Etiket arşivi: horoz

Eşpedal Bisiklet Turu 3. Gün

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Zeytinli – Kızılkeçili – Çamlıbel – Akçay – Güre – Zeytinli

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

gömdüm güzel günlerimi

gömdüm özlem topraklarına

öyle çok ağırdım ki

öyle çok bağırdım ki sağırlıklara

öyle çok çektim ki ayrılık acısını

korkar oldu acı benden

ben sevmenin ustasıyım

ummanın

beklemenin

taşa tohum ekmenin

ben sövmenin ustasıyım

biriktire

biriktire

yeraltı gölü

buna gülmek n’eylesin

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, çınar ağacının dibinde tandem bisikletler yan yana, kilitli durumda. Ağacın dalında Eşpedal tur pankartı asılı iplerle. Solda piknik masaları üç tane sıralı dizilmiş.

IMG_20210804_194648

Herhalde uzun süredir bisiklete binmediğimden olacak dünkü tur biraz yordu beni, o yüzden bu gece derin bir uyku çektim kesintisiz. Haliyle derin uyumanın etkisi olmalı erkenden uyanıyorum. Yattığım yerde biraz gerinip daha da uzun oldum. Kaslarımdaki hafif ağrı biraz gerilmeden dolayı kendine geldi ve çadırımdan dışarı çıktım. Her sabah olduğu gibi yine henüz ayakta olan yok. Sabah kahvemi pişirip keyifle içiyorum. Kuşlar sanki burayı terk etmiş gibi. Ortalıkta kuş sesi duymuyorum neredeyse. Ara sıra uzaklardan bir kuş sesi geliyor. Bazen de aşağıdaki piknik yerinde olan horoz ötüyor. Horoz ötüşü kamp alanına kadar gelse de uyanan yok henüz. Neyse ben sessizlikte kahvemi içtim ve kahve takımlarını topladım. Bir süre sonra çadırlarda hareket başladı ve dışarıya çıkıp ilk önce tuvalete, sonra çadırlara gelip hazırlık yapılmaya başlandı. Kahvaltıyı yapmadan önce dün patlayan lastikleri kontrol edip yamadım. Yedek olarak çantaya yerleştirdim hazır olarak. Bu gün copilotum değişti, Mehmet Arda benimle birlikte sürecek.

Piknik masasına oturmuş olarak iç lastiği yamarken beni çekiyor Şevket. Arkada diğer arkadaşlar kendi aralarında konuşuyorlar.

IMG_20210804_085335

Henüz yola çıkamadık. Yola çıkmadan önce kamp girişine gelerek bisikleti duvara dayadım. Copilotum Mehmet Arda’yı bisikletin yanında durmasını söyledim. Mehmet Arda binanın yanında tandem bisikletle duruyor kımıldamadan. Çıkarken video çekeceğim.

IMG_20210804_100632

Video çekmek için yerimi aldım. Videoyu cep telefonumla çekeceğim. Kamp yerinden düzensiz, bölük pörçük çıktıkları için istediğim gibi video çekemedim. Artık yarın sabah bir daha denerim. Çektiğim videonun linki aşağıda.

https://youtu.be/MvHKFEoinQU

Bu gün rotamız dün olduğu gibi ilk önce Kızılkeçili yolu. Kızılkeçili köyü yakın olduğu için durmayıp yolumuza devam ettik. İlk molamızı Güre köyünde verdik. Burada çay, kahve, soda ve soğuk su içerek biraz serinledik. Köyün meydanında, ağaçların gölgesinde oturuyoruz. Meydanda Atatürk heykeli dikilmiş.

IMG_20210804_110035

Köy evleri tek katlı ve kerpiçten. Eski sayılır, sokaklar taş döşeli.

IMG_20210804_110825

Güre köyünden ayrıldık, yolumuza kendi halinde dolaşan bir eşek çıktı. Eşeğe selam vermeden geçmek olmaz deyip selamımı verdim. Eşek te başını sallayıp selamımı aldı. Bir poz çekiyorum eşeği. Eşeğin üst kısmındaki kılları siyah, kanındaki kıllar beyaza yakın boz renginde.

IMG_20210804_113047

Ağustosun ilk günlerinde bu sıcakta bisiklet sürmek terletiyor. Gerçi durduk yerde terliyoruz. Haliyle su kaybı çok olunca ilk bulduğumuz çeşmeden suları içip serinlemeye çalışıyoruz. Şişeleri, mataraları da dolduruyoruz. Taş duvar olarak yapılmış çeşmenin yalağı biraz yukarıda kalmış. Su akan boruya erişmek için altta araba lastiği konmuş, üstüne de tahta rahat duralım diye. Lastik olmasa akan suya uzanmak olanaksız. Kör arkadaşları lastik üzerine çıkarıp su içmelerini sağladık. Bir tane çeşme olunca kuyruk oluştu. 6 Kişi su içmek için sırada beklerken sadece bir kişi boruya uzanmış su içmeye çalışıyor. O da Tuğçe Çiğdem.

IMG_20210804_115536

Yola devam ediyoruz,  yol inişli çıkışlı. Hava aşırı derece sıcak ama bu bisiklet sürmemize  engel değil. Terliyoruz ve bolca su tüketiyoruz. Bir çeşmeye gelince burada ısınan pistonları soğutmaya çalışıyorum. Tuğçe Soyyiğit resmimi çekiyor kendi cep telefonu ile. Burada su savaşı yaptık birlikte. İlk önce su mataraları dolduruyoruz, sonra herkes birbirine su atarak ıslatıyor. Bu bir su savaşı ve çok eğlendik. Sıcak havanın etkisi ile üzerimiz çabucak kuruyor. Çeşme yalağında ayakların yalağın içinde poz vermişim. Saçlarım örgülü, sabah Pınar örmüştü.

432fd051-0dc3-45df-a549-f3b7a2260430

Bisiklet üzerinde pek resim çekme olanağım yok. Tandem sürerken sürekli kontrol etmek gerek bisikleti. Bu gün copilotum Mehmet Emre Ökten. Pek bisiklet sürmemiş, acemi ve antrenmansız. Pedala da tam basamıyor, bütün yük bana kaldı. Haliyle yoruluyorum bu gün de. Böylece her çeşmede mola vererek dinlenmeye çalışıyorum. Mola yerindeki çeşmede durduk. Çeşmenin aynasına kırmızı boya iler yazılar yazılmış. Yazılanlar;

Hacı Emin oğlu Galip Dumanlı tarafından yapılmış olan bu çeşme müsanleyk oluşu dolayısile Bu kere büyük Hemşir eşi Hatice Feratoğlu yedi ile tamir ve ihya edilmiştir. Merhumun ruhuna Hatice Feratoğlunun hayrına dua 945

IMG_20210804_115909

Çamlıbel köyüne geldik, bu köyün eski adı Tahtaköy. Sonradan değişmiş olmalı. Bunu nerden anlıyoruz? Köyün meydanındaki çeşmeden. Eski yapım olan çeşme paralel olarak iki duvar üstüne beton çatı yapılmış. Çeşme kısmına iç içe iki girinti var. Köşeler kahverengi boya ile boyanmış. İç tarafa Tahtaköy, 8  5  1951 yazılmış. Çeşme yolun ortasında, solda benim kullandığım tandem kaldırım kenarında pedalı ile park edilmiş.

IMG_20210804_121845

Burada topluca resim çekilmek için bir araya gelince ben kareye girmeyip hepsini çekiyorum bir poz. Önde pankartımızı tutanlar var.

IMG_20210804_122543

Sonradan Çamlıbel adını alan köy Edremit belediyesine bağlı. Tabelaya bakılırsa Edremit belediyesi tarafından yapılıp köye takılmış. Tabelada; T.C. Edremit belediyesi Çamlıbel mahalle muhtarlığı yazılmış. Muhtarlık park içinde.

IMG_20210804_123033

Bu köy Kaz dağlarının yamacına kurulmuş. Yüksekte olduğumuzdan manzara güzel. Edremit körfezi ayaklarımızın altında. Deniz masmavi, önde zeytin ağaçları var. Çamlıbel köyünde ünlü oyuncu, tiyatrocu ve ses sanatçısı Tuncel Kurtiz yatıyor. Mezarı burada ama organize olamadığımızdan mezarını ziyaret edemiyorum. İleride gelip mutlaka mezarını ziyaret edeceğim. Çamlıbel köyünde kumanyaları yiyerek karnımızı doyurduk.

IMG_20210804_142900

Çamlıbel köyünden inerken yolu şaşırdık, indiğim yolu bir daha çıkmak zorunda kaldım. Sert olan yerleri bisikletten inerek yürüdüm. Zorlamaya gerek yok, copilotum pedala basamıyor ve yoruldu. Yokuşu yürüyerek çıktıktan sonra ana yola kadar pedal basmadan hızlıca indik. Yolun karşısına geçip Kazdağı müzesine geldik. Burası özel bir müze ama bizden ücret almıyorlar. Müze giriş kapısını çekiyorum.

IMG_20210804_144226

Müzenin içi küçük olduğundan iki gruba ayrıldık. İçeride tanıtım filmini izleyeceğiz. İlk grup içeriye girdi. Ben ikinci gruptayım. Müze dışındaki bazı nesnelerin resmini çektim Bunlardan birisi eski benzin pompası. Üzerinde Motorin ve Kazdağı müzesi yazılmış. Pompa tabancası  yandaki yerine asılmış. Pompanın yanında lastik şişirmek için kullanılan mekanik göstergeli alet konulmuş. Rengi kırmızı, hava hortumu helezon biçiminde.

IMG_20210804_144234

Mavi – beyaz boyalı sepetli motor pırıl pırıl.

IMG_20210804_144249

Bahçede  Kazdağı müzesi hatıra resmi çekilen perdenin önündeyim. Burada savaşçıların kullandığı baş miğferini takıp çekiliyorum. Sağ elimde de silah olarak çakı var ama pek görünmüyor.

IMG_20210804_144530

Kadınların boş zamanlarında ördükleri örümcek ağ model desenli yün örgüler renkli iplikler birleştirilip ağaç gövdesini tamamen kaplamışlar. Ağacın kalın gövdesi 1.5 metre sonra üç dala ayrılıyor. Üç dal ve gövde örgülerle tamamen sarılmış.

IMG_20210804_144725

Müze binasının dışındayım, önüme zeytin tanelerini ezmek için kullanılan cendere var. Cendere ağaçtan yapılmış. Ortada yivli vida sapı, üstte destekli tahta yatak. Vidanın altında baskı tahtası. Altta çıkıntılı sopalarla vida döndürülüp çuvaldaki zeytinler ezilip yağı çıkartıyorlarmış.

IMG_20210804_153514

Preste sıkılıp çıkan yağları bu kocaman küpte saklıyorlarmış. Ağzı yana bakacak şekilde yan konulmuş küp pişmiş topraktan yapılmış.

IMG_20210804_153522

Geçmiş yıllardan kalan cadde tabelası. Tabelada Fabrika Caddesi yazıyor. Altına da sağa ok işareti konulmuş. Tabela paslı biraz.

IMG_20210804_155421

Müzenin dış duvarına hatıra resmi çekilen yer yapılmış. Daha çok mavi, az sarı renkli kanatları olan kelebek önünde resim çekiliyorum. Resmi Tuğçe Çiğdem Soyyiğit çekti. Duvara da siyah – beyaz boya ile;

“Uçmak için kanatlara değil düşlere ihtiyaç vardır” diye yazılmış.

bc86520f-da19-42ec-8f34-ea8d68a2c8ff

Müze içini geziyoruz ikinci grup olarak. Burada Atatürk köşesi, Çanakkale ve Kurtuluş savaşı köşesi, Koca Seyit  ve Tuncel Kurtiz köşesi var. Ayrıca eski ve şimdilerde kullanmadığımız eşya, alet edevat sergileniyor. Projeksiyon gösterimini de izliyoruz. Tuncel Kurtiz’in kendi sesinden hazırlanmış dinletiyi izledik. İçeride hiç resim çekesim gelmedi. Copilotum Mehmet Emre’yi koluma takıp gördüklerimi betimleyip müzeyi gezdirdim. Müzeyi gezdikten sonra dışarıda toplanıp diziliyoruz. Ben de topluca resimlerini çektim. Önlerindeki pankartta yazan;

Yeşil pedallar engelsiz bisikletliler kampı. Çocuklara bisiklet ve sanat atölyesi

IMG_20210804_160843

Bu gün yaptığımız kısa turu bitirip kamp alanına döndük. Bisikletleri çınar ağacının gövdesine yaslayıp tümünü kilitliyoruz. Çalınan bisikletten henüz haber yok. Artık önlem almak zorundayız.

IMG_20210804_194648

Bu akşam bahçe hortumu ile duş alıyorum, terli atlet ve tişörtü su ile yıkıyorum sabun kullanmadan. Yarın copilotum Songül Parlak olacak. İzmir’de oturduğu halde henüz yüz yüze tanışmamıştım. Birlikte tandem sürerek daha iyi tanıyacağım. Hava sıcak o yüzden üzerimiz çıplak. Çıplaklardan birisi de Baattin. Çaktırmadan yandan resmini çekiyorum. Baattin saçlarını uzatmaya başlamış daha yeni. Biraz uzamış saçlarını lastik toka ile bağlamış. Anlında bir miktar saç püskülü var. Gözünde yakın gözlüğü takılı. İlginç bir görüntüsü var, Çinlilere benziyor, yoksa Japonlara mı? Çinli mi? Japon mu?

IMG_20210804_201956

Bu akşam müzik var, saz çalan Gazianlep’li Hasan Hüseyin Kaçar, yanında Murat Parun, türkü söylüyor. Ukulele gitar çalan Mehmet Doğancı yan yana oturuyorlar.

IMG_20210804_231502

Saz çalan Hasan Hüseyin aynı zamanda milli atlet ve bir çok madalyası var. T 11 sınıfında orta ve uzun mesame koşucusu. Branşı Para Atletizm. Sazı da güzel çalıyor, biz de ona eşlik edip türküler söylüyoruz. Hasan Hüseyin’i saz çalarken sazın sap tarafından çekiyorum.

IMG_20210804_231523

Gecenin geç saatlerine kadar çalıp söyledik türküleri, şarkıları. Uyku kapıya gelince kalkıp yatıyorum çadırıma girip.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 26 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 5. Gün

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Ören – Akyaka

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

İnsanları sevmek kolay değil, 
bir hürriyet bu; 
çetindir memleketimde.

Ben, ille varım dersen, 
bir gün pusuya düşersen, 
insanları sevmek 
büyük hüner…

Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl, 
gerçek’ten, güzellikten, yiğitlikten, 
payına düşeni alabilmişsen, 
vermişsen, payına düşeni; 
gerçek için, güzellik için, 
gücüne karşı konmaz, 
korkusuz, direnirsin…

Bilirsin, 
bir kere korku düşerse adamın içine, 
bir kere koparsa sevdiklerinden, 
mümkünü yok, 
gitti gider…

Söner gözlerinde güzelim ışık, 
kararır, çirkinleşir yüzü.
Önceleri, utanır belki, 
sonra vız gelir, 
umurunda olmaz dünya.

İnsanları sevmek büyük hüner, 
İnsanlarla beraber! …

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Üç kemerli su yolu, etraf çam ormanı.

İki gecedir düzgün uyumadığımdan bu gece derin bir uyku ile dinlenip sabahın erken saatlerinde uyandım. Gördüğüm rüyaları bile hatırlamıyorum, o kadar dalmışım demek ki. Ören de uyumanın bedeli termik santralın bacasından çıkan zehirli gazları solumak. Havada görünmese de genzimi yakmasından dolayı anlıyorum. Kalkar kalkmaz ilk iş olarak eşyaları ve çadırı toparlayıp bisikletimin bagajına bağlamak oluyor. Sonrası kendime okkalı bir kahve pişiriyorum. Yanımda şanslı olan üç kişi de kahvemden içiyor. Kahvaltıya başlamadan önce yola çıkmaya hazırım. Kahvaltıda verilen küçük reçel, bal, tereyağı gibi şeyler pek iyi değil. İçinde ne olduğunu okuyamadığımız, bilmediğimiz maddeler var. Doğal olmayan yapma tatlandırıcılar ile yapılan kahvaltılıkları almıyorum bile. Peynir, zeytin, domates gibi yiyecekleri alıp çay ile, daha çok ekmek yiyerek karnımı doyurdum. Kahvaltıyı veren firma kar etmek için ucuza kaçıyor anladığım kadarıyla. Neyse hareket saati gelince yola çıkıyorum. Meşekayası dağının geçit vermeyen kayalıkları yolu dağın etrafından dolaştırarak biraz uzatmış oluyor.

Henüz düzlükteyiz, önüme bir tabela önümüzde ki yerlerin kilometresini yazıyor. Tabelada yazan ; Yerkesik 43 altta ise Muğla 62 Kilometre kaldığını belirtiyor. Tabelanın arkasında zeytinlik bahçesi. Yolun sonunda dağlar görünmekte.

Sağımdaki kayalıklarda oluşmuş mağaralar dikkatimi çekiyor. Durup resimlerini çekiyorum.

Herkes kendi temposunda gidiyor. Arkamdan gelen üç bisikletçi var. Birisi daha önde. Yolun sağı solu çam ağaçları kaplamış.

Çam ormanının dibinde kendine yer açıp zeytin bahçesine dönüştüren birisi küçük tekgöz bir oda yapmış. Bina kapısı, penceresi ve küçük çatısı ile çok sevimli görünüyor. Bahçe yol kıyısında tel çit ile kapatılmış. Sahiplenmek bu olsa gerek.

Keramos antik kentin kemerli surlarını görüyorum kayalığın dibinde çam ağaçları arasında.

Surdan çok su kemeri yapısına benziyor. Çünkü kemerler kayalıklara yapışık şekilde yüksek olarak örülmüş. Kemerli sur duvarları su kemeri olarak kullanılmış olabilir.

Daha ileride düzlük yerde üç gözü kalmış su kemerinin kalıntılarını görüyorum. Dağlarda kente suyu bu kemerler sayesinde getiriyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Dağın arkasında yokuş başlıyor, yokuşu çıkan bisikletçiler sanki zorlanıyorlarmış gibi bisiklet sürüyorlar.

Önümde bir grup bisikletçi kenarda durmuş olarak beklerken görüyorum,  acaba bir şey mi oldu?

Yanlarına varınca yokuşta yorulan, tıkanmış olanların dinlendiklerini görünce yoluma devam ediyorum.

Zeytin ağaçları çamların alanını daraltmış. Arada bir kaç çam ağacı kalmış, zamanla onları da yok edeceklerini biliyorum.

Meşekayası dağının etrafını dolaşmak biraz zorlu oluyor. Dağın arkası inişli, çıkışlı tepelerden oluşmuş. Önümde tek bir çam ağacı ve ardı tepeler uzanıp gidiyor.

Önümde iki bisikletçi gidiyor ve hala çıkmaktayız yokuşu.

Sonunda ismini de alan Alatepe köyüne geldik. Yokuş burada bitiyor, rakım 425 metre.

Bir zamanlar deniz kıyısında kumsal olan bu yer zamanla depremlerin etkisiyle 400 metreleri aşmış. Yolun yamacında kumul kayalıkları görüyorum.

Alatepe köyünde mola veriyoruz, burada çay ucuz; 50 kuruş. Bakkaldan atıştırmalık bir şeyler alıp sabah pek içemediğim çayı bolca içiyorum. Karia Yolu tabelası Akbük’e 10 Kilometre kaldığını belirtiyor. Bu arada İzmir deki arkadaşları arayıp Şafak Omaç’ın sağlığı hakkında bilgi alıyorum telefondan. Durumu iyiye gidiyor olması beni sevindirdi. Artık yarın ziyaretine giderim sevgili arkadaşımın.

Köyün iç yolu, kıyılarda evler ve üç tane beton direk. Direğin birinin tepesinde köyün elektrik trafosu var. Sağda ise kendi direği olan Karia Yolu tabelası var. Karia yolu yeşil boyalı, diğer yer sarı renkte.

Geriden gelen bisikletçiler gelmeye devam ediyor.

Molada aldığım çay takviyesi ile yola çıktım. Büyük bir bayrak direğinin yanında dut ağacından dut yiyenleri görünce ben de durup biraz dut yiyorum.

Yol sürekli inişte, neredeyse pedal çevirmeden gidiyorum. Önümde dağlar ve kayalıklar görünüyor.

Akbük kumsalı ve denize çıkıntı yapmış burnu tepeden güzel görünüyor. Ben de durup resim çekerek manzarayı izliyorum. Karşıda Datça yarımadası siyah bir hayalet gibi duruyor.

Akbük te öğle yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından köşede bir yer bulup duvarın dibine oturarak kahve yapmaya başladım. Daha önce burada oturan iki kişi de kahvemden yararlanıyor. İlk defa kahvemi içenlerden erkek olanı tanımıyorum. Kadını da tanımıyorum ama sohbet sırasında adının Meliha Tekin olduğunu sonradan öğrendim. Hatırımda kalan bu kadın Kayseri de oturduğunu söyleyince benim Kayseri de askerlik yaptığımı, anılarımın olduğunu söyledim. Kayseri Perşembe akşamı bisikletçileri’ni kuran Türker Ergene’yi tanıdığını söyledi. Demek bir ortak tanıdık arkadaşımız var. Belki o yüzden hatırımda kalmış olabilir. İsmi aklımda kalmamıştı, sonraki festivalerde karşılaşınca ismini ezberleyebildim. Sonradan anlattığına göre kahve hoşuna gitmiş ve bu anı unutamamış.

Meliha ben ve bir kişi yere oturmuş kahveleri içiyoruz.

Ulaşılması araba ile ve sapa yerde olması aynı zamanda sezon da açılmadığından temiz bir deniz görünümünde. Deniz masmavi turkuaz rengi, kıyıya vuran dalgaların beyaz köpükleri çakıl taşlarını sürekli yuvarlıyor bir ileri bir geri. Zamanla çakıl taşları kum tanelerine kadar küçülecek ama bizler bunu göremeyiz. Kum tanelerine dönüşmesi binlerce yıl sürer. Denizin ötesinde kayalıklı koca bir dağ.

Sağ tarafımda da çakıllı deniz ve buruna doğru çam ormanları. İleride bir kaç yelkenli demirlemiş doğal limanda.

Mola bittikten sonra yola çıktık. Bundan sonra hep deniz kıyısından küçük iniş ve çıkışları olan düz bir yolda gideceğiz ta Akyaka’ya kadar. Uzayıp giden yol ve solda dik yamaçlı kayalıklar.

Etraf çam ormanları ile kaplı. Buralarda arıcılık yapan çok. Çam balı üretimi en çok bu bölgede oluyor.

Yol bazen yükseliyor, çam ağaçlarından deniz aşağıda görünmekte.

Pek araçların geçmediği çam ormanının içinde sessiz ve sakin gidiyorum. Bol oksijeni ciğerlerime doldurarak.

Bazı yerlerde yamaçlar öylesine dik ki neredeyse 30 – 40 metre yükseklikte. Kayaların çatlaklarında çam fidanları kendine yer bulmaya çalışıyor.

Buraların bitkileri arasında keçi boynuzu ağaçları da var. Sallanan keçi boynuzları henüz yeşil, olgunlaşmamış. Keçi boynuzlarının hepsi düz olarak sarkmış durumda. Demek ki olgunlaşınca boynuz gibi eğriliyorlar ve kahverengine dönüşüyorlar.

Akyaka’ya geldik sayılır, evler görünmeye başladı. Bunlar Akyaka dışındaki yayılan evler. Ormanın içine yapılmış iki katlı bir ev ve yanında tahtadan yapılmış bir tesis. Zamanla buraları dolacağı kesin.

Yol kıyısında küçük bir su havuzu görüyorum. Havuzda nilüfer bitkisi var. Yaprakları geniş bir tabak gibi su yüzeyinde. Kimi açmış, kimisi de açmakta olan nilüfer çiçekleri havuzun dibinden su yüzeyine çıkmış.

Akyaka’ya vardım bir de ne göreyim Muhlis Dilmaç Bekir Kocamaz’ın arabasına binmiş gidiyor. Bir de bana el sallaması garibime gitti. Demek ki ekildik. Ne yapayım onun bileceği iş, kafama bile takmıyorum. Ben kendi yoluma kendim giderim, kimseye muhtaç değilim.. O kadar katılımcı birbirleriyle vedalaşmadan alelacele gitmeye çalışıyor. Sadece bu turda tanıştığım Sevil Doğrugüven gelip benimle vedalaştı. Bisikleti kamyonete yükleyip minibüs ile Muğla garajının olduğu yere vardık. Minibüs önceden geldiği için bisikletlerin olduğu kamyonet henüz gelmemişti. Kamyoneti beklerken yakında olan tesisin bahçesini dolaşıyorum. Bahçede müşterileri çekmek için uyguladıkları çocuk psikolojisini iyi kullanmışlar. Kafeslerde çeşitli hayvanları koyup çocukların ilgisini çekmişler. Çocuklar da anne -babalarını hayvanların olduğu yere gidelim diye tutturunca buraya gelip hem hayvanları görüyorlar hem de yiyip içiyorlar. Böylece daha çok müşteri gelip kazanıyorlar işletmeciler.

Kafeslerdeki hayvanlardan birisi peruk takmış bir horoz. Tepesindeki tüylerden ibiği görünmüyor.

Omuzların aşağısından başına kadar kırmızı, ortası yeşil. Kuyruğa kadar olan yer mavi. Kuyruktan çıkmış bir tüy gövdesi boyunda. Üçte ikisi kırmızı, üçte biri mavi renkte papağan. Papağan ayakları ile kafesin tellerine tutunmuş arkası bize dönük olarak duruyor. Aşağıda profil demire de diğer papağan konmuş, aynı renklerde bize dönük durumda.

Tamamen beyaz renkli tavus kuşu benzeri bir kuş. Kuyruk tüylerini tamamen yelpaze gibi açmış.

Kafesin içinde hapis hayatı olarak yaşayan sincap durmuş bana bakıyor siyah gözleri ile. Artık insanlara alışmış, benden kaçmıyor. Yuva olarak yaptıkları tahta kutunun üzerinde duruyor sincap.

Sonunda bisikletlerin yüklü olduğu kamyonet geliyor. 16 tane bisiklet yüklü ve eşyalarımız üzerinde.

Kamyoneti beklerken Manisa dan biri ile tanışıyorum. İsmini bir türlü ezberleyemediğim bir arkadaş. Kendi arabası ile tek başına gelmiş, beni de İzmir’e kadar götürebileceğini söyleyince seviniyorum. Otobüs ile gitmektense yoldaşlık yaparım. Bu benim için çok iyi oldu. Bisikletleri ve eşyaları kamyonetten indirdik. Ön ve arka tekerlekleri söküp arabanın arka koltuğunu yatırdıktan sonra iki bisikleti dikkatlice yerleştirdik. Çantaları da yükledikten sonra yola çıktık. Akşam yemeği için bir yerde mola verdik, haliyle hesabı ben ödedim. O kadar arabasına bindik, yemek ısmarlamak iyi olur. Güzel bir yolculuk ettik ama ismini bir türlü ezberleyemediğim Manisalı arkadaştan özür dilerim. Unutkanlık başa bela, ezberim çok kötü. Arkadaş beni Bornova kavşağında bıraktı. Hava kararmıştı, arkadaşa teşekkür edip bisikletimin tekerleklerini takıp bagaj çantalarımı da yerleştirdikten sonra evin yolunu tuttum. Alsancak tarafına kadar trafikte gittikten sonra bisiklet yolundan ağır ağır eve vardım.

Bir tur daha bitti, yeni arkadaşlarla tanıştım, keyifli olduğu anlar olduğu kadar arkadaşım Şafak Omaç’ın geçirdiği kaza beni çok endişelendirmişti. Neyse ki kuvvetli bünye yapısında dolayı iyileşti. Buna çok sevindim, beraber bir çok tur yapmıştık. Çok güzel anılarımız olmuştu, eğer kötü bir şey olsaydı kahrolurdum. Ben yanında olmasam da dostlarım onu hastanede yalnız bırakmadı ve bana sürekli sağlık durumu hakkında bilgi verdiler. Yarın ilk işim onu ziyaret etmek olacak.

Başka turlarda görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 72 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Bornova – Üçkuyular yol haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 7. Gün

11 Mayıs 2014 Pazar

Köseler köyü – İsmailler köyü – Yenişakran – Aliağa- Alsancak – Üçkuyular

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sevmek
Nokta almaz
Çocuklar.

Sevmeye nokta koyan
Sınıfta kalır.

Onun,
Virgülleri vardır
Çocuklar.

Sevmek noktalanmaz;
O, noktadır.

Özdemir Asaf

Öne çıkmış olan görsel, Öğrenciler, Öğretmen ve bisikletçiler ABAK pankartı açmış olarak poz vermişiz.

110520147193

Horlamalı güzel bir uykunun ardından saat 07 gibi uyandım. Elimi yüzümü yıkayıp giyiniyorum. Hava hala kapalı, gece yağmur yağmış. Yunt dağlarının sırtında olduğumuzdan yağıştan sonra kimi yerlerde sis kalmış. Saat 08 sıralarında Osman Duman sabah kahvaltısını getiriyor okulun bahçesine. Kahvaltıdan sonra hazırlıklara başlıyoruz. Küçük bir ağacın yaprakları ardında Yunt dağları ve sis.

110520147185

 

Önce bisikletime eşyalarımı yüklüyorum, hediye paketim de hazır. KUZ yükseklerden gururla bakıyor aşağılara. Buraya 3. gelişim ve daha da geleceğim.

110520147184

Hediye paketimi kontrol ediyorum, yağmurdan ıslanmamış. Hediyem çocuk kitapları onlarca. Kitaplar elimde resmini çekiyorum.

110520147178

Köyün ilk okulu tek sınıflı, çocuklar burada ders yapıyor. Okulun genç öğretmeni Hatice Öğretmen çocuklarla güzel bir hazırlık yapmışlar bizlere. Küçük bayraklar asmışlar. Bir kaç balon da bizlerden deyip sınıfı süslüyoruz. Ders sıralarının üstü bez örtü ile örtülmüş.

110520147179

Artık sınıflarda kara tahta yok, beyaza bürünmüş. Tebeşir de yok, tebeşir tosu da. Beyaz naylon tahtaya keçeli kalem ile renkli yazılar yazılıyor artık. Buralar yüksekte olduğundan soba kurulmuş sınıfın ortasına. Öğrenciler bu sobanın ısısı ile ısınıyorlar.

110520147180

Arkadaşım Nilgün Gener ile sıralara oturup çocukluğuma dönüyorum. Anılarımdan silinip gitmiş olan anlara. Yılbaşında memleketim olan Kosova Prizren de idim. İlk okul 3. sınıfın ilk dönemine kadar Prizren de Mustafa Baki ilk okulunda Türkçe okudum. 1969 yılının Aralık ayında Türkiye’ye göç ettik ailecek. Prizren de olduğum zaman İlk okul arkadaşlarımın nerede olduğunu, isimlerini hiç mi hiç hatırlamıyordum. Sadece İlk okul öğretmenimin ismini hatırlayabiliyordum; Mürvet Karahoda. Nerde olduğunu yengem sayesinde bulup yanına gittim. 44 yıl sonra ilk defa gördüm Öğretmenimi. 70 yaşında olmasına rağmen hiç değişmemiş, gençliğinde ki gibi güzelliğini saklamış. Beni görünce hatırladı, elini öptüm, kucaklaştık. 69 yılının Nisan ayında 2. sınıfta okulun merdivenlerinde çekilmiş resmimizi getirdi. Anılar canlanmaya başladı birden ama isimler hala yoktu. Sanki ilk okulda yeniden okuma – yazmaya başlamış gibi elimde not defteri öğretmenim resimdekilerin ismini tek tek yazdırdı bana. Sadece 3 kişinin ismini hatırlayamadı. Sınıf arkadaşlarımdan kimisi ölmüş, kimisi başka ülkelere çalışmaya gitmiş, kimi de hala Prizren’de. Böylece sınıf arkadaşlarımı aramaya başladım. 6 arkadaşı Prizren de buldum. Arkadaşların isimleri olanlara da facebook sayfasında mesaj attım. Sadece birisi cevap yazdı, beni hatırlamış. Bana sınıfta aynı sırada oturduğumuzu söyledi. Sıra arkadaşımın ismi Şehriban, o zamanlarda kız erkek karışık otururduk. İnternetten mesajlaştık sıra arkadaşımla. Beraber aynı sırada oturuyormuşuz, benim Türkiye ye göç ettiğim sırada bana hediyeler almışlar. Babam gelip beni sınıftan almış ve sınıftan ayrılmak istememişim, çok ağlamışım. Bunları bana anlatıyor ama ben hiç birini hatırlamıyorum. Sınıftan ayrılışımın gününde ki yaşadığım o travma tüm anılarımı silmiş olmalı. Prizren de ki arkadaşlar da bana aynısını anlatıyorlar ama anılar silinmiş gitmiş, hiç bir şey hatırlamıyorum.

Yıl 1969 Nisan ayı. Okulun merdivenlerinde toplanmışız. İki sıra ayakta, bir sıra merdivene oturmuşuz. Öğretmenimiz ile birlikte resim çekilmişiz. En üst sırada 7 erkek öğrenci ve Öğretmenimiz. Altındaki sırada 8 kız öğrenci. Oturanlar kız ve erkek öğrenciler karışık, 5 kız öğrenci, 3 erkek öğrenci. En ortada ben varım. Öğretmenimiz ile birlikte 24 kişiyiz. Resim siyah – beyaz olarak çekilmiş.

1014065_695397837177045_1138479313_n

Şimdi yanımda sıra arkadaşım Nilgün ile sıraya oturmuşuz öğrenciler gibi, yine ilk okul günlerini yaşıyoruz.

110520147182

 

Hatice Öğretmeniz henüz gelmediğinden bekliyoruz. Birisi bağırıyor okulun bahçesinde “duvarın üstünde beyaz bir yılan var” diye. Koşup bakıyoruz yılana ama yılan hareketsiz öylece duruyor. Yakından bakınca yılan olmadığını görüyorum. Uzun, beyaz kılları olan tırtıl. İlk defa böyle tırtıllar görüyorum. 40 civarında tırtıl tren vagonları gibi art arda sıralanmış, bir ağaçtan diğerine doğru tek sıra sürü halinde giderken resmini çekiyorum. Dikkatli bakmayınca tırtıl olduğu anlaşılmıyor.

110520147183

 

Tekrar sınıfa girerek oyun oynayan kız öğrencileri izlemeye başlıyorum. Fasulye oyununu oynuyorlar. Öyle çabuk ve güzel oynuyorlar ki izlemeye doyamazsınız. Bir zaman eski cep telefonumda vardı fasulye oyunu. İşe giderken serviste kitap okumadığım zaman bu oyunu oynardım. Tam olarak kaç taşla oynandığını hatırlamıyorum. 1. bölmede 1 fasulye, 2 bölmede 2 fasulye, böyle 5 bölme var sağda ve solda. Bir de oyuncuların önünde birer bölme toplam 12 bölme. Sıra ile bir bölmeden fasulyeleri alıp diğer bölmelere koyarak kendi bölmende ne kadar fasulye biriktirirsen kazanıyorsun. Güzel bir oyun, seyretmesi de hoş. Böylece zaman geçiriyoruz Hatice Öğretmen gelesiye kadar.

110520147187

 

Hatice Öğretmenimiz bizleri kırmayıp tatil gününde köye gelerek aramıza katılıyor. Bu okulun bizlerde ayrı bir önemi var. Geçen yıl yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler turunda 23 Nisan Çocuk bayramını bu ilkokulda kutlamıştık. Ömrümüzde ilk defa bir köy ilkokulunda, köy çocukları ile beraber en güzel 23 Nisan kutlamalarını yaşamıştık gözlerimiz yaşlı. Köyün genç Öğretmeni de çocuklarla beraber bizlere şiirler, çocuk oyunları ile çok güzel anlar yaşatmışlardı. Çocuklara verdiğimiz hediyeleri dağıtınca çocukların gözlerindeki ışıltılar bizleri çok duygulandırmıştı. Köylüler ilk başlarda garip garip bakmışlardı bizlere. 120 kişi kızlı erkekli ve de taytlı, kısa donlu. Hiç böylesini görmemişlerdi. Köylüler bizim sıcaklığımızı ve samimiyetimizi görünce kanımız kaynadı böylece. Aşağıda geçen yıldaki Az Bilinen Antik Kentler turuna ait video ve bir kaç resim. Videoyu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

2. Azbilinen Antik Kentler Turu Nisan 2013 paylaşan: urimbaba

Geçtiğimiz yıl okulda yaptığımız 23 Nisan çocuk bayramında yaptığımız kutlamalardan üç resim paylaşıyorum. Öğrenciler ve kadın bisikletçiler birlikte elleri ile alkış tutarak müzik eşliğinde oynuyorlar. Öğrencilerin üzerinde kırmızı kıyafet var.

919338_255865244559166_610356189_o

Okulun bahçesinde harmandalı oynuyoruz tüm bisikletçiler ve öğrenciler.

60503_10151501158694792_1661205422_n

Üç kişi yerde oturmuş alkış tutuyoruz oynayan öğrencilere yüzümüz gülerek. Solda Şafak Omaç, ortada ben ve sağda Olcay Ormankıran. Arkamızda sandalyelere oturmuş köylü kadınlar. arkada bisikletçiler ayakta. Hepsi de alkışla tempo tutuyor oynayanlara. Herkesin yüzünde bir sevinç ve gülümseme

44378_10151501155374792_1070792189_n

 

 

 

Öğretmenimiz Hatice Toprak’a hediyelerimizi sunuyoruz. Laptop ve projeksiyon cihazı. Hatice öğretmen de grubumuza elleriyle yaptığı harika hediyelerini veriyor. Olcay, Serhat ve Hatice öğretmen hediyesini verirken. Duvardaki saat 11:30 olarak zamanı gösteriyor.

110520147188

 

Minik bir kız öğrenci bizler için hazırladığı şiiri ve yazıyı heyecanla okuyor karşımızda. Yerde dört ay yıldızlı kırmızı balon var.

 

110520147189

Hatice Öğretmen öğrencilerle birlikte bizler için çam kozalaklarından minik elleri ile yaptıkları bebekleri bizlere hediye ediyorlar. Bu hediyeler bizler için sürpriz oldu gerçekten. Hepimiz çok duygulandık hediyeleri minik ellerinden aldığımızda. Ömrümde aldığım en güzel hediyelerden biri. O anları anlatamıyorum doğrusu, çok duygulanmıştım. Bu hediyeleri ömrüm boyunca saklayacağım. İşte bu köyü sevmemizin nedeni bu. Öyle sıcak, öyle içten davranıyorlar ki sanki binlerce yıldır aynı yerde yaşıyormuşuz gibi. Ben o duygular içinde cebelleşirken hala hediyemi vermediğimin farkında değildim. Biraz kendime gelince kalkıp hediyemi Hatice Öğretmene veriyorum. Yanımda iki kız öğrenci, elimde verdikleri çam kozalakları ile poz veriyoruz. Önümde naylon torbada vereceğim kitaplar duruyor.

110520147190

 

Hatice öğretmene bu yıl ki Az Bilinen Antik Kentler turunun buufunu bir anı olarak veriyoruz. Serhat, Hatice Öğretmen ve Olcay.

110520147191

 

Hepimiz mutluyuz, hepimiz gülümsüyoruz, 23 Nisan bayramını bu yıl burada kutlayamamıştık ama 2 hafa sonra köye gelip kutlamıştık Öğrencilerle ve Öğretmenle. Projeksiyon cihazını kurup laptopa yüklediğimiz videoları seyrediyoruz hep beraber. Doktor Bülent’in havadan çektiği görüntüler harika olmuş. Öğrenciler ilk defa köylerini havadan görüyorlar. Hatice Öğretmene projeksiyon cihazının nasıl çalıştığını anlatıyor Olcay. Videolar bittikten sonra laptopu Öğretmene teslim ediyoruz. Kızlarla beraber elçek ile kendimizi çekiyorum bir poz. Yanımda iki sevimli kız öğrenci.

110520147192

İlk okul sınıfındaki işimiz bitince bahçeye çıkıp pankartımız ile birlikte öğrencilerle resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

110520147193

 

Resim çekildikten sonra okulun bahçesinde futbol oyununu oynamaya başlıyoruz. Hemen taştan kaleleri kurup iki takıma ayrılıyoruz. Epeydir futbol oynamamıştım, çocuklarla oynama bir başka oldu benim için. Yetişkin olarak sadece ben oynuyorum, diğerleri seyretmekle kaldılar. Top patlak, meşin bir top ama oynanacak kadar idare ediyor. Çocuklara sakatlık çıkarmamak için hızlı oynamıyorum ve beni geçmelerine çaktırmadan izin veriyorum. Beni çalımlayıp gollerini atıyorlar, ardından gol sevinci. Bizim takıma moral veriyorum onları yenecez diye. Bir o kaleye bir bu kaleye goller arka arkaya atılıyor. Hepimiz nefes nefese mücadele devam ediyor. Köyün erkek öğrencileriyle futbol oynamak çok eğlenceli oldu Çocukların coşkuya ihtiyacı varmış. Öyle coşkulu oynuyoruz ki sonuçta yeniliyoruz tabi ki. Yenmek te var yenilmekte, sadece spor olsun diye oynuyoruz futbolu. Futbol oyununu bitirdikten sonra Olcay ve Serhat Hatice Öğretmene plaketimizi veriyor. Yunt dağı Köseler köyü ilk okulunu bisiklet dostu ilan ediyoruz böylece.

110520147194

 

Doktor Bülent paramotor ile havadan bizi takip ederek İsmailler köyüne kadar gelecek. Paraşütü açıp havalanmaya çalışırken motorun pervanesi paraşütün ipine takılıp çat diye ses çıkartıp motor stop ediyor. Kontrol ediyoruz, pervane ipin birini kopartmış. Pervanede ipin izi kalmış, küçük bir çentik açmış. Paraşütü yerde tamamen açıp kopan ipi bularak düzgünce ipe ek yapıyor Bülent. Paramotorla gelmemesini, araba ile gelmesini söylüyoruz. Artık gitme zamanı yaklaşıyor, hazırlıklarımızı bitirip Hatice Öğretmen, Öğrenciler ve köylülerle vedalaşıp yola çıkıyoruz. İçimizde tatlı bir sevinç ile Osman Duman’ın köyü olan İsmailler köyüne doğru pedal basmaya başladık. Köyün dar sokağında giden bisikletçiler.

110520147195

 

Kavşakta Manisalı bisikletçilerle karşılaşıyoruz. Manisa dan bize katılacaklardı ama geç kaldılar. Köyden çıktığımızı öğrenince kavşakta beklemişler. Merhabalaştıktan sonra İsmailler köyüne doğru beraber pedal çevirmeye başladık.

110520147196

 

Bir bakıyoruz ki Bülent paramotorla havalanmış  üzerimizde uçuyor. Artık yapacak bir şey yok, Doktor Bülent havadan, biz yerden ilerliyoruz yavaş yavaş. Gökteki beyaz bulutlar altında süzülen paramotor.

110520147197

Seklik köyüne geldik, yol daha çok inişli çıkışlı. Yunt dağlarının sırtlarında kuzeye, Bergama’ya doğru yol alıyoruz.

110520147198

Köye gelirken ön lastiğimin havası inmeye başlıyor. Pompa ile şişiriyorum biraz, köyde bakarım artık. Tam hareket ettim ki paramotorun sesi kesildi birden bire. Köyün üstünde Doktor Bülent’in süzüldüğünü, motorun pervanesinin durduğunu gördüm. Süzüle süzüle köy evlerinin arasında gözden kayboldu. Var gücümle pedala basmaya başladım. Acaba ne oldu, nereye indi merakıyla köye vardım. Olcay da indiğini görmüş. Köyün içinde indiği yöne doğru deli gibi gidiyoruz Olcay’la. Köylüler de görmüş indiği yeri. Bize indiği yeri göstererek oraya doğru gidiyoruz. Doktor Bülent’i paraşütünü toplamış görünce seviniyorum birden bire. Daha önce Bülent söylemişti “Havada her zaman ineceğim yeri önceden kestirip öyle gidiyorum. Acil bir durumda o yere paraşütle iniş yapıyorum” . İyi olduğunu görünce içime su serpildi doğrusu, epey endişelenmiştim. Doktor Bülent bize daha önce başına gelen bir olayı anlatmıştı. Köyün birinde yine paraşüt ile uçuş yaparken mezarlıkta servi ağacına takılmış. Köylülerle beraber koşup yanına gelince servinin tepesine takılan paraşütte askıda kalmış. Paraşütle beraber indirmişler aşağıya. Daha sonraki yıllarda aynı köye gelince köylüler serviye takılan adam gelmiş diye hatırlamışlar. Depoda benzin bitince tarlaya iniş yapmış doktor Bülent. Pervanesinde çentik oluşmuştu bu sabah Köseler köyünde. Acaba pervaneden mi sorun yaşadı. Neyse ki pervanede ki çentik aynı duruyor. Paramotor köyün camisinin minaresinin sağıda kırmızı olarak görünüyor. Motor durmuş, köyün tarlasına süzülüyor sessizce.

110520147199

Diğer arkadaşlar köyün kahvesinde oturmuş çay içiyorlardı.  Bülent’in indiği yerden kahveye gelesiye kadar lastiğim iyice iniyor. Ön tekerleği söküp yama takımı ve pompayı da yanıma alarak kahveye gelip lastiğimin patlağını yapmaya başlıyorum. Arkadaşlar da bana bir çay ısmarlıyor. Lastiğin patlağını yapıştırıp şişirerek çayımı bitiriyorum. Arkadaşlar yola çıkarken tekerleği takıp ben de peşlerinden yola çıkıyorum. İç ve dış lastik tamamen janttan çıkmış. İç lastiğe yama yaparken beni çekiyorlar.

110520147200

 

İki tane ahlat ağacı, ölüm ile yaşam yan yana. Ağaçlardan biri kurumuş, diğeri canlı ve yemyeşil.

110520147201

 

Yolumuz 11 km olduğundan İsmailler köyüne çabucak varıyoruz. İsmailler köyü göründü önümde. Bu köy Osman Duman’ın köyü. Öğle yemeğini burada yiyeceğiz. Bize oğlak pişirecek. Osman burada yemek şirketi kurmuş, fabrikalara yemek pişiriyor. Ailesi ile birlikte mutfakta yemekleri hazırlayıp pişiriyorlar. Osman’ı tanımamız şöyle oldu ;

2012 yılının Ekim ayında dünya turuna çıkan arkadaşım Gürkan Genç ile İzmir’den birlikte Yunt dağı Köseler köyüne gelip kamp kurmuştuk. Köyün ilk okulunda Aigai antik kentinin kazı ekibi ile tanışıp antik kenti dolaşmıştık. Henüz öğretmeni yoktu o zaman ilk okulunun. Köyün çocuklarını tanıyıp sevmiştik. Hatice öğretmen 3 gün sonra okulda göreve başlamıştı. O yılda Canavar velespitçi Enes Şensoy, Özlem ve Ankaradan Onur Torun ile beraber gelmiştik. Onur Köseler köyüne gelmeden izini bittiğinden Bergama’ya geri döndü. Ben de ertesi gün Köseler köyünden İzmir’e dönmüştüm. Gürkan, Enes ve Özlem  köylerden Bergama’ya doğru giderken İsmailler köyünde mola vermişler. Osman Duman’ın yemek evinde öğle yemeğini yerken tanışmışlar. Çok lezzetli ev yemekleri pişirdiğinden tadı damağında kalmış. Geçen yıl yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler bisiklet turunun rotası Köseler köyü Aigai antik kenti idi. 23 Nisanı köyün ilk okulunda Hatice Öğretmenin yardımıyla öğrenciler ve köylülerle beraber kutlamıştık. Geçen yıl ki tur için yemek için Osman Duman ile anlaşıp bize 4 gün boyunca Sabah, öğlen ve akşam yemeklerini arabası ile bizlerin lezzetli yemekleriyle doyurmuştu. Bu yıl da mesafenin uzak olmasına rağmen ta Özdere’ye kadar yemek getirmişti severek. Osman Duman mükemmel bir insan, ailesi de öyle. Artık dost olmuştuk, o bizleri sevdi biz de onu çok sevdik. Yokuş çıkarken, önümde bir kişi bisiklet sürüyor. Az ileride köy görünüyor.

110520147202

 

Osman Duman’ın hazırladığı nefis oğlak yemeği ile karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Geldiğimize çok sevinmişti. Osman’a verdiğimiz bisiklet dostu plaketimizi yazıhanesinin duvarına asmıştı çoktan. Olcay, Serhat ve Osman duvarda asılı hediyemizi işaret ediyorlar parmakları ile.

110520147204

 

Köyün meydanında pankartımız ile resim çekiliyoruz hep beraber. Manisa’dan gelen arkadaşlarla bayağı kalabalık olduk doğrusu. Resim çekildikten sonra Manisa’dan gelenlerle vedalaşıyoruz. Manisalıları uğurladıktan sonra Osman Duman ile vedalaşarak yola çıkıyoruz.

110520147205

 

Rüzgar türbinlerinin olduğu yerden geçip Yenişakran’a ineceğiz. Yol çok ıssız, araç yok. Haliyle ilk önce tırmanma var bir süre. Tepede rüzgar türbinleri.

110520147206

Rüzgar türbinlerine doğru çıkıyoruz.

110520147208

Son yokuşu çıkmak üzereyim, rüzgar türbinlerine iyice yaklaştık. Pervanelerin dönerken çıkardıkları sesler kulağıma geliyor.

 

110520147210

 

Birkaç tavuk ve bir horoz yolun kıyısında eşeleniyorlar. Resim çekmek için durduğumda horoz bura benim çöplüğüm der gibi horozlanıyor. Horoz tahta parçalarının üstünde duruyor. Tepede rüzgar türbinleri.

110520147212

Eşekler de var köyde, serbest bırakılmış, bakımsız bir eşek. Ne bulursa onu yiyor.

110520147213

 

Yokuşlar bizi yıldıramaz, yel değirmenlerinle savaşmaya gidiyoruz sanki. Tek tek çıkıyoruz yokuşları Don Kişot gibi. Tepede rüzgar türbini, tepeye doğru kıvrılarak çıkan yolda bisikletçiler tırmanıyor yokuşu.

110520147214

 

Dünkü yağmurlu havadan eser yok, parçalı bulutlu bir gökyüzü. Bizler dağların sırtında tertemiz havada, yeşilliklerin arasında bisiklet sürerek günü yaşıyoruz. Küme halinde toplanmış taşlar arazide.

110520147215

 

Ağır ama yılmadan yokuşları çıkıyoruz. Bisikletimin ön tekerleği ve yokuşu çıkan Nilgün ile Olcay.

110520147216

 

Dağın zirvesinde yılkı atları ve yılkı eşekleri beraber görünce resimlerini çekiyorum meşe ağaçlarının altında.

110520147217

Burada epey eşek görüyorum başıboş dolaşan.

110520147218

 

Rüzgar türbinlerinin ürettiği elektrik enerjinin toplanıp gerilimi yükseltilerek enterkonnekte şebeke sistemine bağlandığı trafo merkezi. Önünde de hayvanlar için yağmur sularının biriktirildiği gölet.

110520147219

 

Artık zirvedeyiz, Yunt dağlarının sırtında. Tam buralara türbinleri kurmuşlar. Batıya paralel dağ sırası olduğundan kuzey ve güney rüzgarlarını tamamen alıyorlar. Buraların da rüzgarı hiç eksik olmaz yıl boyunca.

110520147220

 

Zirveden sonra iniş başlıyor, kısa sürede türbinlerden epey uzaklaştık.

110520147222

 

Ve deniz göründü, epey yüksekteyiz.

110520147223

 

Rüzgar türbinleri bitmiyor, yenilerini görüyorum.

110520147224

 

Dağın tepesinden uzaklara bakmak alabildiğine mavi, hem gök yüzü hem de deniz. Olcay yel değirmenleriyle olan savaşı kazanmış, ufukta başka yel değirmeni arayan Don Kişot gibi. Formasında koca dişli, geniş ağızlı dişlerini gösterir biçimde basılmış.

110520147225

 

İniş gayet güzel oluyor doğrusu, pedal çevirmeden oh ne güzel.

110520147226

 

Bahar ayının en güzel zamanı, her yer yeşil, her yer çiçek. Mor çiçekleri yakından çekiyorum.

110520147227

 

Yüksek olan köyden inen arkadaşların bir kısmının resmini çekiyorum.

110520147228

Nilgün siyah rüzgarlığını giymiş el sallıyor bana.

110520147229

Utku bacaklarını açmış bana doğru geliyor.

110520147230

 

İnişimiz çabuk oluyor  Çanakkale yoluna. Çanakkale – İzmir yolu da kaymak gibi asfalt olunca 15 km yol çabuk bitiyor. Aliağa girişinde bisiklet yoluna iniyoruz. Böylece araç trafiğinden kurtulmuş olduk. Metro ile Aliağa dan gideceğimizden dolayı saat 20:00 ye kadar buradayız. Balıkçı barınağında mola vereceğiz. Olcay’ı yoldan saparken çekiyorum.

110520147231

İki kişi daha dönerken çekiyorum.

110520147232

 

Aliağa’nın sahilinde belediyenin yaptığı sahil bisiklet ve yürüme yolunda sakince gidiyoruz. Etraf yeşil çimen ekili, tartan yol kırmızı renkte ve deniz mavi. Önde giden Nilgün bisiklet sürüyor.

110520147234

 

Balıkçı barınağında oturup dinleniyoruz akşama kadar. Acıkanlar balık ekmek yiyor. Birer bira içerek sohbet ediyoruz yaşadıklarımızı. Harika 2 gün geçirdik doğrusu. Toplam 12 kişiyiz, akşam kahvesini pişiriyorum arkadaşlara. Cezvem 4 fincanlık ve 4 tane fincanım olduğuna göre 3 kez kahve pişiriyorum. Dörder dörder içiliyor nefis Tür kahvesi. Masada oturmuş halde resim çekiliyoruz.

110520147236

 

İki tane martı doymuş olacaklar ki aydınlatma direğinin tepesinde biri bir lambanın üstünde, diğeri bir lambanın üstünde. Sanki terazini kefelerine oturmuşlar, yada tahtırıvalliye binmişler gibi.

110520147237

 

İyice dinlendikten sonra 19:00 civarında metro istasyonuna doğru yola çıkıyoruz. Ana yola çıkmadan sahilden, şehir merkezinden ara yollardan metro istasyonuna varıyoruz. Doktor Serhat arabayı buraya park etmişti, Doktor Bülent ve İnci ile vedalaşıyoruz. Onlar Balıkesir İvrindi’ye gidecekler. Serhat ta Semra ile arabayla İzmir’e gideceğinden vedalaşıp uğurluyoruz. Bisikleti alma saatini bekleyip 20:00 de metroya biniyoruz hep birlikte. İlk durak olduğu için yerler boş, iki gruba ayrılarak ön ve arka vagonlara biniyoruz. Nilgün, Olcay ve ben oturmuş halde, bir elimizle de bisikletleri tutuyoruz.

110520147239

 

1 saat 5 dakikada Alsancak garına vararak iniyoruz metrodan. Herkesle vedalaşıp evime doğru sahildeki bisiklet yolundan sanki akşam turuna çıkmış gibi gidiyorum. Sahil yolunda yanlarından geçtiğim insanlar hiç bilmeyecek yaşadığım 2 günü.

Böylece III. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turunu tamamlamış oluyoruz. Gelecek yıl yapılacak olan Az Bilinen Antik Ketler Bisiklet Turunda görüşmek üzere..

Sağlıcakla….

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak toplam 63 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritaları

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 15. Gün

16 Eylül 2013 Pazartesi

Ahmetbey – Tekirdağ Barbaros – Erdek

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

O akşam

Ceviz kırıyorlar, bakıyorum ;

Kabuğunu kırıyorlar cevizin.

Ceviz çıkıyor..

Sonra oyunlarına dalıyor çocuklar.

 

Ben de bir ceviz alıyorum

Cevizlerin içinden.

Deniz çıkıyor benim cevizimden.

Açılıyorum.

Özdemir Asaf

Öne çıkmış olan görsel, arabalı vapurun yanındaki platformun ucunda, demir korkuluklara tutunmuş durumdayım. Arkamda limanın mendireği ve kırmızı boyalı bir gemi bağlı.

160920133796

İnsan güne uyanmadan başlayamıyor. Cep telefonumun alarmı çalmadan uyanıyorum. Demek ki biyolojik saatim iyi çalışıyor. Uyanır uyanmaz kalkıp benzinlik görevlisine günaydın diyerek lavaboya giriyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hazır sıcak su ile bir neskafe içerek Güzel bir güne başlangıç yapıyorum. Can da uyanıyor, onun hazırlanması biraz uzun sürdüğü için acele etmeden toplanmaya başlıyorum. Çadır kurmadığımızdan daha kısa sürede toplanıp bisiklete yükleniyoruz bu sabah. Kahvaltıyı köyün kahvesinde yapacağız. Benzinlikte çalışanlara teşekkür edip köye doğru yola çıkıp bir kahveye oturup kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra yola düzüldük dümdüz bir yolda, hedefimiz Tekirdağ. Can önümde gidiyor, yolda hiç araç yok, bomboş.

160920133759

Yol düz ve tenha olunca rahatça pedal basıyorum. Henüz erken saatlerdeyiz, fazla araç yok yolda. Bir de burası ana yol değil, uzun bir süre yol düz olarak devam ediyor. Can ile kendimi elçek ile .ekiyorum bisiklet sürerken.

160920133760

Köylerden geçiyoruz, herkes işinde gücünde. Hal böyle olunca köylerde durmadan yolumuza devam ederek çarçabuk geçiyoruz. Orman olmayınca tarlalarda pek zevkli olmuyor bisiklet sürmek. Bir de yol düz olunca, insana sıkıcı geliyor. İki minareli cami yolun solunda.

160920133761

Buralarda piknik alanı olmadığı için insanlar piknik yapmıyor. Piknik yapmasa da yol kıyısına arabalardan atılan bu plastik şişeler hem yolu hem de tarlaları kirletiyor. İnsanların arabadan elinde olan her şeyi dışarı atmak zorunda mı? Çok kötü bir alışkanlık, bakalım nasıl düzelecek bu kötü alışkanlık. Sararmış otların arasında bir çok pet şişe.

160920133762

Sonbaharda tarlaların rengi sapsarı. Ekinler biçilmiş, ürünler toplanmış köylüler yağmurların yağmasını bekliyorlar. Daha sonra tarlaları sürecekler ve yeni yıla yeni ürünlerini ekecekler.

160920133763

Küçükkarıştıran köyüne geliyoruz, köyün ismi değişik geldi bana. Burası küçük, bir de büyüğü var karıştıranın; Büyükkarıştıran oradan da geçeceğiz

160920133764

Tarlalar sarı ve alabildiğine uçsuz bucaksız. Trakya’nın buğday ambarı. Kimi tarla yağmurları beklemeden sürülmüş. Dünyanın en pahalı akaryakıtı bizde. Akaryakıt pahalılığı daha çok hükümetin aşırı vergi almasından kaynaklanıyor. Çiftçimiz de bu pahalı akaryakıttan şikayetçi. Çünkü tarlasını sürmek için mazota ihtiyaç duyuyor. Eskiden olsa iki tane beygir bir saban tarlayı rahatça sürüyordu. Şimdi traktörlerle sürülüyor. Traktörde yüzlerce beygir var. Bu beygirler de arpa yemiyor. Mazot ta almış başını gitmiş.  Diğer masraflarla beraber toplanınca elde ettiği ürünün kazancı anca yetiyor. Hal böyle olunca mazot parasını bile ödeyemez hale gelince borçlanıyor çiftçi. Bankalar da hazırda bekleyip kredi ile iyice borçlandırıyor. Bir süre sonra borçlarını ödeyemez hale gelince tarlasını satmak zorunda kalıyor. Zaten tüccarlar da fiyatı belirlediğinden ürünü ucuza kaptırıyorlar. Durumlar pek iç açıcı değil anlayacağınız. Bir de köylüyü sömürenlerde bar pavyon türü işletmelerin kırsalı peydah oluyor köylünün başına. İçki, kadın, eğlence derken biraz kazandığı paraları bunlara kaptırıyor.

0 – 0 =  -1  Bu nasıl matematik işlemi anlaşılır gibi değil?

160920133765

Yüksek gerilim enerji iletişim hatları tüm Türkiye’yi dolaşıyor. Her ne kadar manzarayı bozsa da enerjiye ihtiyacımız var. Ufukta iki yüksek gerilim hat direkleri görünüyor. Tarlalar uçsuz bucaksız.

160920133766

Yol cetvelle çizilmiş, sağdaki tarlanın bir bölümü yola paralel sürülmüş. Siyaha yakın rengi var.

160920133767

Ova uçsuz bucaksız, kimi yerde fabrikalar kurulmuş. Türkiye’nin en büyük şişe cam fabrikası burada. Ufukta yüksek bacaları ile bir fabrika görünüyor.

160920133768

Ne yazık ki akan dereler dere değil kanalizasyon. Öylede pis kokuyor ki resim çekmek için durunca nefes almakla zorlanıyorum. Arıtma tesisi kurulmayınca dereler bu hale geliyor. İnsan bu manzarayı görünce üzülüyor doğrusu. Ergene nehri içler acısı ve ileride intikamı korkunç olacağa benziyor böyle giderse.

160920133769

Yolda bazen durmak gerek diyerek köyün birinde mola veriyoruz. Cami tuvaletini kullanıyoruz bu arada. Cami avlusunda çok güzel renkli kızıl bir horoz var. Nazlı da, resim çektirmek istemiyor. Zar zor kovalamacanın ardından anca bir poz yakalayabiliyorum.

160920133770

Tarihi taş köprüleri buralarda görmek olağan, dereler çok olunca Osmanlı yapmış zamanında. Hala kullanılıyor.

160920133771

Kavşaklarda yol tabelaları yolumuzun nereye gideceğini gösteriyor. Bundan sonra yol biraz daha kalabalıklaşıyor. Muratlı büyük bir ilçe ve ardında Tekirdağ ili. Tabelada düz olarak Çorlu – İstanbul, sağa doğru ise; Muratlı – Tekirdağ yönünü işaret etmiş.

160920133773

Biz Muratlı – Tekirdağ yönüne saptık. Tabelada; Muratlı 14, Tekirdağ 35 Kilometre kaldığını belirtiyor.

160920133774

Ülkemizin en büyük ve tek olan şişe cam fabrikası, çok geniş bir alana yayılmış. Cam ile ilgili eşya ne varsa burada üretiliyor. İki büyük, bir küçük bacası var.

160920133775

Muratlı’ya yaklaşırken araç trafiği artmaya başlıyor, daha çok kamyonlar. Şişe cam fabrikası olunca haliyle cam eşyalar kamyonlarla Türkiye’nin dört bir tarafına taşınıyor.

160920133776

Muratlı ilçesine varıyoruz, burası küçük bir kasaba. Sultan I. Murat buranın ismini Murat eli olarak anılmasını istemiş, zamanla Muratlı olarak değişmiş. Düz ovada kurulu olduğu için tarım ve hayvancılık ile en önemli uğraşları. Bir de Türkiye’nin tek şişe cam fabrikası kurulunca önemi artmış. Kasabanın girişinde tabelasını çekiyorum. Tabelada; Muratlı, Nüfus: 20100 yazılmış.

160920133777

Kasabanın ana caddesinden geçiyoruz, geniş caddenin etrafı apartmanlar, altlarında iş yerleri.

160920133778

Askerde komutan eğitim verirken askerlerine memleketlerini soruyormuş. Sinop, Kastamonu, Erzurum, İzmir diye askerler geldikleri ilin saymaya başlamış. Bir askere sıra gelince asker de Hayrabolu’yu Tekirdağ’a bağlı olduğunu bilmediğinden doğup büyüdüğü kasabayı biliyormuş sadece. Birden de aklına gelmemiş kasabasının ismi.

” Komutanım A ile başlıyor ”

“Ankara mı”

“Değil komutanım”

“Artvin mi ”

“Değil komutanım” demiş. Komutan A ile başlayan bütün illeri saymış tek tek. Değil cevabını alınca biraz sinirli;

” Asker hemen memleketini söyle!” diyerek askere kızmış. Askerde

“Tamam şimdi hatırladım komutanım Ayrabolu beeaaa” diyerek cevabı verince tüm askerler gülmekten yerlere yatmışlar.

İşte o Ayrabolu ilçesini gösteren yol tabelası. Ama yolumuz oradan geçmiyor, başka bir tura diyerek geleceğe bırakıp Tekirdağ’a doğru pedal çevirmeye devam ediyoruz.

160920133779

Bayrağımız nazlı, göklerde dalgalanıyor. Direkte dalgalanan Türk bayrağı.

160920133780

Ayçiçeği tohumu traktörden düşmüş yol kenarına, ne dibini çapalayan var, nede sulayan. Kendiliğinden, yaşama sıkıca sarılmış yol kenarında gelen geçene bakarak var olmaya çalışıyor. Ben varım, tek başıma, özgürce. Boyu kısa olmasına rağmen sapsarı taç yaprakları parıldıyor Güneşe bakarak.

160920133781

Bu da beş kardeş, nasıl bu kadar başlı olabilmiş, hayret verici. Güneşe her yönden aynı zamanda bakıyor Ayçiçeği. İnadına yaşamak derim ben buna ve inadına, kardeşcesine. Gece olunca da Ay doğduğunda ilk gören o gecenin güzeli oluyor. Bunun gibi yol kıyısında düşen Ayçiçeği tohumlarından bir çok görmek mümkün. Yalnız yol kıyısındaki Ayçiçekleri sadece yağmur suyu ve havadaki nem ile sulandıklarından doğal olarak geç çıkıp geç olgunlaşıyorlar. Boyları da kısa oluyor. Tarladakiler gibi bol toprak ve su olmadığı için biraz cılız oluyorlar. Yol kıyısındaki Ayçiçekleri ilaçlanmadıkları için doğal olarak zararlı böceklerle kendileri mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Hepsi ayrı güzeller, sadece resimlerini çekiyorum, hiç birini ellemeden doğal yaşamlarına, yaşam mücadelesine hayranlıkla yoluma devam ediyorum.

160920133782

Yol kıyısında bir çok Ayçiçeği gelen, geçen arabalara bakıyor.

160920133783

Biraz dinlenmek amacıyla duruyorum, durunca da yolun kıvrımı beni cezbedince resmini çekiyorum. Yol hiç te nazlanmadan pozunu veriyor. Yol insana yaşamı öğretiyor, iyi ki yoldayım. Yolda olmak çok güzel ve insan yolda olmalı… Yol güzel insanlarla karşılaşmana neden oluyor. Kayalar köyünde Recep dayı bize kahvesini verdi, Uzunköprü de Güray İşbaşaran benzinlik sizin dedi, Edirne de Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Emre Ata bize evlerini açıp misafir ettiler, Kofçaz da emekli öğretmen Fevzi Ali, köylerdeki köylüler, İğneada da çapulcu Mehmet. Böyle güzel insanlarla karşılaşıyoruz, daha ne olsun ve daha kimlerle karşılaşacağız, kim bilir.

160920133784

Arada kendimi elçek ile çekiyorum. Başımda sarı kaskım, gözümde siyah Güneş gözlüğü.

160920133787

Marmara denizi güzel yüzünü bize gösterdi. Marmara denizini daha çok uçaktan kuş bakışı seyrettim. İlk defa bu kadar yakınına geldim. Mutlaka Marmara denizine gireceğim. Bu turda Ege denizine, Karadeniz’e girip yüzdüm. Marmara denizinin neyi eksik? Girmezsek alınabilir! Can benim bir resmimi çekiyor ufukta Marmara denizi ile birlikte. Elbette resimde Tekirdağ da var, Tekirdağ’a da ilk defa geliyorum. Bakalım nasıl bir yermiş, heyecanlanıyorum, içim kıpır kıpır. Bisikletim KUZ ve Marmara denizi manzaralı. Gerçi çok az bir kısmı görünse de bana yetiyor uzaktan görmek.

160920133788

Tekirdağ’a gelmeden önce yol kıyısında üzüm bağları görünce dayanamayıp biraz üzüm yiyorum. Üzümlerde tam şaraplık üzümler hani. İyice olgunlaşmış, şerbet gibi tadı vardı. Üzüm suyu koyu kırmızı renkte ve insanın ellerini boyuyordu. Bu cins üzümü ilk defa gördüm. Üzüm şekerimin yükselmesine neden oldu, artık beni kimse tutamaz. Acayip enerji doldum. Siyah üzüm salkımlarını dalında, yakından çekiyorum.

160920133790

Bir salkım koparıp yemeğe başladım, Can beni üzüm yerken çekiyor bisikletim KUZ ile.

160920133789

Ve Tekirdağ, nüfusu biraz azmış, tabelada bir resim çektikten sonra şehir merkezine doğru hızla yol alıyoruz. Biraz yüksekten deniz seviyesine iniş olunca hızlı gitmek kaçınılmaz oluyor. Tabelada; Tekirdağ, Nüfus: 150000, Rakım: 10 yazıyor.

160920133791

Şehir merkezinde Can bankasını arıyor, sora sora buluyoruz bankayı. Bankada halletmesi gereken işleri var. Biraz yol yorgunluğu var üzerimde. Can önde ben arkada bankaya gidiyoruz. Ana caddede araçlar park etmiş, bir de motor vardı araçlarına arasında. Can önden araya girip bankaya yöneldi. Ben de arkasından araya gireyim diye motora sadece ufak bir dokunmam yetti. Motor lap diye yana devrildi, kendi ağırlığıyla aynası ve arkada oturanın ayaklığı kırıldı. Hayda olacak iş mi tam duracakken! Motor sahibi de motorun düştüğünü görünce hemen geldi. Motoru kaldırdı, kırılan parçalara baktı. Daha sonra bana dönünce kabahat benim deyip zararını ödeyeceğimi söyledim. Üç aşağı beş yukarı anlaşıp parasını verdim. Adamla helalleştim. Artık yolun sadakası, başka bela olmasın diye içimi ferahlatmaya çalıştım. Adama parayı verince bende nakit azaldı. Can da yanımıza gelip ne olduğunu anlamaya çalışamadan ben de bankaya gidip para çekmem gerek diyerek yanından ayrılıyorum. Bankamatik görmüştüm ama epey uzakta imiş. Neyse bir miktar para çekip Can’ın yanına gelerek feribot iskelesine doğru gitmeye başladık. Can’ın anlattığına göre adam motoru çalıştıramamış iterek götürmüş. Debriyaj elciği de kırılmış. Artık yapacak bir şeyim olmadığını düşündüm. Nasıl olsa helalleşmiştik. Neyse hem akşam yemeğini yemek için hem de feribotların kaçta kalktığını öğrenmek için sahile iniyoruz. Erdek tarafına gidecek feribotu sorup öğreniyoruz. Tekirdağ’dan Erdek’e feribot yokmuş. 7 km ilerde Barbaros tarafından kalkıyormuş feribot. Yemek yemekten vaz geçip Barbaros iskelesine pedal çevirmeye başladık. Belki Barbaros’ta yeriz bir şeyler. Bisikletlerimiz park etmiş, arkada Tekirdağ limanı ve bağlı olan balıkçı trol tekneleri.

160920133792

Feribotun akşam 19:00 da kalktığını bildiğimizden normal yol alıyoruz. Barbaros’a vardık, iskelede bir feribot duruyor. Gişeye ne zaman kalkacağını sormak için yanaşınca kimsenin olmadığını görüyorum. Soracak bir eleman aranırken feribotun önünde birisi bize acele edin, binin gemiye diye bizi çağırıyor. Apar topar gemiye biniyoruz. Gemi tırlar ve kamyonlarla dolmuş kalkmaya hazırlanıyordu. Biner binmez de kalktık, zaten, gemide yer de kalmamıştı. Kamyonların arasından güç bela  güvenli olan kenar tarafına bisikletleri yerleştiriyoruz. Yanımızda yiyecek olarak sadece bisküvi vardı. Suyumu ve bisküvileri alıp yukarıya kapalı oturma yerlerine çıkıyoruz. Üst güverteye çıkınca iskeleden ayrılmış halini çekiyorum.

160920133793

Feribot iskeleden yavaş yavaş ayrılıyor, yaklaşık 4 saat sürüyormuş Erdek’e varmamız. İskeleye bağlı gemileri çekiyorum. Liman önünde mendirek olunca yavaşça manevra yapıyor gemimiz.

160920133794

Liman önündeki mendirek taşlardan yapılmış. Marmara denizinin hırçın dalgalarından koruyor tekneleri ve gemileri.

160920133795

Biz daha yeni yukarı çıkarken gemi acelesi varmış gibi yol almaya başlıyor. Zaten saatinden önce kalktı. Kılı kılına yetiştik, ne olduğunu anlamadan iskeleden açıldık. Yukarı çıkarken birer resmimizi sırasıyla çekiyoruz Can ile birlikte. Geminin yan duvarının üzerindeki platformdayım. Ucunda durarak resim çekiliyorum parmaklıklara tutunarak. Çünkü gemi hareket halinde limandan çıkmaya çalışıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

160920133796

Can yerime geçip onun resmini çekiyorum aynı yerde. Bu anda limandan da çıkmış olduk böylece.

160920133797

Yukarıda oturma yerleri uzun divanlar  ve masaları olan kapalı bir yer. Kapalı bölmenin içinde mutfak şeklinde bankolu yer yapmışlar. Burada elemanın biri sandviç yapıyor, hemen 2 tane ısmarlıyorum. Bir şey yemeden gemiye son dakikada binice. Sandviçler olasıya kadar dışarıya çıkıp hava kararmadan Marmara denizinin bir resmini çekiyorum. Hava bulutlu, deniz sakin.

160920133798

Sandviçler olunca bisküvi ile birlikte yiyip karnımızı biraz doyuruyoruz. Hava karardı, içerisi pek kalabalık değil. Görevli yanımıza gelip bilet ücretlerini istiyor bizden, Adam başı 25 Lira. Ücreti verip fişi kesiyor görevli. Can bataryasını prize takıp şarj ediyor. Karnım doyunca üzerime bir ağırlık çöküveriyor birden bire. Oturaklarda uzanmak için uygun olunca şöyle bir uzanıyorum. Sonrasını hatırlamıyorum, 3 saat kadar uyumuşum. Uyanınca susamışım hemen su içiyorum. Çayı bitirmişler, sadece sıcak su var yedekte. Neyse ki yanımızda poşet çay var. İkişer bardak çay içip anca uyku sersemliğinden kurtuluyorum. Bu uyku iyi geliyor doğrusu. Erdek’e yaklaşmışız, bir süre sonra iskeleye yanaşıyor feribot. Ama biz en son iniyoruz, kamyon ve tırları öyle bir yerleştirmişler ki bisikletle dahi aralarından geçemedik. Feribot boşalınca anca yer bulup iniyoruz. İskeleden ayrılıp karnımızı doyuracağımız bir lokanta arıyorum Can ile. İnsanlar dışarıda akşam gezintisine çıkmış, ortalık kalabalık. Burası sayfiyelik, yazlıkların bol olduğu bir yer. Neyse çarşıda bir tur attıktan sonra lokantanın birine oturuyoruz. kendime şöyle etli kuru fasulye, pilav ve cacık ısmarlıyorum.

“Turlarda her türlü yiyeceği yiyorum. Bisikletçiye daha çok karbonhidrat türü yiyecekler gerekli. En pratik yemek olarak makarna oluyor, içine de bir tane yon balığı atınca hem doyurucu hem de enerji veren karbonhidrat alıyoruz. Aynı zamanda protein ihtiyacını da karşılıyoruz. Bir de içinde balık olunca bir insana yetiyor. En önemlisi kahvaltı, kahvaltıyı sıkı yapacaksın, öyle iki poğaça, bir gevrekle olmaz. Zeytin, peynir, bal, acı biber salçası, yumurta, icabında sucuk ilave olabilir. Bunlar mutlaka olmalı sabah kahvaltısında. Güne başlarken mutlu olmalısın. Zaten Cemal Süreya ne demiş ;

” Yemek yeme üstüne bir şey diyemem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı “

Daha sonra yaklaşık 20 km de bir mola vermeli. Yanımızda kuru yemiş, badem, fındık, kuru üzüm, fıstık, ceviz ve kuru incir olmalı. Ara sıra atıştıracaksın kuru yemişlerden. Çay, soda, ayran gibi içecek, yanında bisküvi atıştırmalık olarak alınabilir. Yolda giderken mutlaka sık sık su içmeliyiz ve her çeşmenin başında hem su içip hem de sulukların suyunu tazelemeliyiz. Öğle yemeğinde hazır çorba, makarna ton balıklı yiyebiliriz. Akşama da hazır çorba, melemen türü yemek pişirip yenebilir. Duruma göre pide yada sulu yemek te yiyebiliriz. Beslenmemize çok dikkat etmeliyiz, yoksa bir yerde enerjiniz bitebilir. Öyle enerji verici içeceklerden kaçınmalıyız. Sadece iyice tükendiğinizi hissederseniz bir kola yada gazoz yeter vücudun toplanmasına. Tabi ki her zaman değil. Köylerden geçerken bakkaldan mutlaka gazoz için derim. Günde bir tane soda içerek kaybettiğimiz mineralleri almamıza yeter. Sodayı akşama doğru içerseniz daha iyi olur. Soda midenizdeki yiyecekleri çabuk parçalar ve hemen acıkırsınız. Meyve olarak daha çok elma, mevsime göre diğer meyveler yenmeli. Arada  potasyum içeren besleyici olarak muz yemek gerek. Yolda giderken meyve ağaçlarından taze meyve yenmeli, aşırıya kaçmadan. Günde bir yada iki tane çikolata yemeliyiz. Bir de yanınızda mutlaka olması gereken iki şeyden bahsedeceğim; birincisi şeker, ikincisi tuz. Yolda giderken birden bire kandaki şeker oranı hızla düşünce bacaklarda derman kalmıyor ve titremeye başlıyoruz, hemen ağzımıza biraz şeker atarak şeker komasına girmeden durumu atlatabiliriz. Diğeri de tansiyon düşüp gözlerimiz kararınca bir miktar tuz almalıyız. Bu ikisi çok önemli ve bisiklet turlarında insanın başına daha çok bu durumlar meydana geliyor. Şeker ve tansiyon düşmesi. Kısaca her türlü, her çeşit besin tüketmeliyiz. Merak etmeyin kilo almazsınız, nasıl olsa bisikletle harcadığınız enerjiyi anca yiyerek geri alabiliriz.”

Yemeğimizi yerken yağmur atıştırmaya başladı, hadi hayırlısı. Daha çadır kuracak yer bulamadık. Karnımızı doyurduktan sonra yağmurluğumu giyip çadır kurabileceğimiz yer bakmaya başladık. 4 km ilerde bir kamp yeri olduğunu söylemişti lokanta sahibi. Oraya doğru gidiyoruz. Az da olsa yağmur yağmaya devam ediyor. Sahilden bakınarak gidiyoruz, kumsalda çardaklar var. Burada kalabiliriz diye kafama not alıyorum. Daha ilerde bir kurumun tesisinde sundurma görünce Can’a burada kalalım diyorum. Can beğenmiyor burayı, aramaya devam. Kamp alanına geliyoruz, sahibi ile pazarlık yapıp adam başı 10 liraya anlaşıyoruz. Sıcak su var, artık daha fazla gitmenin anlamı yok. Çadırları üstü kapalı bir sundurmanın altına kuruyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Can ile kamp yerinin restoranında birer bira içerek günün yorgunluğunu aldıktan sonra çadırıma girip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık karada 71 + denizde 80 toplam 151 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc