Etiket arşivi: ay

Kayseri Festa 2200 1. Gün

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Tekir yaylası kamp alanı ve Koç dağına yürüyüş.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Küçük heyecanlara paydos
Çünkü rüzgarla aynı yaşdayım
Çünkü güneş kardeşim
Bir ırmakla şevişmekteyim

Ataol Behramoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, Hakan Sevin ve ben Koç dağında kayanın üzerinde oturmuş kahve içerken. Elimizde fincanlar, arkamızda Erciyes dağı.

20180725_143804

Merhaba sevgili okurlar, yeni bir yazı dizisi daha başlıyor. Eskişehir bisiklet festivalinde iyice tanıştığım ve beni Kayseri Festa 2200 bisiklet festivaline davet eden Meliha Tekin telefonla aradı. Bana “Urim Baba festivale geliyorsun değil mi?” diye sorunca ben de “Elbette geleceğim”  diyerek nazik davetini kabul ettim. Zaten Kayseri’yi özlemiştim, 1982 – 83 yıllarında askerlik yapmıştım hava indirme tugayında. Gitmemek olmaz, gidip te görmemek hiç olmaz diyerek hazırlıklara başladım. Festivali düzenleyenlerden biri olan Aslı Azman da bana mesaj yazarak özellikle davet etti. Kayseri’ye otobüs biletini aldım. Hakan Sevin ile telefonla yaptığım görüşmede bana bir gün öncesinden Kayseri’ye gel dedi.

Hazırlıklarımı yaptım, yanıma alacakları ayarlayıp bisiklete yükledim ve hazırım Kayseri Festa 2200 macerasına. Otobüs hareket saati öğle zamanı olduğu için 2 saat öncesinden evden çıkıyorum. Yaklaşık 17 Km yol yaparak otogara geldim. Bisikletimin ön tekerleğini ve çantaları çıkardım. Bisikletim KUZ sorunsuzca otobüsün bagajına yerini aldı. Yaklaşık 14 saatlik bir yolculuktan sonra Kayseri’ye vardım. Otogara indim, bisikletin ön tekerleğini takıp hazır hale getirdim. Ardından Meliha Tekin’i telefonla aradım. Kayseri’de olduğumu, ne tarafa gideceğimi sordum. O da bekle, seni almaya geleceğiz diye söyleyince beklemeye başladım. Otogarın yeri değişmiş görmeyeli. Yeni ve modern otogar yapılmış. Meliha bir arkadaşı ile birlikte arabası ile geldi. Bisikleti taşıyıcıya yükledik ve 2200 metre rakımda olan Tekir yaylasına geldik.

Hakan benden önce kendi motoru ile gelip çadırını kurmuş bile. Ben de yanına çadırı kurdum. Zaman geçirmeden kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişiriyorum. Otobüste, koltukta pek rahat uyunmuyor, az biraz uyku sersemiyim. Yorgunluk kahvesi iyi gider. Kahveye festivale sponsor olan inşaat firmasının patronunu Erkut’u da davet ediyorum. Yanında iki elemanı ve bir arkadaş ta yanımızda olmak üzere toplam 6 kişi resim çekiliyoruz. Arkamızda Erciyes dağı, üzerinde bulutlar dolaşıyor. Az ileride otel binası. Erkut ayakta, diğerlerimiz yere oturmuş durumdayız.

DSCN4445

Festivali düzenleyenlerden Aslı Azman yanımıza geliyor. Tanışıyorum kendisi ile. Ona da kahve pişirip ikram ediyorum. Haliyle kahve pişirilince bitiyor, kahve bitince de kahve çekmek gerekiyor. Kahve çekme işini Hakan’a veriyorum. O da elinde değirmeni ile yanında Aslı Azman olduğu halde bana poz veriyor.

DSCN4447

Öğle yemeğini kayak merkezindeki lokantanın birinde yiyoruz. Sonra kampa döndük, ne yapalım diye kendimize sorarken Hakan hadi Koç dağına çıkalım dedi. Ben de olur diyerek Hakan’ın motoruna bindik. Toprak yoldan gidebildiğimiz kadar gittik. Motoru park edip yürümeye başladık. Yanımıza sadece kahve takımlarını ve fotoğraf makinelerini aldık. Elimde iyi makine olunca iyi resimler çekmek zorunda kaldığımı hissediyorum. Yürüdüğümüz yönde, Koç dağının tepelerinde kayalıkları yakınlaştırıp çekiyorum

DSCN4452

Yükseldikçe arkamda kalan Erciyes dağı da benimle birlikte yükseliyor sanki. Erciyes dağını ve üzerinde dolanan bulutları, yaz aylarında bile erimeyen buzulları çekiyorum. Dağın yüksekliği 3917 metre. Buradan muhteşem görünüyor Erciyes dağı.

DSCN4454

Hakan da elinde fotoğraf makinesi, resim çeke çeke geliyor arkamdan.

DSCN4455

İkiz tepe olan dağ arkada kalacak şekilde Hakan’ı daha da yakınlaştırıp çekiyorum.

DSCN4456

Beyaz renkli gramofon çiçeğini yakından çekiyorum.

DSCN4457

Bu kadar yüksek rakımlarda papatya çiçekleri yeni açmış sanki.

DSCN4458

Erciyes dağının zirvesini iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Optik zoom 40 X, zirvedeki kayalıkları, buzulları pek net olmasa da biraz puslu görünüyor.

DSCN4459

Daha da yakınlaştırıp zirveyi parça parça çekiyorum.

DSCN4460

Zirvenin diğer yanı.

DSCN4461

Orta bölümü.

DSCN4462

Minare gibi iki sivri kaya yan yana.

DSCN4463

Zirvenin Güney tarafı.

DSCN4464

Hava parçalı bulutlu, bulutlar daha çok. Erciyes dağını, etekleri ile birlikte komple çekiyorum.

DSCN4465

Kuzey tarafındaki etek daha da uzun bir alana yayılmış.

DSCN4466

Çıktığımız Koç dağının zirvesi kayalık.

DSCN4467

Hakan önümde ağır adımlarla yukarıya doğru çıkıyor. Toprak yol da yukarılara doğru gidiyor.

DSCN4468

Küçük su birikintileri görüyorum, içindeki otlar biraz daha uzun çevredeki otlara göre.

DSCN4469

Papatyaların yanında çakır dikeni çıkmış, yakından dikenli yapraklarını ve henüz açmamış çiçek goncasını çekiyorum.

DSCN4471

Çakır dikeni arkasında eflatun renkli bir çiçek var ama kamera odaklamayı dikenli yapraklara yapınca dikenler net, çiçek bulanık çıktı.

DSCN4474

Neyse biraz daha optik zoom yapınca eflatun renkli çiçeği netleştirip çektim. Çiçek başlı başına harika bir görüntüsü var. Nedense dağdaki çiçekler daha güzel oluyorlar. Yüksek rakımlarda, geceleri dondurucu soğuklara dayanmak ve az bir zaman sıcak aylarında açarak kısa ömürlerinde en güzel giysilerini giyerek böcekleri toplamaları gerek. Çiçeklerin döllenmesini kısa sürede tamamlayıp gelecek yıl tekrar yetişip o muhteşem görünümlü çiçekler açarak soyunu devam ettirmeye çalışıyor.

DSCN4475

Kaynağı yukarılarda olan küçük bir dere kendine yatağını oluşturmuş, az da olsa çağlayarak akıyor.

DSCN4481

Etrafta yer sincabı yuvalarını görüyorum. Bizler olunca yuvalarına kaçıp gizleniyorlar.

DSCN4483

Zirvede iri iri kayalar yan yana gelerek büyük bir küme oluşturmuşlar.

DSCN4484

Kayalıklar altta olmak üzere Erciyes dağını çekiyorum.

DSCN4485

Erciyes dağının geniş eteklerinde olan, Kayseri’ye yakın Ali dağının zirvesini çekiyorum yakınlaştırıp. Zirvesi iki tepeden oluşmuş.

DSCN4486

Bulunduğum yerden Kayseri şehri görünüyor. Dağın eteklerinde alçalan tepelerin zirveleri ile biraz yakınlaştırıp Kayseri şehrini çekiyorum ama binalar silik görünüyor.

DSCN4487

İyice yakınlaştırdığım halde havadaki duman sayesinde net görünmüyor Kayseri. Solda kayalık tepenin zirvesi.

DSCN4488

Henüz zirveye gelemedik bir türlü, zirveyi optik zomla yaklaştırsam bile hala uzak. Zirvedeki kayalıklar yakınımda sanki.

DSCN4490

Yol yok, patika yok, kayaların arasında yürüyoruz. Kayalar irili ufaklı.

DSCN4491

Kayalık kümeye geldik, kimi kaya toprakla bütünleşmiş. Kimisi de üst üste binmiş, dağınık durumda.

DSCN4493

Bir kaya dikkatimi çekti, iri ve üzeri düz olan kaya enlemesine düzgün bir biçimde kesilmiş sanki.

DSCN4494

Kesik yeri yakından çekiyorum yandan. Sanki cetvelle çizilip makine ile kesilmiş gibi. Kayada liken bitkileri yapışıp yeşil desenler oluşturmuş.

DSCN4495

Yaprakları katır tırnağı, beyaza yakın pembe çiçekler açmış.

DSCN4498

Daha değişik bir bitki görüyorum, enginar gibi taç yaprakları olan bitki içi ve göbeği yeşil renkte. Taç yaprakları pembe, kızıla çalan bir renkte. Bitki yana doğru genişlemiş. Soğuk iklime göre yetişen bitki yassı, sanki üzerinden silindir geçmiş gibi. Adı sanı olmayan bitki çiçekleri irili ufaklı küme halinde, birbirine yakın yerde çıkmışlar.

DSCN4501

Başka bir bitkinin yaprakları tarak biçiminde küme oluşturmuş, çiçekleri görünmüyor.

DSCN4503

Kır çiçekleri nedense daha güzel görünüyor. Belki de kısa ömürlerinde en güzel giysilerini giymek zorunda olduklarındandır. Tıpkı resimde görünen sarı çiçekler gibi.

DSCN4504

Zirveye doğru çıktıkça ilginç kaya kütleleri görmeye başladım. Tıpkı önümdeki masa gibi kaya kütlesi gibi. Yerdeki kaya üzerinde tek parça başka kayanın kondurulması gibi. Üzerine çıkıp kahveyi burada pişirmeye karar verdik.

DSCN4505

Hafif eğimle fışkırıp çıkmış kaya parçaları.

DSCN4506

Ana kayadan kopmuş bağımsız kocaman kaya kütleleri.

DSCN4507

Tekir yaylasında bulunan Tekir göleti tamamen görünüyor Koç dağından. Buradan küçük görünse de dar ve uzun bir alana yayılmış.

DSCN4510

Erciyes dağı tüm muhteşemliği ile kendini gösteriyor. Sivri kayalıkları bazı yerlerde minareyi geçmiş. Zirvede hiç erimeyen karlı, buzlu yamaçları çok az güneş görmesi yüzünden hiç bir zaman erimiyor.

DSCN4512

Bölgenin en yüksek dağı olan Erciyes dağı zirvelerinin muhteşemliğine yakışan kuş ta kartaldan başkası olamaz. Kartal göklerin hakimi olarak yükseklerde uçarak avını arıyor. Dev kanatlarını açmış, kanat çırpmadan süzülüyor.

DSCN4513

Fotoğraf makinesi ile optik zoom çekimlerine pek alışamasam da güç bela kartalı yakından çekiyorum bir – iki poz. Kartalın arkasından kanatları açık durumda, kanat uçlarındaki tüyler yukarıya doğru kıvrık. Şimdiki uçakların kanatlarının uçları da tıpkı kartalın kanatlarının ucunu taklit etmişler. Demek ki doğanın bir bildiği var.

DSCN4514

Hazır yakından yakalamışken bir poz daha çekiyorum havada uçan kartalı.

DSCN4516

Buğdaygillerden olan uzun otlar yabani başakları rüzgarda hafiften salınım yapıyor.

DSCN4517

Yükseklerde olmak, etrafı iyi görmemize neden oluyor. Kayalıkların ardından aşağıya doğru olan eğimde tepeler, yaylalar göz alabildiğine izliyorum.

DSCN4518

40 X Optik zomu sonuna kadar karlı buzlu Erciyes dağının buzullarını çekiyorum. Buzullar vadiden sanki dere akıyormuş gibi.

DSCN4521

Masa gibi üzeri düz olan kayanın üzerine çıktık güç bela. Sırt çantamdan kahve takımlarını çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Can Yücel şiirinde dediği gibi;

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan
Ocağımızı bucağımızı
Isıtamayacağımı!

Erciyes dağındaki karları, buzları ısıtıp eritemeyeceğimi ama bu güzellik, bu manzara karşısında kahveden başka ne içilebilir ki. Kayanın üstünde içi kahve dolu cezve, ocağın etrafında rüzgarlık, dört tane fincan. Manzara karlı Erciyes dağı.

 

 

DSCN4525

Kahve pişiyor, fincanlara dolduruyorum. Dört fincanı paylaşacağım Hakan ile, ikişer fincan içeceğiz. Kahve fincanı elimde uzatmışı Erciyes dağının o muhteşem görüntüsüne doğru bir poz çekiyorum.

20180725_143720_HDR

Bu kez elçek ile Hakan ve beni kahve fincanlarımız elimizde Erciyes dağı fonda çekiyorum pozumu. Bu resmi öne çıkmış olan görsel olarak seçiyorum.

20180725_143804

Kahve içerken ziyaretçilerimizin olduğunu fark ettik. Uzun süredir kahve pişirip içerken hareket etmeyince kertenkeleler tehlikenin geçtiğini fark edip kayaların arasından çıkarak Güneşten enerji toplamaya başladılar. Biz de fazla hareket etmeden dikkatlice kamerayı ayarlayıp yakından çekiyorum kertenkeleyi.

DSCN4529

Kayanın yarığında güneşlenen kertenkelenin dişisi de sadece uzun kuyruğu fark ediliyor resimde.

DSCN4532

Yarığın sonunda Güneşlenen diğer kertenkeleyi zumlamaya çalıştım ama makine otomatik olarak odaklamayı kendi kafasına göre yapıyor. O yüzden net bir görüntü alamadım Sadece otlar ve kayaların ucu net görünüyor. Kertenkele bulanık bir siluet biçiminde.

DSCN4534

Buradan kamp yaptığımız Tekir yaylası görünüyor. Yayladaki belediye çadırları dışında kendi çadırlarımızı da yakınlaştırıp çekiyorum.

DSCN4539

Biraz daha yakınlaştırıp mavi çadırımı ve Hakan’ın turuncu çadırını çekiyorum. Bizden başka bir kaç çadır daha kurulmuş şimdilik. Bu gece ve yarın dolacağı kesin.

DSCN4540

Makinayı deniyorum, sürekli olarak etraftaki manzarayı izlerken çok uzaklarda koyun sürüsünü gördüm. İyice yakınlaştırıp çekiyorum koyunları. Yaylada yedikleri otlardan çok iyi süt çıkacağına eminim. Uzaktan fark edilmese de sürünün arasında siyah keçi ve bir tane siyah koyun olduğunu görüyorum.

DSCN4549

Muhteşem olan Erciyes dağı tüm azameti ve çekim gücü ile etrafındaki bulutları toplamaya  başladı ve bize tüm güzelliğini gösterdikten sonra birden bire zirvesi bulutlandı. Bulutlar toplanırken zirvede fır döndüklerini kameradan takip ediyorum. Erciyes dağına teşekkür ediyorum bize tüm güzelliğini gösterdiği için. Kendimi şanslı hissediyorum. Yaşamda bazı şeylerin en güzelini yaşamalı, nasıl olursa olsun. Daha ne isteyebilirim ki! Mutluyum gördüklerimden.

DSCN4550

Akşam olmadan aşağıya iniyoruz motorun yanına. Güneş batıya devrilince hava birden bire serinliyor ve yaylanın soğuğu başlıyor. Tüm canlılar yuvalarına çekildi bile. Biz de çadırlara dönmeliyiz bir an önce. Motora binip kamp alanın dönerken Hakan Sevin müzik çalardan yabancı bir parça çalarken kısa bir video çektim. Video bağlantısı aşağıda;

https://www.youtube.com/watch?v=trJsk48rXF4

Çadır kamp alanına geldik, Güneş batmak üzere, son ışıklarını salarken gecelerin Tanrıçası Koç dağının ardından ortaya çıktı; Ay.

DSCN4551

Ay tüm güzelliği ile gümüş bir tepsi gibi kendini gösterirken optik zom ile iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Kraterleri, deniz gibi görünen koyu alanları ve parlak kayalardan daha çok yayılan ışıltıları görüyorum ekrandan.

DSCN4558

Böylece akşam oldu ve hava soğudu iyice. Kalın ne varsa üzerime giydim. Akşam yemeği, sohbet derken fazla geç olmadan çadırlara girip yastıyoruz ama üşümeye başlayınca belediyenin çadırına girip uyumaya çalıştık. Çadır büyük olunca biraz daha sıcak bizim çadırlara göre. Bizim gibi bir kaç kişi daha çadıra gelip yattı.

Evden otogara gidiş 17 Km civarı.

Haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Tekir yaylası – Koç dağı yürüyüşü 6.42 km

Powered by Wikiloc

İki Garip Bir Akdeniz 5. Gün

2 Ekim 2017 Pazartesi

Tekirova – Adrasan – Kumluca Sahil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o
Camların buğulanması her akşam nefesinden

Kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı

Rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden

Duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü
Sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, güneş yolun ucunda, çamların ardında batarken.

Bu gece daha rahat uyudum. Kamptakilerin çoğu gitmiş ve ortalık sessizliğe bürünmüştü. O yüzden fazla gürültü olmadı gece boyu. Uyandığımda etraf sessiz, bizim gibi bir kaç çadır haricinde kimse yoktu. Elimi yüzümü yıkayıp zaman geçirmeden çadırı topluyorum. 4 Gündür çadır sabit olarak durduğundan altı ıslanmıştı. Kuruması için ipe asıyorum hem çadırı hem de altına serdiğim brandayı. Yerde kırmızı şeritli yol kalmış, bisikletim KUZ, yanında topladığım eşyalar, Cem’in bisikleti solda, KUZ sağda, yerde eşyalarım ve ipe asılmış çadır ve branda.

Bizim gibi festivali düzenleyen Antalyalı Perşembe akşamı bisikletçileri ekibi de bu gece buradaydı. Hep birlikte kahvaltıyı yaptık, ardından veda kahvesini içtik. Beni festivale davet ettikleri için hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Birlikte olmasak ta güzel bir kaç gün yaşadık. Onlar görevleri icabı festivale katılanları yönlendirip, yeme, içme, yol, konaklama, eğlence işleri ile uğraştıkları için pek bir arada olma fırsatı olmamıştı. Bu eksikliği kahvaltıda ve kahve içerken sohbet ederek giderdik sayılır. Festival ekibi gayet başarılı bir şekilde sorunsuz olarak bitirmenin yorgunluğu ve sonrasında rahatlamanın etkisi yüzlerine yansımış. Hepsi de arkadaşım, birlikte bir çok yerde beraber bisiklet sürdük. Akdeniz’in sıcakkanlılığı hepsinin içinde. Bizler de bunun etkisini festivalde yaşadık. Güleç yüzleri hiç eksik olmadı. Teşekkürler, iyi ki sizin gibi dostlarım var.

Cem ile uzun bir yolculuğumuz var. Buradan İzmir’e kadar bisikletle gitme planımızı gerçekleştireceğiz. İkimizin bisikletleri yüklü durumda. Antalyalı arkadaşlarla vedalaşıp birlikte hatıra resmi çekiliyoruz. Önde iki bisiklet yüklü  ve 11 kişi ve solda resmi çeken kişinin parmağının bir kısmı.

Bisiklete başladığım ilk zamanlarda işim olmamasına rağmen katıldığım festivallerden hep eve dönme telaşı yaşamıştım. Festivalden sonra yola devam eden arkadaşları imrenmişimdir her zaman. Şimdi ise festival sonrası tura devam etmenin sevincini yaşıyorum. Bu heyecanla kamp alanından arkadaşla vedalaşıp yola çıktık. Henüz Tekirova içine olduğumuzdan yolluk olarak marketten alış verişi yapıyoruz Cem ile. Gerekli olanları alıp paylaşarak çantalara yerleştirdik. Ara sokaklarda ilerlerken karşıma bir ağaç çıktı. Bu ağacı sarmaşıklar öyle bir sarmıştı ki aklıma Yunan mitolojisindeki yarı tanrı Herakles geldi.

Herakles’in o muhteşem gücü olmasına rağmen ölümüne bir şey yapamaması, sonu bu ağaç gibi hüzün ve acıyla bitmesi beni çok etkilemişti. Olay mitlerde şöyle yazar;

Herakles’in kıskanç karısı Deianeira kocasının metresi İole ile aldatmasına karşın Nessos’un kendisine aşk iksiri diye verdiği iksiri kullanmaya karar verir. Herakles Zeus için adadığı kurban kesme törenlerinde giyeceği kazağı alması için elçisini gönderir. Deianeira Aşk iksiri diye bildiği şeyi yün ile kazağa sürer. Ardından bir sandığa kilitleyip elçiye bunu açmamasını ve güneş görmemesi için sıkı sıkıya tembih eder ve gönderir. Elçi yoldayken iksiri bulaştırdığı yünü güneş altında bir kayanın üzerine koyar. Güneş ışığı altında olan yün parçası kayayı eritip toz haline getirmişti çoktan. Bunu gören Deianeira iksir konusunda aldatıldığını anlar ve pişman olur. Arkasından haberci gönderse de Herakles kazağı çoktan giymiş ve sunağa döktüğü şarabı alevlendirdikten sonra ışığı gören zehirli iksir etkisini göstermeye başlar. Kazak ışık altında Herakles’in vücuduna yapışıp etlerini eritmeye başlar. İş işten geçmiş acı ve ıstırap içinde ölür Herakles. Bilmeyerek yaptığı şeyden dolayı Deianeira intihar eder. Zeus oğlunu tanrılar katına alıp ölümsüzleştirir.

Çam ağacını kaplayan sarmaşık aynı Herakles’in giydiği kazağa benzettim. Tüm gövdeyi kaplamış durumda ve çam ağacını yavaş yavaş yok ediyor.

Çiçeklerle bezenmiş Tekirova girişindeki kavşağa geldik. Pembe çiçekler açmış begonvil, ana yola çıkan Cem. Kumluca, Finike, Muğla tabelası solu işaret etmiş. Sağı ise Kemer, Antalya olarak belirtilmiş. Biz Kumluca tarafına doğru gideceğiz. Cem de o yöne doğru yönelmiş.

Ana yola çıkınca yokuş başladı, ağır tempoda daha önce çıktığımız yeri tekrar çıkmaya başladık. Yalnız bu kez yüklü olarak. Yarıkpınar dinlenme yerine geldik. Burada daha önce durmadığımdan çeşmeden sularımı tazeliyorum. Çeşme mermer kaplı, çatısının solunda Yarıkpınar içme suyudur. Sağında da araç yıkamak yasaktır yazısı yazılmış büyük harflerle. Aynasında çeşmeyi yaptıranın ismi; Gülüzar ve Münir Solumaz hayratı yazılı.

Burada araçlar mola veriyor, çeşmede su akıyor bedava. Dinlenme tesisleri çınar ağaçları altında gölgelik yerde. Burayı Orman bakanlığı yaptırmış. İki oduna tabelasını yerleştirerek burasının Beydağları sahil milli parkı Yarıkpınar mola noktası olarak yazıp belirtmişler.

Yola yeni çıktığımızdan burada mola vermiyoruz. Sadece suları çeşmeden doldurdum. Ardından yokuşu tırmanmaya devam ederken yerde gördüğüm arabalar tarafından ezilmiş bir yengeç görünce duruyorum. Yakınlarda akan bir çay olmalı. Bu cesur yengeç macera aramak için çaydan uzaklaşıp asfalta çıkınca beklenmedik son ile hayatı bitiyor. Macera arayan cesur yengeci saygı ile selamlayıp elimle yerden alarak çalılıkların içine doğaya karışması için bırakıyorum.

Çay boyu yukarı çıkıyoruz, daha önce mola verdiğimiz yerde duruyorum. Burada da küçük bir çeşme var. Bisikletim KUZ ile birlikte resmini çekiyorum çeşmenin. Çınar ağaçları arkada ve yürüyüş rotalarını belirten tabela direği solda.

İkinci mola yerine geldik. Yerde sağa ok işareti, bisiklet figürü ve Mola yazısını asfaltta görünce biraz dinlenmek için duruyorum. Cem benden önde olduğu için burada durup bisikletini park etmiş.

Bu dinlenme yerinde mavi boyalı bir tabela var. Yapıştırma harfler güneşin etkisi ile kalkıp bozulmaya başlamış. Tabelada yazan; Beycik köyü ( 6 km ) 6 Rakamı yerinden kalkmış, sadece güneşten dolayı izi kalmış. Tahtalı ( Olimpos ) dağı ( 2366 m ) Laodikeia, Likya yolu, Üç oluk yaylası. Altta yemek, yatak, kahve, market ve antik olduğunu belirtir işaretler yapılmış her biri ayrı kare içinde.

Burada çeşme var ama suyu akmıyor. Havuzunun duvarında bisiklet figürü yapılmış. Etrafta geçen günde su molası verdiğimizde dağıtılan plastik su şişelerini görüp üzülüyorum. Bisikletçi olsak ta bazı arkadaşlar nedense doğayı sevmiyorlar. Bu şişeleri atanlar eğer tekrar buraya gelseler gördükleri manzara karşısında ne diyeceklerini biliyorum. “İnsanlar niye bu şişeleri buraya atmış?” diye söyleneceklerini gayet iyi biliyorum. Kendi pisliklerini tanımazlar ve ukalalık yapmaktan da çekinmezler. Su şişeleri sararmış çınar yaprakları üzerinde. Yapraklar bir yıla kalmaz çürüyüp gider de plastik şişeler ne kadar zamanda yok olacak? Kim bilir?

Ağır tempo olsa da tırmanışı bitirip zirveye vardık. Ana yol düz devam ediyor Kumluca’ya doğru. Biz Çıralı’ya doğru gideceğiz ama buradan değil az ileriden sola sapacağız. Gerçi Kumluca tarafına doğru gitmemiz gerek ama sahilden gideceğimizden bu yolu tercih ettik. Hem sahilde Adrasan var görülmesi gereken yer. Tabelada düz olarak Kumluca, Muğla yönü belirtilmiş. Sağa ise Çıralı, Yanartaş (Chimaera) kahverengi olarak tarihi yer olduğunu belirtmiş. Bu yol karayollarının D 400 olarak numaralandırdığı yol olarak belirtilmiş.

Sola gireceğimiz az ilerdeki kavşağa geldik Tabelada kahverengi olarak Olimpos 11 (Antik kenti) yazan yerden sola sapıyoruz.

Buradan sıkı bir iniş yapacağız 7 Kilometre civarı. 394 metrelik yüksekteyiz. Altımızda dağlar ve Akdeniz lacivert olarak görünüyor manzarada.

İniş başlar başlamaz daha önce ana yola çıkmak için kestirme dediğimiz toprak yolu görünce durup resmini çektim. Kestirme diye saptığımız yol çok dik, ellerimizle kan ter içinde çıkmıştık bir zamanlar. Aslında böyle kestirme yol diye bir kaç kez girmiştim ama çok zorluklar yaşamıştım çıkarken. Atalarımızın dediği “Bildiğin yol en kestirme yoldur” sözü kulağıma küpe olmasını diliyorum burayı görünce. (Gerçi zorlukları, bilinmeyenleri keşfetme arzusu beni yine böyle yollara sokacağına eminim. Huy değişmez.) Yolun üstünde tek katlı bir ev var. Ardında kayalıklı dağlar.

İnişte gözlemecide duruyoruz. Çay içeceğiz ama önceden pazarlık yapıyoruz yörüklerle çay kaç para diye. Daha önce bisikletçilere verdikleri fiyatta anlaşıp oturduk. Bir tane de gözleme yap dedik peynirli, otlu. Cem ile yarı yarıya bölüşeceğiz. Bisikletim KUZ önde park etmiş, arkada bölümlü oturma yerleri. Minderler, yastıklar yörük işi. Cem minderlere oturmuş ayakkabılarını çıkarıyor. Solda bir adam heykeli, üzerine uzun kollu kareli mintan giydirilmiş. Yörük evi gözleme pankartı asılmış. Pankartta burada gözleme yemiş ünlülerin resimleri basılı.

Minderlere oturup semaverde odun ateşinde demlenen çayları içiyoruz afiyetle. Elçek resim çekiyorum Cem ile beraber. Tepside iki çay duruyor. Arkada bisikletim KUZ ve semaver. Semaverin üzerinde iki mavi renkli emaye çaydanlık var.

Yorgunluğumuzu çay , atıştırmalık bir şeyler ve bir gözlemeyi ikiye bölerek giderdikten sonra kendimizi yokuşun inen kısmında bırakıyoruz aşağıya doğru. Neredeyse hiç pedal çevirmedik desem yeridir. Düzlüğe inince karşıma evini sürekli taşıyan kaplumbağa çıktı. Yolun karşı tarafına doğru seyahat ediyor. Yeni yerler görecek, oradaki otların tadına bakacak. Hiç acelesi yok, karnını doyurmak için her taraf yiyecek dolu. Öyle bizim gibi marketten alış veriş yapmasına gerek yok. Dünyanın en yavaş hayvanı en uzun yaşayan hayvanı olmasını insanlar bir türlü kavrayamadan hızlı biçimde yaşıyorlar. Her şey bir an önce olsun, hemen varayım. Tokyo da kahvaltı, öğlen Paris te ıstakoz yemeğine yetişmeli. Akşam da New York ta baloya katılmak gibi hızlı yaşamaya çalışmak ömrü kısaltır. O kadar hızlı yaşarlar ki! Ömürlerinin nasıl bittiğini anlamadan ölüp gider. Kaplumbağanın öyle bir derdi olmadığı için acele etmeden hedefine varır. Nerde akşam orda sabah yaşayıp gider. Tıpkı bizim şu an yaptığımız tur gibi. Evimiz bagajda yolculuk yapıyoruz. Nerde akşam orda sabah yapa yapa gideceğiz.

Kaplumbağa emin adımlarla asfaltta karşı tarafa doğru gidiyor.

Düzlüğe çabucak indik sayılır, sürekli yokuş inersen böyle olur. Olimpos antik kentine doğru giden kavşaktayız. Burada Yamaç köyü var. Kavşağın köşesinde de camisi çam ağaçları içinde kalmış. Burada caminin tuvaletinde ihtiyaçlarımızı karşıladık. Caminin avlusu çok geniş, taş duvar örülmüş çepeçevre. Minare görünüyor ama binasını çamlar örtmüş pek görünmüyor. Tuvalet binası küçük, sarı boyalı. Avluda çocukların oyun parkında kaydırak, salıncak gibi renkli aletler var.

Yola çıkıyoruz kavşaktan, hedefimiz Adrasan. Tabela yönü gösteriyor. 7 Kilometre yolumuz kaldığını yazıyor. Sağ tarafa ise Kumluca ve Yazır tarafına gidileceğini oklarla belirtilmiş. Cem bisikleti ile yolda tek başına giderken bir kare çekiyorum. Etraf çam ormanı.

Yolun sağında bir çiftlik görüyorum. Çiftlik bildiğiniz gibi değil. Amerikan özentisi yaşatılmaya çalışılmış. İçeride sundurmanın altında Amerikan arabaları, tır çekicileri ve bir pervaneli uçak. Uçak sarı boyalı. Çiftlik sahibi özentili olmasına karşı meraklı olmalı.

Yol eğimi pek yok, düz devam ediyor. Yakın zamanda yolun sol tarafında yangın çam ağaçlarını yakıp geçmiş. Sağdaki çamlar yeşil rengi ve soldaki ağaçların kapkara rengi birbirine uymuyor. Orman yangınlarının çoğu insan eliyle çıktığı kesin. Kimi bilmeyerek, kimi de bilerek ormanı yakıyor. Manzara üzücü. Cem önümdeki manzarada bisiklet sürerken.

Kavşağın birine geldik. İki tabela zıt yönü gösteriyor. Sol tarafta Olimpos 10, sağ tarafta Adrasan yazılı tabelalar kahverengi boyalı. Arkada sararmış otların olduğu yamaç. Solda tel çitle ayrılmış zeytin ağaçları.

Adrasan içinde bisiklet sürüyoruz. Karşımda koca bir dağ var. Buralarda kıyılar engebeli ve dağlık. Köyün tek katlı evleri bahçelerindeki meyve ağaçları ile daha şirin görünüyor.

Meşhur Adrasan sahiline geldik. Burası doğal bir liman gibi. Tekneler kıyıya kadar getirilip demir atmışlar kıçtankara biçiminde. Kumsalda şezlong ve şemsiyeler düzgün, sıralı konulmuş. Koyun karşı tarafındaki burun kısmı çam ormanı ile kaplı. Kumu çok güzel görünüyor, denizi de öyle. Burası bulunduğumun yerin sağ tarafı.

Koyun sol tarafını da çekiyorum bir poz. Burada da tekneler kıyıda bağlı, kumsalda şemsiye ve bir kaç şezlong duruyor. Koy küçük, dip tarafı kumsal. Kenarlar kayalık ve dağlık. Sol taraftaki dağ sivri ve yüksek.

Adrasan bu güzel denizin tadına bakmak gerek diyerek su donumu giyip denize dalıyorum. Etrafta kimseler yok. Sadece ben denizdeyim. Bir süre yüzüp çıkarak kurulandıktan sonra öğle yemeğini yiyoruz. Taksi durağının çardağında taksicilerle muhabbet edip kahve içtik. Bizleri bisikletli görünce nerden nereye? Nasıl? Bisikletle mi? Bu kadar yolu bir milyar versen hayatta gitmem! Lastiğiniz patlamıyor mu? Nerde kalıyorsunuz? Çadırda mı? Yok artık gibi soru cevap şeklinde oluyor. Muhabbet meraklı ve hararetli olunca çay ısmarlıyorlar bize. Cem ve ben sıkılmadan her soruya gerekli cevabı verdik. Çaylar bitince artık yola çıkmamız gerektiğini, bize izin deyip yola çıktık. Akdeniz’in narenciyeden sonra en çok yetişen narları meşhur. Her bahçede bir iki nar ağacı görmemiz mümkün. Ekim ayında olmamızdan dolayı tam da olgunlaşmış meyveleri insanı cezbediyor. Narın kırmızı rengi közleşmiş ateşin kor rengine benziyor. Hani derler ya “Nar gibi kızarmış” diye işte tam da öyle narlar. Bahçeni kenarında nar ağaçları, üzeri nar dolu ve olgunlaşmış. Aynı zamanda kocaman nar meyveleri ağırlıktan dolayı dalların altlarına ağaç destek koymuşlar. İncecik dallar koca narları taşıyacak güçte değil.

En sevdiğim evlerden birisi olan bahçe duvarı olmayan ev. İki de nar ağacı dikilmiş. Üzerinde kızarmış narlar al beni diyor. Daha önce iki nar koparmıştım bahçenin birinden, onlar hala çantamda duruyor.

Adrasan köyünün merkezinden geçiyoruz. Köyün meydanında Atatürk heykeli var. İki direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. İleride Cem yol tabelalarına bakıyor nereye doğru gideceğiz diye.

Demin Cem’in olduğu yerdeki tabelaların önündeyim. Köşede, elektrik direğinin dibine konan tabelada düz ok işareti ile Karaöz, Mavikent, Beykonak yönlerine giden yolu gösteriyor.

Yola girer girmez bizi takip etmeye başlayan tarçın renginde bir köpek önümde gidiyor. Köyün çıkışında yokuş başladı, önümde azametli dağ bize geçit vermiş ama ne kadar belli değil. Yokuşun sonunda belli olacak. Solda çoğu yerini ağaçlar kaplamış bir ev var.

Yokuşu çıkmaya devam ediyoruz, köydeki inşaatların molozları yol kıyısına dökmüş kamyonun birisi. İnsanların vurdumduymazlığının bir örneği. Benden öte olsun da nerede olursa olsun. Gören, duyan, karışan da yok. Ceza yazan olmuyor, çünkü tenha yol. Görmesinler diye ortada kimseler olmadığından rahatça molozları döküyorlar. Dökende vicdan olmayınca elden ne gelir ki. Güzel çam ormanının manzarasını çirkinleştirmiş moloz yığını.

Yokuşta Cem önde, köpek onu takip ediyor koşturarak.

Yokuş devam ettiği için arada durup resim çekiyorum, hem dinleniyorum hem de etrafı, manzarayı izliyorum. Epe yükselmişiz, bulunduğum yerden Adrasan köyünü kuş bakışı izliyorum. Karşıda Toros dağlarının tüm heybeti göğe yükselmiş.

Yokuş nereye kadar devam ediyor bilmiyorum. Çık çık bitmiyor, Yeşilköy sapağında durup tabelasını çekiyorum. Yukarıya doğru bakınca yokuşun az kaldığını tahmin ediyorum.

Artık yokuşun sonuna geldiğimi önümde başka yükselti olmadığını görünce anladım. Son yokuştayım, Cem önümde tıngır mıngır çıkıyor. Yokuşlarda Cem’in avantajı var bana göre. Onda kilitli pedal var, bir ayağı ile pedala basarken diğer ayağı ile çekerek daha verimli bisikleti kullanıyor. Yokuşta bu fark ediliyor. Bende ise burunluk var ve yarım pedal güç verebiliyorum.

Az ileride gördüğüm beyaz toprağın içinde kırmızı toprağın olduğu yerde durup inceliyorum. İki farklı toprak yapısı acaba nasıl bir araya geldi? İlginç!

Yolda değişik manzaralar görmek olası. Bu manzara kötü olabilir, hep iyi olacak değil ya. Dünyada yaşıyoruz ve üzerinde milyarlarca insan var. Bu insanların bir kısmının yarattığı pislik karşımda duruyor. Yol kenarına atılan bu çöpler doğaya karışasıya kadar çok uzun zaman geçecek. Bir insan ömründen daha çok. Çok yazık!

Yaklaşık 5 Kilometre bir tırmanış yaptık. Tarçın rengindeki köpek te bizi takip etti tepeye kadar. O kadar kovalamamıza rağmen peşimizi bırakmadı. Bir ara nerden bulduysa keçi ayağı bulup ağzıyla taşıdı bir süre. Sonra keçi ayağını bıraktı bir yerlerde ya da sakladı daha sonra yemek için. Tepeyi çıkıp inişe başladığımızda hızımız arttı, köpek takibi bırakmış olmalı. Yetişmesi olanaksız bizim hızımıza. Güneş bu arada ufka iyice yaklaştı. Durup batmasını bekliyorum bir kaç dakika. Cem önde, bulunduğum yerden az yüksek tepelerin üzerinde Güneş son ışıklarını çam ağaçlarının arasından bana sunuyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Adrasan yarımadasının diğer tarafına geçtik, deniz kendini gösteriyor. Yarımadanın burnuna doğru dağ kütlesinin yalçın kıyıları güzel girinti – çıkıntı ve sivri tepeli küçük bir ada yüksekten güzel görünüyor. Önümde dikenli sararmış otlar, arkasında yeşil ağaçlar da manzaramda.

Zayıf saplı, narin görünümünde sarı çiçeklerin boyu epey uzun. Önceden açıp kurumaya durmuş çiçeklerle beraber yeni açmış sarı çiçeklerin rengi görülmeye değer. Ben de olduğu gibi resmediyorum.

Yol asfalt olsa da tam bir orman yolundayız sanki. Koca çam ağaçları, çalılarla kaplı dipleri ve çam ağaçlarından düşen iğne yapraklar yerde kahverengi halı  oluşturmuş durumda. Yolun üzeri çam dalları ile çatı olmuş, Cem de durup yanlamasına bana poz veriyor bu güzel tablonun içinde. Bu yoldan pek araç geçmiyor, sakin yolda rahat sürüş yapıyoruz. Güneş çoktan battı, hedefimiz Kumluca sahili.

Çam ormanı içinde giden yolun bir bölümünde sazlık görüyorum. Bu demektir ki yakınlarda sıcak su kaynağı var. Orman yoluna ayrı bir güzellik katmış sazlar. Yolun iki tarafında var.

Deniz seviyesinde bisiklet sürüyoruz, kıyıda piknik alanında iki çadır kurulmuş. Aslında burada kamp atılabilir, piknik masaları, deniz kıyısında. Alan düz, tuvalet ve çeşme var. Denize küçük bir çıkıntı yapmış olan yerde kocaman bir kaya kütlesi toparlak olarak duruyor. Henüz aydınlık olduğundan gidebildiğimiz kadar gidip Kumluca sahilinde kamp atacağız.

Güneş battı, yerine yolumuzu aydınlatacak olan ay çıktı. Karşıdaki yarımadanın dağlarının üzerinde ay parlıyor. Henüz hava kararmadığı için gökyüzü mavi hala. Denizin maviliği biraz daha koyu gökyüzünden.

Deniz kıyısında dönemeçli yoldan gidiyoruz. Henüz ortalık aydınlık.

Güzel koylar görüyorum çam ağaçlarının denize ulaştığı yerde. Alaca karanlıkta görebiliyorum denizi.

Orman yolu tam alacakaranlık zamanında bir poz çekiyorum. Çam ağaçları solgun görünmeye başladı. Tam da beyaz iplikle siyah ipliğin ayırt edilemeyeceği andayız.

Bisikleti KUZ ile Ay bir arada resim çekeyim dedim. Ay parlak olduğu için görünüyor ama KUZ kararmış ayırt edilmiyor.

Kameranın flaşını açıp çekiyorum bir poz. Ay yine aynı parlaklığında. KUZ olduğu gibi aydınlandı. Turuncu çantalarım, kadronun siyah rengi, beyaz yazılı URİMBABA’CAN yazısı, kelebek gidonum kahverengi sargı ile sarılı. Gidon çantam ve aydınlatma lambasının yanında duran tüy. Flaşın patlaması ile arka tekerleğimde bulunan şerit fosfor çok parlak görünüyor çember şeklinde. Koyu lacivert gökyüzü ile flaşın aydınlattığı bisikletim uyum içinde.

Hava iyice karardı, aydınlatma lambaları ışığında gecenin serinliğinde yol alıyoruz. Kampı Cem’in bildiği Kumluca sahilinde, ağaçların olduğu yerde kuracağız. Kumluca seraları bol bir yer, seraların arasından ilerlerken Cem paniklemeye başladı. Acaba doğru yolda mıyız diye. Karşıdan gelen bir dolmuşta yazan Kumluca yazısı yüzünden bana ters yöne gidiyoruz deyince ben de haritayı açıp gideceğimiz yolu gösterdim. Doğru yoldayız diye de sakin olmasını, yola devam etmesini söyledim. Ama Cem ısrarla daha önce araba ile geçtiğinden hatırladığı biçimde yolu göremeyince hayır, yol böyle değildi, yok Kumluca’dan aşağı düz bir yol vardı diye saçmalamaya başladı. Bir insan panikledi mi sakinleşmesi zorlaşıyor. Haritada konumumuzu gösterip yolu da, gideceğimiz yönü de gösterdim zar zor ikna oldu. Kumluca dan inen yola çıkıp bir süre düz yolda giderek piknik alanı olarak kullanılan ağaçlı yere gelince durduk. Cem panik halini atlatmıştı şükür. Daha önce arabayla geçtiği yerlerden ilk defa kendi gücü ile ve bisikletle seyahat etmesi kafasının karışmasına neden oldu. Neyse ki fazla uzatmadı da normale döndü ana yola çıkınca.

Okaliptüs ağaçlarından oluşan piknik alanına girip kendimize uygun bir yerde kampı attık. Çadırları kurup yerleştikten sonra akşam yemeği için hazırlıklara başladık. Neşesi yerine gelen Cem aşçı olarak yemek yapma görevini başarıyla yerine getirdi. Yemek yapmaktan zevk alıyor ve güzel yemekler de yapıyor. Bana yemek düşüyor sadece. Bulaşıkları da ben yıkıyorum. Kumların üzerinde serdiğimiz brandanın üzerinde oturmuş Cem yemek yaparken elçek resim çekiyorum. Cem’in önünde ocakta tencere var, elinde kaşıkla yemeği karıştırıyor.

Akşam saat 21:00 gibi kamp attığımızdan epey acıkmışız. Bir çırpıda yemeği yedik, ardından kahve ve çay ile keyfimizi sürdük. Buraya Kumluca demelerinin nedeni yaklaşık 12 kilometre kadar bir sahil ve tamamen kumlu olması. Çadırları da ılgın ağaçlarının dibinde, kumların üzerine kurduk. Buraya gelmek, çadır kurmak, yemek yapmak, kahve, çay derken zaman epey ilerledi. Zaten yorgunuz, o yüzden fazla geç olmadan çadıra giriyorum. Çadırın içinden dışarıdaki Aydede’yi çekiyorum, Aydede her yerde.

Güzel bir günün sonunda tatlı bir yorgunlukla çadırın içinde yatıp uykuya daldım.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 72 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 5. Gün

27 Ağustos 2017 Pazar

Saraylar – Erdek

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ park etmiş durumda, Marmara deniz kıyısı. Karşıda ada, gidondaki tüyün yanında Güneş denize kavuşmak üzere. Turuncu çanta üzerinde güneş paneli bağlı.

Gece Cem’in hamağını alıp uyumuştum. Hamakta uyumanın zevki bir başka oluyor. Ben de bunu yapıyorum ve kuş cıvıltıları başlar başlamaz uyandım. Hava tam sabah havası, çınarların altı cıvıl cıvıl kuş sesleri. Yattığım yerden cep telefonum ile ayak ucumu çekiyorum.

Hakan da erkenden uyanmış kendine filtre kahve pişirmeye hazırlanıyor. Piknik masasının kenarına arkası dönük oturmuş. Ben de olduğu gibi çekiyorum. Solda çınar ağacının içi çürümüş gövdesi ve kaya parçası.

Hakan’a günaydın deyip masaya oturuyorum. Kahve kutumda kahve kalmamış, Kahve değirmenini çıkarıp kahve öğütmeye başladım. Aynı şekilde Hakan da ona hediye olarak aldığım kahve değirmenini çıkarıp kahve öğütüyor. Onun değirmeni kalın çekmeye ayarlı. Çünkü filtre kahve için kalın çekmek gerekli. Yoksa buharlaşan su süzgeçteki kahveyi alıp yukarısındaki hazneye taşır ve fitre kahve olmaz. İkimizin elinde kahve değirmeni, Hakan’ın önünde filtre kahve cezvesi, bende bakır Türk kahve cezvesi. İki ocak ta yanıyor ve kahveler pişiyor. Masanın üstü kahveler, cezve, çaydanlık, içinde çay dolu bardak. Arkada bisikletler ve çadırlar.

Sabah kahvelerimizi içiyoruz, ilk önce Türk kahvesi. Ardından filtre kahve ve çay. Hepsi bir arada. Sabah kahvaltısının dağıtımını beklerken acıkmış olarak camlı kapının arkasında aç, sefil, camları tırmalarken bizi çekiyorlar. Camlı kapının arkasında Hakan, Cem ve ben cama yapışmış tırmalarken.

Sonunda kahvaltı dağıtılmaya başlandı ve kahvaltılıklarımızı alıp uzakta olan piknik masamıza geldik. Kendi çayımızı kendimiz demledik çaydanlıkta. Gidip uzaklardan çay getirmenin alemi yok. Bu gün yol arkadaşlığı yapacak olan beş kişi masada kahvaltı yapıyoruz. Ben, Hakan, Yıldız, Demet ve Cem. Hakan elindeki yumurtayı Demet’e uzatırken elçek resim çekiyorum.

Bu gün Demet’in doğum günü ve hakan pasta yerine kaynamış yumurtanın üzerine acı biber salçası sürülmüş olarak eli ile uzatırken resmini çekiyorum. Hakanın sadece eli, Demetin yüzü ve elde salça sürülmüş yumurta.

Kahvaltıyı güle oynaya yaptıktan sonra eşyaları ve çadırları toparlayıp bisikletlere yükledik. Yola çıkmaya hazırız. Yola çıktık ve festivaldeki bisikletler de yola çıkıyorlar. Önden resimlerini çekiyorum. Sol tarafta çınar ağaçları, sağda ise çam ormanı.

Bisikletlileri uğurluyoruz, biz de arkalarından yola çıkmaya hazırız.

Onları uğurlarken beş bisiklet yüklü ve dört kişi gidenlere el sallıyor. Resmi ben çektiğim için aralarında yokum.

Ve biz de beş kişi yola çıktık. Deniz kıyısında nefis koyları izleyerek pedal çeviriyoruz. Deniz alabildiğine mavi ve hafif çalkantılı. Rüzgar yok gibi. Küçük bir kumsal ve denize doğru girintili kayalık.

Biraz yükselince koy daha belirgin olarak güzelliğini gösteriyor. Koyun iki ucu da kayalık denize doğru. Kumsalda çam ağaçları iki sıra dikilmiş.

Marmara adasına ve Marmara denizine adını veren mermer ocakları görülmeye başladı. Sol tarafta kesilen mermerler blok halinde çıkarılıp molozları deniz kıyısına dökülerek denizi dolduruyorlar.

Sağda aşağıda terk edilmiş bir ev görüyorum. Önünde de antik iskele kalıntıları var.

Yol yapılırken kazılan yerler mermer olarak ortaya çıkmış. İleri tarihlerde buraları da kesilip düzleşecek.

Mermer kayalıklarını daha yakından çekiyorum. Tabaka tabaka yana doğru yarıklar var kayalarda. Dış etkenlerden daha çok oksit rengine bürünmüş mermer kayası kırık yerleri beyaz rengi ile kendini belirtiyor.

Mermer Cenneti Saraylar’a Hoşgeldiniz tabelası bizleri karşılıyor. Altından geçenlerle birlikte resim çekiyorum.

Mermerler kesilmiş blok halinde kenarda duruyor. Kırık dökük, işe yaramaz molozlar da bayağı var.

Yönümü deniz tarafına çeviriyorum. Marmara adasının yanında minik adacıklar da görmek olası.

Saraylar’a gelmeden tepeden yarımadayı çekiyorum. Rüzgar çıktı ve şiddetini artırmaya başladı. Yarımadanın rüzgar alan yerinde kumsal var. Burası dalgalı. Diğer tarafı sakin ve dalga yok. Dün biz sakin yerde denize girmiştik.

Saraylar Marmara adasının kuzeyinde kalıyor. Mermer ocakları da bu tarafta. Dağ, tepe mermer çıkarılıyor binlerce yıldır ve hala çıkarılmakta. Tepenin başında resim çekmek için durunca Hakan da durmuş bana bakarken çekiyorum. Festivaldekilere de yetişmişiz bu arada. Arkadakilerin bir kaçı ile beraberiz. Arka fon tamamen mermer ocakları ile kaplı.

Saraylar köyü ve sahili. Sahili mermer plakalarla kaplamış deniz kıyısını.

Bisikletim KUZ ön ve arka çantaları ile birlikte çekiyorum. Ön tekerlek mazgalın içine girmiş durumda. Mazgalları yerleştiren belediye ve çalışanları bisikletin buralara geleceğini hiç düşünmemişler. Her şey araba için düşüncesindeler. Çünkü ulaşımı araba ile yapıyor tüm adadakiler, ister sivil olsun ister resmi hiç fark etmez. Belki de ilk defa bu kadar çok bisikletli gördü Saraylar. Bisikletlerle geleceğimizi bilseler mazgalların yönünü dik değil de enine koyarlardı. Mazgalda yazdığına göre Saraylar belediyesi döktürmüş döküm mazgalı. Gerçi şimdi belediye kalmamıştır köy olunca.

Mermer yurdunda olunca bir kaç blok mermer heykeltıraşların eline bırakmışlar. Heykeltıraşlar da sanatını göstermiş mermerleri oyup. Bu heykelde sadece insan yüzü yapılmış, diğer tarafları çıkıntılarla bezeli.

Saraylar küçük bir kasaba ve tamamı mermer ocaklarında çalışanlar oturuyor. En yüksek bina 4 katlı, sahil yürünme yolu ve küçük tekneler kıyıya bağlı durumda. Karşı tarafta festivaldeki bisikletçiler toplanmış. Sarı formaları ile kendilerini uzaktan belli ediyorlar.

Sahil yürüme yolunda ilginç tarzda yontuşmuş mermer heykeller var. İnsan yüzü şekilsiz, yamuk. Biraz gövde ve kollar düzgün, ayaklar yok. Sadece etek olarak tasarlanmış.

Gözleri kapalı güzel bir kadın heykeli, yüzü temiz ve düzgün yontulmuş. Belinden aşağı sarkmış saçları ve sol kolunu önden beline koymuş. Elin parmakları belirgin biçimde. Sadece sol kolu yok. Mermerdeki doğal siyah renkleri elbise giymiş gibi kalçasını gösterilmiş kadın vücut hatlarında. Sol bacağı aşağıya kadar yontulmuş. Ayaklar yok. Sanki heykel bir şeyler anlatmak için yapılmış. Bunu bir gün öğrenmek gerek. Açıkhava mermer heykel müzesi 2015 yılında Prokennesos heykel sempozyumunda bir kaç heykeltıraşın yaptığı heykeller sahil yürüme yolunda sergilenmiş.

Kuş kafası heykeli.

Limanın iç kesimlerinde küçük sandallar, tekneler kıyıya bağlı.

İzmir’den festivale katılan bir kaç kişi ile birlikte resim çekiliyoruz.

İskeleye geldik, Erdek tarafına gidecek gemi öğlen zamanı saat 12:30 civarı hareket edeceğini öğrenince fazla zaman kalmadı. Hemen biletleri alıp gemilerin olduğu yere geldik. Buradaki liman daha büyük ve ağır tonajlı gemiler tırlara yüklenen mermer blokları geminin içine sıra ile dengeli biçimde alıyorlar. Bir ara bineceğimiz gemi iskeleden açıldı. Yerine başka gemi yanaştı. Mermer yüklü tırlar gemiye alındı ve iskeleden ayrıldı. Bizim gemi açıkta bir süre bekledikten sonra tekrar yanaştı ve en son bizleri aldı gemiye. Gemi iskeleye yanaşırken pervanenin çıkardığı beyaz köpükleri çekiyorum.

Artık gemideyiz ve biraz gecikmeli olarak denize açıldık. Geminin yanlarında yürüme yolu var ve yüksekte. Orada korkuluklara tutunarak arka kısma doğru yürüdüm. Saraylar limanı ve denize açılışımızın resmini çekiyorum. Marmara adası geride kalıyor.

Geminin içi tamamen tırlar mermer yüklü olarak doldu. Kimisi branda ile kapatmış yükünü. Kimisi de açık durumda. Yolcular köprü güvertesinde kapalı alanda duruyor. Güvertenin anlında Güzel Saraylar Köroğlu Kardeşler yazısı yazılmış kırmızı renkte.

Bazı tırlarda bloklar kesilmiş dilimli halde yüklenmiş. İki üç tane de binek arabası en önde. İlk onlar inecek gemiden.

Yolculuk uzun olunca kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişiriyorum. Keyfini sürmek gerek yolculuğun. Elçek ile Ben, Demet ve Hakan’ı kahve fincanları ile birlikte çekiyorum.

Bisikletler en önde merdivenlere dayalı durumda sakince duruyorlar.

Aslında gemiye arka kısımdan inilip biniyorlar. Bisikletler en arkada ve yandan pervanenin çıkardığı beyaz köpükler bir kaynamayı gösteriyor.

Beyaz köpükler geminin ardından beyaz bir yol olarak arkada iz bırakıyor denizin lacivert renginde.

Hava güzel, dışarıda gidiyoruz. Yanlardaki oturaklarda sıralanmış olarak oturuyoruz. Yine elçek ile ben, Hakan, Demet ve Cem, ardımızda denizi çekiyorum. Güneşin parlak ışıkları arkada yansıyor.

Marmara adası giderek bizden uzaklaşıyor. Yoksa biz mi uzaklaşıyoruz. Adadaki dağlar denizin rengini alıyor. Tıpkı gök yüzü gibi MAVİ

Yol uzun olunca ve hava da iyice ısınınca mayıştı bizimkiler. Haliyle şekerleme olayları başladı. Yıldız, Cem, Demet ve Hakan gözleri kapalı uyuyorlar resmen. Ben de onların bu halini çaktırmadan çekiyorum. Hiç te çakmadılar.

Erdek’e yaklaşırken Hakan ile son bir resim çekiliyorum erkek erkeğe. İkimizin kolları birbirimize atık durumda gülümseyerek poz verdik kameraya.

Bizi kıskanan kadınlar da bizi niye çekmiyorsun deyince Demet ve Yıldız’ı aynı bizim gibi poz verirken çekiyorum.

Öğleyi geçince Erdek’e vardık. Bir süre Erdek’te dolanıp Hakan’a kahve değirmeni aldık antikacının birinden. Değirmen eski ve üzerinde resimler çizilmiş. Sonradan hakan bana hediye etti kullanamadığı için ve değirmeni saklıyorum. Fazla para da vermedik, 40 TL anlaştık satıcıyla. Öğle yemeğini yine nohutçuda ucuza hallettik. Artık veda zamanı deyip Hakan ve Demet ile vedalaşıyoruz. Onlar arabalarına bisikletleri yükleyip Denizli’ye doğru yola çıkacaklar. Kapıdağı yarımadası turunu yapacak üç kişi yola çıkmadan önce alış verişimizi yapıyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Erdek bir hayli kalabalık bir yer. Çoğunluğu yazlıkçı ve tüm yazlıklar dolmuş durumda. Kısa sürede kasabadan çıkıp tabiatın kucağında bisiklet sürmeye başladık. Erdek’ten çıktığımızı tabela bize belirtiyor. Etraf zeytin ağaçları ile dolu. Tabelanın altında 50 Km hız sınırının sonuna geldiğini belirtir trafik işareti var. Tabi biz o kadar süratli gitmeyeceğiz.

Yol deniz ile beraber gidiyor. Sol taraf deniz, sağ taraf tepeler başlıyor.

Deniz kıyısından biraz ileride su üstünde sıralanmış şamandıra grubu görüyorum. Yüzlerce şamandıra deniz içinde yetiştirilen midye tarlası.

Bu deniz hayvancılığı tarımı oluyor. Kontrollü yetiştirilen midyeler büyük şehirlerde mutfakları ve midye dolma satan tepsileri dolduracak.

Güneş sabah uyandığımız Marmara adasının tepelerinin üstüne geldi. Neredeyse bir süre sonra batacak. Üç bisikletçi yol kıyısında durmuş batan güneşin meydana getirdiği muhteşem manzarayı izliyor.

Kapıdağı yarımadasının belirli yerlerine deniz fenerleri konulmuş. Onlardan birinin yakınından geçerken durup fener kulesinin arkasında kalan güneş ile beraber çekiyorum. Fenerin etrafı tel örgü ile çevrelenmiş. Dışardan kimse giremiyor.

Bulunduğum yer rüzgarı çokça alan yer. Rüzgar türbinleri yerleştirilmiş yamaca. Rüzgarın döndürdüğü kanatlar sürekli elektrik üretiyor.

Yamacın ta ucuna kadar türbinler sokulmuş. Burası yarımadanın burnu sayılır.

Biraz dik bir yamaçtan aşağısı küçük bir koya iniyor. Küt bir tepe burun olarak denize doğru girinti yapmış.

Rüzgar türbininin en yakınında bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Türbin kanatlarının uçlarına doğru iki şerit kırmızı renk çekilmiş. Güneşin son ışıkları bisikletimin turuncu çantalarına vuruyor.

Marmara adasında Saraylar tarafında batmakta olan güneşi bisikletim KUZ ile deniz manzaralı çekiyorum.

Küçük bir limanı olan İlhanköy’e geldik. Yol koyların girinti ve çıkıntılarından dolayı sürekli deniz seviyesine inip tekrar tepelere çıkıyoruz. Yine tepeden aşağı inerken İlhanköy manzarasını izlemek yetiyor.

Köyün içinden geçerken bahçelerin yeşilliği, meyve ağaçları. kabak ve çam ağacı tünelinden geçiyoruz.

Köy olur da eşek olmaz mı? Olur tabi ki. Boş bir tarlada bağlı olan eşek ben resim çekerken bana bakıyor acaba ne yapıyorum diye.

Kısa adı İlhan olan İlhanköy’den çıkış yapıyoruz tabelasını görünce. Gidonumdaki kartal tüyü de tabelalarla birlikte çekiliyor.

Bisikletin arka çantalarının üzerinde güneş panelini açmışım. Güneş paneli bataryamı dolduruyor yavaş yavaş. Gece de bataryadan cep telefonumu şarj edeceğim. Bisikletim KUZ park halinde ve güneşin batışını izliyorum. Tam gidonumun üstünde, tüylerin yanında güneş Marmara adasının Saraylar tarafındaki burunda batıyor. Marmara adasından daha da ilerde silik olarak Tekirdağ, Şarköy tarafları görünüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşin batışını izledikten sonra hava kararmadan bir süre daha gidelim ve kendimize uygun kamp alanı bulalım diye gidiyoruz. Sol tarafta beton duvar, üzerinde bir o kadar yeşil plastik çit takılmış. Ne olduğu görülmüyor. Bu kadar kapalı bir alan yaptıklarına göre gizli saklı bir şeyler yaptıkları kesin. Yoksan neyi saklayacaklar. Duvarın yanında elektrik direkleri, lambaları yanmaya başlamış bile hava kararmadan. Sağda yamaçta yüksek voltaj elektrik hatları demir direkler üzerinde yolu takip ediyor.

Deniz kıyısı dik kayalık, inmesi olanaksız. Küçük bir ada ise tamamen kayalıktan oluşmuş. Üzerinde ağaç gibi bir bitki görünmüyor.

Yol bazen daralıyor. Bunu tabelada belirtmişler. Yuvarlak kırmızı daire içinde siyah ok geliş yönünü, Kırmızı ok gidiş yönünü belirtmiş. Yani, inişte olan kırmızı ok yönü, çıkışta olan gelişteki araçlara yol vermek zorunda.

Yol girintilere göre içeriye alabildiğine  düz yol olarak gidiyor. Girintinin sonunda deniz seviyesine yakın iniş olduktan sonra çıkış başlıyor denize doğru olan çıkıntıda. Yolda pek araç ta geçmiyor. Nadir olarak bir, iki araç geçiyor bir saatte. o da bize yetiyor rahatça gidebilmemiz için.

Güzel bir kumsal ve koy gördük biraz yüksekçe bir yerden. Hava kararmadan kamp yapmalıyız. Deniz kıyısındaki kumsaldan sonra düzlük içerilere kadar devam ediyor.

Toprak yoldan aşağı inip kumların üstünde bisikletleri yürüterek deniz kıyısındaki kayalığın dibine geldik. Buradaki kayalık rüzgarı da kesiyor. Kayalığın üstünden kamp yapacağımız yerin resmini çekiyorum. Bisikletim ve Yıldız kayaların dibinde. Cem ise kumlarla cebelleşiyor yanımıza varmak için.

Rüzgardan korunaklı yerimizde çadırları kurup içine yerleşiyoruz. Hava kararırken yemeğimizi ortaklaşa pişirip yiyoruz. Ardından kahve ve birer bardaklık çay. Fazla suyumuz yok. O yüzden idareli kullanıyoruz. Buralarda çeşme gibi bir şey de yok. Hava iyice kararmaya başladı. Güneşin battığı batı tarafında kızıllık ve biraz aydınlık kalmış. Geri kalan yerler karanlık.

Artık hava iyice karardı ve ay yarım da olsa biraz aydınlatıyor ortalığı.

Fazla geç olmadan çadırlara girip yatıyoruz dinlenmek için. Bu gün hareketli bir gün oldu ve kendimize uygun bir kamp yeri bulmanın verdiği rahatlıkla uyuyoruz.

Bu gün yaptığımız yol toplam olarak yaklaşık 29 Kilometre civarı.

Piknik alanı – Saraylar yol haritası

Powered by Wikiloc

Erdek – Doğanlar köyü yol hartiası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 4. Gün

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Susurluk – Mustafakemalpaşa – Gölyazı

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

esrik kayıklar

güneş mi denizi baştan çıkarır

esrik olur kayıklar

hatıralar ağaçtır

hayat geçtikçe büyür

yüreğim kımıldanır

birazdan ne güzel insanım

geçmişimi geleceğimi

hepsini bir bir ararım

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ, gidon çantası arkasında batan Güneş manzarası.

Gece başlayan yağmurun sesi ile uyuduk, ama şiddetli değildi. Usul usul yağan yağmurun damlaları ninni gibi geldi bana. Çınar ağaçlarının sık olması, uzun gövdeleri ve yukarılarda dalları şemsiye gibi üzerimizi örtmesi nedeni ile çadırlara pek yağmur gelmedi. Dünkü yorgunluk, iyi bir uyku ile sabahın erken saatlerinde uyanmama neden oldu. Çadırda uyumanın rahatlığı hiç bir yerde yok. Günün ilk ışıkları ile çadırımın kapısını aralayıp dışarıya bakıyorum. Uzun çınar ağaçlarının gövdeleri, piknik masaları ve bir çadır gözüme ilişiyor.

Giyinip çadırımdan dışarı çıkıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra piknik masalarının birinde doğanın ilginç bir olayını gördüm. Kalın kalaslardan yapılmış masanın yarılmış yerinden ağaç mantarları yağmur suyunu görünce kendine yaşam alanı oluşturmuş. Artık yaşamı bitmiş ağacın işlenip kalas olarak masa yapılsa da başka canlılara yaşam sunuyor. Kalasın yarıklarında üç tane mantar çıkmış, gövdesi beyaz, şapkası kahverengi – siyah karışımı. Masanın üzeri yağmurdan dolayı ıslak.

Sabah kahvaltı hazırlıklarına başladık, semaver suyu ısınasıya kadar ben de etrafı şöyle bir dolaşıyorum. Çınar ağacının köklerine inen gövdesinin bir kolunu testere ile kesip gövdesi ile olan bağı kopartmışlar. Bunu neden yaptıklarını anlamak olanaksız. Ağaçtan ne istiyorsun, illa zarar vereceksin. Aslında bunu kesen hastalıklı insan bindiği dalı kesiyor ama bunu düşünecek kadar akıllı değil.

Bu arada bisikletim KUZ öylece park etmiş halde. Arka lastiğindeki iki lastik sargı yerinde duruyor.

Hava yağmurlu ve bulutlu olmasına rağmen güneş doğduğunu hissettiriyor parlak ışıkları ile. Çınar ağaçlarının arasından kendini gösterdi. Ben de bu anı yakalıyorum.

Çınar ağaçlarının sık gövdeleri yana yatmış durumda. Onlarca, belki yüz taneden fazla çınar ağacı bu kadar sık dikilmesi boylarının uzun olmasını sağlamış. Ağaç güneş ışığına gereksinimi var. Bunu sağlamak için devamlı yukarı büyüdüğünden boyu uzun. Diğer ağaçlar da aynı şekilde büyüyünce dalları yukarıda serpilmeye çalışıyor. Yana uzayan dalı yok hiç bir ağacın.

Kahvaltıyı yapıp hemen toparlanıyorum. Cem Tabanlı da benimle beraber toparlanıp erkenden yola çıktık. Diğerleri sonradan gelecekler. Susurluk’ta bisikletçi bulup arka lastiğimi değiştirmek zorundayım. Cem ile birlikte yağmur altında Susurluk’a vardık. Yaz – bahar yağmuru çabuk geçti ve yağmur durdu. Bisikletçiyi sora sora bulduk yerini. İnternetten baktığımıza göre bisiklet servisi görünüyor ama bisikletçiden çok motor ve araba parça satan bir dükkan. Neyse 28 inç lastik var mı diye sorduk, bir kaç tane var olduğunu söyledi. Uygun olan bir lastiği aldık. Bagajdaki yükleri indirip arka tekerleği çıkardım. Eski lastiği çıkarıp yenisini takmaya çalışırken dükkanın çırağı elinde tornavida ile dış lastiği takmaya çalışınca “Hop dur bakalım ne yapıyorsun? Tornavida ile lastiği mi parçalayacaksın? Levye yok mu?” Diye durdurduk yapacağı işi. Çırak elinde araba lastiklerinde kullanılan koca bir levye getirdi. “Bu ne? ” diye sordum. Koca levye ile lastiği takacak, olacak iş değil. Hemen tamir taklavat çantamdan kendi levyelerimi çıkarıp lastiği normal olarak takıyorum. Sonra hadi şişir bakalım deyip lastiği şişirmeye başladı kompresörle. Lastik basıncı istenilen seviyeye bir türlü çıkmıyor. Lastiğin neden şişmediğini anlıyorum. Kompresör basıncı 35 havaya göre ayarlanmış. Araba lastikleri en fazla 35 hava basılıyor. Benim lastik 60 – 65 hava basıncı istediğinden bırak öyle kalsın dile çırağı uzaklaştırıyorum. Lastiğin ücretini ödeyip tekerleği bisiklete takıp çantaları üzerine yerleştirip yakında benzinciye giderek 65 hava basarak olayı bitiriyorum. Yanda olan kahvede lastikçi çay ısmarlıyor esnaf olarak. Biz de çay teklifini geri çevirmeyip içiyoruz.

Lastik işi bitince yola çıktık. Hedefimiz Gölyazı’ya bu gün varmak. O yüzden hızlıca ana yoldan gideceğiz. Şansımıza İzmir’den çıktığımızdan beri rüzgar sürekli Lodos esti. Rüzgar hep arkadan eserek Susurluk’a kadar geldik. Bu gün ise rüzgar döndü ve hava Poyraz esmeye başladı. Yani tam karşıdan, gideceğimiz yönden esmeye başladı. Balıkesir il sınırından çıkıp Bursa il sınırına girdiğimizi karayolu tabelası bildiriyor. Yol kenarındaki tabelada Bursa il sınırı yazılmış, arkada tarlalar yemyeşil ve gökte üzerimizden geçen bulutlar.

Bu yoldan hep araçla geçtiğimden tabelaları pek göremiyordum doğru dürüst. Bisikletle her tabelayı, her ayrıntıyı görüyorum. İşte bunlardan biri ilgimi çekiyor. Kocaman tabelada yazan Kosova yazısı bana doğduğum yeri hatırlatıyor. Demek buralarda daha önce Kosova’dan göç edenlerin kurduğu bir yerleşim yeri varmış. Memleketimin ismini görmek beni sevindirdi.

Büyük bir tabelada, mavi zeminde beyaz boyalı alanda siyah yazı ile Kosova yazılmış. Altta ise beyaz boya ile Susurluk ve Balıkesir yazılarak sağ taraftaki yolu ok işareti ile gösterilmiş. Tabelanın altındaki tabelada Beyaz zemine siyah harflerle Kosova 2 ve Bostandere 7 kilometre olduğunu sağa ok işareti ile belirtilmiş. Beyaz zeminde yazan yerler köyleri belirtiyor. Mavi zeminde yazılanlar ise il ve ilçeleri belirtiyorlar. Ana yolda sağa giden bir yol, ileride görünen bir köprü üst geçitten hem köylere, hem de geriye dönmeyi sağlıyor.

Yol ana yol olunca kaymak gibi asfaltta, emniyet şeridinde rahat ve hızlı gidiyoruz köy yollarına göre. Bu yolda eğim fazla yok. Bizi zorlayan karşıdan esen Poyraz rüzgarı.

Yol tabelasında Mustafakemalpaşa’ya geldiğimizi belirtiyor. Nüfus : 100000 olarak yazılı. Tam rakam, ilk defa tam rakam yazan tabela gördüm. Mustafakemalpaşa’ya gireceğiz. Yol tabelası gidonumdaki tüylerle beraber resmini çekiyorum.

Cem ile birlikte Mustafakemalpaşa kasabasına giriyoruz. Diğer arkadaşlar geride kaldı biraz. Onları beklerken hadi buranın ünlü Mustafakemalpaşa tatlısı yiyelim deyip tatlıcıya oturduk. Taş yerinde ağırdır hesabı her yerde geçerli olmasına rağmen bu durumu göz önünde bulundurup ne kadar olursa olsun birer porsiyon yiyoruz Kemalpaşa tatlısından. Garson bizi tatlı yerken masada önümüzde tabaklar, elimizde çatal ile resmimizi çekiyor. Dörder tatlı bir porsiyon yapıyor, iki tane yemişiz, daha iki tane daha tabakta var. Tatlının üzerinde beyaz kaymak konulmuş. Masada dar ağızlı küçük beyaz porselen vazoda papatya çiçeği süslemiş olarak duruyor.

Diğer arkadaşlarla buluştuk meydanda. Tatlı yiyin ilk önce diyerek tatlıcıya gönderdik. Cem ile meydanda oturma yerinde bekledik bir süre. Arkadaşlar tatlılarını yedikten sonra yanımıza geldiler. Yakında olan çay ocağından çayları ısmarladık. Turda ortak bütçe yapıyoruz. Herkes eşit miktarda para veriyoruz kasaya. Kasa da tüm alış – verişleri bu paradan yapıyor. Kasamız da Ceyhun. Kasanın suyunu çektiğini belirtince elindeki son paralarla üç tane gevrek alıyor. (Buralarda gevreğe simit diyorlar) Elindeki para anca çaylarla beraber üç gevreğe yetince adam başı yarım gevrek bölüşerek çay ile birlikte yiyoruz. Bu bizim öğle yemeğimiz olacak. Bu durumu belgelemek için garsona cep telefonumu vererek resim çektiriyorum. Altı kişi elinde yarımşar gevrek, önümüzde plastik bir sehpada çay bardakları. Hepimizde kısa pantolon, üzerimizde formalar rengarenk, başımızda da üç turuncu renkli, bir mavi, bir de haki yeşili renkte buff var.

Mustafakemalpaşa kasabasındaki molayı bitirip yola çıkıyoruz. Rüzgar karşıdan esmeye devam ediyor. Yoldan geçen tırlar, kamyonlar ve diğer araçların gürültüleri eşliğinde yol alıyoruz. Bir ara kendimi kaptırıp yolun getirdiği ölçüde bastırdım. Diğer arkadaşlar da rüzgarıma girerek göçmen kuşlar misali tek sıra gitmeye başladık. Yaklaşık 10 kilometre civarı yüksek tempoda, rüzgara karşı ve hafif çıkışı ile Karacabey rampasını bir çırpıda çıktık. Ben de nasıl olduğunu anlamadım ama tempoyu tutturunca gidiverdik öylece. Karacabey rampasını çıkarken harcadığımız enerji bitmek üzere. Mehmetali’nin şekeri var, öyle olunca düşen şekeri nedeni ile bir benzinlikte durup elde ne varsa çıkarıp bereketli ve hala bitmeyen pişilerden yiyerek şekeri yükseltip enerji takviyesi yaptık. Yarım gevrekle pistonlar bir yere kadar gidebiliyor. Rüzgardan korunaklı bir yerde atıştırmanın üzerine birer kahve içerek molayı tamamladık. Bu kez daha düşük tempoda bisiklet sürmeye başladık ve sağımızda Uluabat gölü göründü. Araç ve tır trafiği fazla olunca dibimizden geçen tırların korkunç gürültüleri Cem Tabanlı’yı rahatsız ediyor. Bu tedirginliğini belirtiyor sık sık. Yapacak bir şey yok, böyle gideceğiz mecburen. Yola devam edip bir an önce hedefe  varmalı. Uluabat gölü görününce yaklaştık sayılır Gölyazı’ya. Ağaçların arasından yakında olan Uluabat gölünün bir parçası görünmekte.

Güneşin doğuşunu izledim, batışını da kaçırmamak gerek diyerek durdum yol kenarında. Bu an kaçmaz, küçük bir köyün kenarında, tepenin üzerinde iken bir resim alıyorum. Güneşin batışını izlemek için bisikletim KUZ’u park ettim yol kıyısında. Gidonumda ki çantam, önünde “Bakırçay Temiz Aksın” yazılı kart. Kelebek gidonuna asılı duran kaskım ve dikiz aynası. Güneş kelebek kısmının az üstünde son ışıklarını verirken izliyorum. Solda, arkada matın bir kısmı görünüyor.  Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşi batırdıktan sonra, bir süre daha pedalladık ve hava henüz kararmadan, siyah beyaz ipliğin artık ayırt edilmediği anda Gölyazı yol ayrımına geldik. Yol kıyısında üç tabela bir direğe takılmış. Üstteki tabelada Gölyazı Mahallesi, ortadakinde Gölyazı Kültür Evi, alttakinde ise Göl Yazıevi yazılıp ok işareti ile sağa gidileceğini belirtmiş. Uluabat gölünün bir kısmı görünüyor, kıyısında ışıkları yanmaya başlamış köyler, tarla yeni sürülmüş hemen önümde. Bir iki ağaç ve düz bir arazi göle kadar gidiyor. Göl henüz uzakta.

Az ilerde yol ayrımı başlıyor ana yoldan. Burada da turistlik kahverengi tabelada Gölyazı (Apollonia) 5, alttaki tabelada da Ağlayan Çınar ve resmi yön tabelası olarak konulmuş. Kartal tüyü ile beraber henüz hava kararmadan Gölyazı’ya giden yolu çekiyorum. 5 Kilometre yolumuz kalmış. Karşıdan sürekli esen Poyraz rüzgarına karşı bisiklet sürmek pek kolay değil. Bizi bitirdi adeta ama sonunda ana yolun yoğun tır trafiğinden kurtulmanın sevinci ile köy yoluna girmek enerjimizi topluyoruz. Artık yol sağa döndüğünden rüzgarı arkamıza alacağız. Kısa kalan kilometreler biter rahatlıkla.

Antalya grubu da aynı yerde resim çekiliyor. Mehmetali, Nafiz, Ceyhun ve Vedat. Bisikletleri ile poz vermişler kameraya.

Artık hava karardı ama gökyüzünde dolunay dan yeni çıkmış Ay bulutların arasından kendini gösterip yolumuzu aydınlatıyor. Az biraz yüksekte Uluabat gölünü ve yüzeyine yansıyan Ay ışığını görünce durup gecenin az aydınlığında gidonumdaki farın aydınlattığı ağaçlarla beraber muhteşem manzarayı çekiyorum. Solda Göylazı ışıkları yanmış gecenin karanlığında.

Saat 21:00 gibi Gölyazı’ya vardık. Hava iyice karardı. Bizi davet eden Festival başkanı Ercan Hafız’ı telefon ile arayıp nereye kamp kuracağımızı öğrendik. Kamp yeri Gölyazı girişinde antik kentinde kazı yapan ekibin kazıevi’nin olduğu yerde. Hemen kamp alanına girip çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından sıcak duş ile yorgunluğumuzu aldık. Bu gün zorlu bir yolculuk epey yordu bizi. Duş kendimize getirdi, misler gibiyiz. akşamın geç saatleri olsa da karnımız iyice acıktı. Hemen akşam yemeğini yapmaya koyuldu aşçı başımız Mehmetali. Kazıevi tesislerinden yararlanıyoruz. Gölyazı da oturan akrabalarım var, Hasan’ı telefon ile arayınca hemen gelerek aramıza katıldı. Arkadaşlarla tanıştırıp çay içerek hoş sohbete başladık. Hasan’a, arkadaşlara çaktırmadan, yarın bizlere ihaleden turna balığı almasını söyledim. Bize yetecek kadar alsa yeter. Gölde yetişen en lezzetli balık olan turna balığının tadı pek nefis. Daha önce geldiğimde bir çok kez yedim. Yarın kendimize dinlenme günü olarak belirledik. Hem dinleneceğiz hem de Gölyazı’yı gezeceğiz. Gecenin geç saatlerine kadar sohbet ederek zaman geçirdik. Artık yorgun bedenlerimizi dinlendirme zamanı geldi. Uyku bunu belirtiyor.  Göl kıyısında uyumanın tadını yaşayacağım.

Bu gün rüzgara karşı yol aldık, yoğun trafik ile epey yol geldik

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 88 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 2. Gün

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Hamidiye köyü – Bigadiç – İskele kasabası – Çaldere

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bazıları Vedat Karakaya’ya aittir)

 

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil kıraç

çorak toprakta yılmanı

demekte arayıp

arayıp seni bulmakta

seni güzeli namusu

ekin biçmekte

dal budamakta

umut dermekte

yürümekte

yürümekte

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil

deprem alır götürür

savaş gelir oturur

salgın süpürür

afrika’da

avrupa’da

asya’da oy

büyük küçüğü sömürür

dedim ya

bütün mesele

yumruk sıkmakta

göğüs germekte

sevda beslemekte

yaratmakta

yaratılmakta

Ölmekte değil

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, üzüm bağı, sürülmüş tarla ve dağ yamacı. Sol üst köşede parlayan güneş ve bisikletimde kartal tüyü.

Sabahın erken saatleri, henüz gün ağarmadı. Etraf zifiri karanlık olsa da ay ışığı ormanı aydınlatıyor az da olsa. Gün henüz ağarmasa da kuşlar kalkmış bile çoktan. Şimdiye kadar hiç duymadığım çoklukta kuş sesleri ormanı çınlatıyor. Çeşit çeşit, dört bir yandan gelen kuş sesleri insanı uyandırıyor. “Biz uyandık, hadi siz de uyanın” der gibi kuş cıvıltıları ormanı kaplamış durumdayken uyumanın olanağı yok. Kuş sesleri arasında sadece karatavuk kuşunun sesini tanıyorum. Çok güzel bir ötüşü var ama bir çok kuş sesi de karatavuk sesinden aşağı kalır yanı yok. Hani türküde “Ormanların gümbürtüsü” der ya işte kuş cıvıltıları o kadar çeşit ve çok ki ormanların gümbürtüsünü geçmiş durumda. Demek ki bu bölgede kuş çeşitliliği çok fazla. Hepsi bir arada olunca birbirleri ile yarışır durumda eşlerine sabah yemlenmeye gitmeden önce kur yapıyorlar. Gün ağarasıya kadar uyku tulumunun içinden çıkmadan kuş cıvıltılarını dinliyorum. Dinlediğim kuş seslerini ayırt etmeye çalışıyorum. Acaba bu güzel melodileri çıkarak kuş nasıl bir şey, adı ne, rengi ve boyutu nasıl? diye düşünerek zaman geçirdim.

Gün ağarınca çadırımın kapısını açıp dışarısının resmini çekiyorum. Çam ormanı, çalılar ve yeşillik görünüyor. Asfalt yolun bir kısmı da manzaramda.

Kalkar kalkmaz çeşmenin başına giderek elimi yüzümü yıkıyorum. Yüzümü yıkarken suyun geldiği deliğin ağzında örümcek ağlarını örmüş olarak görünce yakından resmini çekmeye çalıştım. Ama ağları o kadar ince ki gözlerimle gördüğüm ağ iplikleri resimde görünmüyor. Cep telefonumun mega pikseli yüksek olsa da bazı ayrıntıları göremiyor anlaşılan. Örümcek ağı daha yeni örmüş belli. Çünkü akşam yoktu. Kuşlarla beraber uyanıp sineklerin suya geldiğinde görünmez ağları örmesini bitirmesi gerek. Sinekler suya gelip ağa takılarak günlük besinlerini alıyor örümcek.

Suyun geldiği delik içeriye doğru oyuktaki delikten çanağın içine akıyor. Delik 5 santim yüksekte. Dökülen sudan arada sıçrayan su damlaları ağa takılmış bir kaç tane. Çember şeklinde kenarları olan kap ön tarafta kanal biçimindeki dar yerden de aşağıya dökülüyor. Çemberin etrafı kırmızı bola ile boyanmış magandalar tarafından.

Çeşmenin başından kamp alanı, çadırlar ve çamaşır ipinde kuruması için asılan çamaşırlarımız. Çadırlar çam ağaçlarının altında.

Erguvan ağaçları dere yatağında mor çiçeklerini açarak yeşilliğe renk katmış. Bu arada da ateşimiz de yanmaya başladı bile. Hem sabahın serinliğinde içimiz ısınsın hem de çayı demlemek için köz gerek.

Video, kamp ateşi, kamp alanında çadırlar ve orman.

Vedat matını ateşin yanına sererek uzanmış hem kendini hem de henüz kurumayan kısa pantolonunu kurutmaya çalışıyor. Ateşin etrafı taşlarla kaplı. Kısa pantolon kare patiskadan yapılmış.

Nafiz: “Saat kaç?” diye sorunca Vedat: “Saat 7.30 olmuştur” dedi. Ben de araya girerek “Ben demeden saat 7.30 olmaz” diyerek söyleyince “Hadi ya nasıl oluyor öyle” diyerek cevap verdiler. Ben de “Herhalde bileceğim, çünkü henüz cep telefonumun alarmı çalmadı. Saat 7 olmadan 7.30 olamaz” diye cevap verince bastık kahkahayı. Güne kahkaha ve neşeli olarak başladık. Sabah erkenden uyanınca zaman geçmiyor. Bu konuşmadan bir süre sonra cep telefonumun alarmı çalmaya başladı. Saat henüz 7. Semaver de çayımızı Nafiz demliyor görevli olarak. Kahvaltılıkları çıkarıp hazırlıkları yaptıktan sonra hep birlikte bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Pişileri bitirmeye çalışıyoruz ama o kadar çok vermişler ki bitmek bilmiyor.

Ateşin etrafında yere matı sererek oturmuşum sabah kahvesi pişiriyorum. 4 Antalyalı kendi sandalyelerine oturmuş keyif yaparken Cem ayakta dinelmiş durumda. Ateşi yaktığımız yer orman yangın yolu. Burada daha önce ateş yakılmış taşları duruyordu ocak biçiminde. Biz de aynı yere ateşi yaktık. Orman yangın yolu dik bir yokuş ile yukarıya kadar çam ağaçlarının arasını iyice açmış. Bunun nedeni orman yanarken diğer tarafa sıçramasın diye.

Doğu tepenin ardında olduğundan Güneşi biraz geç görüyoruz. Güneş çoktan doğmuştu ama bize görünmesi kahvaltıdan sonra oldu. Orman yangın yolunun bitiminde, tepede Güneş kendini parlak ışıkları ile kendini gösterirken hemen aşağıda, tam önümde bir çadır ve bisikleti orman manzaralı çekiyorum.

Kahvaltı bitiminde çadırları, eşyaları çantalara yerleştirip bisikletlerin bagajına yükledik. Yola çıkmadan önce çeşmenin başında son defa durup su şişelerini dolduruyoruz çeşmeden. Çeşmede ki örümceği ve ağını tekrar yakından çekmeye çalıştım ama pek başarılı değil çektiğim resimler. Yakın çekimde dökülen su çanağın altından su yüzeyine çıkarken hafif dalgalanması su yüzeyine yansıyan görüntü ve dibindeki görüntü yan yana harika görünüyor. Suyun berraklığı yaşama yaşam katar derecesinde saf ve temiz. Resmi yandan çekiyorum çanağı, örümcek çok küçük olması nedeni ile görünmese de ben yerini biliyorum.

Çeşme ve uzun yalağı çok işimize yaradı, suyumuzu içtik, duş aldık, yemek yapmak için, çayı da bu çeşmedeki su ile demledik. Kamp yapılacak bir yerde mutlaka su yada çeşme olmalı. Çeşmenin aynası taş duvar örülü. Yüksekliği 1 metre, uzunluğu da 10 metre civarı. Yalak duvar boyunca yapılmış betondan. Arkada çam ormanı başlıyor.

Bisikletim KUZ üzeri yüklü biçimde yola çıkmaya hazır. Gidonumda bulunan üç martı tüyü yanına dün yol kenarında aldığım kartal kanatlarından bir tane koparıp gidona takıyorum. Artık kartal tüyü bisikletim giderken kendi yarattığı rüzgarı hissedecek yol boyunca. Kartal aramızda olmasa da ruhu gökyüzündeki özgürlüğü devam edecek. Bisikletimin arka bagajında iki yanda çanta bağlı, üzerinde sosis çanta, yeleğim ve mat kancalı lastiklerle bağlı. Çantalarım turuncu renginde, araçların dikkatini çekiyor yolda giderken. Oturduğum selenin demirinde keçe kese asılı. Yolda bulduğum paraları kesenin içine atıp biriktiriyorum yol boyu. Arada köylerdeki çocuklara dondurma ısmarlıyorum kesedeki paralardan. Sele borusu altındaki kadro borusunda 1.5 Litrelik su şişesi çuval içinde. Etrafı ocak koruyucu alüminyum sac sarılı. Gidon çantam siyah, gidon sargısı kahverengi olarak sarılmış kelebek gidonumda. Gidonun solunda dikiz aynam arkayı kontrol etmek için. Gidon çantamın önünde Bakırçay temiz aksın levhası asılı. Aydınlatma lambam ve yanında martı, kartal tüyü duruyor. Kaskım da kelebek gidonumun sol tarafında asılı.

Yola çıkmadan önce çeşmenin üst tarafından yola çıkan arkadaşların resmini çekiyorum. Tam da yolun U dönüşü ile beraber. Biz soldan geldik, sağdaki yoldan aşağıya doğru gideceğiz. Yol kıyısında bir araç park etmiş.

Sonunda yola çıkabildik. Artık iyice büyümüş ekin tarlası baş vermiş olgunlaşması için biraz daha zamanın geçmesi gerek. Ekin tarlası bayağı geniş, bitiminde dere yatağı ağaçlarla örtülü. Ekinler yeşil bir denizi andırıyor.

Yola çıkar çıkmaz önümüzde birden bire yokuş başladı. Artık mecburen çıkacağız. Yol kıvrımlı olarak yukarıya gidiyor, etrafta yeşil ağaçlar, çalılar. En önemlisi de araba yok, ne güzel. Sakince yokuşu çıkıyoruz. İleride arkadaşlar ağır tempoda yokuşu çıkmakta

Çıktığımız yokuşun sol tarafı derin ve dibinde bir çay var. Kayalık arazi de olsa ağaçlar çay yatağını kaplamış durumda.

Bazı yerlerde çay hiç görünmüyor ağaçlardan.

Çay manzarası güzel olmasına güzel de insanların doğaya verdiği yıkım çok. Yol kıyısına inşaat artıklarını getirip molozları döktükleri yetmezmiş gibi yakınlarda olduğu belli olan inek çiftliğinden getirilen hayvan pislikleri de dökülmüş molozların yanına. Fazla gelen gübreler tarım arazilerine değil de çay kenarına dökülmesi çevreye büyük zararı var. Yağmur ile beraber çayın sularına karışan gübreler suyu da kirletiyor. Belki çaydan içme suyu elde ediliyor. Yazık!

Fazla gitmeden karşımıza Hamidiye köyü çıkıyor. Köy yokuş yukarı kurulmuş, henüz girişinde durup yokuşla beraber köyün tabelasını çekiyorum. Evler de tabeladan sonra başlıyor. Yol kıyısında kavak ağaçlarının iri gövdeleri, karşıda ise bahçe duvarının dibinde incir ağacı.

Köyün hemen girişinde bir borudan akan çeşme önündeki yalağa dökülüyor. Yalağın baş tarafından, uzunlamasına durgun görünen su yüzeyini borudan akan su ve solda bisikletim KUZ olarak resim çekiyorum. Su yüzeyinde gök yüzü ve ağaçların yansıması görünüyor. Arkada birer, ikişer katlı köy evleri benden yüksekteler.

Köye giriş yaptıktan sonra tuğla duvar örülü bir binanın gölgesinde arkadaşları beklerken görüyorum. Ceyhun yolun ortasında duruyor, Cem de soldaki evin bahçe duvarına oturmuş durumda.

Yanlarına gelince Vedat’ın lastiği patlamış, o yüzden bekliyorlardı. Lastik patlarken dış lastiği de yarmış 8 santim kadar. İç lastik neyse dış lastik yarılması kötü. Köyde yedek lastik bulmak zor. Köyün ilkokulunun bahçesine girip bank üzerinde oturarak tamire başladık dış lastiği. Epey yol yapmış lastikler artık ömrünü tamamlamış olmalı. Lastiği tamamen söktük. Mehmet Ali de iğne, iplik var, dış lastiği dikmeye başladı. Vedat ta ön tekerlekteki lastiği söküp arka tekerleğe takıyor bu arada. Bisiklet yükü arkada daha çok olduğu için hasarlı lastik önde olması daha iyi olur. Ceyhun patlamış olan iç lastikten şeritler kesiyor makasla. Bankın solunda yapacak işi olmayan Nafiz elini çenesine dayamış öyle oturmuş düşünüyor. Yanında Mehmet Ali lastiği dikerken Cem de nasıl dikiyor diye bakıyor. Onların yanında da Ceyhun iç lastikten şeritler keserken Vedat ta arka tekerleğe önden söktüğü takarken yere oturmuş durumda. Ben de hepsinin bu çalışkan halini çekiyorum. Tam bir ekip olarak olayı çözümlemeye başladık.

Mehmet Ali lastiği dikerken daha yakından çekiyorum. Lastik pek kolay dikilmiyor, o yüzden yanında oturan Cem arada iğneyi havada tutup Mehmet Ali’nin iki eliyle lastiğe operasyon yapmasına yardım ediyor.

Dikme işi bitince Ceyhun’un kestiği şerit lastik ile dikilmiş olan bölgeyi Bant gibi sıkıca sarmaya başladı. İç lastik dışa taşıp patlamasın diye.

Henüz lastik işi bitmediğinden yapacak işi olmayan Cem okulun bahçesindeki oyun parkında kaydırağın yere yakın olan yere uzanıp kestirmeye başladı. Bir dönerli kaydırak turuncu renkte, bir tane de düz kaydırak turkuaz yeşil renkte. Kaydıraklar polyesterden yapılmış, merdivenlerden çıkılıyor. Sarı boyalı demir korkuluklar takılmış çocuklar merdivenlerden düşmesin diye. Kaydırağın sağında iki salıncaktan bir tanesi sağlam. Diğeri yok ama yeri duruyor. Yer kum ile kaplı. Daha sağda ise tahterevalli duruyor. Tuğla örülü bir bina, bahçenin sınırını belirlemiş.

Okumaya devam et