Etiket arşivi: ayçiçeği

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 3. Gün

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Eynal – Küplüce – Kuşu – Pazarlar – Simav – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

sokakları koşmak diye bildim bileli

şiir  yaşar şiir söyler şiille oynaşırım

ne garibim ali tanır bu ozan kardeşini

ne de benim onu görmüşlüğüm var

garibim taştan taşa çalar emeklisini

saçıp gider yollara dizelerimi

“kör olasın demiyorum kör olma

kör olma da gör beni”

mutluluk bu değilse

ya nedir başka

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, festivali düzenleyen Öğretmen Şeref Akdemir Efe heykelinin önünde kollarını kaldırmış zeybek oynar gibi poz vermiş durumda. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış. Belinde fişeklik. Salgına dikkat çekmek için ağzına maske takılmış.

DSCN3083

Vücudun hamlığından dünkü turda epey yorulmuşum. Bu gece derin bir uyku ile iyice dinlenmiş olarak kalktım fişek gibi. Kendimi çok iyi hissediyorum. Her sabah olduğu gibi kahvemi içiyorum kalkar kalkmaz. Kahvemi içerken yerde bir kavun dilimi gördüm. Kavun dilimi üzerine karıncalar hücum etmiş. Neredeyse beyaz kavun dilimi siyaha dönüşmüş. Gözle görülmese de her karınca kendine bir parça koparıp yuvaya götürüyor. Bu günkü nasipleri ayaklarına gelmiş karıncaların. Kavun dilimi yuvanın dibinde. Öyle yiyecek bulmak için uzaklara gitmeyecekler.

Kahvemi içtikten sonra taslak olarak yazmaya başladığım romanı deftere yazmaya başladım. Nedense ilham perileri olmadık yerde geliyor. Hazır ilham perileri gelmişken bir kaç satır yazayım kimse yokken. Yazı yazarken birisi olduğu zaman ilham perileri ortadan kayboluyor. Kahvaltı zamanına kadar biraz yazıyorum.

DSCN3079

Kahvaltıyı yapıp yola çıkmaya hazırız. Herkesin toplanmasını beklerken bir video çekeyim dedim. Kamp alanının dışındaki yola çıkıp beklemeye başladım. Benim gibi video çekmek için bekleyen rotasız Ramazan da video çekecek. Çektiğim videonun linki aşağıda.

https://youtu.be/cIATm2RJohs

Videoyu çektikten sonra grubun peşinden yola çıktım. Şeref hoca beni önceden uyarmıştı, Simav girişinde Efe heykeli önünden geçeceğiz, heykelin resmini çekebilirsin. Efe heykelinin olduğu yere geldim. Şeref hoca heykelin önünde durmuş bisikletçilere yol gösteriyor. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış, diğer eli aşağıda. Sol ayağını önündeki taşın üzerine  koymuş halde poz vermiş. Belinde fişeklik, çifte kama kuşağa takılı. Başında poşu, üzerinde uzun kollu mintan ve yeleği. Kısa donunu giymiş, ayağında körüklü çizmeleri. Günümüzdeki salgına dikkat çekmek için ağzına beyaz renkli bir maske yakılmış uyarı amacıyla. Arkada elektrik direkleri ve telleri. Heykel yüksekçe mermer kaidenin üzerine konmuş.

DSCN3082

Şeref hocaya Zeybek oynarken heykelle birlikte seni çekeyim deyince o da kollarını kaldırıp oynamaya başladı. Arkasında Efe heykeli ile birlikte resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3083

Aynı yerde bu kez ben poz veriyorum bisikletim KUZ ile. Arkamda Efe heykeli.

241261675_4196869787098116_8815846078079101974_n

Hala gelmekte olan bisikletçilerin peşine takıldım. Bu günkü rotamız dağlara doğru, tırmanış olacak. Ana yolda gidiyoruz bir süre. Önümde sağ şeritte giden bisikletçiler.

DSCN3084

Kısa bir süre ana yoldan giderek sağa, dağlara doğru saptık. Sapar sapmaz da yokuşlar hemen başladı.

DSCN3085

Bu yol Selendi yolu olduğunu ilk kavşakta gördüğüm tabeladan anladım. Kavşakta görevliler gideceğimiz yolu gösteriyor bizlere. Sağa doğru Selendi tabelası var, sola, düz giden yol için Küplüce yazılmış. Yol da yokuş hani.

DSCN3087

Kimi yerde asfalt iyice yumuşamış sıcaktan. Henüz erimemiş ama hamur gibi yumuşak olan ziftli yerdeki bisiklet tekerlek izlerini yakından çekiyorum. Lastik izleri gayet belirgin olmuş. Her biri ayrı iz bırakmış yumuşak zift üzerine.

DSCN3088

Yaklaşık 350 metre yükseldikten sonra Küplüce köyüne geldik. Hemen hemen herkes benden önce buraya geldiğinden köyün meydanında toplanıp resim çektirirlerken buldum. Hazır hepsi bir araya gelmişken ben de kameram ile bir poz çekiyorum. Kimisi yere oturmuş, kimisi çömelmiş, kimisi de ayakta.

DSCN3089

Hazır mola verilmişken ben de çevreyi şöyle bir dolanayım dedim. Eski köy evleri biraz harap görünse de bütünlüğü henüz bozulmamış. Temel taşları ile su basmanı epey yüksek yapılmış. Burası bodrum katı olarak kullanılıyor. Su basmanın üzerine kerpiçten yapılmış, üzerinde kiremitli çatı var. Sadece sol duvarda küçük bir pencere var. Daha küçük bir pencere de solda altta. Taş duvarın bittiği yerde. Sağ tarafta taş duvar devam etmiş, sanki bir oda var, üzeri yarım çatı yapılmış. Bina çamur ile sıvanmış ama epeydir bakım görmemiş, sıvalar bozulmaya başlamış. Solda ayrı bir kerpiç bina daha var.

DSCN3090

Sanırım kullanılmayan eski bir cami. çatısının bir bölümü çökmüş. Cami binası pişmiş tuğladan, iki katlı yapılmış. Kısa ve kalın minaresinin tepesindeki külah tenekeden yapıldığı için paslanıp akmış, pas izleri görünüyor. Ezan okunan şerefede demir parmaklık ile çevrelenmiş korkuluk olarak.

DSCN3091

İki bina yan yana, çoğu kerpiç, bir kısmı taş ile örülmüş. Yamaç olduğu için ön taraflarda iki katlı olarak görünüyor. Girişlerinde büyük tahta kapı var. İki bina da kullanılmıyor. Çünkü pencerelerindeki bazı camlar kırık durumda. Binaların sağındaki bina sağlam duruyor. Beyaz badana ile boyanmış, yanda da çanak anten var

DSCN3092

Küplüce köyünün ismi nerden geldiğini bilemem ama köyün meydanındaki kahvede kocaman bir küp konmuş. Küp altına borudan bir kaide üstüne yan olarak yerleştirilmiş. Küpün ağzı teneke kapak ile kapatılmış, üzerine de “Küplüce Köyü” yazılmış.

DSCN3093

Köyün meydanındaki kahvelere bütün bisikletçiler  dağılmış durumda. Epey sert bir yokuş terletti bizleri. Çay, soda, kahve içerek hem serinliyoruz, hem de dinleniyoruz. Köyün meydanına yeni bir cami yapılmış. Epey büyük.

DSCN3094

Festivale renk katan Yüksel Yıldırım motoru ile bize kavşaklarda yol gösteriyor, geride kalanları toparlayıp doğru yola sokuyor. Bir ileri, bir geri sürekli gidip geliyor. Motoru çapır tipi, geniş ve oturaklı. Üzerine komando elbisesine benzer kamuflaj kıyafet giymiş, hem pantolonu, hem de tişörtü. Başında siyah bandana bağlamış, gözünde güneş gözlüğü. Boynunda asker künyesi asılı olduğu halde motoruna oturmuş durumda.

240879211_4182990055152756_4223408963837484369_n

Geniş bir alana naylon serilip meyve kurutuyorlar. Kuruttukları meyve elma, kesip parçalar halinde güneş altına serilip kurumaya bırakılmış. Bu kuru meyveleri kış aylarında hayvanlara yem olarak verildiğini öğrendim.

DSCN3095

Küplüce köyü en yüksek çıktığımız rakım. Az daha tırmandıktan sonra inişe geçtik ve sanki düz bir ovada gidiyormuşuz gibi. Yol yüksek kavak ağaçları arasından gidiyor. Yolun iki yanına da kavak ağacı dikilmiş. Durduğum yerde erik ağacı var. Bir kaç erik koparıp yiyorum yeşil yeşil. Erikler buralarda daha yeşil halde, olgunlaşmamış. Bazı yerlerde mürdüm eriği de var. Mürdüm eriklerinden de bir kaç tane koparıp yolda yerim diye formanın arkasındaki ceplere koyuyorum.

DSCN3096

Buralar bahçelik, bahçelerde damlar var. Damın birinde kuru soğanlar birbirine bağlanıp büyük demetler halinde çivilere asılmış. Böyle asmalarının nedeni hem kuruması için hem de yerden rutubet almaması için. Yoksa yerde alt kısımlarından çürümeye başlar. 1 Metreden uzun 3 soğan demeti.

DSCN3097

Bahçelerde mısır, lahana, ve sebzeler ekilmiş. Kargalar başta olmak üzere diğer kuşları korkutmak için bahçenin ortasına korkuluk konmuş. Korkuluk bir dik sopa, üst tarafta yatay başka bir sopa çakılıp üzerine siyah bir ceket giydirilmiş. Tepeye de siperli bir şapka. Uzaktan insana benzemiş biraz. Korkuluğun sağına Türk bayrağı takılmış. Tarlanın arkasında kavak ağaçları uzun ve duvar gibi.

DSCN3098

Kavak ağaçları dibinden giden yolda gidiyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor.

DSCN3099

Gideceğimiz yer Kuşu göleti. Tabela bize gideceğimiz yönün sol tarafa olduğunu gösteriyor.

DSCN3100

Benim ile birlikte yol alan Emine, yanında Doktor Aydın ve bir kişi daha yanlarında, üçünü gelirken bisiklet üzerinde çekiyorum.

DSCN3101

Bahçenin birinde kocaman bir bal kabağı görünce durup yakından resmini çektim. Kabaktan daha büyük ve geniş olan yaprakların arasında, gölgede kalan kabak Güneşten korunuyor.

DSCN3102

Delik deşik olmuş kerpiç bir duvar karşıma çıktı. Bu delikleri yapan bir arı türü var. Toprak olan yerde delip kendine yuva yapıyor. Aynı arılardan benim evimdeki bahçedeki toprakta yuva yaptıklarını izliyorum her baharda. Arıların arka ayakları kırmızı renkte, dikkat çekici. Killi topraktan yapılan kerpiçler arılara yuva olmuş durumda. Kerpiç duvar bir yerde son buluyor. Duvarın üstünde tahtalar enine konmuş, üstüne bir sıra kerpiç konularak çatı altı oluşturulmuş. Çatı tahta kaplı. Sol tarafta sundurma tarafına düzgün ve uzun ağaç dallarından korkuluk ile tamamen örtülmüş.

DSCN3104

Kuşu göletine geldik. Göze ilk çarpan “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” cümlesi. Yasak kelimesini bir türlü anlamıyorum! Neden her yerde yasak var. Nedense yöneticiler yasaklar sayesinde yaşıyormuş gibi geliyor bana. Tehlikeli ve sakıncalı yazsalar daha anlamlı olur bence. Yada “Girmediğiniz için teşekkür ederiz” yazsalar. Yasak insanı cezbedebilir, yasaklara uymama gibi psikolojik etken her zaman var. Tabelanın arkasında yeşile çalan gölet görünüyor. Karşı kıyıda tepe var.

DSCN3105

Ağaçtan yapılmış kağnı arabası, büyük ve çemberli tekerlekleri, küçük kasası ve uzun direği öne çıkmış.  Direğin ön tarafına öküzleri bağlamak için ağaç konulmuş düz olarak. Direğin atlında destek olsun diye daha küçük bir tekerlek konulmuş. Arabanın üstünde sepetler var.

DSCN3106

Tek at ile çekilen kara saban. Önde atı bağlama kancası, biraz arkasında dikine konulmuş bir demirin altına küçük bir tekerlek konulmuş. Pulluk tekerlekten biraz aşağıda ve sabanı tutacak kol  yukarıya kadar çıkmış.

DSCN3107

Kollu bir makine, üs tarafta mısır taneleri konulan bir hazne, altında iki tane silindir. Bu silindire bağlı çevirme kolu. Makinenin altında uzun ayaklar demir dökümden yapılmış. Bu makine ile mısır taneleri kırıp ufaltıyorlarmış yem olarak.

DSCN3109

İki kalın demir çubuk arasında yivli vida ile yapılmış pres makinesi.

DSCN3110

Belediyenin burada tesisi var. Ağaçtan çardak biçiminde, gölete doğru balkon olarak geniş bir yer yapılmış. Üzeri çatı ile örtülerek Güneşten ve yağmurdan korunmuş. Burada restoran var ve aileler gelip göl manzaralı yemek yiyorlar.

DSCN3111

Gölet olur da kazlar olmaz mı, olur elbette. Dört tane kaz kıyıda, Güneş altında tüylerini yağlıyorlar.

DSCN3112

Optik zoom ile iyice yakınlaştırıyorum iki kazı. Başları siyah, birisinin gövdesi beyaz, diğeri siyah renkte tüyleri var. Siyah tüylü kaz başını geri çevirip gagası ile sırtındaki tüyleri yağlıyor.

DSCN3113

Buraya gelir gelmez hemen elime köfte – ekmek veriyorlar. Bir de ayran yanında. Karnım da iyice acıkmış olmalı ki bir çırpıda yiyorum köfte – ekmeği. Sonrasında gölgesi olan çardağın birine oturuyoruz. Şeref Akdemir’i de çağırıyorum kahve içmeye. Piknik masasında oturup kahveyi pişiriyorum. Yanımda şanslı üç kişi daha benimle kahve içiyor. Emine, Doktor Aydın ve Şeref hoca. Birlikte kahve içiyoruz.

DSCN3116

Şeref hocaya belediye başkanına da kahve içirelim deyince belediye başkanını çağırıp yanımıza geliyor. Kuşu belediye başkanı Feridun Aktay piknik masasında yardımcıları ile birlikte oturup kahvelerini içiyorlar. Belediye başkanı ile muhabbet ediyoruz. Başkan bize “Buraları turizm açısından nasıl değerlendirebiliriz?” diye sorunca ben “Gölet yanına çadır kamp alanı kurulmalı, gençlere yönelik kamplar, spor faaliyetleri, kano yarışları, tiyatro ve kültür etkinlikleri yapılabilir. Ayrıca Türk toplumuna yerleşmiş olan MANGAL kültüründen kurtulup daha değişik etkinliklere yönlenmek gerekir” diye cevap verdim. “Ayrıca bisiklet kampı da olabilir, Dünyayı ve Türkiye’yi  dolaşan bir çok bisiklet gezgini var. Burası işaretlenirse bisiklet gezginleri buradan geçerken konaklayabilir” Başkan da bizleri dinledi ve kafasına notları aldığını biliyorum. Şimdilik salgın dönemindeyiz, pek bir işe  yapılamayacak ama salgın bittikten sonra pekala hayata geçirilebilir. Masada 8 kişi oturuyoruz.

DSCN3119

Göletin bir kademe üstünde düz bir alan yapılmış. Sahneye benzer bir alanda kilitli taş döşenmiş. Düz alan yeşil çimenler ile kaplı. Sağ tarafta sular çıkıyor yer altından. Buraya basarsan vıcık vıcık çamura saplanırsın. Belediye başkanı ile birlikte bir araya gelip yan yana dizilerek resim çekiliyoruz. Ben de az yukarı çıkıp hepsini kareye sığdırıyorum.

DSCN3123

Göletteki yemek ve dinlenme zamanı bitti, yola çıktık. Kuşu büyük bir yer olduğu için belde olmuş ve belediyelik kurulmuş. Tabelayı çekiyorum Kuşu beldesine girerken. Önümde bisikletçiler gidiyor.

DSCN3124

Yüksek rakım olunca kış ayları soğuk geçiyor. Böyle soğuk ve yüksek yerlerdeki böğürtlenler de ona göre büyük oluyor. Böğürtlenleri görünce durup topluyorum bir avuç kadar. İri böğürtlenler hem lezzetli hem de enerji veriyor bana. Kimi böğürtlen kararıp olgunlaşmış, kimisi de kırmızı renkte. Yeni çiçek açan da var. Böğürtlenleri yakından çekiyorum.

DSCN3125

Sadece yol kenarında yiyecekler yok. Başka güzellikler de var. Onlardan birisi de pembe açmış gül. Bir yandan Güneş vurmuş gülü yakından çekiyorum. Kokusunu içime çekiyorum bir güzel. Bu güzellikleri görmek gerek, koklamak gerek. Her ne kadar bülbül güle yakışsa da ben de gülün kokusundan faydalanıyorum

DSCN3126

Kuşu beldesinin girişinde dev bir kartal heykeli var. Boyun ve baş kısmı beyaz tüylü, diğer yerleri siyah olan kartal kanatlarını iki yana açmış durumda. Kuşu adını kartal kuşundan aldığı anlaşılıyor.

DSCN3127

Kocaman kartal heykeli yedi kat üzerine, yüksekçe bir yere konmuş. Her katın üstündeki kat küçülüyor. Bisikletçiler resim çekiliyor kartal ile birlikte. Ben de onlar gittikten sonra KUZ’u tek başına kartal ile birlikte çekiyorum. KUZ’un gidonunda kartal tüyü var. Kartal heykeli yokuştaki geniş caddenin ortasında. Beldeye sert bir yokuştan çıkacağız. Kimi bisikletçi yürüyerek çıkıyor yokuşu.

DSCN3129

Tek katlı kerpiç bir evin yanında, çekyat konulmuş iki tane. Sağdaki çek yatta dört yaşlı oturuyor. İkisi kadın, ikisi erkek. Seksen yaş üstü olduğunu tahmin ediyorum yaşlıların. Oturdukları yer gölgelik. Evin çatısı dikdörtgen kiremit, diğer yarısı yuvarlak kiremit ile kaplanmış. Yaşlılara selam veriyorum, Yaşlılar da bizi çağırıp soğuk ayran ikram ediyorlar. Teşekkür edip soğuk ayranları içiyoruz. Ayran için teşekkür ediyorum yaşlılara. Bu yaşta bizlere bir şeyler ikram etmeleri çok hoşuma gitti. Misafirperverlik, misafire bir şeyler ikram etme geleneği hala sürüyor.

DSCN3131

İlginç yapıda bir çeşme görüyorum. Durup su içtim, şişelerimdeki suları tazeledim. Bisikletim KUZ çeşmenin önünde bana poz veriyor. Çeşmeyi ilginç yapan ayna kısmı. Ayna 1 metre yüksekliğinde, 4 metre eninde duvar olarak yapılmış. Ön kısmı renkli fayanslarla kaplanmış. Yalak tarafı iki sıra beyaz fayans. Üstünde kahverengi fayans ile çerçeve şeklinde. Çerçevenin ortasında beyaz fayans. Üstte bir sıra yeşil beyaz desenli fayans ile tamamlanmış. Duvarın üstünde kuğu boyunlu iki şekil birbirine ters şekilde konulmuş. Ortada altı geniş bir sürahi şekli. Kuğu boyunlu yerin üstlerinde birer kahverengi hilal. Sürahinin üstünde iki tane yıldız, ortasında bir küre. Borudan sürekli su akıyor yalağın içine.

DSCN3132

Köyün birinden geçerken yere çarşaf gibi bez serilmiş, üstüne de mısır koçanları. Güneşte kurusun diye bırakılmış.

DSCN3134

İnce kıyılmış saman yığını, üstü branda ile örtülerek yağmurdan korunmuş. Rüzgar brandayı kaldırmasın diye bir tane ağaç gövdesi ağırlık olsun diye dayalı olarak konulmuş. Samanları almak için yan tarafı örtülü değil, alttan da samanlar dışarıya taşmış durumda.

DSCN3135

Kimi samanlık balya halinde üst üste konulmuş bir ev boyutunda. Alın kısmına bir direk, yanlardan desteklenmiş ağaç direklerle. Üzerine de brandalar ile tamamen kapatılmış. Artık tüm kış boyu hayvanlara buradaki samanlarla besleyecekler.

DSCN3136

Bir yerde Ayçiçeği başları kurutuluyor güneşte. Ayçiçekleri bayağı büyük, neredeyse tepsi kadar. Arkada çam tomrukları duruyor.

DSCN3137

Vadinin tepesinde, başlangıcındayız. Buradan sonra genişliyor ve oluşan çayın çevresinde kavak ağaçları yeşillikler içinde boy göstermiş. Herhalde buradan aşağı ineceğiz.

DSCN3138

Ama yol vadiden inmiyor, aksine daha çıkacağımız tepeler var hala.

DSCN3139

Aşağılardaki çayın üstünde küçük bir köprü görünüyor. Uzun kavaklar da çayın dibinde.

DSCN3140

Yol kıyısındaki meşe ağaçları kökleri ile toprağa o kadar sıkı tutunmuş ki gövdenin altındaki toprak aşınmış, yaklaşık 1 metre kadar boşluk var. Kökler yamaçtaki toprağın içine dalıp sıkıca tutunmuş. Bu kökler ağacı besliyor.

DSCN3141

İnce tekerli yol bisikletinin lastiği patlamış. Bisiklet ters çevrilmiş durumda yerde. İki kişi lastiği yamamaya çalışırken soruyorum “Yardım lazım mı?” diye.  Onlar da  “Teşekkür, hallediyoruz” cevabını veriyorlar. “Kolay gelsin o zaman” diye yoluma devam ediyorum.

DSCN3142

Çam ormanının bittiği yerde bir çam ağacı kurumuş halde öylece duruyor. Diğer yeşil ağaçlardan ayrı yerde duruyor  gibi.

DSCN3143

Henüz inişe geçmediğimizden yorulanlarla karşılaşıyorum. Yolun kıyısına iki kadın, bir erkek oturmuşlar gölgeye dinleniyorlar. Selam verip resimlerini çekiyorum dinlenirlerken.

DSCN3144

Pazarlar ilçesine geldik tabelaya göre. Pazarlar Kütahya’nın en küçük ilçesi yüz ölçümüne göre.

DSCN3145

Pazarlar ilçesinde mola veriyoruz. Burada çayları belediye başkanı ısmarlıyor. Pazarlar belediyesinin genç başkanı olan Bilal Demirci ve genç eşi ile aramıza gelerek hoş geldiniz diyor. Karşılıklı sohbet ediyoruz çay içerken. Ayrıca teşekkür ediyoruz çaylar için. Masada Belediye başkanı, eşi, iki çocuğu, biri kucağında bebek ve bisikletçiler.

241394649_4196935943758167_3000686560017897817_n

İlçenin meydanında tüm bisikletçiler toplanıp belediye başkanı ile birlikte resim çekiliyoruz. Bayağı kalabalığız.

241371978_4196936560424772_616188916423658581_n

Pazarlardaki mola bitiminde yola çıktık, Güzel bir inişin ardından ana yola inip Simav’a doğru gidiyoruz. Yol kıyısında, yamaç olan yerde Güneş panelleri konulmuş elektrik üretiyorlar.

DSCN3146

Simav’a daha yolumuz epey var, ana yolda trafik kalabalık. Ana yola çıktıktan sonra yokuş başlayınca pilim bitmeye başladı. Çok yoruldum ve şekerim düştü. Karnım iyice acıkınca yol üzerindeki ilk köyde durup bakkaldan helva, ekmek ve yoğurt alıp yiyerek şekerimi dengeye getirdim. Yoksa gidecek halim kalmamıştı. Kendime geldikten sonra yola devam ettim.

Simav’a gelmeden kestirme yola girdik. Kamp alanına doğru gidiyoruz. Yolun kıyısında iki korkuluk görüyorum. Bunlar kuşları pek korkutacağa benzemiyor. Biri kadın, biri erkek olarak giydirilmiş korkuluklar briket üzerine karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlar. Erkek siyah elbise giymiş, kadın ise uzun bir etek, yeşile çalar, üstüne kırmızı renkte uzun kollu elbise. Başında da beyaz baş örtüsü. İki korkuluğun da yüzleri belli değil. Arazide iki tavuk dolaşıyor korkuluklara aldırmadan.

DSCN3147

Aynı bahçede iki korkuluk daha var. Yine biri kadın, biri erkek olan korkuluklar yan yana, ayakta duruyorlar. İkisi de kollarını açmış, kadının sağ kolu erkeğin belinde, aynı şekilde erkeğin de sol kolu kadının belinde. Uzun kollu mintan giymişler. Kadında siyah, erkekte beyaz mintan var. Kadın beyaz etek ayaklarına kadar, erkek açık gri pantolon giymiş. Kadın baş örtülü, erkekte şapka var. Erkek renkli desenli atkı takmış boynuna. Erkek korkuluğun arkasındaki sopada oyuncak bebek kafası takılmış nedense!. Tavuklar korkulukların önünde korkusuzca dolaşıyorlar.

DSCN3148

Bir başka korkuluk, kadın ve erkek yan yana, Kadının kolları aşağıya sarkmış, erkek kollarını yana açmış durumda. Kadın uzun kollu tişört, uzun etek giymiş. Başında kırmızı ve çiçek desenli başörtüsü takmış. Erkek uzun kollu mintan, pantolon ve şapkası var. Sol elinde değnek var. Bu korkulukların hepsi aynı bahçede. Yapanlar büyük bir olasılıkla sanatçı kişiler olduğunu zannediyorum. İlk defa böyle korkuluklar görüyorum.

DSCN3149

Kamp alanına geldik bir süre sonra. Hemen havlumu ve su donumu alıp doğru hamama. Bir güzel yıkanıyorum ve sıcak havuzda yumuşuyorum adeta. Terli eşyalarımı da sudan geçiriyorum. İçeriden çıkıp giyinme yerine gidince genç arkadaşlardan birisi bana soruyor;

“Urim baba saçların peruk mu? Bir bakıyorum kısa saçlı, bir bakıyorum uzun saçlısın”

Genç arkadaşın ne demek istediğini anladım. Bana çok benzeyen, aynı boyda, aynı keçi sakallı olan biladerim dediğim Ramazan Küçükberber ile karıştırıyor. Sadece onun saçları kısa.

“Yoo değil, saçlarım uzun, bak istersen diye saçlarımı çekiyorum ona göstererek. Sen biladerim ile karıştırıyorsun” diye cevap verdim.

Hamamdan sonra akşam yemeğini yedik. Hava karardıktan sonra İzmir’den arkadaşım Şahin Bulut yanıma geldi. Yanında getirdiği yan flütü çıkardı. Ben az biraz üfleyebiliyorum ama tam öğrenmiş değilim. Neyse ki Şahin üflemeyi öğrenmiş. İyi bir müzik kulağı olmalı ki bir çok parçayı kendi kendine kulaktan duyup çalmayı öğrenmiş. Şahin çaldı flütü bizler de şarkı söyledik. Bu arada kahve pişirip ikram ediyorum yanımıza gelenlere. Şahin yan flüt çalarken resmini çekiyorum flaş ışığı ile.

DSCN3150

Tripoda kamerayı koyup 10 saniye zaman ayarlı çekiyorum kendimizi Şahin flüt çalarken bizler dinliyoruz gecenin karanlığında.

DSCN3153

Geç saatlere kadar flüt dinletisi ile şarkıları seslendirdik. Bu akşam pek kalabalık yok, çoğu erkenden çadırına çekilip uyudu bile. Bu günkü yol hem yokuş hem de uzun bir parkurdu. Ama çok güzel yerler gördüm, yorgunluğa değdi doğrusu. Fazla geç olmadan herkes çadırına çekilip yattı. Ben de çadırıma girip derin bir uykuya daldım.

Yaptığımız yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Simav Eynal Bisiklet Festivali 1. Gün

2 Eylül 2016 Cuma

Simav Eynal – Efir – Eynal

( Kör arkadaşlar için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Yazdan kalma günler getirirsin kara kış içinde
Bir serçe dala konar gibi güzel her söylediğin
Don vurur kırağı çalar evrenimi
Yüz güvercin pırr demiş uçmuş gibi ürkerim her gidişinde

Kulağımı çınlatan, aşımı kotaran, söküğümü diken
Od düşer su serpersin içime
Şaşırsam seni duyarım
Deniz kıyılarısın ağustos güneşinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Beş çocuk çakıl tepesinde gülerek el sallıyorlar. Dört kız bir oğlan.

Hayallerinin peşinde koşmalı, her sabah kalktığımda hayaller kurarım. Hayallerim bisiklet turları. Kış aylarında kurduğum hayallerde yıl içinde yapacağım bisiklet turlarını üç aşağı beş yukarı belirlerim. O yıl ona göre turlara katılmaya çalışırım. Bazen evdeki hesap çarşıya uymuyor. Ya da olmadık zamanda beklenmedik festivaller de olmuyor değil. Yine beklenmedik bir festival haberini alır almaz festivali düzenleyen Simavlı Öğretmenlerimizden Şeref Aldemir ile iletişime geçerek Simav Eynal Bisiklet Festivaline katılmaya hak kazandım. Bu olay kısa sürede oldu ve gelişti. Hemen hazırlıkları yaptım. Bu kez kendi arabamla gideceğim. Festivale katılacak olan İzmir den sevgili arkadaşlarımdan Baattin Şimşek ve Atilla Özakdağ ile birlikte üç bisikleti bisiklet taşıyıcısına  bağlayıp yola çıktık. Ankara yolundan gitmeyi planlıyordum ama sohbet sırasında bir baktım İstanbul yoluna girmişiz. Eh ne yapalım artık gitmediğimiz yollardan Simav’a  gideceğiz. Akhisar’dan sağa köy yollarından sakince giderek Simav’a vardık.

Akşam olmadan bizi Şeref Öğretmenim karşıladı kamp alanında. Kamp alanı Simav dışında belediyenin işlettiği Eynal kaplıcaları. Çadır alanı olarak futbol sahasının yeşil çimenleri. Arabadan bisikletleri indirip Çadırları kuruyoruz. İlk gelen biz olduğumuz için en uygun yere konuşlanıyoruz.

Tel çitlerle çevrili futbol sahası, iki çadır kurulu. Biri daha çadırını kuruyor. Pembe boyalı büyük bir depo gibi bina ve ardı alçak tepeler. Futbol sahası çimen ekili, saha etrafı kırmızı topraklı koşu yolu.

Simav da ilk defa düzenlenen bisiklet festivalini Öğretmen Şeref Aldemir organize ediyor. Tüm hazırlıkları, rotaları kendisi yapıp Simav belediyesinden de desteğini alarak ücretsiz yapıyor. Hem Simav’ı hem de Eynal kaplıcalarını tanıtım amaçlı yapılarak turistleri buraya çekme gayreti var. Eynal kaplıcaları ve tesislerini Belediye kendi işletiyor. Kaplıcaların yanı sıra spor sahaları da var. Tenis kortları, basketbol, voleybol ve futbol sahaları yapılıp çeşitli spor karşılaşmaları yapılmakta. Çevre, sahalar ve termal hamamlar gayet temiz ve bakımlı. Bu festivali hazırlayan Şeref Aldemir’e ve  destekleyen Simav belediye başkanı Süleyman Özkan’a teşekkür ederim.

Tenis kortunun tel çitlerine pankart asılmış. Pankartta yazan; Simav Eynal Bisiklet Festivaline Hoş Geldiniz Süleyman Özkan Simav Belediye Başkanı. Pankartın kıyılarında belediye logosu ve bisiklet resmi.

Kampımızı kurduktan sonra karnımızı doyurmak için Simav merkeze gideceğiz. Merkeze giderken ilk lastik patlağını görünce durup resmini çekiyorum. Lastiği patlayan pek anlamadığından Atilla Özakdağ lastiği onarıyor. Atilla elinde tekerlek kaldırımda bana bakarken.

Simav merkeze geldik, kocaman bir ağaç bizi karşılıyor. Boyu 20 metreyi aşmış bu güzel ağacı kadraja sığdırabilmek için biraz gerilerden çekmek zorunda kaldım. Araya görüntü kirliliği yapan bir kaç araba da giriyor ama yapacak bir şey yok.

Çarşıyı bisikletle şöyle bir dolaştık. Tarihi çeşme sokak arasından altın rengiyle ışıldıyor.

Başka bir yerde dış kısmı 8 kenarlı, içinde camekanlı şadırvan, üstündeki çatı çıkıntısından dolayı abdest alırken yağmurdan ıslanmazsın. Çeşmelerin olduğu kısım mermer, su deposu camekandan yapılmış.

Üstünde konik çatı ile örtülmüş, şadırvan kısmı ise süslemeli cam ile kaplanmış. Saymadım ama 16 tane çeşme olabilir. Çeşmeli kısım mermer kaplı. Etrafta ağaç gövdeleri ve bir salkım söğüt çarşıyı süslüyor.

Çarşıda sokaklar trafiğe kapalı, dar ve zemin Arnavut kaldırım taşı döşeli. Binalar ikişer katlı, altta dükkanlar.

Çınar ağacı çarşıya sığmamış caminin üstü ve sokakları kaplamış. Dört bisiklet tekerlekli çerçi arabasında yok yok, her şeyi sığdırmış. Arabanın üzerine de naylon kaplayıp ani bastıran yağmura karşı koruyor mallarını.

Karnımızı bir lokantada doyurduktan sonra kamp alanına döndük. Çadırların önünde oturup sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Rakımın 800 metrelerin üzerinde olması gecenin serinliğini fazlasıyla getiriyor. Üzerimize kalın bir şeyler giyerek iyice serinleyen havada üşütmeden oturduk. Uyku kapıya gelmiyor çadırlarda, gözlerin ağırlaşıp kısılmasından anlıyoruz uykunun geldiğini. Çadıra girip bir güzel uyudum sabaha kadar. İlkbahar dan beri çadırda kalmadım yaz boyu. Özlemişim düz yerde yatmayı.

Sabah erkenden kalkıyorum, etrafta gece çadır kuran ve yeni gelenlerle saha dolmaya başlamış bile. Her sabah olduğu gibi elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve pişirmek. Kahve içmeden güne başlamamalı. Yanımda olanlar kahveden faydalanıyor. Kimisi aç karnına kahve içemiyor. Saat 08 civarı kahvaltı başladı. Kahvaltının ardından açılış konuşması ve katılımcılara sertifikalar verilmeye başladı Şeref Aldemir tarafından.

Masalara katılımcılar oturmuş isminin okunmasını bekliyor. Şeref Aldemir de elinde mikrofon ile isimleri tek tek okuyor.

Belediye başkanı Süleyman Özkan gelip konuşmasını yapıyor bizlere. Ardından Şeref Aldemir de desteklerinden dolayı teşekkür edip sertifikasını sunuyor belediye başkanına.

Konuşmalar, sertifikalar faslı bittikten sonra bisikletlere binip şehir merkezinde doğru gitmeye başladık. Yaklaşık 100 bisikletçiyi gören Simavlılar meraklı bakışları arasında yanlarından geçip merkezdeki meydana geldik. Caminin önünde  topluca resim çekiliyoruz. Meydanda ipe asılı kocaman bir Türk bayrağı ve Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazılı bayrak ta asılı. Caminin bir köşesinde de büyük bir Türk bayrağı var.

Ben de çekilenler arasına oturup yandan katılımcıların resimlerini çekiyorum çaktırmadan. Bir sıra yere çömelmiş, bir sıra ayakta.

Resim çekildikten sonra şehirden ayrılıp köy yoluna saptık. Köy yolları genellikle sakindir pek araba geçmez. Ayrıca  bolca ağaç görmek olası. Geçtiğimiz yolda kocaman kavak ağaçları yolu tamamen gölgede bırakmış.

Simav’ı çıktıktan sonra yakın ilk köy olan Yeşilköy’e geldik. Köyde kış hazırlıklarına başlanmış. Evlerin önünde, yol kıyısında güneşte kurumaya bırakılmış tarım ürünleri yere serilerek kurutuluyor. Kurutulanlardan birisi de mısır. Sarı koçanlar kaldırım ve parke taşlarına gelişigüzel serilmiş.. Sanırım 60 Litrelik, beyaz boş bidon mısırların yanında duruyor. Yeşil beyaz bir basketbol topu da arkadaki eşyaların yanına konulmuş.

İncir meyveleri de kaldırıma serilip kurumaya bırakılmış.

Mor mürdüm erikleri de öyle serili. Kış aylarında meyve yemek için kurutulup saklanıyor kaplarda. Sert geçen kış aylarında pek iş olmaz, etrafı kar kapatmış. İş olmasa da enerjiye vitamine ihtiyaç var. Tazesi çıkasıya kadar kuru meyvelerle idare edilecek kış boyu. Görüntüde ters çevrilmiş meyve kasasının üzerine oturmak için minder konulmuş. Sağ tarafta da el arabası dikine duruyor.

Az ilerde iki borusu olan kuzine duruyor. Sanırım yemek yapmak ve kış için reçel kaynatmak için kullanıyorlar. Yakacak sıkıntısı yok buralarda. Dağlar odun dolu ve bedava. O yüzden her şeyi odun ateşinde kuzinede yapıyorlar kış hazırlıklarını.

Köyün içinden geçen yolda iki bisikletçi bisiklet sürüyor. Yolun kıyısında tek tük evler dağınık ve bahçeli. Her evin bahçesinde meyve ağaçları var. Meyve ağaçları evlerin beton kısımlarını örttüğü için çirkin görünmüyorlar. Evler en çok iki katlı.

Kimi ev tarihi, taş duvarlar ve kalın ağaç kütüklerden iki katlı olarak yapılmış. Eski bir ev olmasına karşı ustalıkla yapılmış düzgün bir ev. Alt kat ahır yada depo, kapısının geniş ve kanatlı olmasından belli.

Köyün başka bir evin avlusunda açıkta bir ocak görüyorum. Kalın demirden yapılmış büyük bir sacayağı. Sacayağının üzerinde alüminyum büyük bir kapağı kapalı kazan. Kazan kaynıyor anlayacağınız odun ateşiyle. Kazanın alt ve yanları isten kararmış. Kapağına alev ve duman gelmediğinden kararmamış kendi renginde. Kazanın hemen yanında 18 Litrelik yağ tenekesi ateşin ısısından faydalanıyor gibi konulmuş. İçinde ısınsın diye su konmuş olabilir. Ateşe yakın olan yüzey isten kararmış. Diğer yan çamurlu ve rengi solmuş durumda. Sacayağının altında üç dal parçası yanıyor ağır ağır. Dalların uçları köz olmuş, yanlarda küller. Yandıkça dal parçaları ileri sürülerek ateşi devamlı besliyorlar. Ocağın yanında da ayçiçeği yağ tenekesi 18 Litrelik. Markası Kula ve ayçiçeği resimli. Solda plastik mavi leğen.

Herkes kendi temposunda gittiğinden grupta kopmalar oluyor. Grubu toplamak için ara sıra bekliyorlar. Ağaçların gölgesinde bekleyen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yol kıyısında olgunlaşmış erik ağaçları görünce durup bir kaç tane yiyorum. Kırmızı erikler nefis. Dalında yeşil yapraklar arasında kırmızı erik meyveleri.

Düzlük bitti, sıra geldi yokuşlara. Önde yokuşu çıkmaya başlayan bisikletçileri resmediyorum. Tam karşıda bir tepe görünüyor.

Yol kıyısında böğürtlenleri görünce duruyorum. Buraların böğürtlenleri iri ve lezzetli olur. Böğürtlenlerin kimisi yeşil, kimi kırmızı renge dönüşmüş. Kimisi de olgunlaşıp kararmış yenmek için. Doğadaki canlılar bu olgunlaşmış böğürtlenleri yiyorlar. Yakından dalındaki böğürtlenlerin resmini çekiyorum.

Ben de nasibimi alıyorum böğürtlenlerden. Avucumda birkaç tane siyah böğürtlen meyvesi. Böğürtlen tadı nefis, vitamin ve enerji deposu. Dalından taze koparılmış ve iri.

Yokuşu bir çırpıda çıkıyoruz, etraf ağaçlarla kaplı. Yüksek bir dağ var önümde. Ağaçların arasında kavaklar uzun boyları ile dikkati çekiyor.

Hava sıcak, mola yerinde bir parça karpuz bizleri serinletiyor. Belediye görevlilerinden birisi elinde yarım dilim karpuzu bana uzatıyor yiyeyim diye. Teşekkür edip karpuzu alırken resmini de çekiyorum.

Dağların engebeli yerlerinde bir çıkıyoruz bir iniyoruz. Çam ormanı içinden geçen yolda bisikletlerle çıkıyoruz yokuşu.

Yokuşu çıkarken durup arkadan gelenleri de çekeyim dedim bir poz. Yokuşta zorlananlar bisikletten inip yürüyerek çıkıyorlar. Yol kıyısında dikdörtgen küçük bir yol tabelasında kırmızı renkte sağa ok ucu işareti yapılmış ama yol düz gidiyor. Neden konmuş anlamadım bu işareti.

Kalem gibi düz çam ağacı gövdeleri ormanın derinliklerine doğru gidiyor.

Biraz yükseklere çıkmışız, manzaradan belli oluyor. Dalgalı tepeler geniş bir alanda uzaklara kadar sıralanmış.

Yaz aylarının son günlerinde meyvelerin tümü olgunlaşmış. Bunlardan birisi de elma. Bir tarafı kızarmış elma dalında beni ye diyor. Ben de tabiat ananın sunduğu bu elmanın isteğini yerine getiriyorum.  Sert sulu, nefis tadıyla afiyetle yiyorum.

Hafif iniş ve çıkışlar devam ediyor. Burada tarlalar ve meyve bahçeleri var.

Bu meyve bahçelerinden birisi de elma ağacı bahçesi. Dallarında bir çok elmalar olgunlaşmış toplanmayı bekliyor.

Küplüce köyüne geldik. Adından da anlaşılacağı üzerine kocaman bir küp köyün meydanına konulmuş. Küp devasa boyutta. Kalın borulardan ayak yapılıp üzerine konulmuş.

Eski kerpiç köy evleri tek katlı ve şirin görünüyor çatıdaki kiremitlerle. Evin arkasında da kısa minareli küçük bir cami. Caminin kubbesi yok, normal kiremitli çatı yapılmış.

Yol kıyısında kum yığınının üzerine çıkmış dört kız bir oğlan geçen bisikletlere el sallayıp selam veriyorlar. Ben de durup selam vererek resimlerini çekiyorum. Onlar da bana ellerini sallayıp bağıra çağıra selam veriyorlar. Çocukların neşesi o kadar candan ki imreniyorum onlara ve bağıra çağıra karşılıklı el sallıyoruz. Soldaki çocuğun üzerinde pembe tişört, yeşil eşofman, yanındaki oğlan çocuğu mavi uzun kollu tişört, siyah pantolon, ortadaki kızın pembe tişört, siyah don, diğer kızın enine kırmızı çizgili beyaz tişört, gri don, en sağdaki kız da yeşil uzun kollu tişört sarı renkli çiçekli don. Çocukların elbiseleri rengarenk. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

En yüksek tepeye çıkınca manzarayı ve etrafı seyrediyorum. Bisikletim KUZ ve aşağıda birazı görünen gölet manzarası.

Sert iklim ve yüksek rakımlı yerlerin meyveleri başka olur. Deniz seviyesinde göremezsin. Bunlardan birisi MUŞMULA. Çoktandır, neredeyse çocukluğumdan beri muşmula ağacı görmedim desem yeridir. Muşmula ağacını görünce seviniyorum, hele dalında olgunlaşmak üzere olması. Biraz daha zaman geçmesi gerekiyor olgunlaşması için. Ama tadını almak için bir tane koparıp yiyorum. Sert ve tadı yerinde değil. Olgunlaşınca tadı nefis oluyor muşmulanın.

Düden mesire yerine geldik, burası bir gölet. İnsanlar piknik yapmaya geliyorlar. Devlet su işleri ve orman bakanlığı ortaklaşa yaptığı mesire giriş yeri yuvarlak ağaçlardan yapılmış. İki yanda dörder dikme odun yan ve çapraz çakılarak üstte çatı kısmı tutuyor.  Ağaç tahtalara sarı renkte Düden mesire yeri yazısı yazılmış. Mesire yeri ama üç katlı beton bina ormana ve mesire yerine hiç yakışmamış.

Göletin gökyüzünden aldığı mavi renge yosunların yeşil rengi karışarak turkuaz rengi ile harika görünüyor. Göletin kıyılarında sazlıklar kaplamış. Etraf ağaçlı tepeler sarmış durumda. Mavi gökyüzünde bir kaç beyaz bulut manzarayı tamamlamış.

Göletin etrafı çam ağaçları ve biz bu çam ağaçlarının arasında toprak yolda göleti dolanıyoruz. İçimize taze çam kokusu ile birlikte bol oksijen çekiyoruz.

Sazlıkların arasından göletin durgun suyunun resmini çektim.

Bisikletim KUZ da resim çekilmeyi hak ediyor. Gölet manzaralı onun da resmi oluyor böylece.

Göletin etrafını tavaf ettikten sonra yemek arabası buraya kadar geldiği için acıkan karnımızı doyuruyoruz. Derin dikdörtgen büyük kaplarda yemeğimizi kepçelerle veriyorlar bolca. Kimse karnım doymadı diyemedi, yemek bol ve dağıtan aşçı da sevimli olunca.

Yemek arası bitip dinlendikten sonra Simav’a doğru dönüşe geçtik. Grup fazla dağılmadan ara sıra bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Bir grup bisikletçi beklerken görünüyor.

Pazarlar ilçesine geldik, tabelada yazdığı kadarı ile 3300 nüfusu var. Küçük bir ilçe.

Pazarları geçtikten sonra ana yola çıktık. Simav’a 25 Kilometre var. Yol kıyısında aralıklı ikişer, üçer uzun kavaklar eşliğinde gidiyoruz.

Ana yolda araç trafiği fazla olunca hızlı yol alıp kısa sürede Simav’a geldik. Evler, apartmanlar giriş tabelası ile başlıyor. Tabelada yazan 25500 nüfus Simav’ın fazla kalabalık olmadığını gösteriyor.

Merkeze girmeden doğruca kamp alanına gidiyoruz. İlk önce Eynal köyüne geldik. Tabela öyle gösteriyor. İlerde daha büyük bir tabelada ise Hız sınırı bölgesi 50 kırmızı daire içinde yazılmış. Uyarı bizler için değil, arabalar için.

Çadırların yanına gelip terli olan çamaşırları çıkararak su donumu ve peştemalimi alarak doğru hamama giderek sıcak su içinde tüm kirlerim den arınıyorum. Hamamın suyu çok sıcak ve içerisi buhardan nem oranı fazla olunca içeride çok kalamadan çıkıyorum. Terli çamaşırları da yıkıyorum. Temiz elbiselerimi giyiyorum. Buraları geceleri serin olduğundan ceket, pantolon giydim. Fazla zaman kaybetmeden arabaya binip yakın olan Gediz’e geldim. Gediz de sevgili halam oturuyor. Az kalan büyüklerimden birisi olan halama bu kadar yakın olmam onu ziyaret edip sevindirmeliyim. Beni karşısında görünce çok sevindi. Hasretle kucaklaştık sevgili halamla. Sık sık görüşemediğimizden hatır sormalar, evdekiler nasıl, neler oldu, ne yapıyorsun birbirimize anlattık. Konuşmasak ta yanında durmak bile benim içim çok değerli. Beraber bir resim çekiliyoruz halam ile birlikte.

Kuzenim ve oğlu da yanımıza gelip resim çekiliyoruz birlikte. Kuzenim de geldiğimden dolayı çok sevindi.

Akşam yemeğini kamp alanında yemeden çıktığım için kuzenim bir şeyler hazırlayıp sofrayı hazırladı. Yemeği yerken bol bol sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Kahve, çay derken gece ilerledi, izin isteyerek arabaya binip Simav’a kamp alanına geldim. Çoğu arkadaş uyumuş bile. Gecenin serinliği çadırların üstüne çökmüş. Ben de fazla ses çıkarmadan çadırıma girip mutlu bir durumda uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 62 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 15. Gün

16 Eylül 2013 Pazartesi

Ahmetbey – Tekirdağ Barbaros – Erdek

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

O akşam

Ceviz kırıyorlar, bakıyorum ;

Kabuğunu kırıyorlar cevizin.

Ceviz çıkıyor..

Sonra oyunlarına dalıyor çocuklar.

 

Ben de bir ceviz alıyorum

Cevizlerin içinden.

Deniz çıkıyor benim cevizimden.

Açılıyorum.

Özdemir Asaf

Öne çıkmış olan görsel, arabalı vapurun yanındaki platformun ucunda, demir korkuluklara tutunmuş durumdayım. Arkamda limanın mendireği ve kırmızı boyalı bir gemi bağlı.

160920133796

İnsan güne uyanmadan başlayamıyor. Cep telefonumun alarmı çalmadan uyanıyorum. Demek ki biyolojik saatim iyi çalışıyor. Uyanır uyanmaz kalkıp benzinlik görevlisine günaydın diyerek lavaboya giriyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hazır sıcak su ile bir neskafe içerek Güzel bir güne başlangıç yapıyorum. Can da uyanıyor, onun hazırlanması biraz uzun sürdüğü için acele etmeden toplanmaya başlıyorum. Çadır kurmadığımızdan daha kısa sürede toplanıp bisiklete yükleniyoruz bu sabah. Kahvaltıyı köyün kahvesinde yapacağız. Benzinlikte çalışanlara teşekkür edip köye doğru yola çıkıp bir kahveye oturup kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra yola düzüldük dümdüz bir yolda, hedefimiz Tekirdağ. Can önümde gidiyor, yolda hiç araç yok, bomboş.

160920133759

Yol düz ve tenha olunca rahatça pedal basıyorum. Henüz erken saatlerdeyiz, fazla araç yok yolda. Bir de burası ana yol değil, uzun bir süre yol düz olarak devam ediyor. Can ile kendimi elçek ile .ekiyorum bisiklet sürerken.

160920133760

Köylerden geçiyoruz, herkes işinde gücünde. Hal böyle olunca köylerde durmadan yolumuza devam ederek çarçabuk geçiyoruz. Orman olmayınca tarlalarda pek zevkli olmuyor bisiklet sürmek. Bir de yol düz olunca, insana sıkıcı geliyor. İki minareli cami yolun solunda.

160920133761

Buralarda piknik alanı olmadığı için insanlar piknik yapmıyor. Piknik yapmasa da yol kıyısına arabalardan atılan bu plastik şişeler hem yolu hem de tarlaları kirletiyor. İnsanların arabadan elinde olan her şeyi dışarı atmak zorunda mı? Çok kötü bir alışkanlık, bakalım nasıl düzelecek bu kötü alışkanlık. Sararmış otların arasında bir çok pet şişe.

160920133762

Sonbaharda tarlaların rengi sapsarı. Ekinler biçilmiş, ürünler toplanmış köylüler yağmurların yağmasını bekliyorlar. Daha sonra tarlaları sürecekler ve yeni yıla yeni ürünlerini ekecekler.

160920133763

Küçükkarıştıran köyüne geliyoruz, köyün ismi değişik geldi bana. Burası küçük, bir de büyüğü var karıştıranın; Büyükkarıştıran oradan da geçeceğiz

160920133764

Tarlalar sarı ve alabildiğine uçsuz bucaksız. Trakya’nın buğday ambarı. Kimi tarla yağmurları beklemeden sürülmüş. Dünyanın en pahalı akaryakıtı bizde. Akaryakıt pahalılığı daha çok hükümetin aşırı vergi almasından kaynaklanıyor. Çiftçimiz de bu pahalı akaryakıttan şikayetçi. Çünkü tarlasını sürmek için mazota ihtiyaç duyuyor. Eskiden olsa iki tane beygir bir saban tarlayı rahatça sürüyordu. Şimdi traktörlerle sürülüyor. Traktörde yüzlerce beygir var. Bu beygirler de arpa yemiyor. Mazot ta almış başını gitmiş.  Diğer masraflarla beraber toplanınca elde ettiği ürünün kazancı anca yetiyor. Hal böyle olunca mazot parasını bile ödeyemez hale gelince borçlanıyor çiftçi. Bankalar da hazırda bekleyip kredi ile iyice borçlandırıyor. Bir süre sonra borçlarını ödeyemez hale gelince tarlasını satmak zorunda kalıyor. Zaten tüccarlar da fiyatı belirlediğinden ürünü ucuza kaptırıyorlar. Durumlar pek iç açıcı değil anlayacağınız. Bir de köylüyü sömürenlerde bar pavyon türü işletmelerin kırsalı peydah oluyor köylünün başına. İçki, kadın, eğlence derken biraz kazandığı paraları bunlara kaptırıyor.

0 – 0 =  -1  Bu nasıl matematik işlemi anlaşılır gibi değil?

160920133765

Yüksek gerilim enerji iletişim hatları tüm Türkiye’yi dolaşıyor. Her ne kadar manzarayı bozsa da enerjiye ihtiyacımız var. Ufukta iki yüksek gerilim hat direkleri görünüyor. Tarlalar uçsuz bucaksız.

160920133766

Yol cetvelle çizilmiş, sağdaki tarlanın bir bölümü yola paralel sürülmüş. Siyaha yakın rengi var.

160920133767

Ova uçsuz bucaksız, kimi yerde fabrikalar kurulmuş. Türkiye’nin en büyük şişe cam fabrikası burada. Ufukta yüksek bacaları ile bir fabrika görünüyor.

160920133768

Ne yazık ki akan dereler dere değil kanalizasyon. Öylede pis kokuyor ki resim çekmek için durunca nefes almakla zorlanıyorum. Arıtma tesisi kurulmayınca dereler bu hale geliyor. İnsan bu manzarayı görünce üzülüyor doğrusu. Ergene nehri içler acısı ve ileride intikamı korkunç olacağa benziyor böyle giderse.

160920133769

Yolda bazen durmak gerek diyerek köyün birinde mola veriyoruz. Cami tuvaletini kullanıyoruz bu arada. Cami avlusunda çok güzel renkli kızıl bir horoz var. Nazlı da, resim çektirmek istemiyor. Zar zor kovalamacanın ardından anca bir poz yakalayabiliyorum.

160920133770

Tarihi taş köprüleri buralarda görmek olağan, dereler çok olunca Osmanlı yapmış zamanında. Hala kullanılıyor.

160920133771

Kavşaklarda yol tabelaları yolumuzun nereye gideceğini gösteriyor. Bundan sonra yol biraz daha kalabalıklaşıyor. Muratlı büyük bir ilçe ve ardında Tekirdağ ili. Tabelada düz olarak Çorlu – İstanbul, sağa doğru ise; Muratlı – Tekirdağ yönünü işaret etmiş.

160920133773

Biz Muratlı – Tekirdağ yönüne saptık. Tabelada; Muratlı 14, Tekirdağ 35 Kilometre kaldığını belirtiyor.

160920133774

Ülkemizin en büyük ve tek olan şişe cam fabrikası, çok geniş bir alana yayılmış. Cam ile ilgili eşya ne varsa burada üretiliyor. İki büyük, bir küçük bacası var.

160920133775

Muratlı’ya yaklaşırken araç trafiği artmaya başlıyor, daha çok kamyonlar. Şişe cam fabrikası olunca haliyle cam eşyalar kamyonlarla Türkiye’nin dört bir tarafına taşınıyor.

160920133776

Muratlı ilçesine varıyoruz, burası küçük bir kasaba. Sultan I. Murat buranın ismini Murat eli olarak anılmasını istemiş, zamanla Muratlı olarak değişmiş. Düz ovada kurulu olduğu için tarım ve hayvancılık ile en önemli uğraşları. Bir de Türkiye’nin tek şişe cam fabrikası kurulunca önemi artmış. Kasabanın girişinde tabelasını çekiyorum. Tabelada; Muratlı, Nüfus: 20100 yazılmış.

160920133777

Kasabanın ana caddesinden geçiyoruz, geniş caddenin etrafı apartmanlar, altlarında iş yerleri.

160920133778

Askerde komutan eğitim verirken askerlerine memleketlerini soruyormuş. Sinop, Kastamonu, Erzurum, İzmir diye askerler geldikleri ilin saymaya başlamış. Bir askere sıra gelince asker de Hayrabolu’yu Tekirdağ’a bağlı olduğunu bilmediğinden doğup büyüdüğü kasabayı biliyormuş sadece. Birden de aklına gelmemiş kasabasının ismi.

” Komutanım A ile başlıyor ”

“Ankara mı”

“Değil komutanım”

“Artvin mi ”

“Değil komutanım” demiş. Komutan A ile başlayan bütün illeri saymış tek tek. Değil cevabını alınca biraz sinirli;

” Asker hemen memleketini söyle!” diyerek askere kızmış. Askerde

“Tamam şimdi hatırladım komutanım Ayrabolu beeaaa” diyerek cevabı verince tüm askerler gülmekten yerlere yatmışlar.

İşte o Ayrabolu ilçesini gösteren yol tabelası. Ama yolumuz oradan geçmiyor, başka bir tura diyerek geleceğe bırakıp Tekirdağ’a doğru pedal çevirmeye devam ediyoruz.

160920133779

Bayrağımız nazlı, göklerde dalgalanıyor. Direkte dalgalanan Türk bayrağı.

160920133780

Ayçiçeği tohumu traktörden düşmüş yol kenarına, ne dibini çapalayan var, nede sulayan. Kendiliğinden, yaşama sıkıca sarılmış yol kenarında gelen geçene bakarak var olmaya çalışıyor. Ben varım, tek başıma, özgürce. Boyu kısa olmasına rağmen sapsarı taç yaprakları parıldıyor Güneşe bakarak.

160920133781

Bu da beş kardeş, nasıl bu kadar başlı olabilmiş, hayret verici. Güneşe her yönden aynı zamanda bakıyor Ayçiçeği. İnadına yaşamak derim ben buna ve inadına, kardeşcesine. Gece olunca da Ay doğduğunda ilk gören o gecenin güzeli oluyor. Bunun gibi yol kıyısında düşen Ayçiçeği tohumlarından bir çok görmek mümkün. Yalnız yol kıyısındaki Ayçiçekleri sadece yağmur suyu ve havadaki nem ile sulandıklarından doğal olarak geç çıkıp geç olgunlaşıyorlar. Boyları da kısa oluyor. Tarladakiler gibi bol toprak ve su olmadığı için biraz cılız oluyorlar. Yol kıyısındaki Ayçiçekleri ilaçlanmadıkları için doğal olarak zararlı böceklerle kendileri mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Hepsi ayrı güzeller, sadece resimlerini çekiyorum, hiç birini ellemeden doğal yaşamlarına, yaşam mücadelesine hayranlıkla yoluma devam ediyorum.

160920133782

Yol kıyısında bir çok Ayçiçeği gelen, geçen arabalara bakıyor.

160920133783

Biraz dinlenmek amacıyla duruyorum, durunca da yolun kıvrımı beni cezbedince resmini çekiyorum. Yol hiç te nazlanmadan pozunu veriyor. Yol insana yaşamı öğretiyor, iyi ki yoldayım. Yolda olmak çok güzel ve insan yolda olmalı… Yol güzel insanlarla karşılaşmana neden oluyor. Kayalar köyünde Recep dayı bize kahvesini verdi, Uzunköprü de Güray İşbaşaran benzinlik sizin dedi, Edirne de Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Emre Ata bize evlerini açıp misafir ettiler, Kofçaz da emekli öğretmen Fevzi Ali, köylerdeki köylüler, İğneada da çapulcu Mehmet. Böyle güzel insanlarla karşılaşıyoruz, daha ne olsun ve daha kimlerle karşılaşacağız, kim bilir.

160920133784

Arada kendimi elçek ile çekiyorum. Başımda sarı kaskım, gözümde siyah Güneş gözlüğü.

160920133787

Marmara denizi güzel yüzünü bize gösterdi. Marmara denizini daha çok uçaktan kuş bakışı seyrettim. İlk defa bu kadar yakınına geldim. Mutlaka Marmara denizine gireceğim. Bu turda Ege denizine, Karadeniz’e girip yüzdüm. Marmara denizinin neyi eksik? Girmezsek alınabilir! Can benim bir resmimi çekiyor ufukta Marmara denizi ile birlikte. Elbette resimde Tekirdağ da var, Tekirdağ’a da ilk defa geliyorum. Bakalım nasıl bir yermiş, heyecanlanıyorum, içim kıpır kıpır. Bisikletim KUZ ve Marmara denizi manzaralı. Gerçi çok az bir kısmı görünse de bana yetiyor uzaktan görmek.

160920133788

Tekirdağ’a gelmeden önce yol kıyısında üzüm bağları görünce dayanamayıp biraz üzüm yiyorum. Üzümlerde tam şaraplık üzümler hani. İyice olgunlaşmış, şerbet gibi tadı vardı. Üzüm suyu koyu kırmızı renkte ve insanın ellerini boyuyordu. Bu cins üzümü ilk defa gördüm. Üzüm şekerimin yükselmesine neden oldu, artık beni kimse tutamaz. Acayip enerji doldum. Siyah üzüm salkımlarını dalında, yakından çekiyorum.

160920133790

Bir salkım koparıp yemeğe başladım, Can beni üzüm yerken çekiyor bisikletim KUZ ile.

160920133789

Ve Tekirdağ, nüfusu biraz azmış, tabelada bir resim çektikten sonra şehir merkezine doğru hızla yol alıyoruz. Biraz yüksekten deniz seviyesine iniş olunca hızlı gitmek kaçınılmaz oluyor. Tabelada; Tekirdağ, Nüfus: 150000, Rakım: 10 yazıyor.

160920133791

Şehir merkezinde Can bankasını arıyor, sora sora buluyoruz bankayı. Bankada halletmesi gereken işleri var. Biraz yol yorgunluğu var üzerimde. Can önde ben arkada bankaya gidiyoruz. Ana caddede araçlar park etmiş, bir de motor vardı araçlarına arasında. Can önden araya girip bankaya yöneldi. Ben de arkasından araya gireyim diye motora sadece ufak bir dokunmam yetti. Motor lap diye yana devrildi, kendi ağırlığıyla aynası ve arkada oturanın ayaklığı kırıldı. Hayda olacak iş mi tam duracakken! Motor sahibi de motorun düştüğünü görünce hemen geldi. Motoru kaldırdı, kırılan parçalara baktı. Daha sonra bana dönünce kabahat benim deyip zararını ödeyeceğimi söyledim. Üç aşağı beş yukarı anlaşıp parasını verdim. Adamla helalleştim. Artık yolun sadakası, başka bela olmasın diye içimi ferahlatmaya çalıştım. Adama parayı verince bende nakit azaldı. Can da yanımıza gelip ne olduğunu anlamaya çalışamadan ben de bankaya gidip para çekmem gerek diyerek yanından ayrılıyorum. Bankamatik görmüştüm ama epey uzakta imiş. Neyse bir miktar para çekip Can’ın yanına gelerek feribot iskelesine doğru gitmeye başladık. Can’ın anlattığına göre adam motoru çalıştıramamış iterek götürmüş. Debriyaj elciği de kırılmış. Artık yapacak bir şeyim olmadığını düşündüm. Nasıl olsa helalleşmiştik. Neyse hem akşam yemeğini yemek için hem de feribotların kaçta kalktığını öğrenmek için sahile iniyoruz. Erdek tarafına gidecek feribotu sorup öğreniyoruz. Tekirdağ’dan Erdek’e feribot yokmuş. 7 km ilerde Barbaros tarafından kalkıyormuş feribot. Yemek yemekten vaz geçip Barbaros iskelesine pedal çevirmeye başladık. Belki Barbaros’ta yeriz bir şeyler. Bisikletlerimiz park etmiş, arkada Tekirdağ limanı ve bağlı olan balıkçı trol tekneleri.

160920133792

Feribotun akşam 19:00 da kalktığını bildiğimizden normal yol alıyoruz. Barbaros’a vardık, iskelede bir feribot duruyor. Gişeye ne zaman kalkacağını sormak için yanaşınca kimsenin olmadığını görüyorum. Soracak bir eleman aranırken feribotun önünde birisi bize acele edin, binin gemiye diye bizi çağırıyor. Apar topar gemiye biniyoruz. Gemi tırlar ve kamyonlarla dolmuş kalkmaya hazırlanıyordu. Biner binmez de kalktık, zaten, gemide yer de kalmamıştı. Kamyonların arasından güç bela  güvenli olan kenar tarafına bisikletleri yerleştiriyoruz. Yanımızda yiyecek olarak sadece bisküvi vardı. Suyumu ve bisküvileri alıp yukarıya kapalı oturma yerlerine çıkıyoruz. Üst güverteye çıkınca iskeleden ayrılmış halini çekiyorum.

160920133793

Feribot iskeleden yavaş yavaş ayrılıyor, yaklaşık 4 saat sürüyormuş Erdek’e varmamız. İskeleye bağlı gemileri çekiyorum. Liman önünde mendirek olunca yavaşça manevra yapıyor gemimiz.

160920133794

Liman önündeki mendirek taşlardan yapılmış. Marmara denizinin hırçın dalgalarından koruyor tekneleri ve gemileri.

160920133795

Biz daha yeni yukarı çıkarken gemi acelesi varmış gibi yol almaya başlıyor. Zaten saatinden önce kalktı. Kılı kılına yetiştik, ne olduğunu anlamadan iskeleden açıldık. Yukarı çıkarken birer resmimizi sırasıyla çekiyoruz Can ile birlikte. Geminin yan duvarının üzerindeki platformdayım. Ucunda durarak resim çekiliyorum parmaklıklara tutunarak. Çünkü gemi hareket halinde limandan çıkmaya çalışıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

160920133796

Can yerime geçip onun resmini çekiyorum aynı yerde. Bu anda limandan da çıkmış olduk böylece.

160920133797

Yukarıda oturma yerleri uzun divanlar  ve masaları olan kapalı bir yer. Kapalı bölmenin içinde mutfak şeklinde bankolu yer yapmışlar. Burada elemanın biri sandviç yapıyor, hemen 2 tane ısmarlıyorum. Bir şey yemeden gemiye son dakikada binice. Sandviçler olasıya kadar dışarıya çıkıp hava kararmadan Marmara denizinin bir resmini çekiyorum. Hava bulutlu, deniz sakin.

160920133798

Sandviçler olunca bisküvi ile birlikte yiyip karnımızı biraz doyuruyoruz. Hava karardı, içerisi pek kalabalık değil. Görevli yanımıza gelip bilet ücretlerini istiyor bizden, Adam başı 25 Lira. Ücreti verip fişi kesiyor görevli. Can bataryasını prize takıp şarj ediyor. Karnım doyunca üzerime bir ağırlık çöküveriyor birden bire. Oturaklarda uzanmak için uygun olunca şöyle bir uzanıyorum. Sonrasını hatırlamıyorum, 3 saat kadar uyumuşum. Uyanınca susamışım hemen su içiyorum. Çayı bitirmişler, sadece sıcak su var yedekte. Neyse ki yanımızda poşet çay var. İkişer bardak çay içip anca uyku sersemliğinden kurtuluyorum. Bu uyku iyi geliyor doğrusu. Erdek’e yaklaşmışız, bir süre sonra iskeleye yanaşıyor feribot. Ama biz en son iniyoruz, kamyon ve tırları öyle bir yerleştirmişler ki bisikletle dahi aralarından geçemedik. Feribot boşalınca anca yer bulup iniyoruz. İskeleden ayrılıp karnımızı doyuracağımız bir lokanta arıyorum Can ile. İnsanlar dışarıda akşam gezintisine çıkmış, ortalık kalabalık. Burası sayfiyelik, yazlıkların bol olduğu bir yer. Neyse çarşıda bir tur attıktan sonra lokantanın birine oturuyoruz. kendime şöyle etli kuru fasulye, pilav ve cacık ısmarlıyorum.

“Turlarda her türlü yiyeceği yiyorum. Bisikletçiye daha çok karbonhidrat türü yiyecekler gerekli. En pratik yemek olarak makarna oluyor, içine de bir tane yon balığı atınca hem doyurucu hem de enerji veren karbonhidrat alıyoruz. Aynı zamanda protein ihtiyacını da karşılıyoruz. Bir de içinde balık olunca bir insana yetiyor. En önemlisi kahvaltı, kahvaltıyı sıkı yapacaksın, öyle iki poğaça, bir gevrekle olmaz. Zeytin, peynir, bal, acı biber salçası, yumurta, icabında sucuk ilave olabilir. Bunlar mutlaka olmalı sabah kahvaltısında. Güne başlarken mutlu olmalısın. Zaten Cemal Süreya ne demiş ;

” Yemek yeme üstüne bir şey diyemem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı “

Daha sonra yaklaşık 20 km de bir mola vermeli. Yanımızda kuru yemiş, badem, fındık, kuru üzüm, fıstık, ceviz ve kuru incir olmalı. Ara sıra atıştıracaksın kuru yemişlerden. Çay, soda, ayran gibi içecek, yanında bisküvi atıştırmalık olarak alınabilir. Yolda giderken mutlaka sık sık su içmeliyiz ve her çeşmenin başında hem su içip hem de sulukların suyunu tazelemeliyiz. Öğle yemeğinde hazır çorba, makarna ton balıklı yiyebiliriz. Akşama da hazır çorba, melemen türü yemek pişirip yenebilir. Duruma göre pide yada sulu yemek te yiyebiliriz. Beslenmemize çok dikkat etmeliyiz, yoksa bir yerde enerjiniz bitebilir. Öyle enerji verici içeceklerden kaçınmalıyız. Sadece iyice tükendiğinizi hissederseniz bir kola yada gazoz yeter vücudun toplanmasına. Tabi ki her zaman değil. Köylerden geçerken bakkaldan mutlaka gazoz için derim. Günde bir tane soda içerek kaybettiğimiz mineralleri almamıza yeter. Sodayı akşama doğru içerseniz daha iyi olur. Soda midenizdeki yiyecekleri çabuk parçalar ve hemen acıkırsınız. Meyve olarak daha çok elma, mevsime göre diğer meyveler yenmeli. Arada  potasyum içeren besleyici olarak muz yemek gerek. Yolda giderken meyve ağaçlarından taze meyve yenmeli, aşırıya kaçmadan. Günde bir yada iki tane çikolata yemeliyiz. Bir de yanınızda mutlaka olması gereken iki şeyden bahsedeceğim; birincisi şeker, ikincisi tuz. Yolda giderken birden bire kandaki şeker oranı hızla düşünce bacaklarda derman kalmıyor ve titremeye başlıyoruz, hemen ağzımıza biraz şeker atarak şeker komasına girmeden durumu atlatabiliriz. Diğeri de tansiyon düşüp gözlerimiz kararınca bir miktar tuz almalıyız. Bu ikisi çok önemli ve bisiklet turlarında insanın başına daha çok bu durumlar meydana geliyor. Şeker ve tansiyon düşmesi. Kısaca her türlü, her çeşit besin tüketmeliyiz. Merak etmeyin kilo almazsınız, nasıl olsa bisikletle harcadığınız enerjiyi anca yiyerek geri alabiliriz.”

Yemeğimizi yerken yağmur atıştırmaya başladı, hadi hayırlısı. Daha çadır kuracak yer bulamadık. Karnımızı doyurduktan sonra yağmurluğumu giyip çadır kurabileceğimiz yer bakmaya başladık. 4 km ilerde bir kamp yeri olduğunu söylemişti lokanta sahibi. Oraya doğru gidiyoruz. Az da olsa yağmur yağmaya devam ediyor. Sahilden bakınarak gidiyoruz, kumsalda çardaklar var. Burada kalabiliriz diye kafama not alıyorum. Daha ilerde bir kurumun tesisinde sundurma görünce Can’a burada kalalım diyorum. Can beğenmiyor burayı, aramaya devam. Kamp alanına geliyoruz, sahibi ile pazarlık yapıp adam başı 10 liraya anlaşıyoruz. Sıcak su var, artık daha fazla gitmenin anlamı yok. Çadırları üstü kapalı bir sundurmanın altına kuruyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Can ile kamp yerinin restoranında birer bira içerek günün yorgunluğunu aldıktan sonra çadırıma girip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık karada 71 + denizde 80 toplam 151 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc