Etiket arşivi: karia

10. Gökova Bisiklet Turu 5. Gün

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Ören – Akyaka

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

İnsanları sevmek kolay değil, 
bir hürriyet bu; 
çetindir memleketimde.

Ben, ille varım dersen, 
bir gün pusuya düşersen, 
insanları sevmek 
büyük hüner…

Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl, 
gerçek’ten, güzellikten, yiğitlikten, 
payına düşeni alabilmişsen, 
vermişsen, payına düşeni; 
gerçek için, güzellik için, 
gücüne karşı konmaz, 
korkusuz, direnirsin…

Bilirsin, 
bir kere korku düşerse adamın içine, 
bir kere koparsa sevdiklerinden, 
mümkünü yok, 
gitti gider…

Söner gözlerinde güzelim ışık, 
kararır, çirkinleşir yüzü.
Önceleri, utanır belki, 
sonra vız gelir, 
umurunda olmaz dünya.

İnsanları sevmek büyük hüner, 
İnsanlarla beraber! …

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Üç kemerli su yolu, etraf çam ormanı.

İki gecedir düzgün uyumadığımdan bu gece derin bir uyku ile dinlenip sabahın erken saatlerinde uyandım. Gördüğüm rüyaları bile hatırlamıyorum, o kadar dalmışım demek ki. Ören de uyumanın bedeli termik santralın bacasından çıkan zehirli gazları solumak. Havada görünmese de genzimi yakmasından dolayı anlıyorum. Kalkar kalkmaz ilk iş olarak eşyaları ve çadırı toparlayıp bisikletimin bagajına bağlamak oluyor. Sonrası kendime okkalı bir kahve pişiriyorum. Yanımda şanslı olan üç kişi de kahvemden içiyor. Kahvaltıya başlamadan önce yola çıkmaya hazırım. Kahvaltıda verilen küçük reçel, bal, tereyağı gibi şeyler pek iyi değil. İçinde ne olduğunu okuyamadığımız, bilmediğimiz maddeler var. Doğal olmayan yapma tatlandırıcılar ile yapılan kahvaltılıkları almıyorum bile. Peynir, zeytin, domates gibi yiyecekleri alıp çay ile, daha çok ekmek yiyerek karnımı doyurdum. Kahvaltıyı veren firma kar etmek için ucuza kaçıyor anladığım kadarıyla. Neyse hareket saati gelince yola çıkıyorum. Meşekayası dağının geçit vermeyen kayalıkları yolu dağın etrafından dolaştırarak biraz uzatmış oluyor.

Henüz düzlükteyiz, önüme bir tabela önümüzde ki yerlerin kilometresini yazıyor. Tabelada yazan ; Yerkesik 43 altta ise Muğla 62 Kilometre kaldığını belirtiyor. Tabelanın arkasında zeytinlik bahçesi. Yolun sonunda dağlar görünmekte.

Sağımdaki kayalıklarda oluşmuş mağaralar dikkatimi çekiyor. Durup resimlerini çekiyorum.

Herkes kendi temposunda gidiyor. Arkamdan gelen üç bisikletçi var. Birisi daha önde. Yolun sağı solu çam ağaçları kaplamış.

Çam ormanının dibinde kendine yer açıp zeytin bahçesine dönüştüren birisi küçük tekgöz bir oda yapmış. Bina kapısı, penceresi ve küçük çatısı ile çok sevimli görünüyor. Bahçe yol kıyısında tel çit ile kapatılmış. Sahiplenmek bu olsa gerek.

Keramos antik kentin kemerli surlarını görüyorum kayalığın dibinde çam ağaçları arasında.

Surdan çok su kemeri yapısına benziyor. Çünkü kemerler kayalıklara yapışık şekilde yüksek olarak örülmüş. Kemerli sur duvarları su kemeri olarak kullanılmış olabilir.

Daha ileride düzlük yerde üç gözü kalmış su kemerinin kalıntılarını görüyorum. Dağlarda kente suyu bu kemerler sayesinde getiriyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Dağın arkasında yokuş başlıyor, yokuşu çıkan bisikletçiler sanki zorlanıyorlarmış gibi bisiklet sürüyorlar.

Önümde bir grup bisikletçi kenarda durmuş olarak beklerken görüyorum,  acaba bir şey mi oldu?

Yanlarına varınca yokuşta yorulan, tıkanmış olanların dinlendiklerini görünce yoluma devam ediyorum.

Zeytin ağaçları çamların alanını daraltmış. Arada bir kaç çam ağacı kalmış, zamanla onları da yok edeceklerini biliyorum.

Meşekayası dağının etrafını dolaşmak biraz zorlu oluyor. Dağın arkası inişli, çıkışlı tepelerden oluşmuş. Önümde tek bir çam ağacı ve ardı tepeler uzanıp gidiyor.

Önümde iki bisikletçi gidiyor ve hala çıkmaktayız yokuşu.

Sonunda ismini de alan Alatepe köyüne geldik. Yokuş burada bitiyor, rakım 425 metre.

Bir zamanlar deniz kıyısında kumsal olan bu yer zamanla depremlerin etkisiyle 400 metreleri aşmış. Yolun yamacında kumul kayalıkları görüyorum.

Alatepe köyünde mola veriyoruz, burada çay ucuz; 50 kuruş. Bakkaldan atıştırmalık bir şeyler alıp sabah pek içemediğim çayı bolca içiyorum. Karia Yolu tabelası Akbük’e 10 Kilometre kaldığını belirtiyor. Bu arada İzmir deki arkadaşları arayıp Şafak Omaç’ın sağlığı hakkında bilgi alıyorum telefondan. Durumu iyiye gidiyor olması beni sevindirdi. Artık yarın ziyaretine giderim sevgili arkadaşımın.

Köyün iç yolu, kıyılarda evler ve üç tane beton direk. Direğin birinin tepesinde köyün elektrik trafosu var. Sağda ise kendi direği olan Karia Yolu tabelası var. Karia yolu yeşil boyalı, diğer yer sarı renkte.

Geriden gelen bisikletçiler gelmeye devam ediyor.

Molada aldığım çay takviyesi ile yola çıktım. Büyük bir bayrak direğinin yanında dut ağacından dut yiyenleri görünce ben de durup biraz dut yiyorum.

Yol sürekli inişte, neredeyse pedal çevirmeden gidiyorum. Önümde dağlar ve kayalıklar görünüyor.

Akbük kumsalı ve denize çıkıntı yapmış burnu tepeden güzel görünüyor. Ben de durup resim çekerek manzarayı izliyorum. Karşıda Datça yarımadası siyah bir hayalet gibi duruyor.

Akbük te öğle yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından köşede bir yer bulup duvarın dibine oturarak kahve yapmaya başladım. Daha önce burada oturan iki kişi de kahvemden yararlanıyor. İlk defa kahvemi içenlerden erkek olanı tanımıyorum. Kadını da tanımıyorum ama sohbet sırasında adının Meliha Tekin olduğunu sonradan öğrendim. Hatırımda kalan bu kadın Kayseri de oturduğunu söyleyince benim Kayseri de askerlik yaptığımı, anılarımın olduğunu söyledim. Kayseri Perşembe akşamı bisikletçileri’ni kuran Türker Ergene’yi tanıdığını söyledi. Demek bir ortak tanıdık arkadaşımız var. Belki o yüzden hatırımda kalmış olabilir. İsmi aklımda kalmamıştı, sonraki festivalerde karşılaşınca ismini ezberleyebildim. Sonradan anlattığına göre kahve hoşuna gitmiş ve bu anı unutamamış.

Meliha ben ve bir kişi yere oturmuş kahveleri içiyoruz.

Ulaşılması araba ile ve sapa yerde olması aynı zamanda sezon da açılmadığından temiz bir deniz görünümünde. Deniz masmavi turkuaz rengi, kıyıya vuran dalgaların beyaz köpükleri çakıl taşlarını sürekli yuvarlıyor bir ileri bir geri. Zamanla çakıl taşları kum tanelerine kadar küçülecek ama bizler bunu göremeyiz. Kum tanelerine dönüşmesi binlerce yıl sürer. Denizin ötesinde kayalıklı koca bir dağ.

Sağ tarafımda da çakıllı deniz ve buruna doğru çam ormanları. İleride bir kaç yelkenli demirlemiş doğal limanda.

Mola bittikten sonra yola çıktık. Bundan sonra hep deniz kıyısından küçük iniş ve çıkışları olan düz bir yolda gideceğiz ta Akyaka’ya kadar. Uzayıp giden yol ve solda dik yamaçlı kayalıklar.

Etraf çam ormanları ile kaplı. Buralarda arıcılık yapan çok. Çam balı üretimi en çok bu bölgede oluyor.

Yol bazen yükseliyor, çam ağaçlarından deniz aşağıda görünmekte.

Pek araçların geçmediği çam ormanının içinde sessiz ve sakin gidiyorum. Bol oksijeni ciğerlerime doldurarak.

Bazı yerlerde yamaçlar öylesine dik ki neredeyse 30 – 40 metre yükseklikte. Kayaların çatlaklarında çam fidanları kendine yer bulmaya çalışıyor.

Buraların bitkileri arasında keçi boynuzu ağaçları da var. Sallanan keçi boynuzları henüz yeşil, olgunlaşmamış. Keçi boynuzlarının hepsi düz olarak sarkmış durumda. Demek ki olgunlaşınca boynuz gibi eğriliyorlar ve kahverengine dönüşüyorlar.

Akyaka’ya geldik sayılır, evler görünmeye başladı. Bunlar Akyaka dışındaki yayılan evler. Ormanın içine yapılmış iki katlı bir ev ve yanında tahtadan yapılmış bir tesis. Zamanla buraları dolacağı kesin.

Yol kıyısında küçük bir su havuzu görüyorum. Havuzda nilüfer bitkisi var. Yaprakları geniş bir tabak gibi su yüzeyinde. Kimi açmış, kimisi de açmakta olan nilüfer çiçekleri havuzun dibinden su yüzeyine çıkmış.

Akyaka’ya vardım bir de ne göreyim Muhlis Dilmaç Bekir Kocamaz’ın arabasına binmiş gidiyor. Bir de bana el sallaması garibime gitti. Demek ki ekildik. Ne yapayım onun bileceği iş, kafama bile takmıyorum. Ben kendi yoluma kendim giderim, kimseye muhtaç değilim.. O kadar katılımcı birbirleriyle vedalaşmadan alelacele gitmeye çalışıyor. Sadece bu turda tanıştığım Sevil Doğrugüven gelip benimle vedalaştı. Bisikleti kamyonete yükleyip minibüs ile Muğla garajının olduğu yere vardık. Minibüs önceden geldiği için bisikletlerin olduğu kamyonet henüz gelmemişti. Kamyoneti beklerken yakında olan tesisin bahçesini dolaşıyorum. Bahçede müşterileri çekmek için uyguladıkları çocuk psikolojisini iyi kullanmışlar. Kafeslerde çeşitli hayvanları koyup çocukların ilgisini çekmişler. Çocuklar da anne -babalarını hayvanların olduğu yere gidelim diye tutturunca buraya gelip hem hayvanları görüyorlar hem de yiyip içiyorlar. Böylece daha çok müşteri gelip kazanıyorlar işletmeciler.

Kafeslerdeki hayvanlardan birisi peruk takmış bir horoz. Tepesindeki tüylerden ibiği görünmüyor.

Omuzların aşağısından başına kadar kırmızı, ortası yeşil. Kuyruğa kadar olan yer mavi. Kuyruktan çıkmış bir tüy gövdesi boyunda. Üçte ikisi kırmızı, üçte biri mavi renkte papağan. Papağan ayakları ile kafesin tellerine tutunmuş arkası bize dönük olarak duruyor. Aşağıda profil demire de diğer papağan konmuş, aynı renklerde bize dönük durumda.

Tamamen beyaz renkli tavus kuşu benzeri bir kuş. Kuyruk tüylerini tamamen yelpaze gibi açmış.

Kafesin içinde hapis hayatı olarak yaşayan sincap durmuş bana bakıyor siyah gözleri ile. Artık insanlara alışmış, benden kaçmıyor. Yuva olarak yaptıkları tahta kutunun üzerinde duruyor sincap.

Sonunda bisikletlerin yüklü olduğu kamyonet geliyor. 16 tane bisiklet yüklü ve eşyalarımız üzerinde.

Kamyoneti beklerken Manisa dan biri ile tanışıyorum. İsmini bir türlü ezberleyemediğim bir arkadaş. Kendi arabası ile tek başına gelmiş, beni de İzmir’e kadar götürebileceğini söyleyince seviniyorum. Otobüs ile gitmektense yoldaşlık yaparım. Bu benim için çok iyi oldu. Bisikletleri ve eşyaları kamyonetten indirdik. Ön ve arka tekerlekleri söküp arabanın arka koltuğunu yatırdıktan sonra iki bisikleti dikkatlice yerleştirdik. Çantaları da yükledikten sonra yola çıktık. Akşam yemeği için bir yerde mola verdik, haliyle hesabı ben ödedim. O kadar arabasına bindik, yemek ısmarlamak iyi olur. Güzel bir yolculuk ettik ama ismini bir türlü ezberleyemediğim Manisalı arkadaştan özür dilerim. Unutkanlık başa bela, ezberim çok kötü. Arkadaş beni Bornova kavşağında bıraktı. Hava kararmıştı, arkadaşa teşekkür edip bisikletimin tekerleklerini takıp bagaj çantalarımı da yerleştirdikten sonra evin yolunu tuttum. Alsancak tarafına kadar trafikte gittikten sonra bisiklet yolundan ağır ağır eve vardım.

Bir tur daha bitti, yeni arkadaşlarla tanıştım, keyifli olduğu anlar olduğu kadar arkadaşım Şafak Omaç’ın geçirdiği kaza beni çok endişelendirmişti. Neyse ki kuvvetli bünye yapısında dolayı iyileşti. Buna çok sevindim, beraber bir çok tur yapmıştık. Çok güzel anılarımız olmuştu, eğer kötü bir şey olsaydı kahrolurdum. Ben yanında olmasam da dostlarım onu hastanede yalnız bırakmadı ve bana sürekli sağlık durumu hakkında bilgi verdiler. Yarın ilk işim onu ziyaret etmek olacak.

Başka turlarda görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 72 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Bornova – Üçkuyular yol haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 5. Gün. Denizli Bisiklet Festivali 2. Gün

23 Mayıs 2015 Cumartesi

5. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

Denizli – Pamukkale – Denizli

 

mektuplarınız yok ki sizin

gideceği adresler olsun

yemiş yüklü dallara olmayan kollarınızı nasıl uzatacaksınız?

çiğnenmekten vaktiniz kalmadığından zaten

kalkıp bir kıra,

bir buluta ayak basamayacaksınız

trenleri doldursanız da boş kalacak vagonlar

Savaş Ay

 

Öne çıkmış olan görsel, Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı.

20150523_111814

Ay dolandı geceye, gece karanlık ve soğuk. Ay aydınlık o da soğuk. Ay ile gece gün ağarıncaya kadar sarmaş dolaş ama kimseyi incitmeden. Gün ağarınca ayrıldılar tekrar buluşmak için. Akşam içtiğim nefis  ev şarabının etkisi sabaha karşı baş ağrısı ile kendini gösterdi. Kafamda sanki bir ton yük var ve başımı dik tutamıyorum. Zar zor sabah kahvaltısını yapıp hazırlanıyorum. Bu gün güzel yerler göreceğim ve ilk defa Pamukkale’nin beyaz travertenlerini göreceğim. Aynı zamanda en önemlisi Antik Hierapolis kentini görmem olacak. Kafamı zorla dik tutarak grup ile birlikte yola çıktım. Rakım olarak Pamukkale’ye göre daha yüksekte olmamız nedeni ile hızlıca şehrin ana caddesinden inip Pamukkale’ye vardık bile. Geçtiğimiz yerlerde resim çekmeye değer bir şey olmadığından anca Pamukkale de günün ilk resmini çektim. Oğlu ile birlikte pedal çevirerek geçenler.

20150523_095920

Arkasından diğerleri geldi. Pamukkale girişi rampalı olduğundan geçenleri rahat biçiminde çekebildim. Eeee resim çeken olunca yol kıyısında hemen de poz verirler. Kadın bisikletçi.

20150523_095942

Biri kadın, biri erkek iki kişiyi çekiyorum.

20150523_095958

İki kişi daha geçiyor önümden.

20150523_100000

Hep ikişer geçiyorlar.

20150523_100014

Sonunda tek bir kişi kadraja giriyor.

20150523_100023

Bir kadın da tek geçiyor önümden.

20150523_100037

Kalabalık olunca hepsini çekmeme olanak yok, o yüzden yoluma devam ediyorum. Pamukkale’nin beyaz travertenleri yolun sonunda göründü.

20150523_100220

Daha önce buraya kadar gelmiştim ama üzücü iki haberden dolayı hiç bir yeri görmeden geri dönmek zorunda kalmıştım. Başım çatlasa da bu gün gezeceğim hiç görmediğim güzellikleri.

Ne demiş şair; “En güzel şey henüz görmediklerindir.”

20150523_101745

Travertenlerin üzerinde yamaç paraşütçüsü dolanıp durmakta. Havadan görmek daha da güzel olurdu sanırım. Daha geniş bir alanı rahatça görebilir paraşütteki kişi.

20150523_102856_hdr

Pamukkale travertenleri beyazlığı ile gerçekten görsel olarak çok güzel. Uzaktan da yakından da. Beyaz travertenler yamaçta, düzlükte yeşil sazlarla kaplı göleti park haline getirmişler.

20150523_103341

Buradan da girişi var ama biz yukarıdaki kapıdan gireceğiz. O yüzden yola devam. Uzun bir kortej olmuş bisikletçileri çekiyorum.

20150523_103722

Yer altından çıkan termal suyun içindeki Kalsiyum Hidro Karbonat hava ile temasa geçince karbondioksit karbonatı terk ederek havaya karıştıktan sonra geride kalan Kalsiyum beyaz bir tabaka halinde sertleşir. Burada herhangi bir bitki yetişmediğinden beyaz renk tabakası ile doğaya renk katar. Depremlerle çöken, yükselen toprak ilginç yapılar oluşturmakta. Beyaz travertenle kaplı tepe. Sanki dağın tepelerine kar yağmış, etekleri yeşil otlarla kaplı.

20150523_103727

Yeni yapılmış kaymak asfalt zorlanmadan sessizce gitmemizi sağlıyor. Ses titreşimi olmadığından travertenlere zararımız olmuyor motorlu araçlar gibi.

20150523_103957

Uzakta ve yüksekte görünen travertenlerin üzerine çıkacağız. Önde sararmaya başlamış tarla var.

20150523_104452

Hafif yükselince Denizli şehri ve karlı tepeleri ile Babadağ görüntüye giriyor.

20150523_104457

Geldiğimiz yönün resmini çekiyorum travertenlerle birlikte.

20150523_104502

Daha da önümüzde yokuş var ama az kaldı.

20150523_104810

Avrupa birliği sözleşmesinin 27. maddesi çevre ile ilgili. Öyle olunca KUZ zaten çevreci, bu bayrağın anlamına da yakışır. Doğayı kirletmeyen, çevreci ve sağlıklı yaşam kaynağı bisiklettir. Ben de onun bir parçası olarak mutluyum ve sağlıklıyım. Daha ne olsun ki?

20150523_105859

Antik kentin dış mekanları olan mezarlıklara geldik. Mezarlar görkemli. Bakalım kent ne durumda, merak içindeyim.

20150523_110148

Antik kent Hierapolis girişindeyiz, ücret ödemeden içeri giriyoruz. Herhalde buralarda yarış yapılmış, finiş ve bitiş yazılmış şişme kemere.

20150523_110435

Antik kentin giriş kapısı ile harabelerin olduğu yer arasında epey bir yol var. İşte böyle yerlerde insanlar yürümek zorunda kalıyor. Bu durumdan şikayet edenler kim? Tabi ki her yere araba ile gidenler. Hani kapı olmasa araba ile ta antik tiyatronun sahnesine kadar gidebilirler diye düşünmekten edemedim kendimi… Bizler öyle miyiz? Elbette değiliz, öyle olsaydık bisikletlerimizle buraları görmek için 25 Kilometre pedal çevirir miydik. Böyle olmasından memnunum. En azından 250 kişi arabalara binip doğaya gaz salımını yapmadı, çevre de kirlenmedi. Antik kente giden taş yollar, çevre de yeşillendirip çiçeklerle süslenmiş.

20150523_110546

Dedim ya antik şehrin dış mahallesindeyiz, burada mezarlıklar var. Antik adı ile Nekropol. Mezar yapılarının görkemine bakılırsa Roma döneminin zengin kişileri için yapılmış. Savaşta ölmeyip termal hamamlarda ihtiyarlığında ölen şişko, yağlı, obez Romalı generaller ve para babaları kendilerine bir ev kadar kayalardan mezar yaptırmış. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de durum değişmedi. Mezarlıklara gidip bakın. Soğuk mermerden yapılan mezarlara dünyanın parasını vermekten kaçınmazlar. Sanki tahtalı köyde huzur içinde yatacaklar işledikleri günahları cehennem ateşinde yanarken….

20150523_110846

Nekropoller

Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür.

Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)

Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.

Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir ya da birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)

Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur. Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir. Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır.

Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Taşlardan yapılmış mezar lahitleri.

20150523_110849

Antik kente ulaşmak için yürümüyoruz ama pedal çevirmek bizim işimiz. Taş döşeli temiz yolda gidiyoruz bisikletlerimizle.

20150523_110852

Önümde Gülhan Etiler durmuş ileriye bakarken çekiyorum. Sağda yüksek bir bina var, müze olmalı. Yerler Arnavut kaldırım taşları döşenmiş.

img_0661

Çevre düzenlemesi çok iyi olmuş, termal sular buraya kadar getirilip insan yapımı traverten yapılarak ayrı bir güzellik katmış. Traverten dört kademeli yapılmış.

20150523_111249

Bu güzelliğin yanında kırmızı ve beyaz çiçekler ayrı bir desen oluşturmuş tarihi doku içinde.

20150523_111442

Kırmızı – beyaz çiçeklerin görünümü harika. Arada kırmızı güller de var.

20150523_111551

İlk kalıntılar göründü, kemerli yapılar Roma döneminde buraların zenginliğini gösteriyor. Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150523_111814

Tarihi kalıntılar çoğalmaya başladı.

20150523_112130

Çoğu yıkılsa da ayakta kalan yapılar muhteşem. Binalar devasa insan boyuna göre. Yüksek, üç kemerli bina. Çatısı yok.

20150523_112142

Kalın sütunlu, üzerinde kirişler olan bir kalıntı.

20150523_112328

Sanırım antik kentin giriş kapısına geldik. Üç kemerli, yüksek bir kapı, yanları kale duvarı gibi kalın. Buradan içeri giriş yapıyoruz.

20150523_112519

Dikdörtgen bir kapıdan daha geçiyoruz. Burada sütun ayakları olan dikdörtgen prizma mermer bloklar sıralanmış.

20150523_113029

Kalın taş duvar, nöbetçilerin durduğu girinti duvarın anlına yapılmış.

20150523_113125

Aşağıdan gördüğümüz travertenlerin üstüne geldik sonunda.

20150523_113601

Tarihi kalıntılar etrafa saçılmış gibi.

20150523_113838

Antik yıkıntıların içinde havuz yapılmış. Girişi de 30 kusur Lira olunca girmekten vaz geçtim. Sanki biraz paragöz olmuş taşeron işletmeci. Girişte insanlardan para alıyorlar, havuza da ayrı para. Bir de normal insanlar girmesin diye ederini yüksek tutmuşlar. Aynı Roma dönemindeki yağlı, şişko, obez zenginler için. Çaktırmadan gireriz diye şortları giydik Ferdi ile birlikte. Ferdi kendini havuza bırakınca görevli hemen devreye girip Ferdi’yi dışarı çıkarınca havuz sefamız başlamadan bitti.

20150523_114310

Antik havuzda yüzen insanlar.

20150523_114318

Antik Havuz

Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir. Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaydı. O yıllarda kent ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır. Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tariki kalıntılar üstünde oturan, yüzen insanlar.

20150523_114420

Buraya da Denizli’nin simgesi Denizli horozunun parlak seramik heykelini yapmışlar.

20150523_123420

Madem havuza giremedik bari travertenlerde akan sulara bırakıyoruz kendimizi. Başımın üzerinden akan sular üzerimden havuza akıyor.

img_0673

Su bulduğumuz neresi olursa oraya seriliyorum. Her ne kadar yüzemesem de bu bana yetiyor. Dar bir kanalda sırt üstü uzanmış halde yatıyorum.

img_0677

Traverten havuzunda boy veriyorum, anca bileklerimin biraz üzerine karar derinlik. Artık bu havuzda eğlenmeye devam edeceğim.

img_0678

Sadece Kalsiyumlu beyaz bir tabaka kalıyor üzerimde ama idare etmek gerek. Bu havuzlar insan yapımı doğal olmayan betondan kademeli olarak tasarlanmış. Kademeli olması göze hoş geliyor. Bir zamanlar insanlar buralara ayakkabı ile dolaşmaya başlayınca beyaz renk yok olmaya başlamış.  Sonrasında ayakkabı ile girmek yasaklanmış. Zamanla pamuk gibi beyaz rengine dönüşmüş.

img_0687

Üzerimi kurulayıp giyiniyorum. Antik kentin yıkılmış ve ayakta kalmış taşlarına dalayım havuz yerine. Geçmişten gelen yapılar benim için daha değerli ve görülmesi bedava. Blok taş yıkıntıları, kimi yerler yıkılmamış düzgün görünüyor.

20150523_124439_hdr

Etrafı dolaşırken yerde bir yarık gördüm. Merak edip dikkatlice bakınca uzayıp giden fay hattı olduğunu anladım. Yarığın dibinde de turkuaz renkte su var. Güneş ışıkları suya vurunca renk canlılığını ortaya koyuyor. Beklide az kişinin, yada hiç kimsenin görmediği güzelliği görüyorum zannederken insanların içip attığı teneke içecek çöpünü görünce artık bir şey düşünemedim. İnsanlar neden bu kadar duyarsız, neden bu kadar pis anlaşılır gibi değil…  Yazık hem de çok yazık..

20150523_124529_hdr

Yarık uzun ve derin gidiyor, takip edince Antik havuzun olduğu yere işletmenin bahçesinde son buluyor. Sanki yarık bahçede toprakla kapatılmış, üstü örtülerek depremden ve yaratacağı etkiden etkilenmeyecek gibi. İşletme tam da fay hattında. Üzeri çimle, çiçekle süslenmiş, altındaki su dolu boşluğu görmeden büyük bir tehlikenin farkında değiller. Bir deprem anında çökmeyeceği nerden bilinebilir ki ?

20150523_124542

Ben gezime devam ediyorum antik kentte. İleride tiyatro var, yoldan gitmeyip kestirmeden araziden gidiyorum ayakta kalmış bir kaç blok arasından.

20150523_124623

İşte taşeron zihniyeti gördüğünüz gibi antik kentin ortasından siyah bir boru uzanmış gidiyor. Nereden gelip nereye gittiği belli değil. Hiç te yakışmamış tarih dokusuna, yazık…

20150523_124645

Anlaşılan o ki burası büyük ve önemli bir kent imiş zamanında. Henüz kazısı bitirilmemiş, kazılsa daha da neler çıkar ortaya.

20150523_124757 20150523_124842 20150523_124845

Devasa tiyatro binasına geldim. Hava sıcak, başım hala ağrımaya devam etmekte ve kafam o kadar ağır ki taşıyamıyorum. Ama Muhteşem tiyatroyu görmem gerek.

20150523_125046

Hierapolis (Yunanca: Ἱεράπολις ‘kutsal şehir’), Pamukkale (Denizli) yakınlarında bulunan bir antik kenttir.

Antik coğrafyacı Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolisin bir Frigya kenti olduğunu ileri sürülmektedir. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Pergamon Krallığı zamanında II.Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki MS 60 yılındaki büyük depreme kadar, Hellenistik kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür. Deprem kuşağı üzerinde bulunan kent, Neron dönemi depreminden büyük zarar görmüş ve tamamen yenilenmiştir. Üst üste yaşadığı bu depremlerden sonra kent, tüm Hellenistik niteliğini kaybetmiş, tipik bir Roma kenti görünümünü almıştır. Hierapolis Roma döneminden sonra Bizans döneminde de çok önemli bir merkez olmuştur. Bu önem, MS 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması (metropolis), MS 80 yıllarında, İsa’nın havarilerinden Filipus’un burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır. MS 395 yılında Bizans yönetimine geçen Hierapolis, Piskoposluk merkezi oldu. Hierapolis, 12. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluları’nın sınırları dahilinde kalmıştır. Hierapolis antik kentinde; Nekropol, Domitiyan yolu ve kapısı, kare alan içine oturtulmuş Oktokonus tapınağı, tiyatro, Frontinus caddesi ve kapısı, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Tritonlu Çeşme Binası, Apollon Kutsal Alanı, Su Kanalları ve Nympheumları, Surlan, Filipus Martynonu ve köprüsü, Direkli Kilisesi, Nekropol Alanı, Katedral ve Roma Hamamı kalıntıları bulunmaktadır.

Tiyatro

Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (117-137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde 206 yılında tamamlanmıştır.

Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir.

Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır. Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir.

Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tiyatroyu tamamen görecek şekilde oturma yerlerinin en üst tarafına çıkıp sütunlu sahnesi ve yarım yuvarlak oturma yerlerini neredeyse tamamıyla çekiyorum.

20150523_125539

Antik kent turu bitirip hep birlikte yola çıkıyoruz. Başımın ağrısı hala geçmedi ve güneş geçmesin diye havlumu başıma sardım. Grup gittikten sonra kendimi yavaşça yokuştan aşağı inmeye başladım. Yemek yenilen yerde yönlendiriciler beni durdurarak, yemek yememi söylediler. Zar zor bir şeyler atıştırdım. Biraz dinlenme ve karnımın doymasıyla baş ağrısı yavaş yavaş geçmeye başladı. Artık kafamı dik tutabiliyorum. Baş ağrısı gözle görülmese de ağırlığını hissettirdi. Sanki tonlarca kazan kafamda kaynıyordu. Yemekten sonra başımın ağrısı azalınca kendime geldim. Yemek bitiminde dönüşe başladık. Mermer fabrikasında serinleme molası verdik. Soda ve çay ikramı iyi geldi bu sıcak havada. Mermer fabrikasında heykeltraşlar sanatlarını göstermiş. Fabrikanın bahçesi Açıkhava heykel müzesi durumunda. Sütun başında iki kolunu yana açmış erkek zemine yapışmış halde. Sadece başı ve iki yana açılmış kolları var.

20150523_155114

Baş heykeli, ustaca yapılmış bir eser. Tek parça koca bir kütle mermerden güzel bir insan başı. Bana çok şey hatırlatıyor. Sanki gözlerini kapatıp huzura çağırır gibi. Her şeyi bir yana bırak, evini, işini, okulunu, bozuk düzeni, adalete sarsılmış olan güvenini, adam olmayı, geleceği düşlemeyi. Sadece huzuru düşün, ses çıkmasın sessizliği düşün gözlerin kapalı olsun. Işık girmesin dünyana, ışığı düşün. Zaten içinde olan ışık seni aydınlatır. Yaptığın iyilikleri düşünme, zaten onları denize attın ya! Çocukları düşünme, içinde hep çocukluğu yaşadın, hep çocuktun. Toplumun dayatmalarıyla bir kalıba soktular seni. Düşünerek kır kalıplarını, özgürleş. sen onlara dayat ben böyleyim diye. Ben huzurluyum! huzurlu. Yeter ki baş ağrısı olmasın.

20150523_155144

Güzel kadın heykeli poz vermiş aynaya kendini seyrediyor. Güzel olduğundan emin değil, acaba ne kusurum var diye aynadaki yansımasını gözlüyor sanki. Üzerinde ince bir elbise giymiş, kıvrımları gayet düzgün oyulmuş.

20150523_155243

Gökten inmiş bir melek gibi, kanatları alışılmadık. İnsanlara iyi olmayı, adaleti, birbirinizi boğazlamayın artık yeter diye yazan kitapla beraber yer yüzüne inmiş. Ama kitabı okuyan var mı ? Yada yazanları uygulayan ?

20150523_155302

Düş görmek, rüyaların içinde huzurla yatmak. Çimenlerin üzerine bir döşek, üstünde ince bir çarşaf. Yastık yok, kolunun üzerine başını koyacaksın. Güneş en tepeden öte yana devrilmeye başlamış. Kuşluk vakti. Üzerinde huzurlu bir yorgunluk, gözlerin kapanmadan uzanıverirsin döşeğe. Gözler usulca kapanır ve güneş ışıklarının verdiği sıcaklıkla şekerleme başlar. Kabus görmezsin rüyalarındaki düşlerde çünkü içinde kötülük yoktur senin. Tatlı düşler beliriverir rüyalarda. Düş ve huzur… Uyuyan kadın heykeli. Yere uzanmış, üzerinde ince bir çarşaf örtülmüş gibi kıvrımları gayet ustalıkla işlenmiş. Sadece başı ve ayak uçları çarşafın dışında kalmış.

20150523_155324

Böylece kalbini çaldığın biriyle 90 lı yaşları geçmiş yaşlılığı yaşarsın. Sevdiğin bahçedeki koltuğa oturmuş. Sen de koltuğun kenarına ilişip oturursun. Konuşmaya gerek yoktur, bahçede öten kuşlar konuşur cıvıltılarıyla. Sen onları dinlersin bunca yaşanmışlığınla yaşlanmış olarak. Huzur içinde ölümü beklersin kapını çalsın diye. Düşünmezsin bile ardında bıraktığın koca dünyayı. Kimseye kötülük etmemişsin, hep başkalarına yardımı esirgememişsin. Dünyalar senin olmuş, arkanda iyi ve güzel şeyler bırakıp dinginliğe ulaşmışsın. Bir gün uykudayken acı çekmeden bir daha uyanmayacağını biliyorsun huzurla… Biri kadın biri erkek iki heykel tek kişilik koltukta oturmuşlar. İkisi de ihtiyar, kadının başında baş örtüsü sarkıyor. Erkek başına fötr şapka takmış.

20150523_155355

Ve güneş kuşluk zamanını gösteriyor. Yani günün ikinci yarısının ortası. Güneş her gün kuşluk zamanını hiç sektirmez. Sen bunu değiştiremezsin, gücün yetmez. Sadece zamanı iyi değerlendir ve yaşa. Yarım yuvarlak oyulmuş Güneş saati, üstte ileri uzatılmış çubuk. Yarım yuvarlak oyuntuda ölçülü çizilmiş ve sayıları belirtir işaretler yapılmış.

20150523_160113

Çay ve soda ile dinlenmemiz bittikten sonra yola devam. Büyük Menderes nehrinin havzasındayız. Nehri besleyen çaylardan biri olan Çürüksu çayı kenarındayız. Çayda akan su gerçekten çürümüş, renginden belli. Neredeyse karaya dönüşmüş kahverengi. Geldiği yer sanayi sitesinin yanı olduğu için sanayide ne kadar atık su varsa hepsi derede. Hal böyle olunca iyice karışan renk homojenize olan kahverengi renginde.

Bu rengin neden olduğunu şöyle açıklayayım. Ortaokulda resim dersinde güzel bir kadın resim öğretmenimiz vardı. Sanata ve resme olan inancını bizlere yansıtmıştı ve resim dersi hep güzel geçmişti o yıllarda. Bizlere renkleri anlatmıştı, renk karışımlarını, hangi renk hangi renkle karışırsa ne olur diye. Ana renkler Kırmızı – Sarı – Mavi ara renkler Yeşil – Turuncu – Mor Üç ana rengi ikişer renkle karışırsa üç ara renk oluşur. Bunu güzelce kafamıza yerleşirdik ten sonra bir derste renk karışımlarını resim kağıdına yapın bakalım deyince ben değişik çaplarda altı daire her biri birbirini kıyısından içine alacak şekilde pergel ile çizdim. Üç daire ana renk, diğer üç daire ara renklerde sulu boya ile boyadım. Sarı kırmızı ile birleşince turuncu rengi aldı. Sarı mavi ile birleşince yeşil rengi oluştu. Kırmızı mavi renkle buluşunca morardı. Bunlar tamamdı ama bütün renklerin kesiştiği ortada küçük bir üçgenin rengi kahverengi olmuştu.

Bu durumu güzel öğretmenim bize açıklamamıştı. Belki de açıklamak istememiştir. Çünkü insanlar çevreyi kirlettiğinden nehirlerin böyle bir renk alacağını biliyordu. Kırk yıl sonra renklerin karışımının neden Kahverengi olduğunu anlamıştım. Kirliliğe dur demenin zamanı geldi artık..

Kahverengi akan çayı çekiyorum köprü ile birlikte.

20150523_160330

Her ne kadar çaylar ve nehirler kirli aksa da yaşam bir şekilde devam ediyor. Artık kirlilik bizleri ne kadar etkileyecek ilerde zaman gösterecek. Arpa tarlalarında olgunlaşıp sararmış halde görünce içimin burukluğu azaldı.

20150523_162342

Alabildiğine geniş tarladaki sarı renk huzur veriyor.

20150523_162444

Laodikeia antik kent ovanın ortasında sanki unutulmuş. Biraz da orayı canlandırmalı bisikletlerimizle. Ana yola yakın olan antik kentte giriş yapıyoruz ücret ödemeden. İlk tarihi kalıntılar karşımıza çıktı.

20150523_164541

Geniş caddeden yürüyerek şehrin merkezine doğru gitmeye başladık. Yol geniş kaya plakalardan, düzensiz yapılmış.

20150523_164609

60. yılda olan büyük depremde yıkılan şehirden kalan kalıntıların bir kısmı. Tam da Roma rakamlarını belirtmiş. I II III diye sütunlar sırası ile dikilmiş arkeologlar tarafından.

20150523_164919

Laodikeia Antik Kenti, Denizli İli’nin 6 km. kuzeyinde yer almaktadır. Helenistik kent, M.Ö. 3. yy.’ın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulmuştur. M.Ö. 130/129 yılında ise bölge tamamen Roma’ya (önce Cumhuriyet, sonra İmparatorluk) bağlanmıştır. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahip olan kent, Erken Bizans Dönemi’nde metropollük seviyesinde dini bir merkez haline gelmiştir. Laodikeia’da yapılan kazı çalışmaları, Erken Kalkolitik Dönem (Bakır Çağı, M.Ö. 5500’den M.S. 7. yy.’a kadar kesintisiz yerleşimlerin varlığını ortaya koymuştur. Laodikeia, önemli arkeolojik kalıntılara sahiptir. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan Laodikeia’nın önemli ve günümüze kadar gelebilen yapıları içinde; Anadolu’nun en büyük stadyumu (ölçüleri 285×70 m.), 2 tiyatrosu, 4 hamam kompleksi, 5 agorası, 5 nymphaeumu, 2 anıtsal giriş kapısı, Bouleuterionu, tapınakları, Peristylli evleri, Latrina, kiliseleri ve anıtsal caddeleri sayılabilir. Kentin dört tarafını ise nekropol alanları çevirir. Laodikeia, Hıristiyanlık dünyası için çok önemlidir. Çünkü kent M.S. 4. yy.’dan itibaren Kutsal Hac Merkezi olma gibi dinsel bir özelliğe sahip olmuştur. Bu nedenle İncil’de adı geçen ve Laodikeia Kilisesi adına vahiy gönderilen bir kentte Laodikeia Kilisesi’nin ortaya çıkarılması, bu kutsallığı bir kat daha artırmaktadır. Kilise, Büyük Constantinus zamanında (M.S. 306-337), Hıristiyanlığın M.S. 313 yılında Milano Fermanı ile serbest olmasıyla birlikte yapılmıştır. Bu yönüyle Hıristiyanlık dünyasının en eski ve en önemli kutsal yapılarından biri olma özelliğini korumaktadır ve bu nedenle yapı bir hac kilisesidir.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,51372/laodikeia-antik-kenti-denizli.html

Bir kaç sütunlu yapılar.

20150523_164939

Devasa yivli sütunlar zamanında muhteşem bir dönemin belirtisi. İki sütun arasında iki kadın.

20150523_165049

Üzeri kalın cam ile kapatılmış kazı bölgesi. Canlar kalın, üzerinde yürüyebiliyoruz. Buradan kazı çalışılmalarını izleyebilirsiniz.

20150523_165412

Kazı yıl boyunca devam ediyor. Üzeri kalın cam ile kapatılmış alanda gün yüzüne yeni çıkmış eserler görünmekte.

20150523_165137

Aşağıda sütunlar parça parça yerde.

20150523_165200

Kemerli yapılar da göze çarpıyor.

20150523_165232 20150523_165239

Başka bir alan da üzeri örtülerek korunmuş durumda.

20150523_165252

Şimdi şöyle düşünün; Eğer resimde görünen yapılar orijinal biçimde korunmuş olarak dursaydı böyle güzel görünür müydü  Gözümüze sadece taş bir bina olarak görünecekti. Oysa şimdiki görünümüyle sonradan dikilmiş 16 sütun, kimisinin üstünde kirişler konmuş. Görsel olarak bize geçmişi anlatıyor. Eskiyi, daha da eskiyi, binlerce yıl öncesini resmediyor uzaktan.

20150523_165403

Restore edilerek zamanında yıkılmış sütunlar dikilerek taştan bir kapı yapılmış. Ziyaretçiler kapıdan geçince sanki zamanda yolculuk yapar gibi zaman kapısından geçiyor. Sütunların arasında beş kişiyi çekiyorum.

20150523_165454

Sütunlar ve kirişlerdeki ince işçilik zamanında ustalık ve zanaatçılığın ileride olduğunu ve zenginlik bakımından ferah yaşanmışlığın göstergesi. İki sütun arasında beni çekiyorlar cep telefonum ile.

20150523_165601

Tarih dokuya güzeller de renk katmakta. Sanki bir kuş sütun başına bir kuş yuva yapmış gibi.

20150523_165617

Ne de olsa İzmir de yaşamış, güzelleşmişler. Gülhan Etiler’i çekiyorum iki sütun arasında.

20150523_165624

Yakın zamanda pişmiş tuğladan yapılan kapı kemeri, arka taraf henüz kazılmamış. Yarısına kadar toprakla örtülmüş durumda. Artık siz düşünün daha ne kadar kazılacak ve ne kadar sürecek. Günümüz iş makinaları ile belki de bir haftada kazılabilir bu alan ama kazı çalışmaları dikkatli ve kalıntılara zarar vermeyecek biçimde kazılıyor.

20150523_165659

Tek sütun.

20150523_170243

İleride sütunlu yol görünüyor.

20150523_170254

Hava sıcak, başıma güneş geçmesin diye peştemalı kafama sarıp öyle dolaşıyorum. Sütunlu yolda çekiliyorum.

20150523_170430

Antik kent turumuzu bitirip kapıya yöneldik. Kapıda diğer arkadaşların toplanmasını beklerken oturduğum basamağın altında bir kurbağayı fark ediyorum. Güneşin yakıcı sıcağından serin ve gölgelik yere konuşlanmış. Öyle sessizce bize aldırmadan dinleniyor kuytu yerde. Kamuflajlı rengi ile kurbağa ilk başta fark edilmiyor bile. Anca dikkatli bakınca görebilme şansınız var.

20150523_171439

Herkes geldikten sonra hareket edip ana yoldan kamp alanına doğru pedal çevirmeye başladık. Her belediyede olduğu gibi Denizli belediyesinde de henüz bisikletçilerin farkında değil. Daha alışmamışlar demek ki ince tekerlekli bisikletlere. Üç mazgal uzunlamasına delikleri ile bisikletlilere tehlike yaratıyor.

20150523_173357

Benim lastiğim ince ve mazgala giriyor. Eğer dikkat etmezsen jantı kırma olasılığın yüksek. Bakalım bu konuda belediyenin fen işleri ne zaman el atacak. Arka tekerleğim mazgalın yarığına tamamen girmiş durumda çekiyorum.

20150523_173457

İşin garip tarafı mazgallarda standart yok. kimi mazgal değişik yapılmış ve en uygunu da resimde gördüğünüz mazgal tipi. Kısa delikler ve yolda gidiş yönüne göre enine konmuş. Artık bütün mazgallar bir standartta gelmeli ve doğru olan biçimde konulmalı.

20150523_174013

Kalabalık Denizli trafiği içinde hızlıca geçip kamp alanına geldik. Sıcak duşları beklemeden kalın bahçe sulama hortumu ile güzelce duşumu alıyorum. Terli eşyaları da sudan geçirip duruladıktan sonra temiz elbiseleri giyerek yemeklerimizi afiyetle yiyoruz. Denizli’nin güzel insanlarından Reyhan – Murat Demirel çiftinin sevimli ikizlerini sevmeden geçemedik. Maşallah ikisi de topaç gibi, bir de sevimliler yemeden geçilmez ki.

20150523_201304

Akşam olduktan sonra masalara oturup Saz ve Gitar dinleyerek Türküler, Şarkılar söyledik hep birlikte. Gece ilerledikçe sayımız birer ikişer eksilerek azaldık. Fazla geç olmadan ben de çadırıma çekilip günün yorgunluğunu tatlı uyku ile gidermeye başladım.

Bu gün yaptığımız toplam yol 56 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 9. gün

24 Haziran 2013 Pazartesi

Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları

Bozburun – Marmaris – Akyaka

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Uçamazsan koş, koşamazsan yürü, yürüyemezsen sürün. Ama ne yaparsan yap ilerlemek zorundasın.”

Martin Luther King

 

Güzel bir yerde güzel bir uykudan sonra sabah erkenden uyanıyoruz. Sabah duşumu çarşaf gibi olan denize girerek alıyorum. Sabah suyu harika geliyor. Çayımızı demleyip harika bir kahvaltıyı deniz kıyısında demir atmış tekneleri seyrederek yapıyoruz. Piknik masasında kahvaltılıklar. Yıldız ve İrfan oturmuş kahvaltısını yapıyorlar. Deniz çarşaf gibi dümdüz.

240620132793

Kahvaltı sonrası toplanıp eşyaları bisikletlere yükledik. Kafeteryada telefonları şarja bırakmıştık geceleyin. Telefonları alıp zaman geçirmeden yola çıktık. Bir süre düz gittikten sonra yokuş başlıyor ve geride bıraktığımız Bozburun uzaktan da olsa bize yüzünü gösteriyor. Araziye dağılmış tek tük evler ve manzaranın güzelliğini biraz seyre dalıyorum. Otlar güneş sıcağına fazla dayanamayıp sararmış durumda.

240620132794

Tüyümü kafama takıp üzerimi çıkarıyorum. Bol güneşten yararlanmak gerek D vitamini için. Bisikletimin ön çantaları ile birlikte tüyümün de gölgesi asfalta vuruyor.

240620132795

Yükseldikçe manzara güzelleşiyor. Denize uzanmış kara parçaları ve küçük bir camisi olan köyde evler dağılmış araziye. Sanki yeşillik içinde kaybolmuş şirin bir köy gibi.

240620132796

Yokuş biraz sertleşti, bir vadinin içindeyiz, vadinin dibinde deniz uzaklarda. Önümde şevketi bostan dikenlisi boy ayıp manzaranın önünde duruyor. Henüz sararmamış yeşil durumda.

240620132800

Bu vadiye yol indiğini görüyorum ama yolumuzun uzağında kaldı. O yüzden girmenin anlamı yok. Seyrek yeşil ağaçlar kaplı kayalıklı dağlar önümde.

240620132801

Yolda doğru dürüst ağaç yok makilik devam ediyor, tipik Akdeniz bitki örtüsü. Haliyle çeşmede göremiyoruz, suyumuz olmasa susuz kalmamız içten bile değil. Bu geçtiğimiz yol aynı zamanda Karia yolu, bunu tabela ile işaretlerinden anlıyoruz. Sola Kızılköy 3 Km, sağa Bayır 3 Km olarak yazılmış sarı yeşil tabelaya. Tam ortadayız yani, iki taraf 3 Kilometre. Biz Bayır yönüne doğru gideceğiz.

240620132802

Karia yolunda giderseniz yanınıza bol su almanızı tavsiye ederim, bilasha Bozburun – Marmaris yolunda giderseniz. Dağlara tırmanmaya devam ediyoruz ama fazla zorlu değil, normal bir tırmanış. Bayır köyüne iniş yaptıktan sonra tekrar bir yokuş başlıyor ve burayı da çıkıyoruz zorlanmadan. Yine seyrek ve dağının evler manzarayı oluşturuyor.

240620132803

Köyün içinde Karia yol tabelası sökülmüş, birisi de alıp direğin dibindeki kaldırım taşı üzerine koymuş tabelaları. Bu tabelalarda yazan; sola doğru Amos 15 Km, sağa doğru ise Taşlıca 18 Km yönlerini belirtmiş. Tabelaların üstündeki sundurmada bir saksı duruyor. Saksıda gül dikilmiş.

240620132804

Önümüz yokuş sola doğru dönemeçli çıkıyor. Sağ taraf çam ormanı yüksek dağ ve solda küçük bir köy bahçeler içinde kaybolmuş. Küçük bir cami ve minaresi buranın köy olduğunu belirtiyor.

240620132805

Buralarda çamlar belirmeye başlıyor. Bir süre çıktıktan sonra araç trafiğinin bol olduğu bir yola bağlanıyoruz ve iniş başlıyor. Bu yol Turunç – Marmaris yolu, daha geniş fakat inişte virajlar keskin ve tehlikeli bu yüzden virajları yavaş ve dikkatli iniyoruz. Aşağıda görünen koy İçmeler koyu ve deniz.

240620132806

İçmeler kalabalık, yazlıklar çok, deniz kıyısına inmek için yolu ararken bir market görüyoruz. Marketin yanında gölgelik bir yere oturup soda, çikolata, kiraz, kayası ve ardından karpuz yiyoruz. Bir müddet dinlendikten sonra yola devam ediyoruz.

İçmeler beldesi yazlıklar ve otellerle dolu, sahil yolunda bisiklet yolu yapılmış burada ilerliyoruz. Kıyının solu sıralı oteller arada parke yürüme ve bisiklet yolu sağında otellerin plajları. Bisiklet yolunu gösterir beyaz bisiklet çizim parke taş döşeli yolda.

240620132807

Böyle epey ilerliyoruz, uygun bir yerde denize giriyoruz ve dinleniyoruz biraz. Daha sonra kıyıdan ilerleyerek Marmaris’e girdik. Yıldız bizi Velomaris bisiklete götürüyor Tolga ile tanışıyoruz. Tolga Karia bisiklet turunu düzenleyenlerden. Bize neskafe ısmarlıyor, afiyetle içiyoruz. İrfan bir dikiz aynası ve pedallara burunluk taktırıyor. Biz sohbet ederken Muğla bisiklet derneğinden Eurovello Türkiye temsilcisi Feridun Ekmekçi gelip aramıza katılıyor. Velomaris dükkanının önünde resim çekiliyoruz, Ben, Tolga, Yıldız ve İrfan. Dükkan önünde bir çok bisiklet duruyor satış için.

240620132808

Hoş beşten sonra Akşam yemeği için Yıldız’ın daha önce Karia turunda yemekleri güzel bir lokantaya götürüyor. Hacının yeri diye bir lokanta. Lokantanın bahçesi geniş bisikletlerimizi bahçeye alıyoruz fakat garson bisikletleri dışarıya koyun diyor. Biz de nasıl olur yer var bisikletler gözümüzün önünde olsun diyoruz. Onlarda olmaz deyince iştahımız kapanıyor ve yemek yemekten vaz geçiyoruz. Herhalde hacı tok kim bilir. Biz de başka bir yer ararken tavuk kızartan bir yer görüyoruz. Buradan tavuk alıyoruz, bakkaldan yoğurt ekmek alıyoruz. İrfan bana acıyıp bir de karpuz alıyor. Parkta masalı bankta oturup bir güzel karnımızı doyurduktan sonra kendimize geliyoruz, moralimiz de yerine geliyor. Hazır oturmuşken nerede nasıl kamp atacağımızı konuşurken yarınki yolu da kararlaştırıyoruz. Köyceğiz’e gideceğiz, Marmaris ten Köyceğiz’e Akyaka yolundan gitmemiz gerekiyor. Ben de bu gece Akyaka’ya gidip yeğenimin evinde kalırız, ertesi gün Köyceğiz’e gideriz diyorum. Yıldız ve İrfan bu teklifimi kabul ediyorlar. Hemen yeğenimi telefonla arayıp evinin uygun olup olmadığını öğreniyorum. Uygun olduğunu öğrenince arkadaşlara bildiriyorum. Karpuzu yiyemeden kalkıyoruz, İrfan bagaja bağlıyor karpuzu. Hava kararmak üzere. O yüzden hiç resim çekemedim bundan sonra.

Hemen yola çıkıyoruz, hava karardı ışıklarımızı yakıp gecenin karanlığında yolda olmak güzel, hava serinledi biraz. Marmaris çıkışı rampa başlıyor fakat asfalt kaymak gibi olduğu için yokuş etkilemiyor çıkmamızı. İnişe geçtiğimizde hızımız artıyor, art arda giderken ben bir şeyin üzerinden bisikletimle geçiyorum. Karanlık ve süratli olduğumdan neyin üzerinden geçtiğimi anlamıyorum ama arka lastik beni zıplatmaya başlıyor. Durup lastiğe bakıyorum herhangi bir şey göremiyorum, inişe devam ediyorum ama temkinliyim. Düzlüğe gelince arka lastik patlıyor.   Arka tekerleği söküp bakınca dış lastikte delik olduğunu fark ediyorum. Lastiği söküp patlak yeri yamadıktan sonra dış lastiğe içten iki tane yamayı üst üste yapıştırıyorum. Lastiği fazla şişirmiyorum balon yapıp tekrar patlamasın diye. Böylece Akyaka’ya kadar yavaş yavaş geliyoruz. Yeğenin evini şaşırıp Akyaka’nın içinde iki tur attıktan sonra evi bulup içeri giriyoruz. Yeğenimin köpekleri uysal olduğu için bize çabucak alışıyor. Yeğenime elimiz boş gelmeyelim dedik  sana Marmaris’ten karpuz getirdik. Karpuzu kesip yiyoruz birer dilim. Tatlı sohbetin ardından yatıyoruz, gecenin biri oldu.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 82 Kilometre civarı.

Bu gün yaptığımız yolun haritası  aşağıda

Powered by Wikiloc