürülmüş Amerikalılar tarafından. Hem de hiç bir ücret ödemeden. Vinci alıp götürmeye değer bulmamışlar ki paslanmaya bırakılmış öylece.

Bir tapınağın temel kalıntıları.

Artemis tapınağını gezmeye başladık. Gezerken de rehber bize Lidya krallığını, zenginliğini, tapınaklarını anlatmaya başladı bir yandan.

Sardes, Hermos/Gediz havzasında, Paktalos/Sartçayı kıyısında ve Tmolos/Bozdaği’ın batısındaki tepelerin kuzey yamaçları üzerinde, mythos öyküsüne göre Meles adlı bir kral tarafından kurulmuştur. Blok mermerler, karşıda iki dev sütun görünüyor.

Blok taşların içi dikdörtgen oyulmuş.

Antik döneme ait yunanca yazıt buralar hakkında bilgi veriyor.

Diğer bir kayada da Yunanca yazılar var.

Bir yazılı kaya daha.

Bir yazılı kaya daha, bu kaya yandan çatlamış.

Yerde süslü sütun başlığı.

İki dev sütun ve tapınak kalıntıları.

Tapınağın dibinden, temel blok taşları ve sütun.

Lydia Krallığı’nın başkenti olan Sardes kenti, M.Ö. 6. Yüzyılda Perslerin Lydia Krallığı’na son vermelerinden sonra bir Pers satraplık merkezi haline gelmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde de önemini koruyan, Bizans Döneminde önemli bir piskoposluk merkezi haline gelir.

Hamam Gymnasion Kompleksi; Hamam-gymnasion kompleksinin doğu yarısını kaplayan sütunlarla çevrili palaestra (kare avlu), spor etkinlikleri için, bu mekanın batısındaki tonozlu salonlar ise hamam olarak kullanılmaktaydı. Palaestradan hamam bölümüne geçişi sağlayan iki katlı ve sütunlu mekan, mermer avlu olarak adlandırılmaktadır. Kentteki hamam-gymnasion kompleksinin palaestrasının güneyinde bulunan bazilika formundaki yapı, Roma İmparatorluk Döneminde (3.yüzyıl) bir sinagog haline getirilmiştir.

Artemis Tapınağı; Hellenistik Dönemde yapımına başlanan tapınak, muhtemelen eski bir Kybele kültünün kutsal alanında yer almaktaydı. Tapınak İon tarzında olup, pseudodipteros planlıdır. Başlangıçta Artemis adına yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde tapınağın cellası dört bölüme ayrılmış, bu bölümlerde Artemis, Zeus Polieus, Roma İmparatoru Antoninus Pius ve karısı Faustina’ya ait heykel başları bulunmuştur. M.S. 17 yılındaki depremde yıkılan tapınak, İmparator Tiberius zamanında eski plana göre tekrar inşa edilmiştir. 4. Yüzyılda tapınağın güneydoğu köşesine bir şapel eklenmiştir.

Dev sütunun dibinde rehberin anlattıklarını dinliyoruz.

Sütun diplerinde yapılan işçilik mükemmel, dairedeki kabartmalar öyle hesaplanmış ki kabartmalar arasındaki mesafe aynı ölçüde. Aynı zamanda her sütun değişik kabartmalar ile süslenmiş. Böyle işçilik zenginliği ve ustalığın boyutlarını görmemizi sağlıyor. Hayranlık duymamak elde değil.

Bu da diğer sütunun süslemeleri, diğerinden farklı oyulmuş.

Tapınak kalıntıları, büyük mermer bloklardan yapılmış.

Sütunların yarısından fazlası yok.

Bu sütun daha da değişik ve ince işçiliğin mükemmeliyeti.

Yerde uzun bir kiriş boylu boyunca yatıyor.

Manisa İli, Salihli İlçesi, Sart Beldesi sınırları içerisinde yer alan Sardes Antik Kenti, Demir Çağı Lidya Krallığının başkentidir. Batı Anadolu’yu hakimiyeti altına almış bir imparatorluğun başkenti, sikkenin doğum yeri ve adı hayal bile edilemeyecek zenginlikle özdeşleşen Krezüs’ün (Karun) vatanı olan Sardes, antik dünyanın önde gelen şehirleri arasında yer almaktaydı. Şehir, kent planlaması konusunda emsalsiz olup, Mezopotamya dışındaki en büyük savunma duvarı ile çevrelenmiştir. Günümüze kadar koruna gelmiş olan dünyanın belki de en görkemli İon düzeni tapınaklarından birine ev sahipliği yapan antik kent, korunmuş Roma yapıları içerisinde anıtsal bir hamam-gymnasium kompleksi ve antik dünyanın en büyük havrasına sahiptir. Lidyalıların başkenti ve tek şehri olan Sardes’ten başka hiçbir şehir ortadan kalkmış bu uygarlıkla doğrudan bağlantılı değildir. Marmara Gölü’nün güney kenarında yer alan ve Lidya tümülüs mezarlık alanı olan Bin Tepeler, dünyanın en büyük tümülüs alanıdır. Lidya tümülüsleri, M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda bu peyzajın önemini ortaya koyan unsurlardır. Kraliyet mezarlığı olarak Sardes’e sıkı bir şekilde bağlı olan Bin Tepe, daha erken ve daha geç dönemlere tarihlenen kalıntıları ile Lidya dönemine ait sadece bir mezarlık alanı değil, kültürün devamını gösteren bir anıttır.

Yüksek duvarlı bir yapı.

Tapınağın güney-doğu köşesindeki Küçük Bizans Kilisesi M.S. V. yüzyılda yapılmıştır. Yarım yuvarlak apsisli, tek nefli bir yapıya daha geç devirlerde bazı ekler yapılmıştır.

Sütun süsleme işçiliğini yapan ustanın kendi bilgilerini eklemeyi unutmamış. Tam süslemelerin başladığı yere Yunanca yazılar yazılmış.

İki dev sütunu boyluca çekiyorum.

Frig Kralı Gordios ölmüştür. Halk çok üzgündür. Kral Gordios, yerine geçecek kimse bırakmamıştır. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kâhinlerden yardım ister. Kâhinler kehanette bulunurlar ve şu andan itibaren Gordion’a arabasıyla ilk giren kral olacaktır derler. Kehanete uygun olan ise Kral Midas’tır.

Bu günkü Fethiye olan antik kent Telmessos’tan demir çemberli tekerlekleri olan bir araba ile ayrılan Midas Kral Yolunda haftalarca zorlu bir yolculuk yaparak, Bey dağlarıyla Toros dağlarını aşar. Yanında yaşlı annesi ve babası ile Kuzey Frig ülkesine ulaşmaya çalışır. Kehanetin gerçekleşmesi  için zamanda geri sayım başlamıştır. Zorlu bir yolculuktan sonra arabasıyla Gordion’a girerler, Gordion’lu kâhinlerin kehaneti uyarınca Frig Kralı seçilir.

Midas Frig ülkesinin bilinen iki kralından bir tanesidir. Frigya en parlak dönemini Kral Midas’la yaşamıştır. Midas şüphesiz çağının en ünlü krallarından biridir. Döneminde Frigya güçlenmiş, zenginleşmiş, bolluk ve refaha ermiştir. Öyle ki, Kral Midas’ın dokunduğu her şey altına dönüşmektedir.

Şarap tanrısı Dıonısos’un yoldaşı Satıros, bir gün Frigyayı gezerken, Midas’ın sarayının gül bahçesinde uyuyakalır. Kral Midas’ın adamları, Satıros’u bulurlar ve Midas’ın yanına getirirler. Midas, Satıros’u uzunca bir süre sarayında ağırlar, izzet ikramda bulunur. Midas’ın konukseverliğinden çok etkilenen Şarap Tanrısı Dıonisos, kralın kendisinden bir dilekte bulunmasını ister. Kral Midas ”Dokunduğum her şey altına dönüşsün, böylece daha zengin olayım” der.

Midas’ın dileği, Şarap Tanrısı tarafından kabul edilir. Ancak aynı gün akşam yemeğinde, dokunduğu yiyecek ve içeceklerin altına dönüştüğünü görünce, tanrı Dıonısos’tan, bu uğursuz gücü geri almasını ister. Midas’ın durumuna acıyan tanrı, krala Paktalos ırmağında yıkanmasını söyler. Bu ırmakta yıkanan Midas, tuttuğu her şeyin altına dönüşmesinden kurtulur. O günden beri de, bu ırmakta bulunan altın parçacıkları, bu efsaneye bağlanır.

Yüksek temelli yapı kalıntıları ve iki sütun.

Günümüz bahar çiçekleri ardında geçmişin tapınakları terkedilmiş. Ve sessizlik içinde geleceğe neler getirecek kimbilir… Hayıt ağacının mavi çiçekleri.

Kazı ekibinin yaptığı mermerden çeşme, pek işçilik yok. Sadece geometrik bir yapı. İşçiliğin yanı sıra çeşmede de su yok, akmıyor.

Sart yer haritası ve bilgilendirme yazısı. Böylece tarihi yolculuğumuz da bitince günümüz dünyasına dönüyoruz.

Akşam yemeğinin ardından çadır alanında toplanıp sohbet etmeye başladık. Cem Koç bizlere fıkralar anlatmaya başladı. Herkes bir şeyler anlatarak sohbet koyulaşmaya başlayınca Ergun Kuyumcu dağcılıktan bir arkadaşının yaşadığı ilginç bir aşk hikayesini bizlere anlatıyor;

Ali Gençlik yıllarında Üniversiteye giderken kız arkadaşı ile birbirlerini çılgınlar gibi seviyor. Gel zaman git zaman ellerinde olmayan bazı ailesel nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalmışlar. Kız ailesi ile başka bir şehre taşınmış. Şimdiki gibi cep telefonu internet yok ki görüşmeye devam edebilsinler. İkisi de çok direnmiş çok caba harcamışlar irtibatı kesmemek için. Ama maalesef hayat onları öyle bir ayırmış ki kopmuşlar, koparılmışlar birbirlerinden. Aşk acısı ile İzmir’e sığamamış Ali. Nereye gitse hep hatıralar var. Her sokakta her kafe de her sinemada.

Bu acıdan kaçmak için vermiş kendini yollara dağlara… Çok az bir para ile otostop yaparak önce İran sonra Pakistan, Hindistan derken kendini Katmandu da Tibet te bulmuş. Dağlar da mistik tapınaklarda umut aramış aşk acısına. Ama ne çare. Üç ay sonra mecburen dönmüş Türkiye’ye. Bu kez de tüm Türkiye dağlarını tek tek tırmanarak aşkını zirvelerde haykırarak evrene mesajlar iletmiş.. Zaten dağcı olduğu için bu konuda sıkıntı yok. Araya askerlikler başka şehirler de çalışmalar girmiş. Yıllar geçse de yürekte hep o sızı kalmış … Bu olaydan 12 yıl sonra bir iş arkadaşı ile evlenmiş. Şimdi boyunca kızı var. Ama o evlilikte uzun sürmediği için yıllar önce boşanmışlar. Ayrıldığı kız da yaşamında olaylar pek farklı gelişmemiş. O da biri ile evlenmiş ama mutlu değil. O da boşanmış yıllar önce. Aradan gecen 25 yılda defalarca farkında olmadan aynı şehirde yaşayıp teğet geçmişler birbirlerini.

Bir gün ikisini de tanıyan üniversiteden bir arkadaşları bunları bir araya getirmiş. Unutulmaz bir an… Kız cebinden küçük bir taş çıkarmış . Ona yıllar önce Erciyes dağından uğur getirsin diye getirdiği taşı. Hala saklıyormuş cüzdanında. Gözler dolu dolu sarılmışlar birbirlerine. Şimdi çok güzel bir beraberlikleri var. Çok mutlular ve kaybettikleri onca yılın intikamını alırcasına hep birlikte tatil yapıp seyahatlere çıkıyorlar. Artık hayat ta hiç bir şeyden umut kesilmeyeceğini yaşayarak öğrenmişler. Ask varsa her şey mutlaka sonucunda güzel oluyor. Aşk bazen insanlara acı da verse bazen mutlu sonla bitebiliyor.

Bu duyduğum en güzel aşk hikayesi şimdiye kadar. Mutlu sonla bitmesi aşkın ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı.

Bizler dikkatlice dinlediğimiz yaşanmış aşk hikayesinden etkilendik ve bir süre kimse bir şey diyemedi. Öylece sustuk, sadece Ağustos böceklerinin sesi duyuluyordu gecenin karanlığında. Sekiz kişi oturmuş muhabbet ederken.

Sohbet bitiminde gelen haberlere göre askerlerimize hain pusu kurularak onlarca askerimizin şehit edildiğini öğreniyoruz. Moralimiz bozuluyor yatmadan önce. Devletin yanlış politikaları ülkeyi bu hale getirdi ne yazık ki. Herkes sessizce çadırına çekilip yatıyor. Kelimeler tükendi artık.

Bu gün yaptığımız yol 66 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 5. Gün. Denizli Bisiklet Festivali 2. Gün

23 Mayıs 2015 Cumartesi

5. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

Denizli – Pamukkale – Denizli

 

mektuplarınız yok ki sizin

gideceği adresler olsun

yemiş yüklü dallara olmayan kollarınızı nasıl uzatacaksınız?

çiğnenmekten vaktiniz kalmadığından zaten

kalkıp bir kıra,

bir buluta ayak basamayacaksınız

trenleri doldursanız da boş kalacak vagonlar

Savaş Ay

 

Öne çıkmış olan görsel, Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı.

20150523_111814

Ay dolandı geceye, gece karanlık ve soğuk. Ay aydınlık o da soğuk. Ay ile gece gün ağarıncaya kadar sarmaş dolaş ama kimseyi incitmeden. Gün ağarınca ayrıldılar tekrar buluşmak için. Akşam içtiğim nefis  ev şarabının etkisi sabaha karşı baş ağrısı ile kendini gösterdi. Kafamda sanki bir ton yük var ve başımı dik tutamıyorum. Zar zor sabah kahvaltısını yapıp hazırlanıyorum. Bu gün güzel yerler göreceğim ve ilk defa Pamukkale’nin beyaz travertenlerini göreceğim. Aynı zamanda en önemlisi Antik Hierapolis kentini görmem olacak. Kafamı zorla dik tutarak grup ile birlikte yola çıktım. Rakım olarak Pamukkale’ye göre daha yüksekte olmamız nedeni ile hızlıca şehrin ana caddesinden inip Pamukkale’ye vardık bile. Geçtiğimiz yerlerde resim çekmeye değer bir şey olmadığından anca Pamukkale de günün ilk resmini çektim. Oğlu ile birlikte pedal çevirerek geçenler.

20150523_095920

Arkasından diğerleri geldi. Pamukkale girişi rampalı olduğundan geçenleri rahat biçiminde çekebildim. Eeee resim çeken olunca yol kıyısında hemen de poz verirler. Kadın bisikletçi.

20150523_095942

Biri kadın, biri erkek iki kişiyi çekiyorum.

20150523_095958

İki kişi daha geçiyor önümden.

20150523_100000

Hep ikişer geçiyorlar.

20150523_100014

Sonunda tek bir kişi kadraja giriyor.

20150523_100023

Bir kadın da tek geçiyor önümden.

20150523_100037

Kalabalık olunca hepsini çekmeme olanak yok, o yüzden yoluma devam ediyorum. Pamukkale’nin beyaz travertenleri yolun sonunda göründü.

20150523_100220

Daha önce buraya kadar gelmiştim ama üzücü iki haberden dolayı hiç bir yeri görmeden geri dönmek zorunda kalmıştım. Başım çatlasa da bu gün gezeceğim hiç görmediğim güzellikleri.

Ne demiş şair; “En güzel şey henüz görmediklerindir.”

20150523_101745

Travertenlerin üzerinde yamaç paraşütçüsü dolanıp durmakta. Havadan görmek daha da güzel olurdu sanırım. Daha geniş bir alanı rahatça görebilir paraşütteki kişi.

20150523_102856_hdr

Pamukkale travertenleri beyazlığı ile gerçekten görsel olarak çok güzel. Uzaktan da yakından da. Beyaz travertenler yamaçta, düzlükte yeşil sazlarla kaplı göleti park haline getirmişler.

20150523_103341

Buradan da girişi var ama biz yukarıdaki kapıdan gireceğiz. O yüzden yola devam. Uzun bir kortej olmuş bisikletçileri çekiyorum.

20150523_103722

Yer altından çıkan termal suyun içindeki Kalsiyum Hidro Karbonat hava ile temasa geçince karbondioksit karbonatı terk ederek havaya karıştıktan sonra geride kalan Kalsiyum beyaz bir tabaka halinde sertleşir. Burada herhangi bir bitki yetişmediğinden beyaz renk tabakası ile doğaya renk katar. Depremlerle çöken, yükselen toprak ilginç yapılar oluşturmakta. Beyaz travertenle kaplı tepe. Sanki dağın tepelerine kar yağmış, etekleri yeşil otlarla kaplı.

20150523_103727

Yeni yapılmış kaymak asfalt zorlanmadan sessizce gitmemizi sağlıyor. Ses titreşimi olmadığından travertenlere zararımız olmuyor motorlu araçlar gibi.

20150523_103957

Uzakta ve yüksekte görünen travertenlerin üzerine çıkacağız. Önde sararmaya başlamış tarla var.

20150523_104452

Hafif yükselince Denizli şehri ve karlı tepeleri ile Babadağ görüntüye giriyor.

20150523_104457

Geldiğimiz yönün resmini çekiyorum travertenlerle birlikte.

20150523_104502

Daha da önümüzde yokuş var ama az kaldı.

20150523_104810

Avrupa birliği sözleşmesinin 27. maddesi çevre ile ilgili. Öyle olunca KUZ zaten çevreci, bu bayrağın anlamına da yakışır. Doğayı kirletmeyen, çevreci ve sağlıklı yaşam kaynağı bisiklettir. Ben de onun bir parçası olarak mutluyum ve sağlıklıyım. Daha ne olsun ki?

20150523_105859

Antik kentin dış mekanları olan mezarlıklara geldik. Mezarlar görkemli. Bakalım kent ne durumda, merak içindeyim.

20150523_110148

Antik kent Hierapolis girişindeyiz, ücret ödemeden içeri giriyoruz. Herhalde buralarda yarış yapılmış, finiş ve bitiş yazılmış şişme kemere.

20150523_110435

Antik kentin giriş kapısı ile harabelerin olduğu yer arasında epey bir yol var. İşte böyle yerlerde insanlar yürümek zorunda kalıyor. Bu durumdan şikayet edenler kim? Tabi ki her yere araba ile gidenler. Hani kapı olmasa araba ile ta antik tiyatronun sahnesine kadar gidebilirler diye düşünmekten edemedim kendimi… Bizler öyle miyiz? Elbette değiliz, öyle olsaydık bisikletlerimizle buraları görmek için 25 Kilometre pedal çevirir miydik. Böyle olmasından memnunum. En azından 250 kişi arabalara binip doğaya gaz salımını yapmadı, çevre de kirlenmedi. Antik kente giden taş yollar, çevre de yeşillendirip çiçeklerle süslenmiş.

20150523_110546

Dedim ya antik şehrin dış mahallesindeyiz, burada mezarlıklar var. Antik adı ile Nekropol. Mezar yapılarının görkemine bakılırsa Roma döneminin zengin kişileri için yapılmış. Savaşta ölmeyip termal hamamlarda ihtiyarlığında ölen şişko, yağlı, obez Romalı generaller ve para babaları kendilerine bir ev kadar kayalardan mezar yaptırmış. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de durum değişmedi. Mezarlıklara gidip bakın. Soğuk mermerden yapılan mezarlara dünyanın parasını vermekten kaçınmazlar. Sanki tahtalı köyde huzur içinde yatacaklar işledikleri günahları cehennem ateşinde yanarken….

20150523_110846

Nekropoller

Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür.

Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)

Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.

Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir ya da birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)

Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur. Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir. Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır.

Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Taşlardan yapılmış mezar lahitleri.

20150523_110849

Antik kente ulaşmak için yürümüyoruz ama pedal çevirmek bizim işimiz. Taş döşeli temiz yolda gidiyoruz bisikletlerimizle.

20150523_110852

Önümde Gülhan Etiler durmuş ileriye bakarken çekiyorum. Sağda yüksek bir bina var, müze olmalı. Yerler Arnavut kaldırım taşları döşenmiş.

img_0661

Çevre düzenlemesi çok iyi olmuş, termal sular buraya kadar getirilip insan yapımı traverten yapılarak ayrı bir güzellik katmış. Traverten dört kademeli yapılmış.

20150523_111249

Bu güzelliğin yanında kırmızı ve beyaz çiçekler ayrı bir desen oluşturmuş tarihi doku içinde.

20150523_111442

Kırmızı – beyaz çiçeklerin görünümü harika. Arada kırmızı güller de var.

20150523_111551

İlk kalıntılar göründü, kemerli yapılar Roma döneminde buraların zenginliğini gösteriyor. Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150523_111814

Tarihi kalıntılar çoğalmaya başladı.

20150523_112130

Çoğu yıkılsa da ayakta kalan yapılar muhteşem. Binalar devasa insan boyuna göre. Yüksek, üç kemerli bina. Çatısı yok.

20150523_112142

Kalın sütunlu, üzerinde kirişler olan bir kalıntı.

20150523_112328

Sanırım antik kentin giriş kapısına geldik. Üç kemerli, yüksek bir kapı, yanları kale duvarı gibi kalın. Buradan içeri giriş yapıyoruz.

20150523_112519

Dikdörtgen bir kapıdan daha geçiyoruz. Burada sütun ayakları olan dikdörtgen prizma mermer bloklar sıralanmış.

20150523_113029

Kalın taş duvar, nöbetçilerin durduğu girinti duvarın anlına yapılmış.

20150523_113125

Aşağıdan gördüğümüz travertenlerin üstüne geldik sonunda.

20150523_113601

Tarihi kalıntılar etrafa saçılmış gibi.

20150523_113838

Antik yıkıntıların içinde havuz yapılmış. Girişi de 30 kusur Lira olunca girmekten vaz geçtim. Sanki biraz paragöz olmuş taşeron işletmeci. Girişte insanlardan para alıyorlar, havuza da ayrı para. Bir de normal insanlar girmesin diye ederini yüksek tutmuşlar. Aynı Roma dönemindeki yağlı, şişko, obez zenginler için. Çaktırmadan gireriz diye şortları giydik Ferdi ile birlikte. Ferdi kendini havuza bırakınca görevli hemen devreye girip Ferdi’yi dışarı çıkarınca havuz sefamız başlamadan bitti.

20150523_114310

Antik havuzda yüzen insanlar.

20150523_114318

Antik Havuz

Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir. Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaydı. O yıllarda kent ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır. Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tariki kalıntılar üstünde oturan, yüzen insanlar.

20150523_114420

Buraya da Denizli’nin simgesi Denizli horozunun parlak seramik heykelini yapmışlar.

20150523_123420

Madem havuza giremedik bari travertenlerde akan sulara bırakıyoruz kendimizi. Başımın üzerinden akan sular üzerimden havuza akıyor.

img_0673

Su bulduğumuz neresi olursa oraya seriliyorum. Her ne kadar yüzemesem de bu bana yetiyor. Dar bir kanalda sırt üstü uzanmış halde yatıyorum.

img_0677

Traverten havuzunda boy veriyorum, anca bileklerimin biraz üzerine karar derinlik. Artık bu havuzda eğlenmeye devam edeceğim.

img_0678

Sadece Kalsiyumlu beyaz bir tabaka kalıyor üzerimde ama idare etmek gerek. Bu havuzlar insan yapımı doğal olmayan betondan kademeli olarak tasarlanmış. Kademeli olması göze hoş geliyor. Bir zamanlar insanlar buralara ayakkabı ile dolaşmaya başlayınca beyaz renk yok olmaya başlamış.  Sonrasında ayakkabı ile girmek yasaklanmış. Zamanla pamuk gibi beyaz rengine dönüşmüş.

img_0687

Üzerimi kurulayıp giyiniyorum. Antik kentin yıkılmış ve ayakta kalmış taşlarına dalayım havuz yerine. Geçmişten gelen yapılar benim için daha değerli ve görülmesi bedava. Blok taş yıkıntıları, kimi yerler yıkılmamış düzgün görünüyor.

20150523_124439_hdr

Etrafı dolaşırken yerde bir yarık gördüm. Merak edip dikkatlice bakınca uzayıp giden fay hattı olduğunu anladım. Yarığın dibinde de turkuaz renkte su var. Güneş ışıkları suya vurunca renk canlılığını ortaya koyuyor. Beklide az kişinin, yada hiç kimsenin görmediği güzelliği görüyorum zannederken insanların içip attığı teneke içecek çöpünü görünce artık bir şey düşünemedim. İnsanlar neden bu kadar duyarsız, neden bu kadar pis anlaşılır gibi değil…  Yazık hem de çok yazık..

20150523_124529_hdr

Yarık uzun ve derin gidiyor, takip edince Antik havuzun olduğu yere işletmenin bahçesinde son buluyor. Sanki yarık bahçede toprakla kapatılmış, üstü örtülerek depremden ve yaratacağı etkiden etkilenmeyecek gibi. İşletme tam da fay hattında. Üzeri çimle, çiçekle süslenmiş, altındaki su dolu boşluğu görmeden büyük bir tehlikenin farkında değiller. Bir deprem anında çökmeyeceği nerden bilinebilir ki ?

20150523_124542

Ben gezime devam ediyorum antik kentte. İleride tiyatro var, yoldan gitmeyip kestirmeden araziden gidiyorum ayakta kalmış bir kaç blok arasından.

20150523_124623

İşte taşeron zihniyeti gördüğünüz gibi antik kentin ortasından siyah bir boru uzanmış gidiyor. Nereden gelip nereye gittiği belli değil. Hiç te yakışmamış tarih dokusuna, yazık…

20150523_124645

Anlaşılan o ki burası büyük ve önemli bir kent imiş zamanında. Henüz kazısı bitirilmemiş, kazılsa daha da neler çıkar ortaya.

20150523_124757 20150523_124842 20150523_124845

Devasa tiyatro binasına geldim. Hava sıcak, başım hala ağrımaya devam etmekte ve kafam o kadar ağır ki taşıyamıyorum. Ama Muhteşem tiyatroyu görmem gerek.

20150523_125046

Hierapolis (Yunanca: Ἱεράπολις ‘kutsal şehir’), Pamukkale (Denizli) yakınlarında bulunan bir antik kenttir.

Antik coğrafyacı Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolisin bir Frigya kenti olduğunu ileri sürülmektedir. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Pergamon Krallığı zamanında II.Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki MS 60 yılındaki büyük depreme kadar, Hellenistik kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür. Deprem kuşağı üzerinde bulunan kent, Neron dönemi depreminden büyük zarar görmüş ve tamamen yenilenmiştir. Üst üste yaşadığı bu depremlerden sonra kent, tüm Hellenistik niteliğini kaybetmiş, tipik bir Roma kenti görünümünü almıştır. Hierapolis Roma döneminden sonra Bizans döneminde de çok önemli bir merkez olmuştur. Bu önem, MS 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması (metropolis), MS 80 yıllarında, İsa’nın havarilerinden Filipus’un burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır. MS 395 yılında Bizans yönetimine geçen Hierapolis, Piskoposluk merkezi oldu. Hierapolis, 12. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluları’nın sınırları dahilinde kalmıştır. Hierapolis antik kentinde; Nekropol, Domitiyan yolu ve kapısı, kare alan içine oturtulmuş Oktokonus tapınağı, tiyatro, Frontinus caddesi ve kapısı, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Tritonlu Çeşme Binası, Apollon Kutsal Alanı, Su Kanalları ve Nympheumları, Surlan, Filipus Martynonu ve köprüsü, Direkli Kilisesi, Nekropol Alanı, Katedral ve Roma Hamamı kalıntıları bulunmaktadır.

Tiyatro

Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (117-137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde 206 yılında tamamlanmıştır.

Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir.

Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır. Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir.

Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tiyatroyu tamamen görecek şekilde oturma yerlerinin en üst tarafına çıkıp sütunlu sahnesi ve yarım yuvarlak oturma yerlerini neredeyse tamamıyla çekiyorum.

20150523_125539

Antik kent turu bitirip hep birlikte yola çıkıyoruz. Başımın ağrısı hala geçmedi ve güneş geçmesin diye havlumu başıma sardım. Grup gittikten sonra kendimi yavaşça yokuştan aşağı inmeye başladım. Yemek yenilen yerde yönlendiriciler beni durdurarak, yemek yememi söylediler. Zar zor bir şeyler atıştırdım. Biraz dinlenme ve karnımın doymasıyla baş ağrısı yavaş yavaş geçmeye başladı. Artık kafamı dik tutabiliyorum. Baş ağrısı gözle görülmese de ağırlığını hissettirdi. Sanki tonlarca kazan kafamda kaynıyordu. Yemekten sonra başımın ağrısı azalınca kendime geldim. Yemek bitiminde dönüşe başladık. Mermer fabrikasında serinleme molası verdik. Soda ve çay ikramı iyi geldi bu sıcak havada. Mermer fabrikasında heykeltraşlar sanatlarını göstermiş. Fabrikanın bahçesi Açıkhava heykel müzesi durumunda. Sütun başında iki kolunu yana açmış erkek zemine yapışmış halde. Sadece başı ve iki yana açılmış kolları var.

20150523_155114

Baş heykeli, ustaca yapılmış bir eser. Tek parça koca bir kütle mermerden güzel bir insan başı. Bana çok şey hatırlatıyor. Sanki gözlerini kapatıp huzura çağırır gibi. Her şeyi bir yana bırak, evini, işini, okulunu, bozuk düzeni, adalete sarsılmış olan güvenini, adam olmayı, geleceği düşlemeyi. Sadece huzuru düşün, ses çıkmasın sessizliği düşün gözlerin kapalı olsun. Işık girmesin dünyana, ışığı düşün. Zaten içinde olan ışık seni aydınlatır. Yaptığın iyilikleri düşünme, zaten onları denize attın ya! Çocukları düşünme, içinde hep çocukluğu yaşadın, hep çocuktun. Toplumun dayatmalarıyla bir kalıba soktular seni. Düşünerek kır kalıplarını, özgürleş. sen onlara dayat ben böyleyim diye. Ben huzurluyum! huzurlu. Yeter ki baş ağrısı olmasın.

20150523_155144

Güzel kadın heykeli poz vermiş aynaya kendini seyrediyor. Güzel olduğundan emin değil, acaba ne kusurum var diye aynadaki yansımasını gözlüyor sanki. Üzerinde ince bir elbise giymiş, kıvrımları gayet düzgün oyulmuş.

20150523_155243

Gökten inmiş bir melek gibi, kanatları alışılmadık. İnsanlara iyi olmayı, adaleti, birbirinizi boğazlamayın artık yeter diye yazan kitapla beraber yer yüzüne inmiş. Ama kitabı okuyan var mı ? Yada yazanları uygulayan ?

20150523_155302

Düş görmek, rüyaların içinde huzurla yatmak. Çimenlerin üzerine bir döşek, üstünde ince bir çarşaf. Yastık yok, kolunun üzerine başını koyacaksın. Güneş en tepeden öte yana devrilmeye başlamış. Kuşluk vakti. Üzerinde huzurlu bir yorgunluk, gözlerin kapanmadan uzanıverirsin döşeğe. Gözler usulca kapanır ve güneş ışıklarının verdiği sıcaklıkla şekerleme başlar. Kabus görmezsin rüyalarındaki düşlerde çünkü içinde kötülük yoktur senin. Tatlı düşler beliriverir rüyalarda. Düş ve huzur… Uyuyan kadın heykeli. Yere uzanmış, üzerinde ince bir çarşaf örtülmüş gibi kıvrımları gayet ustalıkla işlenmiş. Sadece başı ve ayak uçları çarşafın dışında kalmış.

20150523_155324

Böylece kalbini çaldığın biriyle 90 lı yaşları geçmiş yaşlılığı yaşarsın. Sevdiğin bahçedeki koltuğa oturmuş. Sen de koltuğun kenarına ilişip oturursun. Konuşmaya gerek yoktur, bahçede öten kuşlar konuşur cıvıltılarıyla. Sen onları dinlersin bunca yaşanmışlığınla yaşlanmış olarak. Huzur içinde ölümü beklersin kapını çalsın diye. Düşünmezsin bile ardında bıraktığın koca dünyayı. Kimseye kötülük etmemişsin, hep başkalarına yardımı esirgememişsin. Dünyalar senin olmuş, arkanda iyi ve güzel şeyler bırakıp dinginliğe ulaşmışsın. Bir gün uykudayken acı çekmeden bir daha uyanmayacağını biliyorsun huzurla… Biri kadın biri erkek iki heykel tek kişilik koltukta oturmuşlar. İkisi de ihtiyar, kadının başında baş örtüsü sarkıyor. Erkek başına fötr şapka takmış.

20150523_155355

Ve güneş kuşluk zamanını gösteriyor. Yani günün ikinci yarısının ortası. Güneş her gün kuşluk zamanını hiç sektirmez. Sen bunu değiştiremezsin, gücün yetmez. Sadece zamanı iyi değerlendir ve yaşa. Yarım yuvarlak oyulmuş Güneş saati, üstte ileri uzatılmış çubuk. Yarım yuvarlak oyuntuda ölçülü çizilmiş ve sayıları belirtir işaretler yapılmış.

20150523_160113

Çay ve soda ile dinlenmemiz bittikten sonra yola devam. Büyük Menderes nehrinin havzasındayız. Nehri besleyen çaylardan biri olan Çürüksu çayı kenarındayız. Çayda akan su gerçekten çürümüş, renginden belli. Neredeyse karaya dönüşmüş kahverengi. Geldiği yer sanayi sitesinin yanı olduğu için sanayide ne kadar atık su varsa hepsi derede. Hal böyle olunca iyice karışan renk homojenize olan kahverengi renginde.

Bu rengin neden olduğunu şöyle açıklayayım. Ortaokulda resim dersinde güzel bir kadın resim öğretmenimiz vardı. Sanata ve resme olan inancını bizlere yansıtmıştı ve resim dersi hep güzel geçmişti o yıllarda. Bizlere renkleri anlatmıştı, renk karışımlarını, hangi renk hangi renkle karışırsa ne olur diye. Ana renkler Kırmızı – Sarı – Mavi ara renkler Yeşil – Turuncu – Mor Üç ana rengi ikişer renkle karışırsa üç ara renk oluşur. Bunu güzelce kafamıza yerleşirdik ten sonra bir derste renk karışımlarını resim kağıdına yapın bakalım deyince ben değişik çaplarda altı daire her biri birbirini kıyısından içine alacak şekilde pergel ile çizdim. Üç daire ana renk, diğer üç daire ara renklerde sulu boya ile boyadım. Sarı kırmızı ile birleşince turuncu rengi aldı. Sarı mavi ile birleşince yeşil rengi oluştu. Kırmızı mavi renkle buluşunca morardı. Bunlar tamamdı ama bütün renklerin kesiştiği ortada küçük bir üçgenin rengi kahverengi olmuştu.

Bu durumu güzel öğretmenim bize açıklamamıştı. Belki de açıklamak istememiştir. Çünkü insanlar çevreyi kirlettiğinden nehirlerin böyle bir renk alacağını biliyordu. Kırk yıl sonra renklerin karışımının neden Kahverengi olduğunu anlamıştım. Kirliliğe dur demenin zamanı geldi artık..

Kahverengi akan çayı çekiyorum köprü ile birlikte.

20150523_160330

Her ne kadar çaylar ve nehirler kirli aksa da yaşam bir şekilde devam ediyor. Artık kirlilik bizleri ne kadar etkileyecek ilerde zaman gösterecek. Arpa tarlalarında olgunlaşıp sararmış halde görünce içimin burukluğu azaldı.

20150523_162342

Alabildiğine geniş tarladaki sarı renk huzur veriyor.

20150523_162444

Laodikeia antik kent ovanın ortasında sanki unutulmuş. Biraz da orayı canlandırmalı bisikletlerimizle. Ana yola yakın olan antik kentte giriş yapıyoruz ücret ödemeden. İlk tarihi kalıntılar karşımıza çıktı.

20150523_164541

Geniş caddeden yürüyerek şehrin merkezine doğru gitmeye başladık. Yol geniş kaya plakalardan, düzensiz yapılmış.

20150523_164609

60. yılda olan büyük depremde yıkılan şehirden kalan kalıntıların bir kısmı. Tam da Roma rakamlarını belirtmiş. I II III diye sütunlar sırası ile dikilmiş arkeologlar tarafından.

20150523_164919

Laodikeia Antik Kenti, Denizli İli’nin 6 km. kuzeyinde yer almaktadır. Helenistik kent, M.Ö. 3. yy.’ın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulmuştur. M.Ö. 130/129 yılında ise bölge tamamen Roma’ya (önce Cumhuriyet, sonra İmparatorluk) bağlanmıştır. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahip olan kent, Erken Bizans Dönemi’nde metropollük seviyesinde dini bir merkez haline gelmiştir. Laodikeia’da yapılan kazı çalışmaları, Erken Kalkolitik Dönem (Bakır Çağı, M.Ö. 5500’den M.S. 7. yy.’a kadar kesintisiz yerleşimlerin varlığını ortaya koymuştur. Laodikeia, önemli arkeolojik kalıntılara sahiptir. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan Laodikeia’nın önemli ve günümüze kadar gelebilen yapıları içinde; Anadolu’nun en büyük stadyumu (ölçüleri 285×70 m.), 2 tiyatrosu, 4 hamam kompleksi, 5 agorası, 5 nymphaeumu, 2 anıtsal giriş kapısı, Bouleuterionu, tapınakları, Peristylli evleri, Latrina, kiliseleri ve anıtsal caddeleri sayılabilir. Kentin dört tarafını ise nekropol alanları çevirir. Laodikeia, Hıristiyanlık dünyası için çok önemlidir. Çünkü kent M.S. 4. yy.’dan itibaren Kutsal Hac Merkezi olma gibi dinsel bir özelliğe sahip olmuştur. Bu nedenle İncil’de adı geçen ve Laodikeia Kilisesi adına vahiy gönderilen bir kentte Laodikeia Kilisesi’nin ortaya çıkarılması, bu kutsallığı bir kat daha artırmaktadır. Kilise, Büyük Constantinus zamanında (M.S. 306-337), Hıristiyanlığın M.S. 313 yılında Milano Fermanı ile serbest olmasıyla birlikte yapılmıştır. Bu yönüyle Hıristiyanlık dünyasının en eski ve en önemli kutsal yapılarından biri olma özelliğini korumaktadır ve bu nedenle yapı bir hac kilisesidir.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,51372/laodikeia-antik-kenti-denizli.html

Bir kaç sütunlu yapılar.

20150523_164939

Devasa yivli sütunlar zamanında muhteşem bir dönemin belirtisi. İki sütun arasında iki kadın.

20150523_165049

Üzeri kalın cam ile kapatılmış kazı bölgesi. Canlar kalın, üzerinde yürüyebiliyoruz. Buradan kazı çalışılmalarını izleyebilirsiniz.

20150523_165412

Kazı yıl boyunca devam ediyor. Üzeri kalın cam ile kapatılmış alanda gün yüzüne yeni çıkmış eserler görünmekte.

20150523_165137

Aşağıda sütunlar parça parça yerde.

20150523_165200

Kemerli yapılar da göze çarpıyor.

20150523_165232 20150523_165239

Başka bir alan da üzeri örtülerek korunmuş durumda.

20150523_165252

Şimdi şöyle düşünün; Eğer resimde görünen yapılar orijinal biçimde korunmuş olarak dursaydı böyle güzel görünür müydü  Gözümüze sadece taş bir bina olarak görünecekti. Oysa şimdiki görünümüyle sonradan dikilmiş 16 sütun, kimisinin üstünde kirişler konmuş. Görsel olarak bize geçmişi anlatıyor. Eskiyi, daha da eskiyi, binlerce yıl öncesini resmediyor uzaktan.

20150523_165403

Restore edilerek zamanında yıkılmış sütunlar dikilerek taştan bir kapı yapılmış. Ziyaretçiler kapıdan geçince sanki zamanda yolculuk yapar gibi zaman kapısından geçiyor. Sütunların arasında beş kişiyi çekiyorum.

20150523_165454

Sütunlar ve kirişlerdeki ince işçilik zamanında ustalık ve zanaatçılığın ileride olduğunu ve zenginlik bakımından ferah yaşanmışlığın göstergesi. İki sütun arasında beni çekiyorlar cep telefonum ile.

20150523_165601

Tarih dokuya güzeller de renk katmakta. Sanki bir kuş sütun başına bir kuş yuva yapmış gibi.

20150523_165617

Ne de olsa İzmir de yaşamış, güzelleşmişler. Gülhan Etiler’i çekiyorum iki sütun arasında.

20150523_165624

Yakın zamanda pişmiş tuğladan yapılan kapı kemeri, arka taraf henüz kazılmamış. Yarısına kadar toprakla örtülmüş durumda. Artık siz düşünün daha ne kadar kazılacak ve ne kadar sürecek. Günümüz iş makinaları ile belki de bir haftada kazılabilir bu alan ama kazı çalışmaları dikkatli ve kalıntılara zarar vermeyecek biçimde kazılıyor.

20150523_165659

Tek sütun.

20150523_170243

İleride sütunlu yol görünüyor.

20150523_170254

Hava sıcak, başıma güneş geçmesin diye peştemalı kafama sarıp öyle dolaşıyorum. Sütunlu yolda çekiliyorum.

20150523_170430

Antik kent turumuzu bitirip kapıya yöneldik. Kapıda diğer arkadaşların toplanmasını beklerken oturduğum basamağın altında bir kurbağayı fark ediyorum. Güneşin yakıcı sıcağından serin ve gölgelik yere konuşlanmış. Öyle sessizce bize aldırmadan dinleniyor kuytu yerde. Kamuflajlı rengi ile kurbağa ilk başta fark edilmiyor bile. Anca dikkatli bakınca görebilme şansınız var.

20150523_171439

Herkes geldikten sonra hareket edip ana yoldan kamp alanına doğru pedal çevirmeye başladık. Her belediyede olduğu gibi Denizli belediyesinde de henüz bisikletçilerin farkında değil. Daha alışmamışlar demek ki ince tekerlekli bisikletlere. Üç mazgal uzunlamasına delikleri ile bisikletlilere tehlike yaratıyor.

20150523_173357

Benim lastiğim ince ve mazgala giriyor. Eğer dikkat etmezsen jantı kırma olasılığın yüksek. Bakalım bu konuda belediyenin fen işleri ne zaman el atacak. Arka tekerleğim mazgalın yarığına tamamen girmiş durumda çekiyorum.

20150523_173457

İşin garip tarafı mazgallarda standart yok. kimi mazgal değişik yapılmış ve en uygunu da resimde gördüğünüz mazgal tipi. Kısa delikler ve yolda gidiş yönüne göre enine konmuş. Artık bütün mazgallar bir standartta gelmeli ve doğru olan biçimde konulmalı.

20150523_174013

Kalabalık Denizli trafiği içinde hızlıca geçip kamp alanına geldik. Sıcak duşları beklemeden kalın bahçe sulama hortumu ile güzelce duşumu alıyorum. Terli eşyaları da sudan geçirip duruladıktan sonra temiz elbiseleri giyerek yemeklerimizi afiyetle yiyoruz. Denizli’nin güzel insanlarından Reyhan – Murat Demirel çiftinin sevimli ikizlerini sevmeden geçemedik. Maşallah ikisi de topaç gibi, bir de sevimliler yemeden geçilmez ki.

20150523_201304

Akşam olduktan sonra masalara oturup Saz ve Gitar dinleyerek Türküler, Şarkılar söyledik hep birlikte. Gece ilerledikçe sayımız birer ikişer eksilerek azaldık. Fazla geç olmadan ben de çadırıma çekilip günün yorgunluğunu tatlı uyku ile gidermeye başladım.

Bu gün yaptığımız toplam yol 56 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Nemrut Turu 3. Gün

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Tepehan – Yandere – Nemrut dağı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Dertlerimi yaza yaza
Gül tükendi ben tükendim
Yıllar yılı vurdum saza
Tel tükendi ben tükendim
Oyy oyy oyy oyyy
Tel tükendi ben tükendim oyy

Dertli dertli vurdum saza
Tel tükendi ben tükendim
Oyy oyy oyy oyyy
Tel tükendi ben tükendim oyy

Kapıldım bir boş hayale
Sevmekten düştüm bu hale
Bahçanda menekşe lale
Gül tükendi ben tükendim
Gül tükendi ben tükendim
Oyyy oyy oyyy oyyy
Gül tükendi ben tükendim oyy

Geçiyor benimde çağım
Ne evim var ne ocağım
Dünyada tutunacağım
Dal tükendi ben tükendim
Oyyy oyy oyyy oyyy
Dal tükendi ben tükendim

Hersinim arıldım gayri yaşlandım
Yoruldum gayri cihana darıldım gayri
Yol tükendi ben tükendim
Oyyy oyy oyyy oyyy
Yol tükendi ben tükendim

Aşık Dertli – Ali Özütemiz ( Kıvırcık Ali )

 

Öne çıkmış olan görsel, Nemrut dağında Güneş batarken bisiklet ve kollarını açıp zıplamış bir kişi.

mehmetyunussevincek

Sabaha kadar sıcak olan havada dağ başında örtünmeden uyumak her zaman denk gelmez. Burada gün Türkiye saati ile daha erken ağardığından uyanıyorum. Sıcağın etkisi olsa gerek geç uykuya dalanlar hala uyumaktalar. Uyanır uyanmaz çadırımın önünde bir süre oturuyorum. Üzerim çıplak, saçlar salınık.

160820147648

Kamp yaptığımız yeri şöyle bir dolanıyorum, ormancılar buraya katran ağacı dikmişler. Ağaçlar da büyümekteler. İleride daha da güzel bir yer olacağa benzer.

160820147647

Sabah kahvaltısı başladı, acıkanlar en ön sırada yerini alıyor.

160820147649

Kahvaltıdan sonra hareketin saat 13:00 te olduğunu bildirilince, tekrar etrafı dolanıp resim çekmeye başladım. Herkes kendi havasında.

160820147652

Parkı dolaşmaya devam, katran ağaçları altında çadırlar kurulu.

160820147650

Park tam tepede kenarında dik yamaçlar var.

160820147651

Ağaçlar çadır kurduğumuz yeri gölgede bırakmışlar.

160820147653

Türkü dostu Hüsnü de almış sazı eline vurur teline teline. Akşamdan hızını alamamış hala çalıp söylemekte.

Böyle ikrar ile böyle yol ile
Cefalı yar bana lazım değilsen
Deli gönül sevmiş vazgelmek olmaz
Mihnetli yar bana lazım değilsen
Deli gönül sevmiş vazgelmek olmaz
Gönül kalk gidelim sılaya doğru

Bülbülün sevdası hep güller ile
Senin şiirin dilin yadeller ile
Çık salın sevdiğim engeller ile
Görünme gözüme lazım değilsen
Çık salın sevdiğim engeller ile
Gönül kalk gidelim sılaya doğru

Bülbül ah eyleyip kanlar ağladı
Gözüm yaşı sel sel olup çağladı
Ölüm geldi dört yanımı bağladı
Kılma cenazemi lazım değilsen
Ölüm geldi dört yanımı bağladı
Gönül kalk gidelim sılaya doğru

Söz-Müzik: Ali Ekber Çiçek

Çadır önünde saz çalan Hüsnü Yaşar.

160820147654

Havuzun ortasında bir şahin heykeli. Havuzun içi boş.

160820147655

Türkü dostu Hüsnü türküleri bir süre çaldıktan sonra sazını toplayıp çantasına koydu. Bana öğlene kadar beklemeyip yola çıkalım mı diye önerince zaten beklemekten sıkılmış olarak hemen kabul ettim. Torbama uyku tulumu, çadır ve matımı yerleştirip kamyonete verdim. Ardından Hüsnü ile ikimiz yola çıktık. Kamp alanından çıkınca bir süre daha yokuş çıktıktan sonra uzun bir iniş gerçekleştiriyoruz. Bakalım ne karar ineceğiz. Nemrut zirvenin 2150 metre olduğunu biliyorum. İndikçe sürekli manzara değişmekte. Hızlı da iniyoruz. Etrafta çam ağaçları var.

160820147656

Tepeler çam ağaçları, yüksekte olduğumuzdan geniş bir alan görüyorum.

160820147657

Hüsnü önümde gidiyor, ben de onu takip ediyorum.

160820147658

Vadide akan bir çay olmalı ki su var. Burada uzun kavakları görüyorum.

160820147661

İnişe devam, buralarda ağaçlar yok, dağlar çıplak.

160820147662

Yandere köyüne kadar iniyoruz. Köyün tabelasını çekiyorum. Nüfus 302, Rakım 1300 metre olarak yazılmış.

160820147663

Köyün içine girince sanki cennete geldim. Sıcak olan havada bunalmışken yol birden bire ağaçlarla örtülmüş olduğunu görüyorum. Ağaçlar öyle kaplamış ki yolu güneş dahi görmüyor. Ağaçların seyrek olduğu bir coğrafyada böyle bir yer bana büyük sürpriz oldu gerçekten. Yol boyunca her taraftan sular fışkırıyor. Çeşmeden buz gibi sular akmakta. Sularımı tazeliyorum bu arada. Ne olur ne olmaz diye.

160820147664

Kocaman bir ağaç duvarın üstündeki toprağa kökleriyle öyle bir tutunmuş ki kimse yerinden sökemez.

160820147665

Yaklaşık 15 metreyi aşmış ağaçlar yolu neredeyse kapatmış gibi.

160820147666

Köyün aşağısında Hüsnü beni bekliyordu. Yanına gelince Urim baba şuraya girelim bir mola verelim diye çay içebileceğimiz yere götürüyor. Küçük şelaleden buz gibi suyun aktığı, üstüne çardak yapılmış yere oturuyoruz. Çayları hemen ısmarladık. Çay da odun ateşinde pişiyor, bu çay da ne güzel içilir.

160820147667

Hüsnü’nün resmin çekiyorum çardakta oturmuş durumda.

160820147668

Çektiğim resmin videosunu yaptım. Videonun linki aşağıda.

Bir Hüsnü benim resmimi çekiyor çayları içerken.

160820147669

Daha sonra resim çekebilecek birine cep telefonumu verip ikimiz birlikte resim çekiliyoruz. Burada ayrıca alabalık ta varmış, hem de kırmızı benekli alabalık. Eh öğlen de olduğuna göre birer alabalık ısmarlıyoruz. Meğerse Hüsnü dost bana sürpriz yapmış. Burayı biliyor ve erkenden yola çıkıp balık yediriyor böyle cennet gibi bir yerde. Teşekkürler dostum..

160820147670

Balıklar pişe dursun böyle akan bir suyu görünce dayanamam. Hemen şortlarımı giyerek çaya giriyorum. Su gerçekten buz gibi, ama ben alışık olduğum için rahatça üşümeden küçük çağlayanın altına girerek biraz serinlemeye çalışıyorum. Bu sıcak havada mest oluyorum. Daha ne isteyeyim ki. Hüsnü girmiyor, sadece benim resmimi çekmekle yetiniyor. Kayanın üstünde durmuşum, çağlayan akıyor buz gibi, birazdan gireceğim akan çağlayanın altına.

160820147671

Derin olmayan suya giriyorum. Çağlayan iki yerden akıyor.

2014-08-16-0211

Çağlayanın altına girip duşumu alıyorum.

2014-08-16-0208

Bir süre çağlayanda yıkandıktan sonra kurulanıp elbiselerimi giyinerek pişen alabalıkları afiyetle yiyorum. Şimdiye kadar yediğim en lezzetli balıklardan diyebilirim. Vadideki çaydan akan buz gibi suda yetişen alabalıklar lezzetli olmaz mı? Suyun bol olması yeşil bir cennete dönüştürmüş. Adeta hayat vermiş vadiye. Yemeği yedikten sonra diğer arkadaşlar da gelmeye başladı tek tük. Fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz Hüsnü ile. Bundan sonra yokuş yukarı tırmanacağız ta Nemrut dağına kadar. Aşağıda köy yeşillikler içinde bir yere kadar, sonra ağaçlar seyreliyor ve dağın zirvesi çıplak.

160820147673

Vadi yemyeşil bir alan oluşturmuş.

160820147674

Büyüköz köyüne geldik.

160820147675

Çıkmaya devam ediyorum, köy aşağıda kaldı. Evlerin çatıları gri olarak kaplı, kiremit değil.

160820147676

Ağır tempoda çıkmaya başladım. Kendimi zorlamadan yavaş pedallarla aheste aheste. Zaten hava da sıcak, bol bol terliyorum. Bununla beraber bolca da su içiyorum. Susuz bırakmamak gerek vücudu. Arabalardan sık sık su takviyesi yapıyorlar, Susuz kalmadık tırmanış boyunca. Yükseklerde arazi yapısı kayalık yapıya dönüştü. Tek tük bodur ağaçlar var.

160820147680

Yol kıvrıla kıvrıla yukarı çıkıyor. Durup çıktığım yerlerin resmini çekiyorum. Hem biraz nefeslenmek gerek.

160820147681

Yola çıkınca kollarım iyice yanmaya başlayınca Ahmet Leblebici uzun kollu T-şort veriyor. Hemen giyiyorum uzun kolluyu. Özer benim resmimi çekiyor bisiklet sürerken.

ozer

Çakır dikenleri sıcağa umursamadan öylece yolun kıyısında yolcuya selam vermekte. Ben de durup selamını alıyorum çakır dikeninin. Selamını almadan geçmek olmazdı. Sıcak hava çakır dikenini kurutmuş olsa da kar yağasıya kadar bekleyecek. Sonra kar yağınca kış uykusunda toprağa karışacak sessizce. Baharda karlar eriyince tohumları yeniden yeşerecek ve güzel çiçekler açacak. Börtü böcek, arılar güzel kokulu çiçeğin çekiciliğine fazla dayanamayıp nektarının tadına bakacaklar. Yine havalar ısınınca yolcuları bekleyecekler yanından geçmesi için. Yolculara selam verecekler, eğer yolcu durup selamını alırsa ertesi yıl daha güzel çiçekler açacak. Bisikletin zinciri arasından çakır dikeninin çekiyorum.

160820147683

Çakır dikenlerini ön tekerleğim ile çekiyorum bir poz.

160820147684

Bu turda tanıştığım Gizem, oflaya puflaya dağların sıcağında çıksa da yokuşları hiç şikayet etmiyor. Bisikleti sevdiğinden yerinde duramıyor. Uzun turlar için bir kaç öğüt veriyorum. İçinde ki istek uzun turlar yapacağa benziyor. Ve yapacak ta. Yol kendisini olgunlaştıracak, tanıştığı insanlar iyi kötü yoğurup iyi bir turcu olacak sonunda. Resmi Sevinç Aksüt çekiyor.

1495296_10152459702194681_2441149654302580935_o

Çıktığım yol kıvrılıyor aşağıya doğru.

160820147686

Nihayet yokuş ve tırmanma bitti. Dağların zirvesindeyiz. Yol düzelince rüzgar biraz serinletiyor. Zirvede hiç ağaç yok, kayalıklar kaplamış ortalığı.

160820147687

Kamp yapacağımız otelin önüne geliyoruz. Asfalt yok otelin orda bitiyor. Güneş henüz batmadı ama fazla zaman yok. Bisikletleri otelin bahçesine bırakıp kamyonetlere doluşuyoruz. Yol toprak ve dik olduğu için güneş batmadan zirveye çıkmamız gerek. Elçek ile kendimi ve arabanın kasasındakileri oturmuş durumda çekiyorum.

160820147688

Mustafa Ekici bisikletle çıkmaya karar vermiş. Onu geçiyoruz.

160820147689

Dağın doğusundayız, güneşi göremiyoruz ama ışıkları karşı tepelere vuruyor.

160820147690

Yolun sonuna geldiğimizde kamyonetten iniyoruz. Zirvede güneş hala yüksekte görünüyor.

160820147691

Bundan sonra yayan olarak Nemrut’a çıkmaya başladık. İlk önce Tümülüs göründü gözüme. Çok heyecanlıyım, şimdiye kadar resimlerde, televizyonlarda gördüğüm yeri kendi gözlerimle görmek başka bir duygu. Tümülüs şimdiden etkisi altına aldı bile…

160820147692

Güneş batıda iyice alçalmaya başladı. Biz Malatya tarafından geldiğimizden dağın doğusundayız. Adıyaman tarafı batıda kalıyor. Nemrut dağında yol bitiyor iki taraftan da. Yol bağlantısı olmadığından ikisi de birbirinden kopuk. Araçla geçemezsin diğer tarafa. Devasa heykel başlarını görünce heyecanım biraz daha artıyor. İlk önce doğu terasındaki heykellerin resimlerini çekiyorum. Heykellerin gövdeleri yukarıda, başları aşağıda. Aslan başı yerde. Güneş piramidin tam yamacında parlıyor.

160820147693

Koruyucu hayvanlar olarak Kartal ve Aslan tanrı heykellerinin başları.

160820147694

Sağdaki Zeus – Oromasdes , soldaki Apollon – Mithras  heykel başı.

160820147695

Herakles (Kudret Tanrısı) – Artagnes. Heykel başı demir kafes içine alınmış.

160820147696

Kommagene tanrıçası Fortuna – Thyce Thea ( Laodike Kommanege kralı ı. Antiochus annesi )

160820147697

Commagene’nin ilk Kralı ı. Antiochus

160820147698

Heykellerin yanında resim çekiliyorum, kollarım ve yüzüm Güneşten iyice yanmış durumda.

160820147701

6 Tane taht heykeli doğu terasında bulunuyor

Apollo (Güneş Tanrısı), Fortuna Thyce (Bereket Tanrıça­sı), ortada Zeus (Baş Tanrı), kuzey uçta ise Herakles (Kudret Tanrısı) ve ikisi arasında Commagene’nin ilk Kralı ı. Antiochus  ait büstler yer almıştır. Yanlarda ise birer aslan ve kartal heykelleri bulunmaktadır.

160820147702

Doğu terası, beş basamaklı yapılmış üstünde insanlar var.

160820147703

Doğu terası üzerinden doğu tarafını çekiyorum, havada biraz bulutlar dolaşıyor. Yarın sabah Güneşin doğuşunu buradan izleyeceğiz. Ufuk yüzlerce kilometre var.

160820147704

Doğu terasındaki tanrı heykellerinin tahtlara oturmuş durumdaki heykelleri, heykellerin başları yok, hepsi de aşağıda. Arkada da yumruk kadar taşlardan meydana gelmiş piramit. Piramit’in yüksekliği yaklaşık 150 metre civarı.

160820147706

 NEMRUT

Doğu ve Batı Medeniyetlerinin, 2150 m. yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, Dünyanın sekizinci harikası Nemrut, Yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle, UNESCO Dünya Kültür Mirasında yer almaktadır.

Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına gelmektedir.

UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilen Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biridir. Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer alıyor.

 Tarihçe

İki bin yıldır güneşin doğuşunu ve batışını 2150 m. yükseklikte izleyen dev heykellerin sırrının çözülmesi için Kommagene Uygarlığı’nın keşfine gitmek gerekir.

Nemrut Dağı’nın  Kraliyet Akademisi tarafından araştırma yapmak üzere bölgeye gönderilen genç bilim adamı Otto Punchtein başkanlığındaki ekip, Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs ve tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan eserler üzerinde çalışır. Uzun çalışmalar sonunda Grekçe yazılı kitabeyi çözen Punchstein, bu eserlerin Kommagene Uygarlığı’na ait olduğunu ve Kommagene Kralı I. Antiochos tarafından yaptırıldığını keşfeder. Antiochos’un ağzından yazılan kitabe, Nemrut Dağı’nın sırrını ve Antiochos’un yasalarını içermektedir.

Kommagene Uygarlığının ortaya çıkmasını sağlayan kazılar, Nemrut Dağı’ndan başka Arsameia, Samsat ve Fırat Havzasında gerçekleştirilmiştir. Bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkartılan taşınabilir eserler müzelerde, geri kalanları da Milli Park Alanı içerisinde korumaya alınmıştır.

Kommagene Krallığı

Yunanca “Genler Topluluğu” anlamına gelen Kommagene, ismiyle bağdaşırcasına, Grek ve Pers uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerinin bütünleştiği güçlü bir krallıktır. Toros Dağlarındaki çeşitli yolların birleştiği noktada bulunan antik Kommagene Krallığı, Suriye’nin Kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve doğuda Fırat Nehri’nin çevrelediği verimli topraklarda yer almıştır. Tarıma ve hayvancılığa elverişli ve ekonomik önemi yüksek sedir ağacı ormanlarını barındıran Kommagene topraklarının, ilk çağlardan beri yerleşim alanı olarak kullanıldığı civardaki mağara ve arkeolojik buluntulardan anlaşılmaktadır.

Antik dünyanın küçük ancak güçlü ülkesi Kommagene, baba tarafı Pers Krallarından “Krallar Kralı olarak anılan Darius’a ile, anne tarafı Makedonya Hükümdarı Büyük İskender ile akraba olan bir prensin oğlu Mithradates Kallinikos tarafından, İ.Ö. 109 yılında bağımsız bir krallık olarak kurulmuştur. Farklı topluluklardan meydana gelen ve ayrı inanç ve kültürlere sahip Kommageneliler arasındaki birliği sağlamak konusunda büyük başarı sağlayan Mithradates Kallinikos, tanrılarla olan bağını kuvvetlendireceği ve böylece ulusunu barış içerisinde yaşatacağı inancıyla ülkesinin çeşitli yerlerinde tapınaklar yaptırmıştır.

Batı terasına geçiyorum, bir süre sonra Güneşin batışını seyredeceğim. Güneş daha batmamış, ışıkları dağlara ve aslan heykeline vuruyor.

160820147708

Piramit’in batısında da aynı taht heykeller ve başları yere düşmüş durumda.

160820147709

Güneşin batmasına az kaldı, dağların ardında iyice alçalmış, parlak ışıklarını saçıyor.

160820147710

Bizlerle beraber güneşin batışını izlemek için batı terasında toplananlar yerlerini alıyorlar. Tanrıların heykellerine Güneşin kızıllığı vurmuş.

160820147711

Aslan heykeli Güneşin batışını izliyor.

160820147712

Heykellerin başları yerde, hava şartlarından çatlaklar oluşmuş heykellerin. İki tanesini çekiyorum.

160820147714

Diğer ikisini de bir karede çekiyorum. Aynı heykel başları burada da var.

160820147715

Kartal başı da Güneşin batışını izliyor.

160820147716

Komanege kralı ve Tanrıların kabartmaları görülmeye değer.

160820147717

Başka bir kabartma, yüz kısmı ve bazı yerleri kırılmış.

160820147718

Diğer kabartma.

160820147719

Yerde düz olarak duran kabartmayı üst kısımdan çekiyorum.

160820147720

Malatya dan Mehmet Yunus Sevinçek Güneş batarken güzel poz veriyor bisikleti ile beraber. Tam Güneş batarken bisikletin arkasından Yunus ta havaya sıçrayıp iki kolunu yana açmış durumda. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

mehmetyunussevincek

Nemrut dağı etraftaki en yüksek dağ olduğundan yüzlerce kilometre genişliğinde görüş alanına sahip.

Doğu tarafında Diyarbakır, kuzeyde Elazığ, Malatya. Güneyde Adıyaman, Şanlı Urfa, Gaziantep, batıda Kahraman Maraş.

Boşuna Kommagene Kralı I. Antiochos bu dağı seçmemiş. Geniş ufukları olan bu yer Tanrılara sunulabilecek en iyi bir yer. Ve bizler de güneşin batışını seyretmeye dalıyoruz.

160820147721

Kendime bir yer seçip oturuyorum. Kahve takımım da yanımda, hemen kahve pişirmeye başlıyorum. Bir yandan da güneşi kare kare resim çekerek muhteşem batışını izliyorum. Batışını seyrederken hayallere dalıyor insan. Muazzam bir yıldız olan Güneş bize hayat verdiği için Tanrıya şükür ediyorum. Güneşin gücü eski çağlarda insanları etkilemiş, güneşe Tanrı diye tapmışlar. Güneşe değişik bir biçimde tapınmışlar. Dünyayı aydınlatan güneş batarken ayinler, kurbanlar kesip kanlarını akıtmışlar. Güneş batarken korkmuşlar her akşam, “Ya ertesi gün doğmazsa” diye. Sabah ta ilk ışıklarını görünce sevinip kurbanlar kesmişler yine. Doğumunu kutsal ayinle kutsamışlar.

Güneşi yakınlaştırıp çekiyorum.

160820147722

Güneş dağın tepesine değdi.

160820147723

Ve batmaya başlıyor.

160820147724

Güneşin parlak ışıklarından belli olmuyor ama yarısı batmış durumda.

160820147725

Son çeyreği görünüyor.

160820147726

Güneş hala ışıklarını saçmaya devam ediyor.

160820147727

Güneş ışıklarını saçarken sıra dağların siuleti iyice belirmeye başladı. Ve güneşin son ışıklarını görüyorum. Ertesi gün yine göreceğimden emin olarak.

160820147731

En sonunda dağların ardında kayboldu güneş. Ufku kızıla boyayarak

160820147733

Kızıllık ta kaybolunca ortalığı sessizlik kapladı, sanki zaman durdu. Dünya geceye hazırlanıyor.

160820147734

Güneşin batışı ile kahvemin keyfini de çıkarıyorum bu arada. Elimde fincan, Güneş baymış, dağlar son kez kendini gösteriyor.

160820147736

Kahta tarafından turistleri getiren katırlar da var. Kimisi çıkamıyor, katır kiralayıp zirveye çıkıyorlar.

160820147738

Güneşin batış seyrini bitirdikten sonra kamyonetlere binerek kamp alanına geliyoruz. Hemen çadırı kurup eşyaları yerleştiriyorum. Ardından akşam yemeği yeniyor. Yemekten sonra bahçede oturup Türkü dostu Hüsnü sazı alıyor eline, kırmızı şarabı yudumlarken türküler söylemeye başladık. Egeden geldiğim için Hüsnü Çökertme türküsünü çalıyor benim için. Ben de çıkıp Çökertme oyununu oynayıp eşlik ediyorum. Yere oturmuş halde üstten Enes Çalışkan çekiyor bizleri.

enes1

Sabah erkenden uyanacağımız için erkenden yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol biraz zorlu olsa da yaklaşık olarak 30 Kilometre civarı yol yapmışız,

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc